Tumgik
Text
Kahvaltı
Yıl daha geçen sene, çok uzak bir tarih değil yani. öğrenciyim, okuyorum falan. balıkesir'de okuyorum bir de. erkek arkadaşım var. il dışında. mesafeli ilişkiyaşıyoruz yani. hayat çok zor o sıra. ben apartta kalıyorum. erkek arkadaşım gelince de kalacak dandik otel motel veya en iyi ihtimal bir arkadaş evi buluyoruz. paramız zaten kısıtlı. 2 gün geçiriyorsak toplamda 36 saat falan dışarıda kaldığımızdan para yetiremiyoruz. bu sebepten de elimizden geldiğince az harcamaya çalışıyoruz. işte bu şartlar altında yine geldi erkek arkadaşım geçen yıl. malum paramız az. dedik kahvaltıyı bizim apartın önünde kaldırımda yapalım. ben de aparttan çay indireyim demlikle. indirdim çayı. oturduk kaldırıma, poğaça çay yiyoruz. bir yandan muhabbet ediyoruz. bu arada sarmaş dolaş falan da değiliz. aramızda bir çay, bir poşet de poğaça falan var yani. mesafeli oturuyoruz. gülüşüyoruz falan. fakiriz ama tatlıyız yine de. oturduğumuz kaldırımın yanında da evler var. biz kahvaltı ederken amcanın biri cama çıkıyor. bizi izliyor. neler yaptığımızı çok net görüyor yani. oturduğumuzu, çayı ağızlarımıza götürdüğümüzü, yediğimizi, güldüğümüzü... her şeyi görecek kadar yakın. biz kalkana kadar da izliyor bizi. biz de kahvaltıyı bitirip ayaklanıyoruz. sevgilim eline çaydanlığı alıyor, ben boş poşeti alıyorum. yürümeye başlamadan elimi onun omzuna doğru uzatıyorum. (hala aramızda çaydanlık var) bir şeyler konuşuyoruz on saniye sonra yürüyeceğiz ama biz yürüyemeden amca bağırmaya başlıyor; "ahlaksızlar, terbiyesizler! geldiniz apartmanın önüne ne yapıyorsunuz siz?!" haliyle şaşkınlıktan ölmek üzereyim ben. ne olduğunu ve ne yaptığımı hiç anlamadım. "amca ne oldu, ne yaptık biz?" sesim titriyor, korkmuşum. la bu herif deli de olabilir sonuçta. "öpüşüyorsunuz, geldiniz bizim evin önüne, ayıp be ayıp." dediğim gibi hiçbir temasımız da olmadı ve amca çok net şekilde gördü aslında. (gördü de şizofren olabilir.) -ne öpüşmesi ya? yapmadık biz öyle bir şey.. +öpüşüyordunuz gördüm ben. ben evde yapmıyorum karımla (belki sorun evde yapamaması da olabilir, hıncını çıkardıysa herif.) sizin bu yaptıklarınızı be utanın. ulan hiçbir şey de yapmadık. bırak öpüşmeyi ne yanaktan öptük ne el ele tutuştuk. oturduk camış gibi kahvaltı yaptık ama amca dur durak bilmeden devam ediyor bağırmasına. onun bağırmasına komşular çıkıyor, evdeki eşi çıkıyor camlara. amca daha da gaza geliyor bu sefer bizi komşulara şikayet ediyor; -öpüşüyorlardı yahu ayıp ayıp. ben evde yapmıyorum böyle... sonra karısı da gaza geliyor. hiçbir şey görmediği halde (ki cama falan çıkmadı hiç, nereden görecek?) -ananız babanız sizi okumaya diye gönderiyor buraya. cuma bugün mübarek gün günah günah. sabahki deprem de hep sizin yüzünüzden oldu. (balıkesir'de 3.7 mi ne öyle bir şiddette deprem olmuştu o sabah.) Allah bize ekmek veriyor. (bu ne alaka bilemedim. ekmeği gizli fantezilerimize alet ettiğimizi falan düşündü belki.)  biz cevap veremiyoruz donup kalıyoruz. arada benden hık mık sesleri çıkıyor. açıklama yapmaya çalışıyorum dinlenmiyorum. yan tarafta da nakliyeci abiler var. amca onlara sesleniyor; -arayın polisi gelsinler. alsınlar bu ahlaksızları. ulen sanki evinin altında çocuk peydahladık herifin, töbe ya rabbim. bir şey yapmış olsam canım acımayacak yahu. ben de sinirleniyorum "arayın hadi madem gelsin polis." diyorum. o zamanlar daha polislere güveniyordum herhalde ne bileyim. polis gelse yine olan bize olacaktı da işte gaza gelmişim. teyze de o