Tumgik
#bezm-i elest
essemavi · 11 months
Text
Bezm-i elest
Araf 172
3 notes · View notes
berceste-i · 2 years
Text
Bezm-i elest
16 notes · View notes
yolcu-34 · 2 years
Text
Virâneyim,
bir dem gelsen gönlüm gülistân olur benim.
Tumblr media
Ve birgün.....
Varlığını bile bilmediğin biri çıkar karşına
Bezm-i Eleste yapılmıştır sözleşme
Kalu belâ da başlamıştır yolculuk
Gelir seni.....
Kazaya'da....
Kadere'de....
Kedere'de razı eder ..
57 notes · View notes
mchidp · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
neşeli olmak, kalabilmek zor ve özendirici gerçekten. çok defa ümitsizliğe ve yeise düşüyoruz. aslında daha geniş bir perspektifden bakıldığında bunların yaşanılması gereken şeyler olduğunu, doğruya ancak bu şekilde ulaşılabileceğimizi de anlıyoruz. ve sevgi şekil değiştiriyor. beklemeği de seviyorsun. gelmesede olur diyosun ama yinede gelmesini istiyorsun tüm benliğinle ve zerrenle.
Ümit var olunuz efendim ümit var. zira yaradandan ümidini kesmek haramdır. sabır ve dua ile isteyeniz.
ve sonra kalbine bir inşirah geliyor, genişletiliyor, güveniyorsun ve tevekkül ediyorsun.
insan hakkında hayırlı olucak şeyler için dua ettiği gibi şer olucak şeyler için de dua eder. ve şu ayetler güneş gibi parlar:
çünkü insan çok acelecidir.
isra-11
olur ki bir şey sizin için hayırlı iken, siz onu hoş görmezsiniz. yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz. Allah bilir siz bilmezsiniz.
bakara-216
çok ciddiye almamak lazım dünyayı sonuçta geçici ve elem verici ve zaten gördüğümüz bu güzellikler sadece bir yanılsama değil midir ki? ruhun hatırındaki o sahne; bezm-i elest de güzelle ilk karşılaşması ilk muarefesi. Leyla bilmesede mecnunu çeken elestte kokladığı o koku, işittiği o sesin bir zerresi değil midir? zaten dünya güzelliğine sarıldığımız tutunduğumuz şeye bu kadar kuvvetli bir bağ nasıl hissedebiliriz? bu hiç kabil midir ki?
var mı daha ağır yük
zamanı çekmek kadar
yaşama sebebimsin, su kadar ekmek kadar
ayrılığın, özlemin her şeyin bir hazzı var
seni anmakta güzel beklemek kadar.
4 notes · View notes
etaali · 4 years
Text
Gadir-i Hum Velayet Bayramı mübarek olsun...
KİMDİR ALİ
Öyle bir muamma, öyle bir sır ki
Alemi hayrete salandır Ali
Varlık alemine öyle bir yar ki
Her mahluka veli olandır Ali
Bir nurdur ki nurun özünden geldi
Kun fe ye Kun ferman sözünden geldi
Sonra bütün nurlar izinden geldi
Cennet Cehennemi bölendir Ali
Bezm-i elest günü ilk kelim olan
İlimlere evvel o alim olan
Önce Adem için muallim olan
Sonra sorup cevap alandır Ali
Tövbeyi öğreten Adem’e, odur
Miraçta arkadaş Hatem’e odur
İzinle hükmeden her deme, odur
Diriyken Zahirde ölendir Ali
Hak oldu her zaman Hakka dil oldu
İbrahim’den önce o Halil oldu
Celil’in özünden bir Celil oldu
Aşk olup gönüle dolandır Ali
Hakkın yüzüydü o her bir anında
İlahi bir hikmet var lisanında
Esadullah olup er meydanında
Kılıcı münkire çalandır Ali
Yanan kapı ile yanan idi o
Sabredip zehire banan idi o
Bütün ariflere canan idi o
Maşukla halvette nalandır Ali
Onun muhabbeti cennettir cennet
Sıratul mustakim, tek istikamet
Zahir etti kendi evinde Samet
Aşkın mihrabında solandır Ali
Haktan gelip Hakka götüren odur
İnkarı şüpheyi bitiren odur
Batını zahire getiren odur
Batından zahire ilandır Ali
Aciz kulum, Ali dilimde zikir
Ali’yi sevenler olur mu fakir
Onun aşkı ile yaşar bu hakir
Mecnun edip köle kılandır Ali
Ali Kıran/Iğdır 29.04.2020
9 notes · View notes
Text
Tumblr media
⭐⭐⭐⭐⭐
Haydi doldur avuçlarını ubudiyyet baharı geçmeden...
Ne güzel Ya Rab! sana kul olmak..
Sana muhatab olmak..
Dost olmak..
Halil olmak..
Ellerimde Nur'dan bir kaç sayfa tutuyorum belki ama, manen kenz'inin anahtarları var satırlar arasında...
Sen hiç kimseye gizli hazinelerini açmadın, sadece bize açtın...
biz insan olan insana... bu nasıl bir lütuf, ne muhteşem bir ihsan ve ikram...
Okudukça, yaratılışımın en ýüksek gayesini sana inanmak olarak görüyorum...
İnsanlığımın en yüksek mertebesi ve en büyük makamını marifetullahın içindedir, biliyorum...
Secdeyi sadece başmı yapar, tabiki de hayır, hayret secdelerim var sana, hayranlık secdelerim... Seni hakiki tanıdıkça, sonsuz saadete nail oluyorum,
türlü nimetlere kavuşuyor ruhum, nurlanıyor kalbim..
kalbim nurlandıkca alemimde nurlanıyor..
"Allah'ın nuru ile nurlanan bir gönlün semasını hangi bulutlar kaplayabilir?
