Tumgik
#Mitolojiler
zodiac-tr · 6 months
Text
Tumblr media
23 notes · View notes
oluruvar · 9 months
Text
Çoğu bilginin peşine düşmek için geç kalmış hissediyorum yıllardır. Mesela kendi ruh halimi anlayıp kendime yardımcı olmak istiyorum ve bununla ilgili araştırmalar, okumalar yapıyorum. Sonra bakıyorum ulan şu konu hakkında çok az bilgim var ne kadar cahil bi bireyim ben diyorum. Onu da ekliyorum. Sonra bambaşka bi konu, sonra bambaşka... Sürekli bi şeylerin gerisinde kaldığımı hissedip değer verdiğim, saygı duyduğum insanlar kaç yaşında neler yapmış onlara bakıp kendimi kıyaslıyorum... Ya bebeğim şunu sok artık kafana, herkes farklı insan, herkesin yolu, çevresi, yaşantısı farklı. Sen herkes olmak istiyorsun... İçinde imrendiklerinden bir parça da değil, komple herkes olsun istiyorsun. Böyle olmaz. Sen bi tane insansın. Biraz sakin ol. Yirmi üç yaşındasın. İyi gidiyorsun. Kötü gidiyor da olabilirsin ama böyle çırpınmak kimseye fayda sağlamıyor. Sen o an neyin peşindeysen bırak her şeyi, peşinde olduğuna odaklan. Niye kendini deli edip parçalara ayırıyorsun?? Müzik de bileyim, beste de yapayım, kitap yazayım, çeşitli sporlar öğreneyim, bitkiler yetiştireyim, Türkiye tarihi bileyim, insanlığın tarihi, dünyanın tarihi, dinler, mitolojiler, psikoloji, sosyoloji, resim... Tm hepsini yine yaparız, belki hepsini olmasa da yaparız işte tm ama cidden bak gün 24 saat zaten. Erken ölmezsek yapıcaz bi şeyler ama biraz sakin olalım NOLUR sağlık her şeyden önemli. Zaten boktan bi ortamda yaşarken kendimize hiç yardımcı olmuyoruz. One step at a time lütfen
12 notes · View notes
doriangray1789 · 2 years
Text
Beynin Evrimi ve Tanrıların Ortaya Çıkışı Dünyanın her yerinden dinler ve mitolojiler Tanrı’nın ya da tanrıların insanları yarattığını öğretirken ateist, hümanist ve materyalist eleştiri dinin bir insan icadı olduğunu ileri sürerek teolojiyi baş aşağı çevirir. Bu kitapta, E. Fuller Torrey, temel soruya verdiği yanıtla tanrıların kökenini insan beynine yerleştiriyor ve dinî inancın evrimin bir yan ürünü olduğunu ileri sürüyor İlk olarak Charles Darwin tarafından ileri sürülen bir fikri temel alan Torrey, tanrıların ortaya çıkışının çeşitli evrimsel etkenlerin rastlantısal bir sonucu olduğuna dair kanıtları sıralıyor. Antik kafatasları ve insan ürünü eşyalardan beyin görüntüleme, primatoloji ve çocuk gelişimi çalışmalarına kadar çok çeşitli kaynaklardan gelen verileri inceleyen bu kitap, yeni bilişsel becerilerin nasıl yeni davranışlara yol açtığının izini sürüyor. Örneğin otobiyografik hafızanın gelişimi rekabet avantajı sağlarken aynı zamanda ölümlülüğün kavranmasına, ölüme bir alternatif olduğuna dair inancın reddine de sebep olmuştur. Torrey, tanrıların ortaya çıktığı zamanları açıklayan nörobiyolojik gelişimi ayrıntılı bir şekilde ortaya koyuyor ve arkeolojik buluntuları bilişsel gelişimle ilişkilendiriyor.Bu kitap direk olarak inancı reddetmiyor, aksine dinî inancı beynin evriminin kaçınılmaz bir sonucu olarak sunuyor. Evrimsel nörobilime dair açık ve anlaşılabilir açıklamalar sunan kitap, en derin gizemlerimizin mekanizmalarına yeni bir ışık tutacak. Dinlerin nereden geldiği konusuna yeni bir ışık tutmuş Dinî faaliyetin evrilen ayrıntılarına ilişkin arkeolojik ve antropolojik kanıtları insan beyninin nörobiyolojik evriminin fosil kanıtlarıyla ve o evrilen beyin içindeki insan zihninin evrimine dair psikolojik kanıtlarla birleştiren ustalıklı bir sentez.. İnsanın en büyük hayal arkadaşının adı nedir sorusuna verilecek cevap nedir? Tanrı kavramı ilkçağ insanında insan egosunun bittiği yerde başlayandır; ki bununla bağıntılı olmasa da antik tanrılar her zaman egoisttir. insanın eksiğidir. insan ve doğanın bölümünden kalan artık sayıdır. insanın insanda bulamadığını kendi dışında aramasıdır. her insan fetişisttir; ki bununla da bağıntılı olmasa da antik tanrılar da fetişdir, egoizm be fetişizm insana özgü olsada insanın aklındaki tanrıya ithaf edilen özellikler le de bu katagoriye girer…
Tumblr media
20 notes · View notes
epifizz · 2 years
Note
Tanrı var olmasaydı kafamızda bir tanrı düşüncesi olmazdı??
Bu durumda minotor, orklar, goblinler, elfler, ejderhalar ve uzaylılar gibi aklımıza gelebilecek her fantastik kurgunun gerçek olması gerekirdi. Ama bu saydıklarım gerçek değildir, o zaman onları nasıl hayal edebiliyorum? Onları tamamen ayrıksı ve eşsiz unsurlarla hayal etmiyorum ki, bildiğim şeylerin senteziyle farklı kombinasyonlar üretiyorum aslında.
Tamamen eşsiz ve kendine has bir unsuru çıkarsayamaz onla karşılaşırsın. Gelmiş geçmiş tanrı figürlerine baktığımızda ise onların esasında antropomorfik bir tasarıma sahip olduğunu görürüz. Zaten böyle bir sentez olmayan, bizim hayatımızda yer etmeyen bir unsur karşımızda cereyan etse hayatımıza sinene kadar o şey anlamsız gelecekti bize. Yani tanrı en temel şekilde bir baba, bir yargıç, bir zanaatkar olarak kutsanıp, yüceleştirilen bir koruyucu figür haline getirilip tasavvur edilebilir. Bunun aksini savunduğumuzda insan zihninin ürettiği ve üreteceği her şeyin insan zihninin üretmiş olması sebebiyle gerçek olduğunu savunmamız gerekecekti veyahut rüyalarımızın doğrudan doğruya gerçek olduğunu söylememiz gibi uçuk sonuçları olacaktı. Bunları reddedip sadece tanrı düşüncesi özelinde bu savın doğruluğunu ayıracak bir unsur varsa da ayrıca onu tanıtlamak gerekir ki bu noktada fantastik figürler yerine diğer mitolojiler ve oradaki figürler arasındaki farkı tanıtlamak imkansız olacaktır sanırım, bu da bizi olsa olsa tüm mitolojilerin gerçek olduğu bir çeşit çok tanrıcılığa sevk edecektir ama zaten hemen hemen her fantastik kurgu da temelini mitolojiden almaz mı?
