Tumgik
genbencilmi · 5 years
Photo
Tumblr media
0 notes
genbencilmi · 10 years
Text
GENLERİN ESİRİ MİYİZ?
RİCHARD DAWKİNS'İN BENCİL GEN KİTABINA CEVAP
Tumblr media
                                  RİCHARD DAWKİNS KİMDİR?  
   Richard Dawkins 26 Mart 1941 yılında Kenya’nın Nairobi şehrinde dünyaya gelmiştir.     Clinton Richard Dawkins İngiliz uyruklu etolog, yazar, evrim kuramcısı olarak tanınır. Kendisi Oxford Üniversitesi'nde zooloji profesörüdür.     Dawkins bilimin halkça anlaşılması için oluşturulmuş Oxford Üniversitesi Charles Simonyi kürsüsünde profesör ve aynı zamanda New College bilim kurulunun üyesidir.     1976'da yayımlanan The Selfish Gene (Gen Bencildir) adlı kitabında doğal seçilim'in bireyler ya da türler seviyesinde değil, genler seviyesinde incelenmesi gerektiğini savunmuştur.     Aynı kitapta, mem kavramını ortaya atarak bugün memetik diye bilinen bilim dalının kurucusu olmuştur.    1982'de yayımladığı The Extended Phenotype (Genişletilmiş Fenotip) adlı kitabında, fenotipi vücutla eş anlamlı gören geleneksel görüşe karşı çıkmış, bir organizmanın kendi vücudu dışında oluşturduğu yapıların da (kuş ve termit yuvaları gibi) o organizmanın genleri tarafından inşa edildiğini, dolayısıyla organizmanın fenotipine dahil edilmesi gerektiğini savunmuştur.    Evrim, yaradılışçılık ve din konularındaki fikirlerini açıklamak için pek çok popüler bilim kitabı yazmış ve pek çok televizyon programına katılmış olan Dawkins, tutkulu bir ateizm savunucusu olarak da ünlenmiştir.    2006'da yayımladığı The God Delusion (Tanrı Yanılgısı) adlı kitabında tanrının varlığı ve dinlerin gerekliliği için öne sürülen geleneksel savlara karşı çıkmış ve ateist bir dünya görüşünü savunmuştur.    Richard Dawkins’in herhangi bir taassuba kaçmadan başta gen bencildir kitabı olmak üzere ulaşabildiğimiz tüm eserlerini bilimsel yöntemlerle eleştireceğiz.                                           = = = =
    Richard Dawkins Gen Bencildir kitabının önsözünde:    Şempanze ve insanın evrimsel geçmişlerinin yaklaşık yüzde 99.5 ortaktır. Yine de birçok mantıklı insan şempanzeye eğribüğrü, tuhaf bir yaratık olarak bakar ve kendisini Mutlak Yaradan’a ulaşmak yolunda bir basamak taşı olarak görür.     Evrimci için böyle bir şey olamaz. Bir türü diğer bir türden üstün kılacak hiç bir nesnel dayanak yoktur.    Şempanze ile insan kertenkele ile mantar hepimiz; üç milyar yıl kadar önce doğal seçilim olarak tanıdığımız bir süreç içinde evrimleştik.    Her tür içerisinde kimi bireyler diğerlerinden daha çok sayıda yaşamını sürdürebilen döl vermişlerdir.    Buna bağlı olarak da üreme bakımından başarılı olan bireyin kalıtsal özellikleri (genler) bir sonraki nesilde sayıca artmıştır diye yazar.                              Dawkins Bencil Gen ismini verdiği kitabının hemen başında (önsözünde) yazdığı yukarıdaki cümleyi şempanzelerden insana olan evrimi birebir gözlemlemiş (inkar edilemez bir gerçek) gibi kesin bir dille yazmıştır.    Taraftarları için evrim en büyük gerçektir. Evrim ile çelişen, evrimi yalanlayan hiç bir bilimsel bulgu olamaz. Olursa bilimsel değildir.     Evrimciler genelde en baştan yaratılış teorisi öngörülerine kapılarını açılmamak üzere kapattıklarından kendilerini rastlantılarla oluşan varoluş düşüncesinin dar ve sığ hapishanesine kapatırlar, tek yönlü düşünmeye tek yönlü sonuçlar almaya zorlanırlar.    Akıl ve bilim dışı, genelde saçma fakat evrim paralelinde kimi varsayımları, hayal ürünü senaryoları yadsınamaz gerçeklermiş gibi kabul etmeleri ve savunmaları bu nedenledir.    Fark edileceği gibi bu mantık; (tek yönlü olduğundan) sert bir dille eleştirdiği; akıl, mantık ve bilim dışı olmakla suçladığı karşıt teorilerin mantığıyla temel yönünden aynıdır.     Bir bakıma karşıt teorileri, varoluşu yaratılışa indirgeyerek kolaycılığa kaçmakla suçlarken aynı büyük hatayı kendisi de düşmüş, varoluş rastlantılarla oluştu kolaycılığını kaçmıştır.    Fakat bilim kanıt ister.    Doğruluğu şüpheli varsayımları kesin gerçekler gibi kabul edip bulguları buna uygun yorumlar, kanıtlar diye akla, mantığa, bilime uymayan; genelde hayal ürünü şöyle oldu böyle oldu senaryolarını gösterirseniz bu bilimsel bir yaklaşım olmaz. Olsa olsa koyu bir taassup olur.    Tek yönlü düşünce ise taassup olarak tarif edilir ve bilimin en büyük düşmanıdır.    Materyalistlerin materyalizmi (tabiî ki evrim teorisini) bilimsellikten çıkarıp bir din haline getirmeleri bu nedenledir.    Dawkins gibi evrim teorisi taraftarları elbette ki insanların şempanzelerden evrimleştiğini (ve diğerlerini) inanabilirler. Buna ne bizim, ne de bir başkasının herhangi bir itirazı olamaz. İnanç özgürlüğünü yürekten inananlardanız.    İtirazımız Dawkins’in inancını bilimsel bir gerçekmiş gibi gösterme çabalarınadır.
      Bir evrimciye göre evrim bilimin annesi babası, teyzesi amcası; diğer ifade ile her şeyidir.
      Fakat henüz kanıtlanmamış, soru dağları altında ezilen bir teori bilimin hem annesi hem babası nasıl olabilir?    Henüz kanıtlanmamış varsayımları inkârı mümkün olmayan gerçeklermiş gibi kabul edip, bulguları bunlara uygun yorumlarsanız; keskin dillerle eleştirdiğiniz, yobazlık olarak tarif ettiğiniz tek yönlü düşüncenin, diğer ifade ile taassubun en koyusunun içine düşmüş olursunuz.    Eleştirdiğiniz, yobazlıkla, geri kafalılıkla suçladığınız kişilerden bir farkınız olmaz.    Dawkins’in yukarıdaki ifadesi evrimcilere özgü bir şöyle oldu böyle oldu edebiyatının klasik bir örneğidir.    Kesinlik ifadeli bir üslupla yazılmıştır ama (bilimsel bulgulara dayanmadığından) genelde hayal ürünü senaryoların bileşkeleridir.    Gerçekten de insanlar şempanzelerden mi evrimleşti?    Dawkins gibi taassup sahibi evrimcilerin bu soruya verdikleri cevap kesin bir evettir. Bunda (kendilerine göre kanıtlar ortaya koyduklarından) en küçük bir şüpheleri dahi yoktur.    Fakat aklı başında, bilimsel tarafsızlığını yitirmemiş gerçek bilim insanları yukarıdaki soruyu (önemi nedeniyle) yanıtlarken çok derin düşünürler, konuyu enine boyuna irdelerler, daha da önemlisi gerçek bilimsel kanıtlar ararlar.    Hayal ürünü, genelde şöyle oldu böyle oldu edebiyatı olan sahte kanıtlara itibar etmezler.    Eğer bilimsel kanıtlarla desteklenmiyorsa varsayımlar gerçek olamazlar. Olsa olsa bir teori yada da hipotezdirler.     Gerçek olmayanları inkarı mümkün olmayan gerçeklermiş gibi tanımlamak, daha da kötüsü diğer bulgulara gerçekliğinden şüpheli bir varsayımı bir mihenk taşı olarak kullanıp değerlendirmek çok büyük hata ve hatta bilime ihanet olur.    Bütün mantıksızlığına rağmen evrime inanan taassup sahibi bazı kişiler dışında bu varsayıma (bilimsel kanıtlara dayanmadığından) aklı başında hiç kimse inanmaz.    Bunun nedeni de şempanzelerle insanlar arasında aşılması mümkün olmayan pek çok engellerin olmasıdır. Her iki canlı ayrı ayrı türlerdir.    Dawkins’e (ve diğer evrimcilere göre) insanların şempanzelerden evrimleştiğinin en büyük kanıtı %99’a varan genom benzerliğidir.    Yukarıdaki genom benzerliği oranını doğru, gen şifre sayısını 5 milyar kabul edersek şempanzelerle insanlar arasındaki farklılık (toplam gen şifre sayısının yüzde biri) elli milyon olur.    Elli milyon farklılıkta maymunlarla insanlar arasındaki farklılıkların tümünü rahatlıkla ifade eder.    Kaldı ki fiziksel benzerlikleri olan iki canlının genom benzerliğinin olması son derece doğaldır.     İlginç olan ise insanla yaşamın yakın geçmişinde (örneğin on milyon yıl öncesinden) evrimsel yönden herhangi bir bağlantının olmadığı canlılarla yüksek denebilecek oranlarda (örneğin nematod solucanlarıyla %60) genom benzerliğinin olmasıdır.     Bu konuda kangurulardan tutun da ahtapotlara kadar pek çok örnekler verilebilir.    Evrimci öngörülerini doğru kabul edersek bütün bu canlıları maymunsulardan sonra insanların evrimsel yönden maymunlardan sonra en yakın akrabaları kabul etmemiz gerekecektir.    Ayrıntılı bilgi isteyen okuyucularımız insanın evrimi bölümündeki yazıları göz atabilirler.    Canlılar arasındaki yapısal benzerlikler tüm canlıların aynı malzemeden (karbon temelli seksen element ve bileşiklerinden) var edilmiş olmaları nedeniyledir.    Tüm evren (varsa diğer canlılar) bu elementlerden oluşmuştur. Bunun başka bir yolu yoktur.    Kimi canlılar arasındaki anatomik benzerlikler (örneğin organ benzerlikleri) benzerlikler oranını artırabilir.     İnsan maymun genom benzerliği dış görünüş benzerliği kadar benzer organlara sahip olmamız nedeniyledir.    Bir evrimci benzerliklerin evrime kanıt olduğunu ısrarla vurgular. Böylesine basit bir gerçeği evrime kanıt olarak göstermek ancak olayları tek yönlü bakma alışkanlığında olan evrimci mantığıyla mümkün olabilir.    Fakat öyle durumlar vardır ki hiç bir benzerlik olmadığı halde evrimsel bir bağın kurulması gerekir.    Bu gerçekte benzerliklerin evrime kanıt olduğu varsayımını temelden çürütür.    Çünkü yaşamın temelleri olması gereken prokaryot ve ökaryot hücreler arasında en küçük bir benzerlik dahi yoktur.(Prokaryot ökaryot hücreler bölümüne bakınız)    Genom benzerlikleri üzerine yapılan araştırmalar evrim teorisini rahatlıkla alt üst edebilecek sonuçlara ulaşmıştır. (ilgili konulara bakınız)    Tersinim teorisinin bu öngörüsü bilimsel gerçeklerle birebir uyuşur.
                                                       = = =
    Evrim teorisine göre insanlar maymunsulardan evrimleşmiştir. Bu varsayımı doğru kabul edersek bu süreç içinde günümüz maymunlarının da evrimleşmiş olmaları gerekir. Diğer ifade ile insanlar ile günümüz maymunlarının ortak atası maymunlardan daha maymun bir garip canlı olmalıdır.       Maymunsularla (Dawkins’in örneğine göre şempanzelerle) insanlar arasındaki aşılması mümkün olmayacak kadar büyük, derin ve geniş yapısal farklılıklar vardır.    Örneğin maymunsular 48, insanlar ise 46 kromozomludur.    Bir evrimci için (elbette ki Dawkins için) bu kromozom sayı farklılığı sorunu maymunsuların bir çift kromozomunun telomerlerinden ayrılmamak üzere birleşmesi sonucu ortadan kalkmıştır.     Evrimciler bu varsayıma (maymunsuların bir kromozomunun birleşmesi, bu yolla kromozom sayısının 48 den 46 ya inmesi varsayımına) kanıt olarak doğal olan ve evrimle uzaktan yakından ilgisi olmayan genom benzerliklerinden bir bölümü gösterirler.     Fakat tarafsız; aklını, mantığını kullanabilen herhangi bir insan bu varsayımda bazı yaman çelişkilerin olduğunu hemen fark eder.    Bir çift kromozomu birleştiği iddia edilen canlı evrim teorisine göre olgun yaşta bir australopiketus (evrim teorisine göre maymunlardan insanlara evrimin en alt atası kabul edilen canlı) olmalıdır.    Bu tür çok hücreli canlı bedenlerinde yaklaşık iki yüz trilyon hücre vardır ve bu hücreler (kas hücreleri, sinir hücreleri, kan hücreleri, kemik hücreleri vb.) çeşitlidir.     O zaman sormak gerekir.    Telomerler yoluyla bir çift kromozomu birleşen hücre hangi hücredir?     Hayali en güçlü bir evrimci bile tüm hücrelerin bir çift kromozomunun birleştiğini iddia edemez. Çünkü bu iddia makro mutasyona uğrayan bir maymunsunun (örneğin üzerine yıldırım düşen bir australopiketusun) bir anda insana dönüşüverdiği anlamına gelir.     Tüm hücre kromozomların zaman içinde kademeli olarak birleştiği varsayımı ise pek mantıklı olmaz.     Bunun nedeni bu tür değişim gösteren hücrelerin canlı vücutlarında tutulmayacağı, savunma korunma mekanizmalarıyla dışlanacağı, hemen imha edileceği gerçeğidir.     Canlı vücutları yabancı olarak algıladıkları bir hiçbir oluşumu bünyelerinde tutmazlar. Buna izin vermezler.    Bu konuda evrimciler (her şey yolunda gitse bir çift kromozom birleşse bile) çok basit bir gerçeği de nedense göz ardı ederler.    Bu basit gerçekte 48 kromozomlu bir maymunsunun bir çift kromozomu birleşince kromozom sayısının 46 değil (23 çift artı tek) 47 olacağıdır.    48 kromozomun iki çifti aynı anda birleşirse sayısı 46ya ancak iner. Bu da kromozom birleşme mucizesi aynı anda iki kere gerçekleşmesi demektir.    Fakat aynı anda iki mucize gerçekleşse bile değişime uğrayan iki yüz trilyonluk bir bedendeki herhangi bir hücre olursa bu hücrenin evrime neden olması düşünülemez.     Bir çift kromozomu birleşen hücrenin yeni aşılanmış bir embriyo olması da bu gerçeği değiştirmez.    Rastlantılarla bir çift kromozomu birleşen hücre bir üreme hücresi (örneğin bir dişi yumurta hücresi) olsa netice değişir miydi?    Canlımız bir maymunsu olduğuna göre normal bir dişinin yumurtası 24 kromozomludur. Bir çifti birleşince kromozom sayısı 23e iner ki bu da evrimin istediği sayıdır.     Fakat maymunsular pek çok canlı gibi eşeyli üreyen canlılardır.     Diğer ifade ile uğradığı makro mutasyonlar sonucu yumurtasındaki kromozom sayısı 23 e inen dişimize bir de erkek lazım olur.    Bu nedenle aynı mucize senaryonun bir de erkek maymunsu için oluşması gerekecektir.    Fakat bu tür canlılarda bir erkek atmığında iki yüz elli milyon civarlarında sperm bulunur.    Spermlerden birinin ve hatta bir kaçının yine makro mutasyonlarla kromozomu birleştiğini varsaysak bile bu spermler yumurtayı aşılar mı?    Aşılasa bile 46 kromozomlu bir embriyo 48 kromozomlu bir anne bedeninde yaşayabilir mi?    Yaşadığını kabul edersek bu bir maymunsunun bir insan doğurduğu anlamına gelecektir.    Böyle bir oluşum mümkün müdür?    Görüleceği gibi bir mucizeler dizimi olarak tanımlanabilecek bu rastlantısal oluşumları hayal gücümüzü kat be kat aşarak olabildiğince zorlasak, en olmayacakları olur kabul etsek bile 48 kromozom 46 kromozoma indirilememektedir.     Richard Dawkins’in olabildiğince basitleştirerek birkaç cümle ve bir kaç şema ile geçiştiriverdiği bu sorun gerçekte evrimin önünde aşılması mümkün görülmeyen ulu dağlar gibi durmaktadır.    Evrimcilerin maymunsulardan insanlara evrimin bir başka kanıtı ise hemoglobin molekülünün evrime!(gerçekte tersinim) uğramış yapısıdır.     Bakınız, kendini konunun uzmanı zanneden bir evrimci bu konuda neler yazıyor:     “-İnsan DNA'sında hemoglobin beta genlerinden birisi bozuktur. Yapı olarak beta genine benzese de dizilimi farklıdır ve protein kodlaması yapamaz.     İşte bu bozuk gen ne tesadüf ki şempanzede de vardır.     Bakın Prof. Michael Behe ne diyor:     -İnsandaki bu genin başlarında, genin deaktive olmasına neden olan iki tane belirli nükleotid değişikliği vardır. Şempanze geninde de tam olarak aynı değişiklik vardır.    İnsan geninin biraz ilerilerinde bir yerde belirli bir harf eksiktir, burada eksilme mutasyonu olmuştur. Tam da aynı harf şempanze geninde de bulunmamaktadır. İnsan geninin sonlarına doğru bir harf daha kayıptır. Bu harf şempanze geninde de kayıptır."    Ve bakın nasıl devam ediyor yine kendisi:     "-İnsan ve şempanze DNA’larındaki aynı genlerdeki aynı pozisyonlarda aynı hatalar...Eğer bir ortak ata ilk olarak bu mutasyonel hatalara sahip olup sonrasında bu iki modern türün doğuşuna neden olduysa, bu durum bu iki türün neden bu hatalara sahip olduğunu açıklayacaktır.    Şempanzeler ile insanların ortak ataya sahip olduğu görüşüne daha kuvvetli nasıl bir delil olabileceğini hayal etmesi zor...    Geriye kalan birkaç bilmeceye rağmen Darwin’in, Dünya üzerindeki tüm canlıların biyolojik akrabalar olduğuna yönelik tespitinin doğruluğundan şüphe etmek için hiçbir sebep yok. " (Michael Behe, The Edge of Evolution, syf. 71)
   Örneğin pek çok canlı organizma C vitamini sentezleyebildiği halde bazıları sentezleyemez.    İnsanlar ve şempanzeler de C vitamini sentezleyemeyen gruptandır ve bu vitamini dışarıdan almaya bağımlıdırlar.    İşte bu durum karşısında evrim teorisinin bir öngörüsü vardır; evrim teorisi der ki, eğer insan ve şempanzenin ortak atasında meydana gelen bir mutasyon C vitamini sentezleyen geni işlevsiz kılmışsa, bu genin bozulmuş kopyalarının insan ve şempanzede ortak olarak izlenmesi gerekir. Sonuç mu? Hem insanlar hem şempanzeler, diğer memelilerde C vitamini sentezinde görev alan genin bozulmuş bir kopyasına sahiptirler. (Hani hazretleri tesadüf ve istatistik hesaplarını çok seviyorlar ya, onu da yazalım tabi bu arada; hem insan hem şempanze genomunda aynı genin bozulmuş kopyalarına rastlanma ihtimali nedir biliyor musunuz? milyon kere milyon kere milyonda bir filan işte..)    Oysa evrim teorisi öngördü ve öngörüsü doğru çıktı. Peki ya yaratılışçıların bu konuda bir öngörüsü var mı? Var efendim, hiç olmaz mı; Tanrı öyle yaratmış işte buyuruyor.     Dikkatli bir okuyucu kendini konunun uzmanı zanneden bu evrimcimizin gerçekte evrimin kanıtlarını değil TERSİNİMİN kanıtlarını gösterdiğini, tersinimi kanıtladığını hemen fark edecektir.     Örneğin:     İnsan geninin biraz ilerilerinde bir yerde belirli bir harf eksiktir, burada eksilme mutasyonu olmuştur. Tam da aynı harf şempanze geninde de bulunmamaktadır. İnsan geninin sonlarına doğru bir harf daha kayıptır. Bu harf şempanze geninde de kayıptır cümlesi doğru ise mutasyon oluşmadan önce BU GEN EKSİKSİZDİR. Tersinim sonucu bir harfi EKSİLMİŞTİR.     Evrim değil tersinim söz konusudur.      Ve yine:      İnsan ve şempanzenin ortak atasında meydana gelen bir mutasyon C vitamini sentezleyen geni işlevsiz kılmışsa, bu genin bozulmuş kopyalarının insan ve şempanzede ortak olarak izlenmesi gerekir.     Buyuruyor.     C vitamini SENTEZLERKEN oluşan mutasyonlar sonucu SENTEZLEYEMEMENİN evrim değil tersinim olduğu açıktır.    Bu ara tersinimi bir kez daha tarif edelim.     Tersinim düzen ve sistem sahibi oluşumların zaman içinde bozulmaya, eskiyeme, azalmaya, yıpranmaya vb..uğramasıdır.
