Tumgik
#çocuklara ibadet ettirmek
musstuffsworld · 4 years
Text
Tumblr media
KIZ EVLAT SAHIPLERINE MÜJDE MUTLAKA OKUYUN.
Okuyalım ve Paylaşalım Peygamber Efendimiz’in zamanında yaşayan iki kız çocuğu olan fakir bir kadın vardı. Kadın, bir gün çocuklarının elinden tutarak Hz. Aişe’nin yanına gitti.
Hz. Aişe bir şeyler vermek için bakındı. Sadece bir hurma bulabildi. Daha fazla bir şey veremeyişin hüznü ile hurmayı kadına verdi. Fakir kadın, kendisine uzatılan hurmayı alıp kızlarına paylaştırdı. Kadının bu annelik şefkati ve merhameti Hz. Aişe’nin gözünden kaçmadı. Olayı Peygamber Efendimiz’e anlattı.
Efendimiz, kendi nefsine çocuklarını tercih eden anne için şöyle buyurdu: “Kadın, erkek herhangi bir mümin, kız çocukları yüzünden bir suretle sıkıntı çekerlerse bunu hayır bilsinler. Çünkü kız çocukları, onları cehennem ateşinden koruyan birer perde olurlar.”(Buhari, Edeb, 18)
“Kim iki kız çocuğu ergenlik çağına vardıktan sonra yanında kaldıkları veya o kimse onların yanında kaldığı müddetçe, onlara iyi davranıp ihsanda bulunursa, kızları onun cennete girmesine vesile olurlar.” (İbn Mace, Edeb, 3) “Kim ki üç tane kız çocuğu olur da buna sabreder (yani çocuklarının kız olduğundan şikâyetçi olmaz) varlığından onları yedirir,
AİLENİN GEÇİMİYLE ILGİLİ GüNDE 1 KERE OKUNMALI
“Annelerin yiyecek ve giyeceği, örfe göre babaya aittir.” Bakara sûresi (2), 233
Sigara içmek artık moda değil. Bu kötü alışkanlıktan 7 günde kurtulun!
Sigara içmek artık moda değil. Bu kötü alışkanlıktan 7 günde kurtulun!
Bu âyette boşanmış kadınların çocuklarını emzirme durumu ele alınmaktadır. Çocuk babaya ait kabul edildiği için, onun emzirilmesini sağlamak da babanın görevidir. Baba maddî imkânları ölçüsünde, çocuğunu emziren kadının yiyeceğini ve giyeceğini temin eder. Bunun miktarını belirlemek problem olursa, hakem kabul edilen bir üçüncü şahıs da bu miktarı tayin edebilir. Bununla beraber yapılacak bu ödeme, babayı sıkıntıya sokacak kadar fazla olmayacaktır.
“Varlıklı olan kimse, varlığına göre nafaka versin. Eli dar olan kimse de verebileceği kadar nafaka versin. Allah hiç kimseye gücünün yettiğinden fazla bir şey yüklemez.” Talâk sûresi (65), 7
Bu âyet-i kerime nafaka konusunda bir prensip ortaya koymaktadır. Bir kimse kime nafaka veriyorsa, gelirine göre verecektir. Zenginse, fazla verecek; orta hâlli ise orta derecede verecek; fakirse az verecektir. İslâmiyet aşırı derecede saçıp savurmayı da hoşgörmez, aşırı derecede cimri davranmayı da. Bu sebeple nafakaya esas olan ölçü, kişinin maddî gücüdür.
“Siz hayıra ne harcarsanız, Allah onun yerine yenisini verir.” Sebe’ sûresi (34), 39
Allah rızası için aile fertlerine veya fakirlere harcama konusunda bu âyet bir ölçü getirmektedir. Cenâb-ı Hak sevap kazanmak düşüncesiyle veren kuluna yenisini verir. Vermeyenin malından da bereketi kaldırır.
Aşağıdaki hadiste göreceğimiz üzere, her Allah’ın günü iki melek yeryüzüne iner. Bunlardan biri:
– Allahım! Malını verene yenisini ver! diye niyâz eder. Diğeri de:
– Allahım! cimrilik edenin malını yok et! diye bedduâ eder.
HADİSLER
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Allah yolunda (cihâd edilmesi için) sarfettiğin para, köle âzâd etmek için harcadığın para, fakire sadaka verdiğin para ve bir de aile fertlerinin ihtiyaçları için harcadığın para var ya! İşte bunların içinde sana en çok sevap kazandıracak olanı, ailen için harcadığın paradır.” Müslim, Zekât 39
Aile fertlerimiz, Cenâb-ı Hakk’ın beraber yaşamamızı, birlikte mutlu olmamızı takdir ettiği insanlardır. Bunlar eşimiz, çocuklarımız, anne ve babamızdır.
Bizim en tabii gıdamız sevgi ve ilgidir. Birilerini sevmeden, birileri tarafından sevilmeden yaşamak olmayacak şeydir. Zira sevgisiz hayat, taşınması zor bir yük gibidir. Bizi bu âleme getiren Rabbimiz aile yuvası kurmamızı emretmiş, huzuru ancak bu suretle elde edeceğimizi söylemiş, gönlümüze dünyaya yetecek kadar sevgi koymuş ve aile fertlerimizi sevmemizi istemiştir. Bizi dünyaya getiren annemiz babamız, hayatımızı birleştirdiğimiz eşimiz ve bu beraberliğin meyvası olan yavrularımız bizim sevgi ve ilgi odaklarımızdır.
Hayatın güzelliği, birilerini mutlu etmekle, mutlu görmekle farkedilir. Mutlu olmasını en çok istememiz gerekenler yakınlarımızdır. Onları sevindirmek, yüzlerini güldürmek bizim görevimizdir. Bu sebeple Allah’ın bize verdiği imkânları öncelikle onların ihtiyaçları için harcamalıyız. Onları kimseye muhtaç etmemeliyiz. Maddi gücümüz elverdiği ölçüde, başkalarına imrenmelerine bile imkân bırakmamalıyız.
Görüldüğü gibi, Sevgili Efendimiz, sevap kazanmak için para harcanacak yerleri saymış, sonra da bunların içinde insana en fazla sevap getirecek harcamanın aile fertlerine sarfedilecek para olduğunu söylemiştir. Zira diğer harcamalar sevap kazanmak için yapılan birer nâfile ibadet olduğu hâlde, ailenin ihtiyaçlarını temin etmek farzdır; şarttır; yapılması gerekli bir görevdir. Farz ibadetin sevabı da hiçbir şeyle ölçülmeyecek kadar çoktur.
Şu da unutulmamalıdır:
Aile için farz olan harcama, mutlaka yapılması gereken harcamalardır. Gerekli olmayan hususlardaki harcama ise, hadisimizde sayılan diğer harcamalar gibi, insana nâfile ibadet sevabı kazandırır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah yolunda cihâd edilmesini sağlamak, köle âzâd etmek ve fakirlere yardım etmek insana sevap kazandırır.
2. Ailenin ihtiyaçları için harcanan paralar ise, insana bunlardan daha çok sevap kazandırır.
Ümmü Seleme radıyallahu anhâ şöyle dedi:
– Ey Allah’ın Resûlü! (Eski kocam) Ebû Seleme’nin çocuklarına para harcamak bana sevap kazandırır mı? Onları öyle muhtaç durumda bırakacak değilim ya! Onlar benim kendi çocuklarımdır, diye sordum.
Resûlullah şöyle buyurdu:
– “Evet, onlara yaptığın harcamanın sevabı senindir.” Buhârî, Nefekât 14; Müslim, Zekât 47
Ümmü Seleme annemiz, Resûl-i Ekrem Efendimiz ile evlenmeden önce Ebû Seleme radıyallahu anh ile evliydi. Ebû Seleme Peygamber Efendimiz’in hem halasının oğlu hem de sütkardeşiydi. Onların bu evliliğinden Ömer, Muhammed, Zeynep ve Dürre adlı çocuklar dünyaya gelmişti. Ebû Seleme ile karısı Ümmü Seleme, İslâmiyet’in ilk yıllarında müslüman olmuşlar ve müşriklerin şerrinden kurtulmak için birlikte Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Hicretin dördüncü yılında Ebû Seleme vefât edince Peygamber Efendimiz Ümmü Seleme ile evlendi.
Dinimize göre çocuklar büyüyene kadar onlara bakmak ve ihtiyaçlarını temin etmek babanın görevidir. Bu sebeple Ümmü Seleme annemiz Resûlullah Efendimiz’e demek istiyor ki:
– Eski kocamdan olma bu çocuklara bakmak aslında benim görevim değildir. Ne yapayım ki, bu yavrular benim öz çocuklarımdır. Onları başkasına muhtaç durumda bırakamam. Ona buna el açmalarına râzı olamam. Bu sebeple kendilerine yardım ediyor ve geçimlerini sağlıyorum. Acaba kendi yetimlerime yaptığım bu yardımdan dolayı sevap kazanabiliyor muyum?
Resûlullah Efendimiz, Ümmü Seleme radıyallahu anhâ’ya bu fedâkârlığından dolayı sevap kazanacağını söyleyerek şöyle buyurmuştur:
– “Evet, onlara yaptığın harcamanın sevabı senindir.”
Güzel dinimiz, iyi niyetle yapılan her işi değerli bulmuş ve yapılan her iyiliğe on mislinden başlamak üzere sayısız sevap vermiştir. Aşağıdaki hadislerde bu durum açıkca görülecektir.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Anne şefkati pek yüce, pek asil bir duygudur.
2. Anne mecbur olmasa bile, sırf merhametinden dolayı çocuklarına yardım etmekle sevap kazanır.
Ebû Mes`ûd el-Bedrî radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Bir adam Allah’ın rızasını umarak ailesinin geçimini sağlarsa, harcadıkları onun için birer sadaka olur.” Buhârî, Îmân 41, Megâzî 12, Nefekât 1; Müslim, Zekât 49. Ayrıca bk. Nesâî, Zekât 60
Bir aile yuvası kuran kimse, yuvadakilerin geçimini gönüllü olarak üstlenmiş sayılır. Eşini ve çocuklarını rahat ettirmek, onları kimseye muhtaç bırakmamak için didinir durur. Aile fertlerinin geçimini sağlamak aile reisi için bir görev olmakla beraber, bu görevi yapmak onun ayrıca sevap kazanmasına engel teşkil etmez. İnsan sadaka vererek, yani nâfile ibadet ederek sevap kazandığı gibi, aile fertlerinin geçimini sağlamak gibi farz bir görevi yaparak da sevap kazanır. İşte Peygamber Efendimiz hadîs-i şerîfte, kendi ailesini geçindirmenin insana sevap kazandırmayacağını zannedenlere bunun doğru olmadığını açıklamaktadır.
Demek oluyor ki, Allah Teâlâ kullarına beslediği sevgiden dolayı onlara her fırsatta mükâfât vermek ister. Yaptıkları her işe bir sevap yazmayı arzu eder. İnsan aile fertlerini mutlu etmek için nasıl çırpınırsa, Allah Teâlâ da çok sevdiği kullarının ebedî hayatta bahtiyar olmalarını diler. Bu sebeple onların iyi niyetle ve Allah’ı memnun etme düşüncesiyle yaptıkları her işe sevap yazar.