9 notes · View notes
mantikutayr · 1 year
Photo
Tumblr media
mitleri insanın ruhani potansiyeline giden ipuçları olarak gören mitolojist joseph campbell, schopenhauer, kierkegaard, freud gibi düsünürlerden ve klee, picasso, dali gibi sanatçılardan etkilenmiştir. özellikle jung’un arketiplerinden etkilenerek monomit kuramını geliştirmiştir. monomit / monomitik döngü ya da kahramanın sonsuz yolculuğu: ayrılma, erginlenme ve dönüş aşamalarının halk anlatılarında benzer bir akışla görülmesini ifade eder.
kendisini niçin bir “genelci” olarak tanımladığını ‘’mitsel imge’’ ile daya iyi kavrıyoruz. arkaik toplumların bugüne ne anlattığını ( ‘’uzak asya’dan hindistan’a, çin’den japonya’ya, eski doğu’dan eski batı’ya, avrupa’dan afrika’ya, hıristiyanlıktan yahudiliğe ve islam’a, filipinler, endonezya, mikronezya gibi ada uygarlıklarından inka, aztek, maya gibi amerika uygarlıklarına kadar..’’) görmek için oldukça güzel bir kaynak. 
kitapta oldukça yavan yaklaşımlara da denk geldim. örneğin osiris’in mahkemesi sahnesi bu kadar sığ anlatılabilinirdi sanırım, sonra dinler ile ilgili öyle iddialı yaklaşımları var ki sadece bu kitapla öğrendiklerinizle kalırsanız bu ‘‘bütünleşik dünya kataloğu’’nda kaybolabilirsiniz. 
‘‘bizi düşleyen bir düş var.’‘
‘‘rüyalar mitlere açılan birer kapıdır. mitler, rüyalarla aynı doğaya sahiptir ve mitler de tıpkı rüyalar gibi bilinçli bir zihnin farkında olmadığı içsel bir dünyanın ürünleridir keza hayat gibi.’‘  
‘’mitolojiler aslında toplumsal rüyalardır; hareket eder ve toplumları biçimlendirirler. ve diğer taraf tan bir kişinin kendi rüyası, kişisel tanrının, karşı tanrının ve hareket edip kişiyi biçimlendiren koruyucu güçlerin küçük mitleridir: bir kişinin hayatını gizliden gizliye düzenleyen mevcut korkuların, arzuların, hedeflerin ve değerlerin açığa çıkmasıdır. dolayısıyla, rüya bilincinin bu seviyesinde bir kişinin hayatına göre hızlı bir şekilde, bu etkinleştirici güçlerin şu an olduğu yaratıcı girişimi derhal deneyimler. uyanan bilinç düzlemi üzerinde önceden kestirilemeyen olayları meydana gelecektir ve bu etkinleştirici güçler orada incelenmiş ve "olgular" olarak tecrübe edilmiş olacaktır.
Tumblr media
4 notes · View notes
dunyanin · 2 years
Text
Mitolojiler kadar güzel bir sey gercekten yok
6 notes · View notes
olumsuzsozler · 6 months
Text
Tumblr media
Gün AYDIN Dünya
Dinlerin hepsi benzer şekilde masallar ve mitolojiler üzerine kuruludur.
Thomas Jeffersonv
0 notes
harepare · 1 year
Text
Bak şimdi Fatihçim bu konuda, bu konuda şimdi bak bu konuda Fatih gülme bi dakika. Bu konuda Köln Üniversitesinden çok kıymetli bir dostum vardır; Wolfgang Das Schmögtenschmidt. Evrenin oluşumu ve yapısı hakkında bir makale yazıyor, yayınlıyor. Ulan bu çocuk taa Salzburg'dan; dönemin insanı diyor Deutschland mind was, was ist deine michte. Yanı öyle bir coğrafyadan çıkması mucize. Neyse abi işte bu makale aslında herkes bilmez tabii bunu bir ekleme, eklemenin yaptığı orijinal makale Gerschicht Kleinen Undsphagenwaaaacht'tan. O makale de çok iyidir abi. Neyse bu makalede diyor ki; evren, kocca bir zırvadan ibadettir. Ulan profesörler bakıyor, hocalar bakıyor diyorlar ki ne diyor bu deli. Hiç böyle şey olur mu? Koca evren, koca kainat. Nerede bu makalede tanrı, mitolojiler? İlber kuru pasta bırakmamışsın yine. Neyse abi ve ekliyor; Evreni yorumlayan da zırvadır, bundan ekmek yiyen de zırvadır. Kainat dediğin zırvadır diyor. Zaten müslüman toplumlarda bu hep böyledir. Harika bir makaledir abi o. Ve en sonda diyor ki "Das auf nicht enischtelein, und das micht auf nicht augen spiele HAHAHAHAHAHAHA yani diyor ki İlber bak michte auf deine ihr machten und die spielen was ist das möchten AHAHAHAHA AHAHAHAHAHA sonra okulda tabii baya gündem oluyor bu. Neyse Cengiz Han zamanı zaten hep böyledir. Cengiz çok zeki bir adamdı. Ben Moğolistanda görev yaptım, inanılmaz bir yer abi. Çok güzel. İşte abi tam olarak da bu yüzden Müslüman ülkeler yok olmaya mahkumdur. Evrim dediğin bir teori değil, bir tez değil, böyle bakan zır cahildir zırvadır zaten. Evrim müslüman ülkelerin kabul etmekten korktuğu bir gerçektir. Fatih dur gülme bi abicim gülme, gülme bi dakika.