Her an huzur-u İlahîde bulunmak bahtiyarlığına eren bir kulun ruhunu,
hangi fâni emel ve arzular,
hangi zavallı teveccüh ve iltifatlar ve
hangi pespaye gaye ve ihtiraslar tatmin, teskin ve teselli edebilir?
Allah'tır onun yârı, mürebbisi, velisi Andıkça bütün nur oluyor duygusu, hissi Yükselmededir marifet iklimine her an Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna Kur'an.
Kur'an ona yâdettiriyor "Bezm-i Elest"i Âşık, o tecellinin ezelden beri mesti...
🌺 Asa-yı Musa
Dediği gibi Aziz insanın, bende o hissiyatlar ile doluyum bu günde.
Ramazanın ilk günü sevincini yaşatan Rabbim son gününe kadar her gününü yaşat bize... Hayırlı Günler...🌺
________________°🌺💞🌸°_________________
🎀
18 notes · View notes
sitareblog · 5 years
Text
youtube
Geçen sene bir hocamız evlilikten mevzu açılınca eşinden bahisle demiş idi :
"Biz onunla bezm-i elesten beri tanışığız.
Ben onun yüzünün dökülüşünden, neye üzüldüğünü anlarım."
Ne güzel şiirleşmişti o dem cümlesi...
Bir insanı canının canı bilmek böyle bir şey olsa gerek. Yüzünün dökülüşünden de, mütebessüm çehresinden de yeksiz, şüphesiz ; sözsüz, sazsız anlarsın..
Ki sevgi zaten hangi yüreğe girmiştir de orayı ıslah eylememiş, uhrevi bir güzellik filizlendirmemiş, elest bezmini tedai ettirmemiştir?
*
Fonda Furkan Özdemir'in seslendirdiği şiir Asaf Halet Çelebi'ye ait.
" tanımamak tanımaktan iyidir
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım
bu acıyı beraber tadalım
mâra" diyor..
119 notes · View notes
fegidee · 5 years
Text
Sana bir sır vereyim mi Feride?
Babalarımız koruyucu meleklerimizmiş. Taa biz bu dünyaya gelmeden evvel o bezm-i elest gününde annelerimizin bizzat seçtiği koruyucu melekler..
Boşuna değil şikayetleri sırtındaki kamburdan, yaradan.. günü gelince kanat çıkarıyorlar oradan.
8 notes · View notes
kerimustacom · 3 years
Link
1. Elest Meclisi (Bezm-i Elest): Bezm-i Elest, Farsça'daki "sohbet meclisi" anlamına gelen bezm sözcüğüyle Arapça'da "ben değil miyim" anlamındaki çekimli bir…
0 notes
nurcubiri · 7 years
Text
Allah'tır onun yârı, mürebbisi, velisi Andıkça bütün nur oluyor duygusu, hissi Yükselmededir marifet iklimine her an Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna Kur'an Kur'an ona yâdettiriyor "Bezm-i Elest"i Âşık, o tecellinin ezelden beri mesti... (Asâ-yı Mûsa, Risale-i Nur)
6 notes · View notes
musstuffsworld · 4 years
Text
Tumblr media
KALU BELA NEDİR?
Allah Teâlâ, dünyayı ve varlıkları yaratmadan önce dünyaya gelecek bütün insanların ruhlarını yarattı. Onları ilahî huzurda topladı ve kendilerine, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sordu. Ruhlar da, “Evet, bizim Rabbimiz Sen’sin!” dediler. Bu zamana “Kâlû belâ” denir.
Hani Rabbin (ezelde) Ademoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" demişti. Onlar da, "Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)" demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir. (A'râf 172) Allah'ın insanlardan bu şekilde söz alması, Arapça telaffuzuyla "Kalu belâ" şeklinde halk arasında yaygınlaşmıştır.
İnsan her şeyden evvel, Rabbine karşı vefâkâr olmalıdır. Bu ise, ancak ve ancak O’nun emirlerine riâyetle gerçekleşir.
Vefânın en mühim seviyesi;
Cenâb-ı Hakk’ın; ruhları yaratıp;
“–Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurduğu vakit;
“–Elbette yâ Rabbî!..” diye cevap verdiğimiz; «Kalû Belâ»daki ahde vefâdır. (Bkz. el-A‘râf, 172)
KALU BELA AYETİ (A'RAF 172)
TÜRKÇESİ :
Ve iz ehaze rabbuke min benî âdeme min zuhûrihim zurriyyetehum ve eşhedehum alâ enfusihim, elestü birabbiküm, kâlû belâ, şehidnâ, en tekûlû yevmel kıyâmeti innâ kunnâ an hâzâ gâfilîn(gâfilîne).
Ev tekûlû innemâ eşreke âbâunâ min kablu ve kunnâ zurriyyeten min ba’dihim, e fe tuhlikunâ bimâ fealel mubtilûn(mubtilûne). (Araf 172)
Anlamı:
Hani Rabbin (ezelde) Âdemoğullarının sulplerinden zürriyetlerini almış, onları kendilerine karşı şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” demişti. Onlar da, “Evet, şahit olduk (ki Rabbimizsin)” demişlerdi. Böyle yapmamız kıyamet günü, “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir.
Yahut, “Bizden önce babalarımız Allah’a ortak koşmuşlar. Biz onlardan sonra gelen bir nesiliz. Şimdi batılcıların işlediği yüzünden bizi helâk mı edeceksin?” dememeniz içindir. (Araf 172)
KALU BELA AYETİ TEFSİRİ
İslâm akîdesine göre insanoğlunun bütün sorumluluklarının başında Allah’ın varlık ve birliğini kabul etme ve yalnız O’nu İlah olarak tanıyıp kulluk etme görevi gelmektedir. Fakat insanlar, sorumlulukları hakkında gerektiği biçimde bilgi sahibi kılınmazlar yahut böyle bir bilgiye ulaşma yeteneği ile donanmış olmazlarsa bu durumu bir mazeret veya bahane olarak ileri sürmekte haklı olurlar. Bu sebeple söz konusu büyük sorumluluğun âdil bir temele dayanması için insanların bu hususta yeterli donanıma sahip kılınmaları gerekmiştir. Bu iki âyette insanların Allah tarafından böyle bir bilgi veya yetenekle donatıldığı haber verilmekte ve bunun gerekçesi açıklanmaktadır.