        Tersinim negatif olan bu tür değişimlerin genel ifadesidir.
        Tersinim karmaşa ve düzensizliklerde gözlenmez. Tersinimin gözlendiği olgular kesinlikle sistem ve düzen sahipleridir.
    Evrim için on milyonlarca seneyle ifade edilen uzun süreçler gerekli olduğundan birebir gözlenip, sınanamaz. Diğer ifade ile evrim materyalist bilim anlayışının en önemli kuralına (gözlem ve deneylerle sınanma kuralına) uymaz.
      Taraftarları gözlenip sınanamasa da evrimin yaşamın aşamalarını gösteren fosiller gibi kanıtlarla ispatlandığı iddiasındadırlar ama bu da son derece şüpheli ve o kadar da yetersizdir.
      Bu gün evrim ve öngörüleri cevapları temelini teşkil eden pek soruya cevap verememekte, temelsizlik üzerindeki varlığı taraftarlarınca yapay yöntemlerle devam ettirilmeye çalışılmaktadır.
      Halbuki tersinim uzun süreçlere gerek görmez. Anlık olaylarla bir kaç on senelik süreçler yeterlidir. Bu nedenle kolaylıkla gözlenip sınanabilir.
      Tersinim teorisi materyalist bilim mantığının en önemli kuralına harfi harfine uyar.
        Örneğin hastalanıyoruz, her an bir şeylerimizi yitirip ihtiyarlıyoruz. Sonuçta kaçınılmaz olarak ölüp gideceğiz.
      Fabrikasından yeni ald��ğımız araba kullansak da kullanmasanız da zaman içinde bozuluyor.
     Bunlar benzer ya da benzemez milyonlarca örnek verilebilir.
      Düzen ve sistemler ne kadar ayrıntılı ve hassas olursa tersinimin etkisi o kadar güçlü olur. Bu tür düzenli sistemlerin başında canlılık gelir.
    Bu nedenle tüm canlılar korunma savunma ve çevreye uyum mekanizmalarıyla donanmışlardır. Canlılar bu mekanizmaların yardımıyla tersinim etkisini en aza indirmeye çalışırlar.
     Canlılar arasında gözlemlenen mücadele gerçekte varlıklarını eksiksiz koruma mücadelesidir.
      Tüm düzenli sistemlerde gibi sistemli düzenliliğin en hassas ve ayrıntılı gözlendiği canlılıkta evrim söz konusu bile değildir.
      Canlılar zamsan içinde değişime uğrarlar ama bu değişim her zaman evrim değil az ya da çok tersinim yönündedir
    Sonuçta evrimcilere naçizane tavsiyemiz:     Türlerden türlere geçilemeyeceğini kabul ediniz.     Çünkü türler milyonlarca ayrıntılardan oluşmuş temel şablonların bütünselliğinden meydana gelmişlerdir.     Türlerden türlere geçiş için milyonlarca ayrıntının en azından kısmen değişip yeni şablonlar oluşturması ve bu şablonların bir başka canlı türü için yeniden örgütlenmesi gerekecektir ki bu da imkansız kere imkansızdır.
    Konuları ve gerçekleri evrimin öngörülerine uygun olarak eğip bükmek, kimilerini olabildiğince maddeye indirgeyerek basitleştirmek, kimilerine ise yine evrimin gereklerine uygun olarak olabildiğince karmaşıklaştırıp içinden çıkılmaz hale getirmek evrimcilerin bilinen taktiklerindendir.     Richard Dawkins buna bağlı olarak da üreme bakımından başarılı olan bireyin kalıtsal özellikleri (genler) bir sonraki nesilde sayıca artmıştır diye (kesin bir dille) yazabildiğine göre bu konuda güçlü kanıtlara sahip olmalıdır.     Fakat Dawkins herhangi bir kanıt göstermez. Bu nedenle yukarıdaki cümlesi evrimcilere özgü bir şöyle oldu böyle oldu edebiyatıdır ve bilimsel bir değeri yoktur.     Bilindiği gibi üremeler canlı türlerinin yenilenmesidir. Kalıtsal özelliklerini eksiksiz olarak diğer nesillere aktarmaları gerekir.     Bir canlı kalıtsal özelliklerin diğer nesillere artırarak aktarabilir mi?     Kalıtım kanunları ve canlılardaki değişmezlik ilkesi bu soruya kesin bir dille hayır cevabını verir.     Canlı gen havuzlarını zenginleştiren hiçbir mutasyon gözlenmemiştir.     Canlılar korunma, savunma ve bağışıklık sistemleriyle dış etkenlerin (mutasyonların) olumsuz etkilerinden kendilerini korumaya çalışırlar.     Yapılan bilimsel gözlemlerin sonuçları zenginleşme bir yana fakirleşme (tersinim) yönündedir.                                                        = = =     Richard Dawkins Gen Bencildir kitabı için düş gücüne seslenmek üzere tasarlandığını fakat bir bilim kurgu olmadığını bilimin ta kendisi olduğunu iddia eder.     Richard Dawkins’e göre canlılar (dolaysıyla biz insanlar) birer yaşamkalım makineleri, genler adıyla bilinen bencil moleküllerini körü körüne korumak için programlanmış robot araçlarıdır.     Dawkins'e göre insanlar da dahil tüm canlılar genlerin kontrolünde yaşarlar, ürerler ve ölürler.     Bu arada yukarıdaki ifadenin tersinim teorisinin canlılar varoluşlarındaki yapılarını korunma, savunma ve bağışıklık sistemleriyle korumaya çalışırlar öngörüsünün paralelinde gibi görünürse de (insan söz konusu olduğunda) bazı yönlerden ayrılır.     Öncelikle Richard Dawkins’in bu varsayımına (insanlarda dahil tüm canlıların genlerin kontrolü altında olduğu varsayımına) katılmadığımızı belirtelim.     Katılmama nedenimiz ise insanları hayvan denen diğer canlılardan ayıran farklılıkları görmemiz, bilmemiz ve inanmamızdır.     Tersinime göre insanlarda ruh ve nefis (can) denen iki metafizik güç vardır. Nefis (can) tamamen genlerin kontrolünde olabilir ama ruh değildir.      Ruh insanları hayvanlardan ayıran insansı meziyetlerin kaynağıdır.     İnsan dışındaki hayvan denen diğer canlılar genlerin kontrolü altındadırlar. Genlerin emrettiklerini yapmaya şartlanmışlardır.     Örneğin bir hayvanı kızdırırsanız kızar, korkutursanız korkar. Hiç bir zaman duygularını ve duygularının yönlendirdiği hareketlerini kontrol altında tutmaz. Buna gerek duymaz. Böyle bir kontrol yapma yeteneği yoktur.     Ama insan öyle değildir.     Duyularını, hareketlerini kontrol altında tutabilir. Örneğin kızarsa kızmanın normal kabul edilen hareketlerini yapmaktan kendini alıkoyabilir.     Duyu ve hareketlerini kontrol etme sadece insanlara özel insansı meziyetlerin sonuçlarıdır.     Söylemek istediğimiz kısaca şudur.     Hayvanlar genlerinin kontrolü altındadırlar, bu nedenle hareketlerinden sorumlu değildirler ama insanlar bu yönden hayvanlardan farklıdırlar. Zaten bu nedenle insandırlar.     İnsanlar gensel tepkimeleri insansı meziyetleri sayesinde kontrol edebilirler. Tam karşıtı tepki verebilirler.     Diğer ifade ile insanlar genlerinin esiri değildirler.     İnsanları da hayvanlar gibi genlerinin kontrolünde zanneden Dawkins çok kötü bir şekilde yanılmaktadır.      Richard Dawkins’in bu kitabı yazma amacının insansı meziyetleri ret ve inkar ederek insanlarında genlerinin kontrolünde birer hayvan olduğunu kanıtlama amaçlı olduğu kesindir.      Bu kavramda (insansı meziyetlerin inkarı kavramı) evrim teorisinin temellerinden biridir.     Dawkins aklı sıra insanları hayvan mertebesine indirgeyerek bilimsellikten çıkarıp bir din haline getirdiği teorisini kanıtlama çabasındadır.     Dawkins kitabının önsözünde bir türü diğer bir türden üstün kılacak hiç bir nesnel dayanak yoktur diye yazarak bu amacını en baştan açığa zaten vurmuştur.     İnsanı meziyetleri kaldırıp atarsak insan denen ÖZEL canlının bir hayvandan farkının olmayacağı açıktır.     Fakat insansı meziyetler yoktur demekle bunu iddia etmekle, insansı meziyetler yok olmaz.     Çünkü insansı meziyetler vardır, biz bunu inkarı mümkün olmayacak bir şekilde gözlemliyoruz, daha da önemlisi YAŞIYORUZ.      Dawkins ayrıca canlılığı konu edinen biyoloji ilminin gizemin (bilinmeyen, henüz meçhul olanın) ta kendisi olduğu itirafında bulunur.    Bulunur ama gerçekliği kanıtlanmamış henüz teori ya da hipotez aşamasında kalmış bir takım olguları (örneğin evrimin temellerini ve mekanizmalarını) inkarı mümkün olmayan gerçeklermiş gibi göstermekten de geri kalmaz.    Bu tutumu ile yukarıdaki itirafı (biyolojinin gizemin ta kendisi olduğu itirafı) birbiriyle çelişir. Tam olarak bilmediklerinizi gerçekler diye takdim edemezsiniz.    Richard Dawkins’e göre Charles Darwin neden yaşadığını bilmeyen insanlık için çevreyi aydınlatan bir Güneştir. Onun ışıklarıyla bilimin yolları aydınlanmıştır.    Charles Darwin’in yazdığı, evrimin temellerini ortaya koyduğu Türlerin Kökeni kitabındaki bazı saçmalıkları, tutarsızlıkları görmezlikten gelerek neden yaşadığını bilmeyen insanlığa gerçeği arama yolunda yeni bir yön verdiğini, yeni bir boyut kazandırdığını kabul etsek bile sonuçta ortaya konulanlar kanıtlanmış gerçekler değildir, şüpheli varsayımlardır.     Gerçekliği kanıtlanmamış, bu nedenle şüpheli varsayımları bilimin tek gerçeği olarak kabul edip, tüm bulguları buna endekslemek, buna uygun yorumlamaya çalışmak ne kadar doğru ve bilimsel olur?    Bu tutum aynı zamanda aklı, mantığı dolaysıyla bilimi doğru olduğu şüpheli tek bir yöne odaklamaya zorlama olur ki bu bir taassuptur.
                                                      = = =
    Dawkins’e göre Darwin’in doğal seçilim yoluyla evrim kuramı doyurucudur.
      Yine Dawkins’e göre Darwin varoluşla ilgili zor soruya bir yanıt sağlar ki bu şu ana kadar verilen en olası yanıttır.        Fakat Dawkins’in bu sonuca ulaşmasının şaşırtıcı bir yanı yoktur.       İki cevaplı bir sorunun cevaplarından birini en baştan ret ve inkârla yok kabul ederseniz diğer cevabı (bilim ret etse, akıl ve mantık dışı olsa dahi) doğru olarak kabule mecbur kalırsınız.    Biz buna tek cevaplılığa (alternatifsizliğe) mahkum olma diyoruz ki diğer adı taassuptur.    Bir bilim insanı olduğunu duyduğumuz Dawkins’in tek yönlü bir seçim yapmadan önce diğer cevabı da dikkate alması, bilimsel kanıtlar gösterilerek çürütmesi beklenirdi.    Fakat o diğer cevabı yok kabul etmiş, aklını mantığını kendi eliyle tek cevaplılığın (alternatifsizliğin-taassubun) hapishanelerine tıkmıştır.    Evrimcilerle (madde ve rastlantıları Var Edici kabul etmeleri nedeniyle) ateşi varoluşun tek nedeni zanneden ve buna gönülden inanan bir ateşperest ya da Güneşi Var Edici zanneden putperestler arasında herhangi bir fark olmaz.    Bilim her şeyden önce özgürce düşünme ve üretmeyi gerekli görür. Tek yönlü düşünmek bir taassuptur ve bilimin en büyük düşmanıdır.    Bilim her türlü taassubu, önkabulü şiddetle ret eder.     Taassubun, şartsız önkabulün, tek yönlü düşünmenin bilimde yeri yoktur ve olmamalıdır.     Halbuki Richard Dawkins en baştan henüz gerçekliği kanıtlanmamış bir teoriyi inkar edilemez, tartışılamaz bir gerçek kabul ederek evrimi taassup haline getirmiş, bilimin tarafsızlığını temelinden yıkmıştır.
                                                 = = =       Dawkins söz konusu kitabında genleri iyilikle ya da zorla her dediklerini yaptıran Chicago gangsterlerine benzetir.     Ona göre canlılar genler tarafından yaratılıp kontrol edilen makinelerdir.     Genlerin bencil olması sürüp giden acımasız yaşam savaşında başarılı olmanın en büyük nedenidir.    Bencil olmayan genlerin (bu genlerin oluşturduğu canlıların) bu savaşta başarılı olması söz konusu olamaz.     Yukarıdaki cümlelerin yaşamı bitip tükenmek bilmeyen; güçlülerin zayıfları ezip yok ettiği, acımasız bir mücadele olarak gören klasik Darwinci öngörünün bir ifadesi olduğu açıktır.    Dawkins’te üstadı Darwin gibi yaşamda mücadele kadar dayanışmanın da olduğu, bu dayanışmanın eko sistemin temellerini oluşturduğunu bilmezlikten, görmezlikten gelmiştir.    Darwin gibi Dawkins'in de doğal ayıklanma zannettiği olay gerçekte canlıların var edilişlerinde zaten var olan korunma, savunma ve bağışıklık sistemleriyle yapılarını koruma ve diğer nesillere aktarma mücadelesidir.    Bir canlı hiçbir zaman bir başka canlıyı hayat sahnesinden bütünüyle silmeyi, yerini kapmayı düşünmez, bunun için çaba harcamaz.      İnsan dışındaki her canlı eko sistemdeki yerini ve görevini varoluşundaki bir melekeyle bilir ve yerine getirir. Bu melekelerin kaynak yeri diğerleri gibi genlerdir.    Sadece insan davranışlarını dolaysıyla yaşamdaki rolünü aklı ve iradesiyle kısmen de olsa kontrol edebilir, yönlendirebilir, şekillendirebilir.     İnsan denen canlılarla diğer canlılar arasındaki yadsınamayan en büyük fark budur.     İnsanı hayvanlığa indirgemek insansı meziyetlerin varlığını inkar etmek demektir ki bu da insanlık tarihini, medeniyetini, kültürünü inkar etmekle eşdeğerdir.                                                     = = =     Canlıların tek düşündükleri, uğrunda mücadele ettikleri varlıklarını muhafaza etme (ki bu beslenme, korunma, barınma vb. gibi tüm yaşamsal faaliyetleri kapsar) ve genlerini eksiksiz diğer nesillere aktarmadır.     Her canlı var oluşundaki yapısını korumaya çabalar.     Bu basit ve doğal olayı güçlü canlıların zayıfları ezip hayat sahnesinden sildiği, bu yolla canlıların gelişip evrimleştikleri şeklinde yorumlamak canlılar arasındaki mücadeleden çok, var olan dayanışmayı (ki bu dayanışma eko sistemin temellerinden biridir) görmezlikten, bilmezlikten gelmek evrimcilere özel tek yönlü düşüncenin kısır (ve tabi ki yanlış) ürünü olmalıdır.    İsteyen okuyucularımız canlılar arasındaki dayanışmayı konu alan bölümlere bakabilirler.                                                       = = =     Dawkins canlılar dünyasında sıkça görülen özveri kavramının gen bencilliğiyle çeliştiğinin farkındadır.     Örneğin bir anne yavrusu için rahatlıkla ölümü göze alabilir ve hatta ölebilir.     Özellikle toplumsal canlılarda özveri kavramı çok güçlü bir şekilde vardır ve uygulanmaktadır.     Bencil olması beklenen kimi canlılar bir başka canlı ya da canlılar için kendini feda edebilmektedirler.     Dawkins kitabında bu konuyu döner dolaştırır, sonuçta genlere bağlar.     Ona göre canlılardaki özveri kavramı diğer davranışları gibi genlerinin (genlerin ortaya koyduğu hormon- enzim gibi kimyasalların) doğal sonucudur.     Genler canlıları bazı konularda özveriye zorlamaktadır, canlılarda bu emre uymaktadır.    Dawkins’in bu öngörüsü bir iradeye sahip olmayan dolaysıyla doğal tepkilerde seçim şansı bulunmayan hayvanlar için geçerli olabilir.     Fakat genlerinin emrettiklerini denetleyen, gerektiğinde uymayan ve de tersini uygulayabilen insan söz konusu olunca bu varsayımın geçerliliği oldukça zayıflar.      Dawkins’in rastlantılarla olabilirliği yönünden savunduğu basitten karmaşığa doğru düzenleşme (evrimleşme) yönlendirici ve yapıcı bir iradenin olmadığı (rastlantılar sonucu olan) oluşumlarda; bozmanın kolay, yapmanın zor olduğu, düzenlerde bir amacın gerekliliği ilkelerine terstir.      Çünkü rastlantısal oluşumlarda bir amaç dolaysıyla bilgi olmaz.      Dawkins oluşumları basitten karmaşıklığa doğru gidiş olarak yorumlar.      Burada karmaşıklık kelimesini özel olarak seçtiği açıktır.    
