Panoptikon
“Feodal tipteki bir toplumda siyasi iktidar esas olarak yoksulların senyöre ve zaten zengin insanlara vergi ödediği, aynı zamanda onlar için askerlik hizmeti yaptığı bir iktidardı. Fakat kişilerin ne yaptığıyla hiç ilgilenilmiyordu, siyasi iktidar buna, sonuç itibarıyla, ilgisizdi. Bir senyörün gözünde var olan şey, toprak, köyü, köyünde oturanlardı, ailelerdi, fakat bireyler, somut olarak, iktidarın gözüne gözükmüyordu. Bir an geldi ki, herkesin iktidarın gözü tarafından fiilen algılanması gerekli oldu, kapitalist türde bir toplum olsun istendi, yani mümkün olduğunda yaygınlaştırılmış, mümkün olduğunca verimli bir üretimle birlikte; iş bölümünde kimilerinin şu işi, kimilerinin bu işi yapmasına ihtiyaç olduğunda, halkın direniş hareketlerinin, ataletin ya da isyanın, doğmakta olan tüm bu kapitalist düzeni altüst etmesinden korkulduğunda, o zaman, her bireyin somut ve keskin gözetlenmesi gerekli oldu…” Michel Foucault, İktidarın Gözü (İmge Kitabevi)
Panoptikon, İngiliz filozof ve toplum kuramcısı Jeremy Bentham’ın 1785 yılında tasarlamış olduğu hapishane inşa modelidir. Bütünüyle toplumsal bir sınıflandırmayı var eden, ötekilerin / zararlı görülenlerin kuşatıldığı, yedi gün, yirmi dört saat denetlendiği bir zeminin bugünlerin dünyasında artık bir temel argüman haline dönüşümünü yaşamaktayız kesintisiz olarak. Covid-19 salgın sürecinin başından ortasına, şimdisine, normalleşme hal tanımla birlikte güncellenen şu ana, bütünüyle o trajik gözetleme aparatının güncel, bariz bir sabite dönüşümü var edilir. Yolun, yordamın, anlam ve ötesinin topyekun çalındığı bir uzamda, toptan, Foucault’nun yaza geldiği üzere kapitalist düzen alt üst edilebilir bir mesel olarak görüldüğünden, korkulduğundan her bireyin kesintisiz gözetlenmesi hasıl oldu. Bugünün dünyası, Türkiye gibi nesnelliği ile o yeni dünya düzeni aksiyonunun en olmadık hallerine rehin edilen ülkenin gerçekliği bu halle çıkagelir. Yönelimini, düşünce eylemine, sorgulama bahsine, hayatta var olma istemine ketler vurarak var edebilen bir iktidar temsilinin suna geldiği her şey yıkımı bildirir. Bunlarla bir ülkenin yönetim katını var edip, cürümle bütünleşmiş hamlelerle birlikte bir kere daha denetim, gözetim ve tam kapasite tahakkümle hayat hiç edilir.
Kırmızı çizgilerin her an bambaşka bir veçhe / saikten türetildiği, güncellendiği bir yerde olmakta olanın afaki bir cürüm kalıcılığı adına olduğu muhakkaktır. Panoptikon zihninin, tevatür değil doğrudan hepimizi enterese eden bir incitme, eksiltme ve adıyla sanıyla bir biyopolitik cendere sahası olarak güncelliğidir şimdi mesele. Baş Amir ve baş faşistin ol mini mini mikro faşist oluşumlar, bildiğiniz tüm anlamlarıyla yekten solculuğa hakaretin ta kendisi kendini solcu zanneden zevat; perinçekgillerle bütünleşik imaline devam ettiği, yolunda yürüdüğü ülke / yeni yüzyıl şablonu bu bahsin de devamlılığıdır. Böyle bir halle, bunca kesintisiz bir cürüm istemiyle kuşatılan yerde, panoptikon zaten hayatlarımızın tam da merkezinde konumlanan devlettir! O’nun yol verdiklerinin var ettiği her şey, hemen ilk tanımlamada olduğu gibi kuşatan / tüketen, bunu yaparken de denetimi gözetleyerek var eden bir ülkeyi bildirir. Yeni çağ, yüzyıl söylemi sulu sepken kullanıla durulurken asıl olmakta olan bu cendere halinin ta kendisini kanıksatmaktır. Bunun her neresi yenidir, hiç düşündünüz mü?