Hadîs-i şerîfin metninde aile fertleri ifadesinin karşılığı olarak “ehil” kelimesi geçmektedir. Ehil sözünün içine kendilerine nafaka verilmesi gereken kimseler girer.
Bir kimsenin dar mânada ehli ve ailesi, karısı ve çocuklarıdır. Muhtaç oldukları takdirde kendilerine bakmak zorunda olduğu kimseler ise fürû dediğimiz çocuklar ve torunlar, usûl dediğimiz ana, baba, büyük anneler ve dedeler ile bakacak kimseleri kalmamış olan kardeş, amca, hala, teyze ve dayı gibi akrabadır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah rızasını kazanmayı düşünmeden yapılan işlerden sevap elde edilmez.
2. Allah rızasını düşünerek aile fertlerine yapılan bütün harcamalar ise insana sevap kazandırır.
Abdullah İbni Amr İbni Âs radıyallahu anhümâ’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:
“Geçimini sağlaması gerekenleri ihmâl etmek, insana günah olarak yeter.” Ebû Dâvûd, Zekât 45
Müslim’in Sahîh’inde yer alan bu mânadaki hadîse göre ise:
“Kölelerinin nafakasını vermemek, insana günah olarak yeter” buyurdu. Müslim, Zekât 40
Bir kimse Allah’a, insanlara ve diğer yaratılmışlara karşı bütün görevlerini titizlikle yapsa, yaşadığı sürece hiç günah işlemese, ama sadece ve sadece geçimini üstlendiği kişilere olan görevini ihmâl etse, işte bu ihmâli ona büyük günah olarak yeter. Böyle bir kimse, bakmakla yükümlü olduğu şahıslara harcayacağı parayı fakirlere dağıtsa bile, bu davranışı onun günahını azaltmaz.
Sahîh-i Müslim’deki rivayet biraz daha özellik arzetmektedir. Hadisin râvilerinden olan tâbiîn fakihlerinden Hayseme İbni Abdurrahman diyor ki, birgün ashâb-ı kirâmdan hocam Abdullah İbni Amr İbni Âs ile oturuyorduk. Yanına kâhyası geldi. Ona:
– Kölelerin yiyeceklerini verdin mi? diye sordu. Kâhya:
– Hayır, vermedim, diye cevap verince:
– Öyleyse hemen git ve yiyeceklerini ver. Çünkü Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem:
“Kölelerinin nafakasını vermemek, insana günah olarak yeter” buyurmuştur, dedi.
İnsanın geçimini üstlendiği kimselerin nafakasını aksatmadan vermesi farzdır. Farzların sevabı, nâfile ibadetlerle ölçülemeyecek kadar fazladır. Böylesine büyük sevaplar kazandıran bir görevin ihmâli de o nisbette büyük bir günahtır.
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. İnsanın bakmakla yükümlü olduğu kimselere karşı sorumluluğu vardır.
2. Onların zaruri ihtiyaçlarını temin etmemek günahtır.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Peygamber aleyhisselâm şöyle buyurdu:
“Her Allah’ın günü iki melek iner. Bunlardan biri:
– Allah’ım! Malını verene yenisini ver! diye dua eder. Diğeri de:
– Allahım! Cimrilik edenin malını yok et! diye beddua eder.” Buhârî, Zekât 27; Müslim, Zekât 57
Veren ve alan Allah Teâlâ’dır. Sadece canı değil, malı da alıp veren O’dur. Yüce Mevlâ yapacağı ve yaratacağı her işi melekleri vasıtasıyla yapar. Malı ve malın bereketini alıp verirken de melekleri aracı kılar.
Ahmed b. Hanbel’in Müsned’indeki (V, 197) daha geniş rivayete göre, hergün güneş doğarken, güneşin iki yanında iki melek yer alır ve insanları Allah’ın rahmetini kazanmaya dâvet ederler. İhtiyaçlara yetecek az malın, insanı Allah’dan uzaklaştıran çok maldan daha hayırlı olduğunu ifâde ederler. Güneş batarken yine iki melek güneşin iki yanında durarak -hadîs-i şerîfte belirtildiği gibi- malını harcayana yenisini vermesi, harcamayıp cimrilik edenin de malını telef etmesi için Allah’a dua ederler. O meleklerin gür sesini, sadece insanlar ve cinler duymaz. Onların dışındaki bütün mahlûkat duyar.
Konumuzla ilgili bir âyet-i kerîmede, Allah Teâlâ Resûlullah Efendimiz’e şöyle buyurmaktadır:
“De ki, Rabbim kullarından dilediğine bol rızık verir; dilediğinden de kısar. Siz başkalarına yardım için ne harcarsanız, Allah onun yeri-ne yenisini verir. O rızık verenlerin en hayırlısıdır” [Sebe’ sûresi (34), 39].
Bu konudaki âyet ve hadislerden anlaşıldığına göre, cimrilik etmeden malını Allah rızası için harcayan ve harcadığı malın yerine Cenâb-ı Hakk’ın daha iyisini vereceğine inanan kimseye dünyada bir gönül huzuru, âhirette de ebedî saâdet verilecektir.
Burada 65. hadiste gördüğümüz alaca tenli, kel ve kör adamların kıssasını hatırlamalıyız. Allah Teâlâ bunları hem hastalıklarından kurtarmış, hem de kendilerine hesapsız mal mülk vermişti. Sonra da fakir bir insan kılığına giren bir melek bunlardan yardım istemiş, âmâ adam hiç tereddüd etmeden istediği malı ona verdiği hâlde, diğer ikisi çeşitli bahânelerle fakire yardım etmemişlerdi. Bunun üzerine Allah Teâlâ âmânın malına dokunmamış, diğerlerinin mallarını telef etmişti.
Devirler değiştiği hâlde değişmeyen bir gerçek var. O da verene daha iyisinin verileceği gerçeği. Şu hadîs-i kudsî bu gerçeği ne güzel anlatmaktadır:
“Ey kulum! Sen benim için ver ki, ben de sana vereyim” (Buhârî, Nefekât 1; Müslim, Zekât 36, 37).
Hadisten Öğrendiklerimiz
1. Allah’ın verdiği mal, onun uygun gördüğü yerlere sarfedilmelidir.
2. Allah Teâlâ yoksul kullarını himâye edenleri sever ve onların malını bereketlendirir.
3. Fakirin hakkını vermeyenler, meleklerin bedduasını aldıkları için mallarının hayrını görmezler.
4. Cimriye melekler bile beddua ettiğine göre, malının telef edilmesi için onlara insanlar da beddua edebilir.HANGİ RÜYALAR GERÇEK OLUR?
Rüya nedir, ne anlama gelir? Rüyalarımız gerçek hayatımızla bağlantılı mı? Rüya neden görürüz? Hangi rüyalar gerçek olur? İşte rüya gerçeği…
Bu karışım derin kırışıklıkları sonsuza dek giderir! Hemen tarifi yaz ...
Sözlükte “görmek” anlamındaki rü’yet kökünden türeyen rüya kelimesi uyku sırasında zihinde beliren görüntülerin bütününü (düş) ifade eder. Sözlük anlamı aynı olan hulm (çoğulu ahlâm) ise daha çok korkunç düşler için kullanılır. Peygamber Efendimiz, “Rüya Allah’tan, hulm ise şeytandandır” demiştir. (Buhârî, Tabîr 3, 4, 10, 14; Müslim, Rüya 2; Tirmizî, Rüya 5)
İlim ve fende almış olduğumuz mesafeye bakarak çok yollar katetiğimizi söyleyebiliriz. İnsan denen muamma, kendine verilen cüzi akıl ile uzayın derinliklerini keşfetmeyi başardı. Kendi refahı için her şeyi kolay hale getirdi.
RÜYASIZ UYKU NE ANLAMA GELİR?
Olmaz gibi görülen şeyleri oldurabilen insan, rüya konusunda ise hala yaya ve hala cahil sayılır. Rüyasız uykunun sağlıksızlık işareti olduğu ise ortak kabulümüz. Uyku gıdası dediğimiz tat ise rüyalarla süslendiği zaman ancak işimize yarıyor. Ömrümüzün nerede ise üçte birlik bir kısmını uykuda geçiriyoruz. Rüya uykusu dediğimiz uyku ise bu kısmın cüzi bir bölümü.
Saatlerce anlatılan, gerçekleşmesi mümkün ya da mümkün olmayan rüyalarımızı genellikle saniyeler içerisinde görüyor ve uyandığımızda da bazen çok berrak, bazen ise hayal meyal hatırlıyoruz. Yani rüya sürecinde insan zaman kavramı dışına çıkıyor.
RÜYALARIMIZ GERÇEK HAYATIMIZLA BAĞLANTILI MI?
Peki olmazsa olmazımız olan uyku gıdasının ana çeşnisi olan rüyalarımız gerçek hayatımızla bağlantılı mı? Bilim dünyası bu konuda net değil. İnancımıza göre ise bağlantılı.
Rüya üzerine yapılan bilimsel çalışmalardan öğrendiklerimiz ise devede kulak mesabesinde. Uyku bedenimizin, hücrelerimizin ve organlarımızın gıdası olarak kabul ediliyor. Rüya ise zihin ve ruhumuzun gıdası. Bilgilerin hafızaya kayıtlarında bile sağlıklı rüya ile zenginleşmiş uykunun rolü var.
Zihin ve ruh konusundaki bilimsel çalışmalar hala bu konuyu kavrayacak ve anlayacak düzeyde değil. Modern Ortodoks batı tıbbı, ruh konusunda hala bir ikilem içerisinde. Sadece bilim gözlüğü ile bu ikilemden çıkması da mümkün değil.
Yüzyılımızın başında rüya konusunu merak ederek mercek altına yatıran Freud Jung Perls gibi bilim adamlarının yapmış olduğu yorumlar ise insanı bazen güldürecek nitelikte açmazlarla dolu. Ruh ve zihin konusunu anladıkça sanırım rüyalardaki hikmeti de anlamaya başlayacağız.
Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de rüyalarla süslü kıssaları bizlere aktarıyor. Salih rüyalardan bahsediliyor. Adeta Rabbimiz bu alana ilgimizi, alakamızı çekmeye çalışmış.
RÜYALARIN VERDİĞİ MESAJLAR
Rüyalarımızın verdiği mesajları iyi okumalıyız diye düşünüyorum. Rüyaların öylesine görülen ve yaşanılan süreçler olmadığının bilincine vararak, onlardan ilham almış insanların nelere imza attıklarını hatırlamalıyız. Rüyalar öyle ilhamlara kaynak olmuşlar ki besteler, şiirler, buluşlar, icatlar bazen insanlara rüya yolu ile Rabbimizin hediyesi olarak sunulmuş.