arada yardırmaya devam ediyor önünü alamıyor hatta en son "sokak köpekleriii" diye bağırdığını duyuyorum. erkek arkadaşım sinirleniyor artık. sessizce durup dinleyen çocuk birden bağırmaya başlıyor. benim o anda anca aklım başıma geliyor da onu çekip götürüyorum. o kadar kalmaya bile gerek yoktu aslında boşuna strese girdik ama bir an benim de beynim durmuş. sonra ben onu çeke çeke götürüyorum. arkamızdan da nakliyeci abiler geliyorlar. duruyorlar yanımızda; -ne oldu çocuklar? +iftira atıyorlar ya... deyip daha cümleyi bitiremeden höyküre höyküre ağlamaya başlıyorum. en çok içime oturan da anamın babamın adını karıştırmaları. gözleri göre göre iftira attı herif. rezil olan yine biz olduk. o dini araya sokuşturdu diye haksız biz olduk. oysa Allah iftira atanları sevmediğini söylemez mi? hiç mi korkuları yok bu insanların? din bu kadar ucuz bir şey mi? bir insana iftira atabilmek hele ki gerçeği gördüğü halde atabilmek üstüne Allah'tan bahsedebilmek ne oluyor hiç bilmiyorum.
1 note · View note
Photo
Tumblr media
Hikaye şöyle; Sene 2011 Balıkesir Üniversitesi'ne geldim. O zamanlar geçme notu 30. Vizeden 15, finalden 40 alırsan geçiyorsun. Bazı dersler var vizede değil 15, 10 bile almak marifet. Zira sınıf ortalaması 12 anca. İşte üstün başarılılar alıp geçiyor. Tabi benim kalıyordu o zaman da bu dersler. Bir sene böyle geçti. 3 dersim kaldı. Tabi ki yaz okuluna kalmayacaktım. Kalmadım da, şansıma o sene bütünlemeler zorunlu oldu. Hala geçme notu 30 bu arada. Bütünlemelerde kalan bütün derslerimi verdim. Alttan hiç dersim yok, 2. sınıfa geçtim. Süper çalışkanım yani  Sonra 2. sınıf 1.dönem oldu. Geçme notu nasıl olduysa 35'e çekildi. Bir yandan da söylentiler var sınırsız kredi kalkıyormuş falan, filan. Ben zar zor yine birinci dönemden ders bırakmadım. Geçtim olum hepsini. Alttan hala dersim yok. Sonra ikinci dönem geldi. Ulan hepsi makine dersi. Almıyor kafam almıyor bir türlü. Zaten formül ezberlemek mi kalmış? Ezberlemedim. Toplamda 8 ders var, ezberlemedim diye 4'ünden kaldım. Bu arada, ne ara oldu hatırlamıyorum geçme notu 40 oldu. Biz zar zor 20 alıyoruz bazı derslerden ama o geçme notu nasıl olduysa 40. Bir de hocaların bazıları diyor ki; "40 almak sence başarı mıdır Duygu?" E tabi başarı. Ben 20'yi zor almışım sen ne diyon hocam? Tabi o hocanın dersinde ortalama 70 falan olunca, sanıyor ki herkes kendi gibi iyi niyetli. Ayrıca sanıyor ki sınırsız kredi hakkımız var son dönem. Soruyoruz sizde var sınırsız diyor. Ama yok. Ayrıca herkes onun kadar iyi niyetli değil ama anlatamıyorsun ve o geçme notu 40. Ve sınırsız kredi falan yokmuş. Neyse yine de bu şartlarda birinci dönem bir fire verdim yalnızca. Sonra geldik ikinci döneme. Biz ikinci döneme gelirken bir de bütünlemelerde çan eğrisi kuralı kalktı, bütünlemeye kalan öğrenci 45 alırsa DD ile geçiyor. 80 ortalama yaparsa bile AA gelmiyor.  İkinci dönem alttan çok dersim var diye 2 dersimi alamadım. Bir de alttan aldığın derslerde geçme notu 45 oluyormuş, nedense. Geçebilsek zaten geçeriz değil mi sevgili BAÜ? Ama yok. İlla zorlaştıracaklar. Geçme notu 30'ken zor geçilen dersleri 45'e çıkaracaklar. Sonra da ben hiçbirini geçemeyeceğim. Bütünlemelere kalırsan zaten geçme şansın kalmayacak. Yani sonuç olarak günden güne zorlaşan okul şartlarında benim okulum uzadı. Peki okulu uzatan ben miyim, okulun kendisi mi? Ben ömrüm boyunca kullanmayacağım CNC tezgahın bilmem ne tırıvırısını bilemedim diye 1 sene daha burada kalmak zorunda mıyım? Suçlu kim?!
