Tumgik
musstuffsworld · 5 months
Text
KİRA SÖZLEŞMESİ 10 SENE BOYUNCA NASIL DEVAM EDEBİLİYOR?
Av. Gökalp Şenkardeş.
Günümüzde Kiracı-Kiraya Veren (Ev Sahibi) ilişkisi, bazı tartışmaları beraberinde getirmektedir. Ev sahiplerinin genel olarak dile getirdiği problem; 1 senelik kira kontratının neye, hangi kanun ve maddeye dayanarak 10 seneyi aşabildiği konusudur.
Kiracı-Ev sahibi ilişkisi Türk Borçlar Kanunu ile düzenlenmekte olup, mevcut kanun bazı istisnalar dışında kirasını düzenli ödemekte olan ’İyi’ kiracının haklarını korumaktadır.
‘’İyi kiracı’’ kavramını açmakta fayda var. Halk tabiri ile ‘’iyi kiracı’’, Türk Borçlar Kanunu’nun gerekli şartlarını yerine getiren, tarafların karşılıklı anlaştıkları kira sözleşmesi hükümlerine uygun davranan kişileridir. Kiraya veren bazı istisnalar dışında iyi kiracının 10 yıl süresince taşınmazdan tahliyesini isteyemiyor.
‘İYİ’ KİRACI OLMANIN ŞARTLARI NELERDİR?
İyi bir kiracı ‘’kiraladığı taşınmazın kira bedelini ve kiralanan yerin aidatını düzenli ödeyen, yasal limitler çerçevesinde yıllık artış oranlarına uygun olarak kira bedelinde artış yapan, kiralanan taşınmazı özenle ve ahlaki değerlere uygun olarak kullanan’’ kişidir. Bu şartları eksiksiz gerçekleştiren kiracının, bazı istisnalar dışında sözleşmenin karşı tarafı olan kiraya veren tarafından taşınmazdan tahliyesinin istenmesi mümkün değildir.
TBK M. 347/1 UYARINCA; Konut ve çatılı işyeri kiralarında kiracı, belirli süreli sözleşmelerin süresinin bitiminden en az on beş gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarla bir yıl için uzatılmış sayılır. Kiraya veren (ev sahibi), sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.
Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracı her zaman, kiraya veren ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre fesih bildirimiyle sözleşmeyi sona erdirebilirler.
Bu kanun maddesini basit bir örnekle açıklayalım. Örneğin; taraflar arasında yapılan kira sözleşmesi 01.01. 2023 ila 01.01. 2024 tarihleri arasında ise ve yukarıda bahsedilen şartlara uyuluyorsa, kiraya veren kiracıya karşı tahliye talebinde bulunamaz. Yapılan sözleşme süresine ek olarak kiracı, kiralamış olduğu taşınmazda yasal olarak 10 yıl daha kalabilir.
‘İYİ’ KİRACIYI TAŞINMAZDAN TAHLİYE ETMENİN İSTİSNALARI:
Kiraya Veren veya Yeni Malikin Konut İhtiyacı Nedeniyle Kiracının Tahliyesi: Kiracı kendi üzerine düşen borçları yerine getirse bile, kiraya veren, kiralananı, kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanunen bakmakla yükümlü olduğu kişiler için konut olarak kullanılmak üzere kira süresinin sonunda boşaltması için kiracı aleyhine tahliye davası açabilir.
ON YILLIK KİRA SÜRESİ DOLAN KİRACININ FESHİ BİLDİRME YOLLUYLA TAHLIYESİ: Kiracı kira sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini yerine getiriyor olsa bile, kiraya veren on yıllık uzama süresini takip eden uzama yılının sonunda fesih dönemlerine uymak suretiyle sözleşmeyi herhangi bir sebep göstermeksizin feshedebilir.
TAHLİYE TAAHHÜTNAMESİ İLE KİRACININ TAHLİYESİ: Tahliye taahhütnamesi ile kiracının tahliyesi sağlanabilir. Ev sahibi ve kiracı arasında geçerli şekilde yapılmış bir tahliye taahhütnamesinin varlığı halinde, taahhütnamede belirtilen sürenin gelmesiyle birlikte kiracı evden çıkmalıdır. Buna rağmen çıkmıyorsa taahhütnamedeki tahliye tarihinden itibaren 1 ay içinde kiracı tahliyesi için dava açılabilir veya icra takibi başlatılabilir.
Yukarıda açıklamış olduğum istisnalar; ‘’İyi Kiracı’’ açısından geçerli olan ve taşınmazdan tahliyesini gerektiren sebeplerdir.
0 notes
musstuffsworld · 5 months
Text
RESMİ NİKÂH YAPILMADAN DİNİ NİKAH YAPMAK?
Yazar: Avukat Ahmet Hilmi Durak
Resmi nikah eşlerin evlilik birliğinin içinde yer aldığının göstergesidir. Bu tür bir nikah kıyıldığında hukuki sonuçları da tarafları ilgilendirir. Hukuki açıdan evliliğin onaylanması resmi nikahla mümkündür.
İslamiyet inancı gereği evlilik birliği temin edileceği zaman dini nikah kıyılması gerekir. Dini nikahın hukuki bir geçerliliği olmazken taraflar resmi nikahta olduğu gibi dini nikahta da birbirlerini eş olarak kabul etmektedir.
Dini nikah hukuki bir değer taşımaz. Kişiler bu nikaha bağlı olarak kanun önünde hiçbir hak iddia edemez. Dini nikahın geçerliliği manevi olarak ve inanç gereğidir. İslamiyet inancında aile kurmak isteyen bireylerin dini nikah kıyarak bir arada yaşamasında sakınca görülmez.
Dini nikahı imam kıyar. Bu nedenle toplum nezdinde dini nikah imam nikahı olarak da kabul edilmektedir. Dini nikah resmi nikahla birlikte de kıyılabilmektedir. Bir evliliğin hukuki açıdan geçerli olduğunun tek göstergesi ise resmi nikahtır. Devletin kurumlarında yapılan resmi nikah hukuki değer taşır ve bağlayıcılığı bulunur.
Dini nikahın bağlayıcılığı bulunmazken tarafları manevi olarak bağlar. Resmi nikahın sonlanması için devlet kurumlarına başvurularak mahkeme kararı alınması gerekir. Dini nikahın sonlanması ise dini şartların sağlanması ve sözle boş ol kelimesinin kullanılması yolu ile olur.
Türk toplumunda resmi nikahla birlikte kıyılan dini nikah uygulaması genellikle karşılaşılan bir durumdur. Bunun yanı sıra dini nikah olmasa da resmi nikahın evlilik birliği kurulabilmesi yönünde zorunlu olduğu görülmektedir.
RESMİ NİKÂH NASIL KIYILIR?
Evlilik birliği oluşturulacağı zaman hukuki yönden geçerli olabilmesi için resmi nikah kıyılır. Aile birliği toplumun en temel yapı taşıdır. Ailenin toplum açısından taşıdığı öneme binaen hukuki açıdan korunması gerekir.
Aile sosyal açıdan da toplum tarafından korunur. Aile bireylerinin hak ve yükümlülükleri, yasalar karşısındaki hakları resmi nikahla sağlanabilir. Resmi nikah kıyılacağı zaman ilgili makamlara müracaat edilir.
Taraflara verilen gün ve saatte nikah işlemleri nikah memuru tarafından gerçekleştirilir. Nikah kıyıldığında ise bir evlilik cüzdanı verilir. Bu cüzdanın yasal niteliği bulunur. Kanun önünde evlilik cüzdanı yasal bir belgedir.
Nikahın resmi nitelik taşımadığı durumlarda tarafların evli olduğunun kanıtlanabilmesi mümkün değildir. Maddi ve manevi zararlara yol açabilen bu durum özellikle dolandırıcılık işlemleri sırasında sıklıkla başvurulan bir yoldur.
RESMİ NİKÂH-DİNİ NİKÂH:
Resmi nikahın hukuki bir değeri vardır. Bu tür bir nikah kıyıldığında taraflar kanun önünde evli kabul edilir. Dini nikah ise gelenekler açısından önemsenir. Dini açıdan gerekli görülen dini nikah resmi nikahla birlikte kıyılabilir.
Dini nikahın tek başına hiçbir hükmü bulunmaz. Resmi nikah ise yasalar önünde kişilerin evli olduğunun göstergesidir. Hukuk devletlerinde eşlerin evliliği resmi makamlarca yapılır. Kişinin dini nikahı olmasa da resmi nikahı ile evli olduğu ispatlanabilir.
Resmi nikah olmadığında dini nikah tek başına geçerli olmamaktadır. Dini nikaha Türk Medeni Kanunu’nda da yer verilmemektedir. Türk Ceza Kanunu 237. Madde uyarınca resmi nikah yapılmadan kıyılan dini nikahı suç olarak kabul edilmektedir.
TEK BAŞINA DİNİ NİKÂHIN SAKINCALARI?
Tek başına dini nikahın sakıncaları bulunur. Kişilerin hukuki açıdan dini nikah aracılığı ile ispatlayabileceği hiçbir şey bulunmaz. Özellikle dolandırıcılık suçlarında dini nikahın araç olarak kullanıldığı sıklıkla görülmektedir.
Bu tür dolandırıcılık vakalarında yetkin ve deneyimli bir ceza avukatı yardımına başvurmak, telafisi imkansız hak ve menfaat kayıpları yaşamamak adına önem taşır.
Kişilerin kandırılarak maddi ve manevi zarara uğratılmasında bir araç olması nedeni ile dini nikahın tek başına tercih edilmemesi kadınları ilgilendiren önemli bir sosyal problemdir.
Resmi nikah kıyılmadan dini nikahın kıyılması TCK 237. Kapsamında da yasak olarak kabul edilmektedir. Bu kanun maddesinin uygulanmasının çeşitli nedenleri vardır. Kanun kapsamında dini nikahın resmi nikahtan önce yapılmasının yasaklanmasının gerekçeleri aşağıdaki gibidir:
KADIN HAKLARINI KORUMAK,
AİLE HAYATINI KORUMAK,
KADINLARIN HUKUKİ HAKLARINDAN YARARLANABİLMESİ,
ÇOCUKLARIN HAKLARININ KORUNMASI.
Aile toplumun en temel yapı taşıdır. Ailenin korunması toplumun korunmasıdır. Kamu düzeninin sağlanabilmesi için toplumun sağlıklı bir işleyişe sahip olması gerekir. Toplumu meydana getiren en küçük birim aile olması sebebi ile ailenin korunması öncelikler arasında yer alır.
Ailenin korunabilmesi ise kadının ve çocukların hukuki haklara sahip olması ile mümkündür. Dini nikahın varlığı kadına hiçbir hukuki hak vermez. Bu nikahın kanun önünde hiçbir bağlayıcılığı bulunmaz.
Tarafların evlilik cüzdanı olmadan ve resmi nikahları kıyılmadan yapacakları dini nikaha bağlı beraberlikleri kanun tarafından cezalandırılmaktadır. Resmi nikahları olmadan imam nikahı ile evlenen çiftler 2-6 ay aralığında hapis cezasına çarptırılır.
DİNİ NİKÂH RESMİ NİKÂH FARKI NEDİR?
Dini nikah hukuki bağlayıcılığı olmayan bir nikah türüdür. İslamiyet inancında yer bulan dini nikah aile kurmak için dini açıdan gerekli görülür. Hukuk devletlerinde resmi nikah geçerli olur. Kişinin aile birliği kurduğunun göstergesi resmi nikahtır.
Dini nikah tek başına kişinin evli olduğunun ispatını sağlamamaktadır.
DINİ NİKÂH KANUN GEREĞİ YASAK MIDIR?
Resmi nikah olmadan yapılan dini nikah kanunda suç olarak kabul edilir. Bu kapsamda da TCK 237 uyarınca taraflara 2-6 ay aralığında hapis cezası verilebilir. Bununla birlikte toplum genelinde resmi nikaha ek olarak dini nikah da kıyılır.
RESMİ NİKÂH OLMADAN DİNİ NİKÂH YAPILIR Mİ?
Dini nikahın resmi nikahla birlikte yapılması genellikle tercih edilir. Resmi nikah yapılmadan dini nikahla eşlerin bir araya gelmesi kanunda suç olarak kabul edilir. Dini nikah, resmi nikah olmadan kıyılırsa TCK 237 kapsamında cezası vardır.
4 notes · View notes
musstuffsworld · 6 months
Text
HÜKÜM, ANCAK VE ANCAK ALLÂH'INDIR.
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM:
12- YÛSUF SÜRESİ 39.AYET: "Ey benim zindân arkadaşlarım! Ayrı ayrı birçok ilâhlar mı daha hayırlı, yoksa herşeye hâkim ve gâlib olan bir tek ALLÂH mı?"
YUSUF SÜRESİ 40.AYET: "Sizin ALLÂH'ı bırakıp da o taptıklarınız, sizin ve atalarınızın uydurduğu birtakım isimlerden başka bir şey değildir. Bunlara tapmanız için ALLÂH hiçbir delîl indirmiş değildir. Hüküm ancak ALLÂH'a âittir: O, size, kendisinden başkasına tapmamanızı emretti. İşte dosdoğru dîn budur. Fakat insanların çoğu bunu bilmezler."
YUSUF SÜRESİ 67.AYET:Ve dedi ki: "Ey yavrularım! (şehre) hepiniz bir kapıdan girmeyin de ayrı ayrı kapılardan girin. Gerçi ben ne yapsam, ALLÂH'ın takdîrini sizden engelleyemem. Hüküm yalnızca ALLÂH'ındır. Onun için bütün tevekkül edenler O'na tevekkül etmelidirler."
13-EL-RA'D SÜRESİ 41.AYET- Görmüyorlar mı ki, Biz yeri etrâfından eksiltip duruyoruz. ALLÂH öyle hükmeder ki, O'nun hükmünü engelleyecek kimse yoktur. O çok hızlı hesap görür.
28 EL-KASAS 70.AYET: İşte O, ALLÂH'dır. O'ndan başka ilâh yoktur. Önünde de, sonunda da hamd O'nundur, hüküm O'nundur. Ve ancak O'na döndürüleceksiniz.
EL KASAS SÜRESİ 88.AYET: ALLÂH ile birlikte başka bir ilâha tapıp yalvarma! O'ndan başka ilâh yoktur. O'nun zâtından başka her şey helâk olacaktır. Hüküm O'nundur ve siz ancak O'na döndürüleceksiniz.
33 EL-AHZÂB 36.AYET: ALLÂH ve Resûlü bir iş hakkında hüküm verdikleri zaman, hiçbir mü'min erkek ve hiçbir mü'min kadın için kendi işleri konusunda tercîh kullanma hakları yoktur. Kim ALLÂH'a ve Resûlüne karşı gelirse şüphesiz ki o apaçık bir şekilde sapmıştır.
40 EL-MÜ'MİN SÜRESİ -11.AYET:-Kâfirler diyecekler ki: "Ey Rabbimiz! Sen bizi iki defâ öldürdün, iki defâ dirilttin. Şimdi günâhlarımızı anladık. Fakat çıkmaya bir yol var mı?"
EL-MÜ'MİN SÜRESİ 12.AYET: (ONLARA ŞÖYLE CEVAB VERİLİR): "Bu azâb size şu sebeptendir: Siz tek ALLÂH'a da'vet edildiğiniz zaman inkâr ettiniz. Ama O'na ortak koşulunca inandınız. Artık hüküm, o yüce ve büyük ALLÂH'ındır."
42 EŞ-ŞÛRÂ SÜRESİ 10.AYET- Hakkında ihtilâfa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü ALLÂH'a âittir. İşte benim Rabbim olan ALLÂH budur. Ben yalnız O'na güvendim ve yalnız O'na yöneliyorum.
ALLÂH'IN İNDİRDİĞİ İLE HÜKMETMEK:
4 EN-NİSÂ SÜRESİ105.AYET- Biz sana Kitâb (Kur'ân)ı hakk olarak inzâl ettik ki, insanlar arasında ALLÂH'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hâinlerin savunucusu olma!
5 EL-MÂİDE SÜRESİ 44.AYET- İçinde hidâyet ve nûr bulunan Tevrât'ı, elbette biz inzâl ettik. Müslüman olan Peygamberler, yahûdîler hakkında hükmederler, kendilerini Rabbine adamış zâhidler, âlimler de, ALLÂH'ın kitâbını korumakla görevlendirildikler inden (onunla hüküm verirler) ve onun ALLÂH'ın kitâbı olduğuna şâhidlik ederlerdi. İnsanlardan korkmayın, Ben'den korkun, âyetlerimi az bir paraya satmayın. Kim ALLÂH'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin tâ kendileridir.
EL MAİDE SÜRESİ 45.AYET: Biz Tevrât'ta onlara, cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralara karşılıklı kısas (ödeşme) yazdık. Bununla berâber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendi günâhlarına keffaret olur. Ve kim ALLÂH'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zâlimlerin tâ kendileridir.
EL MAİDE SÜRESİ 47.AYET: İncîl ehli de ALLÂH'ın ona indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, ALLÂH'ın indirdiği ile hükmetmezse, işte onlar fâsıkların tâ kendileridir.
EL MAİDE SÜRESİ 48.AYET: Sana da (EY MUHAMMED) geçmiş kitapları tasdîk eden ve onları kollayıp koruyan Kitâb (KUR'AN)ı hakk ile inzâl ettik. Onların aralarında ALLÂH'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen hakk'tan sapma. Biz, herbiriniz için bir şerîat ve yol belirledik. Eğer ALLÂH dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü ALLÂH'adır. O, ihtilâfa düştüğünüz şeyleri size haber verir.
EL MAİDE SÜRESİ 49.AYET: Aralarında ALLÂH'ın indirdiğiyle hükmet. Onların keyiflerine uyma. ALLÂH'ın sana indirdiğinin bir kısmından seni saptırmalarından sakın. Eğer ALLÂH'ın hükmünden yüzçevirirlerse, bil ki ALLÂH, bir kısım günâhları sebebiyle onları musîbete uğratmak istiyor. Muhakkak ki insanların çoğu yoldan çıkanlardır.
EL MAİDE SÜRESİ 50.AYET:Yoksa câhiliyye hükmünü mü arıyorlar? Kesinlikle bilen bir toplum için ALLÂH'dan daha güzel hüküm veren kim olabilir
0 notes
musstuffsworld · 6 months
Text
İSLÂMDA ŞERİATÇI KADIN..
İslam'da ŞERİATÇI KADIN ve ŞERİATÇI ERKEK eşit değildir..!
ŞERİATÇI ERKEKLER ŞERİATÇI KADINLAR üzerinde koruyucudur!
ŞERİATÇI KADIN: kocasına karşı itiatkardır..!
Mirasta ŞERİATÇI ERKEĞE 2 pay ŞERİATÇI KADINA bir pay vardır.!
Şahitlikte iki ŞERİATÇI BAYAN bir ŞERİATÇI ERKEĞE denktir..!
ŞERİATÇI ERKEKLER DÖRDE KADAR ŞERİATÇI KADINLARLA AYNI ANDA DİNİ NİKÂHTA bulunabilir ama ŞERİATÇI BAYANLAR sadece bir erkekle aynı anda DİNİ NİKÂHTA bulunur..!
İSLÂM'DA ŞERİATÇI KADIN PEYGAMBER YOKTUR..!
ŞERİATÇI KADIN: komutan ve devlet başkanı yoktur..
ŞERİATÇI KADIN: Müdüre ve yönetici örneği yoktur.!
El Hasıl İslam'da ŞERİATÇI kadın erkeğe göre daha güçsüzdür..
ŞERİATÇI KADININ: korunmaya ihtiyacı vardır..!
ŞERİATÇI KADININ: Koruma kalkanı Kocası'dır..!
İslam'da ŞERİATÇI: kadın Merhamet abidesidir..
ŞERİATÇI KADIN: Şefkat ocağıdır.!
ŞERİATÇI KADIN: Eğitim yuvasıdır..
ŞERİATÇI KADIN: İlk öğretmendir..!
ŞERİATÇI KADIN: Annedir.!
ŞERİATÇI KADININ: Cennet onun ayaklarının altındadır..!
ŞERIATÇI KADIN: Elmas' tır...
ŞERİATÇI KADIN: Kocasına Hastır..!
ŞERİATÇI KADIN: Allah'ın erkeğe emanetidir..!
ŞERİATÇI KADIN: evinin sultanıdır..!
ŞERİATÇI KADIN: Evinin efendisidir..!
ŞERİATÇI KADIN: Dışarıda çalışmak Zorunda değildir..!
ŞERİATÇI KADININ: Rızkı kocasının boynudadır..!
ŞERİATÇI KADIN: Maymun iştahlıların şehvet masasında meze değildir..!
ŞERİATÇI KADIN: Kapitalizme kasa değildir..!
ŞERİATÇI KADIN: Reklam pastası değildir..!
ŞERİATÇI KADIN: Bankamatik kartı hiç değildir..!
ŞERİATÇI KADIN: Büyük alış veriş merkezlerinde kasa değildir.!
ŞERİATÇI KADIN: Telefon avizelerinde ses ambiansı olarak kulanılmaz..!
ŞERİATÇI KADIN: Göbeği şişkin Patronların işçisi değildir..!
ŞERİATÇI KADIN: Maaşla satın alınan köle de değildir..!
ŞERİATÇI KADIN Haya abidesi iffet timsalidir..!
ŞERİATÇI KADIN: TEVHİD ÇİÇEĞİ, CENNET BİLETİDİR..!
ŞERİATÇI KADIN Ne sanat adına soyunur, Ne de sinema sahnelerinde vücudunu satar..!
İSLÂM'DA ŞERİATÇI KADIN :
ŞERİATÇI KADIN: Ne Kapitalizmin elinin kiri...
ŞERİATÇI KADIN: Ne de Sosyalizmin ortak malıdır..!
ŞERİATÇI KADIN: Modernitenin zırvalarına inanmaz..!
ŞERİATÇI KADIN: Çağdaşlık çarşısında bac
0 notes
musstuffsworld · 7 months
Text
BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHİM:
MÜDDESSİR SÜRESİ 40-41-42-43-44-45'46-47-48-AYETLER:
﴾40-41﴿ Onlar cennetlerdedir; günahkârlar hakkında birbirlerine sorular sorarlar?
﴾42﴿ “SIZLERİ ŞU YAKICI ATEŞE SOKAN NEDİR?”
﴾43﴿ Onlar şöyle cevap verirler: “BIZLER NAMAZ KILANLARDAN DEĞİLDİK;
﴾44﴿ Yoksulu doyurmuyorduk;
﴾45﴿ (Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk,
﴾46﴿ Ceza gününü de asılsız sayıyorduk,
﴾47﴿ Sonunda bize ölüm geldi çattı.”
﴾48﴿ Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.
TEFSİR:
Bu kümedeki âyetlerde iman veya inkâr konusunda yapılan tercihin sonuçları anlatılmakta, kişinin tercihine göre cennetteki nimetlere kavuşacağı veya cehennemdeki azaba sürükleneceği bildirilmektedir. 38. âyetle her nefsin yaptıklarına karşılık rehin olarak tutulması, sorumluluğun ferdî olduğunu, her insanın dünyadaki iman ve itaatine göre hesap gününde ödül veya ceza alacağını, geleceğinin yani kendini rehin olmaktan kurtarmanın buna bağlı olduğunu ifade eder. Kısacası insana ebedî kurtuluşu sağlayacak olan da onu ebedî felâkete götürecek olan da benimsediği inancın doğruluğu veya yanlışlığı, amellerinin ilâhî iradeye uygun veya aykırı oluşudur. İnancı bâtıl, ameli bozuk olanı en yakınları bile kurtaramaz; nitekim Hz. Nûh öz oğlunu, Hz. İbrâhim öz babasını kurtaramamıştır (bk. Hûd 11/45-46; Tevbe 9/114).