Diken.com.tr’den aktaralım: “Baş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, TBMM Genel Kurulunda görüşmeleri devam eden 2023 yılı bütçesinin, ‘iktidarın, halkın parasına çökme planı’ olduğunu söyledi.
‘AKP’nin vatandaşın alın teri ve emeğiyle kasasını doldurmaya çalıştığını, bu nedenle halkın çocuklarına meyve ve süt alamadığını, kirasını ve faturalarını ödeyemediğini’ belirten Baş, enflasyon nedeniyle yurttaşın alım gücünün düştüğünü söyledi.
Baş, “Baz etkisini alın, başınıza çalın. Türkiye, 2022 yılında çocuklarına süt alamayan bir ülke haline geldi. Dünyada çalışma saatlerinin en uzun olduğu ülke olan Türkiye, yoksulluğu yaşamaya mahkum ediliyor” dedi.
Erkan Baş, son dönemde ‘üç harfli’ zincir marketlere yönelik eleştirileri anımsatarak “Olay basit, ekonomiyi mahvediyorlar suçu başkalarına atıp kendilerini aklamaya çalışıyorlar” dedi.
‘Bu karanlıkla ancak laiklikle başa çıkabiliriz’
TİP Genel Başkanı Baş, İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in, kızını altı yaşındayken bir tarikat üyesiyle imam nikahıyla ‘evlendirmesini’ ve çocuğun yıllarca istismara maruz bırakılmasını anımsatarak Türkiye’nin tarikat ve cemaatlerce karanlığa sürüklendiğini dile getirdi.
Baş, konuyla ilgili şunları dedi:
“Bu asla münferit bir olay değil. Bir iki kişinin yaşadığı bir mağduriyet değil. Öyle olsaydı bile dünyayı yakmamız gerekirdi. Aslında Türkiye’de gerici yapılanmalarla çocuklarımızın yüz yüze kaldığı bir sorun bu şekilde açığa çıktı. Konuşamayan binler var. Bunların kaçak yapılarına ruhsat veriliyor. Bunlar belediye ve merkezi bütçeden binlerce lira destek alıyorlar. Bunlar sahte sağlık raporları düzenliyorlar. Bunların para kaynaklarını ve siyasi destekçilerini devletten söküp atmadan hiçbir şey düzelmez. Bu topluma yerleşmiş kanser hücresini içimizden söküp atmalıyız.
Vatandaşlar bu tür olaylara karşı durmadıkça ve yüksek sesle isyanlarını dile getirmedikçe söz konusu yapılanmalar ülkenin her bir yanını sarmaya devam edecek. Bu karanlıkla ancak laiklikle başa çıkabiliriz. Oyları da güçleri de batsın, istemiyoruz. 6 yaşındaki çocuğa tecavüz eden zihniyetin oyunu isteyenin de Allah belasını versin.”
Bir biyopolitik cendere sathı mahallinin ta kendisinde ilerleyen / bunu önceleyen menzilin hal ve gidişatına dair isyanı bildirir Erkan Baş. Tümden, belirgin bir biçimde yaşamsallığı iğdiş edilmiş, sönümlenmiş bir yere doğru evrimin, o nihai teslimiyetin var edildiği bariz bir panoptikona ulaşma hevesinin taşıdığı odağa dair bir seslenişi vardır. Bütçe lafzından o birbiri peşi sıra dökülen tarikat içi, çocuk kırımlarından bir başkasına uzanan şecerenin suna geldiği ülke pratiğinin yozluk / çürüme / eksiltme hallerinin toplamından mürekkep bir yer olduğu gözler önündedir. Yeni ülke denilerek kurumsallaştırılan istikametin her ne şekilde yolun / yordamın, anlam ve karşılıkların yerle bir edildiği bir zemin olduğu artık hiç gizlenmeden sunulur. Bilakis, doğrudan muktedir olanın talimatı, baş amirin ve tüm o avenesinin suna geldiği, yol açtığı, zemini kolaçan ettirdiği haller toplamında büsbütün bir çürüme hali mütemadiyen güncellendir. Ekonomik, sosyolojik, siyasi, hayatın bariz ol abecesinin yerle bir olunmasının istikameti keskinleştirilir. Bunlarla, bütün bu hamlerle bir kere daha aşağıda Timur Soykan’ın BirGün gazetesinde paylaştığı haberin detayları, satır aralarında karşımıza çıkanlarla o panoptikon imgesinin her nasıl hayatı derdest ettiği bir kere daha açığa düşürülür. Olan bitenin vahim tablosu, Karaman Ensar, Gerger, Kilis, Dikili ve nice başka yerde çocuklara yönelik / şiddet ve cinsel istismar ve tecavüz benzeri nice insanlık dışı muamelenin ta kendisine bir son ektir, aktaralım:
“İsmailağa Cemaati’nin ‘Hocaefendi’, ‘Efendimiz’ diye hitap ettiği Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G. 1998’de İstanbul Fatih’te doğdu. Kadınların çarşaflı, erkeklerin uzun sakallı, cübbeli ve sarıklı olduğu tarikat dünyasında eğitimden uzak ve eve hapsedilmişti. Tarikatın şeyhi Mahmut Ustaosmanoğlu, kız çocukların okutulmasına izin vermiyordu.