      Çünkü karmaşıklık düzensizlik demektir.     Dawkins’e göre ilk ilksel doğal seçilim kararlıların kabulü, kararsızların ret edilmesi şeklindedir.     Varoluş dengesizliklerden dengeliliğe, kararsızlıklardan kararlılığa, karmaşa ve düzensizliklerden düzenli sistemlere geçme eğiliminde ve gerekliliğindedir. Aksi halde meydana gelemezdi.     Diğer ifade ile varoluş kararlı olgulardan meydana gelmiştir.     Gerçekte burada ret ya da kabul edilen ya da eden yoktur.     Kararsız kalanların ya da kararlılıklarını koruyamayanların varlıklarını sürdüremeyip yok olacağı açıktır. Bu bir doğal elenmedir. (Doğal elenme tersinim teorisinin mekanizmasıdır. Doğal seçilimle (seleksiyonla) karıştırmayınız)     Bu basit doğal kanunu evrimsel yönden kanıt gösterebilmek için kararlı oluşumlarda kararlılığın artarak devam ettiğini göstermek gerekecektir.     Gerçi varoluşun ilk anlarından itibaren basitten ayrıntılı yapılara (karmaşıklığa değil) doğru bir gidiş gözlemlenir. Gitgide ağırlaşan metaller bu süreçlerin ürünleridirler.     Bu gidişin nedeni evrendeki cisimlerin birleşerek daha büyük gök cisimlerini (daha büyük gök cisimleri daha büyük basınç ve ısı demektir) meydana getirmeleridir.     Bu süreç günümüzde de devam etmektedir ama sonsuza kadar sürmesi düşünülemez.     Sonuçta evrenin tek bir cisme (kütlesiz bir kara deliğe - minik bir enerji zerresine) dönüşmesi kaçınılmazdır.     Fakat doğal varlıklar (elementler, maddeler) kararlılığı bulduğunda ve doğal şartlarda temelden sabit kalırlar.
       Çevre koşullarına uygun olarak değişen sadece şekilleridir. Biz buna o maddenin allotropları diyoruz.     Fakat materyalistler dolaysıyla evrimciler bu doğal ve basit gerçeği görmezlikten, bilmezlikten gelmek zorundadırlar. Çünkü EVRİM IRNAT'I böyle emretmiştir.                                                = = =     Evrendeki ve canlılardaki var olan düzenlilikleri ret ve inkar etmenin materyalizmin (dolaysıyla evrim teorisinin) yaşamsal bir önemi vardır.     Evrendeki ve canlılardaki düzenli sistemlerin varlığının kanıtlanması materyalizm ve evrim teorisini temellerinden sarsar ve sonunda yıkar.     Dawkins'in ve diğer evrimcilerin çok iyi bildikleri halde evren ve canlılardaki düzenliliği (bir oluşumda yasa, kural ve ilkeler varsa düzenliklerde vardır) ısrar ve inatla inkar etmeleri buna mecbur kalmaları nedeniyledir.     Ayrıca karmaşıklık (düzensizlik) kavramı rastlantısal oluşumlardan olumlu olanların seçilip biriktirilerek daha büyük, geniş ve derin gelişimlere ulaşma olarak tanımlanan evrim kavramına da ters düşer.     Evrim teorisinin öngördüğü şekilde bir oluşum olsa olsa karmaşa ve düzensizliğin daha da büyümesine ve derinleşmesine neden olur.     Bu da pozitif anlamda gelişim değil, negatif anlamda gerileme (tersinim) demektir.     Karmaşalıklarda (düzensizliklerde) bir öncekinden daha çok gelişkinliğin olmayacağı açıktır.     Karmaşalarda gelişkinlik düzenlileşme şeklinde olur. Düzenlileşme ise bir amaca uygun kural, yasa ve ilkelerin kontrolündeki oluşumlardır.                                                              = = =      Dawkins bilimsel bencillik yaparak henüz düşünce aşamasında olan önerisini (genlerin bencil olduğu tüm canlıları kayıtsız şartsız kontrol ettiği önerisini) bir temel yasa olarak tanımlar.     Bu konudaki yorumu okuyuculara bırakıyoruz.     Dawkins’e göre canlılar türün iyiliği ya da grubun iyiliği için bir şeyler yapmak üzere evrimleşirler.     Fakat aynı Dawkins henüz ilkel olan bir canlı taslağının içine düştüğü milyonlarca yaşamsal olayların içinden türün ya da grubun iyiliğini (dolaysıyla kötüleri diğerlerinden ayırıp korunmayı) nasıl seçeceğinden, bunu nasıl başaracağından, iyileri biriktirip diğer nesiller nasıl aktaracağından hiç bahsetmez.     Milyonlarca sene sonra oluşacak ve ne olduğunu bilmediğimiz bir oluşuma, milyonlarcasının içinden yararlı olanları şimdiden nasıl seçeceğiz?     Nasıl biriktirip diğer nesiller aktaracağız, zararlı olanları nasıl bilip korunacağız?     Üstelik bütün bunları yapacak olan rastlantılarla oluşmuş en küçük aklı, mantığı, seçme, ayırma gücü olmayan ilkel bir canlı taslağıdır.     Böyle bir seçimin doğru olarak yapılıp eyleme geçirilebilmesi akıl, mantık ve bilgi ile donatılmış biz insanlar için bile mümkün değildir.     Eğer en baştan ulaşmak istediğiniz yeri ya da amacınızı bilmezseniz ortalarda dolanır durur, hiçbir yere ulaşamazsınız.     Evrim teorisinin akıl, mantık ve bilim dışına en çok kayan yeri işte burasıdır.     Bu soruyu (canların nasıl evrimleştiği sorusunu) bir evrimciye sorarsanız size sayfalar dolusu şöyle oldu böyle oldu edebiyatıyla cevap verecek fakat bir tane bile kanıt gösteremeyeceklerdir.     Halbuki kalıtım kanunları, canlılardaki değişmezlik ilkesi ve diğerleri apaçık gerçekler ortadadır; bu gerçeklerde evrim teorisinin (dolaysıyla Dawkins’in) bu öngörüsünü kesin bir dille yalanlar.     Kalıtım kanunları ve canlılardaki değişmezlik ilkelerini evrimciler kabul etmek istemezler.     Buna neden de evrimin çok uzun süreçlerin mahsulü olduğuna inanmalarıdır.     Diğer ifade ile değişim öylesine küçüktür ki farkına varılamamakta, bu nedenle canlılar değişmez zannedilmektedir.     Fakat aynı evrimci (işine geldiğinde) evrimin uzun süreçlerin ürünü olduğu öngörüsünü bir kenara bırakıp, bakterilerin antibiyotiklere, ya da böceklerin böcek ilaçlarına direnç kazanmalarını kanıt göstererek anlık evrimi savunur.     Görüldüğü gibi çok uzun süreçlere gerek duyan evrim bir anda boyacı küpüne dönüşüvermiştir.     Dawkins’in böylesine vahim bir hataya düşmesinin nedeni evrimin gerçekliğini kayıtsız şartsız inanması, düşünce ve öngörülerini buna uygun yönlendirmesidir.     Teraziniz yanlış kurgulanmış ise doğru tartmanız mümkün olmaz.     Evrimcilerin gerektiğinde en vazgeçilmez evrim prensiplerinden kolayca vazgeçebildiklerini yukarıdaki örnek pek güzel gösterir.
    Dawkins yaşamın başlangıcını bir basitlik olarak niteler.      Dawkins’e (ve tabiî ki evrime) göre canlılık basitten karmaşalığa doğru evrimleşmiştir.     Eğer evrim bir gelişimi öngörüyorsa karmaşa yanlış seçilmiş bir sözcük olur.     Yanlış seçilmiştir ama Dawkins sadece düzenli sistemler sözcüğünü kullanmamak için bu kelimeyi özel olarak seçmiştir. Bunu daha önce değinmiştik.     Dawkins’in yaşamın başlangıcını basitlik olarak nitelemesi de bir başka büyük hatadır. Bu niteleme sadece evrim öngörülerine uygun olmak için seçilmiş olmalıdır.      Malum! Evrim teorisi canlılığın ilkel (basit) canlıların evrimleşmesi sonucu zaman içinde böylesine zenginleştiğini iddia eder.     Başlangıç canlılarının mükemmel yapılarda olması evrim teorisine ters düşer.     Dawkins başlangıç canlıların ilkelliğini İddia eder ama ilkel (basit) canlının ne olduğu konusunda herhangi bir açıklamada bulunmaz, bulunamaz.     Fakat bu açıklamayı biz yapabiliriz.     Bir oluşumun canlı olabilmesi için her şeyden önce:     a)-Beslenmelidir,     b)-Üremelidir.     c)- Korunmalıdır.     Bu üç özelliği eksiksiz ve işlerli sahip olan olgular ancak canlı olarak nitelenebilir.     Fakat her üç özellikte basite indirgenemez kompleks sistemler gerektirir.     Bu nedenle en ilkel olanlar bile zannedildiği gibi basit değildir. Basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğindedir.                                                         = = =     Dawkins canlılığın ilk ortaya çıktığı ilkel dünyayı ve atmosferinin karışımını anlatırken suyun, karbondioksitin, metanın, amonyağın bolca bulunduğundan bahseder de nedense oksijeni yazmayı unutur!!     Halbuki ilkel dünyanın atmosferinde bol miktarlarda oksijenin bulunduğu konusunda güçlü kanıtlar vardır.     Zaten suyun olduğu bir yerde oksijenin olmadığını iddia etmek saçmalıktan başka bir şey değildir. (Su iki hidrojen bir oksijen atomunun birleşmesinden meydana gelir.)     Dawkins’in ilkel dünya atmosferinde oksijen gazının bulunduğunu yazmayı unutmasının! gerçek nedeni bu gazın evrim öngörülerinde istenmeyen olmasındandır.     Eğer canlılık iddia edildiği gibi rastlantılarla oluşmuş ise her şeyden önce aminoasitler oluşmalıdır.     Canlılığın temel taşı olan aminoasitler oksijenin bulunduğu ortamlarda varlıklarını koruyamazlar.     Çok güçlü kanıtlar olmasına rağmen Dawkins’in oksijeni yazmayı unutmasının gerçek nedeni işte budur.     Eğer bir oluşum evrimi ters geliyorsa ret ve inkar edivermek bir evrimci mantığıdır.     Bir bakıma evrim gerçeklere uymuyorsa gerçekler evrime uydurulur.     Dawkins ilk canlılığın nasıl oluştuğunu açıklama konusunda unutkanlığını ön plana çıkararak bilimsel dürüstlükten oldukça uzaklaşmış görünür.                                                         = = =     Dawkins Miller–Urey deneyinden söz ederken nedense unutkanlık hastalığı bir kez daha nükseder ve deneyde kullanılan cold trap’tan, deneye bir iradenin girdiğinden, özel olarak tasarlandığından bahsetmez.     Ve tabiî ki söz konusu deneyde her şeyi alt üst eden o muzır gaz (oksijen) gene yoktur.     Bir bakıma her şey evrim tanrısının arzu ettiği gibidir. Bir kez daha gerçekler evrime uydurulmuştur.     Dawkins ilkel dünyada (ve tabii ki rastlantılarla) ilk önce pürin ve pirimidinlerin oluştuğunu varsayar. Bunlar ise (Dawkins'e göre) DNA’nın yapıtaşlarıdır.     Bir bakıma ortada en ilkel, en basit protein bile yok iken DNA oluşmaya başlamıştır.     Halbuki pürin ve pirimidin birer organik bileşiktir.     Bir mucize gerçekleşse, pürin ve pirimidin molekülleri rastlantılarla oluşsa bile bilgi rastlantılarla oluşmaz. Çünkü karmaşalarda bilgi olmaz.     Bilgi düzenli sistemlerde olur. Bir bakıma düzenli sistemler bilginin sonucudur. Düzenli sistemler için ise amaç, irade, bilgi, güç ve yeterli zaman gereklidir.     Karmaşa ve düzensizlikler için kaba güç yeterlidir.     Yapmanın zor, bozmanın kolay olduğu ilkesi buna kanıttır.     Bilgi ihtiva eden oluşumların rastlantılarla meydana gelemeyeceği açıktır.
    Dawkins Darwin’in en uygunun hayatta kalması kuralını en kararlı olanının hayatta kalması şekline dönüştürür ve bu kavramı yaşam dünyasından çıkarıp atomlara, moleküllere…. diğer ifade ile tüm varoluşa uygular.     En kararlı olmak ne demektir?     Dawkins kararlılığı tarif ederken kendine göre örnekler verir.     Mümkün olduğunca en korkulan konuya (evrendeki sistemli düzenlerin varlığı konusuna) dokunmamaya, bulaşmamaya çalışır.     Şüphesiz ki kararlılık oluşumlardaki dengeliliktir, yapılanma şeklidir, istikrardır, yapıları oluşturan organeller arasındaki bağların sıklığıdır, gücüdür.
    Bir atom elektriksel ve kütlesel dengeler içerir, bu bir kararlılıktır.     Kararlılıktır ama güçsüz bir kararlılıktır. Çabucak bozuma uğrayabilir.     Fakat varoluş bu tür çürük yapılanmaların kendine temel olmasına izin vermez. İzin verseydi oluşamadan yıkılması gerekirdi.     Bu nedenle varoluş devamlı olarak dengesizliklerden dengelere, kararsızlıklardan kararlılığa, karmaşalardan düzenli sistemlere geçme eğilimi ve gerekliliğindedir.     Bu nedenle atomlar aralarında birleşerek elektriksel ve kütlesel dengeleri yeniden kurarlar ve çok daha kararlı, bu nedenle güçlü yapılar olan molekülleri meydana getirirler.     Bu yapılanmalar hiçbir zaman karmaşa olarak tarif edilemez.     Diğer ifade ile hepsi de planlı, programlı yapılanmalardır. (Atom ve moleküller bölümlerine bakınız)     Planlı programlı yapılanmalardır çünkü karmaşalarda kararlılık olmaz.     Dawkins’in, Darwin’in öngörüsünden yola çıkarak ortaya attığı öngörüsüne (en kararlı olanın hayatta kalması öngörüsüne) göre kararlı olanlar karmaşa içinde olanlara (kararsız olanlara) üstün geleceklerdir.     Konu döner dolaşır evrimcilerin en çok korktukları konuya (evrende ve canlılardaki ısrarla ret ve inkar edilen düzenli sistemlerin var olduğu konusuna) gelir.     Konuyu biraz daha geliştirirsek evrimi (evrimi bir an doğru kabul ederek) canlılardaki kompleks sistemlerin zaman içinde biraz daha ayrıntılanıp gelişerek yeni sistemler oluşturması şeklinde tarif edebiliriz.     Bu tarifimiz evrimin doğal seleksiyon kuralına da uyar.    Uyar ama bu öngörünün kabulü kompleks sistemlerin kurgu-lanmasında en baştan amacın bilinmesi ve bir iradenin gerekliliği ilkelerinin kabulü anlamına gelecektir.     Bir evrimci için varoluşta bir iradenin varlığını kabul etmektense akıl, mantık ve bilim dışı en olmayacak varsayımları doğru kabul etmek çok daha kolaydır.     Evrimcilerin sıkça saçmalamalarının altında bu mantık yatar.      Dawkins DNA molekülünün oluşması konusunda pek çok senaryolar ortaya koyar.     İlginç olan ise bu oluşumun ne kadar zor olduğunu farkında olmasıdır.     Fakat (Dawkins’e göre) zaman öylesine uzundur ki milyonlarca sene boyunca her hafta toto oynayan bir kişinin defalarca büyük ikramiye kazanması gibi bir gün gerçekleşmesi zor olan (gerçekte imkansız kere imkansız kere imkansız) mucize gerçekleşiverir ve kendini eşleyebilen bir DNA makro molekülü ortaya çıkıverir.     On beş rakamlı bir piyango bileti (günümüzde satılan biletler altı rakamlıdır) alsak kazanma şansımız on üzeri on dörtte bir (katrilyonda bir) olur.     Nihayet bu rakam matematikte imkansızlık sınırını (matematikte on üzeri ellide bir ihtimalden az olanlar imkansız sayılır) aşmadığından büyük ikramiyeyi (milyonlarca yıl her hafta bir bilet aldığımızı var sayarak) belki kazanma şansımız olabilir.     Dawkins’in buradaki bir başka mantık hatası zaman içinde kazanma şansının yükseldiğini zannetmesidir. Fakat her çekilişte (yukarıdaki örneğimize göre) kazanma şansımız değişmez yani katrilyonda birdir.     Konu canlılığa (biomoleküllere) gelince rastlantılarla oluşma daha da karmaşıklaşır ve zorlaşır.     Sadece beş yüz aminoasitlik tek bir proteinin rastlantılar oluşma ihtimali on üzeri dokuz yüz elli de birdir. Diğer ifade ile imkansız kere imkansız kere imkansızdır. (Olasılık hesaplarına bakınız)     Canlılarda binlerce aminoasitlerden oluşan dev protein moleküllerinin olması ise evrimin bir başka çıkmaz sokağıdır.     DNA molekülü ise bir proteinden binlerce kat daha komplekstir.     DNA molekülünün rastlantılar oluştuğu iddiası en güçlü hayalleri bile rahatlıkla aşar.      Kaldı ki bir DNA molekülü milyarlarca bilgiyi de içinde barındırır.      Oluşumlardaki bilgilerin varlığı o oluşumların rastlantılarla meydana geldiği iddialarının tümünü batkına uğratır.     Sayın Dawkins toto örneğini verirken ya ihtimal hesaplarını bilmiyordu ya da okuyucularına kasıtlı olarak yanıltmaya, aldatmaya amaçlamış olmalıdır.