2 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Soma dediğin küçücük bir ilçe. Belki bizim Simav'dan bile küçük. Böyle küçük bir ilçe için 245 (ki daha fazlası henüz çıkarılmadı deniliyor) ölü çok fazladır. Bu demektir ki; her evden bir baba gitti. Bu demektir ki; her ev ölü evi, her yer cenaze. Metropol mantığıyla düşünüp 245 rakamını küçümseyenler bunu da düşünsünler. Orada hayat durdu. Hani Çanakkale savaşında babalar öldü ya, işte öyle. Düşün bak bir sabah uyanıyorsun komşun, baban, amcan, kuzenin... Hepsi ölmüş. Düşün bak. Kaç gün dayanabilirsin bunu düşünmeye? Dayanamazsın üç günden fazla. Oysa şimdi Somadakiler böyle bir ömre merhaba dediler. Üstelik dava vatan değil ekmekti. Ölen işçilerin maaşlarının toplamından fazla ediyor bir adamın taktığı saat. İng bankın günlük cirosu bu toplamdan kat kat fazla. Şimdi hangi silinen kredi borcu, hangi taziye mesajı bu ilçeyi rahatlatabilir ki? Hele bir de üç gün sonra unutacaksak, hangi söz yatıştırabilir o insanları? Allah rahmet eylesin, sorumlular her kimse inşallah Somalıların gözünün önünde bulur cezasını. Dipnot: Somalı değil Somali denilse daha çok tepki çekerdi bir de değil mi?
0 notes
Photo
Tumblr media
"Motorları maviliklere süreceğiz çocuklar..."
0 notes
Photo
Tumblr media Tumblr media
"Eller, hepsi de beşer tane parmaktan, Eller, türlü türlü... Yaşamaktan. "
0 notes
Text
Lan!
Bir şeyler yapasım var ama ne bilmiyorum. Zaman geçmiyor gibi olurken birden bakıyorum ki saat akşamın 9'u olmuş. Yine de sıkılıyorum. Ne yapsam bilemiyorum. Aslında bir şeyler yapmak da içimden gelmiyor gibi. Kitap okudum, dizi izledim, yazı yazdım ne bileyim bir şeyler yapıp yapıp sıkıldım. Olmuyor bir şeyler eksik sanki. İçimde garip bir boşluk var böyle anlatamıyorum. Ortada melankolik olacak bir sebep de yok aslında. Hayatım normal akışında sürüp gidiyor işte. Havadan mı acaba? Yağmurlu serin havaları da severim ama bilemedim ki. Gündüz saçma sapan saatlerde uyudum ondan mı oldu ki? Galiba ondan. Ama uyanalı da çok oldu. Artık normale dönmem lazımdı. Bir yeniliğe mi ihtiyacım var yoksa? Nasıl bir yenilik yapacağım onu da bilmiyorum ki. Canım sıkıldı deyip saç kestirmeye gidebilen insanlardan olmadım hiç. Anca 3 ay falan düşünüp karar veririm ona da. Sadece saç için değil hayatımdaki her hangi bir değişiklik için uzun uzadıya düşünmem gerekir. Odamın şeklini bile düşünmeden değiştirmem yani. Demek ki değişiklik lazım değil. Fakat canımın sıkılmasına da alışkın değilim. Genelde yapacak bir şeyler bulurum. Ama bugün vakit geçmiyor, geçmiyor... 
0 notes
Text
Türkiye'den gitmek.