1 note · View note
muhammetbakirart · 1 year
Photo
Tumblr media
Corpus Gallery 12 Ocak - 5 Şubat 2023 tarihleri arasında Mehmet Demir küratörlüğünde ’‘Bir ’‘Mit’‘ Yaratmak’’ isimli sergiye ev sahipliği yapıyor Mit, her zaman bir “yaratılış”ın öyküsüdür. Bir şeyin nasıl yaratıldığını, nasıl var olmaya başladığını anlatır. Ataman Oğuz, Mehmet Ali Yıldız, Muhammet Bakır ve Sefa Çatuk’un yer aldığı sergide, sanatçılar eserleri üzerinden oluşturmuş oldukları kişisel mitlerini geçmiş ile içinde bulunduğumuz zaman dilimi arasında yaşanılan hayata dair çelişkileri, gerçekleri, belirsizlikleri ve zamana bağlı değişim gösteren yaşam hikayelerini kendilerine ait bir dille anlatıyorlar. Kişisel Mitolojiler nasıl, hangi koşullarda oluşur? Bireyselliğin arkasında yer alan toplumsal politik meseleler ve kültürel sorunlar, mitler aracılığıyla yapıtlarda nasıl şekillenir? Politikleşmeden sıradan, öznel olan bir dünyanın mitleşme ihtimali var mıdır? gibi soruların cevaplandığı sergi Ataman Oğuz, Mehmet Ali Yıldız , Muhammet Bakır ve Sefa Çatuk’un kişisel mitlerini görmeye ve keşfetmeye davet ediyor ’‘Bir ’‘Mit’‘ Yaratmak’’ sergisini 5 Şubat 2023 tarihine kadar saat 11.00 – 19.00 saat aralığında ziyaret edebilirsiniz. İletişim Esentepe Mah. Büyükdere Cad. Astoria, No:127/ B2-03, Şişli - İstanbul [email protected] +90 545 735 28 6 . #art #artist #artwork #artgallery #oilpainting #acrylic #figure #corpus #muhammetbakır @corpusgallery @muhammetbakirart @ataman_oguz @sefacatuk @worldofmay @lo__mamo @omer.over https://www.instagram.com/p/CnP04RZrK3J/?igshid=NGJjMDIxMWI=
1 note · View note
teknobist · 1 year
Link
0 notes
cogitokurdu · 2 years
Text
Mitolojiler ve Tanrıların Doğuşu Üzerine (Mitos pt.1)
Mitolojiler ve Tanrıların Doğuşu Üzerine (Mitos pt.1)
İnsanoğlu, evrimi süresince doğayı ve çevresinde olan biteni anlamlandırma çabası ile yaşadı. Kapasitesi arttıkça bakış açısı değişen insanoğlu, milyonlarca yıl boyunca kendinden daha yüce varlıkları arayıp doğa olaylarını onlara mal etme çabasına giriştiler. Dilerseniz Tanrıların yaradılışına göz atalım.. İlkel insanın yaşamı Tanrının insan eliyle yaratılışının tam tarihini bilmemekle beraber,…
Tumblr media
View On WordPress
1 note · View note
vel-hasili-kelam · 3 years
Text
Yörük Kadını / MOR CEPKEN.
Herkes, Mor rengin kadın haklarında niye ön plana çıktığını, kadınları şiddetten korumak için oluşturulan yapılara niye Mor Çatı dendiğini bilmez.
Dünyada mitolojiler ve renklerin psikolojisiyle anlatılan bu kullanımın Türkiye’de benimsenmesi, Yörük kadınlarının Mor Cepken giyme geleneğine dayandırılıyor.
Yörük kadını yaşlanıp iyice deneyim kazanınca KEZBENCE olur adı.
O, Oymağın bilge kişisi, akıl danışılanıdır artık, göçebe yürüklüğün kadınlarına tanıdığı yüce bir haktır, mor cepken erkeklerin ise korkulu rüyasıdır.
Mor cepken, Karacaoğlan türkülerinde geçer, günümüzde Ege, Muğla, Antalya ve Toros Yürüklüğünde yaşlı kadınlar tarafından hala bilinir, Yörük kızlarının çeyiz bohçasına önce mor cepken konur.
Kenarları sarı simgelerle işlenmiş, yelek biçiminde, mor renkli bir giysidir.
Yörük kızları sevdikleriyle evlenirlerdi, başlık parası gibi alışkanlıkları yoktu.
Mor cepkenin evlilikteki yeri ise, zamanı geldiğinde, darda kalan Yörük kadınının erkeğine karşı kullandığı bir boşanma özgürlüğünün simgesidir.
Mor renk ihanete uğramış, aldatılmış, aşkın rengidir, mor çatı adı oradan gelir.
Bizler dünyaya mor cepkeni yeterince tanıtabilseydik 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü mor cepken günü olarak kutlardık, Evli Yörük kadını, ihanete uğrayınca ya da kocası tarafından aşağılanıp dövülünce, bir şekilde mor cepkeni giyip herkesin görebileceği bir yere otururdu, ben bu herifi boşadım demekti, o zaman akan sular durur, herkes işini gücünü bırakır.
Masal anaları ile doğum ebeleri mor cepken giyen kadının çevresini alırlar, kocasının insan içine çıkmaya yüzü kalmazmış, yanılır ortaya çıkarsa, ona selam verilmez, selamı alınmaz, konuşulmaz; acıksa aş, ekmek verilmezmiş, toplumun dışladığı, yapayalnız bir insan olurmuş.
Büyük ödün verip de karısına mor cepkeni çıkarttıramazsa ömür boyu dul kalacaktır, kimse ona Dul ve Şaşı kızını bile vermez artık, göçebe Yürüklüğünün kadınına tanıdığı hakka, özgürlüğe bakın siz.
1800 yılların sonlarında Nazilli Kasabasının Aydın dağlarında, dağa çıkarak kadın hakları için savaşan GİZEMLİ KADIN EFE de bunlardan biridir, Ege yöresinin unutulmaz bir eridir.
Mor cepken, Ege efelerinin giydiği bir giysidir, buralarda efelik kadın erkek işi değil yürek işidir.
Kybele, Artemis, Tahtacı Yörüklerinden bu yana Kadın baş Tacıdır bu topraklarda.
Mor cepken,Yörük kadınının haklarını koruyan, esirgeyen eski bir TÖREDİR, Binlerce yıl öteden beri sürüp gelmiştir.
Karı-koca mutlu olsunlar, mor cepken çeyiz bohçasında kalsın.
Not:Araştırmacılardan derlenmiştir.