    Dawkins bu konuda hemen hemen her şeyden bahsetmiştir ama DNA’larda ifade bulan bilgiden söz etmeyi (bu konuda evrim yönünden bu konuda söyleyeceği herhangi bir söz olmadığından) nedense unutmuştur.     Malum, canlılar DNA molekülündeki bilgilere göre şekillenirler. Bu nedenle DNA üremenin temelidir.     Bu gerçek evrimcileri (ve tabii ki Dawkins’i) yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıktı ikileminin içine sokar.     Dawkins’e göre önce yumurta oluşmuştur ama yumurtanın oluşumu konusundaki senaryoları ne akla, ne mantığa, ne de bilime uymaktadır.     Ne de doğru dürüst bir kanıt gösterilmiştir. Evrimcilere özel hayal gücüne dayalı klasik bir şöyle oldu böyle oldu edebiyatıdır.                                                        = = =     Dawkins canlı, cansız tüm oluşumları ilkel, yarı ilkel, modern diye bölümlere ayırır.     Dawkins’e göre madde alemi de canlı alemi gibi basitten karmaşalığa doğru evrimleşmektedir.     Karmaşıklık deyimi ile evrimin birbirleriyle çeliştiğini bir kez daha vurgulayalım.     Dawkins (dolaysıyla evrim savunucuları) düzenli sistemlerin oluşumlarında bir amaç ve iradenin gerekliliğini kabul etmezler.     Onlar göre düzenli sistemlerde rastlantılarla oluşabilirler. Yine onlara göre bu tür oluşumların sayısız örnekleri vardır.     Dawkins bu konuda örnek olarak elması gösterir.     Bilindiği gibi elmas molekülleri dört karbon atomludur ve atomlar dörtgen şeklinde birleşmişlerdir.     Elmaslar izometrik bir sistemde kristallenirler.     Her karbon atomu kendisini çevreleyen dört karbon atomuyla düzgün dörtyüzlüler meydana getirecek şekilde bağlanmıştır.
Tumblr media
                                                       = = =            
                                                                   Karbon atomu ve elmas molekülü                                                       = = =
    Bu nedenle elmas son derece basit, kararlı ve ardışık bir yapı sergiler. Bu yapı aynı zamanda son derece estetiktir.      Elmasın bu yapısı düzenli sistemlere örnek kabul edilebilir mi?     Diğer ifade ile düzenli sistemler rastlantılarla oluşabilir mi?     Karbon atomu (rastlantılarla oluşamayacak kadar hassas, çok sayıda elektriksel ve kütlesel dengeler içerdiğinden düzenli bir sistemdir) ama elmasın oluşumu rastlantılarla meydana gelebilecek özel bir kaç şartın (yüksek basınç vb.) doğal sonucudur.
    Değişen şartlar elementlerin allotroplarını meydana getirir.     Dolaysıyla elmas şartların meydan getirdiği bir allotroptur.     Allotroplarda atomların dizilişleri farklıdır ve şartlara göre belirlenir.     Diğer ifade ile allotroplar amacın değil, şartların oluşumlarıdır.     Dawkins'in şartların oluşumu olan basit ve doğal bir olguyu düzenli bir sistem olarak görmesi, takdim etmesi ve yaşama temel alması gerçekten çok ilginçtir.
Allotrop moleküllerin kimyasal ve fiziksel özelliklerinin tümü birbirinden farklı olabilir.     Fakat aynı maddeyle tepkimeye girdiklerinde oluşturacakları bileşikler aynıdır.     Örneğin grafitle elmas, beyaz fosforla kırmızı fosfor, rombik kükürtle monoklinik kükürt, ozon ile oksijen birbirinin allotropudur.     Dawkins’in örnek verdiği elmasın karbon bağları, karbonun diğer allotropu olan grafitin karbon bağlarından daha güçlüdür.     Bu nedenle elmas grafitten daha kararlı bir yapıya sahiptir.
     Tersinim varoluşu yapı olarak kompleks (amaçlı) oluşumlar, şartların oluşumları ve rastlantısal oluşumlar olmak üzere üç büyük gruba ayırır.     Varoluş bu üç grubun bir arada bulunduğu basite indirgenemez kompleks bir yapıdır.     Amaçlı (kompleks) oluşumlar genelde çok yönlü, ayrıntılı ve bir amaca yöneliktirler, basite indirgenemezler.     Örneğin atom ve moleküller yapısal olarak çok yönlü, ayrıntılı ve komplekstirler. Bu nedenle amaçlı yapılardır. (Ayrıntılı bilgi için atom ve moleküller bölümlerine bakınız)     Yapmanın zor, bozmanın kolay olduğu ilkesi bu tür yapıların rastlantılarla oluşmayacağının, oluşamayacağının en büyük kanıtıdır.     Şartların oluşumları ise basit, tekdüze ve amaçsızdır.     Şartların oluşumlarında amaçlı oluşumlara benzeyen düzenlilikler (estetik yapılar) meydana gelebilir.     Fakat en baştan bir amaca yönelik olmadıklarından bu tür oluşumlar sadece estetik görünümlüdürler. Herhangi bir amaca hizmet etmezler.     Rastlantısal oluşumlar ise tamamen rastlantıların sonucudur. Amaçsız oluşumlardır ama amaca benzeyen estetik görünümler de verebilirler.     Örneğin bir mağara (eğer özel olarak bir irade tarafından yönlendirilip oluşturulmamış ise) eğri büğrü görüntüsü, sarkıtları vb. ile tamamen rastlantısal oluşumlardır.     Fakat amaçsız, tamamen rastlantısal bir oluşum olan mağaramız estetik bir görünüm meydana getirmiş olabilir.     Biz varoluşta her üç şekli karmaşık şekillerde gözlemleyebiliriz.     Ortaya çıkan olgu düzenli sistemler olduğu gibi şartların oluşumları ya da rastlantısal oluşumları meydana getirebilir.     Örneğin dünyamız her üç olgunun bir arada bulunduğu bir kütledir.     Küreye benzeyen şekliyle şartların ya da rastlantıların oluşumudur diyebiliriz ama güneş sistemindeki yeri, kütlesi, eğimi, yapısı, kendi ve Güneşin etrafındaki dönme hızı vb. pek çok özellikler onu özel yapar.(Güneş sistemi ve dünya bölümlerine bakınız)     Dünyamızın bu özelliği güneş ve sistemindeki diğer cisimlerle yakından ilgilidir.     Güneş sisteminin Samanyolu galaksisindeki yeri ve konumu, bu konumun diğer gök cisimleri ile yakında ilgili oluşu güneş sistemini dolaysıyla dünyamızı evrensel boyutta özel yapar.     Varoluşta her üç olgu şekli bir arada bulunup yeni bir oluşum şekli meydana getirebilir.     Sonuçta düzenli sistemler rastlantılarla bir araya gelerek şartların ya da rastlantısal oluşumları; rastlantısal ve şartların oluşumları da bir irade tarafından yönlendirilip organize edildiğinde düzenli sistemleri meydana getirebilirler diyebilmekteyiz.     Bu öngörümüzü biraz daha açmaya çalışırsak şunları söyleyebiliriz.     Maddeler düzenli sistemler olan atomların ve ardından oluşan moleküllerin rastlantısal yığınlarıdır.     Diğer ifade ile düzenli sistemler rastlantısal oluşumları meydana getirmiştir.    Rastlantısal yığın olduklarından görünüm olarak özelliksiz, basit ve tekdüzedirler.     Düzenli sistemlerin şartlara göre şartların oluşumlarını meydan getirdiklerini daha önce yazmıştık.     Her üç olgunun bir arada bulunduğu yığınsal oluşumları bir irade, bilgi ve güç yönlendirirse düzenli sistemler (örneğin önümüzdeki bilgisayar, mutfağımızdaki buzdolabı, galaksiler, güneş sistemi, dünyamız) haline gelirler.     Düzenli sistemlerle estetik yapılar oluşturan rastlantısal oluşumları birbirlerine karıştırmamak gerekir.     Örneğin su molekülü düzenli bir sistem olduğu halde, bulunduğu ortam şartlarına uygun ve rastlantısal olarak çeşitli şekillere girer; gaz, sıvı ve katı hallerde bulunabilir.    Su gaz halinde dağınık bir yapı sergiler ama sıvı ve katı hallerinde düzenliliklere benzeyen değişik şekillerde gözlemlenir.     Dawkins’in örnek molekülü olan elmas da buna benzer.    Bu nedenle biz elmasın yapılanmasını (her ne kadar düzenli sistemlere benzese de) düzenli bir sistem değil de (basitliği ve tekdüzeliği nedeniyle) şartların oluşumu olarak niteleriz.    Fark edileceği gibi şartların oluşumları rastlantısal olabildiği halde amaçlı oluşumlar asla rastlantısal değildir.
Tumblr media
                                                     = = = =    Dawkins’in elmas gibi bir başka gözde molekülü hemoglobindir.     Dawkins Genler Bencildir kitabında hemoglobin hakkında ayrıntılı bilgiler verir.     Dawkins’in verdiği bilgilere göre hemoglobin molekülü kısaca aminoasit dizimlerinden oluşmuş tipik bir protein molekülüdür.     Bir hemoglobin molekülünde 574 (beş yüz yetmiş dört) aminoasit molekülü vardır.     Her aminoasit ise belirli bir düzende bir araya gelmiş birkaç düzine atom içerir.     Atomlar (Dawkins’in ifadesiyle) dört zincir halinde düzenlenmiş ve bu zincirler birbirleri etrafında sarılıp bükülerek şaşırtıcı karmaşıklıkta üç boyutlu küresel bir yapı oluşturmuşlardır.     Buradaki karmaşalık kelimesinin Dawkins’e ait olduğunu; hemoglobin ve benzeri yapıların düzenli sistemler olduğu, karmaşalıkla uzaktan yakından ilgisinin olmadığı açıktır.                                                           = = =                        
        Bir Hemoglobin Molekülünün Dört Sarmallı Yapısı.      ��                                                     = = =     Dawkins’in rastlantılarla asla oluşamayacak böyle bir oluşumu evrime kanıt olarak göstermesi hem şaşırtıcı hem de ilgi çekicidir. (Olasılık hesapları bölümüne bakınız)     Tüm hemologlobin moleküllerinin değişmez bir yapısı vardır.     (Yine Dawkins’in ifadesine göre) bir insan vücudundaki hemoglobinleri meydana getirmek için tek bir büklüm, tek bir molekül yerinden oynamaksızın altı bin milyon kere milyon kereden fazla kendini aynen tekrarlar. (eşlenir)     Dawkins’in kasten yazmadığı (belki de bilmiyordu) ya da unuttuğu! birkaç ayrıntıyı da biz ilave edelim.     Bilindiği gibi hemoglobin molekülünün eksiksiz var olması yaşamsaldır ve acildir.     Olmaması ya da eksik, hatalı yapılarda olması solunum denen yaşamsal fonksiyonun meydana gelmesine engeldir.     Diğer ifade ile yaşamın devamlılığı için eksiksiz ve yeterli sayılarda var ve hazır olması gerekir.     Aminoasitler ise oksijenin bulunduğu ortamlarda varlıklarını koruyamazlar, hemen absorbe olup, bozuma uğrarlar.
Eğer hemoglobin rastlantılarla oluşmuş ise oksijenin olmadığı bir ortamda oluşması gerekir.     Görevi oksijen taşımak olan bir oluşumun oksijenin olmadığı bir ortamda (hem de eksiksiz ve mükemmel) oluştuğu iddiasında, bu iddiayı altüst eden yaman bir mantık hatası vardır.     Hemoglobinin meydana getiren 574 adet aminoasidin aynı cins, sol elli olmaları ve birbirleriyle peptid bağı denilen üç boyutlu bir bağla bağlanmaları gerekir.     Dawkins’inde itiraf ettiği gibi dizide oluşabilecek herhangi bir yanlışlık tüm oluşumu bozar.     Böyle bir oluşumun rastlantılarla meydan gelmesi imkansız kere imkansız kere imkansızdır. (On üzeri dokuz yüz ellide bir ihtimal. Olasılık hesapları bölümüne bakınız)      Dawkins’in rastlantılarla oluşma ihtimali olmayan hemoglobin molekülünü rastlantılarla oluşma eğilimli kararlı yapılara örnek göstermesi hayli ilginçtir.     Dawkins’e göre bu karmaşık ve yaşamsal yapı bir kere rastlantılar meydana gelmiş ve sonrada kendini en küçük bir hata yapmadan eşleyivermiş, katrilyonlarca adedi eksiksiz ve hatasız oluşturmuş, sonuçta kan dediğimiz basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğinde olan yaşamsal sıvının bir parçası haline getirmiştir.     Dawkins’in kasıtlı olarak yüzeysel ve tek yönlü alıp bilgi verdiği hemoglobinin basite indirgenemez kompleks bir yapı olduğu kesindir.
 Gerçektende hemoglobinde diğer hayatî oluşumlar gibi tam bir yaşam mucizesidir.     Bütün basite indirgeme çabalarına rağmen evrimcilerde (en azından bir kısmı) bu gerçeği itiraf etmekten kendilerin alamamaktadırlar.                                                              = = =     Yine Dawkins’e göre kimi düzenli sistemler kendi kendine eşleyebilmektedir. Bu da canlılarda görülen üreme sistemlerinin (DNA’ların) temelini teşkil eder.     Fakat Dawkins (her zamanki alışkanlığıyla) üremenin temelini teşkil eden bu kompleks olayı olabildiğince basite indirgemiş, DNA’larda ifade bulan bilgilerin nasıl oluştuğu konusunu bir kenara itmiş; görmezlikte, bilmezlikten gelmiştir.     Ona göre DNA’lar vakti zamanı geldiğinde her nasılsa bir fermuar gibi tam ortasından ikiye ayrılıveren simetrik yapıları oluşturmuş, taşıdığı bilgilerde bu yolla kopyalanıvermiştir.     Fakat bilgiler ancak düzenli sistemlerde bulunur. Karmaşa ve amaçsız oluşumlarda bilgi bulunmaz.     Son derece önemli olan bu konuyu daha derinlemesine irdelemek için düzenli sistemlerin ne olduğunu doğru tespit etmekte büyük yararlar vardır.      Düzenli sistemler bir amacı gerçekleştirmek için belirli kurallar, yasalar, ilkeler çerçevesinde kimi madde ya da oluşumların bir araya gelmesiyle oluşur.     Başlangıçta bir amaç olduğundan amaçla ilgili bilgi ve bu bilgiyi eyleme geçiren bir irade ve güç (enerji) gereklidir.
      Doğada sistemli düzenliliklere benzeyen bazı oluşumlar gözlemlenir ama bu oluşumlarda amaç olmadığından (en baştan bir amaca uygun örgütlenilmediğinden) sistemli düzenlilikler değildir. Rastlantılarla gelmiş estetiksel oluşumlardır.     Estetiksel oluşumlarla düzenli sistemler arasındaki en büyük fark düzenli sistemlerde en baştan bir amacın, bilginin ve iradenin olması, düzenli sistemin bu amaca uygun şekillenip oluşmasıdır.     Estetiksel oluşumlarda ise amaç olmadığından rastgeledir. En baştan bilgi ve irade olmadığı, amaç belirlenmediğinden estetiksel oluşumlar çevre şartlarının doğal sonuçları olur.     Diğer ifade ile çevre şartları değiştikçe oluşumlarda değişir.     Estetiksel düzenlilikler olarak tanımlanabilecek oluşumlar (tamamen çevre şartlarına tabi olduğundan) kısa bir an sonra bozulup estetiksel olmayabilir. Estetiksel düzenlilikler aynen oluşmaz. Diğer ifade ile kendini yenilemez.     Muhakkak öncekilerle aralarında farklılıkları, değişiklikleri vardır.     Diğer ifade ile birebir kopyalama olmaz.      Bu nedenle estetiksel düzenlilikler de kopyalama olmadığından devamlılık yoktur.     Fakat evrim milyonlarca senelik çok uzun süreçlere gereksinim duyar. Bu uzun süreçler içinde rastlantılarla oluştuğu kabul edilen sistemler yapılarını koruyabilmeli; dahası bazı olumlu eklemeler yapıp, biriktirerek kendini geliştirebilmelidir.    Estetiksel oluşumların rastlantısallığı, bu nedenle korunmasızlığı, dış etkenlere olabildiğince açık olduğu düşünülürse böyle bir oluşumun (evrimsel gelişimin) imkansız olduğu açıktır.     Ayrıca bu tür gelişim mevcut doğal kural, kanun ve ilkelere de aykırıdır.     Düzenli sistemlerle estetiksel oluşumları birbirlerine karıştırmamak gerekirse de evrimciler bu hatayı sıkça yaparlar.     Örneğin Dawkins’in modern molekül olarak takdim ettiği he-moglobin ilk dönemlerde (henüz maddesel evrim gerçekleşmediğinden) yoktur.     Maddesel oluşumlarda (bu oluşumlar fizik ve kimya yasalarına uygun oluştuklarından ve bu yasalar değişmeyeceklerinden) evrimleşme gibi bir kavramın olmayacağı açıktır.     Maddesel oluşumlar oluşum şartları meydana geldiğinde ortaya çıkarlar.     Bu nedenle ilkel dönemlerde hemoglobin molekülü yoktu, maddesel evrim sonucu oluştu diyemeyiz.     Karbon elementinin milyonlarca bileşiği vardır ve biz bunların büyük bir kısmını henüz bilmiyoruz.     Bu bileşiklerden bir kısmının oluşumu için çok özel şartların meydana gelmesi gerekebilir, bu nedenle halen oluşmamış olabilir.     Örneğin proteinlerin oluşumu özel şartlar gerektirir.     Eğer bir proteinin rastlantılarla oluştuğu iddia ediliyorsa özel şartlarının (proteini meydana getiren aminoasitlerin aynı cins ve sol elli olmaları peptid bağ oluşturmaları vb. gibi) en baştan başlayarak rastlantılarla oluştuğu gösterilmelidir.     Bir protein modern bir moleküldür, maddesel evrim sonucu oluşmuştur demek yeterli değildir.     Dawkins’in modern moleküller olarak nitelediklerinin canlıları meydana getiren biomoleküller oldukları açıktır.     Dawkins biomoleküllerin maddesel evrim sonucu oluştuğunu iddia ederek canlılığı rastlantısal maddeciliğe bağlamaya çalışır.     Fakat biomoleküllerin yapı olarak çok özel oluşu, her biomolekülün canlılık denilen basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusu olan canlı bedenlerinde çok özel ve önemli görevlerinin oluşu tek, tek ele alınamayacağı (basite indirgenemeyeceğini) gösterir.     Burada basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusu derken canlı bedenlerini meydana getiren tüm organların görevdeş (yaşam denen amaca yönlendirilmiş) olduklarını anlatmaya çalışıyoruz.     Örneği 42 parçadan oluşan göz kompleks bir organdır ve görme amaçlıdır. Fakat gözün bütünüyle yerli yerinde meydana gelmesi görme olayının gerçekleşmesine yetmez. Sinir sistemi ve beyne de ihtiyaç duyar.     Göz, sinir sistemi ve beyin bir arada olsa, kompleks sistemlerin bütünselliğini oluştursa görme olayı gerçekleşir ama devamlılığı için dolaşım, solunum, sindirim, boşaltım..vb gibi diğer sistemlerin varlığı da gerekli olur.     Yaşamın oluşması ve devamlılığı için tüm organların ve organların oluşturduğu sistemlerin eksiksiz varlığı ile can denen bilge enerjinin tüm bedeni hakim olması gerekir.     Her sistem kompleks sistemlerin bütünselliğinde olduğundan canlı bedenleri dediğimiz bütünlük bir basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusu olur.     Ateizm ve uzantısı olan evrim teorisi taraftarları bu tespiti şiddetle karşı çıksalar, ret ve inkar etseler de gerçek budur.     Gerçekler kimi teorilerin, inançların, inançsızların öngörülerine göre eğilip, bükülüp değişmezler.     Gizemlerini öğrenmek istiyorsak canlılığı her yönüyle bir bütün olarak düşünmek ve irdelemek zorundayız.     Canlılığı maddeye ya da basite indirgeyerek öğrenmemiz mümkün değildir. Canlılık maddeden öte başka bir ŞEYdir.     Dawkins eşleyici moleküller olarak tanımladığı bazı oluşumların canlılık olup olmadığı konusunda ikircik içindedir.    Bunun nedeni ise bu molekül yığınlarının canlılık özelliklerinden hiç birini taşımıyor olmalarıdır.     Dawkins bu molekül yığınlarına eşleyici ismini özel olarak verdiği kesindir. Bu yolla (aklı sıra) canlıların üç özelliğinden birini (üreme özelliğini) bu molekül yığınlarına kazandırmış olacaktır.    Yeri ve zamanı geldiğinden yazalım.     Yeryüzünde görülen ilk canlılar prokaryot hücreli bakterilerdir.     Prokaryot hücrelerde DNA materyalleri ökaryot hücrelerdeki gibi düzgün yapılar değildir. Stoplazma içine dağılmış halde bulunur.     Bu basit gerçek bile Dawkins’in eşleyici moleküllerden DNA, ardından üreme oluştu tezini en baştan çürütür.       