“Hakkın ve erdemin tarafında olanlar…” diye çevirdiğimiz ashâbü’l-yemîn tamlamasındaki ashap “topluluk, arkadaşlar, taraftarlar”, yemîn ise hem “sağ taraf” hem de mecazî olarak “doğru, gerçek, güç” anlamlarında kullanılır. Bu deyimi kısaca “sağcılar” şeklinde çevirenler bulunmakla birlikte, “sağcılar” kelimesi günümüzde daha çok siyasal veya ideolojik anlamlar içeren bir terim olarak kullanıldığından bu çeviriyi Kur’an’ın kastettiği anlam ve amaca uygun bulmuyoruz. Zira ashâbü’l-yemîn Kur’an’da genellikle iman ve amelleriyle gerçeğin ve erdemin tarafında olanları ifade eder. Müfessirler bu deyimi, “âhirette amel defterleri sağ taraflarından verilenler, müminler, müslümanların çocukları, melekler, Hz. Âdem’in sağ tarafında bulunanlar, dünyada hayırlı işler yapanlar, dürüst, erdemli ve kutsanmış kimseler” gibi farklı şekillerde yorumlamışlardır (Râzî, XXX, 210; İbn Âşûr, XXIX, 325; Esed, III, 1208). Bize göre burada söz konusu olanlar, Allah’ın iradesine uygun bir inanç ve amel çizgisi benimseyip hayat boyunca bu çizgide sebat eden müminlerdir. Nitekim 43-47. âyetlerde sıralanan günahkârların özellikleri, bir bakıma ashâbül-yemîn deyimiyle ne kastedildiğine de işaret etmektedir. Buna göre ashâbül-yemîn hayatlarının sonuna kadar namazlarını kılar, yoksulu doyurur, bâtıla dalanlardan uzak durur, ceza gününe inanırlar. Buradaki namaz Allah’a iman ve itaati, yoksulu doyurma yaratılmışlara şefkat ve merhameti, imkânları olmayanlarla paylaşmayı; bâtıla dalanlardan uzak olma, daima hakka inanma, hak ölçülerine göre yaşama, hakkı ve haklıyı destekleme, haksızın karşısında olmayı; ceza gününe inanma ise hayatının bütün anlarında, her türlü karar, tercih ve eylemlerini Allah’ın huzurunda sorguya çekilip bunların tek tek hesabını vereceğini bilerek yaşamayı ifade eder.
0 notes
musstuffsworld · 7 months
Text
KAZA VE KADERE İMAN NEDİR?
Kader ve kazâya iman yüce Allah'ın ilim, irade, kudret ve tekvîn sıfatlarına inanmak demektir. Bir başka deyişle bu sıfatlara inanan kimse, kader ve kazâya da inanmış olur. Bu durumda kader ve kazâya inanmak demek, hayır ve şer, iyi ve kötü, acı ve tatlı, canlı ve cansız, faydalı ve faydasız her ne varsa hepsinin Allah'ın bilmesi, dilemesi, kudreti, takdiri ve yaratması ile olduğuna, Allah'tan başka yaratıcı bulunmadığına inanmak demektir. Dünyada meydana gelmiş ve gelecek olan her şey, Allah'ın ilmi, dilemesi, takdiri ve yaratması ile olur. Her şeyin bir kaderi vardır. Bunun anlamı ise şudur: Yüce Allah, insanları hür iradeleriyle seçecekleri şeylerin nerede ve ne şekilde seçileceğini ezelî yani zamanla sınırlı olmayan mutlak ilmiyle bilir ve bu bilgisine göre diler, yine Allah bu dilemesine göre takdir buyurup zamanı gelince kulun seçimi doğrultusunda yaratır. Bu durumda Allah'ın ilmi, kulun seçimine bağlı olup, Allah'ın ezelî mânada bir şeyi bilmesinin, kulun irade ve seçimi üzerinde zorlayıcı bir etkisi yoktur. Aslında insanlar, Allah'ın kendileri hakkında sahip olduğu bilgiden habersizdirler ve pratik hayatta bu bilginin etkisi altında kalmaksızın kendi iradeleriyle davranmaktadırlar. Bir başka ifadeyle söylersek biz, yüce Allah bildiği için belli işleri yapmıyoruz.
ALLAH'IN VARLIĞINI NASIL İSPAT EDERİZ? ALLAH'IN VARLIĞININ DELİLLERİ NELERDİR?
Bizim bu işleri yapacağımız, O'nun tarafından ezelî ve mutlak anlamda bilinmektedir. Allah, kulu seçen ve seçtiklerinden sorumlu olan bir varlık olarak yaratmış, onu emir ve yasaklarla sorumlu ve yükümlü tutmuştur. Ayrıca Allah Teâlâ, kulun seçimine göre fiilin yaratılacağı noktasında bir ilâhî kanun da belirlemiştir. Kader konusunda bilinmesi gereken bir başka husus da şudur: Kader iç yüzünü ancak Allah'ın bilebileceği, mutlak ve kesin bir biçimde çözümlenmesi mümkün olmayan bir ilâhî sırdır. Zaman ve mekân kavramlarıyla yoğrulmuş bulunan insan aklı, zaman ve mekân boyutlarının söz konusu olmadığı bir ilâhî ilmi, irade ve kudreti kavrayabilme güç ve yeteneğinde değildir. Kader konusunu kesin biçimde çözmeye girişmek, insanın kapasitesini zorlaması ve imkânsıza tâlip olması demektir.
KADERE VE KAZAYA İNANMAK İMANIN ESASI MIDIR?
Kader ve kazâya inanmak iman esaslarındandır. Ancak insanlar kaderi bahane ederek, kendilerini sorumluluktan kurtaramazlar. Bir insan "Allah böyle yazmış, alın yazım buymuş, bu şekilde takdir etmiş, ben ne yapayım?" diyerek günah işleyemeyeceği gibi, günah işledikten sonra da kendisini suçsuz gösteremez, kaderi mazeret olarak ileri süremez. Çünkü bu fiiller, insanlar böyle tercih ettikleri için, bu seçime uygun olarak Allah tarafından yaratılmışlardır. Ayrıca sır olan kaderin iç yüzü Allah'tan başkası tarafından bilinemez. O halde kader ve kazâya güvenip çalışmayı bırakmak, olumlu sonucun sağlanması ya da olumsuz sonuçların önlenmesi için gerekli sebeplere sarılmamak ve tedbirleri almamak, İslâm'ın kader anlayışı ile bağdaşmaz. Allah her şeyi birtakım sebeplere bağlamıştır. İnsan bu sebepleri yerine getirirse Allah da o sebeplerin sonucunu yaratacaktır. Bu da bir ilâhî kanundur ve bir kaderdir.
0 notes
musstuffsworld · 9 months
Text
Tumblr media
GERDEK GECESİNDE NELER YAPMAMIZ GEREKİR? DİNİMİZİN BU KONUDAKİ EMİR VE TAVSİYELERİ NELERDİR?
CEVAP
Gerdek gecesi: Evlenmiş karı ve kocanın ilk defa bir araya geldikleri gece. Bu buluşmanın özelliği, kadın ve erkek için daha önce bilinmesi mümkün olmayan maddi ve manevi mahremiyetin ortadan kalkmasıdır. Çünkü o geceden önce, ayrı dünyalarda yaşayan iki insan, birbirlerine yaklaşarak, aynı hayatı paylaşma durumuna gelmişlerdir. Bunun da ötesinde, aile olarak belirli hak ve görevleri "fiilen yaşama" olayını başlatmışlardır.
Gerdek gecesini, sadece cinsi yönden iki farklı cinsin birbirlerini tanıması olarak görmemesi gerekir. Bu beraberlik aynı zamanda, manevi ve hissi bir bütünleşmeninde başlangıcı olmaktadır. Olgunluk seviyesine gelen iki gencin, ondan sonraki hayatları belirli bir ölçü ve plan dahilinde sürecektir. Bu bakımdan gerdek gecesi; son derece ciddi ve ağır sorumluluklarla dolu bir hayatın başlangıç anıdır. Tek kelime ile bir planlama kararının verileceği zamandır. Bir çift paylaşacakları hayatta birbirleri için düşündüklerini açıkça anlatacak ve karşılıklı olarak yekdiğerinden beklediği tavır ve davranıştan konuşacaklardır.
Gerdek, İslami bir olaydır. Çünkü gerdek olayında gözümüze çarpan olağanüstü durum, kadın ve erkeğin meşru ölçüler içersinde bir araya gelmesi ve evlilik gibi büyük bir hadisenin düşünülüp, tartışılarak gerçekleştirilmesidir.
Gerdek olayında, birbirlerini uzaktan tanıyan çiftin yakın bir temas ile ve ciddi bir ortamda karşısındakini ölçülü bir şekilde değerlendirmesi söz konusudur. Çünkü evlilik ile yeni bir hayata başlangıçta, karşıdaki insan bütün özellikleri ile tanınmak durumundadır. İslami mahremiyetin olmadığı durumlarda ve günümüz gibi kadın-erkeğin birbiriyle ölçüsüz ve gayri ciddi bir araya gelmesi hali, gerdek olayına gerek duyurmamaktadır. Çünkü olayda ne bir mahremiyet, ne de geleceğe dönük ciddi bir hesap bulunmaktadır. Taraflar; ya kendilerini bekleyecek akıbetlerden habersizdirler veya bir araya gelişlerinde sadece "cinsel tatmin" ağır basmaktadır.
Dolayısıyla bazen bu tür gayrimeşru ilişkilerde "evlilik" gibi bir müesseseye bile ihtiyaç duymayan insanlar görülmektedir. Tabi ki bu tür ilişkilerin sonu, büyük acılar ve felaketlerle bitmektedir.
İslam'daki evlilik, cinsi duyguların dini bir program çerçevesinde ve beşeri aşkın en temiz özellikleri ile biçim kazanmasıdır. Elbette ki bu temiz ve saf beraberlik, "gerdek gecesi" gibi başkalarının malumu olmayan ruhi ve bedeni birlikteliğe ihtiyaç duyacaktır.
Lüzumlu (ilk) Evlilik Bilgileri:
"İlişki" konusunda çok kimse bilgisizlikten bunalımlara düşmektedir. Bunun için önce cimanın ne olduğunu iyi bilmek gerekir. İyi bilinmez ve yanlış yapılırsa, huzursuzluk zamanla artarak ailenin yıkılmasına sebep olur. Bunun için bu mahrem bilgileri doğru öğrenip tatbik etmek gerekir.
Nikâhtan sonra, zifaf (gerdek) gecesi, evlilik hayatının en mühim bir dönemidir. Eşler mümkün mertebe temizliğe riayet etmelidir. Temiz ve güzel kıyafet, ilk gecede etkili olur. Zifaf odası tenha, emniyetli bir yerde olmalıdır. Damadın, evlilik tecrübesi olan, güvenilir bir sağdıçın tavsiyelerinden istifade etmesinde mahzur yoktur. Fakat, sağdıç olmasa da olur.
İlk Gecede Eşlerin Dikkat Etmeleri Gereken Hususlar
Her şeyden önce, eşler birbirine çok samimi, nazik ve yumuşak davranmalı, sevgi ve şefkatle yakınlaşmalıdır. Erkek, eşini gerdeğe psikolojik yönden iyice hazırlamalıdır. Ona cesaret vermeli; endişelerinin yersiz olduğunu, rahat bir atmosferde onu da konuşturarak izah etmelidir. Eşini incitecek küçük davranış, hatta imadan sakınmalıdır. Eşinin, özellikle bu gecede sevgi ve şefkat görmeye, iltifat işitmeye çok ihtiyacı olduğu bilinmelidir.
Erkek aceleci ve kaba olmamalıdır. "Artık evlendik, ona istediğim gibi sahip olurum." gibi bir düşünce son derece yanlıştır. Cima / birleşme, aşk oyunları sırasında meydana gelen bir olaydır. Temasa her iki tarafın da aktif şekilde katılması gerekir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) de bu hususa dikkat çekerek, erkeğin, eşinin haklarına da riayet etmesini istemiştir. Cinsi tatmin, kadının da hakkıdır.
Genç kız da eşinin heyecan ve sevgisini paylaşmalı, kendisini ona tabii ve fıtri bir şekilde, isteyerek teslim etmelidir. Cimanın bir yaratılış vazifesi olduğunu düşünmeli, mana ve hikmetlerini hatırlamalı, sevgisine ve yaratılış özelliklerine güvenip, yersiz korku ve endişelerden sıyrılmalıdır.
Düğünün stresli ve gergin ortamından sonra eşler, uykusuz, yorgun düşebilir. Bu bakımdan cimaya çoğu zaman hazır olmazlar. Bu durumda, ilk cimanın günü tehir edilebilir. Bunun hiç mahzuru yoktur; aksine çok faydası olabilir.
İlk gece, eşler için en meraklı heyecanların yaşandığı andır. Yıllar yılı beklenen, hasretle gözetlenen, genç kız ve delikanlının rüyalarını süsleyen, sevinçli, tatlı ve heyecanlı bir zaman. Daha önce gayrimeşru hayat yaşayan bu duygudan mahrum kalır.
Damat, tebessüm ve nezaketle içeriye girmeli, geline selam vermeli ve onu tebrik etmelidir. Moral verici sözlerle gelinin gönlü alınmalı, heyecanını yatıştırmaya çalışmalıdır. Gelin de ona güler yüzle karşılık vermeli, lüzumsuz somurtkanlık ve çekingenlik göstermemelidir.
Bu gece, iki rekat nafile namaz kılıp dua edilir.Bugünlere kavuşmanın şükrü ve gelecek günlerin saadeti için, Allah Teâlâ'ya dua edilir. Bu arada, oturup, bir müddet sohbet etmelidir. Böylece, fazla heyecan atılmaya çalışılır.
Her kız, bu ilk gecede, az-çok ürkeklik ve çekingenlik gösterir, utanır, sıkılır. İlk defa bir erkekle baş başa buluşmanın, ona açılmanın utancını hisseder. Bu hali, gayet tabiidir, hoş karşılanmalıdır.
Erkek, kızı hiç sıkmadan ve zorlamadan, samimi bir yakınlık göstermeli, ürkekliğini gidermeye çalışmalıdır. Kız konuşmaktan, ona açılmaktan çekinse bile, erkek samimi sohbet ve yakınlığı sabırla sürdürmeli, onun gönlüne yavaş yavaş girmelidir. Kızın sessizce dinlemesi ve arasıra hafif karşılık vermesi de kâfidir.
Damat, güler yüzle yaklaşmalı, gönül alıcı sözler söylemeli, iltifat etmeli, eşini kutlamalıdır. Bu tavır genç kızın heyecanının teskininde çok faydalı olur. Bütün mesele, öpüp okşayarak kızı cimaya hazır vaziyete getirmektir! İlk gecenin değişmez bir ölçü olmadığı unutulmamalıdır. İlk gece yalnızca bir başlangıçtır. İlk deneme başarısız olabilir, bu normal kabul edilmelidir.
İnancı gereği kadından uzak kalan erkek, çoğu zaman kadını yakından gördüğünde veya dokunmasıyla hemen boşalabilir. Ümitsizliğe kapılmayıp, yarım saat kadar sonra ön hazırlıktan sonra, tekrar harekete geçilir. İkinci halde ilk heyecan geçip hemen boşalma olmayacağı için ön hazırlık daha rahat şekilde yapılabilir. Bu durum çok önemlidir. Bu durumu bilip kendilerini buna göre ayarlayan eşler rahat eder. Olduydu olmadıydı endişesine kapılmaz. Çünkü bu normal bir olaydır. Birkaç saat dinlenilebilir veya ertesi güne tehir edilebilir. Böyle bir durumda genç kız da durumu kabul etmeli, anlayışla karşılamalıdır.
Temas başarıyla sonuçlanınca, erkek mutluluk hislerini eşiyle paylaşmalı, ona teşekkürlerini sunmalı ve bütün bir hayat boyunca saadetlerinin devamı için dua etmelidir.
Zifaf gecesinde kızda ürkeklik ve çekingenlik görüldüğü zaman, erkek, ilk karşılaşmanın normal bir neticesi olan bu hali hoş karşılamalı, lüzumsuz telaş ve sabırsızlık göstermemelidir. İlk geceki kabalıktan doğacak ürkeklik, incinme ve tatsızlık, daha sonra uzun müddet silinmeyen etkisini gösterir. Bunun gibi, o gecenin sabır ve nezaketinin mükafatı da sonradan görülür.
İlk olarak bir erkekle buluşmak, yıllarca barındığı ailesinden ayrılıp, yeni bir aile hayatına girmek, bir kız için elbette çok mühim bir olaydır. O anda, erkeğin geniş şefkat ve sevgi kanatlarına ihtiyacı vardır. Bir kadın, kendisiyle buluştuğu ilk erkeği asla unutmaz. Eğer kadın ilk zifaf gecesinde tatlı heyecanlar yaşamışsa, sevgi, sabır, nezaket ve geniş bir anlayışla karşılaşmışsa, o erkeğe ömür boyu minnettar kalır. Bu ilk olay, kadın için unutulmaz bir hatıradır. Hatta o adam o kadını sonradan terk etse, hayal kırıklığına uğratsa bile, kalbindeki o esrarlı hatıra daima yaşar.
Gerdek gecesi, erkeklik gösterisi sanılan, "kedinin bacağını ayırmak" gibi kabalık uygun değildir. Bilhassa bu gece, erkek de çok nazik olmalıdır!
"Bir kadın, on senedir kocasıyla garip bir şekilde yaşıyor. Ancak ayda bir defa temasta bulunuyor ve bu temas esnasında da kadın tamamen soğuk davranıyor. Gerdek gecesi, kocası bu kadının kalbini kırmış. (Ne zayıfmışsın, hem de çirkinmişsin) demiş. Kadın bunu unutamamış."
Kadını yaralayacak, "zayıfsın, şişmansın, uzunsun, kısasın, yaşlısın, cahilsin, pasifsin" gibi sözlerden uzak durmalıdır!
Ön Hazırlık: Gerdek gecesinde diğer önemli husus da, ön hazırlığın gelini ürkütecek ve gönlünü soğutacak bir vaziyette olmamasıdır. Bunun için bir de, soyunma sırasında dikkatli olmak gerekir. Bir kere damadın, gelini kendi eliyle soymaya kalkması doğru değildir. Gelin ve damat, kendi kendine soyunmalıdır. Çırılçıplak soyunmak da uygun değildir. Ekseriya gelin, erkeğin karşısında ilk defa çıplak olarak görünmekten ve erkeği çıplak olarak görmekten dehşet ve sıkıntıya düşebilir.
Soyunma sırasında, utanma duygularının korunması için, bu işin de perdelenmesi gerekir. Bunun için ya lamba söndürülmeli veya az ışıklı gece lambası bulundurulmalıdır. Çıplak vücutla ortada görünmenin vereceği sıkıntıyı hesaba katmalıdır. Bu durum edebe de aykırıdır.
Bazı erkekler, zifaf gecesinde hem kendi vücutlarını teşhir eder, hem de kadını tamamen soyarak, kaba ve hoyratça davranışlarıyla, gelini sıkıntı içinde bırakırlar. Bu çok yanlıştır.
Soyunma olayında, ayakta büsbütün soyunmaya kalkışmamalı, yalnız üstteki kaba elbiseler çıkartılmalıdır. İç çamaşırlar, yorgan altına girdikten sonra çıkarılmalıdır.
İlk Temas: Zifaf gecesinde aşk oyunu önemlidir. Aşk oyunu nazikâne, erkeğin gelini heyecana getirme tekniği mükemmel olduğu zaman, kadın ne kadar utangaç olursa olsun, yavaş yavaş eşine itimadı çoğalmaya ve rahatlamaya başlar. Ondan sonra teslimiyet duygusu artar, çekingenlik yerine arzu doğmaya başlar. Birçok gelini inciten ve ürküten şey, eşlerinin bu gece kaba ve anlayışsız davranmalarıdır. Henüz mahcubiyet içinde bulunan bir gelini, evlilik hayatına yavaş yavaş alıştırmalıdır. Damat, gelinde arzu uyandırma yollarını aramalı, utangaçlık hislerinden kurtulmasına yardımcı olmalıdır. Normal bir kadın, belki kocasının arzusunu tahrik etmek için önce çekingen davranır. Aslında o, fethedilmekten hoşlanır. Fakat mukavemetin kaba bir şekilde kırılma teşebbüsünü asla hoş görmez. Bunun için güvey, nezaket, sabır ve incelik hususlarını asla gözden uzak tutmamalıdır. Gelin de hayatının belki en heyecanlı anlarını yaşayan eşinin başarısını baltalayacak davranışlardan, mümkün olduğu kadar kaçınmalıdır.
Bekâretin izalesi: Normal vasıfları taşıyan kız ve erkek için, bunun bir zorluğu olmaz. Yapılacak iş, aşk oyunlarıyla temas ortamı hazırlanır, gelin o safhaya geldikten sonra, yani ilişkiyi kolaylaştırıcı kaygan sıvı gelince, üstten aşağı hafif kuvvette bir tazyikle zifaf ilişkisi tamamlanır. Böyle kaygan sıvı gelmese de, bu iş rahatça gerçekleşir. Cinsiyet organlarına bir miktar vazelin sürmek bu işi kolaylaştırır.
Tahriş, acıma gibi hallerde, sonraki temaslar için bir-iki gün ara vermek iyi olur. Ama bu da şart değildir. Karşılıklı istek varsa, ertesi gün veya birkaç saat sonra temas yapılabilir. Aşırı istek acıyı hissettirmez. Zarın yırtılmasıyla gelen kan durmazsa telaşa mahal yoktur. Genç kız sırt üstü vaziyette dizlerini kaldırıp bacaklarını kasarak bitiştirirse, kanama çoğu zaman kendiliğinden durur. Nadiren de olsa durmayıp aktığı da görülür.
Gerçekten de cinsi temasa her iki tarafın da ruhen ve bedenen çok iyi hazırlanmış olmaları, erkeğin eşini başarılı bir şekilde uyarması ve her ikisinin de cinsi heyecan bakımından tatminkâr bir seviyeye çıkmaları halinde neredeyse hiç acı duyulmaz. Aşırı heyecan, aşırı zevk ağrı hissini ortadan kaldırır. Savaşta ve kavgada yaralanma, neden sonra kan görülmesi ile anlaşılır. Bu arada, eşlerin birbirine yardımcı olması, bilhassa erkeğin çok sabırlı, anlayışlı ve şefkatli olması gerekir.
Zifaf gecesinde acı duymak korkusu, yabancı bir erkekle en mahrem buluşmanın verdiği utanma hissi ve kızlıktan kadınlığa geçiş gibi, çok mühim bir dönüm noktasında bulunuşu dolayısıyla, kadının göstereceği çekingenliği anlayışla karşılamalıdır.
Onu samimiyetle kendisine alıştırdıktan ve ürkeklik hislerini teskin ettikten sonra, nazik ve yumuşak bir surette birleşmelerini temin etmek, erkeğin vazifesidir. Netice olarak; zifaf gecesinin ilk teması ve sonrasında, dikkatli, sabırlı ve ihtiyatlı olmalıdır. Bu hususlara dikkat edilmezse, cinsi temastan kadın, zevk yerine acı ve ızdırap duyabilir. İlk zifaf ilişkisinde, arzulanan cinsi zevkin bulunamaması olağandır.
Zifaf Engelleri:
Zifaf gecesi, ciddi bir engelle karşılaşıldığı zaman, ilişkinin daha sonraki gecelere tehir edilmesi gerekir. Mesela, kızın hayz hali devam ediyorsa, beklemeyi tercih zarureti vardır. Esasen gerdek gecesinin, kızın hayzdan temizlendiği zamana getirilmesi gerekir. Zifaf ilişkisinin de illâ ilk gecede tamamlanmış olması gerekmez. Sabır ve anlayışla hareket edilirse, sonraki gecelerde güçlük ve engeller ortadan kalkar.
Bazı erkekler, bu gece kapıldıkları aşırı heyecan sebebiyle, geçici iktidarsızlığa düşebilirler. Gerdek gecesi böyle bir olayla karşılaşılırsa, teşebbüsü birkaç saat geciktirmek veya sonraki gecelere bırakmak gerekir. Çünkü bu durum geçici bir başarısızlıktır, bir müddet sonra heyecan ve engellerin çözülmesiyle geçer. Duruma göre birkaç saat veya birkaç gece sürebilir.
Zifaf Engellerinin Başlıcaları Şunlardır:
- Kızın Aşırı Ürkekliği: Bu durum, birçok kızların öteden beri sahip olduğu zifafın çok sıkıntılı geçeceği gibi bazı yanlış kanâatten dolayı olabileceği gibi, o gece erkeğin kaba bir "erkeklik" gösterisiyle, sabırsız, nezaketsiz ve hoyrat davranışlarından da ileri gelebilir.
- Erkeğin Endişesi: Bazı erkeklerin, zifafta başarısız kalma endişesinin içlerinde yer etmesi, bu duygular içinde telaş ve heyecan göstermesi; ayrıca temas esnasında "erken boşalma" haliyle karşılaşmaları, geçici bir başarısızlık sebebi olabilir.
- Çeşitli Etkiler: Birçok yerlerde görülen zifaf neticesini bekleme âdetlerinin, erkek üzerindeki psikolojik baskısı, zifaf mekânının elverişsiz, gürültülü ve görüntülü bir yerde oluşu, o anda kadında beklenmedik tatsız bir hâlin görülmesi, o kadına karşı duyulan sevgi, şefkat ve hürmet duygularının aşırı dereceye varması, geçici iktidarsızlık sebeplerine dahildir.
İşte bu gibi hallerle, gerdekte cinsi başarısızlığa uğrayan, bunun geçici olduğunu idrak edip, ilişkisini daha sonraki gecelere ertelemelidir.
Normal İlişkiler:
İlişkilerde, başlangıç safhasının iyi hazırlanması gerekir. Bunu terk etmek erkek için kabalık, kadın için eziyettir. Bunun için beş duyudan gerektiği kadar faydalanmalıdır.