Bugünkü seçim sonuçlarından sonra yine bu ülkeyi terk etmek isteyen insanlar gördüm. Bir an ben de mi gitsem lan diye düşünmedim değil evet. Sonra burada tanıdığım insanlar aklıma geldi. Gözlerdeki saflık, masumiyet. Birbirimize olan samimiyetimiz. Ben gidersem çok özlerim buraları. Ninelerin beni durdurup "ne okuyon gızım sen, kaçıncı sınıfsın, nerde okuyon gızım, ne olcen gızım..." diye bitmek bilmeyen sorularını, hiç tanımadığım dedelerin bile durup bana öğüt vermelerini, buradaki samimiyeti, herkesin birbirini koruyup kollamasını çok özlerim.
Saf bir milletiz biz. Çay içen insan hiç kötü olur mu deriz. Kötülük yapanların "sehven" yaptıklarına bile inanırız. Biz iyiyiz ya, herkesi öyle sanırız. Bu yüzden bize tepeden bakan, hakaretler saydıran, ölmüşlerimize laf atan insanların bile kötü olacağına ihtimal vermeyiz. Bizi düşündüğünden yapıyor sanarız. Bir sürü kayıtlar falan çıkar mesela ama biz en iyisi odur, ondan öyle yapmışlardır deriz. Daha iyisi olsa yapmazlar mıydı hiç? Hiç kötü yoktur bize göre. O yüzden güvendiğimiz insanlardan asla vazgeçmeyiz. Çünkü biz, bize olan güveni boşa çıkarmamaya çalışırız. Kendimiz böyle iyi niyetli ve masum olduğumuzdan, aklımız hinliğe/cinliğe çalışmadığından başkasının da çalışmıyor diye düşünürüz. 
Ulan harbi harbi çok saf bir milletiz biz. Sırf bu yüzden ben yine bırakıp gidemem buraları.
1 note · View note
Text
Çıkarlarınız.
Bu zamana kadar bir çok kere şu sözleri işittim;
"Üniversite arkadaşlıkları yalan. Çıkarcı herkes. Sen böyle birilerinin hakkını savunuyorsun falan ama bu insanların hiç biri yanında değil. Çıkarlarına göre her şey. Bugün onların yararlanacağı iş yaptın diye yanındalar. Herkes çıkarcı. Herkesin çıkarı var."
Hiç birine de inanmadım. Hep nerede üniversite arkadaşlıkları yalan diyen biri var orada çıkarcının biri var diye düşündüm. Oysa onlar biliyormuş ben değil. 
Çok kez başıma geldiği halde reddettim üstelik. Ben arkadaşlığa inandım. Bir problemim olduğunda yanımda olacaklar sandım. Çünkü ben bir çok kere onların yanında oldum. 
Kendi zararıma olduğunu bile bile bir çok defa sınıfın hakkını savundum hocaların karşısında. Bir kişi bile onaylamadı beni. Bir kişi "Evet hocam haklı. Biz de öyle düşünüyoruz." deseydi yalnız kalmayacaktım. Belki de o arkasından konuşulan hocalar da düşünecekti bir kez olsun. Neyse işte ben hep hakkımızı savundum. Kendi başıma çok belalar açtım falan. Sandım ki bu insanlar benim yanımda. Sandım ki önemli olan arkadaş olmak, önemli olan biziz, biz insanlar.
Öyle değilmiş işte. Arkadaşlık diye bir şey yokmuş burada. Birinin çıkarına ters düştüğün anda, sırt çeviriyorlarmış sana. 
Ben bile yıldım artık. Ben bile arkadaşlığı savunmaktan vazgeçtim. O kadar çok kişiden gördüm ki bunu aslında. Ben de biliyordum ama kabullenmek istemedim. Bugün yüzüme gülenlerin yarın yanımda olmayacağını biliyordum da arkadaşım dedim hepsine.
Neyse olan oldu. Üniversite arkadaşlıkları yalan. Kimse benim yaptığım salaklığı yapıp kendini kandırmasın artık. 
Hazır YGS'ye de az kalmışken, canım liselilerim fazla hayal kurmayın. Buralar hep sörvayvır...
Yine de başarılar size.
0 notes
Text
Özür dilerim çocuklar.
Küçücük, henüz 15 yaşındayken bir çocuk öldürüldü bu ülkenin bağrında ve birileri için çocuğun ölmesinden çok elinde tuttuğu sapan önemli olabilir. Başka birileri için bu çocuk, başka bir çocuktan daha önemsiz olabilir. Diğer birileri için çocuk bunu hak etmiş olabilir. Öbür birileri için çocuk hiç oraya gitmeseydi ölmezdi olabilir. Geri kalanlar için ise o sadece bir çocuk.