Nöroloji ilminin içerisine giren rüya nörofizyolojisinin açıklamaya çalıştığı kalıplara sığmıyor rüya gerçeği. Rüyalarda ortak payda beynimizde limbik sistem denen alt orta beyin bölgeleri ve bu bölgeler deki hormonal değişimler. Özellikle depresyon ilaçları ve bazı sinir sistemine etkili ilaçların rüyalarımızı bozmasının sebebi de bu hormonal yapı olsa gerek. Yapılan çalışmalar rüya sürecinde beynimizin sağlıklı düşünmemizde rolü olan dış tabakalarının fonksiyon dışı kaldığını gösteriyor. Rüya sürecinde özellikle motor kaslarımız felç oluyor. Böyle olmasa gördüğümüz rüyaların etkisi ile çoğu insan kendine ve çevresine zarar verirdi. Cinayetler kavgalar vurmalar kırmalar gibi olumsuzluklar yaşanırdı.
DİNİMİZE GÖRE RÜYA NEDİR?
Dinimizden öğrendiğimiz rüya gerçekleri ise göz ardı edilecek gibi değil. Sadık, saliha ya da rahmani rüya gerçeğini yok saymak nasipsizlik olsa gerek. Salih rüyaları Peygamberimiz müjdeleyici olarak nitelendirmiş ve birçok şeyin rüya ile gösterilebileceği gerçeğine işaret etmiştir. Bu gerçeklikten yola çıkarak Mesnevide çok sayıda rüya yorumu görürüz. İbni Arabi, İmamı Gazali, İbni Haldun, Fahrettin Razi gibi İslam felsefe, sosyoloji ve tasavvuf önderlerinin rüyaya bakışı ile ilgili yorumları rüyanın dinimizdeki önemini vurgular nitelikte.
Karış kuruş görülen rüyalar ise dinimiz kaynaklarınca pek önemsenmemesi gereken rüyalar kategorisinde değerlendirilir.DOĞAL KANSER İLACI ÇÖREK OTU BAL KARIŞIMI ..
Çörek otunu bal ile karıştırarak tüketildiğinde kansere karşı müthiş bir kalkan görevi görüyor. Çok şifalı bir bitki olan çörek otu neye iyi gelir, bu bitkiden elde edilen çörek otu yağının faydaları nelerdir ve kansere karşı çörek otu bal karışımı nasıl hazırlanır? Çörek otu yağı ile ilgili tüm sorularınızı bu yazıda yanıtlamaya çalıştık.
Çörek otu ile çörek otu yağı son zamanlarda en fazla kullanılan baharat
ve bitkisel yağ haline gelmiştir. Sebebi ise kanserden alerjiye, tansiyondan kolesterole kadar bir çok hastalığı tedavi edici özelliğine sahip olmasıdır. Çörek otu yağının en tesirli olanı soğuk pres yöntemiyle elde edilmiş olanıdır. Satın alacağınız çörek otu yağının üzerinde mutlaka soğuk pres yazdığına dikkat etmelisiniz.
Çörek Otu Bal Karışımı Kanserle Savaşıyor, Kansere Karşı Koruyor..
100 gram çörek otu ile yarım kilo kadar balı uygun bir kabın içerisinde koyarak karıştırın. Üzerini tülbent ile örterek 3 gün bekletin. Çörek otu ve bal karışımı ile elde ettiğiniz bu macunu aç karnına günde 3 kere 1 tatlı kaşığı tüketin. Sizi her türlü kanser riskine karşı koruyacaktır.
Saç İçin Çörek Otu Yağı Dökülen saçlara veya saç beyazlaşmasına karşı çörek otu yağını kafa derisine masaj yaparak kullanabilirsiniz. Bu yöntem yeni saç çıkarmak için ve saçları gürleştirmek amacıyla uygulanabilir. Çörek Otu Yağını saç derinize iyice yedirerek 3-4 saat beklemeniz lazım. Çörek otu yağının en önemli özelliklerinden biri DHT yani Dihidrotestosteron adı verilen aktif testesteron hormonunu baskılamasıdır, bu sebeple çörek otu yağı saça harici olarak uygulanabildiği gibi ağız yoluyla da alınarak DHT hormonunun saç üzerindeki faydasından istifade edilebilir.Çörek otunun ve çörek otu yağının faydaları
* Kan şekerini düzenleyici etkisi vardır.
* Çörek otu hazmı kolaylaştırarak bağırsakların düzgün çalışmasını sağlar.
* Kanser hastalığına karşı koruyucu ve tedavi edici etkisi vardır. Özellikle bal ile karıştırılarak macun hazırlandığından kansere karşı süper bir ilaç görevi görüyor.
* Mantar, mikrop ve virüslere karşı yok edici etkisi vardır.
* Vücuda zindelik vererek yorgunluğu giderici etkisi vardır.
* Çörek otu idrar söktürücü özelliği sayesinde safraya iyi gelmektedir.
* Kolesterol ve tansiyon düzenleyici etkisi vardır.
* Cinsel performans artırıcı özelliği vardır.
* Çörek otu yağı hücreleri yenileyerek yaraların hızlı bir şekilde iyileşmesini sağlamaktadır.
* Gözde ki mikropları öldürücü bir etkisi vardır.
* Baş ağrısı, nezle ve grip gibi hastalıklarda buruna damlatma yöntemiyle kullanılır, tedavi edici özelliktedir.
* Kepeğe karşı yok edici, saç dökülmesine karşı önleyici etkisi vardır.
* Kulakta oluşan iltihaplanmada ve kulak üşütmesinde kullanılır.(Kulağa 3 damla damlatılması tavsiye edilir.)
* Ruh halini sağlamlaştırarak hormonları düzenleyici özelliği vardır.
* Vücutta oluşan zehirleri süzerek dışarı atılmasını sağlar.
* Sinüzit hastalığında tedavi edici özelliği vardır. Gün içinde 1-2 defa damlatılır ve 1 hafta boyunca uygulanması önerilir.
ÇÖREK OTU YAĞI NASIL KULLANILIR ?
* Sırt ağrısı ve romatizmal ağrılarda çörek otu yağının kullanımı: İlk olarak bir miktar çörek otu yağını ısıtalım. Isıtmış olduğumuz bu yağı problemli bölgemize masaj yaparak uygulayınız.
* İshal için çörek otu yağının kullanımı: 1 fincan yoğurdun içerisine 1 çay kaşığı çörek otu yağını karıştırın. Hastalık belirtileriniz geçene kadar bu karışımı gün içinde 1-2 defa tüketiniz.
* Öksürüğe karşı çörek otu yağının kullanımı: 1 fincan kahve içerisine 1 çay kaşığı örek otu yağını karıştıralım. Gün içinde 2 defa tüketilmesi önerilmektedir.
* Saç beyazlamasına karşı çörek otu yağının kullanımı: Çörek otu yağı ile saçlarınıza düzenli bir şekilde masaj yaparsanız saçlarınızın daha geç kırlaştığını fark edeceksiniz.
* Baş ağrısı için çörek otu yağı kullanımı:Baş ağrısı için kulak ve alın kısımlarına masaj yaparak uygulanması gerekmektedir. Ağrıyan bölge bir bandaj yardımıyla sarılır. Ayrıca kahvaltıdan önce 1 çay kaşığı çörek otu yağı içilmesi baş ağrısını tedavi edici özellik göstermektedir.
* Burun tıkanıklığı ve gripte çörek otu yağının kullanımı: Burun tıkanıklığı tedavisinde her bir burun deliğine 3-4 damla çörek otu yağı damlatılır. Burun tıkanıklığını giderici etkisinin yanı sıra soğuk algınlığına karşıda tedavi edici özelliği vardır.
* Saç dökülmesine karşı çörek otu yağı: Çörek otu yağı saç dökülmelerine karşı öncelikle 1 limonu kafa derinize tamamen sürün. Ardından sabunlayın ve durulayın. Saçlarınızı kuruladıktan sonra çörek otu yağını kafa derinize iyice masaj yaparak uygulayın.
* Cilt bakımı için çörek otu yağı: 1 çorba kaşığı çörek otu yağı ile 1 çorba kaşığı zeytinyağını karıştırın. Hazırlamış olduğunuz bu karışımı yüzünüze masaj yaparak iyice yedirin. Ortalama 1 saat cildinizde bu yağı bekletin. Ardından su ve sabun ile iyice durulayın.
* Kansere Karşı Çörek Otu ve Bal Karışımı:Yarım kilo bal ile 100 gram çörek otu karıştırılır. 3 Gün üzeri tülbentle örtülerek bekletilir. 3. günün sonunda macunumuz hazır oluyor ve günde 3 kere aç karnına 2 çay kaşığı (1 tatlı kaşığı) tüketilir. çörek otu mucizesini duyuralım.. Bu yazı çok önemli ve faydalıdır. Mutlaka not alın, aklınızda bulunsun ve dostlarınız da faydalansın diye paylaşalım..
BISMILLAHIRAHMANIRAHIM
4-NİSA SÜRESI
1 - Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabbinizden korkun; kendi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah'dan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözeticidir.
2 - Öksüzlere mallarını verin ve kötüsünü (onlara vererek) iyisiyle değiştirmeyin. Onların mallarını, kendi mallarınıza karıştırıp yemeyin. Zira bu, büyük bir günahtır.
3 - Eğer öksüz kızlarla evlendiğinizde onlara karşı adaletli davranamamaktan korkarsanız, hoşunuza giden diğer kadınlardan iki, üç ve dörde kadar evlenebilirsiniz. Eğer adaleti gözetmemekten korkarsanız, o zaman bir tane ile veya elinizin altındakiyle (sahip olduğunuz câriye ile) yetinin. Doğruluktan ayrılmamak için bu daha elverişlidir.
4 - Kadınlara mehirlerini gönül hoşluğuyla verin. Eğer onlar gönül rızasıyla size bir şey bağışlarlarsa onu afiyetle yiyin.
5 - Allah'ın, sizi başına diktiği mallarınızı aklı ermezlere vermeyin; o mallarla onları besleyin, giydirin ve onlara güzel söz söyleyin.
6 - Evlenme çağına gelinceye kadar yetimleri gözetip deneyin. Onların akılca olgunlaştıklarını görürseniz, mallarını kendilerine teslim edin. "Büyüyecekler de mallarına sahip olacaklar" endişesiyle onları israf ederek, tez elden yemeyin. Zengin olan, onların malını yemekten çekinsin. Fakir olan ise, meşrû sûrette yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, bunu şahitler karşısında yapın. Hesap görücü olarak Allah yeter.
7 - Ana, baba ve akrabaların miras olarak bıraktıklarında erkeklerin hissesi vardır. Kadınların da ana, baba ve akrabaların bıraktıklarında hisseleri vardır. Bunlar, az olsun çok olsun, farz kılınmış bir hissedir.
8 - Paylaşma sırasında akrabalar, öksüzler, yoksullar hazır bulunurlarsa, onlara da bir şey verin ve onlara güzelce sözler söyleyerek gönüllerini alın.
9 - Kendileri, geriye zayıf çocuklar bıraktıkları takdirde, onların geleceğinden endişe duyacak olanlar, (yetimler hakkında da aynı) endişeyi duysunlar, Allah'dan sakınsınlar ve doğru söz söylesinler.