                         Prokaryot ve Ökaryot Hücre                                                      = = =    Ardıl olduklarından birbirlerinden evrimleşmesi gereken prokaryot ve ökaryot hücreler arasında ise en küçük bir benzeşim yoktur.     Dawkins’in eşleyici adını verdiği bu molekül yığınlarının önceleri kopyalar yapmak için gerekli yapıtaşlarıyla dolu bir çorba içinde yüzdüğü; zamanla bu yapıtaşlarının kullanılmaları nedeniyle azaldığı ve zor bulunur bir hale geldiği, bununda eşleyicilerin soyları yapı taşları için benzerleriyle yarışmaya zorladığını, bunun sonucunda doğal seleksiyonun oluştuğundan bahseder.     Ve yine Dawkins’e göre nadir bulunan, bu nedenle kıymetli olan yapı taşları nedeniyle eşleyiciler arasında bir var olma savaşı başlamıştır.     Dawkins bir var olma savaşı içinde olduğunu iddia ettiği eşleyicilerin bu savaştan haberdar olmadıklarını, rekabet içinde oldukları hem cinsleri hakkında kötü hisler beslemediklerinden filan dem vurur.
       Yazısına bir çekicilik, bir şirinlik katmaya çabalar.     Dem vurur ama her hangi bir bilince, hisse, duyguya, algılamaya kapalı bir maddeler yığını olan eşleyicilerin nasıl ve ne tür bir var olma savaşına giriştiklerinden ve bunun ayrıntılarından bahsetmez.
    Bütün bu ifadelerden anlaşıldığına göre eşleyici moleküller çok çeşitlidir ve eşlenmek için değişik yapı taşlarına gereksinim duymaktadırlar.     Fakat yapı taşları uzun süreçler içinde kullanılmalarından dolayı azalmışlar, bu nedenle kıymete binmişlerdir.     Eşleyiciler birer molekül yığınları olduklarından herhangi bir bilince, secici güce ya da buna benzer melekelere sahip değildirler.     (Bir an Dawkins’in öngörüsünün doğru olduğunu kabul edersek) azaldıklarından kıymete binen yapıtaşlarına hangi eşleyici rastlarsa o eşleyicinin kullanacağı açıktır. Burada seçici sadece rastlantılardır.     Bu nedenle iddia edildiği gibi eşleyiciler arasında yapı taşlarını sahip olma konusunda herhangi bir rekabet, yarışma ya da var olma savaşı söz konusu bile olmaz.     Bu ara Dawkins tarafından eşleyici olarak nitelenen oluşumların şartların oluşumları olduklarını, şartlar oluştukça meydana geldiklerini diğer ifade ile iddia edildiği gibi kendi kendilerini kopyalamadıklarını belirtelim.     Örneğin kar bir şartların oluşumudur. Kar taneleri simetrik ve son derece estetik görünümlüdür. Dawkins'in mantığına göre önce rastlantılarla bir kar tanesi oluşmuş, o kar tanesi de kendini kopyalayarak küçük farklılıklarla diğerlerini meydana getirmiştir.     Dawkins'in pek sevdiği ve örnek gösterdiği elmasta bir şartların oluşumudur.
 Basınç altında kalan karbon atomları elmas kristallerini oluşturur. Böyle devam edip gider.
    Rastlantılarla meydana gelmiş bir elmas kristali molekülü diğerlerini kopyalayıp elmas denen cevheri oluşturmaz.     Buna benzer onlarca örnek verilebilir.     Dawkins eşleyiciler eşlenirken bazı hatalar yapabileceklerini, bunun sonucu olarak birbirlerinden farklı kopyaları çıkacağını, bunların içinden doğal seleksiyon yoluyla iyi olanların seçileceklerinden bahseder.     Ve yine Dawkins’e göre hatalı kopyaların içinde ilerlemeye (evrime) açıkları bulunacak ve seçilecektir.     Buradaki hata kelimesinin (eğer kasıtlı değilse) yanlış seçildiği açıktır.     Eğer kopyalar hatalı ise ilerleme (evrim) değil gerileme (tersinim) söz konusudur.     Bir bakıma (bir an doğal seleksiyon mekanizmalarının çalış-tığını kabul edersek) kötülerin (hatalıların- bozulmuşların) iyileri seçilmiş olacaktır.     Dawkins aklı sıra herhangi bir bilince, seçici özelliğe sahip olmayan bilinçsiz madde yığınları arasında rekabetten, yarıştan, var olma savaşından bahsederek gelişkinlerin gelişkin olmayanları elemine ettiği doğal seleksiyonla bir bağlantı kurmak, evrimin bu en gözde mekanizmasına bir yol açmak istemiştir.     Önceki bölümlerde irdelemeye çalıştığımız ve Dawkins’in ısrarla dile getirdiği kararlılık ya da kararsızlık konusunda, kararlıların seçilerek kararsızların ret edilmesi mantığı da doğal seleksiyon mekanizmasına zemin hazırlama amaçlı olduğu kesindir.     Halbuki kararlılık varoluşun var olma gereğidir ve doğallığın temelidir. Varoluş kararlı oluşumların üzerine kuruludur.     Dawkins en basit doğal olayları evrimle bağdaştırmaya çalışarak öküz altında buzağı aramıştır.                                                           = = =     Dawkins bazı eşleyicilerin rakip türleri kimyasal olarak parçalamayı ve bunun sonucunda oluşan yapı taşlarını kendi kopyalarını yapmak için kullanmayı bile öğrenmiş olabilir buyurur.     Buyurur ama bu işi nasıl yaptıkları konusunda herhangi bir bilgi vermez, kanıtta göstermez.     Ona göre her şey evrime uygun olarak olu oluvermiştir.     Dawkins’in söylemek istediği şey ya da varmak istediği amaç cansız madde yığınlarına canlılığın olmazsa olmazlarından olan beslenme özelliğini yamamaktır.     Tamamen hayal ürünü olan bu öngörünün eşleyici denilen şartların oluşturduğu molekül yığınlarına canlılık özelliklerinden birini daha (beslenme) vermeye çalışmak olduğu açıktır.     Nitekim Dawkins bir kez daha hayal gücünü kullanarak eşleyici dediği molekül yığınlarının kimyasal mekanizmalar geliştirerek ya da etraflarına proteinlerden duvarlar örerek kendilerini korumayı öğrendiklerini yazar.     Yazar ama bilinçsiz molekül yığınlarının korunmaya niçin ihtiyaç duyduğu, bunun bilgisine nasıl eriştiği ve bu işi nasıl becerdiği konusunda bilgi vermez.     Dawkins’e göre hücre zarı denen harika oluşum (nasıl oluştuğu hayli şüpheli ve hatta imkansız) birkaç proteinin rastlantılarla yığılması sonucu meydana gelivermiştir. (Hücre zarı bölümüne bakınız)     Halbuki canlılığın olmazsa olmazları olan üreme, beslenme ve korunma mekanizmalarının her biri başlı başına basite indirgenemez kompleks sistemler içerir.     Böylece (Dawkins’e göre) eşleyici denilen molekül yığınımız birkaç hayal ürünü (bilimsel değil) öngörü ile canlılığın temel özelliklerinin tümünü kazanıvermiş, beslenen, üreyen ve korunan canlı bir organizmaya dönüşüvermiştir.     Bu kompleks sistemlerin nasıl ve ne yolla meydan geldikleri açıklanamayan üç beş molekülün rastlantılarla bir araya gelmesi sonucu oluştuğunu düşünmek ve yazmak; aklı, mantığı, bilimi boş veren bir evrimci hayal gücüyle ancak mümkündür     Dawkins’in hayal ürünü öngörüleri evrimcilere özel bir şöyle oldu böyle oldu edebiyatı olduğu açıktır.     İsteyen okuyucularımız insanlığın tarihi boyunca karşılaştığı en kompleks yapılar olan canlı hücreleri konusunda ayrıntılı bilgileri ilgili bölümlerde bulabilirler.
    Dawkins hayali mekanizmalarla üreyebilme, beslenebilme ve de korunabilme özellikleri kazanmış bu molekül yığınlarının ilk ilkel hücre olabileceğini yazar.      Dawkins yazdığı senaryonun bilimsellikten çok derin bir hayal gücünün ürünü olduğunun farkındadır.     Böyle bir oluşumun imkansızlığını bilmekte, ortaya çıkan yığıntının İLK İLKEL HÜCRE OLABİLECEĞİNİ yazarak bu konudaki şüphesini açıkça itiraf etmektedir.     Aksi halde İLK İLKEL HÜCRE OLUŞTU diye kesin bir dille yazardı.     Fakat Dawkins bu konuda; şimdi bu eşleyicileri canlı sayacak mıyız? İlk eşleyiciler canlı desek de demesek de onlar yaşamın başlangıcı ve bizim atalarımız oldular diyerek tam bir çelişkiye düşer.     Dawkins bununla da kalmaz.     En küçük bir akla, mantığa, iradeye; seçme, ayırma, tercih yapma, bir sonraki anı düşünme, muhakeme etme gücüne sahip olmayan ilkel bir canlı hücresi olduğu bile şüpheli bu molekül yığınlarının VARLIKLARININ DEVAMINI SAĞLAMAK İÇİN KENDİLERİNE KOPYALAUYAN ARAÇLAR YAPTIKLARINI iddia eder.     Bu iddianın nedeni ise açıkça bellidir.     İçine sığınıp korunabilecekleri kaplara, araçlara sahip olmayan molekül yığınlarının (Dawkins’in iddialarını doğru kabul edersek bu yığınlar düzenli sistemlere dönüşmüş olmalıdır) varlıklarını korumaları mümkün değildir. Tersinim olayları buna engeldir.     Korunma, savunma ve bağışıklık mekanizmalarına sahip olmayan düzenli sistemler (canlı hücreleri) dış etkenler nedeniyle çabucak bozuma (tersinime) uğrarlar.     Eğer bu yığınlar Dawkins’in iddia ettiği gibi biomoleküllerden oluşmuş ise (çünkü biomoleküller diğerlerine göre çok daha hassas ve kırılgandır) varlıklarını korumaları daha da güçleşir ve hatta imkansız olur.     Halbuki yaşamlarını devam ettirmek, üreyip evrimleşmek zorundadırlar.     Dawkins bu molekül yığınlarının korunmak için kaplar, araçlar yaptıklarını yazarak bu konuda olabilecek itirazları (aklı sıra) önceden önlemeye çalışmış olmalıdır.     Dawkins’e göre bu molekül yığınları zamanla bir yaşam kalım makinelerine dönüşmüştür.     Dawkins’in yaşam kalım makineleri deyimiyle gerçekte canlı hücrelerini kast ettiği açıktır.     Bir canlı hücresini yaşam kalım makineleri olarak nitelemesi (bir canlı hücresinin insanoğlunun tarihi boyunca rastladığı en kompleks yapı olması nedeniyle) canlılığı bir basite indirgeme operasyonudur.     Fakat Dawkins’in canlılığı basite indirgeme operasyonu hem yersiz, hem de boşunadır. Çünkü canlılığın olmazsa olmaz özellikleri bellidir.     Diğer ifade ile canlılığın yarımının, çeyreğinin, azının çoğunun olmayacağı açıktır.     Dawkins’e göre ortaya çıkan molekül yığınları zaman içinde (her nasılsa) pozitif eklemeler kazanarak gelişip karmaşıklaşmakta diğer ifade ile evrimleşmektedirler.     Burada karmaşıklaşmakta kelimesi Dawkins'e aittir. Doğrusu düzenleşme, sistemleşme olmalıdır.     Böyle ise yukarıdaki öngörü bozmanın kolay, yapmanın zor olduğu ilkesine ters olur.     Bu arada (tabiki Dawkins'e göre) kimileri diğer molekül yığıntılarından farklılaşmalar, üstünlükler sağlayan teknikler, kurnazlıklar, meziyetler kazanmışlardır.     Dawkins’e göre yaşam kalım makineleri zaman içinde büyüyüp gelişmiş, yapıları karmaşıklaşmış, süreç içinde artı özellikler birbirine eklenerek zenginleşmiştir.     Bu süreç yaklaşık dört milyar yıl sürmüş, bu sürecin sonunda (bu sürecin yaşam şartları yönünden çok çalkantılı, inişli çıkışlı ve çok çetin olduğunu hatırlatalım) içinde bizlerinde olduğu, bir kısmının sahneden silindiği zengin yaşam dünyası oluşmuştur.    Önce şunu belirtelim.     Dört milyar yıl gibi çok uzun bir süreçte savunma korunma ve bağışıklık sistemlerine eksiksiz ve mükemmel olarak sahip olmayan hiçbir canlı varlığını sürdüremez.     Nitekim kimi canlı türlerinin yaşam sahnesinden silinmesinin nedeni değişen yaşam koşullarına yeterince uyum sağlayamaması (korunma savunma ve bağışıklık sistemlerine yeterince sahip olmaması) nedeniyledir.     Eğer biz yeryüzünde görülen ilk canlı türleri olan bakterileri günümüz de nesillerini sürdürüyor görüyorsak bu; bu minik canlıların mükemmel ve eksiksiz olarak var edildiklerinin yadsınamaz kanıtı olur.
    Evrimcilerin (ve tabi ki Dawkins’in) öne sürdüğü canlıların zaman içinde evrimleştiği varsayımın önündeki bir başka engelde kambriyen dönemi canlıları arasındaki evrimsel mekanizmalarla doldurulması mümkün olmayan derin, geniş ve büyük yapı farklılıklarıdır. (Kambriyen dönemi ve canlıları bölümlerine bakınız)     Bu konuda evrimin önünde prokaryotlardan ökaryotlara, tek hücrelilikten çok hücreliliğe, eşeysiz üremeden eşeyli üremeye nasıl geçildiği vb. gibi yanıtlanması mümkün olmayan soru dağları vardır.     Dawkins tüm canlıları bir yaşam kalım makineleri olarak tanımlar ve yaşamın zenginliğini vurgulamaktan da kendini alamaz.    Dawkins’e göre tüm canlılar tek kaynaktan gelmektedirler.     Tek kaynaktan gelmektedirler ama türlerin yapı olarak kendilerine özel ve mükemmel oluşu evrimsel mekanizmalarla zaman içinde oluştu varsayımını temelinden yıkar.    Ayrıca türlerden türlere geçişi gösteren en küçük bir kanıt yoktur.     Fakat böyle bir geçişin mümkün olmadığını gösteren pek çok kanıtlar vardır. (Kalıtım kanunları ve Türlerin değişmezlik ilkesi bölümlerine bakınız)
Dawkins canlılar arasındaki yapı farklılıklarının farkındadır.     Aynı merkezden geliyorsak bu yapı farklılıkları evrim mekanizmalarıyla nasıl oluştu sorusuna bir cevap arayacağına canlılığı oluşturan temel maddelerin aynı olmasına tutunur ve bunları evrimin kanıtları olarak göstermeye çabalar.     Tüm canlılar yüz iki elementin en tanesinden ve bunların bileşiklerinden oluşmuştur.     Eğer dünyamız ve hatta galaksimiz dışında canlılar varsa bu yüz iki elementten ve bileşiklerinden oluşmak zorundadır.     Bunun başka yolu ve yöntemi yoktur.     O zaman sormak gerekir.     Aynı madde ve bileşiklerinden oluştu diye tüm evrendeki canlılar birbirlerinden mi evrimleşmiş olacaktır?     Canlılığında tüm evren gibi aynı madde ve bileşiklerinden oluşmasından daha doğal ne olabilir?     Evrim teorisinin sorunları canlıların hangi maddelerden oluştuklarından çok, hangi yöntem ve mekanizmalarla bu kadar çok ve farklı yapılardaki türlere ayrıldığı konusundadır.     Sorunlu konuları başka ve ilgisiz mecralara kaydırarak unutturmak ya da yok saymak evrim teorisi savunucularından taktiklerinden sadece biridir.     Sayın Dawkins’te bu taktiği en iyi kullananlardan birisi olduğunu bu kitabındaki yazılarıyla kanıtlamıştır.