Bir annenin göz bebeği, bir babanın canı ciğeri…
Bedeni gaz fişeğini taşıyamayacak kadar küçük bir çocuk.
Tabuttan daha hafif bir çocuk.
Annesinin elinden kayıp düşecek kadar cılız bir çocuk.
Annesinin feryadı yürekleri delecek kadar ölmüş bir çocuk.
Her ne olursa olsun sadece bir çocuk.
  Ne oldu bize, ne yaptılar da böyle olduk bilmiyorum. Eskiden, henüz ben daha çocukken, ölenlerin arkasından konuşmazdık. Güzel anlarını düşünür, arkalarından bir dua bir de tebessüm yollardık. “Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun” derdik. Hatta çocukların sorgusuz sualsiz cennete alınacağını söylerlerdi bana. Ben de öyle inandım hep. Bugün ne değişti bilmiyorum. Ölmüş bir çocuğa nasıl oluyor da böyle çirkin şeyler söylenebiliyor bilmiyorum. Çocuk denildikten sonra söyleyecek sözüm kalmıyor benim. Ne elinde tuttuğu sapan, ne ekmek, ne annesi, ne babası hiçbir şeyi düşünmüyorum başka. Çocuk diyorum yahu çocuk. Adı bile önemli değil. Küçücük bir mezar sadece. Güçsüz, cılız, mini minnacık bir mezar. Vatana mı ihanet etmiş bu çocuk? Cebimizdeki paramızı mı çalmış? Anamıza mı küfretmiş? Babamızı mı öldürmüş de bu kadar suçlu olmuş bir anda? Yoksa tek suçu o an orada olmak mıymış? O an orada ölmek mi?
Bu dünyanın canıdır çocuklar. Dünyanın masum tarafıdır, dengesidir. Atan kalplerimizdir.
Belki Berkin o gün orada gaz fişeğiyle buluşmasaydı annesinden dayak yerdi, neden oradan geçiyorsun sen diye kızardı belki annesi. Babası ceza verirdi, evden çıkmasına izin vermezlerdi. Üzülürdü belki ama yine de hatasını anlamazdı. Çünkü küçücüktü daha. Benim kardeşimden bile daha küçük. Son doğum gününü kutlayamadı bile. Son ekmeğini yiyemedi. Biz çok söyledik, uyan dedik dinlemedi. Uyansaydı evlerine yeniden uğrardı güneş. Berkin’le birlikte son kalan güneş parçaları da gitti o evden ve bu ülkenin üzerindeki son vicdan parçaları da…
Eskiden böyle değildik biz. Eskiden ölen çocuklar hepimizin çocuklarıydı. Bize ne oldu bilmiyorum. Ne oldu sahi vicdanlarımıza? Ölen çocuklar mı aldı götürdü hepsini? Belki o kadar çok çocuk öldü ki bu ülkede, o kadar çok çocuk öldürdük ki bizler, o kadar çok çocuklarımıza sahip çıkmadık ki, dengelerimiz bozuldu. Masumiyetimizi, saflığımızı, iyi niyetimizi öldürdük.
Özür dilerim çocuklar. Bu ülke adına hepinizden özür dilerim. Ölümü hak etmediğiniz halde öldürülebildiğiniz için, öldürüldükten sonra arkanızdan konuşmalarına müdahale edemediğim için, sizin ölümlerinizi kıyaslamaya kalktıkları için özür dilerim.
  *Ben kendimi toplayıp 3-5 satır yazabilene kadar yine birileri öldürüldü. Ölenlerin ne adı, ne görüşleri, ne kimlikleri hiçbir şeyleri önemli değil. Tek fark kimin öldürdüğü o kadar. Her ne olursa olsun, silahı tutan kim olursa olsun bu insanları bizler öldürdük aslında. Bu duruma birden gelmedik. Benim de payım var, sizin de. Allah bizi affetsin. Ölenlere de rahmet eylesin. Ailelerine sabır dilerim. 
0 notes
Photo
Tumblr media
Nasıl savurdular o tekmeleri vicdansızca, böyle güzel gülen bir çocuğa.
Ne güzeldin çocuk. 
Şimdi gülüşüne baktıkça parçalanıyor içlerimiz.