- Görme ve Duyma: İlişki öncesinde gözler malum hisleri kamçılayıcı meşru şeyler görmeli, duygulara kötü tesir edecek görüntülere takılmamalıdır. Mesela, bu vakit gece ise, o andaki mekanın fazla ışıklı olmaması, ışığın söndürülmüş veya -gece lambası gibi- azaltılmış olması uygun olur. En önemlisi, kadında veya erkekte ister giyinik ister çıplak, gözleri rahatsız edecek, az-çok bir soğukluk yapacak görüntülere yer vermemeli, görme hissini okşayıcı bir kıyafetle görünmelidir.
Kadının -dışarıya değil- kendi erkeğine karşı süslenmesi gerekir. İlişki öncesinde can sıkıcı sözler duyulmamış olmalı, münakaşaya veya üzücü laflara yer verilmemelidir. O anda gönül alıcı fısıldaşmalar, baş başa tatlı bir sohbet, sevgi dolu birkaç söz faydalıdır.
- Koklama ve Tatma: İlişki başlangıcında -misk ve lavanta gibi- güzel kokular, zevk alan erkekler için genelde etkileyicidir. Bu inceliği bilen kadın, o anda güzel kokularla kokulanmayı da ihmâl etmez. Bedenin temizliği ve çirkin kokudan arınmış olması da kâfidir. Çünkü eşlerin temiz vücutlarından birbirine verdiği fıtri ve tabii koku, başlıbaşına tesirli bir güce sahiptir. En çok rahatsız edici kokular, ağız kokusu ile ağır ter kokusudur. Öyleyse, vücutta fazla ter toplayan koltukaltı ve kasık bölgeleri, haftada bir tıraş edilmeli ve yıkanmalıdır. Dişler sık sık fırçalanmalı ve daha iyisi misvaklanmalıdır. Ağızda soğan sarmısak veya sigara kokusu rahatsız edici olduğundan, böyle pis kokulu bir havada ilişkiye girmekten sakınmalıdır.
- Dokunma ve Okşama: İlişkiye hazırlanmada "aşk oyunları" denilen en tesirli oyunlar, vücudun muhtelif yerlerine tatbik edilen dokunma ve okşama işidir. Bunun için önce yeteri kadar soyunmuş olmalıdır. Üst vücutta bir iç elbisesinden başkasını bırakmamak, hatta vaziyete göre, yatak içinde soyunmuş olmak, ilişki zevkinin ziyadesiyle yaşanmasını sağlar. Diğer hususlarda olduğu gibi, dokunma ve okşama vazifesi, kadından çok erkeğe düşer.
Son zamanlarda, sapık kimseler arasından yaygınlaşan oral seks denilen, erkeklik uzvunu kadının ağzına alması dini açıdan çok çirkindir. Ayrıca erkeğin kadının organını öpmesi yalaması da çirkin bir harekettir.
- İlişki Safhası: Eşlerin ihtiyacına göre uzunca veya kısaca icra edilen başlangıç oyunlarından sonra, şehvet hislerinin iyice uyanmasıyla, kadının mahrem bölgesinde birleşmeyi kolaylaştırıcı mezi denilen sıvı çıkar. Kadın o anda cinsi his bakımından zayıf olur veya yeterince tahrik edilmemiş bulunursa, böyle bir sıvı görülmez.
Eşler, arzu ettikleri temas şeklini tercih ederler.
Temas safhasında en mühim mesele, erkeğin acele etmemesidir. Sabırla idare etmesini bilmek, erkeğe düşen önemli bir vazifedir. Eğer erkek, kadının halini düşünmeden sadece kendi zevki için davranırsa, bir-iki dakika içinde zevkin sonuna geliverir. Bu durum ise, henüz uyanmış olan kadını yarı yolda terk edip, sıkıntı içinde bırakır.
O halde erkek, zaman zaman duraklamalar ve ihtiyatlı tavırlarıyla, sondaki "orgazm" durumuna gelmeyi geciktirmeli, bu noktada kadınla beraberliği sağlamaya çalışmalıdır. Zevkin heyecanlı zirvesi olan orgazm seviyesine varıncaya kadar devam eden temas hali de, sakin ve ferah bir zevk halinde sürüp gider.
İlişki Âdâbı:
- Her şehvetin neticesi, kalbi kararttığı ve bunalttığı halde, meşru olarak yapılan cima (ilişki), kalbde ferahlık, ruh ve bedende sükunet ve rahatlık temin eder. Cimadan asıl maksat, nesil üretme gayesidir ve bundaki zevk de, böyle bir maksada binaen lütfu İlâhi olarak verilmiştir. Âdâbına riayet ederek cimada bulunan eşler, bununla ibadet sevabı da kazanır. Nikâhlı olarak yapılan ilişkiye "cima" denir; nikâhsız olana "zina" denir.
- Kadının meşru mazeretsiz olarak ilişkiyi kabul etmemesi büyük günahtır.
- İnzal anında meniyi "azl" etmek, yani dışarı vermek, kadının rızasıyla olursa mübah, ondan izinsiz yapılırsa mekruhtur.
- İhtiyaç olduğunda, kadın hayz halinde iken de diz ile göbek arası dışındaki yerlerinden istifade ederek boşalmak caizdir. Bir kavle göre de, istifade için yalnız edep yeri hariçtir.
Kendini haramdan korumayı, helâl ile yetinmeye niyet etmeli, cima ederken şeytandan Allah Teâlâ'ya sığınıp, "Bismillâhi Allahümme cennibnâ'ş-şeytâne ve cennibi'ş-şeytâne mâ razaktenâ" demelidir. Bu durumda hamile kalırsa, şeytan ona zarar vermez. (bk. Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI/303; Mansur Ali Nasıf, et-Tâc, II/3082; Gazâli, İhya, Kahire 1967, II/63-65)
Resulullah Efendimiz (asm) şöyle buyurdu:
"Cima da Besmele söyle. Cünüplükten temizleninceye kadar sana sevap yazılır. Bu cimada çocuğun olursa sana, bu çocuğun nefesleri sayısınca ve onun neslinin nefesleri sayısınca sevap yazılır." (Örnek olarak bk. Buhârî, Bed'ul-halk 11; Müslim, Nikâh18)
Hanımda şehvet, istek belirinceye kadar onunla oynaşmalı. Bunda bedenin rahatlığı ve doğacak çocuğun kusursuz olması faydaları vardır. Acele etmemelidir. Hadis-i şerifte şöyle buyuruldu:
"Erkek hanımı ile cima ederken, horoz gibi, atlayıp inmesin. Kendisi rahatladığı gibi, hanımı da rahatlayıncaya kadar, karnı üzerinde kalsın. Kadın rahatlamadan, sen rahatlarsan, o günün kalan kısmı, kadın için uyuşuk ve tembellikle geçer." [bk. Suyutî, el Camiu's-sağîr (Fethu'I-Kadîr ile) VI/323)]
- Hayz halinde olan kadın, kocasının rağbetini azaltmak için, eski elbiseler giymeli.
Hanıma arkadan yani dübüründün ilişkiye girmek büyük günahtır. Hadis-i şerifte şöyle buyuruldu:"
"Hanımına, dübürden / dışkı yerinden cinsel ilişkide bulunan kimse melundur." (Tirmizî, Tahâre 102; İbn Mâce, Nikâh 29; Dârimî, Vudû' 114)
Cimadan sonra bir parça uyumalıdır.
Y O R U M
şu an evli olduğu kişiyle evlilikten önce(flört-söz-nişan döneminde) sayısız zina yapmış hatta flört ederken nişanlıyken başka kişilerle de onu aldatmış buna rağmen o kişiyle evlenmiş ve zihaf gecesini bu sebepler y��zünden araştırmaya bile utanç isteksizlik duymuş ve usülüyle yaşayamamış sizin de yazıda dediğiniz gibi 'İlk gece, eşler için en meraklı heyecanların yaşandığı andır. Yıllar yılı beklenen, hasretle gözetlenen, genç kız ve delikanlının rüyalarını süsleyen, sevinçli, tatlı ve heyecanlı bir zaman. Daha önce gayrı meşru hayat yaşayan bu duygudan mahrum kalır.' bu güzel duygudan mahrum kalmış yetmezmiş gibi geçmişindeki hataları yüzünden pişmanlık duymasına rağmen evliyken zina yapmış yani eşini aldatmış bir insan bu yazıyı okurken neler hisseder malum... dinimiz ümitsizlik dini değil ama bu altından kalkılması çok zor bir acı ve en kötüsü de şuan nası davranılması gerektiğini bilememek bir tarafı boşanmalısın arınmalısın yepyeni bir başlangıç yapmalısın diyor bir tarafın kendi hatan yüzünden o kişiye acı veremessin onunlayken arın bundan sonra doğru davran diyor kafan bunlarla doluyken evlilikteki bazı hoş duygular yıpranıyor o evlilikten insan soğuyor hele eşin bu yazıdaki kurallara uyan çok iyi bir insan ise insan kendine recm uygulansın istiyor hepsi bir yana ne oldu da niye ben yanılanlardan oldum dinini usulüyle yaşayan hisseden usuluyle zihaf gecesini yaşayıp ömür boyu o anın hoşluunu tadamadım diye insan kendini kahrediyor kendinden nefret ediyor bu acıyı dillendirmeli mi rabbiyle arasında mı kalmalı karar veremiyor çünkü acısı tatminsizliği her gün onu başka yanlışlara götürüyor bunları yazıyorum genç bekar insanlar için hiç bir şey huzurdan adabdan daha değerli değil gerçi bu siteye girme bunlar okuma imkanı bulan insana ne mutlu ki yanlışa düşmesi daha zordur ama bu imkanı olmayıp yanlışa düşen insanlara allah değiştirebilecekleri yanlışları değiştirmek için güç değiştiremeyecekleri yanlışlarından dolayı onları affetsin ve katlanmaları için onlara sabır versin ve bu ikisini ayırdetmek için akıl versin en önemlisi de bunu ayırt etmek isteyip aklının gücü yetmeyene napcaını bilemeyene bir rehber versin bu yazıyı yazıyorum bir mümin kardeşim okusun bana yol göstersin inş amin
1 note · View note
musstuffsworld · 11 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
KADINLARIN BAŞI AÇIK OLARAK FOTOĞRAF ÇEKTİRMESİ CAİZ Mİ?
Günümüz’de özellikle sosyal medya (internette) bir çok bayanlar saçları açık şekilde veya başı açık şekilde Facebook, instagram veya twitter gibi sayfalarda resimler paylaşılmaktadır. Peki başı açık resim çektirmek caiz olabilir mi? Veya düğünde fotoğraf çektirmek günah sayılır mı? sorusunu akıllara getiriyor.
Herşeyden önce tesettürlü bir bayanın sosyal medyada fotoğraf paylaşması, takva açısından uygun değildir. Fotoğraf paylaşmak, tesettürün hikmetlerinden biri olan “namahrem nazarlardan korunma“ya zıt olan bir davranıştır. Her ne kadar tesettürünü tam yerine getirmiş olsa da kişinin yüz güzelliği ve kıyafetleri ile kişi, yabancı erkeklerin -rahatlıkla- dikkatini çekebilir. Ayrıca bu fotoğrafların, çoğunlukla kişinin en güzel ve en alımlı olduğu fotoğraflar olduğunu varsaydığımızda yabancı erkeklerin nazarlarından sakınmaktan ziyade daha çok dikkat çekebilir.
Sosyal medyada fotoğraf paylaşmak demek bir manada “insanlara kendini göstermek” demektir, tesettürlü bir bayanın asıl amacı ise “kendini, güzelliğini namahremlere karşı örtmek, korumak ve haya etmek”tir. Bu iki davranışın birbirinden farklı olduğu çok açıktır.
Şayet başı açık resim verilmeyince işi sürüncemede bırakıyor, istenen evrakı vermiyorlarsa hakkın zayi olmaması için zorla istenen açık resim çektirilerek verilir; gerekli evrak, kimlik veya pasaport alınma yoluna gidilebilir.
Bazı resmi işlerimizi yürütmek için yaptığımız mü-racaatlarda hanımlardan başı açık vesikalık resim istiyorlar. Vermezsek işimiz olmuyor. İstediğimiz kimlik, vesika veya pasaportu alamıyoruz. Başı açık resim çektirmek de caiz olmaz diyorlar. Bir çıkış yolu yok mu bunun?
Efendim, bütün medeni ülkelerde insanların istedikleri şekilde resim çektirme haklan vardır. Buna kimsenin mani olmaması gerekir. İlle de başı açık resim çektireceksin diye bir dayatma artık olmamalıdır. Buna haklan yoktur açık resimde ısrar edenlerin.
Bununla beraber şayet açık resim verilmeyince işi sürüncemede bırakıyor, istenen evrakı vermiyorlarsa hakkın zayi olmaması için zorlanan açık resim çektirilerek verilip evrak, kimlik veya pasaport alınma yoluna gidilebilir. Çünkü “Zaruretler mahzurları mubah kılar” kaidesinden bu izni çıkarmak mümkün olur.
Zaten resim de insanın canlısını teşkil etmez. Resmin sahibinin açık duruyor hali olarak kabul edilmez. Resim insanın canlı aslı değildir.
Ancak mümkün olsa da başı açık resmi, erkek değil de bir kadm çekse, böylece mahzur hiç söz konusu olmasa.
Şu kadarı da vardır ki, günümüzde teknik gelişmiştir. Bilgisayar çalışmasıyla kapalı resme açık görüntüsü vermek de mümkün olmakta, bu da bir çare olarak görünmektedir.
Bu konuda (Prof. Dr. Hamdi Döndüren) değerli eseri (Aile İlmihali’) nde şöyle demektedir:
– “Kadının, din ve vicdan özgürlüğüne saygı duyulan bir beldede örtülü resim vererek istediği belgenin düzenlenmesini isteme hakkı vardır. Ancak kadm açık resim vermedikçe belirtilen belgeyi alamayacağını anlarsa, açık fotoğraf verebilir. Bu durum İslamm terbiye ve edebine uygun olmasa da fotoğraf, gerçek bedeni temsil etmez. Ancak açık resmi bayan fotoğrafçıya çektirmesi de ayrıca gerekir.” (Şayet böyle bir bayan fotoğrafçı varsa tabii ki.)
Ayrıca geçmişte açık olup tesettüre giren kadının, geçmişte çekilmiş olan resimlerinin durumu nedir?
İnsanın geçmişiyle alakalı en önemli ilkesi, ölmeden önce hata olan şeyleri imha etmesi olmalıdır. Bir bayanın resimlerine de bu ilkeden bakmamız gerekir. Kesinlikle imha etmek zorundadır. Ne var ki Allah Teâlâ, kimseye kaldıramayacağı yükü yüklemez. Kadın, tövbe ve istiğfar ettikten sonra elinden geldiği kadar da imha etmek için uğraşır da beceremezse biiznillah sorumlu olmaz.
2 notes · View notes
musstuffsworld · 1 year
Text
Tumblr media
PUTPERESTLERE DİYORUM KI:
ALLAH KURAN’DA EMREDİYOR:
”Hırsızlık eden erkek ve kadının, yaptıklarına karşılık bir ceza ve Allah’tan bir ibret olmak üzere ELLERİNİ KESİN.” MAİDE SÜRESİ 37.AYET
DİYORLAR Kİ -Kahrolsun ŞERİAT. *
DİYORUM Kİ: ALLAH KURAN’DA BUYURUYOR: ”Kim Allah’ın indirdiği (HÜKÜMLER) ile hükmetmezse işte onlar KÂFİRLERIN ta kendileridir.” MAİDE SÜRESİ 44.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Kes sesini. Biz Ata’mızın yolunda gideriz. O her şeyi iyi bilir. *
DİYORUM Kİ: Bakın Rabbimiz buyuruyor: ”ONLARA “ALLAH’IN İNDİRDİĞİ KURANA UYUN!” denildiğinde,
“Hayır, biz, atalarımızın yoluna uyarız!” derler.
Peki ya ataları doğru yolu bulamamış, hidayete erememişse?” BAKARA SÜRESİ 170.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Bizim Ata’mız hata yapmaz. O uludur. *
DİYORUM Kİ: ”Siz Allah’ı bırakıp birtakım putlara tapıyor, asılsız sözler uyduruyorsunuz.” ANKEBUT SÜRESİ 17.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Evet tapıyoruz bir diyeceğin mi var? *
DİYORUM Kİ: ”Siz ve Allah’ın dışında taptığınız şeyler cehennem odunlarısınız.”ENBİYA SÜRESİ 98.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Sen bizim cehenneme gideceğimizi ne biliyorsun be? Saçma sapan konuşma. *
DİYORUM Kİ: ”Şüphesiz ben Rabbimden gelen apaçık bir delile dayanıyorum. Siz ise onu yalanlıyorsunuz.” EN'AM SÜRESİ 57.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Görürüz kim cehenneme gidiyor kim cennete…
* ALLAHIM BUYURDU: ”Öyle ya, teslimiyet gösterenleri, günahkârlarla bir tutar mıyız hiç? Size ne oluyor? Ne biçim hüküm veriyorsunuz?
Yoksa size ait bir kitap var da, (bu sapıklıkları) ondan mı okuyorsunuz?” KALEM SÜRESİ 35-37.AYET *
DİYORLAR Kİ: -Artık yeter. Eğer böyle yazmaya devam edersen, hakkında suç duyurusunda bulunacağız. *
ALLAHIM BUYURDU:
”Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” ALİ İMRAN SÜRESİ 175.AYET
ALLAHIM IŞITTIK VE İTAAT ETTİKİ !!!🤲🤲🤲
4 notes · View notes
musstuffsworld · 1 year
Text
KUL HAKKI YEMENIN HÜKMÜ NEDİR?
Kul Hakkı Yemek Büyük Günahtır
Kul hakkı, insanlar arası ilişkilerden doğan karşılıklı hakları ve sorumlulukları ifade etmek üzere kullanılır. Kültürümüzde çok değer verilen bir hak türü olarak kabul edilir.
Kul hakkı yemek veya diğer bir deyişle kul hakkına girmek büyük günahlardandır. Kul hakkı kavramıyla daha çok bir kimsenin haksız yere malını almak, bir kimseyi maddi açıdan zarara uğratmak anlaşılır. Kul hakkı; insanların malı, mülkü gibi maddi varlıkları yanında kişilikleri, toplumdaki itibar ve saygınlıkları açısından da dikkate alınması gereken bir hak türüdür. Bu yönüyle bakıldığında hırsızlık, rüşvet, hile, gasp gibi maddi açıdan insanları zarara uğratan kötü davranışlarla kul hakkı ihlal edilebildiği gibi yalan, iftira, dedikodu, gıybet gibi insanları manevi yönden zarara uğratan olumsuzluklar da kul hakkına girer.
Kul hakkına girmenin büyük bir günah olduğu ve insanın kul hakkı yemesi durumunda ahirette mutlaka hesaba çekileceği Kur’an-ı Kerim’de şöyle dile getirilir: “Ölçüde ve tartıda hile yapanların vay hâline! Onlar insanlardan (bir şey) ölçüp aldıkları zaman tam ölçerler. Fakat kendileri onlara bir şey ölçüp yahut tartıp verdikleri zaman eksik ölçüp tartarlar. Onlar, büyük bir gün için; insanların, âlemlerin Rabbinin huzurunda duracakları gün için diriltileceklerini sanmıyorlar mı? (Mutaffifîn suresi, 1-6. ayetler.)” Peygamberimizin (s.a.v.) hadislerinde Allah’ın (c.c.) kendisine karşı işlenen günahları affedebileceğini ama karşısına kul hakkıyla gelinmemesini istediği belirtilir. (bk. Buhârî, Rikâk, 48; Müslim, Birr, 59.) Ahirete üzerimizde kul hakkıyla gitmememiz gerektiği sıklıkla vurgulanır.
Kul hakkı ihlali gündelik hayatta çok sıradan görülen bazı tutum ve davranışlarda da karşımıza çıkar. Örneğin trafikte kırmızı ışıkta geçmek, aracını yanlış yere park etmek, sıraya girilmesi gerekirken diğer insanların önüne geçmek gibi davranışlar hak ihlalidir ve kul hakkına girmektir. İnsanların mahremiyet sınırlarına izinsiz girmek; özel hayatlarını araştırmak; istemedikleri şekilde hitap etmek; alaya almak, emek vererek ürettikleri kitap, makale, program, yazılım vb. telif hakkı olan ürünleri izinsiz bir şekilde kullanmak; başkasının ürettiğini kopyalayarak haksız kazanç sağlamak gibi davranışlar da kul hakkının ihlal edilmesi demektir.
İslam dininde haklar genellikle iki başlıkta ele alınır:
Hukukullah: Allah (c.c.) hakları. Bir yönüyle bireye değil de topluma ve kamuya ait genel haklar demektir. Örneğin ormanlar, parklar, hastaneler, yollar, okullar, denizler, nehirler gibi herkese faydası olan ve herkesin koruması gereken alanlar için kullanılır. Diğer taraftan başta ibadetler olmak üzere insanların Allah’a (c.c.) karşı yerine getirmesi gereken yükümlülükleri ifade etmek için kullanılır.
Hukuku ibad: İnsanların hakları. Her bireyin sahip olduğu temel hakları ifade eder. İnsanların birbirlerinin haklarını gözetmesi ve karşılıklı olarak sorumluluklarını yerine getirmesi manasında kullanılır. Her bireyin can, mal, namus ve itibarı gibi maddi ve manevi haklarının gözetilmesi anlamındadır.
• “Kim bir kul hakkı yemişse derhal o kardeşi ile helalleşsin. Çünkü (kıyamet günü) dirhem de geçmez dinar da. Böyle olunca o (hak yiyen) kişinin sevapları alınır, hakkını yediği adama verilir. Eğer sevapları yoksa o hakkını yediği adamın günahları buna yüklenir.” (Buhârî, Rikâk, 48.)
• “Ümmetimden müflis odur ki kıyamet günü namaz ve zekâtla gelir. Ama bu arada sövdüğü şu kimse, dövdüğü bir başka kimse dahi gelir. Bunun üzerine kendisinin hasenatından şuna verilir, buna verilir. Üzerinde haklar bitmeden kendi hasenatı tükenirse o zaman onların hatalarından alınır kendisine yüklenir. Daha sonra cehenneme atılır.” (Müslim, Birr, 59.)
Dinimizde kul hakkı özellikle ahirete borçlu gitmemek açısından önemli görülmüştür. Çünkü dünyada bir borcun ödenmesi, bir emanetin iade edilmesi gibi yollarla helalleşme sağlanamazsa kişinin, ihlal ettiği haklar sebebiyle ahirette sorgulanacağı bildirilmiştir. Kul hakkı konusunda duyarlı olmak gerekir. Çünkü kul hakkını gözetmek hem bu dünyadaki toplumsal ilişkiler bakımından hem de ahirette hesap verebilirlik açısından önemlidir. İnanan ve ahirette hesaba çekileceğini bilen bir insan herhangi bir insanın hakkını ihlal edemez. Kul hakkı sadece bireyler arası ilişkilerde söz konusu değildir. Kişinin topluma ve devlete karşı da sorumlulukları vardır. Vergi vermek, askere gitmek, seçimlere katılmak, kamu düzenine uymak ve asayişi ihlal etmemek vatandaşlık görevleri arasında yer alır. Bunlar aynı zamanda kul hakkını ilgilendirdiği için dinî birer yükümlülüktür. Bir toplumda kişinin toplumsal sorumluklarını yerine getirmemesi sadece o kişiyle sınırlı kalan bir durum değildir. Çünkü diğer insanlar vazifesini yerine getirirken görev ve sorumluluklarını ihmal edenler, yaşadıkları topluma haksızlık etmekte ve kamu düzenine zarar vermektedirler.
Yerel yönetimlerde ve ülkenin genel idaresinde ihtiyaçların giderilmesi amacıyla gerçek ve tüzel kişilerden kanunlara uygun olarak toplanan paralara vergi denir. Her devlet okul, yol, hastane vb. kamusal ihtiyaçları karşılayabilmek için vatandaşlardan vergi alır. Vergi vermek, ülke kalkınmasına katkı sağlaması yönüyle bir vatandaşlık görevidir. Vergi kaçırmak ise hukuken suç olduğu gibi aynı zamanda kul hakkına girmek demektir.
Ülkenin savunma ihtiyacının karşılanması için vatandaşlara düşen görevler arasında askerlik de vardır. Devletler, ülkenin güvenliğini sağlayabilmek amacıyla askerlere ve orduya ihtiyaç duyar. Bu ihtiyacın karşılanması toplumsal bir sorumluluktur. Bu sebeple ülkemizde askerlik çağına gelen erkeklerin askerlik görevini yerine getirmesi bir vatan borcu olarak kabul edilir.