Tefsirlerde bu âyetlere başlıca iki farklı anlam verilmiştir:
1- Eski tefsirlerde geniş yer tutan, çoğu birbirinin tekrarı mahiyetindeki rivayetlere göre Allah Teâlâ dünyayı yaratmadan önce dünyaya gelecek olan bütün insanların ruhlarını –sonraları âyetin lafzından hareketle “rûz-i elest, bezm-i elest” şeklinde terimleşen– ruhlar âleminde bir araya getirerek onları kendi varlığına tanık kılmış; kendisinin onların rabbi olduğunu yine onlara onaylatmış; bu gerçeği tasdik ettikleri yönünde onlardan söz almış ve böylece kendisi ile dünyaya gelecek bütün kulları arasında bir tür sözleşme akdetmiş; ayrıca bu sözleşme yahut taahhüde onların bizzat kendilerini şahit tutmuş veya bir kısmını diğerleri hakkında tanık göstermiş ya da –bir başka yoruma göre– bizzat kendisinin ve meleklerin bu sözleşmeye şahit olduklarını onlara bildirmiştir.
Böylece insanların, “Bizim böyle bir sorumluluğumuz olduğunu bilmiyorduk” diyerek yahut inkârcılık veya putperestliği kendilerinin icat etmediğini, bunu atalarından miras aldıklarını, başka türlü bir bilgiye sahip olmadıkları için kendilerinin de bu inancı sürdürdüklerini, dolayısıyla bu hususta kendilerinin bir günahı ve sorumluluğu olmaması gerektiğini belirterek sorumluluktan kurtulmaları da önlenmiştir. İlk dönem Selef âlimleriyle sûfî âlimler, Sünnî ve Şiî kelâm bilginlerinin çoğunluğu âyeti böyle yorumlamışlardır.
2- Burada belirtilen sözleşme mecazi anlamda olup bu olay, dün-ya yaratılmadan önce değil, her insanın kendi bedeninin yaratılması sırasında gerçekleşmektedir. Bir görüşe göre zürriyetlerin baba sulbünde yaratılışı esnasında, başka bir görüşe göre anne rahmine yerleşip organik oluşumunu tamamlaması sürecinde Allah Teâlâ insanoğlunun doğasına ya da fıtratına kendisinin varlık ve birliğini tanıma, kavrama ve dolayısıyla kendisine inanma yeteneğini yerleştirmektedir. Şu halde Allah, her insanı, iman etmesi için yeterli zihnî ve psikolojik donanıma sahip kılmakta; iç ve dış âlemde kendi varlığına ve birliğine kılavuzluk edecek birçok kanıtlar yaratmaktadır; böylece O, sanki insanlara, “Ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye sormakta, onlar da “evet” diyerek bunu tasdik etmektedirler.
İnsanın doğasındaki iman kabiliyeti bu âyetlerde temsilî bir dille anlatılmış bulunmaktadır (Zemahşerî, II, 103). Nitekim başka âyetlerde de buna benzer anlatımlar mevcuttur. Meselâ Fussılet sûresinin 11. âyetinde göğün ve yerin Allah’ın yasalarına göre işleyişi, “Dahası O, duman halinde olan semaya iradesini yöneltti; ardından ona ve arza, ‘İsteyerek veya istemeyerek (varlık sahnesine) gelin!’ buyurdu. ‘Boyun eğerek geldik’ dediler” şeklinde anlatılmıştır.
Mu‘tezile ve Mâtürîdî âlimleriyle bazı Eş‘arî ve Şiî âlimlerinin de bu görüşte oldukları bildirilmekte, Fahreddin er-Râzî’nin de bu görüşte olduğu anlaşılmaktadır (XV, 47). Başta İbn Teymiyye olmak üzere sonraki Selefîler, Allah’ın insandan ahid ve mîsâk almasını, insanın psikolojik muhtevasına kendi varlık ve birliğini tanıma kapasitesi vermesi şeklinde anlamışlardır. Nitekim Hz. Peygamber’in, “Her doğan çocuk fıtrat üzere doğar” anlamındaki hadisi de (Buhârî, “Cenâiz”, 93; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 18) bunu anlatmaktadır.
İlk görüş doğru kabul edildiğinde ruhların bedenlerden önce yaratıldığını da kabul etmek gerekmektedir. Ancak ikinci görüşü benimseyenler bunun doğru olmadığını savunurlar. Konu insanın bilgi alanını aştığı ve gayb alanına girdiği için âyetlerde bildirileni tasdik ederek insanlardan bir şekilde iman sözü alındığına inandıktan sonra bunun mahiyetinin ne olduğu hususunda kesin bir görüşü kabul etmek gerekli değildir. İşin hakikatini Allah bilir. 174. âyette işaret buyurulduğu üzere insana düşen görev, Allah’ın rab olduğu gerçeğini kavrayabilecek güçte yaratıldığına ve bu hususta kendisinden söz alındığına iman edip verdiği söze sadık kalmaktır.
Tefsir: Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 2 Sayfa: 623-652
KALU BELADA VERİLEN SÖZ
İnsan her şeyden evvel, Rabbine karşı vefâkâr olmalıdır. “–Elbette yâ Rabbî!..” diye cevap verdiğimiz; «Kaalû Belâ»daki sözünü unutmayarak Kuran ve Sünnete sahip çıkmalıdır.