Ama boşuna ölmediniz hiç biriniz. Elbet yanıp biten mumlar daha da aydınlığa taşıyacaktır bu ülkeyi.
0 notes
Text
Sunumlar sunumlar...
Gün geçmiyor ki Duygu bir sunumda cortlamasın. Bugün fark ettim ki yaptığım bütün sunumlarda saçma bir şeyler oldu. Birinci sınıfın ilk sunumunda bile hatta. Böyle hazırlanmışız o kadar, süper anlatacağız, ilk ben anlatıyorum, tek kelime söyledim, hoca "Gitti 50 puan." dedi. Al işte. O günden belliydi işte şanssız olduğum. Söylediğim de tarihsel kelimesiydi bu arada. Türkçe'de -sel -sal eki yokmuş da falan filan. Ben o zaman bu kadar cazgır değildim de hocayı pek takmadan devam etmiştim.
Sonra bu seneki ilk sunumda hoca beğenmedi, bizi de yerin dibine soktu bir güzel. Bütün 3.sınıfların önünde yerden yere vurulduk. Oh oldu bize. Neler neler dedi, sonra ben de dayanamadım cevap verdim. Tartıştık biraz. Daha doğrusu ben kendi kendime tartıştım, o çok sakindi çünkü o sırada. Ama ben nerden bileyim canım kaynak işinin oturarak yapılmadığını. Atölye mi görmüşüm? Torpil bulamadım diye, bir takım şanssızlıklar zinciri yapamadım diye staj yapamamışım. Olamaz mı? Hem o kadar program öğrendik, sunum hazırladık, tez yazdık. İnsan onların hatırına o kadar sert davranmaz, hıh!
Bir de bu dönem bir sunum daha yaptık. Daha doğrusu ben yapamadım. Güzelce öğrenmiştim, biliyordum anlatacağım yeri falan. Zaten toplasan yarım sayfa yoktu. Bir aksiyon olsun sınıfa hareket gelsin diye hadi sınıfça çözelim bu soruyu da dedim. Demez olaydım. Hem beni ciddiye almadılar, eğlendiler. (Gerçi ben bile kendimi almıyorum.) Hem de bir arkadaş "Sen biliyor musun ki bunları?" dedi ben bir soru sorduktan sonra. Ben de hiç beklemiyordum tabi, kaldım öyle. Baya tavşanın gözüne ışık tutunca donar kalırmış ya, öylece kaldım. Çok hunhar kaldım yani. "Bilmesem burada ne işim var!" diyemedim tabi. Çünkü o an bütün kelimeler, harfler, sayılar uçtu beynimden. Bunu arkadaş anlatacak diyebildim tek. Savuşturdum, ben de anlatamadım yani. İşte son cortlamam da böyle oldu. Bu dönem sunum yaptığım iki dersten de kaldım bir de. Bana oh oldu yani.
Bundan sonraki sunumlarımı heyecanla bekliyorum. Ne gibi talihsizlikler sonunda kaç dersten daha kalacağım? Kaç hoca daha beni yerin dibine sokacak acaba?
Heyecanla bekleyiniz...
0 notes
Text
Yepisyeni, gıcır gıcır bir yılımız daha oldu. Şükür geçen sene de ölmedik. O kadar insan öldü bak, biz hâlâ hayattayız. Demek ki umudumuz var.
Hazır yeni yıla girmişken yine planlar yapmaya başlayacağız sanırım hepimiz. Ben de bu yüzden sizi uğraştırmamak için bir plan listesi hazırladım. Buyrun;
-Derslerime düzenli olarak çalışacağım.
-Diyete başlayacağım, sağlıklı besleneceğim, kilo vereceğim.
-Daha sosyal olacağım.
-Daha çok arkadaş edineceğim.
-Hobi edineceğim/hobime daha çok vakit ayıracağım.
-İngilizcemi geliştireceğim.
-Sigarayı bırakacağım.
-Para biriktireceğim.
-Yurt dışına çıkacağım.
-İnternette çok vakit kaybetmeyeceğim.
-Daha çok okuyacağım.
-İzleyemediğim o filmi artık izleyeceğim.
-Daha çok gezip göreceğim, sürekli evde oturmayacağım.
Ve bilimum böyle maddeler işte. Bunlar çok düşünülen şeyler. Arasından seçin kullanın.