Demokrasiyle yönetilen ülkemizde yönetim sisteminin bir gereği olarak seçimlere katılmak, seçmek ve seçilmek üzere oy kullanmak da topluma karşı yerine getirilmesi gereken sorumluluklar arasındadır. Yerel seçimlerde muhtarları ve belediye başkanlarını seçmek, genel seçimlerde ülkeyi yönetmek üzere milletvekillerini seçmek her vatandaşın içinde yaşadığı topluma karşı hem hakkı hem de vazifesidir. Seçimlere katılmak ve oy kullanmak ülkenin yönetimiyle alakalı olup herkesi doğrudan ilgilendirdiği için sorumluluğu büyük olan bir vatandaşlık görevidir.
Bir arada yaşama zorunluluğu ve bunun tabii bir neticesi olarak insanlar karşılıklı ilişkilerinde kanunlara ve kurallara uymak durumundadır. Kamu düzeninin ve asayişin sağlanabilmesi, insanların yasalara uymasına ve diğer insanların hukukunu gözetmesine bağlıdır. Kanunlar ve kurallar temel hakları ve özgürlükleri koruduğu gibi aynı zamanda insanlara ödev ve sorumluluklar da yüklemektedir. Bu sebeple her vatandaş haklarını ve sorumluluklarını bilmek ve belirlenmiş kurallara uymakla yükümlüdür.
Kul hakkının önemini kavrayan ve sorumluluklarının bilincinde olan insanlar, diğer insanların haklarını gözetmek, kanunlara uymak, askere gitmek, vergi vermek, oy kullanmak gibi toplumsal ödevlerini yerine getirerek kamu düzeninin kurulmasına ve işlemesine yardımcı olur. Dinimizdeki kul hakkı bilinci gerçek boyutuyla kavrandığında kanuni yaptırımların olmadığı durumlarda bile vicdani sorumluluk gereği insanlar kul hakkına girmekten uzak durur.
0 notes
musstuffsworld · 1 year
Text
Tumblr media
RESMİ NİKÂH YAPTIRIP DİNİ NİKÂH YAPTIRMAYAN ERKEKLER EVLENDİK SANDIKLARI BAYANLARLA ZİNÂ YAPIYORLAR.
BİSMILLAHIRAHMANIRAHIM
KUR'AN NİKÂHI - 1
Adına dinî nikah veya imam nikahı denilen nikahı yaptırmanın birden fazla sebebi ve saiki vardır:
a) İki tarafın da niyeti evlenmektir, bunu hemen gerçekleştirmeye engeller vardır, bu arada iki arkadaş gibi görüşme isteği mevcuttur, bu arkadaşlar birbirini sevdiği ve evlenmek istedikleri için birbirlerine kardeş gibi bakmaları mümkün değildir, böyle olunca da günah işleme (şehvetle bakma, elle dokunma, başbaşa kalma, birlikte seyahat etme, muhtemelen ileri derecede olmasa da sevişme...) ihtimali vardır, bu tehlikeyi (günah işleme ihtimalini) ortadan kaldırmak için dinî nikah yapılmaktadır.
b) Taraflar henüz evlenmeye karar vermemişlerdir, biraz birbirini tanımak istemektedirler, bu esnada günah işlememek için dinî nikah yaptırmaktadırlar.
c) Tarafların evlenip aile kurmak ve devamlı olarak aile birliği içinde yaşamak gibi bir niyetleri yoktur, bir müddet karı-koca olarak yaşamak mesela öğrencilik, gurbet hayatı vb. den sonra ayrılmak istemektedirler. Bu arada cinsî ilişkileri meşrû sınırlar içinde olsun diye dinî nikah yaptırmaktadırlar.
d) Ülkemizde birden fazla eş ile evlenmek yasaktır. Buna rağmen ikinci bir hanımla evlenmek isteyenler, çoğu defa birinci hanımı da duymadan ikinci hanımı ile dinî nikah yaparak evlenip bu hayatı yaşamaktadırlar.
e) Bazıları karılarını üç defa boşadıktan sonra tekrar evlenmek istemekte, buna şeriat kadın başka bir erkekle evlenip boşanmadıkça izin vermediği için kadın, başka bir erkekle dinî nikah yaptırıp evlenmekte, sonra boşanıp birinci kocası ile yeniden evlenmektedir.
f) Bazı kimseler resmi nikahı, rejim sebebiyle geçersiz saymakta, bunun için zifaftan önce bir de dinî nikah yaptırmaktadırlar.
Muhtemelen bundan başka sebep ve saikler de vardır.
Bunların sırayla şer'i hükümlerini ve iyi-kötü taraflarını açıklayalım:
a) Tarafların niyetleri iyi, ana-babaları da durumu bilmekte ve razı olmaktadırlar; bu şıkta hiçbir sakınca görmüyorum. Yalnız bu nikah ve diğerleri sun'i, şakadan, yarı muteber... bir nikah olmadığı, bütün sonuçları doğuran bir evlenme akdi mahiyetinde bulunduğu için taraflardan biri haklarını talep edince karşıdakinin direnmesi, hayır demesi manevi sorumluluk doğurur.
b) Bu evlenme akdi meşrûdur, taraflar evlenmiş sayılır, haklar doğmuştur, ancak kafalarında "anlaşamaz, kaynaşamaz isek ayrılırız, fiilen evlenme safhasına geçmeyiz" niyeti bulunduğu için ve fiilen de böyle olabildiği için her iki tarafın boşama hakkının bulunmasında fayda vardır. Erkekte bu hak zaten mevcuttur, kız da akdi yaparken eşinden bu hakkı talep edip almalıdır; çünkü ileride kız ayrılmak isteyip erkek bunu istemediğinde problem doğmakta, istenmeyen olaylar vukubulmaktadır.
c) MÜT'A NİKÂHI , muvakkat nikah (cinsî ilişki için veya bir müddet evlilik hayatı yaşamak üzere) yapılan nikah (evlenme akdi) normal hallerde, sünnilere göre caiz ve geçerli değildir. Normal dışı hallerde, mesela devamlı evlilik yapmanın mümkün olmadığı veya zor olduğu durumda kişi, evlenmediği takdirde zina yapmaktan korkuyorsa, cinsî baskı onu bu fiile zorluyorsa, harama düşmemek için geçici evlenme yapması bir iki sünni müctehide (dört mezhebde değil) ve genellikle şi'aya göre caizdir. Şi'a, bazı kayıtlarla normal hallerde de geçici evlenmeyi caiz görmektedir.
d) Birinci eşine haber versin vermesin bir erkeğin, ikinci bir eşle evlenme hakkı ilke olarak mevcuttur. Ancak bu hakkın kullanılması bazı şartlara bağlanmıştır; bu şartların bir kısmı hukukî, bir kısmı ise ahlâkîdir. Birinci eşe bilgi verilmezse ahlâkî bakımdan sakınca vardır, iki yüzlülük, ahde vefasızlık, bir sürü yalanlar, tertipler söz konusu olacaktır. Bilgi verilmesi halinde ilk hanımın, bütün haklarını alarak boşanma hakkı vardır. İkinci eşle evliliğin, iki tarafın ailesine ve çocuklara etkisi hesaba katılmalıdır; özellikle bu işin nadir olduğu zaman ve zeminlerde etkisi olumsuz olacağından, bunca olumsuzlukları hiçe saymanın şehveti tatmin dışında geçerli sebepleri, saikleri bulunmalıdır. İkinci eşle yapılan dinî nikah geçerli ilişkilerde haramlığı ortadan kaldırıcı olmakla beraber, şeriatın uygulandığı yerlerde, kötüye kullanılması, aileye ve topluma zarar vermesi gibi hallerde yönetici tarafından danışma yapılarak yasaklanabilir; bu takdirde ikinci eşle evlilik hukuken (kazaen) geçerli olmaz.
e) Üç talak ile boşamaların çoğu usulüne uygun yapılmadığı için geçersiz olmasına rağmen bazı ictihadlar bunları geçerli saydığı ve taklitçi fıkıhçılar da buna göre fetva verdikleri için taraflar sıkıntıya düşmekte, evlilik hayatına dönmek istediklerinde kendilerine, hülle adı verilen "başka bir erkekle evlenme şartı" dayatılmaktadır.
HÜLLE NİKÂHI: (üç kere boşanmış kadını, boşayan kocasına helal kılmak için bir başkası ile geçici olarak evlendirme, sonra boşandırma ve sonra ilk eşi ile evlendirme işlemi) bir rezilliktir ve İslâma iftiradır, İslâmda böyle bir işlem yoktur. Bir kere kocanın her aklına geldiğinde ve psikolojik durumu ne olursa olsun karısına "boşsun" demesi ile kadın boş olmaz; kadın, bir temizlik içinde (iki hayız arasında) ancak bir talak ile boşanır, kaç sayı zikredilirse zikredilsin bir talak ile boşanmış olur, boşama temizlik başlayınca cinsî birleşme yapılmadan vuku bulacaktır, aksi halde geçersiz olur. Koca boşarken serbest iradesi ile (zora gelmeden) bu tasarrufta bulunacaktır, akıl ve ruh dengesi yerinde olacaktır, öfkeye kapılmış bulunmayacaktır.
Bu şartlar dahilinde karısını üç kere boşamak bir anda olamaz, aylar içinde gerçekleşir, bu şartlara rağmen usulüne göre ve uzun sürede karısını üç kere boşamış bir erkek, onunla hemen yeniden evlenmek istemez. İstediği takdirde de bunu karşı taraf da istiyorsa birinci eş istedi diye ve ona dönmek için ikinci eş ile evlenme yapılamaz. İslâmda evlenme devamlı yaşamak için yapılır ve bunun da hukukî, sosyal, psikolojik, ahlâkî şartları, gerekleri vardır.
İşte bütün bu şart ve gereklere uygun olarak ikinci evliliğini yapmış bulunan bir hanım, ikinci eşinin kendisini boşaması veya vefat etmesi halinde, iki taraf da istiyorsa birinci eşi ile tekrar evlenebilir. Bu imkan, bütün boşanan kadınlar için de mevcuttur; yani ilk kocası üç kere değil de bir veya iki kere boşamış, kadın da onunla yeniden evlenmeyip bir başka koca ile evlenmiş, bu ikinci koca da onu boşamış veya ölmüş olursa bu hanım, istediği takdirde birinci kocası ile yeniden evlenebilir. İşin gerçeği budur, gerisi hızlandırılmış filimdir, oyundur, rezilliktir, günahtır.
f) Rejim ne olursa olsun, müslümanlar hangi çeşit yönetim altında bulunurlarsa bulunsunlar yaptıkları ve kendilerine uygulanan hukukî işlemlere şeriat (İslâm hukuku) açısından bakarlar. Bu bakımdan meşrû ve geçerli ise bunu geçerli sayar ve uygularlar, eğer şer'î bakımdan eksiklikler ve sakatlıklar varsa bunu, kendi sistemlerine göre yeni baştan yapar veya düzeltir, ondan sonra uygularlar. Mesela ülkemizde, sistemin noterlik kurumu vardır, müslümanlar da bu kuruma gider, çeşitli anlaşmalar, vekaletler, akitler yapar, bunları tescil ettirirler; kurum sistemin ve rejimin kurumu diye kendi inançlarına göre de doğru ve meşrû olan hukukî işlemler geçersiz olmaz, sakatlanmaz. Tıpkı bunun gibi muhtarlıkta, belediyede, konsoloslukta ki bunlar da rejimin kurumlarıdır yapılan nikah, şer'i bakımdan bir eksiklik taşımıyorsa geçerlidir. Esasen nikah akdini yapan, sayılan kurumlar değildir, akdin iki tarafıdır, erkek ile kadındır. Kurum yalnızca tescil ve ilan işini gerçekleştirmektedir. İmdi müslüman kadın ile erkek, şahitler huzurunda, dinin geçerli saydığı bir nikah akdi yaptıklarında; yani dinî bakımdan gerekli bulunan şartlara uygun bir akit yaptıklarında bu akit niçin geçerli olmasın, niçin başka bir akde (imam nikahına) ihtiyaç bulunsun? Nikah birdir, tektir; bu da İslâmın gerekli gördüğü şartlara uygun olarak yapılan nikahtır, nikahın yerine veya merasimi yönetene göre "belediye, imam vb." diye isim vermek sonucu değiştirmez; imam huzurunda olsun, belediyede olsun nikah, şartlara uygun yapıldığında geçerli olur, yapılmadığında geçersiz olur vesselam.
Hanefiler, ergenlik çağına gelmiş ve aklı başında bir kızın, nikah akdinde bizzat kendini temsil edebileceğini, velisine gerek bulunmadığını ileri sürmüşlerdir. Ancak yine Hanefilere göre, dengi ile evlilik yapmamış bir kızın velilerine, mahkemeye başvurarak akdin feshini talep hakkı verilmiştir. Zamanımızda, daha doğrusu ülkemizde velilerin böyle bir hakları yoktur, şer'i bakımdan bu haklarını kullanmak için başvuracakları dinî bir merci (kaza yetkisini haiz bir makam) de mevcut değildir. Şu halde veliler bu durumda nikahın feshini sağlama imkanından mahrum bulunmaktadırlar.
KUR'AN NİKÂHI - 2
Geçtiğimiz günlerde vuku bulan bir ev basma olayı sayesinde vatandaşlarımız fıkıh (İslam Hukuku) ile ilgili hayli bilgi aldılar, ancak bilgiler bir heyecan ve tartışma ortamında alındığı ve açıklamalar çelişik ve çatışık olduğu için kafaları da iyiden iyiye karıştı. Aslında müslümanların bu gibi konuları öğrenmek veya tartışmak, var ise problemleri çözüme kavuşturmak için başkalarının ötekilerin tertip ve tahriklerini beklememeleri gerekir. Soğukkanlı ve sağlıklı bir zeminde ehli tarafından konular açıklanmalı, tartışılmalı ve problemler çözümlenmelidir. Halihazırda olan, karşı tarafın (şeriata, onların deyişiyle köktendinciliğe, siyasî İslama karşı olanların) tertibi ile bir araya gelen bazı müslümanların (konu ile ilgili şahıslar ile hocaların), yine onların yönlendirmeleri ile çekişmeleri, bağrışıp çağrışmaları, birilerinin kına yakmalarına sebep olmalarıdır. Bu olup bitenlerden dahi dinin ve ümmetin hayrına sonuçlar çıkmasını diledikten sonra bazı noktalara farklı yönlerden yaklaşmak ve bakmakta fayda görüyoruz:
1. Medyanın konuya gösterdiği ilginin birinci sebebi seyirci toplayıp para kazanmak, ikinci sebebi ise bazı müslümanların hatalarından istifade ederek İslam'ı karalamak, şeriatı gözden düşürmek, kendi inanç ve yaşantılarına meşruiyet kazandırmaktır. Maksatları bu olmasaydı konuya bu kadar değil, gerektiği kadar yer verirler, sorularını tarafsız ve bütüncü (kendi kusurlarını da içeren) bir bakış açısından yöneltirler, İslam'ın ve değerlerin yıpranması için değil, yanlışların ortadan kalkması için gayret ederlerdi. Öteki cepheden olup da medyada çalışan ve bu konuya karışanların ifadelerine bakılırsa kendileri de müslümandır ve maksatları zulmü, ahlaksızlığı, istismarı, kötülüğü teşhir etmek ve ortadan kalkmasını sağlamaktır. Eğer bu beyan doğru ise Türkiye'de kadının cinsî bir araç gibi kullanılması, genç kızların çeşitli zaaf ve ihtiyaçlarından faydalanılarak bazen patronları ve amirleri tarafından iğfal edilmeleri, namus ve iffetlerini kaybetmeleri, para karşılığında namuslarının peşkeş çekilmesi, fuhşa sürüklenmeleri yeni bir olay mıdır, bu hafta mı ortaya çıkmıştır? Genelevleri, randevu evlerini, patronları tarafından iğfal edilen, baskı veya kandırma yoluyla ırzlarına geçilen kızları, kadınları duymadılar mı, görmediler mi? Görmedilerse görmek için neden zenaatlerini kullanmadılar? Yoksa onların hedefleri zina ve fuhuş değil de dinî nikâh mı? İmam nikâhı ile evlenip evlilik hayatı yaşayan müslümanlar mı? Eğer bunlar da müslüman iseler medyada, evli olmadıkları halde evli gibi yaşayan farklı cinsten veya aynı cinsten çiftleri, ayıp günah demeden, kınamadan, hatta imrenerek ve imrendirerek nasıl verebiliyor, ilişkilerini nasıl tabii ve meşru bir ilişki imiş gibi sunabiliyorlar?
2. Nasreddin Hoca merhumun evine hırsız girmiş, hoca durumu öğrenip ah vah etmeye başlayınca komşuları etrafına toplanmış ve her biri bir cihetten hocayı tenkit etmeye, tedbirsizliğini ortaya koymaya girişmişler, sonunda canı sıkılan hoca, "İnsaf edin yahu, hırsızın hiç mi suçu yok!" deyivermiş.
Kıssadan hisseye gelince: Mevcut hukuk sistemi, halkının yüzde doksan dokuzu müslüman olan bir ülkede zinayı serbest bırakıyor da evlenmeyi yasaklıyor; evet yanlış yazmadım, aynen böyle yapıyor. Siz böyle yaptığını neden mi farketmediniz? Söyleyelim: Kelimeleri ve kavramları değiştirdiği, değerleri altüst ettiği için. Bir müslüman, dininin hukukuna göre evleniyor (mesela ikinci bir hanımla nikâh yapıyor, bu evlilikten çocukları oluyor). İslam'a göre bu evlilik şartlarını taşıyor ise sahihtir, çocuk da babanın meşru çocuğudur, nesebi sahihtir. Halbuki bu ülkenin hukukuna göre örneğimizdeki müslümanın yaptığı zinadır, çocuğu da veled-i zinadır (nesebi belli ve sahih değildir). Öte yandan reşid olmuş bekâr bir erkek ile bekâr veya dul bir kadın birbirlerini sevdikleri için nikâhsız olarak cinsî temas yapsalar İslam'a göre bu zinadır ve cezası vardır, halbuki bu ülke kanunlarına göre mezkûr fiil zina ve fuhuş değildir. Dinleri, inançları ve gelenekleri ile bu derecede tutarsız, uyumsuz ve çelişen bir hukuk sistemi içinde müslümanların yanlış yapmaları bazen kaçınılmaz hale gelebilir. Bu yanlışlıkların ve hukuk ihlallerinin olmaması isteniyorsa kanunlar yapılırken halkın inancı ve geleneği kaale alınmalı, hesaba katılmalıdır.
Bu yazıda karşı tarafa vuruldu, onların eksikleri, kusurları ve kötü maksatları üzerinde duruldu. Peki müslümanların hiç mi kusuru, eksiği, sui istimali yok? Olmaz mı, kul kusursuz olur mu? Bunları aşağıda ele alacağız.
KUR'AN NİKÂHI - 3
Müslümanın bir nikâhı vardır; o nikâh, dünya hayatını da düzenleyen dininin, meşru ve makbul gördüğü, ilgili kaynaklarda tanımladığı, unsur ve şartlarını açıkladığı nikâhtır. Bu şartlar ve unsurlar arasında imam yoktur, nikâhı imamın kıyması yalnızca bir gelenektir, bu geleneğin oluşma sebebi de nikâh gibi önemli bir konuda bir hatanın, bir kusurun bulunmasını, günaha girilmesini, bir bilenin kontrolü ile engellemek olmalıdır. Şu halde imam nikâhından değil, İslam'a göre muteber olan ve olmayan nikâhtan (evlenme akdinden) söz etmek gerekir.
Evlenme akdi dinî, hukukî ve ahlakî birçok hükümler getiren, sonuçlar doğuran bir akittir. Bu sonuçları doğurmayacak bir evlenme akdi muhtemelen zina şaibesini ve günahını ortadan kaldırsa bile eksiktir, veballidir, uluorta uygulanmaması gerekir.
Müslümanların toplumdan gizleyerek, hukukî sonuçlarının uygulanmayacağını bilerek nikâh yapmalarının sistemden ve toplumdan kaynaklanan sebepleri de vardır. Üniversitede okuyan bir genç, etrafında meşru veya gayri meşru ilişkiler içinde bulunan çiftleri görmekte, basın, medya ve sanat tarafından da durmadan cinsî duyguları tahrik edilmektedir. Güçlü iradesiyle, oruç, zikir, güzel ve eğitici dostluklar ile kendini frenleyebilen gençler yanında bunu yapamayanlar da vardır. İşte bu ikinci sınıf gençlerin önünde iki yoldan biri açık hale geliyor. Ya evlenecek yahut da birçok arkadaşının yaptığı gibi zina yapacaktır. İnançlı ve iffetli bir genç zina yapamayacağına göre yolun biri daha kapanmış, geriye evlenme yolu kalmıştır. Toplum evlenmeyi elinden geldiği kadar güçleştirmiştir; genel kabule göre hem erkeğin aile geçimini temin etmesi gerekiyor, hem de evlenmeyi gerçekleştirmek için neredeyse bir servet harcaması icab ediyor. Hz. Peygamber (s.a.) evlenmeyi kolaylaştırdığı, Kur'an-ı Kerim "...eğer onlar yoksul iseler Allah onları lütfu ile zenginleştirir" (NUR SÜRESİ: 24/32.AYET) buyurduğu halde toplumun çalıyı tersine sürümesi evliliğin kâmil manada oluşma yolunu da tıkamış ve geriye ya zina yahut da eksikleri bulunsa bile bir yanıyla kitabına uyan nikâh kalmaktadır. Bunu kâmil hale getirmek yalnızca nasihatle, medyada tartışmakla olmaz; dinî, ahlâkî, sosyo-ekonomik tedbirler gerekir.
İslam'dan önce Arabistan'da birçok evlilik çeşidi ve bir çok kadınla bir arada evlenme imkânı vardı. İslam evlenme akdini bildiğimiz şekle (meşru tek evlenme çeşidine) indirdi. Birden fazla kadınla evlenmeyi de en fazla dört adet ile sınırladı, ayrıca bunu da ihtiyaç ve adalet şartlarına bağlayarak şartlara riayet edilmeme ihtimali, tehlikesi, korkusu var ise bir kadınla yetinilmesini istedi (NİSA SÜRESİ 4/3.AYET). Öte yandan kadınlara, evlenme akdini yaparken "kocasının üzerine ikinci bir kadınla evlenmemesi şartını koşma" imkânını verdi. Yüklü bir mehir koyan ve bu şartı da koşan kadının üzerine evlenmek her babayiğidin harcı olmayacaktır. Birinci kadının rıza gösterdiği, her iki kadının da mağdur edilmediği, ihtiyaçtan ve zaruretten kaynaklanan birden fazla kadınla evlenmeye de kimsenin bir diyeceği olmamalıdır.
Cihadsız dinî-ahlakî hayat olmaz; en büyük cihad nefse, nefsanî arzulara karşı, bu arzuları dengede tutmak ve meşru sınırlar içinde karşılamak için verilen cihaddır, çabadır, mücadeledir, direniştir. Bu cihadı kolaylaştırmanın, sağlıklı yürütmenin yolu Allah'a, Resulullah'a, Allah'ın sevdiklerine yönelik aşktır, sevgidir, düşüncedir, hizmettir. Âlimler ve eğitimciler çevrelerinde toplanan insanlara yenecek kuzu gözüyle bakmazlar, onları hizmete (Allah'ın razı olduğu inanç ve hayata yöneltmek üzere çaba göstermeye) layık Allah'ın kulları, manevî sermaye olarak görürler, görmelidirler.
Bütün müslümanlar dinin mübah kıldığı (mecbur tutmayıp serbest bıraktığı) alanlarda yapıp edeceklerinin kendilerine, ailelerine, dine ve ümmete ne getirip ne götüreceğini iyi hesap ederek davranmalıdırlar. Sırf şehveti (cinsî arzuyu) daha ziyade doyurmak için etrafı kırıp geçirerek, insanlara gözyaşı döktürerek, aileyi dağıtarak, kinler ve nefretler oluşturarak, yüzlerce yalan ve hileye başvurarak... yapılan gizli-açık evlilikleri İslam adına savunmak mümkün değildir. İzinler, cevazlar kullanılırken şartlar gözönüne alınmalıdır. Hz. Ali'nin, eşi Fatıma üzerine evlenmek istemesine Hz. Peygamber'in (s.a.) karşı çıktığını ve "kızımın günaha girmesine (fitneye) sebep olabilir" diyerek bunu önlediğini biliyoruz. İslam izin verdiği halde gayr-i müslim kadınlarla evlenmeye müslüman kadınların aleyhine olabilir diye Hz. Ömer'in karşı çıktığını biliyoruz.
Bugün kötü örneklerin ve uygulamanın İslam'a zarar verdiğini de biliyoruz. Biz biliyoruz da bazı mukaddeslerin arkasına sığınarak bedelini ödemeden nimetini yemeye kalkışanlar biliyorlar mı, bu konuda kuşkuluyuz!
0 notes
musstuffsworld · 1 year
Text
Tumblr media
TARİKAT VE TARIKAÇILIK:
SUAL: Din kitaplarından, din öğrenilemez mi? Bir tarikata bağlanarak mı din öğrenilir?