10 - Yetimlerin mallarını haksız yere yiyenler, muhakkak ki karınlarını ateşle doldurmuş olurlar ve cehennemi boylarlar.
11 - Allah size evlatlarınızın miras taksimini şöyle emrediyor: Çocuklarınızda, erkeğe iki kadın payı kadar, eğer hepsi kadın olmak üzere ikiden de fazla iseler, bunlara mirasın üçte ikisi ve eğer bir tek kadın ise o zaman ona malın yarısı vardır. Eğer ölen, ana ve baba ile birlikte çocuklar da bırakmışsa ana babanın her birine ölenin terekesinden altıda bir; şâyet ölenin çocuğu yok da, mirasçı olarak ana ve babası kalmışsa, ananın payı üçte birdir. Eğer ölenin kardeşleri varsa terekenin altıda biri ananındır. Bu paylar, ölenin borçları ödenip, vasiyeti de yerine getirildikten sonra hak sahiplerine verilir. Baba ve çocuklardan, hangisinin size fayda bakımından daha yakın olduğunu, siz bilmezsiniz. Bütün bunlar Allah tarafından farz kılınmıştır. Şüphesiz Allah alîmdir, hakîmdir.
12 - Eğer hanımlarınızın çocukları yoksa, bıraktıkları mirasın yarısı sizindir. Şâyet bir çocukları varsa o zaman mirasın dörtte biri sizindir. Bu paylar, ölenin vasiyeti yerine getirildikten ve varsa, borcu ödendikten sonra verilir. Eğer siz çocuk bırakmadan ölürseniz, geriye bıraktığınız mirasın dörtte biri hanımlarınızındır. Şâyet çocuklarınız varsa o zaman bıraktığınız mirasın sekizde biri hanımlarınızındır. Bu paylar, yaptığınız vasiyetler yerine getirilip ve varsa borcunuz ödendikten sonra verilir. Eğer ölen bir erkek veya kadının çocuğu ve babası bulunmadığı halde kelâle olarak (yan koldan) mirasına konuluyor ve kendisinin bir erkek veya kızkardeşi bulunuyorsa, bunlardan herbirinin miras payı terekenin altıda biridir. Eğer mevcut olan kardeşler bundan daha çok iseler, bu takdirde kardeşler mirasın üçte birini zarara uğratılmaksızın aralarında eşit olarak taksim ederler. Bu paylar ölenin vasiyeti yerine getirilip ve varsa borcu ödendikten sonra verilir. Bunlar, Allah tarafından bir emirdir. Allah her şeyi bilen ve yarattıklarına çok yumuşak davranandır.
13 - İşte bütün bu hükümler, Allah'ın koyduğu hükümler ve çizdiği sınırlardır. Kim Allah'a ve Peygamberine itâat ederse Allah onu altlarından ırmaklar akan cennetlere koyar. Onlar, orada ebedî olarak kalacaklardır. İşte büyük kurtuluş budur.İSLAMDA ERKEĞİN EŞİNE KARŞI GÖREVLERİ NELERDİR?ALLAH’'IN EN ÇOK SEVDİĞİ DUA GENÇLERİ FLÖRTE İTEN SEBEPLERE 5 ÇÖZÜM
0 notes
cumavepazar-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Yedi Yaşına Girer Girmez Namaz Kıldırmak
Çocuklar yedi yaşına ayak baktıkları zaman bir babanın ilk görevi onlara namaz kılmalarını emretmektir. Haydi oğlum namaz kıl, haydi oğlum abdest al… Haydi oğlum hazırlan, camiye beraber gideceğiz… Haydi oğlum, ezan okundu; kalk abdest al, namazı beraber cemaatle kılalım.
Yavrum, namaz kıldın mı? Ne zaman kıldın? Camide mi kıldın evde mi? Şayet evde kıldın ise hangi odada kıldın? Hani annen görmemiş. İşte çocuklar, yedi yaşına girdiklerinde, Müslüman evinde en çok konuşulacak, en fazla söylenecek sözler bunlar olmalıdır.
Anne ve babanın yavrularına karşı devamlı surette yapacakları telkinler işte bunlar olmalıdır. Nitekim Lukman aleyhisselam oğluna aynı tavsiyede bulunmuştur. Lokman süresinde bu, ne güzel anlatılmaktadır; “Oğulcağızım, namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten vaz geçirmeye çalış. Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden her şeye katlan. Çünkü bunlar kafi sureti farz edilen umurdandır.
Demek ki, yavrulara ilk yapılacak tavsiye ve emirler bunlardır. Onun için Onlara sık sık namaz kılmaları için emredilmelidir. Oğlum, sokağa çıkma, falan çocukla oynama, falan kesle yaramazlık etme. Yaramazlık yaparsan kafam kırarım. Seni döverim. Üstünü başını çamurlarsan kirletirsen yersin sopayı, çekerim kulaklarını! Otur, çekmecemi karıştırma. Bırak şu aynayı, kıracaksın onu!
Badanayı yeni yaptırdık, duvarları kirletme. Ayaklarını yere basma, henüz silip süpürdük oraları. Kapıdan elini çek, cilası gidecek, kirlenecek… Gibi sözler, ne yazık ki şimdiki Müslümanların evinde en çok konuşulan sözlerdir.
Çocuklar, en çok bu gibi sözlere ve ihtarlara muhatap olmaktadırlar. Kulaklarının duyduğu, minicik beyinlerinin muhatap olduğu, tertemiz ruhlarının ma’kesi bulunduğu sözler, Çağırmalar ve ikazlar işte bunlardan ibarettir.
Bahsedilmez olmuş peygamberden. Anlatılmaz olmuş Kur’an. Öğretilmez olmuş imanın şartları. Belletilmez olmuş İslam’ın esasları. Anlatılmaz olmuş abdestin ve guslün farzları. Konuşulmaz olmuş namazın şartları, sünnetleri ve müstahakları. Hep konuşulanlar laf-ü güzaftan ibaret. Evde çocukların duydukları hep edep dışı sözler…
Gözleri ile gördükleri hareketler, hep gayr-i ahlaki, gayri İslami davranışlardır. Oysa Müslüman evinde; dinden, imandan, Kitab (kur’an)’dan, hadisten söz edilmeli. Müslüman evinde, evet, şahadet kelimesinden, namazdan, oruçtan söz edilmelidir. Müslüman evinde sık sık İslâmî hikâyeler, tasavvuf! Kıssalar anlatılmalıdır ki çocuk bu ortamda kendini kurtarabilsin. Bunlar anlatılsın ki, yedi yaşına girer giremez, hiç baskıya, zorlamaya maruz kalmadan namazını kılsın.
Babasının ardından camiye gitsin. “Çocuklarınıza yedi yaşındayken namazı emrediniz! On yaşına ayak bastıkları zaman namaz hususunda onları dövünüz! Yatak odalarını ayırınız. (Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.) İmamı Tirmizî de aynı konuda şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Çocuğa yedi yaşındayken namazı öğretin.” Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir:
Çocuğa namaz nasıl öğretilir?  Cevap şu: Namazı bir fiil kıldırmak suretiyle öğretilir. Meselâ, oğlum, sabah namazı dört rekâttır: İkisi sünnet, ikisi farzdır.
Önce sünnet kılınır, ondan sonra da farz kılınır. Öğlen namazı oh rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz, ikisi de son sünnettir. Önce sünnet, sonra farz, daha sonra da iki rekât olan son sünnet kılınır.
Böylece diğer namazlarda tarif edilir. İkindi namazının kaç rekât olduğunu, akşam namazının kaç rekât olduğunu, yatsı namazının da kaç rekât olduğunu öğretir. Namazın birinci ve ikinci rekatlerinde hangi süreler okunacağını, üçüncü ve dördüncü rekatlarda ne okunacağım da öğretir.
Bunları öğretirken aynı zamanda da tatbik ettirir. Tatbik ettirmek için yine de ön bilgiler gerekmektedir.
Çocuğun yedi yaşına girmeden namazı öğrenmiş bulunması lâzımdır. Çünkü öğrenmemiş olursa ona tatbik ettirmek mümkün olmaz. Hiç olmazsa namaz sahih olacak kadar kısa süreleri bilmesi gerekiyor.
Çok ince düşünecek olursak her iki hadisin arasında tezat olmadığını anlarız. Namazın önemini anlatmak, terk edilmesinin doğru olmadığını, mutlaka benimsenmesi gerektiğini, günde beş vakit eda edilmesi icab ettiğini çocuğa, daha çocuk denecek yaşta telkin ve talim etmek, zihnine sokmak lazımdır.
Bu büyük ibadetin mana ve ehemmiyetini yavrunun taptaze dimağına, körpe beynine belletmek gerekir. Evet onu bu ulvi ibadete alıştırmaktır.
Alıştırmakla birlikte aynı zamanda ısındırmaktadır. Hasûlüllah’ın göz bebeği ve müminin miracı ol~ bu çok mukaddes ibadete karşı ilgisini çekmektir. Dikkatini ona teksif etmektir. Şimdi anne ve babalar, görevlerinden bir tanesini daha öğrenmiş bulunuyorlar: Çocuk yedi yaşına girer girmez ona, namazı emretmek. Allah teâla ve Takeddes hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
Ehline (ve ümmetine) namazı emret. Kendin de ona sebat ile devam eyle. Biz senden bir rızık istemiyoruz.  Seni biz rızıklandırırız.
(Güzel) akibet takva (erbabınındır.” Ayetteki (ehline) kavli Celili (çoluk çocuğuna) demektir. Erkeklerin eşleri de bu kavli Çelilin şumülüne girer.
Bir baba çocukların namaz kılmasını emrederken, şayet hanımı namaz kılmıyorsa, ona da emretmesi lazımdır. Çünkü çocuklarından olduğu gibi, hanımından da sorumludur. Kız, baba evinden koca evine gitti mi, artık her şeyisi kocasına aittir.
0 notes
inanistanbul-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Yedi Yaşına Girer Girmez Namaz Kıldırmak
Çocuklar yedi yaşına ayak baktıkları zaman bir babanın ilk görevi onlara namaz kılmalarını emretmektir. Haydi oğlum namaz kıl, haydi oğlum abdest al… Haydi oğlum hazırlan, camiye beraber gideceğiz… Haydi oğlum, ezan okundu; kalk abdest al, namazı beraber cemaatle kılalım.
Yavrum, namaz kıldın mı? Ne zaman kıldın? Camide mi kıldın evde mi? Şayet evde kıldın ise hangi odada kıldın? Hani annen görmemiş. İşte çocuklar, yedi yaşına girdiklerinde, Müslüman evinde en çok konuşulacak, en fazla söylenecek sözler bunlar olmalıdır.
Anne ve babanın yavrularına karşı devamlı surette yapacakları telkinler işte bunlar olmalıdır. Nitekim Lukman aleyhisselam oğluna aynı tavsiyede bulunmuştur. Lokman süresinde bu, ne güzel anlatılmaktadır; “Oğulcağızım, namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten vaz geçirmeye çalış. Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden her şeye katlan. Çünkü bunlar kafi sureti farz edilen umurdandır.