14 notes · View notes
acid-gramma · 3 years
Note
Benim de inancım yok ama dinsiz olup devamlı bunu bir şekilde belli etmeniz mal gibi gözüküyor bence de. Bazılarının taşak geçme stili de ayrı komik sorsan hepsi mizahşör. Ayrıca dinsiz olunca ya da kara mizah moruq kafasındakiler zeki oluyor diye bir şey yok ama türkiyedeki yobaz muhafazakar kesime oranla zeki olabilirler bakınız onların da zaten iq su yok :dd
ne diyosun amk gram anlamadim? konusu acilmadiginda hic konusulmuyor ki sunucuda neredeyse hic din muhabbeti olmadi seslideki sizce evrenin baslangici nasil oldu, mitolojiler atalar peygamber psikolojisi vs konusmalari disinda hic hatirlamiyorum cidden acildiginda cunku zaten herkes dinsiz niye din konusalim ya da dinsizligimizi belli edelim? he bi de bi keresinde sunucuda ateizm savunmasi yapan bi cocukla musluman taklidiyle tartistigimi hatirliom. baska olmadi olsaysa soyleyin
7 notes · View notes
korayaker · 4 years
Note
Zaman ve mekan sıkışması hakkında ki düşüncelerin nelerdir ?
Yaygın efsaneler, mitolojiler tarih öncesi toplumlarda bolluğun Mutluluğun egemen olduğu kolektif topluluklardan bahsederler,bu toplulukların özgün nitelikleri sınıflardan mülkiyet ilişkilerinden ve modern iş bölümünden bağımsız topluluklar olmasıdır,
Modern antropolojinin tarih öncesi topluluklar yani tarım toplulukları olmayan avcı-toplayıcı toplumlar üzerinde yaptığı araştırmalarda bu insanların zaman kavramından habersiz olduklarını ortaya koymuştur. Bir küçük burjuva anarşisti -anarko primitivizm olan Jhon zerzana göre zaman mekan sıkışması - zamanın  kategorileştirilmesi tüm insan faaliyetlerinin derecelendirilmesi uygarlığın yani özel mülkiyetin ortaya çıkması ile başlamıştır. öyleyse zaman kavramı uygarlığın yani özel mülkiyetin ürünüdür  zerzana göre zaman tahakkümün ruhudur ilkel insan zaman kavramından habersizdi çünkü köle değildi
“avcı-toplayıcı yaşamdaki "boş zaman bolluğuna" değinerek şöyle der; "sıkıntı ve günbegün öğütülme yerine, zevk verici bir yaşam tarzının eşlik ettiği bu boş zaman bolluğu, toplumsal yaşamın niçin öylesine durgun kaldığını gayet iyi açıklamaktadır. Jhjon Zerzan
özel mülkiyetin doğuşu ile birlikte doğal olmayan bir iş bölümü ortaya çıkmış insanın kendisi ile birlikte emeğide bir meta haline gelmiş ve marksın değimi ile kendi emeğine yabancılaşmış ücretli köle toplumu doğmuştur.  Bu toplumda zaman özel mülkiyet ve sermaye birikimin derecelendirilmesi ve sistemleştirilmesinin pisagorcu bir aracıdır. 
Zamanın matematikleştilmesi tüm insan faaliyetlerinin özel mülkiyet ilişkilerine uygun biçimde düzenlenmesi uygarlık ile birlikte ortaya çıkmıştır oysaki avcı toplayıcı toplumlar zamandan bağımsız ve doğal bir iş bölümüne sahiptirler
Her sabah nereye gittiğini bilmeden bir işe giden, her akşam nereden çıktığını bilmeden bir işten çıkan, sevmediği hayatı yaşayan, sevmediği işi yapan, sevmediği kişilerle yaşayan, gelip geçen bütün ölü kentlerin, ölü doğmuş çocukları. Gorkinin bu müthiş tespitleri kendi emeğine ve doğaya yabancılaşmış ücretli köleni toplumun özetidir.
Rutin ve monoton iş yaşamından uzun çalışma saatlerinden, yoksulluktan, açlıktan ve sefaletten dolayı, en doğal insanı faaliyetlerine yabancılaşmış bir toplum. Teknoloji tarafından yalıtılmış, yaşamı maddi ilişkiler yerine, tüketim nesneleri ile çevrilmiş, doğadan tamamen arındırılmış, bir dünyada tüm zamanını atölyelerinde tüketen bir köle toplumu. Günümüzde burjuva toplumun nesnel yapısı budur. Serbest zamandan ve yaşamın zenginliklerinden faydalanmak yalnızca ayrıcalıklı sınıfların imtiyazıdır.
Terakkî saatin tekâmülüyle başlar. İnsanlar saatlerini ceplerinde gezdirdikleri,onu güneşten ayırdıkları zaman medeniyet en büyük adımını attı. Tabiattan koptu. Müstakil bir zamanı saymaya başladı. Fakat bu kadarı kâfi değil. Saat zamandır, bunu düşünmemiz lazım!
Ahmet Hamdi Tanpınar, Saatleri Ayarlama Enstitüsü
Kapitalizm tarafından kutsanan ve yüceltilen, post modern bireyin, aşırı özerkleşme arzusu, onu özgürleştirmek bir yana, daha fazla tahakküme zorlamış yapay bir labirentin içine tutsak etmiştir. Tüm toplumsal faaliyetleri tüketim ile eşitlenen birey, doğal olandan koptukça, yabancılaşma yalnızlık, rutinleşme, tekdüzelik, tatminsizlik,ile baş başa kalmıştır.
Jean Baudrillard değimi ile orji sonrası toplumlarda yani post- endüstriyel toplumlarda maddi  insanı ilişkilerin yerini tüketim ilişkileri almıştır tüketim biricik ahlak biçimine dönüşmüştür öyleyse uygarlığın başından beri doğal olmayan bir iş bölümü içinde tüm zamanı özel mülkiyet sistemine göre derecelendirilen insan devasa bir meday similasyonu tarafından yutulan hakikat ile birlikte absorte edilmiş ve palyatif bir varlığa dönüştürülmüştür
Harvey, “zaman-mekân sıkışması” terimiyle mekân ve zamanın nesnel niteliklerinde gerçekleşen devrimci değişimlere vurgu yapmaktadır. “Sıkışma” terimi ile kapitalist süreçte hayat hızının artışını ve mekânsal engellerin ortadan kalkışını ifade etmektedir. Ona göre bu terim, mekân telekomünikasyonun yarattığı bir “küresel köy”e dönüşmekte ve zaman da içinde bulunduğumuz anın dışına çıkamayarak kısalmaktadır (Harvey, 2010: 270). Harvey, modernite döneminde demiryolları, buhar gemiciliği, balon yolculuğu ve bunların fotoğraflanması ile birlikte telsiz, telgraf, radyo, X-ışınları, sinema, bisiklet, otomobilin zaman-mekân deneyimlemesini değiştirdiğini, iç içe geçirdiğini ve kamusal zamanın mekânda her geçen gün daha türdeş ve daha evrensel hale geldiğini belirmekte (Harvey, 2010: 297-300), bununla birlikte zaman-mekân sıkışmasının Fordist üretimden esnek üretime geçişle birlikte, postmodern dönemde hızını arttırdığını söylemektedir. Yeni organizasyon biçimleri ve yeni teknolojiler ile bu mümkün olmaktadır (Harvey, 2010: 317). Bu sistemde emek hareketlidir, modalar ve kısa süreli meraklar vardır (ki bu zamanın ufkunu yok eder), her şey para ekonomisinin konusu olabilmektedir ve üretim devri olduğu kadar tüketimin de devri hızlıdır, kitle turizmi yaygındır, kara-deniz ve demiryolu taşımacılığı hızlıdır. Bu durum mekânsal engellerin aşılması, mekânın zaman aracılığıyla yok edilmesi demektir (Harvey, 2010).