CEVAP
Eskiden hak tarikatlar vardı. Oralarda dinimizin emir ve yasakları anlatılır, dine uymanın yolları ve tasavvuf ilmi öğretilirdi. Zamanla, bunlar çok azaldı, belki de hiç kalmadı. Aslı olmayınca da taklitleri çoğaldı. Her köşe başında bir şeyh türedi. Şu anda hak tarikat olsa bile, bir tarikata girmek gerekmez. Sapık tarikatçiler çok olup hak olanını ayırmak zordur, çünkü hak zannederek bâtıl yola girilirse bundan kurtulmak çok zor olur. Yoksa hak tarikat, adından da anlaşıldığı gibi haktır. En sağlam yol ise, evliya zatların kitaplarından öğrenmektir.
Şimdi yapılacak iş, dinimizi o büyüklerin kitaplarından, yetkili âlimlerce doğru tercüme edilen kitaplardan öğrenmek ve bunlara uygun yaşamaya çalışmaktır. Bu kitapları okuyan, hem bilmediklerini öğrenmiş olur, hem de kitapta ismi geçen evliya zatları tanıyarak, kalbi onlara meyleder, bağlanır. Bütün dünyaya saçtıkları nurları alıp, olgunlaşmaya başlar. Ham bir karpuz, güneşin ışıkları karşısında zamanla olgunlaştığı, tatlılaştığı gibi, yetişerek kâmil bir insan olur. Nefsi de gafletten kurtulup namazın tadını duymaya, ibadetlerden zevk almaya başlar. Günahlardan, haram olan şeylerden, kötü huylardan nefret duyar. İyi huylar onun âdeti olur. Herkese iyilik eder. Millete faydalı olur. Ebedî saadete kavuşur ve başkalarını da kavuşturur.
HAK TARİKAT:
SUAL: Bir tarikata girmek farz, vacib veya sünnet midir? Bir yazıda, (Hak tarikat olsa bile, bir tarikata girmek gerekmez) deniyor. Gerekmez demek, lüzum yok mu demek, yoksa farz değil mi demektir?
CEVAP
Farz veya vacib değildir demektir. Öyle olsaydı âyet veya hadisle bildirilirdi. Tasavvuf büyükleri, evliya zatlar, bir tarikata girmenin müstehab olduğunu söylüyorlar. Dini, kendi başımıza öğrenmek zordur. Peygamber efendimiz, (İlim üstaddan [âlimden, hocadan] öğrenilir) buyuruyor. Onun için, bir tarikata girilerek, mürşid-i kâmilden din öğrenilirdi. Günümüzde ise, birçok bozuk tarikat da vardır. Herkes hak diye bir tarikata giriyor. Her şeyhin birçok müridi var. Şeyhim diyenlerin, kimi mehdiyim, kimi halifeyim diyor, hattâ peygamberim diyenler de var. Hepsi de kendi tarikatının doğru olduğunu söylüyor. Zaten doğru diye bilmese, o tarikatta işi ne? Bu feci durumdan dolayı, akıntıya kapılmamak ve çok dikkatli olmak gerekiyor. Nakli esas alan kitapları okuyan, hakkı bâtıldan ayırır. Böyle söylemek tarikata karşı olmak değildir. Bir şeyin sahtesinden kaçın demek, iyisinden de kaçın demek değildir. Genelde her şeyin sahtesi çok olur. (Hakiki tereyağı alın, hileli, karışık olanını almayın) veya (Piyasada hakiki tereyağı bulmak çok zor) demek, tereyağına hakaret olur mu? Bilakis tereyağının önemi bildirilmiş olur.
MÜRŞİDE İHTİYAÇ VARMI?
SUAL: Eskiden, insanlar neden bir mürşid-i kâmil aramışlardır? Mürşid-i kâmilsiz Allah'ın rızasına kavuşmak mümkün değil miydi?
CEVAP
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Allahü teâlâya kavuşturan yolu bulmak çok lüzumludur. İnsan, her bakımdan çok aşağıdır. Allahü teâlâ ise, her bakımdan yüksek ve kusursuzdur. Ondan gelen feyzlerin alınması için vericiyle alıcı arasında bir bağlantı, bir yakınlık olması gerekir. İnsanlarda bu yakınlık yoktur. Bunun için, bu yolu bilen bir kılavuza ihtiyaç şarttır. (1/169)
Böyle bir zatı seven kimse, kitaplarını severek okur, onu edeple, sevgiyle düşünürse, bunun da kalbi, temizlenmeye ve feyz almaya başlar. Allahü teâlâ bedenimizi, maddemizi, yetiştirmek için güneş enerjisini sebep kıldığı gibi, ruh ve kalblerimizi olgunlaştırmak için de, Muhammed aleyhisselamın kalbini, oradan yayılan nurları sebep kılmıştır. Kalbe, ruha gıda olan, evliyanın sohbetleri ve yazıları da, hep Resulullahın mübarek kalbinden yayılan nurlarla hâsıl olmuştur. (S. EBEDİYYE)
SAPIK TARIKATCILAR:
SUAL: Şeyh-ül-İslam Ebussüud Efendi, tasavvuf ehline sert davranıp, idamlarına fetva vermiş mi?
CEVAP
Büyük din âlimi Ebussüud Efendi hazretlerinin tasavvuf ehline sert davrandığı iddiası doğru değildir. Ancak tasavvuf ehlinin içine karışan sapık tarikatçılar için ve (Tasavvufta yüksek dereceye varanlar için, din teklifleri kalkmıştır. Onlar için helal ile haramın farkı yoktur) diyenler için sert davranmış ve bunların, fitne çıkarma, İslamiyet’i yıkma faaliyetlerinden dolayı, idam edilmelerine fetva vermiştir.
İslamiyet’ten ve tasavvuftan haberi olmayan kimseler, dini, dünya kazançlarına alet edip tasavvufa, hatta ibadetlere, mistik bir hareket olarak müzik sokmuşlardır. Dinimizde tasavvuf müziği diye bir şey yoktur.
KERAMET VE HOKKABAZLIK:
SUAL: Iraktan gelip, Avrupa’da ağızlarına ateş alan, avurtlarına şiş sokup çıkartan ve bu yaptıklarına keramet diyen kimselerin halleri İslamiyet’e uygun mudur?
CEVAP
Allahü teâlâ, böyle kimselerin Musa aleyhisselam zamanında da bulunduğunu haber veriyor. Bunlara keramet değil, sihir diyor. Böyle göz boyamanın haram olduğu (Fetava-yı hadisiyye)de yazılıdır. Bunlar, müslümanları aldatmaktadır. Bu hareketleri din değil, dinsizliktir. Japonya’daki gayrı müslimler de, sirklerde bunlarınkinden daha acayip şeyler gösteriyor. İslamiyet, hokkabazlık, cambazlık, sihirbazlık dini değildir. İslamiyet, inanması, yapması, sakınması gereken şeyleri, güzel ve çirkin huyları öğrenmek, herkese iyilik yapmak dinidir. Hadis-i şerifte buyuruluyor ki:
(Bir kimsenin havada uçtuğunu ve deniz üzerinde yürüdüğünü yahut ağzına ateş koyup yuttuğunu görseniz, fakat dine uymayan bir iş yapsa, keramet ehliyim derse de, onu büyücü, yalancı, sapık ve insanları doğru yoldan saptırıcı biliniz!) [El-Münire]
İmam-ı Rabbani hazretleri de buyuruyor ki:
Nefsi cilalanan bazı kimseler, harikulade haller gösterip sapıklık uçurumuna sürüklenmektedir. Evliyayı böyle yalancılardan ayıran en bariz fark, her sözünün, her hareketinin dine uygun olması, yanında bulunanların kalblerinde Allah korkusu ve sevgisi hasıl olmasıdır ve başka şeylerden soğumalarıdır. (2/92)
Muhammed Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Ahirette, Cehennemdeki ebedi, sonsuz azaptan kurtulmak için, İslam âlimlerinin bildirdiklerine inanmak gerekir. Evliyanın, bu bildirilenlere uymayan keşfleri kıymetsizdir. Tasavvuftan maksat, nefsin gizli ayıplarını anlamaktır ve dine uymanın kolay olmasıdır ve ihlasa kavuşmaktır. (1/182)
FIKIH VE TASAVVUF:
SUAL: Fıkıh yerine tasavvuf kitabı okumak uygunmu ve zikir nedir?
CEVAP
Fıkhı bilmeden dine uymak mümkün olmaz. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(İbadetlerin en kıymetlisi, fıkıh öğrenmek ve öğretmektir.) [I.ABDİLBERR]
(Her şeyin dayandığı bir direk vardır. Dinin temel direği, fıkıh bilgisidir.) [BEYHEKİ]
(Fıkıh öğrenmeden ibadet eden, gece karanlıkta bina yapıp, gündüz yıkana benzer.) [DEYLEMÎ]
İMAM-I MALİK HAZRETLERİ BUYURUYOR Kİ:
Fıkıh öğrenmeyip, tasavvuf ile uğraşan dinden çıkar, zındık olur. Fıkıh öğrenip tasavvuftan haberi olmayan bid'at ehli, yani sapık olur. Her ikisine kavuşan hakikate varır. (MEREC-ÜL-BAHREYN)
İbrahim Edhem hazretlerine, gece gündüz ibadet eden, vecde gelip kendinden geçen bir gençten bahsettiler. Gencin yanına gidip üç gün misafir kaldı. Çok acayip haller gördü. Gencin bu halinin şeytandan olup olmadığını öğrenmek istedi. Yediğine baktı. Helalden değildi. Bu hallerin şeytandan olduğunu anladı. Genci evine davet etti. Gence helal yemek verdi. Gençteki eski aşk ve gayret kalmadı. Bana ne yaptın diye sordu. İbrahim Edhem hazretleri, gence, (Sendeki haller şeytandandı. Helal yiyince şeytan giremedi. Esas halin meydana çıktı) buyurdu. (TEZKIZTERETUL-EVLİYA)
Kerameti inkâr, büyük sapıklıktır. Çünkü keramet, Peygamberin mucizesinin devamıdır. Ancak, istidracı keramet sanmamalıdır! Mucizeden başka harikulade haller, keramet, firaset, istidraç ve sihir adını alır. Velinin su üstünde yürümesi keramet, papazın su üstünde yürümesi sihir, fâsıkınki ise istidraçtır.
ZİKRİN FAZİLETİ:
Zikir, Allahü teâlâyı hatırlamak demektir. Bu da, kalb ile olur. Zikredince, kalb temizlenir, yani kalbden dünya sevgisi çıkıp Allah sevgisi yerleşir. Bazı kimselerin, bir araya toplanıp hay huy etmesi, oynaması, dönmesi, zikir değildir. Yüz yıldır, tarikat diyerek, birçok şey uyduruldu. Eshab-ı kiramın yolu unutuldu. Cahiller, fâsıklar şeyh olarak zikir ve ibadet ismi altında, günah işledi. Bugün hiçbir İslam ülkesinde, tasavvuf âlimi yok gibidir. Fakat sahte mürşitler, müslümanları sömüren tarikatçılar çoktur. Din büyüklerinin, eskiden kalma, halis kitaplarını okuyup, zikri, fikri bunlara göre doğrultmalıdır. Tarikatçılık, şeyhlik, müridlik gibi isimlerin perdesi altında iş gören, mal ve din hırsızlarına aldanmamalı, bunlardan kaçınmalıdır.
Bir şeyin sahtesinden kaçın demek iyisinden de kaçın demek değildir. (Hakiki tereyağı alın, hilelisini, karışık olanını almayın) demek tereyağına hakaret olur mu? Bilakis tereyağının önemi bildirilmiş olur. Her şeyin sahtesi de hakikisi de vardır. (Tasavvuf perdesi altında iş gören, mal ve din hırsızlarına aldanmamalı) dedik. Tasavvuf âliminin yok gibi olduğunu, yani çok az olduğunu bildirdik. Zaten kıymetli şeyler az, taklitleri çok olur. Bütün yayınlarımızda tasavvuf büyüklerinin, hayatlarını, menkıbelerini anlatıyoruz. Tasavvuf, evliyalık demektir. Tasavvufa hiç kimse karşı çıkamaz. Hakiki tasavvufa karşı çıkmak Müslümanlığa karşı çıkmak demektir. Fakat sahte tasavvufa karşı çıkmak her müslümana gerekir.
TARİKAT VE İLİM:
Tasavvufu, yani tarikatı öğrenmeden önce, ilim öğrenmek gerekir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Bir saat ilim öğrenmek veya öğretmek, sabaha kadar ibadet etmekten daha sevaptır.) [EBU NUAYM]
Bedreddin-i Serhendi hazretleri buyuruyor ki:
İmam-ı Rabbani hazretlerinden Buhari, Mişkat, Hidaye, Şerh-i Mevakıf kitaplarını okudum. Gençleri ilim öğrenmeye teşvik eder, Önce ilim, sonra tasavvuf buyururdu. Benim ilimden kaçındığımı, tasavvuftan zevk aldığımı görünce, hâlime merhamet ederek, (Kitap oku, ilim öğren, cahil sofu, şeytanın maskarası olur, rütbetül-ilmi aler rüteb yani, rütbelerin en üstünü, ilim rütbesidir) buyurdu. (TARIKÜL-KUDS)
TARİKAT MASKESİ:
Bir okuyucumuz, uzun mektubunda özetle diyor ki: (17 yaşında genç bir kızım. Okulda bir arkadaşım bana bir tarikata girmemi tavsiye etti. Onun tavsiyesine uyarak bir tarikata girdim. Hoca dediğimiz bu şahıs, belli tesbihler söylememi söyledi. "Sen kaza namazı kılma. Bunun sorumluluğunu da ben üstleniyorum" dedi. Sonradan hoca değil, bir büyücü olduğunu öğrendiğim bu adam, bana şeker vesaire yedirdi. Büyü yapmış. Bana yakın olmaya çalışıyor, beni kucaklıyordu. Zamanla iyi arkadaşlardan ve dinimden soğumaya başladım. Artık namazı falan bıraktım. Müziğe çok tutkun oldum. Kötü biri olmama sebep olan bu büyüden nasıl kurtulabilirim?)
CEVAP
Buna benzer mailler çok alıyoruz. Nakşi, Kadiri, Rufai gibi isimlere sığınarak, tarikat adı altında insanları kötü yola sürükleyenler gün geçtikçe çoğalmaktadır. "Sizden namazı kaldırdım, günahınız benim boynuma" diyen sapıkların tuzağına düşmemek için, önce dinimizi iyi bilmemiz gerekir.
Eğer gülü solan bu kız, yabancı bir erkekle, yalnız bir odada kalmanın, onunla konuşmanın, elini öpmenin haram olduğunu, Peygamber efendimizin hiçbir kadına mübarek elini öptürmediğini, hiç kimsede günah affetme yetkisinin olmadığını bilseydi, başına bu felaketler gelmezdi.
Müzik, her çeşit çalgı, insanı alkolik ve morfinman gibi gaflet içinde, uyuşuk yapar. Böylece, nefsleri azdırarak, ebedi saadetten mahrum kalmasına sebep olur. İslam dini, insanları bu afetten, bu sonsuz felaketten korumak için, müziğin zararlı olanlarını haram kılmış, yasak etmiştir.
Müzikten uzak durmaya çalışın. Her sıkıntının çaresi namaz kılmaktır. Namazı doğru kılarsanız, her kötülükten uzaklaşmış olursunuz. Haramların her çeşidinden kaçmanız, kötü arkadaşlardan uzaklaşmanız gerekir.
BAKÜ’DE BİR SAPIK:
Azerbaycan-Bakü’den bir okuyucumuz, uzun bir mektup yazmış. Bakü’deki sapık bir tarikat şeyhi varmış. Bu şeyhin bir çok sapık görüşlerini bildirmiş. Temiz kimselerin de bu şeyhin kurbanı olmasından korkuyor. (Birkaçına olsun cevap yazın da, şeyhin sapık olduğu meydana çıksın) diyor.
1- Sapık şeyh, (Her şey gibi günahı işleten de Allah’tır. Bunun için günah işleyenleri hoş görmelidir) diyormuş.
Allahü teâlâ, (Kötülük yapmayın, günah işlemeyin) buyuruyor. Hâşâ kendisi günah işletiyorsa, ne diye günah işlemeyin diye emretsin?
2- Sapık şeyh, (Her şey, Allah’ın bir parçasıdır) diyormuş. Böyle söylemek de küfür olur.
3- Sapık şeyh, (Çoğunluğun ayıp saymadığı şey, günah olmaktan çıkar) diyormuş.
Bu da zındıkların sözüdür. Bugün dünyanın çoğu içkiyi günah saymıyor diye, içki günah olmaktan çıkar mı? Bütün insanlar ne derse desin, Allahü teâlâ haram etmişse haramdır. Peygamber efendimiz haram olduğunu bildirmişse haramdır.
4- Sapık, (Kâfir hor görülmemeli) diyormuş. Kur'an-ı kerimde kâfirler aleyhine birçok âyet-i kerime vardır. Peygamber efendimiz, kâfirleri niçin hor görüp onlarla savaştı?
5- Sapık, (Kurban kesmek nefsi kurban etmektir) diyerek kurban emrini inkâr ediyormuş. Müslümanlıkta kurban kesmek yoksa, Peygamber efendimiz niçin kurban kesmiş ve kurban kesmeyi emretmiştir?
6- Sapık, reenkarnasyona inanıyor. Halbuki bu inancın küfür olduğunu daha önce bildirmiştik.
7- Sapık, (Cennet ve Cehennem bu dünyadadır) diyormuş. Bu görüş de Kur'an-ı kerimi inkâr etmek olur.
Birçoğu hurufilik inancına benzeyen sapık görüşlerden birkaçı bunlardır. Demek ki sadece Türkiye’de değil, her yerde insanları doğru yoldan sapıtan şeytanın adamları varmış. Dinimizi iyice öğrenmeden merak için de olsa, herhangi bir şeyh ile görüşmek doğru değildir.
Tarikat, dine aykırı olmaz. Her şeyin sahtesi çıktığı gibi, günümüzde sahte tarikatlar çoktur. Bugün yapılacak iş, eskiden yazılmış, İslam âlimlerinin kitaplarını okumaktır.
TARİKAT KARDEŞLİĞİ:
SUAL: Yabancı bir erkek ile yabancı bir kadın ahiret kardeşi olur mu? Komşumuz bir kadın, bir erkek ile ahiret kardeşi olmuş. Beraber bir odada kalıp, yiyip içiyorlar. "Namahremlik şartları aradan kalktığı için bize günah olmaz" ve "Biz aynı zamanda tarikat kardeşiyiz" diyorlar. Bu hususun dinimizdeki yeri nedir?
CEVAP
Bir erkek, yabancı bir kadına "Seninle ahiret kardeşi olalım" dese veya bir erkek diğer erkeğe, "Ahiret kardeşi olalım" dese, kardeş gibi yaşasalar, biri imanlı, diğeri imansız ölse, biri Cennete öteki Cehenneme gider. İmanlının imansıza hiç faydası olmaz.
Rasgele iki kişi arkadaş olsa, biri salih, diğeri fâsık müslüman olsa, salih kimse, ahirette fâsık arkadaşına şefaat eder. Onun için salihlerle, haramdan kaçan kimselerle arkadaşlık etmelidir!
Bir erkek, yabancı bir kadınla "Ahiret kardeşi" olup onunla yalnız kalamaz. O kadın ona yine yabancıdır. Onunla evlenebilir. "Aradan namahremlik şartları kalkar" demek, dinsizlerin, mülhidlerin, zındıkların uydurdukları şeylerdir. Nikah olmadan hiçbir yabancı kadın, bir erkeğe helal olmaz. Beraber bir odada bulunmaları haram olur.
Abdülkadir-i Geylani, Ahmed Rufai, imam-ı Rabbani hazretleri gibi tasavvuf büyükleri zamanında, onların yolundan giden tarikat ehli var idi. Şimdi bunların ismini kullanan, tarikat adı altında çeşitli rezaletler işleyen kimseler çoğaldı. Böyle kimseler, dinimizi bozmaya, yıkmaya çalışan sapıklardır. İslam âlimlerinin bildirdiği yoldan ayrılan dalalete düşer. Dinimizin hükümleri ortadadır. Haram belli, helal bellidir. Hiç kimse, haramı helal, helali haram yapamaz. Harama helal diyen kâfir olur. İslamiyet’te din kardeşliği vardır. Din kardeşiyle de evlenebilir. Ahiret kardeşi olmak da, din kardeşi olmak demektir. Bir kimse, ahiret kardeşiyle de evlenebilir. (HADİKA)
SAHTELERİ ÇOKTUR:
SUAL: Tarikat dine aykırı olur mu? Bir yere gitmem gerekir mi?
CEVAP
Tarikat, dine aykırı olmaz. Her şeyin sahtesi çıktığı gibi, günümüzde sahte tarikatlar çoktur. Bugün yapılacak iş, eskiden yazılmış, İslam âlimlerinin kitaplarını okumaktır. Önce dinimizin emirlerini iyi öğrenmek gerekir. Bid’atleri ve haramları dinin emri gibi işleriz de haberimiz olmaz. İslam âlimlerinin kitaplarını okumaya devam etmeniz kâfidir. Bir yere gitmeniz gerekmez.
EVLİYALIK TASLAYAN:
SUAL: Evliya ile evliyalık taslayanı birbirinden ayırmak mümkün müdür?
CEVAP
Evliyayı, evliyalık taslayan yalancılardan ayıran farkların en açığı, bütün söz ve hareketlerinin dine uygun olmasıdır. Evliyanın yanında bulunanlarda Allah sevgisi kuvvetlenir, haramlardan soğur. Fakat bugün dünyada böyle salih kimseleri bulmak zordur. Hakiki parayı bilmeyenin, kalbını, yani sahtesini ele geçirince, hakikisinden ayırması kolay olmaz. Bundan istifade eden yalancılar, sağda solda atını rahatça oynatabilmektedir. Bunları iyi tanıyabilmek için, dinimizi iyi bilmek gerekir. Sözü ve hareketi dine uygun olmayan, bırakın evliya olmayı, salih müslüman bile olamaz.
KERAMET EHLİ Mİ?
SUAL: Dine uymakta gevşek davranan, hatta bid'at ehli olan kimselerden keramete benzer harikulade haller zuhur ediyor. Böyle kimseler keramet ehli sayılır mı?
CEVAP
M.Masum-i Faruki hazretleri buyuruyor ki:
Resulullaha uymakta gevşek olanları, Onun ışıklı yolundan ayrılanları din adamı sanmayınız! Onların yaldızlı sözlerine ve ateşli yazılarına aldanmayınız! Yahudiler, Hristiyanlar ve Budistler de, tatlı ve yanık sözlerle, hileli mantıklarla, kendilerinin doğru yolda olduklarını, insanları iyiliğe, saadete çağırdıklarını bildiriyorlar.
Ebu Ömer bin Necib hazretleri buyurdu ki:
(Kendisi ile amel olunmayan ilmin, sahibine zararı, faydasından daha çoktur.)
Bütün saadetlerin yolu İslamiyet’tir. Kurtuluş yolu, Resulullahın izinde olmaktır. Hak ile bâtılı ayıran alamet, Resulullaha "sallallahü aleyhi ve sellem" uymaktır. Onun dinine uymayan her söz, her yazı ve her iş kıymetsizdir. Harika, açlıkla ve riyazet çekmekle hasıl olur. Yalnız Müslümanlara mahsus değildir.
İbni Mübarek hazretleri, (Müstehapları yapmakta gevşek davranan, sünnetleri yapamaz. Sünnetleri yapmakta gevşeklik de, farzların yapılmasını zorlaştırır. Farzlarda gevşek davranan da, marifete, Allahü teâlânın rızasına kavuşamaz) buyurdu. Bunun içindir ki, hadis-i şerifte, (Günah işlemek, insanı küfre sürükler) buyurulmuştur.
Evliyanın büyüklerinden Ebu Said Ebülhayra sordular; Filan su üstünde yürüyor. Buna ne dersiniz? (Bunun kıymeti yoktur. Ördek ve kurbağa da suda yüzer) dedi. Filan havada uçuyor dediler. (Sinek ve çaylak da uçuyor. Sinek kadar kıymeti var) dedi. Filan, bir anda şehirden şehre gidiyor dediler. (Şeytan da, bir solukta şarktan garba gidiyor. Böyle şeylerin dinimizde kıymeti yoktur. Mert olan, herkesin arasında bulunur. Alışveriş yapar, evlenir, ama bir an Rabbini unutmaz) buyurdu. (2/110)
En iyi insan, dinimize en iyi uyan kimsedir. Bazı iyi huylara sahip kimse de iyi insandır. Bir hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(Tevazu eden, helal kazanan, huyu güzel olan, herkese karşı yumuşak davranan ve kimseye kötülük etmeyen iyi bir insandır.) [BERİKA]
Bundan bana zarar gelmez denilen, çekinmeden yanına gidilen kimse iyi insandır. Sert davranır, kalb kırar korkusu ile yanına yaklaşılmayan kimse de kötü insandır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:
(İnsanların en kötüsü, zararından kurtulmak için yanına yaklaşılmayan kişidir.) [BUHARI]
MARİFET SAHİBİ OLMAK:
SUAL: Yeterli ilim ve amel sahibi olan birinden, keramet görülebilir mi?