Demek ki, yavrulara ilk yapılacak tavsiye ve emirler bunlardır. Onun için Onlara sık sık namaz kılmaları için emredilmelidir. Oğlum, sokağa çıkma, falan çocukla oynama, falan kesle yaramazlık etme. Yaramazlık yaparsan kafam kırarım. Seni döverim. Üstünü başını çamurlarsan kirletirsen yersin sopayı, çekerim kulaklarını! Otur, çekmecemi karıştırma. Bırak şu aynayı, kıracaksın onu!
Badanayı yeni yaptırdık, duvarları kirletme. Ayaklarını yere basma, henüz silip süpürdük oraları. Kapıdan elini çek, cilası gidecek, kirlenecek… Gibi sözler, ne yazık ki şimdiki Müslümanların evinde en çok konuşulan sözlerdir.
Çocuklar, en çok bu gibi sözlere ve ihtarlara muhatap olmaktadırlar. Kulaklarının duyduğu, minicik beyinlerinin muhatap olduğu, tertemiz ruhlarının ma’kesi bulunduğu sözler, Çağırmalar ve ikazlar işte bunlardan ibarettir.
Bahsedilmez olmuş peygamberden. Anlatılmaz olmuş Kur’an. Öğretilmez olmuş imanın şartları. Belletilmez olmuş İslam’ın esasları. Anlatılmaz olmuş abdestin ve guslün farzları. Konuşulmaz olmuş namazın şartları, sünnetleri ve müstahakları. Hep konuşulanlar laf-ü güzaftan ibaret. Evde çocukların duydukları hep edep dışı sözler…
Gözleri ile gördükleri hareketler, hep gayr-i ahlaki, gayri İslami davranışlardır. Oysa Müslüman evinde; dinden, imandan, Kitab (kur’an)’dan, hadisten söz edilmeli. Müslüman evinde, evet, şahadet kelimesinden, namazdan, oruçtan söz edilmelidir. Müslüman evinde sık sık İslâmî hikâyeler, tasavvuf! Kıssalar anlatılmalıdır ki çocuk bu ortamda kendini kurtarabilsin. Bunlar anlatılsın ki, yedi yaşına girer giremez, hiç baskıya, zorlamaya maruz kalmadan namazını kılsın.
Babasının ardından camiye gitsin. “Çocuklarınıza yedi yaşındayken namazı emrediniz! On yaşına ayak bastıkları zaman namaz hususunda onları dövünüz! Yatak odalarını ayırınız. (Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.) İmamı Tirmizî de aynı konuda şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Çocuğa yedi yaşındayken namazı öğretin.” Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir:
Çocuğa namaz nasıl öğretilir?  Cevap şu: Namazı bir fiil kıldırmak suretiyle öğretilir. Meselâ, oğlum, sabah namazı dört rekâttır: İkisi sünnet, ikisi farzdır.
Önce sünnet kılınır, ondan sonra da farz kılınır. Öğlen namazı oh rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz, ikisi de son sünnettir. Önce sünnet, sonra farz, daha sonra da iki rekât olan son sünnet kılınır.
Böylece diğer namazlarda tarif edilir. İkindi namazının kaç rekât olduğunu, akşam namazının kaç rekât olduğunu, yatsı namazının da kaç rekât olduğunu öğretir. Namazın birinci ve ikinci rekatlerinde hangi süreler okunacağını, üçüncü ve dördüncü rekatlarda ne okunacağım da öğretir.
Bunları öğretirken aynı zamanda da tatbik ettirir. Tatbik ettirmek için yine de ön bilgiler gerekmektedir.
Çocuğun yedi yaşına girmeden namazı öğrenmiş bulunması lâzımdır. Çünkü öğrenmemiş olursa ona tatbik ettirmek mümkün olmaz. Hiç olmazsa namaz sahih olacak kadar kısa süreleri bilmesi gerekiyor.
Çok ince düşünecek olursak her iki hadisin arasında tezat olmadığını anlarız. Namazın önemini anlatmak, terk edilmesinin doğru olmadığını, mutlaka benimsenmesi gerektiğini, günde beş vakit eda edilmesi icab ettiğini çocuğa, daha çocuk denecek yaşta telkin ve talim etmek, zihnine sokmak lazımdır.
Bu büyük ibadetin mana ve ehemmiyetini yavrunun taptaze dimağına, körpe beynine belletmek gerekir. Evet onu bu ulvi ibadete alıştırmaktır.
Alıştırmakla birlikte aynı zamanda ısındırmaktadır. Hasûlüllah’ın göz bebeği ve müminin miracı ol~ bu çok mukaddes ibadete karşı ilgisini çekmektir. Dikkatini ona teksif etmektir. Şimdi anne ve babalar, görevlerinden bir tanesini daha öğrenmiş bulunuyorlar: Çocuk yedi yaşına girer girmez ona, namazı emretmek. Allah teâla ve Takeddes hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
Ehline (ve ümmetine) namazı emret. Kendin de ona sebat ile devam eyle. Biz senden bir rızık istemiyoruz.  Seni biz rızıklandırırız.
(Güzel) akibet takva (erbabınındır.” Ayetteki (ehline) kavli Celili (çoluk çocuğuna) demektir. Erkeklerin eşleri de bu kavli Çelilin şumülüne girer.
Bir baba çocukların namaz kılmasını emrederken, şayet hanımı namaz kılmıyorsa, ona da emretmesi lazımdır. Çünkü çocuklarından olduğu gibi, hanımından da sorumludur. Kız, baba evinden koca evine gitti mi, artık her şeyisi kocasına aittir.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Yedi Yaşına Girer Girmez Namaz Kıldırmak
Çocuklar yedi yaşına ayak baktıkları zaman bir babanın ilk görevi onlara namaz kılmalarını emretmektir. Haydi oğlum namaz kıl, haydi oğlum abdest al… Haydi oğlum hazırlan, camiye beraber gideceğiz… Haydi oğlum, ezan okundu; kalk abdest al, namazı beraber cemaatle kılalım.
Yavrum, namaz kıldın mı? Ne zaman kıldın? Camide mi kıldın evde mi? Şayet evde kıldın ise hangi odada kıldın? Hani annen görmemiş. İşte çocuklar, yedi yaşına girdiklerinde, Müslüman evinde en çok konuşulacak, en fazla söylenecek sözler bunlar olmalıdır.
Anne ve babanın yavrularına karşı devamlı surette yapacakları telkinler işte bunlar olmalıdır. Nitekim Lukman aleyhisselam oğluna aynı tavsiyede bulunmuştur. Lokman süresinde bu, ne güzel anlatılmaktadır; “Oğulcağızım, namazı dosdoğru kıl. İyiliği emret. Kötülükten vaz geçirmeye çalış. Sana (bu emir ve nehiy sebebiyle) isabet eden her şeye katlan. Çünkü bunlar kafi sureti farz edilen umurdandır.
Demek ki, yavrulara ilk yapılacak tavsiye ve emirler bunlardır. Onun için Onlara sık sık namaz kılmaları için emredilmelidir. Oğlum, sokağa çıkma, falan çocukla oynama, falan kesle yaramazlık etme. Yaramazlık yaparsan kafam kırarım. Seni döverim. Üstünü başını çamurlarsan kirletirsen yersin sopayı, çekerim kulaklarını! Otur, çekmecemi karıştırma. Bırak şu aynayı, kıracaksın onu!
Badanayı yeni yaptırdık, duvarları kirletme. Ayaklarını yere basma, henüz silip süpürdük oraları. Kapıdan elini çek, cilası gidecek, kirlenecek… Gibi sözler, ne yazık ki şimdiki Müslümanların evinde en çok konuşulan sözlerdir.
Çocuklar, en çok bu gibi sözlere ve ihtarlara muhatap olmaktadırlar. Kulaklarının duyduğu, minicik beyinlerinin muhatap olduğu, tertemiz ruhlarının ma’kesi bulunduğu sözler, Çağırmalar ve ikazlar işte bunlardan ibarettir.
Bahsedilmez olmuş peygamberden. Anlatılmaz olmuş Kur’an. Öğretilmez olmuş imanın şartları. Belletilmez olmuş İslam’ın esasları. Anlatılmaz olmuş abdestin ve guslün farzları. Konuşulmaz olmuş namazın şartları, sünnetleri ve müstahakları. Hep konuşulanlar laf-ü güzaftan ibaret. Evde çocukların duydukları hep edep dışı sözler…
Gözleri ile gördükleri hareketler, hep gayr-i ahlaki, gayri İslami davranışlardır. Oysa Müslüman evinde; dinden, imandan, Kitab (kur’an)’dan, hadisten söz edilmeli. Müslüman evinde, evet, şahadet kelimesinden, namazdan, oruçtan söz edilmelidir. Müslüman evinde sık sık İslâmî hikâyeler, tasavvuf! Kıssalar anlatılmalıdır ki çocuk bu ortamda kendini kurtarabilsin. Bunlar anlatılsın ki, yedi yaşına girer giremez, hiç baskıya, zorlamaya maruz kalmadan namazını kılsın.
Babasının ardından camiye gitsin. “Çocuklarınıza yedi yaşındayken namazı emrediniz! On yaşına ayak bastıkları zaman namaz hususunda onları dövünüz! Yatak odalarını ayırınız. (Bu hadisi Ebu Davud rivayet etmiştir.) İmamı Tirmizî de aynı konuda şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
“Çocuğa yedi yaşındayken namazı öğretin.” Şimdi akla şöyle bir soru gelebilir:
Çocuğa namaz nasıl öğretilir?  Cevap şu: Namazı bir fiil kıldırmak suretiyle öğretilir. Meselâ, oğlum, sabah namazı dört rekâttır: İkisi sünnet, ikisi farzdır.
Önce sünnet kılınır, ondan sonra da farz kılınır. Öğlen namazı oh rekâttır: Dördü sünnet, dördü farz, ikisi de son sünnettir. Önce sünnet, sonra farz, daha sonra da iki rekât olan son sünnet kılınır.
Böylece diğer namazlarda tarif edilir. İkindi namazının kaç rekât olduğunu, akşam namazının kaç rekât olduğunu, yatsı namazının da kaç rekât olduğunu öğretir. Namazın birinci ve ikinci rekatlerinde hangi süreler okunacağını, üçüncü ve dördüncü rekatlarda ne okunacağım da öğretir.
Bunları öğretirken aynı zamanda da tatbik ettirir. Tatbik ettirmek için yine de ön bilgiler gerekmektedir.
Çocuğun yedi yaşına girmeden namazı öğrenmiş bulunması lâzımdır. Çünkü öğrenmemiş olursa ona tatbik ettirmek mümkün olmaz. Hiç olmazsa namaz sahih olacak kadar kısa süreleri bilmesi gerekiyor.
Çok ince düşünecek olursak her iki hadisin arasında tezat olmadığını anlarız. Namazın önemini anlatmak, terk edilmesinin doğru olmadığını, mutlaka benimsenmesi gerektiğini, günde beş vakit eda edilmesi icab ettiğini çocuğa, daha çocuk denecek yaşta telkin ve talim etmek, zihnine sokmak lazımdır.