İnsan her şeyden evvel, Rabbine karşı vefâkâr olmalıdır. Bu ise, ancak ve ancak O’nun emirlerine riâyetle gerçekleşir.
Vefânın en mühim seviyesi;
Cenâb-ı Hakk’ın; ruhları yaratıp;
“–Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurduğu vakit;
“–Elbette yâ Rabbî!..” diye cevap verdiğimiz; «Kaalû Belâ»daki ahde vefâdır. (Bkz. el-A‘râf, 172)
Cenâb-ı Hak şöyle buyurur:
“Allâh’ı unutan ve bu yüzden Allâh’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın. Onlar yoldan çıkan kimselerdir.” (el-Haşr, 19)
Cenâb-ı Hakk’ı unutmamak, dâimâ O’nu zikretmek ve O’na yalvarmak demektir. Dâimâ ilâhî kameraların altında olunduğunun idrâki demektir. Dâimâ O’nun nimetleriyle perverde olduğunun şuuruyla, hamd ve şükür hâlinde yaşamaktır.
CENÂB-I HAKK’A VEFÂNIN EN GÜZEL TEZÂHÜRLERİ
Cenâb-ı Hakk’a vefânın en güzel tezâhürleri, Fahr-i Kâinât Efendimiz’in hayatındadır. O’na; gelmiş ve geçmiş günahları bağışlandığı hâlde, niçin sabahlara kadar ibâdet ettiği sorulduğunda şu cevabı vermişti:
“Şükreden bir kul olmayayım mı?” (İbn-i Hibbân, II, 386)
Allâh’a karşı vefâdan sonra en ulvî ve en zarûrî vefâ borcumuz, Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’edir.
O -sallâllâhu aleyhi ve sellem- ki;
«Ümmetî!.. Ümmetî!..» diyerek Cenâb-ı Hakk’a tazarrû ve niyazlarında hep ümmetini dilemiştir. Nebevî ömrü, ümmeti için nice çilelerin çemberinde geçtiği gibi; vefatından sonra da kabrinde, Sûr’a üfleninceye kadar ümmeti için istiğfarda bulunacaktır.
Peygamber’e sevgi ve muhabbette derinleşmekle başlayacak olan bu vefâ, O’nun Sünnet-i Seniyye’si etrafında pervâne olabilmekle mümkündür. O’na vefâ; salât ü selâmlarla, dâimâ O’nunla gönül beraberliğinde olmak ve O’nun râzı olmayacağı söz, hâl ve davranışlardan uzak durmaktır. Zira Efendimiz; Vedâ Hutbesi’nde;
“Sakın (günah işleyerek) mahşer gününde yüzümü kara çıkarmayın!” buyurmuştur. (Bkz. Müslim, Hac, 147)
Devrimizde Efendimiz’e büyük bir vefâsızlık hâlinde, O’nun mübârek hadislerini istihfâf eden, edille-i şer‘iyyeden Sünnet-i Seniyye’yi çıkarmaya kalkan nâdanlar zuhûr etmiştir.
Cenâb-ı Hak, bize her Fâtiha’da; «Gazaba uğrayan ve sapıtanların yolundan sakınma» telkininde bulunmaktadır.
Maalesef, son asırlarda, İslâm düşmanı misyoner ve oryantalistlerin hususî gayretkeşliklerinin mahsûlü olan, zararlı ve zehirli fikirler; İslâm dünyasına, îmanları kül eden birer kıvılcım hâlinde sıçramıştır.
Bizim talebeliğimiz yıllarında; bu yabancı zehirlerin ilk adımı olarak, mezhebleri reddetme ve yıkma teşebbüsleri başlamıştı.
Hâlbuki, mezhebler; müctehid âlimlerimizin, Kur’ân ve hadislerden istinbât ederek, bizlere intikal ettirdiği içtihad manzûmeleridir. İslâm ümmeti, asırlarca birçok mezhebden dördü üzerinde ittifak etmiştir. Mezhebleri reddeden her kişi aslında kendi mezhebini kurmaya kalkmaktadır. Hâlbuki asla bu işe ehil değildir. Böylece, fert sayısınca din anlayışı ortaya çıkar. Nitekim bugün; «Bana göre» diye din hususunda görüş ileri süren yüzlerce yarım hoca zuhûr etmiştir.
Mezhebleri reddetme gediği açıldıktan sonra tahribat genişledi, ikinci adımda Sünnet’i hedef aldı. Allah Rasûlü’nün mübârek sözlerini, kâh; «Bize sıhhatli ulaşmadı, çoğu uydurmadır!» diyerek, kâh; «Bize Kur’ân yeter!» diyerek reddetmek şeklindeki kalp hastalığı başladı.
NE BÜYÜK BİR VEFÂSIZLIKTIR!
Bu ne büyük bir vefâsızlıktır!
Hâlbuki Allah Teâlâ, kitabında Peygamber’ine itaati, kendine itaat saymıştır. Âyet-i kerîmede buyurulur:
مَنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ اَطَاعَ اللّٰهَۚ
“Kim Rasûl’e itaat ederse Allâh’a itaat etmiş olur.” (en-Nisâ, 80)
Birçok âyette, Allâh’a itaatin hemen ardından Rasûl’e itaat, ayrıca zikredilmiştir:
يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اَط۪يعُوا اللّٰهَ وَاَط۪يعُوا الرَّسُولَ وَلَا تُبْطِلُٓوا اَعْمَالَكُمْ
“Ey îmân edenler! Allâh’a itaat edin, Peygamber’e itaat edin. Amellerinizi boşa çıkarmayın.” (Muhammed, 33)
Din tahrifinin üçüncü adımı ise, Kur’ân âyetlerini “tarihsel” diyerek hükümsüz bırakma teşebbüsüdür. Bugünün sefil Avrupâî hayat tarzına ve çürük felsefî aklına muhalif görünen Kur’ân ahkâmını -hâşâ- emekliye ayırmaya kalkmaktır. Ucu küfre varan çok sakat bir anlayıştır.