3 notes · View notes
epifizz · 9 days
Note
Şimdilerde cahiliye diye adlandırılan dönem sanat ve bilim açısından ne durumdaydı gerçekten her bakımdan dip durumda mıydı?
Yani ancak islam literatürü içinde bakarsak o zamanki toplumu böyle adlandırmak mümkün olur sanırım. En nihayetinde en yüce olan Allah'ın inayetinden uzak olmak cehaletin kendisidir bu bakış içerisinde. Bu bakışı taşımadığımızda ilgili toplumu nasıl tarif edeceğimizi açıkçası tarihsel bilgi yetersizliğim sebebi ile bilmiyorum. Ancak aktif bir ticaret hayatı, kadınların (peygamberin ilk eşinden hareketle) aktif olduğu bir kamusal alan kesinlikle vardı denebilir. Bunun yanında putperest toplumlar genelde sadece heykel sanatı nazarında düşünürsek bile yüksek sanatsal üretime sahip oluyor genelde. Doğayı ve mistik olanı mitolojiler ve ikonlar üzerinden anlatmak motivasyonu sanatsal itkiyi geliştiren bir boyut taşıyor. İslamiyetin bu noktada ikonoklastik bir yol izlediği kimselerce reddedilemez. Ve islamiyetin sanata konumlanışı Platon gibi genelde gerçeğin sahte ifadesi olarak negatif bir anlam taşır. Bu yüzden islamiyette gelişen sanat non-figüratiftir.
Bilimsellik konusunda diyeceğim pek bir şey yok, dediğim gibi tarihsel gerçekliği pek bilmiyorum. Ama ticaretin geliştiği bir yerde en azından aritmetik biliminin dip olmadığını düşünmek gerekir sanırım. Nasıl ki tarım toplumlarında geometri ve astronominin gelişmişliği elzem ise, saymayan işlem yapamayan ticaret toplumları da ayakta kalamazdı diye tahmin ediyorum. Bunu Arapların numara sistemlerinin işlevselliğinden anlayabiliriz.
0 notes
kargaruhu · 4 years
Text
Hoş geldin Kara Karga!
Şen Şair Yürekli Seyyah([28]) attı kolunu omzuna Zambaklı Filozof’un([29]), döndü [kehre] O’na [hüve]. Gel, izinden Kara Karga’nın! Düşelim muhabbete, içelim aşkın şarabını. “Daha içelim, daha içelim.”([30])
“Fazla anlaşıldığım için karanlıkta kalıyorum”([31]): Kara Karga
 “Ararsam pınarın gözün ararım
Bulanmış da durulmuşu n'ideyim?”([32])
Karga öz ötücü([33]) [oscines] ve "kapkara" bir kuştur. Hakkında bu kadar yanlış kanaatler üretilmesine rağmen kültürler, dinler, mitolojiler, edebiyat ve günlük konuşmalarda onun kadar sağlam bir yer edinen başka bir kuş yoktur. Türüyle ilgili bilgilerde karga; “kişilik sahibi, cür’etli, faal, dengeli, akıllı, asil” gibi niteliklerle anılıyor. Kargalar çevreye kolaylıkla uyum sağlayan güçlü uçucu kuşlardır. Kendilerine özgü bir dilleri vardır, ötüşlerinin anlaşılabilir anlamlara geldiği artık bilinmektedir. Yaşadıkları bölgeyi kıskançlıkla korurlar. Çok akıllı oldukları hatta kabile toplantıları düzenledikleri, uçarken özel bir süzülmeyle alçalıp toprağın olumlu enerjilerini alabildikleri söylenir. Çok yükseklere uçabildikleri için bir şeyin iyi ve kötü yanlarını çok iyi görürler. Sayı sayabilen tek kuş denilmektedir. Seherlerde uyanıktırlar.
Kara Karga [ya da kuzgun] simyada iki dünya arasında birleştirici semboldür, yani düpedüz berzah; hayal âlemi. Simyacılara göre uçuş ve yere konuşundaki geçişsel enerjiler ve yaşam alanlarının hava elementi olması sebebiyle yer ve gök [ruhlar dünyası ve yaşam dünyası] aracıdırlar. Ayrıca insanın yükselişi [insanı kâmil] sırasında beden ve ruh geçididirler [berzah, geçit, kıstak]. Uçmak bedenin sınırlarından kurtulmak, yere konuş göksel enerjilerle bedene yeniden dönüşü simgeler.
“Ruhsal simyada Büyük İş’in başlangıç noktası karga ile sembolize edilir. Ruhun iç dünyası başlangıçta kara, karanlıktır [nigredo deneyimi]. Kara karga sembolü ile, insanı fiziksel bedenine hapseden fiziksel duyular dünyasından bilinç dünyasına çıkış anlatılmaktadır.”([34])
“Kılavuzu karga olanın…” sözünün aksine Kur'an’da karga insana kılavuzluk yapar.([35])
Kızılderililerde karga insanla doğa arasındaki dengenin simgesidir.
Castaneda’nın bilge dostu ve "hermetik" bilgesi Yaqui Kızılderilisi Don Juan’ın yorası [haberci kuşu] kargadır. Onda ölüm deneyiminin simgesi de kargadır.
Edgar Allan Poe’nun Kuzgun [Kara Karga] şiiri hepinizin malumudur. Eski kutsal günlerden bugüne kalmış bir kuzgun, kurtuluş için gönderilmiş melektir ve çorak ülkede tektir.([36])
İbn Arabî, İttihad'ül Kevni risalesinde([37]), “Özdeşlik Ağacı ve Dört Ruhani Kuş”tan bahseder. Kara Karga’nın hakikatini bize gösterecek enfes bir anlatıdır bu. İbn Arabî’nin verdiği şekliyle risalenin tam adı “İnsanlık Ağacının ve Dört Ruhani Kuşun Huzurunda, Varlığın Müşahedesinde Yaratılış İttihadı”dır. Semavi bir yükselişte [miraç] her birinde bir peygamberin durduğu yedi gök aşılır miraç son bulur. Kendi birliğini gerçekleştirip mükemmelliğe ulaşan insanı kamil yaratılışın bir prensibi olarak sunulur. Bu ağaçla ve dört ruhani kuşla sembolize edilir.