Bu büyük ibadetin mana ve ehemmiyetini yavrunun taptaze dimağına, körpe beynine belletmek gerekir. Evet onu bu ulvi ibadete alıştırmaktır.
Alıştırmakla birlikte aynı zamanda ısındırmaktadır. Hasûlüllah’ın göz bebeği ve müminin miracı ol~ bu çok mukaddes ibadete karşı ilgisini çekmektir. Dikkatini ona teksif etmektir. Şimdi anne ve babalar, görevlerinden bir tanesini daha öğrenmiş bulunuyorlar: Çocuk yedi yaşına girer girmez ona, namazı emretmek. Allah teâla ve Takeddes hazretleri şöyle buyurmuşlardır:
Ehline (ve ümmetine) namazı emret. Kendin de ona sebat ile devam eyle. Biz senden bir rızık istemiyoruz.  Seni biz rızıklandırırız.
(Güzel) akibet takva (erbabınındır.” Ayetteki (ehline) kavli Celili (çoluk çocuğuna) demektir. Erkeklerin eşleri de bu kavli Çelilin şumülüne girer.
Bir baba çocukların namaz kılmasını emrederken, şayet hanımı namaz kılmıyorsa, ona da emretmesi lazımdır. Çünkü çocuklarından olduğu gibi, hanımından da sorumludur. Kız, baba evinden koca evine gitti mi, artık her şeyisi kocasına aittir.
0 notes
inancimiz · 8 years
Photo
Tumblr media
Baba’nın Kızına Karşı Sorumluğu
Baba, kızını evlendirmekle, sorumluluktan kurtulmuş ve bu sorumluluğu koca yüklenmiş oluyor. Onun için, eşinin namaz kılmamasından, oruç tutmamasından hülâsa İslam’ın bütün icaplarını ifa etmemesinden koca mesuldür.  Bir koca kendini cehennem azabından koruduğu gibi, çoluk çocuğunu da koruyacaktır. Buna dinen mecburdur.
Evet kızlarını, oğlanlarını ve hanımını da korumaya mecburdur. Arz edin ki bir baba çoluk çocuğu ile bir uçurumun tam kenarında bulunmaktadır. Kendini o uçuruma yuvarlamaktan koruyor. Şimdi gözleri önünde eşinin ve yavrularının o uçuruma yuvarlanmasına gönlü razı olur mu? Yoksa ölümü bahasına da olsa öne atılıp onları kurtarır mı?
Elbette ki öne atılıp eşinin ve evlatlarının ellerinden tutmak suretiyle onları kurtarıp selamete çıkarır. İşte dünya hayatında onları nasıl tehlikelerden koruyorsa, ahirette de yakıcı ateşten öyle koruması gerekir.  Ateşten koruması demek, ateşe sürükleyecek kötü işlerden koruması demektin
Namaz kılmamak çok kötüdür. Allah’ın ‘emrini hiçe saymaktır. Bir baba olarak evladını bu gibi hallerden ^koruması ve kurtarması gerekir. Çocuklarının bey namazlığına; koca olarak ta eşinin serkeşliğine göz yumamaz. Günahtan ve her türlü kötülüklerden onları koruması lâzımdır. Aksi halde bile bile, gözleri göre göre,  evlatlarını ateşe kendi elleri ile hazırlamış olur. Hâlbuki onları o ateşten korumak kendi asli vazifesidir. Cenap-ı Hak onu bu vazife ile görevlendirmiştir.
“Ey iman, edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insan ile taştır (ve o ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır, (memurdur ki) onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar.”
Görüldüğü gibi bu ayet, bizlere çoluk çocuğun ateşten nasıl korunacağını çok açık ve pek beliğ bir tarzda anlatmıştır. Ateşten korumak demek, ateşe’ sürükleyecek kötü işlerden korumak demektir. Günahtan, isyandan, yalandan, gıybetten, bühtandan, iftiradan, haramdan ve malayaniden korumak demektir.
Bey namazlıktan, açık saçık gezmekten, komşuya eziyet etmekten, müminleri hırpalamaktan, Müslümanlara kötü davranmaktan korumak demektir. “Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi” kavli Celili, aile reislerinin, yalnız kendilerini değil, aynı zamanda çoluk çocuklarını da düşünmelerini gerektirmektedir.
Nice hacıları, nice hocaları tanırız ki, kendileri beş vakit namazlarını camide cemaatle kılmaktadırlar. Fakat yetişmiş çocukları kahve köşelerinde, kumarhanelerde kumar oynayıp günlerini gün etmektedirler. Hanımları günlerde toplanıp onu bunu çekiştirmektedirler.
Camiye gidip beş vakit namaz kılmak ve İslam’ın diğer emirlerini harfiyen yerine getirmekle kendilerini ateşten koruyorlar da acaba çoluk çocuklarını niye?
Onlar bu hareketleri ile mezkûr ayetin hükmüne muhalefet etmiş olmuyorlar mı? Evet, bile bile mezkûr ayetteki ilahi emri çiğniyorlar… Fakat bunun farkında değildirler. Oysa görevleri hem kendilerini hem de aile efradını o alev alev yanan ateşten korumaktır. Yeter artık, gaflet uykusundan uyanmak gerek.
Hey şey den evvel İslam’ı iyi anlamalı.  Sonra öğrenip tatbik etmeli.
Şurası da bir hakikattir ki, İslamiyet bölünmez bir bütündür. Onun bir kısmını değil, tümünü tatbik etmek lazımdır. Kendimizi azap-ı elimden korumak için, dinimizin icaplarını harfiyen ifa ederken, evlatlarımızı kendi hallerine terk edemeyiz. Eşlerimizi kendi hallerini terk edemeyiz. Onları da korumamız gerekir. Onları da uyarmamız gerekir. Dini merileri onlara da tatbik ettirmemiz gerekir.
Aksi halde, yarın kıyamet gününde o dehşetli ateşte çocuklarımızın ve eşlerimizin cayır cayır yanmalarına sebep oluruz.
0 notes
diniteslimiyet-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Baba’nın Kızına Karşı Sorumluğu
Baba, kızını evlendirmekle, sorumluluktan kurtulmuş ve bu sorumluluğu koca yüklenmiş oluyor. Onun için, eşinin namaz kılmamasından, oruç tutmamasından hülâsa İslam’ın bütün icaplarını ifa etmemesinden koca mesuldür.  Bir koca kendini cehennem azabından koruduğu gibi, çoluk çocuğunu da koruyacaktır. Buna dinen mecburdur.
Evet kızlarını, oğlanlarını ve hanımını da korumaya mecburdur. Arz edin ki bir baba çoluk çocuğu ile bir uçurumun tam kenarında bulunmaktadır. Kendini o uçuruma yuvarlamaktan koruyor. Şimdi gözleri önünde eşinin ve yavrularının o uçuruma yuvarlanmasına gönlü razı olur mu? Yoksa ölümü bahasına da olsa öne atılıp onları kurtarır mı?
Elbette ki öne atılıp eşinin ve evlatlarının ellerinden tutmak suretiyle onları kurtarıp selamete çıkarır. İşte dünya hayatında onları nasıl tehlikelerden koruyorsa, ahirette de yakıcı ateşten öyle koruması gerekir.  Ateşten koruması demek, ateşe sürükleyecek kötü işlerden koruması demektin
Namaz kılmamak çok kötüdür. Allah’ın ‘emrini hiçe saymaktır. Bir baba olarak evladını bu gibi hallerden ^koruması ve kurtarması gerekir. Çocuklarının bey namazlığına; koca olarak ta eşinin serkeşliğine göz yumamaz. Günahtan ve her türlü kötülüklerden onları koruması lâzımdır. Aksi halde bile bile, gözleri göre göre,  evlatlarını ateşe kendi elleri ile hazırlamış olur. Hâlbuki onları o ateşten korumak kendi asli vazifesidir. Cenap-ı Hak onu bu vazife ile görevlendirmiştir.
“Ey iman, edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insan ile taştır (ve o ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır, (memurdur ki) onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar.”
Görüldüğü gibi bu ayet, bizlere çoluk çocuğun ateşten nasıl korunacağını çok açık ve pek beliğ bir tarzda anlatmıştır. Ateşten korumak demek, ateşe’ sürükleyecek kötü işlerden korumak demektir. Günahtan, isyandan, yalandan, gıybetten, bühtandan, iftiradan, haramdan ve malayaniden korumak demektir.
Bey namazlıktan, açık saçık gezmekten, komşuya eziyet etmekten, müminleri hırpalamaktan, Müslümanlara kötü davranmaktan korumak demektir. “Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi” kavli Celili, aile reislerinin, yalnız kendilerini değil, aynı zamanda çoluk çocuklarını da düşünmelerini gerektirmektedir.
Nice hacıları, nice hocaları tanırız ki, kendileri beş vakit namazlarını camide cemaatle kılmaktadırlar. Fakat yetişmiş çocukları kahve köşelerinde, kumarhanelerde kumar oynayıp günlerini gün etmektedirler. Hanımları günlerde toplanıp onu bunu çekiştirmektedirler.
Camiye gidip beş vakit namaz kılmak ve İslam’ın diğer emirlerini harfiyen yerine getirmekle kendilerini ateşten koruyorlar da acaba çoluk çocuklarını niye?
Onlar bu hareketleri ile mezkûr ayetin hükmüne muhalefet etmiş olmuyorlar mı? Evet, bile bile mezkûr ayetteki ilahi emri çiğniyorlar… Fakat bunun farkında değildirler. Oysa görevleri hem kendilerini hem de aile efradını o alev alev yanan ateşten korumaktır. Yeter artık, gaflet uykusundan uyanmak gerek.
Hey şey den evvel İslam’ı iyi anlamalı.  Sonra öğrenip tatbik etmeli.
Şurası da bir hakikattir ki, İslamiyet bölünmez bir bütündür. Onun bir kısmını değil, tümünü tatbik etmek lazımdır. Kendimizi azap-ı elimden korumak için, dinimizin icaplarını harfiyen ifa ederken, evlatlarımızı kendi hallerine terk edemeyiz. Eşlerimizi kendi hallerini terk edemeyiz. Onları da korumamız gerekir. Onları da uyarmamız gerekir. Dini merileri onlara da tatbik ettirmemiz gerekir.
Aksi halde, yarın kıyamet gününde o dehşetli ateşte çocuklarımızın ve eşlerimizin cayır cayır yanmalarına sebep oluruz.
0 notes
dinimabetler-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Baba’nın Kızına Karşı Sorumluğu
Baba, kızını evlendirmekle, sorumluluktan kurtulmuş ve bu sorumluluğu koca yüklenmiş oluyor. Onun için, eşinin namaz kılmamasından, oruç tutmamasından hülâsa İslam’ın bütün icaplarını ifa etmemesinden koca mesuldür.  Bir koca kendini cehennem azabından koruduğu gibi, çoluk çocuğunu da koruyacaktır. Buna dinen mecburdur.