Hâlbuki, İslâm sadece bir kavme yahut bir devre gelen bir din değildir. Kıyâmete kadar bütün insanlığa gönderilmiş yegâne Hak dindir. Mükemmeldir.
Bu inhiraflar, âhirzaman fitnesidir.
Fahr-i Kâinat -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Vedâ Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur:
“Size iki şey (emânet) bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız müddetçe sapıklığa düşmezsiniz:
Biri, Allâh’ın kitabı Kur’ân;
Diğeri Rasûlü’nün sünneti…” (Muvattâ, Kader, 3)
Sırât-ı müstakîm, Cenâb-ı Hakk’a giden yoldur. O yolun rehberi de Peygamber Efendimiz’dir.
Allah Rasûlü’ne vefâsızlık, en büyük vefâsızlıktır.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017KALU BELA İLE ILGİLİ AYETLER...
Araf Suresi, 172. ayet: Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" (demişti de) Onlar: "Evet (Rabbimiz'sin), şahid olduk" demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: "Biz bundan habersizdik" dememeniz içindir.
Araf Suresi, 173. ayet: Ya da: "Bizden önce ancak atalarımız şirk koşmuştu, biz ise onlardan sonra gelme bir kuşağız; işleri batıl olanların yaptıklarından dolayı bizi helak mı edeceksin?" dememeniz için.
1 note · View note
alperenreis44 · 4 years
Text
Tumblr media
BEZM-İ ELEST - Allah Teala, yaratılışları esnasında Âdemoğullarına “Elestü birabbiküm”, yani “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuş, onlar da “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.” anlamında “Kâlû belâ” diye cevap vermişlerdir (A’râf, 7/172). Bezm-i elest, Allah’ın ruhlardan bu sözü aldığı meclisin adıdır.##Bu sözün ne zaman alındığına dair âlimler farklı görüşler serdetmişlerdir. Bir görüşe göre Allah dünyayı yaratmadan önce, dünyaya gelecek bütün insanların ruhlarını bir araya getirmiş, onları kendi varlığına şahit tutmuştur. Tüm insanların ruhları da bunu tasdik etmişlerdir. Bir diğer görüşe göre ise söz verme hadisesi mecazi anlamda olup bununla her insanın Allah’ın varlığı ve birliğine ulaşacak kabiliyette yaratıldığı kast olunmaktadır. Bu durumda söz verme hadisesi ruhlar âleminde değil bedenlerin yaratılmasıyla gerçekleşmiştir.##Hangi görüşün doğru olduğunu Allah bilir. Birincisini insan türüne ait genel bir sözleşme, ikincisini de her ferdin bizzat yaptığı sözleşme şeklinde değerlendirmek de mümkündür. Her iki hâlde de kulların, Allah’ın varlığı ve birliğine ulaşamadıklarına dair öne sürecekleri bahaneler ortadan kalkmaktadır.
1 note · View note
keremcakir52 · 5 years
Photo
Tumblr media
BEZM-İ ELEST - Allah Teala, yaratılışları esnasında Âdemoğullarına “Elestü birabbiküm”, yani “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” diye sormuş, onlar da “Evet, Sen bizim Rabbimizsin.” anlamında “Kâlû belâ” diye cevap vermişlerdir (A’râf, 7/172). Bezm-i elest, Allah’ın ruhlardan bu sözü aldığı meclisin adıdır.##Bu sözün ne zaman alındığına dair âlimler farklı görüşler serdetmişlerdir. Bir görüşe göre Allah dünyayı yaratmadan önce, dünyaya gelecek bütün insanların ruhlarını bir araya getirmiş, onları kendi varlığına şahit tutmuştur. Tüm insanların ruhları da bunu tasdik etmişlerdir. Bir diğer görüşe göre ise söz verme hadisesi mecazi anlamda olup bununla her insanın Allah’ın varlığı ve birliğine ulaşacak kabiliyette yaratıldığı kast olunmaktadır. Bu durumda söz verme hadisesi ruhlar âleminde değil bedenlerin yaratılmasıyla gerçekleşmiştir.##Hangi görüşün doğru olduğunu Allah bilir. Birincisini insan türüne ait genel bir sözleşme, ikincisini de her ferdin bizzat yaptığı sözleşme şeklinde değerlendirmek de mümkündür. Her iki hâlde de kulların, Allah’ın varlığı ve birliğine ulaşamadıklarına dair öne sürecekleri bahaneler ortadan kalkmaktadır. (Istanbul, Turkey) https://www.instagram.com/p/BySF-1GHyKh/?igshid=5ivj1ueqb61k
0 notes
yerel0303-blog · 5 years
Text
Allah'tır onun yârı, mürebbisi, velisi Andıkça bütün nur oluyor duygusu, hissi Yükselmededir marifet iklimine her an Bambaşka ufuklar açıyor ruhuna Kur'an Kur'an ona yâdettiriyor "Bezm-i Elest"i Âşık, o tecellinin ezelden beri mesti...
İşte Bedîüzzaman, böyle hârikalar hârikası bir inayete mazhar olan mübarek bir şahsiyettir. Ve bunun içindir ki, zindanlar ona bir gülistan olmuş; oradan ebediyetlerin nurlu ufuklarını görür. İ'dam sehpaları, birer va'z ve irşad kürsüsüdür. Oradan insanlığa ulvî bir gaye uğrunda sabır ve sebat, metanet ve celadet dersleri verir. Hapishaneler birer Medrese-i Yusufiyeye inkılab eder. Oraya girerken, bir profesörün üniversiteye ders vermek için girdiği gibi girer. Zira oradakiler, onun feyz ve irşadına muhtaç olan talebeleridir. Her gün birkaç vatandaşın imanını kurtarmak ve cânileri melek gibi bir insan haline getirmek, onun için dünyalara değişilmez bir saadettir.