Bu kutsal ağaç alegorisi Kur'an’da da yer almaktadır. Hz. Peygamber’in miraç sonunda ancak bir insanın yapabileceği bir yolculuk olarak [melek buradan sonra eşlik edemez] yalnız başında seyr’ ettiği Sidretü’l-Münteha [son sınır ağacı ("[en] başlangıçta kökensel varlık ağacı" da denilebilir)] vardır. Burası “ara dünya [berzah, geçit, kıstak]”dır. Ağaç keşfen bilinir. Evrensel zuhurun kendisinden doğduğu prensibin tamamlayıcı görünümleri olarak Dört Ruhani Kuş ardı ardına doğar. Ve her biri birer konuşma yaparak kendi hakikatlerini bildirirler. Kur'an’da da geçen bu ağacın “kökü sabit dalları gökyüzündedir.”([38]) Kökleri aşağı dünyaları, dalları ise “zirve seyir” yerlerini simgeler. Birlik ve Özdeşlik Ağacı olarak aynı zamanda eşeyliliklerin [ikilik ve farklılıkların] de temsilcisidir. Ağaç kelimelerin tümüdür [cevamiu’l-kelim] ("işi bitirici konuşma" da diyebiliriz), sırlar ve hikmetler madenidir.
Ağacın dallarıyla yaprakları arasında Karga ve garip Anka kuşu durmaktadır. Daha ince dallarda ise Kartalla Gerdanlıklı Güvercin vardır. Kartal güvercine âşık olur ve onlardan [güvercinin nefeslenmesiyle (nefesi rahmani)] Anka kuşu doğar. Anka Batı’da, dünyayı çeviren okyanusun kıyısında konaklamaktadır. Kara Karga ise dişi Anka’nın oğludur.
İlk Aklı ya da Yüce Kalem’i temsil eden Kartal Allah’ın ışığı [nur] olarak bir tecelliyle var olmuş ilk varlıktır. Kartal bâtın, Karga ahir ve zahirdir. Bu nedenle varlığın gizliliğinin, dirilişinin ve ilk duruma dönüşünün habercisidir. Kapkara rengiyle karga zuhurun nihai gelişimini temsil eder. Bunlar Varlık hakikatini, kendilik bilgisini, insan olma yolunda mükemmelliğe ulaşmak olan insanı kamil’in hallerini insanın bilmesi içindir.
Karga nurlar heykelidir ve sırlar hazinesinin taşıyıcısıdır. Önce ve sonradır. His de hissedilen de ona ait olup resimler ondan zuhur eder. Şekillerin aslıdır ve misaller, örnekler, semboller onun sûretinin evreleridir. Genişliği [arzî (topoğrafya)] Allah dostları için ikram evidir. Hikmet dükkânı, nağmeler musikisidir. İlahi kelamların derin hakikatlerini birleştirip toplayandır. Hakk Teala huzuruna çağırmış ve kendisini tanımasını istemiştir. Her anlam Karga’dan fışkırır. Gözlerden saklanan, manaların aslı, şarkıların kaynağıdır. ŞAİR([39]) Karga’ya âşık olmuştur. O, ŞAİR “öylesine bilgili, öylesine yüce makamlı ve öylesine erdemli”dir. İlmi en mükemmel ilim, işi en mükemmel iştir ŞAİR’in.
Kara Karga’nın ŞİİR’i yalın halde, insanlık makamında bir şiirdir. Bu yalın insanlık halini asla eğitmeye, değiştirmeye, ehlîleştirmeye çalışmaz. Üryan Şair Ayrıksı Göz’ün([40]) şiiri gibi “üryan”([41]) bir şiirdir bu. Bütün yüklerinden, yüklemlerinden kurtulmuş, bütün ağırlıklarını atmış, gizlilik ve bilinmezlikten soyunmuş, çırçıplak, dosdoğru bir söyleyiştir. Karacaoğlan’ın “Ararsam pınarın gözün ararım / Bulanmış da durulmuşu n'ideyim?” dizeleri de bunu çok güzel anlatır. Ayn’ın([42]), pınarın [duru söz’ün] dupduru, şifa verici, iştah açıcı ve neşe verici kaynağından ab-ı hayat [hayat suyu] içmek varken; arıtılıp temizlenmiş, durulmuşsa da öncesinde bulanmış [tarihle, kültürle, metafizikle, felsefeyle, düşünceyle hatta (küçük harflerle) şiirle] olan suyu neden içsin insanoğlu? Pınarın gözesinden fışkıran dupduru suyun şenelten şiirini söyler Kara Karga.
Varlık’ın çağrısını işitip muhabbete koyulan Kara Karga Varlık Türküsü’nü tutturmuştur, çakırkeyf, şen bir şiir söyler. O hep “bir arada”, hem yerdedir, hem gökte; hem bilinendir, hem bilinmeyen; hem görünendir, hem görünmeyen; hem zahirdir, hem bâtın; hem ruhtur, hem beden; hem şiirdir, hem düşünce; hem de hiçbirisidir: Hepbirarada. Artık bilinmeyen ve henüz konuşulmadık dillerde, ilk en ilk çölsel dilde konuşur, yerde [artık] yeri olmayan çok özel bir yerden, özge diyar[lar]dan konuşur. Dokunulmadan kalmak, ayn’iyetini korumak isteyen çoklu bir haykırıştır o. Çocuğa ait aydınlık ve muzip kahkahayla, kendi yeri olmayan bir yerden konuşanı masalın çevrimine sokarak zevkli bir oyun başlatır hora teperek. Örneği çıkarılmış örgüleri söker atar. Olanın olduğu gibi olması en harikulade şeydir zaten. Kara’yı sever, tehlikeyi de ve geceyi; gecesel ışığın o dipsiz, serin aklığında sabahlar ve akşamlar. Ne “babasal” ne “anasal” bir söylemi vardır, hep kökene; kökenden daha eski bir kökene, yeniden hep kaynağa döner. Başlayan bir başlangıçtır bu. Delikanlı, karaşın ve şen bir başlangıç…
İbn Arabî’nin “Özdeşlik Ağacı ve Dört Ruhani Kuş” anlatısının sonunda Karga, konuşmasını çok ilginç bir şekilde tamamlar. Bu, günümüze kadar “Karga’nın mahkum edilişini”ne karşı çağlar öncesinden gelen bir manifestodur âdeta:
“Sağlam akıllı olduklarını iddia eden, bununla birlikte verdiği hükümlerde çoğu kez yanılgılara düşen kimileri, çok kaba ifadelerle, çirkin kelimelerle beni alaya aldılar. Ve güzel övgüleri (sena) benden esirgediler; sena giysisini bana giydirmediler. Ama bu yaptıkları çok geçmeden kendi aleyhlerine dönüverdi. Kendi kazdıkları kuyuya kendileri düştüler. Kötü amelleri onları çepeçevre kuşattı. Sanki ben onlarla birlikte derinliğimde (umkî), yani Cehennemindeydim de onlar birdenbire “imdat!” diye bağırmaya başladılar. Karşılığında ise, sadece “Girin Cehenneme ve artık Bana bir söz söylemeyin!” (Kur'an; 23/ 108) cevabını aldılar. Oysaki genişliğimde (arzî); yani Cennetimde, benim hakkımda güzel övgülerde, senalarda bulunanlar, onlar ve onların eşleri “Cennetin (çiçekli ve şırıl şırıl sular akan) bahçesinde sevinç içinde neşelenirler.” (Kur'an; 30/15; 43/70). Fakat beni zaten İlahi Yasa (eş-şer’u) övüyor, sena ediyor, onların ne önemi var! Dinlenilen Kutsal Kitaplar benim mertebemi açıkça bildiriyor. Dolayısıyla sözlerimde aşırı gitmiyorum ben.”([43])
([1]) İfade İbn Arabî’ye aittir.