H.K.G.’nin iddianamede yer alan ifadesine göre; İstanbul Çengelköy’de yaşarken babası onu 29 yaşındaki müridi Kadir İstekli ile imam nikahıyla ‘evlendirdi’.
Bir gün sonra babası tarafından gönderildiği ve karşı komşuları olan Kadir İstekli’nin evinde cinsel istismar başladı. Kadir İstekli ona bunun bir oyun olduğunu söylüyordu. Yıllar sonra H.K.G. ifadesinde şunları söyleyecekti:
“Ben ağladım. Kadir evlendiğimizi söyledi. Annem, babam nasıl evliyse bizim de evli olduğumuzu anlattı. ‘Sen benim karımsın, ben senin kocanım’ dedi. ‘Evliler böyle oyunlar oynar ama bu oyun kimseye söylenmez’ dedi. Annem ile babam Kadir’e ‘Damadım’ diyordu.”
H.K.G. 13 yaşındayken nişan, 14 yaşındayken düğün yapıldı. Bu sırada baba Yusuf Ziya Gümüşel, İstanbul Sancaktepe’de Hiranur Vakfı’nın devasa ve kaçak külliyesini inşa ediyordu.
17 Ağustos 2012 günü çocuğu, annesi Fatma Gümüşel hastaneye götürdü. Bir doktor, polise haber verdi. Anne ve o zaman 14 yaşında olan H.K.G. kendisine ezberletilenleri söyledi. 17 yaşında olduğunu ve kendi rızasıyla evlendiğini anlattı.
Ancak savcılık akılalmaz biçimde doğum kaydı istemedi. Bunun yerine kemik yaşı testi için Haydarpaşa Numune Hastanesi’ne sevk ettiler. Burada müritlerin araya girmesiyle teste 21 yaşındaki bir kadın sokuldu. 17 yaşında olduğunu söyleyen kızın kemik yaşı raporda 21 görünüyordu. Buna rağmen soruşturma kapatıldı. Bu dosyanın kapatılması için kimlerin devreye girdiğini halen bilmiyoruz.
H.K.G., 17 yaşına geldiğinde anne oldu. Bir gün radyo programında evlendirilen küçük kız çocukları hakkındaki bir programı dinledi. Artık yaşadıklarının bir oyun olmadığını biliyordu ve bütün çocukluğu boyunca yaşadığı cinsel istismarın altında eziliyordu.
***
İddianamede yer alan ifadesine göre; tekrar içine kapandı, ailesine ve tarikata boyun eğdi. 18 yaşına geldiğinde resmi nikah kıyıldı. Gizlice kullandığı sosyal medya hesabından tanıştığı bir kadına yaşadıklarını anlattı. Bu kadın ona, kocasıyla konuşmasını kaydetmesini ve şikayetçi olmasını söyledi.
İddianameye sunulan bu ses kaydında H.K.G. “6 yaşında nikahımız kıyılmayaydı. Keşke babam ilişkiye izin vermeseydi… Yani bu sıkıntıların hiçbiri olmazdı” diye konuşuyor. Kadir İstekli’nin sözleri ise şöyle: “Var mı yapacak bir şey onu söyle. Dönebiliyoz mu.”