CEVAP
İhlâs sahibi olmak da şarttır. İlmiyle ve ameliyle gururlanırsa felakete maruz kalır. İhlâssız veya bid’at ehli birinde olağanüstü hâller meydana geliyorsa, bunlar keramet değil istidraçtır, çok tehlikelidir. Onun için şeyh taslağı hocalardan görülen olağanüstü halleri keramet sanmamalıdır.
İlminin fazla, amelinin çok olmasıyla gurura kapılan bir kimse, marifet sahibi değildir. Mesela cin taifesinden olan İblis, meleklerden üstün bilgiye sahipti, onlara hocalık yapıyordu. Yanlış kıyas yaptı. Ateşin topraktan daha hayırlı olduğunu söyledi. Allahü teâlânın yanlış emir verdiğini söyleyerek Ona isyan etti. Kibirlenen İblis, böylece Allahü teâlânın gazabına uğrayıp lanete müstahak oldu. Ebedî olarak rahmet dergâhından kovuldu. (İslam Âlimleri Ansiklopedisi)
ESKİ DEVİRDE TARİKATLAR:
SUAL : Gerçek tarikatların ve mürşid-i kâmillerin çok olduğu devirlerde, tarikata girmek farz mıydı? Farz idiyse, bugün o boşluğu nasıl doldurmalıyız?
CEVAP
Tarikata girmek farz değil, müstehabdır. Ahlâk bilgilerini öğrenip kalbi temizlemeye çalışmalı. Bu bilgileri öğrenip onları yapmaya çalışmakla kalb temizlenir. Kalbin temizlenmesi, yalnız tarikatla olsaydı, tarikata girmek de vacib olurdu. Kalbi temizlemenin yolları çoktur. Kalbin temizlenmesi vacib, İslâm Ahlâkı kitabındaki bilgileri öğrenmek farzdır. Müstehabı yapmakla vacib yapılır, ama zordur. Farz yapılınca, vacib kendiliğinden yapılmış olur. Bunun için günümüzde, doğru kitapları okumalı, okuyanlarla beraber olmalı ve varsa emîre de itaat etmelidir. Piyasadaki sapık tarikatlardan birine giren kimse, dinini bozmuş ve kendini tehlikeye atmış olur. Bu tarikatların sapık olup olmadığı, Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarına uygun olup olmamasıyla anlaşılır. Mesela tarikat şeyhi, mehdi olduğunu söylüyorsa, dört mezhepten birine uymuyorsa, Eshab-ı kiramdan bazılarını kötülüyorsa, haram olan müziği mubah sayıyorsa, o kimsenin doğru yolda olmadığı anlaşılır.
MELAMİLİK:
SUAL: Melamilik nedir?
CEVAP
Eskiden uygun tarikatlar olduğu gibi Melamilik de uygundu. Eski Melamiler, ibadetlerinin görünmesine önem vermezlerdi. Herkese tatlı söyleyerek, gülerek kalb kazanmaya uğraşırlardı. Nafile ibadet yapmazlar, farzlara dikkat ederlerdi. Dünyaya düşkün değillerdi. Bunlara, Kalender de denirdi.
Melamilerin bugünkü yalancı taklitçileri, her türlü günah işler. (Kalblerimiz temizdir, her işi Allah rızası için yapıyoruz. Riyadan, gösterişten kurtulup, halis Allah adamı olmak için günah işliyoruz. Allahü teâlânın ibadete ihtiyacı yoktur. Kulların günah işlemesi, Ona zarar, ziyan vermez. Asıl günah, mahlûkları incitmek, can yakmaktır. İbadet de, insanlara iyilik, ihsan etmektir) derler. Bunlar, dinsiz zındıklardır. Bugün, Melamilerin bir şeyhleri vardır. Onun yanında bir iki dakika oturanın kalbi Allah dermiş. Gönülde içilen şarapla hemen sarhoş gibi olurmuş. Şah damarından daha yakın olan Allah'ın varlığını duyup, Onunla bir arada yaşarmış. Kendi özünden üstün bir etki ve yetki tanımazmış. Kendinde görüp duyduklarına inanılıp, başka bir şeye inanılmazmış. Özünden ve kendi tekliğinden başka varlık yokmuş. Bu sözler, Allahü teâlâyı inkâr etmek olup, küfürdür, zındıklıktır. (S. Ebediyye)
SÖZÜNDE DURMAMAK:
SUAL: Abdullah-i Dehlevi hazretleri, (Tarikata giren kimse, vazifelerine devam etmezse tarikattan çıkmış olur) buyuruyor. Niye tarikattan çıkmış oluyor?
CEVAP
O büyük zatın zamanında hak tarikatlar vardı. Tarikata girmek müstehabdı. İnsan, tarikat vasıtasıyla dinini öğrenmeye çalışırdı. Mürşid-i kâmil olan şeyhler, belli bir zikir ve vazife verirdi. (Şunları ye, şunları yeme, şu kadar zikir çek!) denirdi. Mürit de, bunu kabul ederdi. Sonra bunu yapmazsa verdiği sözde durmamış sayılırdı. Büyüklerin sözünü tutmayan da, onların yolundan çıkmış olurdu.
Müslüman bir kimse de, Müslüman gibi inanmazsa ve imanının gereğini yapmazsa, o da Müslümanlıktan çıkar. Hak bir mezhebe mensup olan kimse de, mezhebinin bildirdiği hükümlere uymazsa, mezhebinden çıkmış, mezhepsiz olmuş olur.
Sual: Önceden Müslümanlar dinlerini, vatan sevgisini, medreselerde, dergahlarda öğrenirlerdi. Peki sonra bunlar ne oldu?
CEVAP: Osmanlılar zamanında gençler, dinlerini ve vatan sevgisini öğrenmek için, bir âlimin, bir velinin etrafına toplanırlardı. Büyük âlimlerin gösterdiği yola Tarikat denildi. Tarikatlar her tarafa yayıldı. Müslümanlar ve vatan sevgisini öğrenen gençler, çoğaldı. Devletleri ele geçiren masonlar, bu hali görünce, tarikatlara dinsiz kimseleri karıştırdılar. Hakiki Müslümanlar azalıp, kalmayınca, tarikatlar, dinsizlerin, ahlaksızların elinde kaldı.
EVLİYAYA EVLİYA DENMEZ Mİ?
SUAL: Selefî biri, (Birine Evliya demek yahut ölmüşse, Merhum veya Rahmetüllahi aleyh demek, gaybdan haber vermek olacağı için şirktir. Mesela Abdülkadir-i Geylanî’ye veya başka birine evliya demek küfür olur) diyor. Bunlar yanlış değil midir?
CEVAP
Elbette yanlış. Birine merhum demekle gaybdan haber verilmiş olmaz. Eshab-ı kiramın tamamı Cennetliktir. Herbirine Radıyallahü anh denir. Eshab-ı kiramdan on kişinin, isimleri bildirilerek müjdelenmesi onlara ayrı bir ikramdır. Yoksa Sahabenin tamamı Cennetliktir. Kur'an-ı kerimde mealen, (Hepsine hüsnayı [Cenneti] vâdettik) buyuruluyor. (HADID SÜRESI 10 AYET:
HADİS-İ ŞERİFTE BUYURULDU Kİ:
(Beni gören müslüman Cehenneme girmez.) [TABERANİ]
Peygamberler, evliyalar şehidler Cennete gireceği gibi, imanlı ölen her günahkâr Müslüman kesin Cennete girecektir. Onun için ölen Müslümanlara “Merhum” veya “Rahmetüllahi aleyh” denir. Âlimlerin ismi geçince, “Rahmetüllahi aleyh” demekse müstehabdır. (REDD-ÜL-MUHTAR)
Müslüman olarak bilinen biri imansız ölse, ama imansız öldüğü bilinmese, ona hüsnüzan edilerek “Rahmetüllahi aleyh” demek caiz olur. Dinimiz zahire bakar. Aksine bir gayrimüslim, Müslüman olup, Müslümanlığını gizlese, kimseye bir şey söylemediği için herkes onu Hristiyan zannetse, imanla ölse, buna Müslüman denmez. Çünkü dinimiz zahire göre hükmeder. Müslüman olarak yaşayıp da imansız ölene de, imansız öldüğü bilinmediği için, “Müslüman” denir. Müslümana, “Merhum” veya “Rahmetüllahi aleyh” demek caiz olur. Bunun için Ehl-i sünnet âlimlerinin hepsine hüsnüzan etmeli, isimleri geçince, “Rahmetüllahi aleyh” demeli! Müminler, kâfir olarak ölse bile, bilmediğimiz için hepsini iyilikle anmalıyız. Bir hadis-i şerifte, (Ölülerinizin iyiliklerini anın!) buyuruldu. (TİRMİZİ)
İslam âlimlerini rahmetle anmak gerekir. Günahkâr da olsa, ölen Müslümana iyi demek caizdir. Birkaç hadis-i şerif meali:
(Ölen müminin iyi olduğuna şahitlik edilirse, Allahü teâlâ onun kötü olduğunu bildiği halde, “Müslümanların bu ölü hakkındaki şahitliklerini kabul ettim. Onun kötülüklerini de affettim” buyurur.) [Bezzar]
(Siz kimin iyiliğini söylerseniz Cennet ona vacib olur, kimin de kötülüğünü söylerseniz Cehennem ona vacib olur. Siz yeryüzünde Allah’ın şahitlerisiniz.) [Buharî]
(Hangi Müslümanın iyiliğine dört kişi şahitlik ederse, Allahü teâlâ onu Cennete koyar. Üç, hattâ iki kişi şahitlik ederse yine böyledir.) [Buharî]
Seyyid Abdülkadir-i Geylanî hazretleri gibi evliya zatları binlerce âlim, iyilikle anmış, Cennetlik olduğunu söylemiştir. Allahü teâlâ, iki Müslümanın şahitliğini kabul eder de, birçok âlimin, evliyanın ittifakla söylediği sözleri kabul etmez mi?
Dinimiz, görünüşe göre hüküm verir. Bir gayrimüslim de, iman edip Müslüman olarak ölebilir. Hatta Müslüman da olmuş olabilir. Ama çevresinden çekindiği için Müslümanlığını açıklamamış olabilir. Bunlara rağmen, böyle Müslümana merhum, rahmetli demek caiz olmaz.
VELİ NE DEMEK?
Genç ateist, bir kelimenin iki veya daha fazla anlamı olacağını bilmediği için veli kelimesine takılmış. Soruyor: Hiç Allah’ın velisi olur mu?
CEVAP
Bilindiği gibi yüz kelimesinin birkaç anlamı vardır. Baba kelimesi de öyle. Mafya babası, Bektaşi babası, Fakir babası, Para babası, Baba adam gibi farklı anlamlarda kullanılır. Harç kelimesinin de kullanıldığı yerlere göre çeşitli anlamları vardır. Mesela Maliye’de harç demek, vergi demektir. İnşaatta yenice su, kum karıştırılmış çimento demektir. Ziraatta gübre karıştırılmış toprak demektir. Mutfakta da harç vardır, köfte harcı, dolma harcı gibi.
Genç bunları bilmediği için, diyor ki: Veli ne demek, koruyan, gözeten demek. Okula başlayan her öğrencinin velisi olur. Öğrenci velisinden sorulur. Allah'ın velisi deyince de Allah'ı koruyan biri anlaşılır. Demek ki sizin Allah’ınızı koruyup gözeten veliler var öyle mi?
CEVAP
Ne kadar cahillik bu. Bir kelimenin birkaç anlamı olur diye yukarıda açıkladık. Veli, ermiş kimse demektir. Veli kelimesinin çoğulu evliyadır. Öğrenci velileri toplandı denilince bu, evliyalar anlaşılmaz. Senin bu yanlışlığın, 1970 lerdeki bir olayı hatırlattı. Belki o zamanlar sen doğmamıştın. Fikir babanız Prof. İlhan Arsel, (Biz üniversitede kapıcılık bile yapamayız) diyerek istifa ettiği zaman, Meydan dergisinde bir yazar, senin yanlışlığına benzer bir yanlışlığını hatırlatmıştı. İlhan Arsel, Ebussüud efendinin bir fetvasını okumuş, senin gibi yanlış anlamış. Genç bir kızın pire verilip verilmesi ile ilgili fetvasındaki pire vermek sözünü anlayamamış. (Görüyorsunuz, Müslümanların Şeyh-ül-İslamı, bir kızı pire ile evlendiriyor) demişti. Halbuki, o kelime pire değil pir idi. Pir ise ihtiyar demektir.
HAKK’A YÜRÜDÜ DEMEK.
SUAL: Bir hoca, (Ölen bir Müslüman için Hakk’a yürüdü, Hakk’ın rahmetine kavuştu demek gaybdan haber vermek olur. Onun rahmete kavuştuğu nereden biliniyor ki? Aşere-i mübeşşere hariç, imanla öldüğü bilinmediği için hiç kimseye, merhum, rahmetli denmez) dedi. Âlim ve evliya zatlara da merhum denmez mi?
CEVAP
Hüküm zahire göredir. Müslüman olarak bilinen biri imansız ölse, fakat imansız öldüğü bilinmese, hüsnü zan edilerek ona merhum, rahmetli denir. Aksine bir gayrimüslim, Müslüman olup, Müslümanlığını gizlese, kimse bilmediği için herkes onu Hristiyan zannetse, buna Müslüman denmez, kâfir denir.
Bütün din kitaplarında âlim veya evliya olarak bilinen zatlara, rahmetullahi aleyh denmiştir.
Hakk’a yürümek tabiri, öldü demektir. (İmanlı öldü) demek değildir. Müslüman olarak yaşayan ve kâfirliği bilinmeyen kimse için, (İmanlı öldü) manasında da kullanılabilir.
KAFİRLERE VE (Ben de Müslümanım) dediği hâlde İslâmiyet’e açıktan düşmanlık edenlere rahmetli, merhum denmez.
3 notes · View notes
musstuffsworld · 1 year
Text
ÖLDÜKTEN SONRAKİ SESLER.
“Ey insanoğlu! Dünya mı seni bıraktı, sen mi dünyayı bıraktın? Dünya mı seni topladı, sen mi dünyayı topladın? Dünya mı seni öldürdü, sen mi dünyayı öldürdün?” Ölenn kimse, yıkanacağı yere konduğu zaman da gökten üç ses gelir ki; onlar da sırası ile şöyledir:
“Ey insanoğlu! Hani nerede güçlü bedenin, şimdi ne kadar da zayıfsın! Hani nerede güzel konuşman, şimdi ne kadar da suskunsun! Hani nerede duyan kulakların, şimdi ne kadar da sağırsın! Bu ses, şu cümle ile bağlanır: “Hani, seçkin dostların neredeler, ne kadar da yalnız kaldın!” Ölen kimse, kefenlendiği zaman da yine gökten üç ses gelir ki onlar sırası ile şöyledir:“Ey insanoğlu! Eğer Allah’ın rızasına sahip isen, ne mutlu sana. Eğer Allah’ın dargınlığını almışsan, vay haline! Ey insanoğlu! Eğer yerin cennet ise, ne mutlu sana. Eğer yerin cehennem ise vay haline! Ey insanoğlu! Uzun bir yolculuğa çıkıyorsun, azığın da yok. Evinden çıkıyorsun, bir daha da oraya dönmeyeceksin. Hem de sonsuza kadar. Dehşetlerle dolu bir eve gidiyorsun.”Ölen kimsenin cenazesi taşınmaya alındığı zaman yine gökten üç ses gelir; bu sesler de sırası ile şöyledir: “Ey insanoğlu! Eğer amelin hayırsa, ne mutlu sana. Eğer tevbekâr olmuşsan, ne mutlu sana. Eğer Allah’a itaatkâr olmuşsan, ne mutlu sana.Ölen kimse, cenaze namazı kılınacağı yere konduğu zaman da gökten üç ses gelir, o sesler de sırası ile şöyledir: “Ey insanoğlu! Şimdiye kadar işlediğin her işini, şu anda göreceksin. Eğer işlerin hayır ise, hayır göreceksin. Eğer amelin şer ise, şer göreceksin.”Ölen kimsenin cenazesi kabir ağzına konduğu zaman gökten üç ses daha gelir ki; bu sesler sırası ile şöyledir:“Ey insanoğlu! Ömür boyu çalıştın, bu batak için ne hazırladın? Zengin halinden, bu fakirlik gününe ne taşıdın? Bu karanlık yer için, nasıl bir aydınlık getirdin?”Ölen kimse, kabrine konduktan sonra da yerden üç ses gelir; bu sesler de sırası ile şöyledir: “Ey insanoğlu! Sırtımda iken gülüp oynuyordun; şimdi içimde ağlayacaksın.
Sırtımda iken sevinçli idin; şimdi içimde üzüleceksin. Sırtımda iken konuşuyordun, şimdi suskun olacaksın.”Ölen kimseyi insanlar kabrinde yalnız bırakıp gittikten sonra, Yüce Allah şöyle buyuracak:“Ey kulum, şimdi tek başına yalnız kaldın. Herkes, seni bu kabir karanlığında bırakıp gitti. Halbuki sen onlar için bana karşı gelmiştin!
Bugün ben, sana öyle merhamet edeceğim ki, insanlar buna şaşıracaklar. Çünkü ben sana bir ananın çocuğuna olan şefkatinden daha şefkatliyim.”BU DÜNYA EKİN TARLASI NE EKERSEN ONU BİÇERSİN
ÖNEMLİ OLAN AHİRETTİR YOL KISADIR KARDESIM HİÇ ÖLMEYECEK GİBİ YAŞAMA GİDENLER NEREYE GİTTİ BİR DÖN BAK ARDINA TÖVBE ET ONUN RAHMETİNE SIĞIN MERHAMETLİLERİN EN MERHAMETLİSİNE
Bu dünya mel’undur içindekiler de mel’undur {yalandır} Geldiğimiz yere gidecegiz birer birer Hesap var terazi var azap var sonsuzluk var.
0 notes
musstuffsworld · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
CÜBBELI AHMET ÜNLÜ HOCADAN HELAL SEKS TARİFİ!
Cübbeli Ahmet Hoca'nın Teketek programındaki İslamiyet'te cinsellik, Barbie, damacanayla mastürbasyon, kadınlarla helal seks gibi konulardaki fikirleri...
Nakşibendi Tarikatı'nın Ismailağa kolunun önde gelenlerinden 'Cübbeli Ahmet Hoca' olarak tanınan Ahmet Mahmut Ünlü, küçükken cübbe ve sarığa çok meraklıydı, annesinin namazlığını alıp başına sarar, namaz kılardı. Kibrit kutusundan cami, çöplerinden de cemaat yapar ve onlara namaz kıldırırdı. Fahri Efendi'den ders aldıkları sırada, doktorun oğlunun da adının Ahmet olması üzerine, Fahri Efendi bu iki çocuğa hitap etmede karışıklık olmasın diye, Ahmet Mahmut Ünlü'ye 'Cübbeli Ahmet' ismini koydu. O gün bugündür, Ahmet Hoca "Cübbeli Ahmet" diye anılır oldu.
KADİR GECESİ ZİNA YAPARSAN BÜYÜK GÜNAHA GİRERSİN
"Bu zina gibi, livata gibi büyük bir günah değildir. Damacanayla seks küçük bir günahtır. İslam'da şehvetle bakmak haramdır. Böylesi bir bakışla insan duvara da baksa kadına da baksa harama bakmış olur. İnsanların nikah yollu evlilikleri helaldir. Fakat bunun dışında tatmin yolu arayanlar günah işlemiş olacaktır. Damacanayla seks küçük bir günahtır. Ama, hayvana tecavüz büyük
günahtır. Milletin karısına kızına saldıracağına, mastürbasyon günah değildir. Dayandı kapıya artık durumu varsa, haramdan kurtarması lazım. Tövbe kapısı açıktır. Çapkınlıkta da, minareden karı kız kollarsan başka, kapıdan ', kollarsan başka! Minarede kollarsan bu karı kızı, iş değişir, Zinayı kerhanede yaparsan haram, ama Kadir Gecesi yaparsan çok fena. Kabe'de yaparsan, taş olursun!
BAŞ AÇIK NAMAZ KILINMAZ
"Adet dönemlerinde kadınlar namaz kılamaz. Bu Hadis-i arifte vardır. Namaz da kılamaz, oruç da tutamaz, unun kazası yoktur. Kadın de yalnızken, başı açık namaz da kılamaz. Namazın altı şartı var. Avretini örtecek. Erkek olsun kadın olsun fark etmez. Kadın dma da kılsalar örtecek, eğil' diyenler, uyduruyorlar, kadının avret yeri daha geniş, din nasıl göğsü açık dolaşamaz, göğsü açık da namaz kılamaz."
EŞCİNSELLER BAŞKA GÜNAHLARDAN KAÇSIN
"Tövbesi var. Alışkanlık işte, bırakamayanlar var. Allah kurtarsın. Ama tabii bu haramdır. Livata haramdır. Yaptığı işin haram olduğunu bile bile yapıyorsa, günahkardır. Günahlarımızdan ve sevaplarımızdan farklı yargılanırız. Eğer homoseksüel birisi livata ettiyse, bu onun diğer sevaplarının yok sayılacağını göstermez. Diğer günahları yapmamaya çalışması lazım. Hatta içindeki duyguları bastırmaya çalışması lazım. Adam öldüren, zina edenler cennete girebilecekken eşcinseller neden girmesin? Olmaz öyle şey. Başka günahlardan kaçabildiği kadar kaçsın. Ama bundan da vazgeçmeye çalışsın. Dosyayı azaltmaları lazım, çünkü sevap günah tartılacak. 'Hermafroditler için ise' diyecek bir şey yok. Allah onu öyle yaratmış, bunun sebebini sormaz. Hangi tarafı ağır basarsa, ona göre tercihini yapar. Onların orucu, namazı geçerlidir."
EŞLERİNİZ TARLALARINIZDIR
"Nikahlı, evli insanlar cinsi ilişkilerde küçük livataya düşebiliyorlar. Cemaatin hanımlarından şikayet geliyor. 'Kocamız işte efendim filmde seyretmiş, bir yerde seyretmiş; Allah muhafaza bu şekilde istimal etmeyi bize teklif ediyor ve bizi zorluyor.' Hadis-i Şerif bu ümmetin sonunda, 'Kıyamet çok yaklaşınca, birtakım şeyler belirecek, bunlar benim ümmetimde zuhur edecek' diyor. 'Ümmetim yanlışlar yapacak' diyor. Bir adamın eşiyle arka yönden, büyük abdest mahallinden birleşmesi, Allah'ın, Peygamber'in de kızdığı, lanet yağdırdığı kötü amellerdendir. Bu ne iştir? Eşleriniz sizin ekin tarlanızdır, onlara çocuk ekersiniz. Çocuk olan noktadan müsade vardır ama bunun tersinden cima olmaz. Hayızlı bir kadınla da cima yasaktır. Hayız halinde olsun olmasın, arka tarafından cinsi şekilde yaklaşana Allah lanet eder. Çok büyük günahtır. Yani bunun ne kefareti var diye sorulur mu? Cehennemi ateşleri yakar! Ocağın yanar. Allah işini tersine döndürür, bütün bereketin biter.
Müslüman bir ocakta nasıl olur bu? Allah muhafaza. Bunlar kıyamet alametidir. 'Allah benim karımla ne yaptığıma ne karışır' diyenler olabilir. Allah sana karını emanet etmiştir. Sen diyebilir misin ki Allah ne karışır? Sınır vardır. Makat bölgesi, döl yatağı olmadığı için, ters ilişki haramdır. Dübürden, makattan yaklaşan melundur. Bu hadise göre bu lanetten uzak durmak lazımdır. Rahim yoluna hayızken yaklaşmak haramdır. Temiz halinde, rahim yoluna yaklaşmanın her türlüsü helaldir. Diz kapağıyla göbek arasına hayızken (regl) yaklaşılmayacak. Hayız halinde vücudun çıplak bölgesine değmek helaldir. Eğer helal yoldan tahrik edecekse ve bir cinsel yakınlıkta yardımcı olacaksa, beis değildir. Normalde birbirinin avret yerlerine bakmak unutkanlık getirir. Unutkanlık da iyi bir şey değildir. Tenasül uzvunu ağza almak, bu müsait değildir. Bizim mezhebimiz buna müsait değildir. Ağızlarınız Kur'an yoludur. Bunu Kur'an yoluna karıştırmak uygun değildir."
CENNETE GİDEN KADIN İSTEDİĞİ KADAR CİMA EDECEK
"Cennete giden kadınlar, evlilerse kocalarına verilecekler. Yalnız çok adamla evlendilerse, son kocaya verilecekler.