Tarihçe-i Hayat -
0 notes
genelbilgecom · 7 years
Text
New Post has been published on Genelbilge.com | nedir, tanımı, anlamı, nasıl yapılır, rüya, tabiri, kimdir, biyografi
New Post has been published on http://www.genelbilge.com/neyzenlerin-kutbu.html/
Neyzenlerin kutbu!!!
Neyzen‘i anlatmak için ilk önce Ney‘i  anlatmak gerekir.İsterseniz klasik yolu seçelim ve işe Ney‘in sözcük anlamını yazarak başlayalım.
Ney : Klasik Türk Müziğinde ve Özellikle Tekke müziğinde  yer alan ,Kaval biçiminde ,yanık sesli ,kamıştan bir üflemeli çalgıdır.Genel olarak Tasavvuf müziği için kullanılır.Ney üfleyen kişiyede Neyzen denir.
Ney Tasavvufta önemli bir yere sahiptir bütün müzik aletlerinden farklı olarak bir adabı ahlakı vardır.Hem dinleyeni hem neyzeni iyileştirici özelliğe sahiptir.Ney‘e gönül veren Neyzen aslında Saf Aşk’a gönül verir dünya nimetlerinden sıyrılmayı manevi doygunluğa ulaşmayı arzulamaktır.
Tasavvuf ve onun müziği de ruhun bu yolda beslenmesi için üflenir.Amaç yüce ulaşılmak istenen daha Uludur.Kültürümüzün vazgeçilmez bir parçasıdır.Tarihteki ilk neyzen Hz. Mevlana zamanında yaşamış Hamza dededir. Mevlevi  Neyzenlerin üstadı , Hz Mevlana’nın neyzeni olan ve ” Kutbünnayi” yani neyzenlerin kutbu olarak da bilinmektedir.
Neyzen ne demektir? Kimlere neyzen denir?
Neyzen kelimesi, kelime anlamı olarak, “ney icra eden kişi” anlamına gelir. Temel anlamda ney icrası anlamı taşısa da, tasavvuf açısından biraz daha zengin bir anlama bürünmüştür.
Tasavvufa göre, her ney üfleyen, neyzen değildir. Hem ney icrasında, hem de tasavvuf açısından belli bir olgunluğa erişmiş olmalıdır. Bu açıdan “ney” sıradan bir müzik enstrümanı değil, kamil insanın (insan-ı kamil) bir suretidir.
Neyzen de, kamışlıktan koparılıp, olgunluğa erişmesi için kurutulan ney kamışı gibi olgunlaşmalı, kamil insan olma yolunun bir yolcusu olmalıdır.
Neyzen, neye nefes vererek, kamışa hayat veren kişidir. Hayatın asıl kaynağı olan Yaradanın bir suretini temsil eder. Bu temsiliyetin anlam kazanabilmesi için neyzen, tasavvuftaki “Vahdet-i Vücud – Vahdet-i Mevcud” öğretisinin gösterdiği gibi, “nefsinden arınarak Mutlakla bütün” olmalıdır.
Tasavvuf bir “edeb” işidir. Bu nedenle “neyzen” de, tasavvufun gerektirdiği “edebi” taşıyor olmalıdır.
Tasavvuf bir yolculuktur, neyzen de bu bakış açısıyla, “bir yolcudur”. Bu nedenle, “neyzen oldum” diyebilmek pek mümkün değildir.
Kısacası, ney kültürünü, sadece bir meslek olarak değil, bir yaşam tarzı olarak benimsemiş olmak gerekir.
Son olarak, Hz. Mevlana’nın Mesnevi’sinin ilk beyitlerine kulak verelim:
“Dinle, bu ney nasıl şikâyet ediyor, ayrılıkları nasıl anlatıyor: Beni kamışlıktan kestiklerinden beri feryadımdan erkek, kadın… herkes ağlayıp inledi. Ayrılıktan parça parça olmuş, kalb isterim ki, iştiyak derdini açayım. Aslında uzak düşen kişi, yine vuslat zamanını arar.
Ben her cemiyette ağladım, inledim. Fena hallilerle de eş oldum, iyi hallilerle de. Herkes kendi zannınca benim dostum oldu ama kimse içimdeki sırları araştırmadı. Benim esrarım feryadımdan uzak değildir, ancak (her) gözde, kulakta o nur yok. Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lâkin canı görmek için kimseye izin yok. Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun!
Aşk ateşidir ki neyin içine düşmüştür, aşk coşkunluğudur ki şarabın içine düşmüştür. Ney, dosttan ayrılan kişinin arkadaşı, haldaşıdır. Onun perdeleri, perdelerimizi yırttı. Ney gibi hem bir zehir, hem bir tiryak, ney gibi hem bir hemdem, hem bir müştak kim gördü? Ney, kanla dolu olan yoldan bahsetmekte, Mecnun aşkının kıssalarını söylemektedir. Bu aklın mahremi akılsızdan başkası değildir, dile de kulaktan başka müşteri yoktur.”
Ney Nasıl Yapılır ?
Ney, adına kamış yada kargı denilen bir malzemeden yapılmaktadır. Kamış, ülkemizde sıcak iklim bölgelerinde yetişen ve bir yılda yeterli olgunluğa ulaşabilen bitki türüdür. Ancak neylik bir kamış, yapısı ve konumu itibariyle özel bir kamıştır. İdeal ney ölçüsü içerisinde sistematik olarak dokuz boğum olması gerekmektedir. Bu özelliğe uyan ve yeterli kalınlığa ulaşmış olan kamışı temin ettikten sonra itina ile yaprakları ve budakları temizlenir daha sonra uygun bir ortamda kurutulması sağlanır. Kurutma işlemi doğal olmalıdır. Kurumuş olan kamışın neylik bölgesi tespit edildikten sonra alt ve üst boğumlardan birer fazla boğum kalacak şekilde fazlalıklar kesilip atılır. Kalan kısım ney yapımcısının meziyetine ve tecrübesine göre ve kendine özel yöntemle ısıtarak eğri olan bölgeleri doğrultulur. Bu itibarla, kullanacağımız bir neyde dikkat edilmesi gereken temel hususları şöyle sıralayabiliriz.