***
İki yıl önce 30 Kasım 2020’de İstanbul Anadolu Savcılığı’nda şikayetçi oldu. Savcılığa, ses kaydının yanı sıra fotoğraflar sundu.
Kadir İstekli, Yusuf Ziya Gümüşel ve Fatma Gümüşel, ifadelerinde H.K.G.’nin 16 yaşında nişanlandığını ve 17 yaşında evlendiğini savundular. 6 yaşında evlendirilmediğini ve cinsel istismara uğramadığını öne sürdüler. Kadir İstekli konuşma kaydı için “Sık sık 6 yaşında evlendiğimizi ve tecavüze uğradığını söylüyordu. Kavga büyümesin diye onu onaylıyordum” dedi.
Bu kez savcılık H.K.G.’nin doğum kaydını Sapanca Nüfus Müdürlüğü’nden istedi. 1998 doğumluydu, üstelik İstanbul’daki Fatih Özel Hastanesi’nde dünyaya gelmişti. Yani H.K.G.’nin ifadeleri doğrulandı. 2012’de doktorun ihbarıyla başlayan soruşturma sırasında sadece 14 yaşındaydı ve evlendirilmişti.
30 Ekim 2022’de İstanbul Anadolu Başsavcılığı’nın iddianamesi tamamlandı. Savcı iddianamede H.K.G.’nin anne ve babasının istismara göz yumduğunu anlattı. Kadir İstekli, tarikat lideri baba Yusuf Ziya Gümüşel ile anne Fatma Gümüşel’in zincirleme şekilde çocuğun cinsel istismarı suçunu işlediklerini belirtti. Ayrıca savcı, Kadir İstekli’ye cinsel saldırı suçundan da ceza istedi.
Ancak 27 yıldan az olmayacak şekilde ceza istenmesine karşın Kadir İstekli, Yusuf Ziya Gümüşel ve Fatma Gümüşel tutuklanmadı.
İsmailağa Cemaati’nden yapılan açıklamada Mahmut Ustaosmanoğlu’nun resmi nikah kıyılmadan imam nikahına izin vermediği savunuldu ve şöyle denildi: “Medyada yer aldığı ve maksatlı olarak cemaatimizle irtibatlandırılmaya çalışıldığı görülen nikah hususunda zikrettiğimiz hassasiyetlerle bağdaşmayan birtakım iddia ve haberlerin Mahmud Efendi Hazretlerimizi ve cemaatimizle herhangi bir ilgisi bulunmamaktadır. Münferiden gelişen çeşitli hadiseleri cemaatimizle ilişkilendirmeye yönelik yorumlara itibar edilmemesi önemle ricamızdır.”
***
H.K.G. savcılığa henüz 6 yaşındayken imam nikahı kıyıldığında çekilen gelinlikli fotoğraflarını vermişti. Ayrıca 13 yaşındayken nişan ve 14 yaşındayken düğün fotoğraflarını da dosyaya sunmuştu. Meslektaşım Murat Ağırel ile birlikte o fotoğraflara ulaştık. Bu fotoğraflar, bu çağda, laikliğin yok edildiği bu ülkenin utanç fotoğrafları olarak hiç unutulmamalı.
H.K.G. bugün İstanbul’a uzak bir şehirde kendisine hayat kurmaya çalışıyor. Şu an ortaokulu dışarıdan bitirmek üzere. Onun mücadelesi gericiliğin çocukları sürüklediği kabusunu ve Türkiye’de laikliğin önemini gözler önüne seriyor.”