1 note · View note
musstuffsworld · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
"ÇAYELİ’NIN HİKÂYESİ"
Çayeli’nde dünden bugüne çok güzel insanlar yaşadı!
Bu insanlar çok çetin bir hayat mücadelesi verdiler;
Ürettiler ve geride hoş bir seda bırakarak gittiler!
Çayeli’nde doğan bu güzel insanlar;
Yoksulluğu gördüler.
Komşuluğunun en güzelini yaşadılar.
“Sarıkamış Harekâtına” katılıp;
Yüzlerce evladını vatan için “Şehit” verdiler.
Çayeli’nin Meydanlarında hep birlikte;
“9 Mart Kurtuluş coşkusunu” yaşadılar.
Uzak yollar yürüyerek okullara gittiler;
Tahta sıralarda dirsek çürüttüler.
“Eski Caminin” yapımında bulundular;
Birlikte saf tutup namaz kıldılar.
Kayıkhanede ağlarını hazırladılar;
Denizden zargana, kefal, hamsı;
Derelerden olta ile alabalık tuttular.
Özel yetiştirilmiş av köpekleriyle;
“Atmaca ve Bıldırcın” avına birlikte çıktılar.
Çayeli’nin vadilerinde, çimenliklerinde;
İnek yetiştirip, çobanlık ettiler.
Saatlerce yürüyerek yaylalara çıktılar.
Çay Bahçelerinde önce elle ve orakla sonrada;
“Çay Makasıyla” hep birlikte tente tente çay topladılar.
“Kuspa Tepesine” çıkıp;
Çayeli’ni kuş bakışı birlikte seyrettiler.
Liman Köye, tünele birlikte gidip;
Karadeniz’in mavi sularında birlikte kulaç attılar.
Kavağın dibinde, İskelenin ucunda, Eski Caminin Meydanında;
Çay eşliğinde hep birlikte oturup sohbet ettiler.
Çayelili “Ahmet Mesut Yılmaz” Başbakan olunca;
“Çayeli’nin Meydanında” birlikte horon oynayıp eğlendiler.
“Çayeli’nden Öteye” türküsünü Dünyaya tanıtan;
“Dursun Tanyaş’tan” birlikte gurur duydular.
“Lale Sinemasında” Yeşilçam filmlerine;
Birlikte gidip birlikte ”Sabri Dayıdan” fırça yediler.
Çarşamba günleri birlikte pazara çıktılar;
“Sucu Dedenin” suyundan birlikte içtiler.
Servet Çomoğlu’nun “Gurbetten Çayeli’ne” şiirini;
Gurbette birlikte okuyup, birlikte hüzünlendiler.
“Kara Ahmet’in” çalıştırdığı Çayelispor’da;
Birlikte top oynayıp şampiyonluk sevinci hep birlikte yaşadılar.
“Yetimin Arabasına” binip güle oynaya Rize’ye;
Rizespor’un ve Çayelispor’un maçını izlemeye birlikte gittiler.
“Tahsin Hocamızın” okuduğu Ezanı duyup;
“Eski Camide” birlikte “Cuma Namazında” saf tuttular.
Eski Cami’de, Yeni Cami’de, Sahil Camiinde vaaz dinlediler hep birlikte;
“Sefer Sarı, Nevzat Sağlam, Emin Gemici, Selahattin Kesici” Hocalardan.
Çayeli Lisesinin efsanesi “Taha Hoca” ile sınıfta;
Birlikte “Bozkara muhabbeti” yapıp güldüler.
Bisikletçi “Cahit Ustanın” dükkânına gidip;
Üç ve iki tekerlekli bisiklete binerek harçlıklarını birlikte yediler.
Hafta Günleri, Çayeli’nin hamalları olan “Zeki ve Durali’ya”;
Birlikte yük taşıtma yarışına girdiler.
Arabaları bozuldu mu“Laz Osman ve Ali Kutlu Ustaya”;
Birlikte götürüp motorlarını tamir ettirdiler.
Yayla zamanı “Kasar Nihat Amca”ile;
Birlikte yaylalara ava gittiler.
“Çiha Mehmet ve Koçken İdris’in” tulumu eşliğinde;
Birlikte türküler söyleyip horon oynadılar.
“Salim Süer Amcamızın” kolunda taşıdığı “Atmacasını”;
Çayeli sokaklarında birlikte görüp sevdiler.
“Yusuf Kurçenli’nin” filmlerini, “Dursun Karaca’nın” bestelerini;
Televizyonlarda birlikte izleyip dinlediler.
“Tuncay Sipahi, Mustafa ve Maksut Küçük”;
Türkiye Boks şampiyonu olunca hep birlikte gururlandılar.
“Mustafa Sırtlı, Hasan Yazıcı ve Sinan Akçal’ın” türküleri ile;
Hep birlikte hüzünlenip, neşelendiler.
Çayeli Kızılay Şubesine gidip, kimse görmeden;
“Mehmet Küçükislamoğlu Amcadan” yardım aldılar.
Çayeli’nin ilk eczanesini açan;
“Naci Bilgin’den” ilaçlarını alıp sağlıklarına kavuştular.
Diş Doktoru“Mustafa Mahrabel’e” gidip;
Diş çektirip yeni dişler yaptırdılar.
Düğünleri için “Muhittin Kalender ve Gündüz Ayar’a” gidip;
“Gelin Elbiselerini” hep birlikte kestirdiler.
Gelinler için çeyizlik ve evlere yorgan ihtiyacı için;
“Besim Aydın’a” gidip birlikte alışveriş yaptılar.
En şık takım elbisesi diktirmek için;
İnönü’nün terzisi Remzi Okuyan’a gittiler.
“Çomoğlu ve Erdemli Başlıkçılığa” uğrayıp;
Başta hamsi olmak üzere her çeşit balığı alıp birlikte yediler.
“Ekmekçi ve Kadıoğlu Kasaplara” gidip;
Et ve kıyma alıp birlikte evlerine döndüler.
Evlerinin ihtiyacı olan araç ve gereçlerini;
“Salih Fettaoğlu’ndan” temin ettiler.
“Yunus Safi Ustaya” gittiler;
Evlerinin cam çerçeveye ihtiyacı olduğu zamanda.
İneklerine ot; evlerine kereste ihtiyacı oldu mu?
“Yılancıoğullarının ve Koçalların” yolunu tuttular birlikte.
Benzin, gaz, mazot ihtiyacı olduğunda;
“Tüysüz ve Kutlu Petrola” hep birlikte gittiler.
Beyaz eşyaya ihtiyaçları olduğu zaman;
“Kalyoncu Mehmet ve Nuri Sarı’nın” dükkânına gittiler.
Ayakkabılarının altı delindi mi, tamir için;
“Yusuf Makas ve Alibey Kurçenli Ustaya” müracaat ettiler.
“Fotosan”,”Uzay”, “Foto Bahar” ve “Sedef” Fotoğrafçılarına gidip, en güzel;
“Düğün”, “Çay Cüzdanı” ve “diploma” fotoğraflarını birlikte çektirdiler.
Zancel’in efsane muhtarı “Pit Osman” ile;
Birlikte sohbet edip hep birlikte güldüler.
Çayeli’nde “Mutlu Düğün Salonunda” ya da Köylerimizde ki düğünlerimizi;
Çayeli’nin efsane kameramanı “Hakkı Kadıoğlu Dayımıza” çektirdiler.
Erkek çocuklarını sünnet için;
“Sıhhiye Mustafa Kalyoncu’ya” birlikte götürdüler.
Devlet Hastanesinde “Remziye Küçük ve Fatma Balcı Ebeye”;
Hastalarını hep birlikte gönül huzuru ile teslim ettiler.
Avukatlar, “Mehmet Yağcı, Nazmı Sarı ve Naci Çomoğlu’na” gittiler;
Kanuna karşı başları her sıkıştığında.
Gurbete gidenlerimiz “Şakır Bilgili ve Şemsettin Gümüş’ün”;
Kullandığı otobüslerle sevdikleriyle vedalaşıp Çayeli’nden yola çıktılar.
Yazın sıcaklarında “Yaşar Azman Usta’dan;”
Çeşit çeşit en lezzetli dondurmayı yediler.
Dinlenmek dost sohbeti yapmak için;
“Dursun Bayraktutan ve Aziz Şamlıoğlu’nun” çay ocağına gittiler.
Çayeli’nin Sokak ve Caddelerinde;
“Momi, Deli Hakki, Zekeriya ve Sami’den” birlikte küfür yediler.
Hep birlikte yorgunluklarını çay ve kahve eşliğinde;
“Akın Kıraathanesi, Emicenin Kahvesi ve Şenol’un Yerinde” attılar.
Çayeli’nin dünyaca tanınan meşhur simidini;
“Şişkonun Fırınından” alıp, çay eşliğinde birlikte yediler.
En güzel “kuzine ve bakır eşyaları”;
“Osman Leventoğlu ve Neşat Uzunoğlu Ustaya” yaptırdılar.
Evlerinin kırılan camlarını;
Çayeli’nin meşhur camcısı “Nuri Çomoğlu Ustaya” taktırdılar.
Çayeli’ne gelen misafirlerini;
“Hüsrev’de, Lale’de ve Kibritçi’de” ağırladılar.
Okula giden çocuklarının kitaplarını;
Kitapçı “ŞERİATÇI HACI MUSTAFA YAZICI ve İsmet Hüsrev’den“ aldılar.
Gurbete gidenlerimizi bir dernek çatısı altında toplayan;
“Ali Fuat Albayrak ve Yılmaz Hüsrev’e” müteşekkir oldular.
Tarkan, Kara Murat gibi dergi ve gazetelerini;
“Aydın Kitapevinden” alıp okudular.
Çayeli’nin efsane Başhekimi “Opr. Dr Haldun Çoban’ın” yazdığı reçeteleri;
“Eczacı Selahattin Sözer’den” aldılar.
Bir yere gitmek istediklerinde;
Efsane minibüsçüler ” Musa Çifçi ve Cihan Bilgili’ye” müracaat ettiler.
Çayeli’nin en eski gazetesi olan “Çayeli Gazetesini”
“Memiş ve Talip Saklı’nın” elinden alıp okudular.
Çayeli’nin en nüktedan berberi “Eyüp Ustaya” gidip;
Saç-sakal tıraşını güle oynaya birlikte oldular.
Şehit evlatları “Süleyman Çolak ve İdris Demirbaş’ın” arkasından;
Bütün Çayeli hep birlikte yürüyerek hüzün duydu.
Gün geldi kimisi gurbete çıktı,
Kimisi Çayeli’nde kalıp baba ocağını bekledi.
Aradan yıllar yıllar geçti.
Gidenlerin bir kısmı geri döndü.
Birçok şeyin değiştiğini gördüler.
Hüzün ve özlemle dolaşırken Çayeli’nde;
Eski sokakların, dükkânların, insanların bir kısminin yok olduğuna şahit oldular.
Geride bıraktıkları çocukluk ve gençlik arkadaşlarına rast geldiler.
Eskisi gibi deniz kenarındaki taşların üzerinde oturup hatıralarından konuştular yeniden.
Hayatın kaçınılmaz ve değişmeyen, değişmeyecek olan gerçeğiyle yüzleştiler;
O iyi insanların birçoğu; “güzel atlara binmişler ve Çayeli’nin hikâyelerinden çekilip gitmişlerdi!”
Bende dilimin döndüğünce elinizdeki bu kitaba “Çayeli’nin Hikâyesi” ismini veren;
“Çayeli’nin ve Çayeli İnsanının Hikâyesini” yeni nesiller öğrensin, asla unutmasın, geçmişini yâd etsin diye, şiirsel bir dille anlatmak istedim.
Şunu bilmenizi ve duygularımı anlamanızı bütün kalbimle isterim.
Çayeli’nde bizzat yaşadığım ve duyduğum hikâyelerin yanında, tanıdığım insanların hayat hikâyelerinin omuzlarıma yüklediği sorumluluğunun ağırlığını hissettim bir ömür boyu!
Onun için; bu güzel ilçenin insanıyla ve muhteşem coğrafyasıyla duygularımız buluştuğu an ortaya çıkan hikâyelerin tadına doyum olmayacağını elimizdeki bu kitapta göstermeye çalıştım.
Son olarak “çağları aşan” bir hatırlatma yapmak isterim.
Asla unutulmamalıdır ki;
“Hikâyeler gidenlere değil kalanlara aittir!”
/"Çayeli'nin Hikayesi" isimli yakında çıkacak olan kitabımızdan/
1 note · View note
musstuffsworld · 1 year
Text
ERKEKLERDE ÜROLOJİK MUAYENE
ÜROLOJİK ORGANLAR, YUKARIDAN AŞAĞIDA ŞU ŞEKİLDE SIRALANIR:
Sağ ve sol böbrekler
Sağ ve sol üreterler
Mesane
Prostat
Üretra
Penis
Testisler
Fiziki muayene yapılırken genellikle en üstten en altta doğru değerlendirme yapılır.
Böbreklerin fiziki muayenesinde hastanın öncelikle oturur pozisyonda sırt kısmı tamamen açılır ve sırt kısmına inspeksiyon (gözle bakarak inceleme) yapılır. Sırt bölümünde hastada ağrı yapacak herhangi bir fiziki anomali olup olmadığı incelenir.
Özellikle skolioz (omurgada eğrilik), kifoz (kamburluk) böbrek ağrısıyla çok karışan sırt ağrıları yapabilmektedir. Sırt bölgesinde ciltte vezikül tarzı (su toplaması) lezyonlar yapabilen zona zoster hastalığı da böbrek ağrısı ile çok karışan yan ağrısına neden olabilmektedir.
İkinci aşama, elle muayene anlamına gelen palpasyondur. Hasta oturur pozisyonda iken sırttan böbrek üstlerine dokunularak hassasiyet olup olmadığı kontrol edilir. Vertebral kolon ile göğüs kafesini oluşturan kemiklerin en alt kısmında kosto vertebral açı adı verilen bir bölüm mevcuttur. Buranın hemen altında böbrekler yer alır. Bu kısıma dışarıdan yapılacak hafif vuruşlar ile böbrekler sarsılmaya çalışılır. Böbrek enfeksiyonu ya da böbrekte hidronefroz (böbreğin şişmesi) olan hastalarda vuruşlar sırasında böbreğin sarsılması sonucu ileri derecede hassasiyet oluşabilir.
Daha sonra hasta sırt üstü yatırılır, karın bölgesi göğüs kafesine kadar tamamen açıkta bırakılır. Karın ilk önce inspeksiyon (dışarıdan bakma) ile incelenir. Gözle görülen bir şişlik olup olmadığı karın bölgesinde daha önceki ameliyatlara ya da yaralanmalara bağlı izler olup olmadığı kontrol edilir. Daha sonra perküsyon (parmakla hafif vuruşlar yapılarak vücut içi organlarda sıvı toplanması olup olmadığının anlaşılması) uygulanarak karnın her bölgesi incelenir.
Karın içi organlarda ve mesane de normal dışı bir durum olup olmadığı tespit edilir. Bu muayene sırasında dalak ve karaciğer büyümeleri hastanın karnında asit toplanması mesane içerisinde aşırı idrar birikimi olup olmadığı bağırsaklarla ilgili tıkanıklık gibi olaylar olup olmadığı ve apandisit ile ilgili problem olup olmadığı incelenir. Bu sayılan hastalıkların hepsi ürolojik hastalıklarla karışabilir.
Böbrekler normal şekil ve boyutlarında ise elle muayene sırasında hissedilmezler. Ancak böbrekte kitle olması durumunda elle muayenede hissedilirler. Böbrek muayenesi için hastanın yan tarafına geçilir. Bir elle sırt kısmından böbrek yukarı doğru kaldırılırken diğer el karından böbreğe doğru bastırılarak iki el arasında böbreğin hissedilip hissedilmediğine bakılır.
Böbrek muayenesinden sonra mesaneye geçilir. Mesanenin tam boşalamadığı durumlarda uzun süreli idrar yapamamaya bağlı mesane aşırı doluluğu durumu olabilir. Bu duruma globe vezikale adı verilir. Özellikle yaşlı erkek hastalarda prostat büyümesine bağlı sık rastlanılabilen bir durumdur. Karın alt kısmında hemen hemen hamile kadınlarda rahimin hissedilmesine denk irice bir genişleme ile mesane tespit edilebilir.
Mesane enfeksiyonlarında veya kadınlarda genital organlara ait enfeksiyonlarda karın muayenesi sırasında mesane üzerine bastırılığında rahatsızlık ve ağrı oluşabilir. Yine PID adı verilen jinekolojik organların enfeksiyonlarında muayene sırasında rahatsızlık hissedilir.
Bu aşamadan sonra hastanın genital bölge muayenesine geçilir. Muayenenin ilk aşaması inspeksiyon yani dışarıdan gözle inceleme ve bir anormallik olup olmadığına bakmaktır. Penisin inspeksiyonunda sırasında peniste herhangi bir lezyon olup olmadığı incelenir. Özellikle cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlarda penis ve çevre deride görülen genital siğiller (human papilloma virüsü (HPV)) ve genital uçuklar (herpes simplex virüsü (HSV)) lezyonlarının olup olmadığı önemlidir. Ek olarak sifilis ve diğer genital enfeksiyonlara ait bulgular olup olmadığına bakılır. Hastanın sünnetli olup olmadığı önemlidir. Sünnetli erkeklerde penisle ilgili rahatsızlıklar, cilt enfeksiyonları daha az görülür. Daha sonra elle yoklama ile penis şaftı nazik bir şekilde incelenir. Penis dokusu içerisinde kireçlenme ve peniste bükülmelere neden olabilen peyroni hastalığının varlığı araştırılır.
Daha sonra üretra açıklığı üretral meatus adını verdiğimiz idrar kanalının penis ucundaki açıklığına bakılır. Genital yolla bulaşan enfeksiyonlar bu bölgede kızarıklık yapabilir. Human Papilloma virüs (HPV) bulaşanlarda bu bölgede siğillerin görülmesi rastlanılabilen durumlardır.
Üretral meatus darlığı adını verdiğimiz daralmalarda idrar yapmada zorluk olabilir ve kanalın tamamen tıkanmasına kadar gidebilen durumlar görülebilir. Üretra açıklığının penisin tam uç kısmında değil penis şaftının öne ya da arka kısmında daha geride olması hipospadias ya da epispadias adı verilen hastalıklar şeklinde ortaya çıkabilir. Üretral meatusun penis şaftının üst kısmında daha geride olmasına epispadias, şaftın alt kısmında daha geride yer almasına hipospadias adı verilir. Her iki durumda da operasyonla düzeltme gerekir.
Ardından testislerin muayenesine geçilir. Testis cildine skrotum adı verilir. Skrotum, testislerin ısı regülasyonunu sağlayan yukarı-aşağı genişleyip büzülebilme özelliğine sahip ince kas dokusu içeren özel bir deri yapısına sahiptir. Çoğunlukla testislerin boyutu ve yerleştiği yükseklik aynı olmaz. Genellikle bir testis diğerine göre daha büyük olur ve daha aşağıda yer alır, bu normaldir. Skrotum cildinde herhangi bir hastalık olup olmadığı inspeksiyonla kontrol edildikten sonra elle yoklamayla testisler hissedilmeye başlanır.
Testis, küçük bir tavuk yumurtası büyüklüğünde pürüzsüz yapıdadır. Testisin arka kısmında sperm kanallarını içeren epididim adı verilen bir yapı ele gelmesi normaldir. Elle muayene sırasında hafif ağrı oluşabilir. Testis üzerinde testise gelen damarları, sinirleri ve sperm kanalını ihtiva eden spermatik kordon adını verdiğimiz tübüler yapı bulunur. Spermatik kordon muayenesinde venöz damarlarda genişleme olup olmadığına ve sperm kanalının (vaz deferens) mevcut olup olmadığına bakılır.
Elle muayene sırasında testis ya da epididimde enfeksiyon olup olmadığı sperm kanalının doğuştan var olup olmadığı incelenir. Testis tümörleri özellikle genç erkeklerde en sık görülen tümörlerdir. Muayene sırasında testis tümörlerinin büyük çoğunluğuna tanı konabilir. Testislerin incelenmesi sırasında hastanın ayağa kaldırılması önemlidir. Genç hastalarda sperm sayısı ve hareketliliğinde önemli bozukluklara sebep olabilen varikosel hastalığı yatar pozisyonda tespit edilemez. Hasta ayakta bir süre bekletildikten sonra testisin damarları yavaş yavaş dolmaya başlar ve bu damarlarda varisleşme olup olmadığı incelenir. Varikosel muayenesinin ardından hastada kasık fıtığı olup olmadığı araştırılır.
Bu muayene inguinal kanal adını verdiğimiz spermatik kordonun vücut içerisine girdiği açıklığın incelenmesiyle olur. İnguinal kanal potansiyel zayıf noktadır. Batın içi organların uyguladığı basınçla yırtılmalar meydana gelebilir ve buradan batın içi organlar testislere doğru taşmaya başlarlar, muayene sırasında fıtık olup olmadığı anlaşılır.
Bir sonraki muayene prostat muayenesidir. Prostat muayenesi için hasta ayakta iken öne doğru eğilmesi istenir ve makat bölgesi önce inspeksiyonla incelenir. Hemoroidlerinin olup olmadığı, cinsel yolla bulaşan hastalıkların makat etrafında var olup olmadığı tespit edilir. Daha sonra kayganlaştırıcı bir krem ya da jel kullanılarak işaret parmağı anüs içerisinden rektuma ilerletilir. Rektum duvarında hemoroidler ve kalın bağırsağa ait hastalıklar olup olmadığı incelenir. Sonrasında rektumun ön yüzünde yer alan prostat dokusu parmak öne doğru bastırılarak hissedilir. Bu muayeneye rektal tuşe adı verilir. Rektal tuşe prostat kanserinin tespiti açısından çok önemlidir. Prostat kanserinin büyük çoğunluğu prostatın arka yüzeyindeki kapsülünde meydana gelir ve parmakla hissedilebilir. Prostat kanseri teşhisi dışında prostatta iyi huylu büyüme ya da iltihap olup olmadığı parmakla rektal muayene sırasında tespit edilebilir.
Prostatit (prostat iltihabı) düşünülen hastalarda parmakla rektal muayene sırasında prostat içerisindeki iltihabın boşaltılmasını amaçlayan prostat masajı yapılabilir. Bu uygulama da bazı görüşlere göre prostatit tedavisinde önemli fayda sağlamaktadır.
KADINLARDA ÜROLOJİK MUAYENE:
Kadınlarda ürolojik muayene sırasında erkeklerden farklı olarak böbrek ve karın muayenesinden sonra genital muayene sırasında inspeksiyonla önce genital bölge kontrol edilir. Vajinal giriş, labia majora ve minoralar cinsel yolla bulaşan hastalıkların olup olmaması açısından incelenir. Daha sonra vajen dudakları ayrılarak üretra yani idrar yolunun açıklığı kontrol edilir. İdrar yolunun hemen dış çıkış kısmında özellikle ileri yaştaki bayanlarda üretralkarankül adı verilen polipoid yapılar oluşabilir ve bu yapılar idrar kanalının çıkışını tıkayabilir.
Kadınların ürolojik muyenesinde idrar kaçırmaya sebep olabilen üretral hipermobilite (üretranın fazla hareketli olması) ve sistosel (mesanenin sarkması) hastalıkları araştırılır. Bu hastalıkların olup olmadığı önce gözle hasta dinlenme halindeyken tespit edilir. Daha sonra hastanın ıkınması ve ardından öksürmesi istenir. Basınç uygulamaları sırasında üretradaki hareketlilik ve idrar kaçırma olup olmadığı gözlemlenir. Mesanenin vajen ön duvarından kimi zaman ufak bir ceviz gibi bazen daha da büyük olarak şişme yapması ve dışarı doğru sarkması görülebilir. Bu duruma sistosel adı verilir. Rektosel adı verilen kalın barsağın vajen açıklığından dışarı doğru sarkması da bu muayene sırasında tespit edilir.
Stres inkontinans adı verilen öksürmek, hapşırmakla idrar kaçırma durumları muayene sırasında tespit edilir. Bu hastalığın tedavisinde uygulanan operasyonlardan hastanın fayda görüp görmeyeceği muayene sırasında rahatlıkla anlaşılabilir.
Ürolojik hastalıklardan en iyi korunma yöntemi, düzenli olarak yılda 1 ürolojik muayenenizin ihmal edilmemesidir...
3 notes · View notes
musstuffsworld · 1 year
Text
😡 G A V S 😡 ŞEYH😡ŞEYDA😡 CÜBBELİ😡EFENDİ:
← Allah’ı Bırakıp, Kendilerine Ne Zarar, Ne De Fayda Verebilecek Şeylere Tapıyorlar Ve “İşte Bunlar Allah Katında Bizim Şefaatçılarımızdır” Diyorlar.