1. Ney dokuz boğum olmalıdır. 2. Aşiran perdesi (arka perde), ney uzunluğunun tam orta noktası olmalıdır. 3. Birinci boğum uzunluğu ikinci boğum uzunluğunun yarısı kadar uzunlukta olmalıdır. 4. Parazvaneleri oksitlenmeyen metal levhalardan yapılmalı kullanılan metalin kalınlığı en az 0.30 veya en fazla 0.50 mm. kalınlığında olmalıdır. 5. Başpare, boynuz yada boynuza yakın malzemeden yapılmalı (delrin, fiber, ağaç gibi). iç haznesi ağız çapından daha geniş olmalıdır. 6. Ney kamışının kuru ve parlak yüzeyli olmasına, budak yerlerinden hava almamasına dikkat etmeliyiz. 7. Ney yapımcısının neyi, en az akort kontrolü yapabilecek kadar çalması gerekmektedir. 8. Neyimizi üflemesini bilen bir kimsenin nezaretinde almalıyız. 9. Arka perdesini (aşiran perdesi) tutuşumuza göre sağ veya solak olma durumuna göre açtırmalıyız. 10. Bu ölçülerde bir ney edindikten sonra bir eğitimci nezaretinde usta çırak usulü tavırlı bir ağızdan ders almalıyız.
Ney Üflemek
Ney’den ses çıkarmak için Ney’i Hiçbir deliğini kapatmadan tutmalısınız. Sonra dudağınızın hangi tarafı rahat geliyorsa o şekilde üflemeye çalışın. Eğer dudağınızın sağ tarafını yanaştırarak üflüyorsanız solak neyzen olmuş olacaksınız dolayısıyla arka delik sol tarafa yakın olmuş olacak. Eğer sol tarafını yanaştırırsanız bu söylediklerimin tam tersi olmuş olacak.
Dudağınızı yanaştırdıktan sonra ıslık üfleyerek 15 veya 20 derecelik açıyla üflemeye çalışın. Eğer ses çıkmıyorsa açınızı değiştirin tekrar deneyin burada önemli olan dudağınızı yanaştırdığınız kısımdan hava çıkmayacak olması ve ıslık üflemeyi bırakmamanız. Ayrıca bu arada diğer elinizle de Ney’in dışına mı yoksa içine mi üflediğinizi test edebilirsiniz. Neyin içine üflemeniz gerekir.
Ney’e üflediğinizde ıslık sesi kesilip neyin kendi sesi çıkmış olması gerekir.
Tasavvuf ve Ney
Türklerin İslâmlaşma süreci X. yüzyılda başlamıştı. İslâmiyet ile birlikte zaten toplumda var olan mistik düşünce ve anlayış İslâmî bir kimliğe bürünerek, Türk tasavvuf anlayışının temellerini oluşturdu.
Hoca Ahmet Yesevî, Hacı Bektâş-ı Velî ve Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî bu anlayışın Türk toplum hayatına yerleşmesini sağlamışlardı.
Türklerin İslâmiyetten önceki dinleri olan Şamanizm, Animizm ve Totemizmde de mûsikînin çok önemli rolü vardı. Bu dinlerin tümünde törenler müzik eşliğinde yapılırdı. Örneğin çoğunlukla hâkim olan Şamanizmde kam, baksı veya şaman denilen din adamları ellerinde kopuz ile dolaşır, dînî mesajlarını mûsikî yardımıyla iletirlerdi. İslâmiyette de mûsikîye karşı bir cephe mevcut değildir. İslâm Peygâmberi Hz.Muhammed, Kuran’ ın güzel sesle ve kâideye müstenîd âhenkle okunmasını öğütlemiştir. Tecvîd ve Kıraat işte bu rağbetin sonucunda doğmuştur ve mûsikî ile yakın ilişkileri vardır.
Türklerin dînî hayatlarında mûsikî her zaman yer almıştır. Özellikle tekke hayatında, âyin ve diğer dînî törenlerde (cem, zikir, deverân vs.) mûsikînin rolü büyükse de birçok tarîkatın törenlerinde telli çalgıların yer almasına cevâz verilmemiştir. Ancak hemen hemen bütün tarîkatların törenlerinde bendir ile birlikte ney yer almıştır.
Bilhassa Mevlevîlikte neyin önemi çok büyüktür. Hz. Mevlânâ Mesnevî’ sine şu sözlerle başlamıştır:
“Bişnev ez ney çün hikâyet mî küned
Ez cüdâyîhâ şikâyet mî küned
Gez neyistân tâ merâ bübrîde end
Ez nefîrem merd ü zen nâlîde end
Sîne hâhem şerha şerha ez firâk
Tâ begûyem şerh-i derd-i iştiyâk”
“ Dinle neyden, zirâ o bir şeyler anlatmada
Ayrılıklardan şikâyet etmededir.
Ney der ki: Beni kamışlıktan kopardıklarından beri,
İniltim kadın – erkek herkesi ağlattı.
Ayrılık bağrımı delik deşik eylesin,
Tâ ki aşk derdini anlatabileyim.”