Evet kızlarını, oğlanlarını ve hanımını da korumaya mecburdur. Arz edin ki bir baba çoluk çocuğu ile bir uçurumun tam kenarında bulunmaktadır. Kendini o uçuruma yuvarlamaktan koruyor. Şimdi gözleri önünde eşinin ve yavrularının o uçuruma yuvarlanmasına gönlü razı olur mu? Yoksa ölümü bahasına da olsa öne atılıp onları kurtarır mı?
Elbette ki öne atılıp eşinin ve evlatlarının ellerinden tutmak suretiyle onları kurtarıp selamete çıkarır. İşte dünya hayatında onları nasıl tehlikelerden koruyorsa, ahirette de yakıcı ateşten öyle koruması gerekir.  Ateşten koruması demek, ateşe sürükleyecek kötü işlerden koruması demektin
Namaz kılmamak çok kötüdür. Allah’ın ‘emrini hiçe saymaktır. Bir baba olarak evladını bu gibi hallerden ^koruması ve kurtarması gerekir. Çocuklarının bey namazlığına; koca olarak ta eşinin serkeşliğine göz yumamaz. Günahtan ve her türlü kötülüklerden onları koruması lâzımdır. Aksi halde bile bile, gözleri göre göre,  evlatlarını ateşe kendi elleri ile hazırlamış olur. Hâlbuki onları o ateşten korumak kendi asli vazifesidir. Cenap-ı Hak onu bu vazife ile görevlendirmiştir.
“Ey iman, edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insan ile taştır (ve o ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır, (memurdur ki) onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar.”
Görüldüğü gibi bu ayet, bizlere çoluk çocuğun ateşten nasıl korunacağını çok açık ve pek beliğ bir tarzda anlatmıştır. Ateşten korumak demek, ateşe’ sürükleyecek kötü işlerden korumak demektir. Günahtan, isyandan, yalandan, gıybetten, bühtandan, iftiradan, haramdan ve malayaniden korumak demektir.
Bey namazlıktan, açık saçık gezmekten, komşuya eziyet etmekten, müminleri hırpalamaktan, Müslümanlara kötü davranmaktan korumak demektir. “Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi” kavli Celili, aile reislerinin, yalnız kendilerini değil, aynı zamanda çoluk çocuklarını da düşünmelerini gerektirmektedir.
Nice hacıları, nice hocaları tanırız ki, kendileri beş vakit namazlarını camide cemaatle kılmaktadırlar. Fakat yetişmiş çocukları kahve köşelerinde, kumarhanelerde kumar oynayıp günlerini gün etmektedirler. Hanımları günlerde toplanıp onu bunu çekiştirmektedirler.
Camiye gidip beş vakit namaz kılmak ve İslam’ın diğer emirlerini harfiyen yerine getirmekle kendilerini ateşten koruyorlar da acaba çoluk çocuklarını niye?
Onlar bu hareketleri ile mezkûr ayetin hükmüne muhalefet etmiş olmuyorlar mı? Evet, bile bile mezkûr ayetteki ilahi emri çiğniyorlar… Fakat bunun farkında değildirler. Oysa görevleri hem kendilerini hem de aile efradını o alev alev yanan ateşten korumaktır. Yeter artık, gaflet uykusundan uyanmak gerek.
Hey şey den evvel İslam’ı iyi anlamalı.  Sonra öğrenip tatbik etmeli.
Şurası da bir hakikattir ki, İslamiyet bölünmez bir bütündür. Onun bir kısmını değil, tümünü tatbik etmek lazımdır. Kendimizi azap-ı elimden korumak için, dinimizin icaplarını harfiyen ifa ederken, evlatlarımızı kendi hallerine terk edemeyiz. Eşlerimizi kendi hallerini terk edemeyiz. Onları da korumamız gerekir. Onları da uyarmamız gerekir. Dini merileri onlara da tatbik ettirmemiz gerekir.
Aksi halde, yarın kıyamet gününde o dehşetli ateşte çocuklarımızın ve eşlerimizin cayır cayır yanmalarına sebep oluruz.
0 notes
inanclaristanbul · 8 years
Photo
Tumblr media
Baba’nın Kızına Karşı Sorumluğu
Baba, kızını evlendirmekle, sorumluluktan kurtulmuş ve bu sorumluluğu koca yüklenmiş oluyor. Onun için, eşinin namaz kılmamasından, oruç tutmamasından hülâsa İslam’ın bütün icaplarını ifa etmemesinden koca mesuldür.  Bir koca kendini cehennem azabından koruduğu gibi, çoluk çocuğunu da koruyacaktır. Buna dinen mecburdur.
Evet kızlarını, oğlanlarını ve hanımını da korumaya mecburdur. Arz edin ki bir baba çoluk çocuğu ile bir uçurumun tam kenarında bulunmaktadır. Kendini o uçuruma yuvarlamaktan koruyor. Şimdi gözleri önünde eşinin ve yavrularının o uçuruma yuvarlanmasına gönlü razı olur mu? Yoksa ölümü bahasına da olsa öne atılıp onları kurtarır mı?
Elbette ki öne atılıp eşinin ve evlatlarının ellerinden tutmak suretiyle onları kurtarıp selamete çıkarır. İşte dünya hayatında onları nasıl tehlikelerden koruyorsa, ahirette de yakıcı ateşten öyle koruması gerekir.  Ateşten koruması demek, ateşe sürükleyecek kötü işlerden koruması demektin
Namaz kılmamak çok kötüdür. Allah’ın ‘emrini hiçe saymaktır. Bir baba olarak evladını bu gibi hallerden ^koruması ve kurtarması gerekir. Çocuklarının bey namazlığına; koca olarak ta eşinin serkeşliğine göz yumamaz. Günahtan ve her türlü kötülüklerden onları koruması lâzımdır. Aksi halde bile bile, gözleri göre göre,  evlatlarını ateşe kendi elleri ile hazırlamış olur. Hâlbuki onları o ateşten korumak kendi asli vazifesidir. Cenap-ı Hak onu bu vazife ile görevlendirmiştir.
“Ey iman, edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insan ile taştır (ve o ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır, (memurdur ki) onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar.”
Görüldüğü gibi bu ayet, bizlere çoluk çocuğun ateşten nasıl korunacağını çok açık ve pek beliğ bir tarzda anlatmıştır. Ateşten korumak demek, ateşe’ sürükleyecek kötü işlerden korumak demektir. Günahtan, isyandan, yalandan, gıybetten, bühtandan, iftiradan, haramdan ve malayaniden korumak demektir.
Bey namazlıktan, açık saçık gezmekten, komşuya eziyet etmekten, müminleri hırpalamaktan, Müslümanlara kötü davranmaktan korumak demektir. “Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi” kavli Celili, aile reislerinin, yalnız kendilerini değil, aynı zamanda çoluk çocuklarını da düşünmelerini gerektirmektedir.
Nice hacıları, nice hocaları tanırız ki, kendileri beş vakit namazlarını camide cemaatle kılmaktadırlar. Fakat yetişmiş çocukları kahve köşelerinde, kumarhanelerde kumar oynayıp günlerini gün etmektedirler. Hanımları günlerde toplanıp onu bunu çekiştirmektedirler.
Camiye gidip beş vakit namaz kılmak ve İslam’ın diğer emirlerini harfiyen yerine getirmekle kendilerini ateşten koruyorlar da acaba çoluk çocuklarını niye?
Onlar bu hareketleri ile mezkûr ayetin hükmüne muhalefet etmiş olmuyorlar mı? Evet, bile bile mezkûr ayetteki ilahi emri çiğniyorlar… Fakat bunun farkında değildirler. Oysa görevleri hem kendilerini hem de aile efradını o alev alev yanan ateşten korumaktır. Yeter artık, gaflet uykusundan uyanmak gerek.
Hey şey den evvel İslam’ı iyi anlamalı.  Sonra öğrenip tatbik etmeli.
Şurası da bir hakikattir ki, İslamiyet bölünmez bir bütündür. Onun bir kısmını değil, tümünü tatbik etmek lazımdır. Kendimizi azap-ı elimden korumak için, dinimizin icaplarını harfiyen ifa ederken, evlatlarımızı kendi hallerine terk edemeyiz. Eşlerimizi kendi hallerini terk edemeyiz. Onları da korumamız gerekir. Onları da uyarmamız gerekir. Dini merileri onlara da tatbik ettirmemiz gerekir.
Aksi halde, yarın kıyamet gününde o dehşetli ateşte çocuklarımızın ve eşlerimizin cayır cayır yanmalarına sebep oluruz.
0 notes
istanbulmedrese · 8 years
Photo
Tumblr media
Baba’nın Kızına Karşı Sorumluğu
Baba, kızını evlendirmekle, sorumluluktan kurtulmuş ve bu sorumluluğu koca yüklenmiş oluyor. Onun için, eşinin namaz kılmamasından, oruç tutmamasından hülâsa İslam’ın bütün icaplarını ifa etmemesinden koca mesuldür.  Bir koca kendini cehennem azabından koruduğu gibi, çoluk çocuğunu da koruyacaktır. Buna dinen mecburdur.
Evet kızlarını, oğlanlarını ve hanımını da korumaya mecburdur. Arz edin ki bir baba çoluk çocuğu ile bir uçurumun tam kenarında bulunmaktadır. Kendini o uçuruma yuvarlamaktan koruyor. Şimdi gözleri önünde eşinin ve yavrularının o uçuruma yuvarlanmasına gönlü razı olur mu? Yoksa ölümü bahasına da olsa öne atılıp onları kurtarır mı?
Elbette ki öne atılıp eşinin ve evlatlarının ellerinden tutmak suretiyle onları kurtarıp selamete çıkarır. İşte dünya hayatında onları nasıl tehlikelerden koruyorsa, ahirette de yakıcı ateşten öyle koruması gerekir.  Ateşten koruması demek, ateşe sürükleyecek kötü işlerden koruması demektin
Namaz kılmamak çok kötüdür. Allah’ın ‘emrini hiçe saymaktır. Bir baba olarak evladını bu gibi hallerden ^koruması ve kurtarması gerekir. Çocuklarının bey namazlığına; koca olarak ta eşinin serkeşliğine göz yumamaz. Günahtan ve her türlü kötülüklerden onları koruması lâzımdır. Aksi halde bile bile, gözleri göre göre,  evlatlarını ateşe kendi elleri ile hazırlamış olur. Hâlbuki onları o ateşten korumak kendi asli vazifesidir. Cenap-ı Hak onu bu vazife ile görevlendirmiştir.
“Ey iman, edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insan ile taştır (ve o ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır, (memurdur ki) onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar.”
Görüldüğü gibi bu ayet, bizlere çoluk çocuğun ateşten nasıl korunacağını çok açık ve pek beliğ bir tarzda anlatmıştır. Ateşten korumak demek, ateşe’ sürükleyecek kötü işlerden korumak demektir. Günahtan, isyandan, yalandan, gıybetten, bühtandan, iftiradan, haramdan ve malayaniden korumak demektir.
Bey namazlıktan, açık saçık gezmekten, komşuya eziyet etmekten, müminleri hırpalamaktan, Müslümanlara kötü davranmaktan korumak demektir. “Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi” kavli Celili, aile reislerinin, yalnız kendilerini değil, aynı zamanda çoluk çocuklarını da düşünmelerini gerektirmektedir.