DE Kİ: “Siz, Allah’a Göklerde Ve Yerde O’nun Bilmediği Bir Şeyi Mi Haber Veriyorsunuz!? O, Onların Ortak Koştukları Şeylerden Uzaktır, Yücedir.” Ayetleri Tarikata Girdim Kurtuldum, Gavsımız Bizi Hesap Günündede Şefaatiyle Kurtaracak, Sorgudan Bile Geçmeyeceğiz Diyenlere Yüzyıllar Önce Ölmüş, Kendisine Bile Faydası Olmayanlardan Medet Umanlara İnmiştir
O Gavs ki Ona Uyanı Ne Kabirde Nede Hesap Gününde Hiçbir Melek Sorgulayamaz: Kabirde Sorgu Meleklerine Karşı Senin Yerine Cevap Verir. Azap Meleklerine Kim Olduğunu Söylersen Seni Bırakır. Hesap Günü Melekler Neden Geldin Dediğinde De Allah (c.c.) Onun Vekaletı Var, Ben Kabul Ettim Ona Karışmayın Der. →
Ateşin İçinde Birbirleriyle Tartışırlarken, Zayıf Olanlar, Büyüklük Taslayanlara, “Biz Size Uymuş Kimselerdik. Şimdi Şu Ateşin Bir Kısmını Üzerimizden Kaldırabilir Misiniz?” Derler. Büyüklük Taslayanlar İse Şöyle Derler: “Biz Hepimiz Ateşin İçindeyiz. Şüphesiz Allah Kullar Arasında (Böyle) Hüküm Vermiştir. Ateşte Olanlar Cehennem Bekçilerine, “Rabbinize Yalvarın Da (Hiç Değilse) Bir Gün Bizden Azabı Hafifletsin” Derler. (Cehennem Bekçileri) Derler Ki: “Size Peygamberleriniz Açık Mucizeler Getirmemiş Miydi?” Onlar, “Evet, Getirmişti” Derler. (Bekçiler), “Öyleyse Kendiniz Yalvarın” Derler. Şüphesiz Kâfirlerin Duası Boşunadır.” Ayetleri Gavsı Sayesinde Hesap Gününden Bile Kurtulacağını, Sırat Köprüsünün Başına Geçip Önünü Geleni Cennete Atacağına İnanan Adamların İnmiştir!
HAYATIN ANLAMI
I – Hesap Gününden mi Korkuyorsun, Biz Varken Sana Kimse Birşey Yapamaz: Alt Kat Komşumuz Gavsımızın Yanına Gitti Ve Kurban Ben Kabirden Sorgu Sualden Mahşer Yerinden Çok Korkuyorum. Padişahlar Padişahı Buyurdular: Sofiiii!!! Biz Varız! Biz Sofilerimizi Almadan Cennete Girmiyoruz!
II – Seni Götürseler Bile Kurtarırız..Biz Senin Sekerat Anındaa Ruhun Arşı Alaya Da Yükselse Oradan Alır Geliriz Ve İmanına Sahip Çıkarız
III – Günahları Getir Affedelim: Allah Teâlâ, Sâdâtlara Çok Güç Vermiş, Çok Kuvvet Vermiş. Bir İnsan, Sâdât’ın Elinden Tuttuktan, Tövbe Aldıktan Sonra, O İnsan Ölmeden Önce 40 Gün Kala Bu İnsanı Sâdâtlar Teslim Alır. Bu 40 Gün İçerisinde Bütün Günahlardan O İnsanı Korur Ve İmanlı Gitmesi İçin Gereken Bütün Muamelelerini Yapar. Bu İnsanı İmanlı Şekilde Allah Teâlâ’nın Huzuruna Teslim Ettikten Sonra, Bu İnsanı Tertemiz Şekilde Hz.Muhammet (s.a.v) Teslim Eder
IV – Allah’a Karşı Tek Yardımcın Biziz: Bir Adam Hesap Gününde Amelleri Tartıldı Ve Günahları Ağır Bastı Cenabı Mevla Buyurdu “Kulum Ben Seni Affetmek İstiyorum Söyle Bana Hiç Dostlarımdan Velilerimdne Birini Ziyaret Ettinmi? O Kul; Hayır Yarabbi Ziyaret Etmedin.. Cenabı Mevla; Peki Dostlarımı Ziyaret Eden Birini Gördünmü? O Kul; Evet Yarabbi Bir Komşum Bardı Süreli Senin Dostlarından Bir Veli Zatı Ziyarete Giderdi Onu Bilirim. Cenabı Mevla; Tamam Seni Onun Hatırına Bağışladım.
V – Kabirde Kimse Hesap Soramaz Sana: ..Baba Vefat Etmiş. Ve Bir Kaç Gün Sonra Oğlu Babasını Rüyada Görmüş. Oğlu Sormuş; Baba Nasılsın? Kabirde halin nedir? Diye. Baba Cevap Vermiş; Oğlum Beni Siz Kabre Koydunuz Ve Üzerime Kabir Tahtalarını Koymaya Başladınız Son Kabir Tahtasını Koyduğunuz Zaman Gökten Yıldırım Gibi Münker Ve Nekir Melekleri Geldi, Ve Bana Sordular Rabbin Kim? Ben Daha Cevap Veremeden Kabrin İçinde Bir Fırtına Koptu Büyük Bir Rüzgar Esti Heryer Toz Toprak Oldu Ben O Sırada Hiç Birşey Göremedim Ortalık Biraz Berraklaşınca Göz Gözü Görmeye Başlayınca Baktım Ki Gavs-I Sani Hz. Yanımda. Münker Ve Nekire Daha Onlar Diğer Soruları Sormadan Gavsımız Hepsini Kendi Cevapladı.
VI – Yahudi Olsanda Cennettesin: Yahudi Komşusu Zikir Çeken Abdulkadir Geylani’nin Dergahına Sadece Başını Sokup, Sonra Onlarla Evde Alay Eder.Ölünce Önce Başı Sonra Tüm Geri Kalanı Cehennemden Azad Edilir, Kurtulur.
VII – Kul Hakkını Bile Bağışlarız: “Eğer Bir Mürid Hatmeye Katılırsa, Katılan Kişinin Cennette Köşkleri Olur. Ama O Köşklerin Sahibi Şeyhimiz Olur. Eğer Sofi Kul Hakkı İşlerse, Şeyhimiz O Köşklerden Birini O Kişiye Kul Hakkına Karşılık Verir
VIII – Sırat Köprüsünün Başında Önüne Geleni Cennete Atacak Allah Dostları: Allah Abdulkadir Geylaniyi Hz Sıraat Köprüsünün Başına Geçirmiş. Sultan Muhammed Raşit Sıraatin Başına Geçmiş. Muhammed Raşit Hazretleri Gelen Sofii Kolundan Tutup Atarmış. Abdulkadir Geylani Hazretleri Seslenmiş Ya Muhammed Raşit Sen Alim Cahil Demiyor Gelen Bütün Sofileri Atıyorsun Bana Demiş. Muhammed Raşit İse Efendim Bunşarın Zamanında Sizin Zamanınızdaki Gibi Medrese Yoktu. Devirleride Kötüydü. Müsadece Varken Hepsini Geçirelim Demiş Ve Başlamış Yine Sofileri Sıraattdan Karşıya Atmaya. Allah Şefaatlerinden Mahrum Bırakmasın Bizleri
IX – Ateşin İçinde Birbirleriyle Tartışırken, Zayıf Olanlar, Büyüklük Taslayanlara Dediler Ki: Biz Size Uymuştuk. Şimdi Siz Şu Ateşin Ufak Bir Parçasını Bizden Savabilir Misiniz? Büyüklük Taslayanlar: Doğrusu Hepimizde Onun İçindeyiz. Allah Kulları Arasında Şüphesiz Hüküm Vermiştir, Derler.” Ayeti Gavsı Sayesinde Hesap Gününden Bile Kurtulacağını, Sırat Köprüsünün Başına Geçip Önünü Geleni Cennete Atacağına İnananAdamların İnmiştir!
I – Hesap Gününden mi Korkuyorsun, Biz Varken Sana Kimse Birşey Yapamaz: Alt Kat Komşumuz Gavsımızın Yanına Gitti Ve Kurban Ben Kabirden Sorgu Sualden Mahşer Yerinden Çok Korkuyorum. Padişahlar Padişahı Buyurdular: Sofiiii!!! Biz Varız! Biz Sofilerimizi Almadan Cennete Girmiyoruz!
II – Seni Götürseler Bile Kuratırırız ..Biz Senin Sekerat Anındaa Ruhun Arşı Alaya Da Yükselse Oradan Alır Geliriz Ve İmanına Sahip Çıkarız
Bir gün menzile zahiri anlamda aklı gidip gelen bir hasta gelmiş,gavs hazretlerine sultanım demiş,benim bir hastalığım var aklım gidip geliyor,aklımın gittiği bir anda ölüp,imansız gitmekten çok korkuyorum buyurmuş…..
Gavs hazretleri de duacıyız kurban demiş.bunu duyan sofi gacur gucur etmiş ya demiş duacıyız dedi başka bişey demedi demiş kendi kendine
neyse,aradan bir ay geçmiş yada geçmemiş ,bu sofi yine köye gitmiş,ya demiş,sultan hazretlerinin binlerce sofisi var beni nerden tanıyacak diye içinden geçirip,yine huzura çıkmış ve durumunu anlatmış..gavs hazretleride duacıyız kurban buyurmuş,,sofinin yine kalbi tatmin olmamış.
bir daha gitmiş köye yine anlatmış durumunu,gavs hazretleri biraz kızmış,ve kurban duacıyız dediysek duacıyız buyurmuş,biz senin sekerat anında ruhun arşı alaya da yükselse oradan alır geliriz ve imanına sahip çıkarız buyurmuş.sofi yaptığından pişman olmuş…
III – Günahları Getir Affedelim: Allah Teâlâ, Sâdâtlara Çok Güç Vermiş, Çok Kuvvet Vermiş. Bir İnsan, Sâdât’ın Elinden Tuttuktan, Tövbe Aldıktan Sonra, O İnsan Ölmeden Önce 40 Gün Kala Bu İnsanı Sâdâtlar Teslim Alır. Bu 40 Gün İçerisinde Bütün Günahlardan O İnsanı Korur Ve İmanlı Gitmesi İçin Gereken Bütün Muamelelerini Yapar. Bu İnsanı İmanlı Şekilde Allah Teâlâ’nın Huzuruna Teslim Ettikten Sonra, Bu İnsanı Tertemiz Şekilde Resûlullâh’a (s.a.v) Teslim Eder
IV – Allah’a Karşı Tek Yardımcın Biziz: Bir Adam Hesap Gününde Amelleri Tartıldı Ve Günahları Ağır Bastı Cenabı Mevla Buyurdu “Kulum Ben Seni Affetmek İstiyorum Söyle Bana Hiç Dostlarımdan Velilerimdne Birini Ziyaret Ettinmi? O Kul; Hayır Yarabbi Ziyaret Etmedin.. Cenabı Mevla; Peki Dostlarımı Ziyaret Eden Birini Gördünmü? O Kul; Evet Yarabbi Bir Komşum Bardı Süreli Senin Dostlarından Bir Veli Zatı Ziyarete Giderdi Onu Bilirim. Cenabı Mevla; Tamam Seni Onun Hatırına Bağışladım.
V – Kabirde Kimse Hesap Soramaz Sana: ..Baba Vefat Etmiş. Ve Bir Kaç Gün Sonra Oğlu Babasını Rüyada Görmüş. Oğlu Sormuş; Baba Nasılsın? Kabirde halin nedir? Diye… Baba Cevap Vermiş; Oğlum Beni Siz Kabre Koydunuz Ve Üzerime Kabir Tahtalarını Koymaya Başladınız Son Kabir Tahtasını Koyduğunuz Zaman Gökten Yıldırım Gibi Münker Ve Nekir Melekleri Geldi, Ve Bana Sordular Rabbin Kim? Ben Daha Cevap Veremeden Kabrin İçinde Bir Fırtına Koptu Büyük Bir Rüzgar Esti Heryer Toz Toprak Oldu Ben O Sırada Hiç Birşey Göremedim Ortalık Biraz Berraklaşınca Göz Gözü Görmeye Başlayınca Baktım Ki Gavs-I Sani Hz. Yanımda .. ..Münker Ve Nekire Daha Onlar Diğer Soruları Sormadan Gavsımız Hepsini Kendi Cevapladı.
KABİRDE YALNIZ BIRAKMIYORLAR
MENZİLDE GAVSIMIZDAN TÖVBE ALDIKTAN SONRA CAMİNİN ÜST KATINA ÇIKTIK. VE ORADA BİR GÖREVLİ ABİMİZ BİZE SEKİZ ŞART ADABINI ANLATMADAN ÖNCE HEPİMİZE BİR SOHBET YAPTI… BABA OĞUL İKİ SOFİ VARMIŞ. ÖNCE BABA VEFAT ETMİŞ. VE BİR KAÇ GÜN SONRA OĞLU BABASINIRÜYADA GÖRMÜŞ. OĞLU SORMUŞ; BABA NASILSIN? KABİRDE HALİN NEDİR? DİYE… BABA CEVAP VERMİŞ; OĞLUM BENİ SİZ KABRE KOYDUNUZ VE ÜZERİME KABİR TAHTALARINI KOYMAYA BAŞLADINIZ SON KABİR TAHTASINI KOYDUĞUNUZ ZAMAN GÖKTEN YILDIRIM GİBİ MÜNKER VE NEKİR MELEKLERİ GELDİ, VE BANA SORDULAR RABBİN KİM? BEN DAHA CEVAP VEREMEDEN KABRİN İÇİNDE BİR FIRTINA KOPTU BÜYÜK BİR RÜZGAR ESTİ HERYER TOZ TOPRAK OLDU BEN O SIRADA HİÇ BİRŞEY GÖREMEDİM ORTALIK BİRAZ BERRAKLAŞINCA GÖZ GÖZÜ GÖRMEYE BAŞLAYINCA BAKTIM Kİ GAVS-I SANİ HZ. YANIMDA ..MÜNKER VE NEKİRE DAHA ONLAR DİĞER SORULARI SORMADAN GAVSIMIZ HEPSİNİ KENDİ CEVAPLADI. RABBİ ALLAH’TIR.. PEYGAMBERİ HZ. MUHAMMED MUSTAFA’DIR (S.A.V.) KİTABI KURAN-I AZİMÜŞANDIR SORULARIN HEPSİNİZ CEVAPLADI OĞLUM BURDA ÇOK İYİYİM ÇOK RAHATIM BEN ONLARIN BÜYÜKLÜĞÜNÜ DÜNYADA BİLEMEDİM ANLAYAMADIM HİÇ OLMAZSA SEN ONLARI ANLAMAYA ÇALIŞANLARDAN OL… DİYE OĞLUNA NASİHATTA BULUNMUŞ KURBANLARIM. İNŞALLAH HEPİMİZ SADATLARI ANLAMA DERDİYLE DERTLENEN VE SONUNDA ANLAYANLARDAN OLURUZ…
VI – Yahudi Olsanda Cennettesin: Yahudi Komşusu Zikir Çeken Abdulkadir Geylani’nin Dergahına Sadece Başını Sokup, Sonra Onlarla Evde Alay Eder.Ölünce Önce Başı Sonra Tüm Geri Kalanı Cehennemden Azad Edilir, Kurtulur.
“Yahudi komşusu zikir çeken Abdulkadir Geylani’nin dergahına sadece başını sokup, sonra onlarla evde alay eder.Ölünce önce başı sonra tüm geri kalanı cehennemden azad edilir, kurtulur.” Bu ne şimdi. İman etmeden kim cennete gidebilir. Kadiriliğin ayrı bir cenneti mi var?
VII – Kul Hakkını Bile Bağışlarız: “Eğer Bir Mürid Hatmeye Katılırsa, Katılan Kişinin Cennette Köşkleri Olur. Ama O Köşklerin Sahibi Şeyhimiz Olur. Eğer Sofi Kul Hakkı İşlerse, Şeyhimiz O Köşklerden Birini O Kişiye Kul Hakkına Karşılık Verir
Bir nakşi dergahında vekil sohbet etmektedir. “Eğer bir mürid hatmeye katılırsa, katılan kişinin cennette köşkleri olur. Ama o köşklerin sahibi ��eyhimiz olur.Eğer sofi kul hakkı işlerse, şeyhimiz o köşklerden birini o kişiye kul hakkına karşılık verir.” Halbuki “Allah’ın kul hakkını af ettirmek için ahirette af edilen hakka karşı kullarına köşk vereceğini” hadislerden biliyorduk. Lakin şeyhlere de bu tür özel yetkilerin verildiğini hangi kaynaktan hareketle iddia ettiklerini merak ediyoruz.
VIII – Sırat Köprüsünün Başında Önüne Geleni Cennete Atacak Allah Dostları: Allah Abdulkadir Geylaniyi Hz Sıraat Köprüsünün Başına Geçirmiş. Sultan Muhammed Raşit Sıraatin Başına Geçmiş. Muhammed Raşit Hazretleri Gelen Sofii Kolundan Tutup Atarmış. Abdulkadir Geylani Hazretleri Seslenmiş Ya Muhammed Raşit Sen Alim Cahil Demiyor Gelen Bütün Sofileri Atıyorsun Bana Demiş. Muhammed Raşit İse Efendim Bunşarın Zamanında Sizin Zamanınızdaki Gibi Medrese Yoktu. Devirleride Kötüydü. Müsadece Varken Hepsini Geçirelim Demiş Ve Başlamış Yine Sofileri Sıraattdan Karşıya Atmaya. Allah Şefaatlerinden Mahrum Bırakmasın Bizleri
IX – Ateşin İçinde Birbirleriyle Tartışırken, Zayıf Olanlar, Büyüklük Taslayanlara Dediler Ki: Biz Size Uymuştuk. Şimdi Siz Şu Ateşin Ufak Bir Parçasını Bizden Savabilir Misiniz? Büyüklük Taslayanlar: Doğrusu Hepimizde Onun İçindeyiz. Allah Kulları Arasında Şüphesiz Hüküm Vermiştir, Derler.” Ayeti Gavsı Sayesinde Hesap Gününden Bile Kurtulacağını, Sırat Köprüsünün Başına Geçip Önünü Geleni Cennete Atacağına İnananAdamların İnmiştir!
47.Ateşin içinde birbirleriyle tartışırlarken, zayıf olanlar, büyüklük taslayanlara, “Biz size uymuş kimselerdik. Şimdi şu ateşin bir kısmını üzerimizden kaldırabilir misiniz?” derler.
48.Büyüklük taslayanlar ise şöyle derler: “Biz hepimiz ateşin içindeyiz. Şüphesiz Allah kullar arasında (böyle) hüküm vermiştir.
49.Ateşte olanlar cehennem bekçilerine, “Rabbinize yalvarın da (hiç değilse) bir gün bizden azabı hafifletsin” derler.
50.(Cehennem bekçileri) derler ki: “Size peygamberleriniz açık mucizeler getirmemiş miydi?” Onlar, “Evet, getirmişti” derler. (Bekçiler), “Öyleyse kendiniz yalvarın” derler. Şüphesiz kâfirlerin duası boşunadır.
51.Şüphesiz ki, peygamberlerimize ve iman edenlere dünya hayatında ve şahitlerin şahitlik edecekleri günde yardım ederiz.
ILGİLİ
De ki: ‘Ey Yahudiler! Bütün İnsanlar Bir Yana, Yalnız Kendinizin Allah’ın Dostları Olduğunuzu İddia Ediyorsanız Ve Bunda Samimi İseniz, Ölümü Dilesenize!” Ayetleri “Kabirden Çıkan Bir Adamı Azap Melekleri Yakalasa, O Adam Deseki Ben Nakşibendi Tarikatının Halidi Kolundanım Dese Bırakırlar” Diyenlere, 100 Fersah Çevremize Şefaat Ettiğini Söyleyenlere, Sırat Köprüsünün Başına Geçip Önünü Geleni Cennete Atacağını iddia Edenlere İnmiştir.12 Ekim 2016"Tarikatlar" içinde
O Gavs ki Günahları Bağışlayandır, Esirgeyendir. Onun Tövbe Kapısı Asla Kapalı Değildir, Merhameti Sonsuzdur. Şüphesiz Ki, İman Edenlere Dünya Hayatında Ve Şahitlerin Şahitlik Edecekleri Günde Yardım Edecektir 26 Temmuz 2017"Allah Dostları" içinde
İsteyen Herkes Çalışıp Allah Dostu Olabilir.. Peki Sorum Şu, Günümüzdeki Tarikat ve Bu Tarikatları Temsil Eden Liderleri, Kendi Elleriyle Yazdıkları “Allah Dostu” Kavramına Nekadar Uyuyorlar? Allah Dostunun Hali Nasıl Olmalıdır? Değil Haram, Şüpheli Şeylere Bile Asla Yaklaşmaz. Allah Dostu, Helali Haramı Birbirine Karıştırmaz, Şüpheli Şeylerden De Şidddetle Kaçınır. Allah Dostu, İbadet Ederken Şirkten Sakınır.
← Allah’ı Bırakıp, Kendilerine Ne Zarar, Ne De Fayda Verebilecek Şeylere Tapıyorlar Ve “İşte Bunlar Allah Katında Bizim Şefaatçılarımızdır” Diyorlar. De ki: “Siz, Allah’a Göklerde Ve Yerde O’nun Bilmediği Bir Şeyi Mi Haber Veriyorsunuz!? O, Onların Ortak Koştukları Şeylerden Uzaktır, Yücedir.” Ayetleri Tarikata Girdim Kurtuldum, Gavsımız Bizi Hesap Günündede Şefaatiyle Kurtaracak, Sorgudan Bile Geçmeyeceğiz Diyenlere Yüzyıllar Önce Ölmüş, Kendisine Bile Faydası Olmayanlardan Medet Umanlara İnmiştir
O Gavs ki Ona Uyanı Ne Kabirde Nede Hesap Gününde Hiçbir Melek Sorgulayamaz: Kabirde Sorgu Meleklerine Karşı Senin Yerine Cevap Verir. Azap Meleklerine Kim Olduğunu Söylersen Seni Bırakır. Hesap Günü Melekler Neden Geldin Dediğinde De Allah (c.c.) Onun Vekaletı Var, Ben Kabul Ettim Ona Karışmayın Der. →
UYARI!
Onlara (müşriklere): Allah'ın indirdiğine uyun, denildiği zaman onlar, «hayır! Biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız» dediler. Ya ataları bir şey anlamamış, doğruyu da bulamamış idiyseler? (BAKARA SÜRESİ 170.AYET)
Neyazıkki insanlık olarak son zamanlarda çok şiddetli din ve mezhep çatışmalarının yaşandığı bir dönemden geçmekteyiz. Tarih tekerrürden ibarettir ve neyazıkki İslam dünyası olarak akıl ve düşücenin kenara itildiği, cehaletin övülerek ön plana çıkartıldığı, cahillerin dahafazla değer gördüğü, acımasızca cadı avlarının yapıldığı, cennetten arsa satanların “alim” olarak adlandırıldığı “Ortadoğunun karanlık çağı” döneminin içerisinde bulunmaktayız
İşin dahada acı tarafı, bu karanlık dönemde bazı kötü niyetli kişilerin din adına savunmada bulunuyormuş gibi kendisini göstererek sansasyon yaratmak ve benden cezai ve hukiki yollardan menfaat temin etmek için hakkımda bazı yasal yollara başvurduklarını üzülerek görmekteyim.
5 Vakit namaz kılan bir Müslüman olarak amacım “görmezden gelmek” yerine yüzleşmektir, biz Müslümanların nerede hata yaptığımızı anlamaya çalışmaktır. Sitemdeki islam karşıtı yazılar ve resimlerin yeralmasının sebebi hakaret etmek veya samimi inanaları üzmek değil, Hak ve Gerçeğin ne olduğunu bulmaya çalışmak, biz Müslümanlara Namaz kılmaktan bile daha fazla emredilen “aklınızı kullanın” emrini yerine getirmek, kendime verdiğim “sorgularken adil ve dürüst olma” sözü, inanmayanlara küfür, hakaret etmek yada hukukun açıklarından faydalanarak hapse göndermeye çalışmak yerine onları anlamaya çalışmak, haklı ve haksız oldukları noktaları analiz edebilmektir.
Biz insanlar birbirimizi sevmek ve taktir etmek zorunda değiliz, fakat Müslüman olarak öncelikle biz adil ve dürüst olmalıyız. İnsanları yargılamadan önce onları sadece dinlemek değil, onları gerçekten anlamak zorundayız, aksi taktirde, inandıklarımız ve savunduklarımız putperest bir inançtan fazlası olmayacaktır.
Doğru ile yanlışın, hak ile batılın birbirine karıştığı, gelecek nesillerin Ortadoğu'nun ''karanlık çağı'' olarak bahsedecekleri bu dönemde yaşamak zorunda kalan aydınlık zihinler daha çok acı çekecek belki, ama bu karanlığın parçası olmadığımızı da elbetteki tarih yazacaktır.
Tumblr media
0 notes