([2]) Belki [de] _yalnız[ca] sembole yakınlık olabilir. Sembolü bir çeşit “fantazma” gibi görerek…
([3]) “Biz o mutlu birliği kelimenin tek anlamıyla Varlığı (Das Sein) kaybetmişiz. Ona erişmemiz, onu elde etmemiz için de önce onu kaybetmemiz gerekiyordu.” Friedrich Hölderlin, Hyperion 2, çev. Melahat Togar, Milli Eğitim Basım Evi, İstanbul,1965, s. 112.
([4]) Bu gidiş, bu uzaklaşma, bu unutuş yoksa biz olabilir sandığımız için midir? Yapabileceğimiz başka bir şey yok; uzaklaştık, unutacağız. O halde gelsin sanat, estetik, teknik: “Madem uzaksın, gittin seni yokluğa gömeceğim.” Çaresiz çare.
([5])İbn Arabî
([6]) “Arasında
Duyduğumla söylediğim Söylediğimle sustuğum Sustuğumla düşlediğim Düşlediğimle unuttuğum arasında [ki]: Şiir.” Octavio Paz
([7]) Melih Başaran, Gıyabında, Yerineler; Paradigma Yayınları, İstanbul 2004.
([8]) Bülbül de var burada evet. Lakin bülbül “Mantku’t-Tayr”ın işaret ettiği seyr ü seferinde kendi hakikatini Anka’da bulmuştur.
Kartal da var burada. Lakin başka bir çevrimde çoğun Anka, kimi zaman da Kirpi kisvesiyle çıkar karşımıza. Nitekim Simurg u anka [Zümrüdüanka] Kartal soyundandır. İbn Arabi’nin “Dört Ruhani Kuş”undan Kral Kartal Anka’nın babasıdır. Keloğlan’ın koruyucu kuşu, Zülkarneyn’in yıldız kuşu olan Anka Selçuklularda boynunda halka bulunan [gerdanlıklı] çift başlı kartal’dır. Mümkündür ki bir başka kavle göre Kartal burada daha çok, belki de_ düşüncenin hayaletidir.
([9]) "Bir düşünce her tür kurnazlığı güçleştiren bir sadakat gerektirir" Maurice Blanchot
([10]) “Gönül Kâfına gir, hakikatlerin Anka'sını avla.”Usûlî
([11])Semender, Devlet Kuşu, Tuğrul, Hümâ adlarıyla da bilinir.
([12]) “Otuz kuş”un Simurg’un doğru etimolojisi olmadığı, Pehlevice sn "kartal" ve murg "kuş"tan oluştuğu tespitini de burada anmak gerekir. [İslam Ansiklopedisi,c. 10, Simurg maddesi, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.]
([13])Ferîdüddîn Attâr, Mantıku't-tayr, çev: Abdulbaki Gölpınarlı, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul.
([14]) “πόλλ’ οἶδ’ ἀλώπηξ, ἀλλ’ ἐχῖνος ἓν μέγα” Grek şair Archilochus.
([15]) Cahit Zarifoğlu, Zengin Hayaller Peşinde, Beyan Yayınları, İstanbul.
([16]) "Şiir Kirpisi" de kendini kolayca tehlikeye atmaktadır.
([17]) "Şiir Kirpisi" de otoyollara vurur kendini.
([18]) Martin Heidegger… Karaşın şair Ece Ayhan, Heidegger için böyle söylüyor.
([19]) Angelus Silesius
([20]) “Ebediyen ölmüş olacaksın, eğer burada ve şimdi çiçek açmazsan.” Angelus Silesius
([21]) Behçet Necatigil
“Ellerde, dudaklarda, ıssız yazılarda
Akşamlara gerili ağlara takılıyor
Yaralı hayvanlar gibi soluyor
Bunalıyor, kaçıp gitmek istiyor
Yollar, ya da anılar boyunca.
 
Alıp alıp geliyorum, uyumuyor bütün gece
Kımıldıyor karanlıkta ne zaman dokunsam
Solgun bir gül oluyor dokununca.”
([22]) Jacques Derrida, Şiir Nedir?, Babil Yayınları, Erzurum 2002.
([23]) Jacques Derrida, Şiir Nedir?, Babil Yayınları, Erzurum 2002.
([24]) Georg Trakl
([25]) Jacques Derrida, Şiir Nedir?, Babil Yayınları, Erzurum 2002.
([26])“Demek, giderek daha karanlık olan gecesel bir ışık. Bitirmek için adımlarımızı sıklaştıralım: Üçüncü yer’e, arşi-kökensel’den daha fazlası olmuş olabilecek bir yere, adaya ya da vaadolunan toprağa değil, ama belli bir çöle -vahiy <açımlama> çölüne değil-, çöldeki çöle, ötekiyi olanaklı kılan, açan, oyan veya sonsuzlaştıran çöle doğru…”Jacques Derrida, İman ve Bilgi Basit Aklın Sınırlarında "Din"in İki Kaynağı, çev. Melih Başaran, Toplumbilim, 10.