Nice hacıları, nice hocaları tanırız ki, kendileri beş vakit namazlarını camide cemaatle kılmaktadırlar. Fakat yetişmiş çocukları kahve köşelerinde, kumarhanelerde kumar oynayıp günlerini gün etmektedirler. Hanımları günlerde toplanıp onu bunu çekiştirmektedirler.
Camiye gidip beş vakit namaz kılmak ve İslam’ın diğer emirlerini harfiyen yerine getirmekle kendilerini ateşten koruyorlar da acaba çoluk çocuklarını niye?
Onlar bu hareketleri ile mezkûr ayetin hükmüne muhalefet etmiş olmuyorlar mı? Evet, bile bile mezkûr ayetteki ilahi emri çiğniyorlar… Fakat bunun farkında değildirler. Oysa görevleri hem kendilerini hem de aile efradını o alev alev yanan ateşten korumaktır. Yeter artık, gaflet uykusundan uyanmak gerek.
Hey şey den evvel İslam’ı iyi anlamalı.  Sonra öğrenip tatbik etmeli.
Şurası da bir hakikattir ki, İslamiyet bölünmez bir bütündür. Onun bir kısmını değil, tümünü tatbik etmek lazımdır. Kendimizi azap-ı elimden korumak için, dinimizin icaplarını harfiyen ifa ederken, evlatlarımızı kendi hallerine terk edemeyiz. Eşlerimizi kendi hallerini terk edemeyiz. Onları da korumamız gerekir. Onları da uyarmamız gerekir. Dini merileri onlara da tatbik ettirmemiz gerekir.
Aksi halde, yarın kıyamet gününde o dehşetli ateşte çocuklarımızın ve eşlerimizin cayır cayır yanmalarına sebep oluruz.
0 notes
mevlevistanbul-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Baba’nın Kızına Karşı Sorumluğu
Baba, kızını evlendirmekle, sorumluluktan kurtulmuş ve bu sorumluluğu koca yüklenmiş oluyor. Onun için, eşinin namaz kılmamasından, oruç tutmamasından hülâsa İslam’ın bütün icaplarını ifa etmemesinden koca mesuldür.  Bir koca kendini cehennem azabından koruduğu gibi, çoluk çocuğunu da koruyacaktır. Buna dinen mecburdur.
Evet kızlarını, oğlanlarını ve hanımını da korumaya mecburdur. Arz edin ki bir baba çoluk çocuğu ile bir uçurumun tam kenarında bulunmaktadır. Kendini o uçuruma yuvarlamaktan koruyor. Şimdi gözleri önünde eşinin ve yavrularının o uçuruma yuvarlanmasına gönlü razı olur mu? Yoksa ölümü bahasına da olsa öne atılıp onları kurtarır mı?
Elbette ki öne atılıp eşinin ve evlatlarının ellerinden tutmak suretiyle onları kurtarıp selamete çıkarır. İşte dünya hayatında onları nasıl tehlikelerden koruyorsa, ahirette de yakıcı ateşten öyle koruması gerekir.  Ateşten koruması demek, ateşe sürükleyecek kötü işlerden koruması demektin
Namaz kılmamak çok kötüdür. Allah’ın ‘emrini hiçe saymaktır. Bir baba olarak evladını bu gibi hallerden ^koruması ve kurtarması gerekir. Çocuklarının bey namazlığına; koca olarak ta eşinin serkeşliğine göz yumamaz. Günahtan ve her türlü kötülüklerden onları koruması lâzımdır. Aksi halde bile bile, gözleri göre göre,  evlatlarını ateşe kendi elleri ile hazırlamış olur. Hâlbuki onları o ateşten korumak kendi asli vazifesidir. Cenap-ı Hak onu bu vazife ile görevlendirmiştir.
“Ey iman, edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insan ile taştır (ve o ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır, (memurdur ki) onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar.”
Görüldüğü gibi bu ayet, bizlere çoluk çocuğun ateşten nasıl korunacağını çok açık ve pek beliğ bir tarzda anlatmıştır. Ateşten korumak demek, ateşe’ sürükleyecek kötü işlerden korumak demektir. Günahtan, isyandan, yalandan, gıybetten, bühtandan, iftiradan, haramdan ve malayaniden korumak demektir.
Bey namazlıktan, açık saçık gezmekten, komşuya eziyet etmekten, müminleri hırpalamaktan, Müslümanlara kötü davranmaktan korumak demektir. “Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi” kavli Celili, aile reislerinin, yalnız kendilerini değil, aynı zamanda çoluk çocuklarını da düşünmelerini gerektirmektedir.
Nice hacıları, nice hocaları tanırız ki, kendileri beş vakit namazlarını camide cemaatle kılmaktadırlar. Fakat yetişmiş çocukları kahve köşelerinde, kumarhanelerde kumar oynayıp günlerini gün etmektedirler. Hanımları günlerde toplanıp onu bunu çekiştirmektedirler.
Camiye gidip beş vakit namaz kılmak ve İslam’ın diğer emirlerini harfiyen yerine getirmekle kendilerini ateşten koruyorlar da acaba çoluk çocuklarını niye?
Onlar bu hareketleri ile mezkûr ayetin hükmüne muhalefet etmiş olmuyorlar mı? Evet, bile bile mezkûr ayetteki ilahi emri çiğniyorlar… Fakat bunun farkında değildirler. Oysa görevleri hem kendilerini hem de aile efradını o alev alev yanan ateşten korumaktır. Yeter artık, gaflet uykusundan uyanmak gerek.
Hey şey den evvel İslam’ı iyi anlamalı.  Sonra öğrenip tatbik etmeli.
Şurası da bir hakikattir ki, İslamiyet bölünmez bir bütündür. Onun bir kısmını değil, tümünü tatbik etmek lazımdır. Kendimizi azap-ı elimden korumak için, dinimizin icaplarını harfiyen ifa ederken, evlatlarımızı kendi hallerine terk edemeyiz. Eşlerimizi kendi hallerini terk edemeyiz. Onları da korumamız gerekir. Onları da uyarmamız gerekir. Dini merileri onlara da tatbik ettirmemiz gerekir.
Aksi halde, yarın kıyamet gününde o dehşetli ateşte çocuklarımızın ve eşlerimizin cayır cayır yanmalarına sebep oluruz.
0 notes
fatihcamii-blog · 8 years
Photo
Tumblr media
Baba’nın Kızına Karşı Sorumluğu
Baba, kızını evlendirmekle, sorumluluktan kurtulmuş ve bu sorumluluğu koca yüklenmiş oluyor. Onun için, eşinin namaz kılmamasından, oruç tutmamasından hülâsa İslam’ın bütün icaplarını ifa etmemesinden koca mesuldür.  Bir koca kendini cehennem azabından koruduğu gibi, çoluk çocuğunu da koruyacaktır. Buna dinen mecburdur.
Evet kızlarını, oğlanlarını ve hanımını da korumaya mecburdur. Arz edin ki bir baba çoluk çocuğu ile bir uçurumun tam kenarında bulunmaktadır. Kendini o uçuruma yuvarlamaktan koruyor. Şimdi gözleri önünde eşinin ve yavrularının o uçuruma yuvarlanmasına gönlü razı olur mu? Yoksa ölümü bahasına da olsa öne atılıp onları kurtarır mı?
Elbette ki öne atılıp eşinin ve evlatlarının ellerinden tutmak suretiyle onları kurtarıp selamete çıkarır. İşte dünya hayatında onları nasıl tehlikelerden koruyorsa, ahirette de yakıcı ateşten öyle koruması gerekir.  Ateşten koruması demek, ateşe sürükleyecek kötü işlerden koruması demektin
Namaz kılmamak çok kötüdür. Allah’ın ‘emrini hiçe saymaktır. Bir baba olarak evladını bu gibi hallerden ^koruması ve kurtarması gerekir. Çocuklarının bey namazlığına; koca olarak ta eşinin serkeşliğine göz yumamaz. Günahtan ve her türlü kötülüklerden onları koruması lâzımdır. Aksi halde bile bile, gözleri göre göre,  evlatlarını ateşe kendi elleri ile hazırlamış olur. Hâlbuki onları o ateşten korumak kendi asli vazifesidir. Cenap-ı Hak onu bu vazife ile görevlendirmiştir.
“Ey iman, edenler, gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki, onun yakacağı insan ile taştır (ve o ateşin) üzerinde iri gövdeli, sert tabiatlı melekler vardır, (memurdur ki) onlar Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere asla isyan etmezler. Neye de memur edilirlerse yaparlar.”
Görüldüğü gibi bu ayet, bizlere çoluk çocuğun ateşten nasıl korunacağını çok açık ve pek beliğ bir tarzda anlatmıştır. Ateşten korumak demek, ateşe’ sürükleyecek kötü işlerden korumak demektir. Günahtan, isyandan, yalandan, gıybetten, bühtandan, iftiradan, haramdan ve malayaniden korumak demektir.
Bey namazlıktan, açık saçık gezmekten, komşuya eziyet etmekten, müminleri hırpalamaktan, Müslümanlara kötü davranmaktan korumak demektir. “Gerek kendilerinizi, gerek ailelerinizi” kavli Celili, aile reislerinin, yalnız kendilerini değil, aynı zamanda çoluk çocuklarını da düşünmelerini gerektirmektedir.
Nice hacıları, nice hocaları tanırız ki, kendileri beş vakit namazlarını camide cemaatle kılmaktadırlar. Fakat yetişmiş çocukları kahve köşelerinde, kumarhanelerde kumar oynayıp günlerini gün etmektedirler. Hanımları günlerde toplanıp onu bunu çekiştirmektedirler.
Camiye gidip beş vakit namaz kılmak ve İslam’ın diğer emirlerini harfiyen yerine getirmekle kendilerini ateşten koruyorlar da acaba çoluk çocuklarını niye?
Onlar bu hareketleri ile mezkûr ayetin hükmüne muhalefet etmiş olmuyorlar mı? Evet, bile bile mezkûr ayetteki ilahi emri çiğniyorlar… Fakat bunun farkında değildirler. Oysa görevleri hem kendilerini hem de aile efradını o alev alev yanan ateşten korumaktır. Yeter artık, gaflet uykusundan uyanmak gerek.
Hey şey den evvel İslam’ı iyi anlamalı.  Sonra öğrenip tatbik etmeli.
Şurası da bir hakikattir ki, İslamiyet bölünmez bir bütündür. Onun bir kısmını değil, tümünü tatbik etmek lazımdır. Kendimizi azap-ı elimden korumak için, dinimizin icaplarını harfiyen ifa ederken, evlatlarımızı kendi hallerine terk edemeyiz. Eşlerimizi kendi hallerini terk edemeyiz. Onları da korumamız gerekir. Onları da uyarmamız gerekir. Dini merileri onlara da tatbik ettirmemiz gerekir.
Aksi halde, yarın kıyamet gününde o dehşetli ateşte çocuklarımızın ve eşlerimizin cayır cayır yanmalarına sebep oluruz.
0 notes