                                                     .= = = =
    Dawkins’e göre DNA ölümsüz sarmallar, canlılar ise yaşam kalım makineleridir.     Canlılığı bir yaşam kalım makinesi olarak nitelemesinin bir basite indirgeme operasyonu olduğu açıktır.     Bunun nedeni ise evrim teorisi mantığının kompleks sistemleri (kompleks sistemlerin varlığını kabul etmek, bu sistemlerin rastlantılarla nasıl meydana geldiği sorusunu beraberinde getireceğinden) asla kabul etmeye yanaşmamasıdır.     Böyle bir kabul (basite indirgenemez kompleks sistemlerin rastlantılarla oluşmasının imkansızlığı açık olduğundan) evrim teorisinin sonunu hazırlar.     Bir oluşumu ne kadar basite indirgerseniz rastlantılarla oluşma ihtimali o kadar ARTAR     Bir oluşum ne kadar ayrıntılı ve hassas ise rastlantılarla oluşma ihtimali o kadar AZALIR.     İşte evrim teorisi taraftarları evrimin sözde mekanizmalarını ve kanıtlarını bu iki temel üzerinde (birine sıkı sıkıya yapışarak, diğerini ret ve inkar ederek) kurgulamaya çabalarlar.      Halbuki bu iki gerçek birbirinin ters simetriği, biri diğerinin gölgesi gibidir.     Bu da; birini kabul etmek diğerini de kabul etmek, birini ret etmek diğerini de ret etmek anlamına gelir.     Evrim teorisi savunucuları bu basit gerçeğin (ve içine düştükleri çelişkinin) farkına bile varamamaktadırlar. Buna Dawkins’te dahildir.                                                     = = =     Dawkins bu gün yeryüzünde yaşayan canlı tür sayısının bilinmediğinden, bu sayının rahatlıkla milyonları aşabileceğinden bahseder.     Dawkins yaşam zenginliğini, türler arasındaki derin, geniş ve büyük yapı farklılıklarını (farenin ahtapota, her ikisinin meşe ağacına benzememesini) çok güzel ayrımsamaktadır.     Bu geniş derin ve büyük farklılıklar dış görünüş kadar iç organları içinde geçerli olduğunun da farkındadır.     Dawkins’e göre bütün bu farklılıklara rağmen tüm canlılar yapısal olarak ortak bir molekülde birleşmektedirler. Ona göre bu gerçek evrimin en büyük kanıtıdır.     Dawkins ortak molekülün (DNA molekülünün) zaman içinde çok geniş bir canlılık (yaşam kalım makineleri) yelpazesi geliştirdiği fikrindedir. Bu gelişim her şeyden önce gen bilgilerini koruma yönündedir.     Bu aynı zamanda tersinim teorisinin de öngörüsüdür.                                                                 = = =     Dawkins uzun uzun DNA molekülünden bahseder.     Bu molekülün dolaylı yollardan DAHİCE bir yöntemle çıktığını, çok küçük olduğunu, nükleotid denilen moleküllerden oluştuğunu, tüm canlı türlerinde diziliş sırasının farklılığını, helezon şeklindeki zarif yapısını, bazı küçük istisnalar dışında canlı vücutlarında bulunan trilyonlarca hücrenin her birinde bulunduğunu, her birinin birbirinin kopyası olduğunu….vb. yazar.     Dawkins’e göre bir insan DNA’sı insan vücudunun nasıl yapılacağını bildiren bir yönetmelik gibidir.     Fakat bu yönetmelik öylesine çok ve ayrıntılı bilgiler içerir ki insan öngörüldüğünde içinde 46 cildin bulunduğu devasa bir kütüphaneye benzer.     Dawkins ciltlere kromozom adının verildiğini, üzerinde genlerin dizildiği iplikçiklere benzediğini, bu iplikçiklerin mikroskoplarla gözlenebildiğini yazar.     Dawkins burada DNA’nın çok önemli bir özelliğinden (bölünme- kendini kopyalama özelliğinden) bahseder. Bu özellik yaşamın ilk anlarından beri vardır ve öyle olmalıdır.     Bu konuda (kopyalama konusunda) DNA molekülü öylesine ustalaşmıştır ki hiç hata yapmaz ya da çok az yapar.     Dawkins DNA’nın ait olduğu canlı vücudunu meydana getiren bir planlar takımı olduğunu, çok sayıda ve farklı proteinlerin yapımını yönetip denetlediğini yazar.     Ona göre DNA bu (yaşamsal ve görünüşe göre zor) görevini dört harfli nükleotid alfabe ile yazılmış bu oluşum mesajını BASİT BİR YÖNTEMLE bir başka alfabeye (protein moleküllerini heceleyen aminoasitler alfabesine) çevirivermiştir.     Fakat bir canlı vücudunda çok sayıda ve farklı proteinin oluşu ve her protein için farklı fakat hatasız işlemler yapılmasının gerekliliği İDDİA EDİLEN BU BASİT YÖNTEMİN (protein moleküllerini heceleyen aminoasitler alfabesine çevirme yönteminin) hiçte basit olmadığını gösterir.     Dawkins üremenin başlangıcından itibaren ki gelişmeleri yazarken kaçınılmaz olarak anne rahmine düşen ilk hücrenin şaşılası özelliklerinden bahseder.     Dawkins’e göre bu mimari planın ana kopyasını içeren bir hücredir.     Bu hücrenin yapısı olarak diğer hücrelere benzemesine rağmen bilgi yönünden daha dolgun, daha farklı olduğu açıktır.     Bunun nedeni ise bu tek hücreden canlı vücutlarında gerekli olan kan, sinir, kemik, kas vb gibi hücrelerin bu tek hücreden meydana gelmesidir.     Bu nedenle tersinim teorisi anne yumurtası ve baba sperminin birleşmesiyle oluşan bu hücreyi diğerlerinden ayırır ve ana hücre der.     Her proteinin yapıları farklı yapılarda olduğu gibi canlı vücutlarındaki görevleri de ayrıdır.     Bu konuda Dawkins; proteinler yalnızca vücudun fiziksel dokusunun çoğunu oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda, hücre içindeki tüm kimyasal süreçleri hassas bir denetim altında tutarak tam yerinde ve zamanında bu süreçleri seçmeli bir yöntemle başlatır ya da durdurur diye yazar.    Dawkins yazmamış ama fiziksel oluşumlarla birlikte hücre içi kimyasal süreçler öylesine çok ve ayrıntılıdır ki en küçük bir aksama olmadan yerinde ve zamanında oluşmak zorundadır. Aksi halde yaşam tehlikeye girer.     Dawkins bir bebek oluşumunu embriyologları on yıllar ve hatta yüzyıllar boyunca uğraştıracak bir konu diyerek geçiştirmeye çalışır.     DNA’dan DNA’nın üreme üzerinde rolünden ve öneminden hararetle bahseden Dawkins bebek oluşumu konusuna gelince niçin sessiz kalmayı tercih etti dersiniz?     Çünkü bir bebek oluşumu (hangi canlıda olursa olsun) başından sonuna kadar (rastlantılarla oluştuğu iddia edilemeyecek kadar hassas, ayrıntılı ve girift) bir yaşam mucizesidir ve biz bu mucize ile iç içe yaşıyoruz.     Öylesine iç içeyiz ki konu hakkında iyi, kötü bir bilgimiz var. Bu nedenle aldatıcı, yönlendirici mesajlar verilemiyor. (Embriyodan insana bölümüne bakınız)                                                      = = =     Dawkins; genler bedenlerin yapımını dolaylı yollardan denetler ve etkileri kesinlikle tek bir doğrultudadır. Bu doğrultuda edinilmiş özelliklerin kalıtsal olmadığıdır diye yazar.     Edinilmiş özellikler hayatımız boyunca kendi çabalarımızla bilgi yönünden kazandıklarımızdır.     Bu da hayatımız boyunca edindiğimiz bilgileri çocuklarımıza aktaramayız demektir.     Dawkins, genler kısmen de olsa gelecekte yaşamlarını sürdürebilmelerinden sorumludurlar. Çünkü yaşamlarını devam edebilmeleri yaşadıkları ve yapılmasına yardım ettikleri bedenlere bağlıdırlar diye yazarsa da bu tespitin hem yanlış hem de yapay (zorlama) olduğu açıktır.     Genler tıpkı çekirdek, mitokondri, golgi cihazı, hücre zarı vb. gibi bir canlı hücresinin organelidir ve diğerleriyle birlikte hücre denen basite indirgenemez kompleks yapıyı oluştururlar.     Her organelin hücre içinde, dışında ya da hem içinde hem dışında görevleri vardır.     Genlerin (DNA’nın) görevi de canlıların yapı bilgilerini diğer nesillere eksiksiz aktarmaktır.     DNA olmadan hücre (canlı vücudu), hücre olmadan DNA olamayacağından her ikisi de aynı anda (diğer organellerle birlikte ve eksiksiz) var olmak zorundadırlar.     Dawkins bu basit ve yalın gerçeği eğip bükerek evrime uydurmaya çalışmış ama başaramamıştır.                                                         = = =     Dawkins sürüler halinde gezinen eşleyicilerin rastlantılarla oluşturdukları yaşam kalım makinelerinde kas, yürek, göz vb. gibi organları oluşturarak büyük bir başarı kazandıklarından filan bahseder.     Bu cümlenin evrim propagandasına yönelik olduğu açıktır.     Nedeni de bu tür organların (tıpkı hücre organelleri gibi) basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusu olan canlı vücutlarının birer parçası olması, hepsinin BÜTÜNÜ oluşturmasıdır.     Örneğin göz rastlantılarla oluşsa fakat sinir sistemi oluşmasa bir işe yaramaz.     Her ikisi oluşsa diğer organlar (örneğin dolaşım sistemi) olmasa görme olayı belki gerçekleşir ama devamlılığı olmaz.     Her üç sistem oluşsa sindirim sistemi oluşmasa sonuç gene aynıdır.     Bu böyle devam eder gider.     Organlar ayrı ayrı oluştu varsayımının bir fantezi olmaktan öteye değer taşımadığı açıktır.
                                                         = = = =
    Dawkins yazısına bir yaşam kalım makinesi yalnızca tek bir geni değil milyonlarcasını taşıyan bir araçtır yazdıktan sonra bir bedenin yapısı öylesine karmaşık, öylesine bir iş birliği ürünüdür ki bir genin katkısını bir diğerinden ayırmak hemen, hemen olanaksızdır diye devam eder.     Dawkins’in canlı bedenlerini (yukarıdaki itiraftan sonra) yaşam kalım makinesi olarak nitelemesi ilginçtir.     Önce karmaşıklıktan sonrada işbirliğinden bahsetmesi (işbirliği için karmaşıklık değil tam bir düzen gerekeceğinden) ise tam bir çelişkidir.     Canlı bedenlerinde rahatlıkla gözlemlenen düzen ve sistemlerin varlığını itiraf etmemek için çelişkilere düşme pahasına karmaşıklık kelimesini özel olarak seçtiğini daha önce belirtmiştik.     Fakat canlı bedenlerindeki basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünsel kurgusu öylesine açık ve ortadadır ki ne kadar sakınılırsa sakınılsın, ne kadar ret ve inkar edilirse edilsin itiraf gibi cümleler yazmak zorunda kalmaktadırlar.     Dawkins şunları yazarak itiraflarını devam eder:     -Belirli bir genin bedenin değişik bölgelerinde birbirinden farklı etkisi olacaktır.    Bedenin belirli bir bölgesi birçok genin etkisi altındadır. Ve bir genin etkileri birçok başka genlerin etkileşimine dayanır.     Bazı genler başka gen kümelerinin işlemlerini denetleyen ana genler olarak işlev görürler.     Dawkins canlıların üreme sistemleri konusunda insanları örnek verir ve 46 kromozomlu bir embriyo hücresinin anneden ve babadan gelen genlerin mozaiği olduğunu yazar.     Bunun nedeni yapı ayrıntı farklılıklarıdır.     Aynı türden olsalar bile bir birey bir başka bireye tıpatıp benzemez.     Az ya da çok ayrıntı farklılıkları vardır.     Ayrıntı farklılıkları çeşitlenmenin, bir bakıma yaşam zenginliğinin kaynağıdır.     Bireyler arasındaki kan bağı ne kadar uzak ise (benzeşimler ne kadar az, ayrıntı farklılık ne kadar çok ise) çeşitlenme kombinasyonları o kadar çok ve zengin olur.     Bu ise olası gen bozukluklarının diğer nesillere aktarımı önemli ölçüde önler.     Bu nedenle yakın akraba evlilikleri tavsiye edilmez.                                                            = = =      Dawkins üreme konusunda mitoz ve mayoz bölünmelerden bahseder. Fakat mitoz bölünme bir genelleme olduğu halde üreme söz konusu olunca niçin ve neden mayoz bölünmeye dönüştüğünden bahsetmez.     Bu soru ve cevabı gerçekte çok önemlidir.     Dawkins döner dolaşır sonuçta yine DNA’ya ardından sistronlar gelir.     Genetik dilinde başlarında ve sonlarında özel simgeler bulunan protein kodlama bilgilerinin bulunduğu bölüme sistron denmektedir.    Dawkins genetik bilgilerin şaşılası mekanizmalarla örgütlendiğini bilmekte ve bunu çeşitli cümlelerinde itiraf etmektedir ama bilginin karmaşa ve düzensizliklerde değil de düzenli sistemlerde oluşabileceğini, korunabileceğini nedense görmezlikten, bilmezlikten gelebilmektedir.     Ulaşılan bilginin sonucunu göz göre göre ret ve inkara götüren neden şüphesiz ki bağnazlığa ve taassuba dönüşmüş evrim inancıdır.     Dawkins’in dönüp dolaşıp genlere gelmesi boşuna değildir.     Canlılar arasındaki (aynı temel maddelerden oluştuklarına göre normal olan) genetik benzerlikleri tüm canlıların aynı atadan (Dawkins’e göre yeterince geriye gidersek aynı ataları paylaşırmışız) geldiklerinin kanıtı olarak göstermeye çalışır.     O zaman sormak gerekir.     Canlılığın temelleri olması (bu nedenle aralarında evrimsel bağ ya da bağların bulunması) gereken prokaryot ve ökaryot hücreler arasındaki (iki canlı hücresi arasında en küçük bir benzeşim yoktur) geniş, derin ve büyük farklılıkları (benzemezlikleri) evrim mantığıyla nasıl açıklayacağız? (ilgili konulara bakınız)     Dawkins şöyle oldu böyle oldu diye yazar da yazar ama nedense bir tanecik olsun kanıt göstermeyi düşünmez.                                                        = = =     Dawkins bilim literatürüne nokta mutasyon kavramını getirmiştir.     Dawkins’e göre bir nokta mutasyon bir kitapta yanlış basılmış tek bir harfe karşılık gelir(miş). (Dawkins bu benzetmeyi aynen yapıyor)     Genetik birim ne kadar uzunsa nokta mutasyon olasılığı o kadar fazla imiş.     Bir kitabın herhangi bir yerinde yanlış basılmış herhangi bir harf o kitaba anlam zenginliği katar mı?     Çok katlı bir gökdelene atılan bir kurşun o gökdeleni biraz daha güzelleştirip zenginleştirir mi?     Bütün bunları gösteren bir örnek (kanıt) var mı?     Dawkins’in mantığını doğru kabul edersek bir kitapta ne kadar çok yanlışlık varsa o kitap o kadar zenginleşecek, bir gökdelene ne kadar çok kurşun atılırsa o gökdelen o kadar güzelleşip zenginleşecektir.     Dawkins gerçekte tersinimi göstermiş ama dürbünü tersinden tutarak.     Ehh! Bu kadarcık bir hata kadı kızında da bulunur.                                                        = = = =
    Bir evrimci için bunlar normal ve küçük hatalardır. Önemli olan her ne yol ve yöntemlerle olursa olsun evrimi korumaktır.     Dawkins kitabında genin ya da genlerin bir yerlerinden koptuğunu, sonra taklalar attığını, koptuğu yer ya da yerlere (veya bir başka gen ya da genlere) yeniden bağlanabildiklerini, bunun genelde vahim bir durum olduğunu ama gene de iyi sonuçlar doğurmuş olabileceğini vs. vs… yazar.     Dawkins’in gösterdiği bu örnek; çok sayfalı bir kitabın herhangi bir nedenle dağılıp ortalığa saçılmasından sonra sayfaların gelişi güzel toplanmasıyla daha güzel, daha anlamlı bir kitabın oluşabileceğine benzetilebilir.     Bütün bunların (herhangi bir kanıt gösterilmediğinden) evrimcilere özel klasik bir şöyle oldu böyle oldu edebiyatı olduğu açıktır.     Dawkins bir kez daha derin ve geniş olduğunu bildiğimiz hayal gücünü evrim lehine kullanmış ve bu yazıları ortaya koymuş olmalıdır.                                                         = = =      Dawkins adı geçen eserinde genin parçacık özelliğinin bir başka yönü de ihtiyarlamamasıdır der.      Ona göre genler nesiller boyu bir bedenden diğer bedene atlar. Kendi amaçları doğrultusunda bedenleri yönlendirir, bedenler ihtiyarlayıp ölmeden o bedeni terk edip bir başka bedene geçer.     Bu nedenle genler ölümsüzdür.!!!!     Dawkins’in bu öngörüsü doğal ve uygun şartlarda, ekolojik sistem içinde kısmen doğru denilebilir. Fakat genlerin ölümsüzlüğü sözü bir abartma, bir fantezidir. Doğru olsaydı hiçbir canlının nesli tükenmeyecekti.     Buradaki gerçek itirazımız bedenden bedene geçenin madde gen değil, madde-genle ifade bulan bilgi olduğudur.     Dawkins’in bilgiyi ısrarla ret ve inkar ettiğini fakat ret ve inkar etmenin gerçekleri değiştirmeyeceğini daha önce yazmıştık.     Ayrıca bu geçişleri sadece genlere bağlamakta hatalı olur.                                                             = = =      Canlılarda bedenle birlikte genetik bilgileri de koruyan mekanizmalar vardır.     Eğer bu mekanizmalar yoksa, eksikse ya da işlev yapamıyorsa canlılar radyasyonlar gibi güçlü mutasyonlara uğradığında genetik bilgiler diğer nesillere aktarılmadan bozulabilir.     Bu bir genetik tersinim olayıdır. Pek çok canlı neslinin yok olmasının ana nedenidir.     Kimi canlıların nesillerinin kesilmesi (çoğunlukla) bu nedenledir.      Dawkins genlerle elması ısrarla aynı kefeye koymaya çalışırsa da bu boşunadır.      Düzgünce yapılar oluşturma dışında benzer bir yanları yoktur.      Bir biomoleküler düzenliliği ile sadece benzeşiyorlar diye bir elementin rastlantılar oluşmuş allotropunu aynı kefeye koymak canlılığı cansızlarla ilişkilendirme amaçlı olmalıdır.     Malum evrim teorisi cansızlıktan canlılığa geçişle başlar.     Fakat cansızlıktan canlılığa geçiş öylesine büyük bir problemdir ki kimi evrim savunucuları cansızlıktan canlılığa geçiş (ilk canlı hücresinin oluşumu) evrimin konusu değildir diyerek bu sorundan teoriyi kurtarmaya çalışırlar.      Dawkins cansızlıktan canlılığı geçiş konusuyla ilgili genelde hayal ürünü olan pek çok varsayımlar öne sürer.      Bu varsayımların ortak özelliği DNA’lardaki inkar edilemeyen bilginin varlığından mümkün olduğunca uzak durarak bahsetmemek, canlılıkla cansızlık arasındaki bağı koparmamaktır.      Fakat ortada olan bir gerçeği nasıl örtbas edip; bilmezlikten, görmezlikten geleceğiz?      Gerçekler ne zamana kadar gizlenebilir?                                                               = = =     Dawkins konuyu döndürüp dolaştırır, doğal seleksiyona getirir. Fakat doğal seleksiyon (bir an doğru olduğunu kabul edersek) uzun süreçler isteyen bir mekanizmadır.     Dawkins’in genler sonsuzluk denebilecek kadar uzun ömürlü olduğu öngörüsü ve bu öngörüyü ısrarla savunması doğal seleksiyona ön hazırlık amaçlıdır.     Görüleceği gibi Dawkins bilimsel bulguların, aklın, mantığın gösterdiği yöne değil de evrimin istediği yöne doğru bir senaryo yazma gayretindedir.     Bu senaryo çok önceden en ince detayına kadar düşünülüp planlanmış, bilimsel olaylar buna uygun yorumlanmış gerektiğinde çarpıtılmıştır.     Görünüşe göre her şey evrime uygun tıkır tıkır işler görünmektedir.                                                            = = =      Dawkins’e göre iyi genler kötü genlerden daha uzun ömürlüdür.      İyi genle kötü gen olarak nitelenenler arasındaki en önemli fark çevreye uyum olmalıdır.      Çevreye uyumu güçlü olanların güçsüz olanlara göre daha uzun ömürlü olacağı açıktır. Bu da doğal seçilim demektir.      Fakat çevreye uyum basite indirgenebilecek bir olgu değildir.     Doğal şartların değişkenlik çeşitliliği kadar bu çeşitliliğin olumsuz etkilerini en aza indirecek mekanizmalar gerekli olur.     Örneğin sıcaklığın yüksek olduğu dönemlerde (yazın) ilkel canlılar arasında sıcaklığa dayanıklı olanlar yaşayacak (seçilecek) dayanıklı olmayanlar ise eleneceklerdir.     Fakat devran dönüp kış geldiğinde bu kez de soğuğa dayanıklılık ön plana çıkar.     Evrim uzun süreçler istediğinden seçilen hem soğuğa hem de sıcağa dayanıklı olmak zorundadır.     Fakat yaşam şartları öylesine çeşitli ve değişkendir ki sonuçta mükemmel bir korunma, savunma ve bağışıklı sistemlerine sahip canlılar yaşamlarına devam ettirebilirler sonucuna ulaşırız.     Diğer ifade ile korunma, savunma ve bağışıklık sistemleri en baştan eksiksiz var olmak zorundadır.     Aksi halde hiçbir canlı (hele hele evrimin öngördüğü uzun süreçlerde) yaşamlarını devam ettiremez.      Bu da Dawkins’in doğal süreç senaryolarının batkına uğraması demektir.