Hz. Mevlânâ’ ya göre mûsikî Allah’ ın lisânıdır. Yüce yaratıcı Bezm-i Elest’ te ruhlara mûsikî ile seslenmiştir. Bu sebepten hangi milletten, hangi dilden olurlarsa olsunlar, insanlar mûsikî ile aynı duyguları paylaşabilirler. Hiçbir sanat insan rûhuna mûsikî kadar doğrudan doğruya ve içinden kavrayacak şekilde nüfûz edemez. Mûsikî, son derece değerli bir mânevî temizlenme, ferahlama ve yücelme vâsıtasıdır. Rûhu kir ve paslardan temizlediği gibi, ona batmış olan dikenleri de ayıklayarak tedâvi eder. Mûsikî ile temizlenmeyen rûh yükselemez, aksine yerdeki bayağı ihtiraslara bulaşarak kirlenir ve körelir. Gerçek mûsikî insana hayvânî hisleri hatırlatmak şöyle dursun, ona “sonsuz varlık” ı hissettirir, sezdirir. Bu sezgiyle onu O’na yaklaştırır ve nihâyet ulaştırır. Bunda en etkili ses ise ney sadâsıdır.
Hz. Mevlânâ’ nın felsefesinde ney, “insan-ı kâmil” in (yani bir takım merhalelerden geçerek olgunlaşmış insanın) sembolüdür ve aşk derdini anlatmadadır. Benzi sararmış, içi boşalmış, bağrı dağlanarak delikler açılmış, ancak Yüce Yaratıcı’ nın üflediği nefesle hayat bulan, tıpkı insan gibi geldiği yere özlem duyan ve delik deşik olmuş sînesinden çıkan feryâd ve iniltileri ile insanlara sırlar fısıldayan bir dosttur. Bu sebeple ney, mevlevîlerce kutsanmış ve “ nây-ı şerîf ” diye anılmıştır.
“Ney hadîs-i râh-ı pür hûn mîküned
Kıssahâ-yı ışk-ı Mecnûn mîküned [3]”
“Ney, kanla dolu bir yoldan bahsetmede,
Mecnûn’un aşkından hikâyeler anlatmadadır.”
“Âteş-i ışkest ke’ender ney fütâd
Cûşiş-i ışkest ke’ender mey fütâd”[4]
“Aşk âteşi ki neyin içine düşmüştür,
Aşk coşkunluğu ki meyin içine düşmüştür”
“Hem çü ney zehrî vü tiryâkî ki dîd
Hem çü ney demsâz ü müştâkî ki dîd”
“Ney gibi hem zehir, hem panzehir,
Ney gibi hem hemdem, hem müştâkı kim gördü?”
Neyzen
Neyi üfleyen kişiye verilen isimdir.
Farsça çalan, icra eden anlamına gelen “zeden” kelimesinden meydana gelmiş ve Ney ismi ile birleşerek “Neyzeden” olmuştur.
Yıllar içerisinde yuvarlanarak “Neyzen” kelimesine dönüşmüş ve günümüzde ki yerini almıştır.
Neyzenbaşı Ne Demektir?
Mevlevihanelerde ya da Mevlevi ayini yapılabilecek yerlerde ki Mevlevi ayinleri icralarında birinci Neyen olarak görev yapan Neyzene verilen isimdir.
Neyzenbaşı en iyi, en kıdemli, en usta Neyzen olmalıdır.
Neyzenbaşı, Mevlevi ayinlerinde ses ve saz topluluğu (Mutrip) içerisinde sağ tarafta yerini alır. Neyzenbaşı için eskiden, Ser-Neyzen ya da Ser-Nayi ifadeleri de kullanılmıştır.
Mevlana ve ney
Hz. Mevlana hayatı ney üzerinden seyretmiş, hayatı ney üzerinden anlamaya çalışmış, adlandırmaya çalışmış, temellendirmeye çalışmış, bütün eserlerini bu bakış açısıyla yazmış büyük bir Allah dostudur. Zaten “ney” deyince Hz. Mevlana akla geliyor. Mesnevî’sinin başında da 18 beytin tamamı ney’le ilgili. Hatta Mesnevi’nin tamamı ney’in, ilk 18 beytin şerhi… Dolayısıyla ney üzerinden insanı, hayatı, varlığı, âlemi anlamaya ve anlamlandırmaya çalışmış ve bize göstermeye çalışmıştır Hz. Mevlana. Ney onun gözüyle sembolik bir değer ifade etmektedir, insan-ı kâmili sembolize etmektedir. Dolayısıyla içinin boş temizlenmiş olması, bomboş olması, bir nefesin, eline verilip de üflenmeye hazır hale gelmesi, artık kendisinden herhangi bir şey sadır olmaması… İnsan-ı kâmil de aynı şekilde sembolize ediliyor. İnsan-ı kâmilin de kendisinden kattığı bir şey yoktur, nefsini öldürmüştür, nefsinden kattığı bir şey yoktur. Cenab-ı Hakk’ın ilhamına mazhar olmuştur ve bütün sözleri, fiilleri, davranışları her şeyi Cenab-ı Hakk’tan gelen emir ve nehiy üzerine yürümektedir. Aynı şekilde temiz, güzel, kaliteli bir ney de, neyzen nefesiyle ne üflediyse neyzenin kalbinden ne çıkıyorsa odur.
0 notes
akademikfikir · 9 years
Text
Mensiyüs’ün Fıtrata Dönüş Çağrısı
Mensiyüs’ün Fıtrata Dönüş Çağrısı
Mensiyüs’ün Fıtrata Dönüş Çağrısı
Mensiyüs, genel olarak insan tabiatı ve siyaset üzerinde yoğunlaşmış bir düşünürdür. Konunun bizim alakadar olduğumuz yanı ise, onun, insanın doğru yolu bulabilmesi için kendisinde doğuştan var olan tabii -bir diğer ifadeyle fıtrî- bilgiden hareket etmesi gerektiğini öne sürmesidir.
Çin’de yazılı literatürün ilk örnekleri 3 bin yıl öncesine uzanır. Günümüzde…
View On WordPress
0 notes