Aralıklarla da olsa bir haftadır gündemin en önünde yer alan / ana akım medyanın, tüm o ekran şaklabanlarının ancak hiza / işaret verildiği vakit ses verebildiği bir kırımın ortasını arşınlıyoruz. Panoptikon olarak gözetlenen / işaretlenen / hedef kılınan / canı yakılan ve bariz bir biçimde buna uygun görülen bir insan suretinin gölgesinde hazin bir hikayenin hiç eksiksiz gösterimi var edilir. Düzenin yol verdiği, kendisine yakın duran, dini değeri artı bir çıkarım, çıkar için yatırım aracı şu ya da bu mevki için elzem olarak aparat kılan bir yapının eylediği nice fecaatten bir diğeri karşımıza çıkartılır. H.K.G döküldükçe, onu isyana sevk ettiren acizlik dolu, kadına kin güdülen bir tecavüz kültürünün, küçüklükten başlayarak süre giden bir ezme / sindirme kültürünün nasıl boyut kazandırıldığı ortaya çıkar. Utançlar altında kalakalmış bir menzilin temsili değil doğrudan yıkımla teşviki hal mesaisinin her ne boyuta geçtiği, önümüzdeki günlerde daha da fazla konuşulacaktır. Ta ki Mayıs ayında var edilecek duruşmaya kadar bütün bu kötülük sarmalı unutulmamış olursa! Bir devri sabık iktidarın suna geldiği yegane şeyin çok daha derin ve kalıcı bir yıkımın, en başta çocuklara kıyılan bir düzlem olduğu artık belirginken, umarız H.K.G unutulmaz!
Somut ve keskin bir biçimde toplumun gözetlenmesi ilelebet muhafaza edilecek bir hale, tavra dönüştürüldü. Dünün yeniliyor sanılan muktedir özentilerinin, bizatihi kendilerine sırça köşkler bina edip, halka kurtarıcıyız diye aksettirenlerin en olmadık halleri var edildi hiç kesintisiz bir biçimde. Önce hamuduyla götürenler türedi. Arkasına servetlerini tek bir alyans, bir tek ceket addedenlerin gemicik koleksiyonları, mülk / emtia dökümleri. Bunlar kesmedi başka yerlerde al takke ver külahlar ile yapılandırılan cemaatçilik oyunları süre gitti. En sonunda değil daha öncesinde, Karaman’dan, Şırnak’a pek çok yerde hiç de öyle gizli örtük kalmayan / bırakılmayan ama adalet makamının zerre kılını kıpırdatmadığı bir vahşilik düzeni güncellendi. Çocukların / kız, erkek fark etmeksizin bedenen / ruhen, akli melaikeleri üstüne yapılan tahakküm etme halleri, bambaşka skandallarla örtüldü. Sus pus olundu ülkece. İstanbul’da, muhterem hoca efendilerinin yerine oynayan, temsillerin de her ne haltlar yediği zaten az yukarıdaki Timur Soykan’ın yazı dizisinden çıka geliyordu bir yandan. Ekonomik yıldırı, hayata yönelik baskılama, her şeyi bir liderin oluru / olmazı arasında sıkıştıran bir düzlemde daha fecileri de yapılır eş zamanlı, kim verecektir ki hesabını! Evrensel hakların talan edildiği, günün karanlık, geleceğin belirsiz bir surete teslim, rehin edildiği bir yerde o panoptikon hayatın her anını derdest etmeye hazır kıta olan devletin sembollerinden birisi kılınmıştır. Yaşadığımız güncellik içerisinde yeni yüzyıl bahsinden önce, var edilmiş bir tüm insanlık dışı muamele, suçlara dair bir ön alma, hesap verme mekanizması kurulmadığı için ötesinin de ne olacağını görebilmek düşündürücüdür. Atanmış bir dahiliye nazırının ağzından salyalar saçarak ötekisi sandığı herkese, herkeslere had bildirirken kullandığı argümanlar / denklemler zaten o panoptikon siyasetinin nasıl bina edildiğini de örneklemektedir. Bunlarla, bu kadarcık kısıtlı bir sayfada paylaştıklarımız o geleceğin çoktandır işlendiğini gösteriyor. Bütün bu haller, her anlamda çürüten / yutan / tüketen / sindiren bir menzili sorgulamak ne zamandır hangi zaman? Sessizliğin bir kere daha cehennemin kapılarını ardına kadar açtığı yer hakikatin ta kendisiyken, varılan eşik de mi bir şeyleri düşündürtmez, sahiden? Bütün bu fasit döngü ile bir ülkenin geleceği, en ufak bir umudu, hayata dair sözü kalır mı, bırakılır mı?
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2022
Görsel: An Afghan Girl Who Sells Pens Sleeps On A Street In Kabul. Photograph: Mohammad Ismail – Reuters – The Guardian
2 notes
·
View notes