                                                        = = = =
Tumblr media
      Dawkins genlerin bencil ya da fedakar olabileceğini, bencil olanların fedakar olanlara üstün geleceğini iddia eder.     Buradaki bencillik ya da fedakarlık nitelemelerinin yanlış olduğu açıktır.     Nedeni ise bir molekül yığınları olan bu oluşumların fedakarlığı ya da bencillik kavramlarını bilmelerinin ve bu kavramlara uygun davranmalarının mümkün olmadığıdır.     Bu nitelemelerin yerine kimi genlerin savunma, korunma ve bağışıklık sistemleri geliştirdiklerini (bencil olarak nitelenenler, yapılarını koruyanlar), kimilerinin geliştiremediklerini (fedakar olarak nitelenenler, yapılarını koruyamayanlar) varsaymak daha doğru olur.     Nitekim Dawkins’te aynı sonuca ulaşmış olmalı ki yaşam kalım makineleri olarak nitelediği canlılığın; söz konusu ve gen olarak nitelenen molekül yığınlarının kendilerini dış etkenlerden koruyan edilgen kaplara dönüşerek başladığını iddia eder.     Diğer ifade ile (daha öncede yazdığımız gibi) bu molekül yığınları kendilerine kaplar, araçlar edinmişler, ilkel canlı hücrelerine dönüşmüşlerdir.      Kap olarak nitelenen olgunun iyice basite indirgenmiş bir hücre zarı olduğu kesindir.     Fakat bir hücre zarı (ne kadar basite indirgenirse indirgensin) görevleri icabı kompleks yapılar olmak zorundadır. Bu ise evrim teorisinin dolaysıyla Dawkins’in işine gelmez.                                                          = = =    
               Hücre zarı son derece ayrıntılı ve kompleks bir yapıdadır.     Hücre zarının yaşamsal görevleri:  
    Hücre içi ortamın özgün bileşimini hücre dışı ortamdan ayırmak,
    Hücre içi ile hücre dışı ortamlar arasında seçici bir şekilde madde alışverişini sağlayarak hücrenin atıklarını hücre dışı ortama vermek, hücre dışından hücreye gerekli maddeleri almak ve hücre içi ortamın özgün yapısını korumaya yardımcı olmak,
     Komşu hücrelerle iletişimi ve madde alışverişini sağlamak,
    Hücreyi dış ortamdan ayırır.      Hücreye şekil verir.     Madde giriş-çıkışını düzenler. 1-Canlı yapıdadır. 2-Kalınlığı 6-10 nm'dir. 3-Protein, yağ ve karbonhidratlardan oluşur. 4-Aktif taşıma olayını düzenler. 5-Hücrenin beslenmesine yardımcı olur. 6-Komşu ve yabancı hücreyi bulur. 7-Hücreyi alınacak hormonları tanır. 8-Hücrenin yıpranan kısmını onarır. 9-Metabolizma atıklarının dışarı atılmasını sağlayarak iç ortamı düzenler. 10-Prokaryot hücreye sahip canlılarda zardaki solunum enzimleri sayesinde enerji üretimi sağlanır. 11-Sporlar sayesinde madde alışverişini sağlar.                                                         = = =
Tumblr media
     Nitekim Dawkins söz konusu kitabında bu KAP! için bir duvar sağlamaktan öte pek fonksiyonları yoktu diye yazar.     Fakat bir hücre zarının korunmadan, savunmadan, beslenmeye kadar pek çok yaşamsal görevleri vardır. Sadece bir duvar olan, fonksiyonları olmayan ilkel bir hücre zarı bu yaşamsal görevlerini nasıl yapacaktır?     Dawkins’in derin bir hayal gücüyle desteklenmiş evrimci aklı bu yaşamsal soruna hemen bir çözüm buluvermiştir.                                                              = = =     Dawkins’e göre oluşan bu ilkel hücre içinde olduğu çorba içinde bol bol bulunan organik moleküllerle beslenmiştir.     Anlaşılan odur ki Dawkins’in bu çorbasında bol bol yararlı organik moleküller olduğu halde bir tutam bile zararlı moleküller bulunmamaktadır.      Aksi halde ilkel canlı hücremiz hayli uzun olması gereken evrim sürecinde bu zararlı moleküllerden sadece birine rastlaması zaten sallantıda olan canlılığın bitmesine neden oluverecektir.     Dawkins’in derin bir hayal gücünün mahsulü olduğu açıkça belli olan bu öngörüsü pek çok soruları da beraberinde getirir.     Bu soruları kabaca şöyle sıralayabiliriz.     (Henüz canlılık meydana gelmediğinden) bahsettiği ilkel–çorbanın içindeki organik moleküller nasıl meydana gelmiştir? Bu moleküller varlıklarını nasıl korumaktadırlar?     İlkel canlı olarak nitelenen molekül yığınları organik moleküllerden nasıl yararlanır? Yararlanma mekanizmalarını (beslenme) nasıl ve hangi yollardan elde etmiştir?     Dawkins bu konuda:     -Güneş ışığı enerjisiyle yüzyıllar boyunca çorba içersinde birikmiş olan organik besin bittiğinde ise bu rahat hayat sona erdi.     Yaşam kalım makinelerinin ana dallarından birisi (şimdi onlara bitkiler diyoruz) güneş ışığını doğrudan kullanarak basit moleküllerden karmaşık moleküller yapmaya başladı. Bu karmaşık moleküller ilksel çorbadaki sentez süreçlerini çok daha yüksek hızlarda yürütebiliyorlardı.     Hayvanlar dediğimiz diğer bir ana dal ise bitkilerin kimyasal emeklerini nasıl kullanabileceklerini keşfetti. Onları yiyerek ya da başka hayvanları yiyerek diye yazar.     Yazar yazar da yazdıklarına kanıt gösterilebilecek bir tek delil, minik bir işaret bile göstermeye nedense düşünmez.     Sözü geçen bitkilerin güneş ışığını doğrudan kullanarak basit moleküllerden karmaşık moleküller yapan mekanizma (herhalde) klorofil molekülleri ve fotosentez olayı olmalıdır.                                                              = = =  
                                                                       Bir klorofil molekülünün kimyasal yapısı.Evrimciler bu harika molekülün (hemde katrilyonlarcasının) İLKEL DÜNYA ŞARTLARNDA RASTLANTILARLA OLUŞTUĞUNU İDDİA EDERLER.
                                                   = = =
    Bu işin rastlantılarla olabilirliği ya da olamazlığı konusunda kesin bir kanıya varmak için tüm bilgi birikimimize ve hayli gelişkin olduğunu görüp bildiğimiz teknik imkanlarımıza rağmen son derece karmaşık yapılar olan klorofil moleküllerini yapay yollardan hala sentezleyebilmiş değiliz diye yazmak yeterli olacaktır.
      Bir klorofil molekülü öylesine ayrıntılı ve kompleks bir yapı sergiler ki bu tür bir molekülün rastlantılarla oluşma ihtimali imkansız kere imkansız kere imkansızdır.                                                ��         = = =      Dawkins yaşam dünyasının diğer ana dalı olan hayvanların oluşumunu (kendine göre) açıklar. Ona göre yaşamın bu ikinci ana dalı bitkilerin kimyasal emeklerinden yaralanma mekanizmaları keşfetmişler bir başka canlı grubudur.     Fark edileceği gibi Dawkins’e göre her şey oluoluvermiştir.     Bu nedenle Dawkins bitkilerin kimyasal emeklerinden yararlanma mekanizmalarının (bu mekanizmalar basite indirgenemez kompleks sistemlerin bütünselliğindedir) rastlantılarla nasıl oluştuğu konusunda en küçük bir bilgi vermeye gerek duymaz.     Gerçekte bu konuda evrim mantığına uygun verebileceği herhangi bir açıklama ya da göstereceği kanıtı yoktur.     Dawkins’in hayali oluşum senaryosu şöyle gelişir.     Önce kendini eşleyen moleküller yığıntılar oluşturmuş, bu yığıntılar varlıklarını koruyan kap kacaklar elde etmenin yollarını arayıp bulmuşlar ve bu yolla korunmuşlardır.      İkinci etapta molekül yığıntıları içinde bulundukları ilkel çorbada bol bol bulunan (nerede ve nasıl oluştukları meçhul) organik moleküllerle beslenip kendilerini eşleyerek üremişlerdir.     Fakat Dawkins doğal olarak ilkel çorbanın içinde yararlı organik moleküller kadar molekül yığınlarını (ilkel canlılığı) anında yok edecek kadar zararlı maddelerinde olabileceğini nedense düşünmez ve hesaba katmaz.      Dawkins’e göre gelişimin üçüncü etabında; evrim süreci içinde; molekül yığınları güneş ışınlarından yaralanma mekanizmaları geliştirmişler, bu tür canlılara bitkiler denmiş, ardından bit-kilerin kimyasal emeklerinden (bu ne demekse) yaralanan bir başka ana canlı grubu (hayvanlar) oluşmuştur.         Hayal kurmak tüm sanat dallarında olduğu gibi bilimin de itici gücü olabilir.
    Fakat hayali varsayımları bilimsel yöntemlerle ortaya konulmuş kanıtlarla hiç olmaz ise işaretlerle desteklemekte gerekir.      Aksi halde ortaya konulan; hayal ürünü bir şöyle oldu böyle oldu edebiyatından öteye bir değer taşımaz.      Dawkins’in tamamen hayal ürünü bu senaryoları, evrimin bitip tükenmek bilmeyen baş ağrılarından biri olan ilk canlılığın nasıl oluştu sorununa bir çözüm üretme amaçlıdır ama ortaya konanlar düşündürmekten çok güldürmeye yarayan bir mizah eseri olma durumundadır.     Dawkins söz konusu yazısında şunları da yazmakta herhangi bir sakınca görmez.      Bu konuda şunları buyuruyor:     -Her iki ana yaşam makinesi dalı da kendilerine ait yaşam tarzları içinde verimliliklerini artırmak için durmaksızın yeni ve ustalıklı hileler evrimleştirdiler. Yeni yaşam biçimleri durmadan gelişti.     Her biri yaşamını kazanmak için özel bir yol seçerek uzman-laşan ve mükemmelleşen alt dallar ve altalt dallar oluştu.     Denizde, toprağın üstünde, havada, yeraltında, ağaçlarda başka canlıların içinde….     Bu alt dallanmalar bu gün bizi bunca etkileyen uçsuz bucaksız bitki ve hayvan çeşitliliğine yol açtı.     Hem hayvanlar hem de bitkiler çok hücreli gövdeler halinde evrimleştiler. Öyle ki tüm genlerin eksiksiz kopyaları bu gövdelerde her hücreye dağılmıştı.     Bu evrimleşmenin ne zaman, neden ya da kaç kez bağımsız olarak gerçekleştiğini bilmiyoruz.    Kimileri bedeni bir hücreler kolonisi olarak tanımlayıp bir koloni eğritelemesi kullanıyorlar.     Bense bedeni bir genler kolonisi hücreyi ise genlerin kimya endüstrileri için uygun bir çalışma birimi olarak düşünmeyi yeğliyorum.     Görüleceği gibi yazılanlar Dawkins’in doğrudan hayal mahsulü bir şöyle oldu böyle oldu edebiyatıdır.     Şöyle oldu böyle oldu demekle gerçekler oluşmuyor.
     Dawkins yazdıklarını destekleyecek en küçük bir kanıt göstermez göstermeye de gerek duymaz.      (Dawkins’e göre) Evrim tek gerçek olduğundan bunun başka yolu yordamı da yoktur. Bu nedenle kanıt göstermek gerekmez.     Dawkins’in rahatlıkla bir taassup olarak nitelenebilecek bu davranışının her şeyin yapıcısı, yaratıcısı olarak putlarını gören ve gösteren bir putperest inancıyla farkının olmadığı açıktır.     Şöyle oldu böyle oldu edebiyatı (bu edebiyat genelde bilim dışı saçmalıklarla doludur) yerine bilimsel kanıtlar göstererek yazmak ya da konuşmak bu tür kanıtlar yok ise susmak gerekirdi.     Bir kez daha hatırlatalım.     Bir canlı hücresi (ister prokaryot ister ökaryot olsun) insanlığın tarihi boyunca karşılaştığı en kompleks yapıdır.     Herhangi bir hücre içi organelinin eksikliği yaşamı ve üremeyi imkansız kılar. Bu nedenle hücreler eksiksiz olarak var olmak zorundadırlar.     Evrimin temelleri ve birbirlerinden evrimleşmiş olması gereken iki hücre cinsi arasında evrimsel mekanizmalarla doldurulamayacak ve açıklanamayacak kar büyük yapı farklılıkları vardır.     Diğer ifade ile her iki hücre arasında yapısal olarak evrimi çağrıştıran en küçük bir benzeşim dahi yoktur.      DNA’larda madde ile ifade bulan bilgilerin var olduğu gerçeği evrimsel mekanizmalarla asla açıklanamaz.     Çok hücreli canlılar için hücreler bir araya gelip kolonileşti demek canlı vücutlarını olabildiğince basite indirgemek demektir.     Halbuki canlık vücutları basite indirgenemez kompleks sitemlerin bütünsel kurgusudur.     Birbirlerinden tamamen farklı yapı ve görevlerde olan onlarca cins hücrenin DNA bilgilerine uygun yapılanmaları sonucu meydana gelmişlerdir.     DNA bilgileri sadece canlı vücutlarının planlama ve meydana gelme bilgilerini içermez. Tüm yaşamsal fonksiyonları da planlar ve organize eder.                                                       = = =     Dawkins canlı bedenlerinin bir bütün olduğunun farkındadır. Ona göre kimi genler diğerleriyle işbirliği yapabilmektedir.     Bunun nedenleri de (tabii ki Dawkins’e göre) seçilim diğerleriyle işbirliği yapabilen genler lehine çalışmasıdır.      Dawkins'in ifadesiyle az bulunan kaynaklar için yapılan bu yırtıcı yarışmada, bir başka deyişle diğer yaşam kalım makinelerini yemek için yapılan bu amansız kavgada başkaları tara-fından yenmemek için ortak beden içinde kargaşa yerine merke-zi bir düzenlemeye prim verilmiş olmalı….     Dawkins’e göre hücreler (yazısından bu anlaşılıyor) aralarında istişareler yapabilmekte, müşterek kazançlar tespit edilerek gerekli organizasyonlar devreye sokulmaktadır.      Dawkins yer yer saçmalıklara dönüşen yazısında canlılığı olabildiğince basite indirgemeye çabalar. Çünkü canlılığı evrimsel mekanizmalarla açıklamanın tek yolu budur.      Dawkins’in canlılığı maddeye indirgeme çabalarını canlılığın en şaşılası oluşumlarından sinir hücrelerini transistör'e, beyni de biyolojik bilgisayarlara benzeterek devam eder.     Devam eder de biyolojik bilgisayar elemanlarının insan yapımı bilgisayarlarla kıyaslanamayacak kadar üstün olduğundan bahsetmekten kendini alamaz.      Örneğin bir nöron bir transistörden çok daha fazla gelişmiş bir veri işlemci birimidir.      Dawkins sinir hücrelerinden ve aksonlardan bahsederken mümkün olduğunca basite indirgemeye çabalar.       Ona göre sinir hücreleri çok telli kablolar halinde uzanmış sağa sola mesajlar ileten ya da getiren telefon sistemine benzer.     Beyinde bir bilgisayara......     Beyin de bilgisayarlar gibi depolanmış bilgilere başvurarak karmaşık girdilerin çözümlenmesini yaptıktan sonra karmaşık çıktılar oluştururlar.     Dawkins beyin, sinir ardından diğer hücrelerinin (örneğin kas hücrelerinin) basitse indirgenemez kompleks işleyişini görmezlikten, bilmezlikten gelerek; mümkün olduğunca bu konuyu dokunmamaya çalışarak sözü döner dolaştırır evrimin olmazsa olmazı doğa seleksiyona getirir.      Ona göre doğal seçilim dış dünyadaki fiziksel olguları nöronların atım şifrelerine çeviren cihazlar olan duyu organları ile donanmış hayvanların lehine çalışmıştır.     Beyin duyu organlarına (göz, kulak, deri, dil vb..) sinirler dediğimiz (sinir hücrelerinin artarda dizimleri ve bağlantılarıyla oluşmuş) kablolarla bağlanmıştır.      Genler yaşam kalım makinelerinin (canlıların) davranışlarını bilgi sayarlardaki programlara benzeyen dolaylı yollarla denetler.     Her şey en baştan bütün ayrıntılarıyla hazırdır.     Dawkins yaşam kalım makinelerinin aldığı her kararın (bu karar genlerin işidir) bir kumar olduğunu (rastlantıların sonucu olduğunu) iddia eder.      Bu iddianın (Dawkins genlerdeki bilginin varlığını her ne olursa olsun kabul etmeye yanaşmadığından) bir mecburiyetin sonucu olduğu açıktır.      Dawkins’e göre evrim bir kumarhanedir. Fişler ise yaşam kalımdır.      Canlı genleri uzun dönemlerde yaşam savaşının ortaya koyduğu risklere karşı yaşam şansını artıracak kararlar vermek zorundadır.     Dawkins bu konuda kuyu, su, av ve avcılardan bahsederek örnekler verir.      Bu örneğe göre bir canlı kuyuya gidip su içmek zorundadır.      Zorundadır ama kuyu kenarında pusuya yatmış avcılardan korunmaya da mecburdur.      İşte yaşamın bu en basit fakat en yalın gerçeği canlıları kararlar vermeye iter.     Yerinde ve en doğru kararları verip uygulayanların diğerlerine üstün geleceği açıktır.      Mümkün olduğunca bilginin varlığından kaçınıp bilgi, muhakeme, tecrübe ve uzak görüşlülük gerektiren bu tür kararların en küçük bir iradeye, bilgiye, muhakeme gücüne ve uzak görüşlülüğe sahip olmayan bu ilkel canlılarca nasıl alındığından bahsedilmez.      Bu tür kararların yaşamın en başından itibaren alınması gerektiğinden sadece molekül yığınları olan bu ilkel canlıların bu yaşamsal işi nasıl becerdikleri konusu Dawkins’in uzak durduğu; görmezlikten, görmezlikten geldiği konuların başında gelir.      Halbuki bu konu (iyinin, yararlının seçilip biriktirilebilme konusu) evrimin can damarıdır.      Dawkins’e göre genleri kumarı en iyi şekilde oynayan beyni yapmış canlıların yaşamda kalma şansları artmış ve genlerini (genleri ve bilgiyi olmalı) çoğaltabilmişlerdir.     Bu konu bilimsel yöntemlerle doğru dürüst açıklanmadıkça hayal ürünü şöyle oldu böyle oldu edebiyatının evrime herhangi bir yararının olmayacağı açıktır.     Dawkins genlerin bencilliği konusunda yanıldığının farkına varmış olmalı ki beyin yaşam kalım makinesinin yalnızca günlük işlevlerini yönetmiyor, aynı zamanda geleceği tahmin etme ve buna uygun hareket etme yeteneği de kazandı diye yazarsa da bu gelişimin nasıl ve ne şekilde olduğu konusunda herhangi bir ipucu ya da bilgi vermez.     Bir bakıma evrim ırnaT'ı öyle emretmiş ve olmuştur.