([27]) “Hak bir gönül verdi bana, ha demeden hayran olur, Bir dem gelir şâdân olur, bir dem gelir giryan olur, Bir dem sanırsın kış gibi, Zemahşer-î olmuş gibi, Bir dem bişâretten doğar, hoş bağ ile bostan olur, Bir dem gelir söyleyemez, bir sözü şerh eyleyemez, Bir dem dilinden dürr döker, dertlilere derman olur, Bir dem çıkar arş üzere, bir dem iner taht-es serâ, Bir dem sanırsın katredir, bir dem taşar ummân olur, Bir dem cehâlette kalır, nesne bilmez na-dan olur, Bir dem dalar hikmetlere, Kâlînos û Lokmân olur, Bir dem dev olur ya peri, viraneler olur yeri, Bir dem uçar Belkıs ile, sultân-ı ins û can olur, Bir dem varır mescitlere, yüz sürer anda yerlere, Bir dem varır deyre girer, incil okur ruhban olur, Bir dem gelir İsa gibi, ölmüşleri diri kılar, Bir dem girer kibr evine, Fir’avn ile (Firavunla) Haman olur, Bir dem döner Cebrail’e, rahmet saçar her mahfile, Bir dem gelir gümrah olur, miskin Yunus hayran olur.”
Yunus Emre
([28]) Jacques Derrida
([29]) Zambaklı Filozof’un [Heidegger] düşüncesi [hatta şiiri diyelim] hep yolda olsa bile, onda hep bir nostalji, hep bir dönüş miti olmuştur. Elbette bu henüz varolmamış önümüzde bir başlangıçtır. Bundandır Zambaklı Filozof düşünce hayaleti Kartal’a tutulmuşsa bile Anka’ya bir komşuluğu vardır. Ömrü vefa eder “Kıryolu” [şiiri] ve “Niçin taşrada kalıyorum” yazısında Kara Karga’ya komşu olur. Bu muzip gülümsemeler Zambaklı Filozof’un da Şen Şair Yürekli Seyyah [Derrida] gibi “şen bir ironiye” sahip olduğunun açık göstergesidir.
Yanlış bitiştirmeler olabilir düşüncesiyle burada Anka’yı Şiir Pîri Arifi Ekber İbn Arabî’nin hep konukluğuna açıldığı şiir hayal[et]i olarak düşünmediğimizi belirtelim. Şiir Pîri, Üryan Şair Ayrıksı Göz Yunus Emre gibi Kara Karga’nın yakinidir. [İzin verilirse bir muziplikte biz yapalım. İbn Arabî; Arabın oğlu, yani kara, karaşın oğul. Daha baştan Kara Karga ile soydaş.] Cür’etimizin farkında olarak Anka [Şems öncesi ilk dönem] Mevlâna’nın yakinidir diyebiliriz. Şemsi Tebrizî ile başlayan süreç sonrasında o da Kara Karga’nın komşuluğunda konaklar olmuştur.
([30])“seninle başbaşayız üstelik sarhoşuz adamakıllı daha içelim, daha içelim.
bitsin bu delicesine koşu.
yeter, yeter... öleceksek ölelim hadi vur kendini şaraba kedere ve aşka vur. daha içelim, daha içelim.”
Ümit Yaşar Oğuzcan
([31]) Michel Foucault
([32]) Karacaoğlan
([33]) Daha baştan bu bile kargayla ilgili “kasıtlı” bir yanlış kanaat oluştuğunu, oluşturulduğunu göstermiyor mu?
([34]) Mehmet Saltık, Kuşdili Kılavuzu [Simyanın Ayak İzleri], Hermes Yayınları, İstanbul 2005, s. 103.
([35]) “Bunun üzerine Allah, kardeşinin cesedinin çıplaklığını nasıl gizleyebileceğini ona göstersin diye toprağı eşeleyen bir karga gönderdi. [Bunu gören Kâbil,] “Eyvah” diye haykırdı, “Yazıklar olsun bana! Ben, bu karganın yaptığını yapamayacak kadar ve kardeşimin cesedinin çıplaklığını gizleyemeyecek kadar aciz miyim?” [Maide, 31]
([36]) “…
Çırpınarak girdi birden o eski kutsal günlerden Bugüne kalmış bir Kuzgun pancuru açtığım zaman. …" “Gerçi yolunmuş sorgucun” dedim, “ama korkmuyorsun Gelmekten, kocamış Kuzgun, Gecelerin kıyısından; Söyle, nasıl çağırırlar seni Ölüm kıyısından?” Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
Sanki ağırlaştı hava, çınlayan adımlarıyla Melek geçti, ellerinde görünmeyen bir buhurdan. … Dedi Kuzgun: “Hiçbir zaman.”
 
“Geldin bir kere nasılsa, cehennemlerden mi yoksa? Ey kutsal yaratık” dedim, “uğursuz kuş ya da şeytan! Bu çorak ülkede teksin, yine de çıkıyor sesin, …"
Edgar Allan Poe
Türkçesi: Ülkü Tamer
([37]) İbn Arabî, İttihâdü’l-Kevni Risalesi, çev: Mahmut Kanık, İnsan Yayınları, İstanbul 1991.
([38]) “Allah’ın, güzel-doğru bir söz için nasıl bir misal verdiğini görmüyor musun(uz)? Kökü sapasağlam, dalları göğe doğru uzanan güzel-diri bir ağaç gibi[dir o]; ki, Rabbinin izniyle her mevsim meyvesini verip durur. Allah insanlara [işte böyle] misaller veriyor ki, [değişmeyen gerçeği] düşünüp kendilerine ders çıkarsınlar. Ve çirkin bir sözün durumu ise, kökü toprağın üstüne çıkarılmış, bütünüyle kararsız, dayanıksız çürük bir ağacın durumuna benzer.” [İbrahim; 21-24]
([39]) Burada geçen “Bilgili, erdemli imam [öncü]” tanımlamasını biz, “Söyleyemem şimdi ben ismini” dedikten sonra “Benim sembolik anlatımımı anlayan” diye devam eden İbn Arabî’nin kastına da uygun düştüğünü düşünerek ŞAİR diye anlıyoruz. Allah en doğrusunu bilir!
([40]) Yunus Emre
([41]) “Uş gine geldim ben bunda, sır sözün ayan eyleyem, Bir söz ile yeri göğü cümlesin beyan eyleyem. ... Bu bizden önde gelenler, manayı pinhan kılanlar, Ben anadan doğmuş gibi geldim ki uryan eyleyem.”
Yunus Emre
([42]) İbn Arabî’nin "a‘yân-ı sâbite" veya "madûm" dediği Varlığın ilk, benzersiz sûretleri, özleri. Ayn kelimesi aynı zamanda “göz, pınar, göze” anlamlarına da gelmektedir.
([43]) İbn Arabî, İttihâdü’l-Kevni Risalesi, çev: Mahmut Kanık, İnsan Yayınalrı, İstanbul 1991, s. 111-112.
4 notes · View notes