                                                        = = = =
    Dawkins kitabın son bölümlerindeki yazılarında biraz daha bilimsel ve mantıklı davranır.     Bakınız neler yazıyor:     Genler hayvan davranışının (ister bencil, ister özverili olsun) yalnızca dolaylı yollardan denetler. Ancak bu yine de çok güçlü bir denetimdir.     Genler yaşam kalım makinelerinin ve onların sinir sistemlerinin yapımını belirleyerek davranışlarını etkiler. Ancak ne yapılacağının anlık kararlarını sinir sistemi alır.     Asıl politikayı çizenler genlerdir. Beyin ise yürütme işlevini yerine getirir.     Ama beyin geliştikçe öğrenme, öğrenme için simülasyon yapma gibi hileleri kullanarak asıl politika kararlarının gittikçe daha fazlasını üstlenmektedir.     Dawkins’e göre bu gelişimin sonucunda (henüz ulaşılamayan evrimin en son aşamasında) genlerin yaşam kalım makinelerine son ve genel bir talimatları olacaktır: Bizi canlı tutmak için ne gerekirse yapın. Diğer ifade ile yalnız bizi düşünün.     Dawkins genlerdeki bilgilerin ret ve inkar yoluyla giderilemeyecek kadar ortada olduğunun farkına varmıştır. Bu nedenle bilginin evrime uygun kaynağını araştırmaya koyulur.     Dawkins’e göre her davranışın bir geni vardır. Bu nedenle gen zincirleri öğrenme melekesini de içerir.     Dawkins genler sadece kendi canlılarını kurtarmak için programlanmıştır diye yazar ama programlayanın kimliği hakkında bilgi vermeye yanaşmaz. Yine görmezlikten, bilmezlikten gelir.     Usta programcılar olan genler (Dawkinse göre genler kendi kendilerine programlamayı bilmektedirler) sadece kendi canlarını kurtarmak için programlamaktadırlar.     Fark edileceği gibi Dawkins bir kez daha eko sistemde bulunan karşılıklı dayanışma gerçeğini görmezlikten bilmezlikten gelmekte, yaşamı canlılar arasındaki amansız bir savaş olarak göstermeye çabalamaktadır.     Fakat bunu normal karşılamak gerekir çünkü bu (canlıların amansız bir yaşam savaşı içinde olduğu) evrimin temelidir ve Dawkins de koyu bir evrimcidir.     Dawkins’e göre her canlı yaşamını ön planda tutar. Evrimleşme süreçlerindeki farklılaşmalar bu farklılaşmaları bencilce kullanımlarını ortaya çıkarır. Bunun sonucunda aldatmacalar, kandırmacalar (sahtekarlıklar) oluşur.     Bunun sonucunda (Dawkins’e göre) çocuklar babalarını kandırır, kocalar eşlerini aldatır, kardeş kardeşe yalan söyler.     Dawkins’e göre bütün bu (insansı meziyet ölçülerine göre ahlak dışı) davranışlar genlerin emirleridir ve doğaldır.     Dawkins bu konudaki görüşlerini biraz daha derinleştirip pekiştirmekten de çekinmez.     Yine Dawkins’e göre bir yaşam kalım makinesi için (buna insanlarda dahildir) başka bir yaşam kalım makinesi yaşamının içindeki (tıpkı bir kaya, bir nehir, bir yiyecek parçası vb. gibi) herhangi bir şeyden farksızdır.     Dawkins’e göre aynı türün yaşam kalım makineleri birbirlerinin yaşam sınırlarını daha doğrudan ihlal etmeye yatkındırlar.     Bunun en büyük nedenlerinden birisi ise birbirlerine benzer bireyler olarak genleri aynı cins çevrede ve aynı yaşam tarzı içersinde koruyan makineler olarak yaşam için gerekli tüm kaynaklar karşısında doğrudan doğruya rakip olmalarıdır.     Fark edileceği gibi bütün bu cümlelerin amacı canlılar arasındaki açıkça gözlenen dayanışmayı ret ve inkar etmektir.     Dawkins adı geçen eserinde buraya kadar insandan özellikle bahsetmedim, kasıtlı olarak da dışarıda bırakmadım diyerek yazdıklarından (hem bahsettim hem bahsetmedim diyerek) insanı beri tutmaya çabalar ama bir havyan çocukların hayvan babalarına nasıl kandıracağı ya da hayvan kardeşin hayvan kardeşe nasıl aldatacağı…. hakkında bir bilgi vermez.     Bilgi vermeyi de gerek görmez.     Bunun nedeni insan denen canlının hayvan ve bitkiler denilen diğer canlılardan farklı oluşudur ve Dawkins’in bunu çok iyi bilmesidir.
    Dawkins bir genelleme yaparak insanında tüm canlılardan farklı olmadığını vurgulayıp mümkün olduğunca insansı meziyetleri yok sayarak insan denen ayrıcalıklı canlıyı basite indirgemeye çalışmış fakat insansı meziyetlerin inkar edilemeyecek, yok sayılamayacak kadar ortada bir gerçek olması nedeniyle ayrı bir bölüm halinde bahsetmeye mecbur kalmıştır.     Dawkins’e insan denen canlıyı diğerlerinden ayrıcalıklı gibi görünür ama gerçekte temelden ayırmaz.     Ona göre insanlar diğer hayvanların bir parça daha evrimleşmiş halidir.     Ayrı bir fasılda bahsetmesi sadece bir durumu kurtarma amaçlıdır.     Dawkins’in hayvanlar yerine yaşam kalım makineleri deyimini kullanması (hayvanlar yazınca insanları soyutlamış olacağından) insan denen canlıyı diğer canlılardan ayrı tutmadığının bir başka kanıtıdır.      Dawkins her ne kadar insanı diğer canlılarla (yaşam kalım makineleriyle) eşdeğer tutsa da kendi kendine; kendi türümüzün eşsiz olduğunu düşünmek için iyi nedenlerimiz var mı diye sorar ve yine kendi kendine; yanıtın evet olduğunu inanıyorum diye cevap verir.     Dawkins’e göre insanı diğer canlılardan ayıran en büyük özellik akıl gibi insansı meziyetlerin ortak ürünü olan kültürüdür.     Dawkins ateşli bir Darwin taraftarı olduğunu (onun bu taraftarlığı bilimsel tarafsızlığını ciddi olarak bozmaktadır) itiraf ettikten sonra evrimin bir genin dar kapsamıyla sınırlandırılamayacak kadar büyük bir kuram olduğunu düşündüğünü yazar. Ona göre genler bu büyük kuramın içinde sadece bir analojidir.     Dawkinse göre genleri özel yapan sadece eşleyici özellikleridir.     Dawkins evrim mekanizmalarıyla açıklayamadığı genlerdeki bilgi gerçeğini bir kez daha görmezlikten, bilmezlikten gelir.     Halbuki bilgi karmaşa ve düzensizliklerde değil, sistemlerde ve düzenlerde meydana gelir ve bir iradenin eserleridir.     Karmaşa ve düzensizliklerde bilgi olmaz, oluşmaz.     Dawkins evrende olabilecek tüm canlılar için geçerli olabilecek bir evrensel yasanın ya da ilkenin olup olamayacağı konusunda kendi kendine fikir jimnastiği yaptıktan sonra bir sonuca ulaşamaz ve bilmiyorum diye yazar.     Bilmiyorum diye yazar ama (alternatiflerdeki seçim bir kumar olsaydı) tüm varını yoğunu bir temel ilkeye tüm canlıların eşlenebilen varlıkların ayrımsal biçimde yaşamda kalabilmesiyle evrimleştiği ilkesine yatıracak kadar tarafgir olduğunu itiraftan da çekinmez.     Diğer ifade ile Dawkins’e göre (her ne kadar bilimsel kanıtlarla desteklenmese de) tüm canlıların eşlenebilen varlıkların ayrımsal biçimde yaşamda kalabilmesiyle evrimleştiği ilkesi evrenseldir.     Dawkins’e göre gen benzeri başka eşleyiciler (taklitçiler) dünyamızda mevcuttur ve gözlerimizin önündedir.     Dawkins’in mem ismini verdiği bu eşleyicilere (taklitçilere) ezgiler, fikirler, sloganlar, moda , çanak çömlek yapım yolları, kemer yapımı… örneklerdir ve kültür çorbasının içinde yüzmekte ve süratle evrimleşmektedir.     Dawkins’in mem adını verdiği muhakkak ki kültürdür, bilgidir ve tersinim teorisinin evrimleşen tek şey bilimdir sloganıyla ifade edilen değerdir.     Sonuçta Dawkins ile hemen, hemen her noktada ayrılsak bile tek bir noktada bulaşabildik diyebiliriz.     Dawkins memler konusunda arkadaşı N. K.Humbrey’in bir özetinden söz eder ve memlere canlı yapılar olarak bakılmalıdır derse de (kalıtsal kazanımlar diğer nesillere aktarılamadığından) bu iddiası da geçersizdir. Ayrıca memleri oluşturan canlı yapıların ne olduğunu bildirmez.     Dawkins bilginin (kültürün) genler yoluyla diğer nesillere aktarıldığını öne sürerse de her hangi bir kanıt göstermez, gösteremez.     Memler olsa olsa nice bin yıllardan beri öğrenme yoluyla nesillerden nesillere aktarılan bilgi (kültür) birikimidir ve evrimleşen tek şeydir.      Dawkins adı geçen kitabın son bölümlerinde sanki günah çıkarırcasına şunları yazar:      -En azıdan bizim yalnızca kısa dönemli bencil çıkarlar yerine uzun dönemli çıkarları yeğleyebilecek beyinsel donanımlarımız var .
      …..Bizim doğumda devraldığımız bencil genler yenebilecek gücümüz var. Ve gerekirse bize aşılanmış! bencil memleri! de yenebiliriz.     Has çıkarsız özveriyi bilinçli olarak büyütecek,besleyecek yoları bile tartışabiliriz biz; doğada asla yeri olmasa da tüm dünya tarihinde asla var olmamış bile olsa…     Dawkins son cümlesiyle eko sistemle yönlendirilmiş eşsiz düzenin büyük bölümünün dayanışma üzerine kurulmuş olduğunu bir kez daha bilmezlikten, görmezlikten gelir.    Yoksa ….İkide bir ortaya koyup sonra çark ettiğine göre;     Gerçekten bilmiyor muydu?     Dawkins kitabına son cümle olarak çünkü gen makineleri olarak yapılmış ve mem makineleri ile yetiştirilmiş olsak da bizim yaratıcılarımıza karşı çıkacak gücümüz var diyerek gerçek amacını dışa vurur.     Onun amacı bilimsel yöntemlerle canlılığının kökenini araştırıp gerçekleri ortaya çıkarmak değil, her ne yol ve yöntemle olursa olsun bir Yaratıcı’nın varlığına karşı çıkmaktır.     Bu nedenle Richard Dawkinsin Gen Bencildir kitabı bilimsel bir değer taşımaktan çok evrim dininin bir ütopyasıdır.                                                     = = =      Var olduğu iddia edilen ve taklitçiler olarak nitelendirilen mem’lerle anlatılmak istenenin (ezgiler, fikirler, sloganlar, moda, çanak çömlek yapım yolları, kemer yapımı vb. olarak tarif edildiğine göre) insanlara özel bir değer olan kültür olduğu açıktır.      Canlılar içinde yalnız insanlar kültür sahibidir. Kültür ise insansı meziyetlerin ortaya koyduğu sanatsal değerlerin bütünselliğidir.      İnsanlar dışında hiçbir canlı sonradan edindiği bilgileri değerlendirip kullanarak kültürel eser ya da eserler meydana getirme becerisine sahip değildir.     İnsansı meziyetlerin kaynağının doğrudan beyin (akıl) olmadığı açıktır.     Aksi halde tüm canlılar (genelde az ya da çok beyin sahibi olduklarından) az ya da çok insansı meziyetlere sahip olmaları; iyi ya da kötü kültürel eserler, esercikler ortaya koyabilmeleri gerekirdi.     Bu özellik insanları (maddesel yönden bir takım canlılara büyük benzerlikler gösterse de) metafizik yönden diğer canlılardan kesin çizgilerle ayırır.     İnsanlar diğer canlılarda bulunmayan ve ruh dediğimiz bir cevhere sahiptirler.     Tüm insanlar var edildiklerinde (küçük farklılıklarla da olsa) bu cevherin tümüne sahiptirler.    Gözlemlenen ayrımcalıklar var oluştaki minik farklılıklarla birlikte; bu cevherin kullanılıp kullanılmamasının, kullanım sıklığının, harcanan emeğin, büyüklüğünün küçüklüğünün ve sabrın bileşik sonucudur.      Evrim teorisi ruhun ve ruhtaki insanlara özel cevherin varlığını ret ve inkar ederse de bu gerçekleri değiştirmez.     Ruhumuzdaki cevher nesiller boyu atalarımızdan bizlere ulaşan bilgi birikimiyle artar mı?     Diğer ifade ile kültür evrimleşir mi?     Bilgi birikiminin ruhsal cevherimizde saklı duran insansı meziyetlerimizi ortaya koymaktaki çeşitliliği, gücü, büyüklüğü ve ufkunun genişliğini doğrudan etkilediği açıktır.     Ruhsal sağlığımızla bedensel sağlığımız arasında çok sıkı bir ilişki vardır.     Bedensel sağlığımız içinde doğal yaşamak birinci plandadır.     Doğal yaşamdan uzak herhangi bir canlının bedensel sağlığını koruması düşünülemez. Bütün zekasına, insansı meziyetlerine rağmen bu kurala insanlarda dahildir.     Tersinim gereği dünyamızda yaşayan canlılar gitgide zayıflamakta, (bu durum evrim teorisinin yanlışlığın gösteren en büyük kanıttır) kimilerinin nesilleri tükenip hayat sahnesinden silinmekte, yaşam zenginliği azalmakta, ekolojik düzen süratle bozulmaktadır.     Tüm canlılar gibi biz insanlar içinde en mükemmel, en yararlı ve güzel olan doğal olandır.     Doğallıkta yapay müdahalelerle dengesi bozulmaması gereken ekolojik düzen ve oluşturduğu bütünlüktür.     Korkarız ki yakın bir gelecekte (çocuklarımız olmasa bile torunlarımız) yaşamın geçmişteki doğal zenginliğini kitap sayfalarında ve müzelerde ancak gözlemleyecekler fakat asla yaşayamayacaklar; ataları olan bizleri yaşam zenginliğini insafsızca (ve de aptalca) talan ve yok etmekle suçlayacaklardır.     Eğer bir an önce aklımızı başımıza toplayıp gerekli tedbirleri almazsak bu sonuç kaçınılmazdır.     Tüm insancıl meziyetlerimizi tahrip ve yok eden evrim denen habis urdan bir an önce kurtulmalı, diğer canlılarla birlikte yaşamın bir parçası olduğumuzun farkına varmalıyız.     Aksi halde pişman olmaya bile vakit bulamayacak ne bizler olacağız; ne de ardımızdan ağlayacak ya da küfredecek nesillerimiz, ne de cennetten bir parça olan bu güzelim dünya.                                                - - - S O N - - -
0 notes