Bir de sanırım yıl başı sanki yeni bir başlangıç gibi geliyor hepimize, sanki büyük bir şeyleri değiştirebiliriz gibi. Bir yılı daha eskitmişiz bir şeyler değişmeli ama galiba pek de bir şey fark etmiyor. Mesela şu an 2014 yılında olmak bana garip geliyor biraz, yani 2013'e alışmıştım. Hepimize biraz geliyor sanırım. Yeni bir yıl sonuçta ama 3 gün sonra da 2014'e alışmış olacağız, bu yıl da eskimiş olacak ve bu yaptığımız planlar bir sonraki yılbaşına kadar hatırlanmayacak bile.
İşte bu yüzden bu sene için dileğim; sadece yıl başları değil, bütün günler yeni başlangıçlarımız olsun. Bir karar alırsak hemen o gün başlayabilelim. Hadi Noel Baba 2014 yılında bize bunu getir de bu yılın bir farkı olsun artık. Bekliyoruz bak.
Mutlu yıllar :)
Tumblr media
0 notes
Text
Fotoğraf çekmeyenler, yazı yazmayanlar, yolculuğa çıkmayanlar... Yavaş yavaş ölüyorlar.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
Photo
Tumblr media
Bu kitabı okuyun. Her sayfasında kendimi sorguladım, sistemi ne bileyim çevremi falan sorguladım işte. Her sayfasında kendime bir şeyler çıkardım. Kesinlikle sıkıcı bir dili yok ve bilinenlerin çok ötesinde tespitleri var Eren Erdem'in. Kitabın arka kapak yazısı ise şöyle;
Devrimci Muslumanlar bir suredir hemen herkesin ilgisini çekiyor. İsyan ve İslam şiarıyla 1 Mayıs’a katıldılar; başından itibaren Gezi Direnişinin ön saflarında yer aldılar. Sivas Katliamını lanetlediler; beş yıldızlı otellerde değil TOMA’ların önunde iftar açtılar. Mulk Allah’ındır diyerek abdestli kapitalistleri lanetlediler; İslamın özel mulkiyete bakışını tartışmaya açtılar.
Peki, kim bu Devrimci Muslumanlar? İslama, siyasete, iktidara, insan ilişkilerine ve gundelik hayata bakışları nasıl? Neye dayanarak İslamın devrimci olduğunu söyluyorlar? Ezilenlerin İslam’ı derken neyi kastediyorlar? Neden surekli padişahlardan, sultanlardan değil de yalnız yaşayan ve yalnız ölen Ebu Zerden, Habeş bir köle olan Bilalden bahsediyorlar?
Devrimci Muslumanların önde gelen isimlerinden Eren Erdem, yeni kitabı Devrim Ayetlerinde işte bu soruları yanıtlıyor. Abdestli Kapitalizm, Şeytan Evliyaları ve toplatılması istemiyle dava açılan Nurjuvazi isimli kitaplarıyla bilinen Erdem, Devrim Ayetleri’nde yine ezber bozuyor. Dinin özu eşitlenmektir diyen Erdem din elbisesi giyerek siyaset yapan ya da servet edinenlerin uykularını kaçıracak gerçekleri aktarıyor. Devrim Ayetleri, kulaktan dolma bilgilerle yaşanan ��slam anlayışını tumden dönuşturme iddiasıyla geliyor.
0 notes
Text
Ahiret günü sorulması muhtemel sorular.
Tumblr media
Bize ahiret gününde en çok "Anlam" sorulacak bence.
Kendimiz olarak yaratılmamızın anlamı,
bu dünyanın anlamı,
Kuran'ın anlamı,
hayatın anlamı,
namazın, orucun ve diğer ibadetlerin anlamları.
Önce sorulacak Allah diyecek ki;
"Ben seni sen olarak gönderdim bu dünyaya. Bunun bir anlamı vardı. Sen o anlamı buldun mu? Kendin oldun mu?"
Maalesef bir çoğumuz bu soruya net cevap veremeyeceğiz. Gerçekten kendimiz olabildik mi? Ya da biz kimiz? Neden kendimiz olduk? Kendimiz olarak yaratılmanın hakkını verdik mi? Bu soruların cevapları kaçımızın kafasında net ki, o gün cevap verebilelim.
Sonra Allah diyecek;
"Ben sana namaz kıl dedim, oruç dedim, yardımlaş dedim, ibadet dedim. Sen bunları bazen yapmışsın ama neden bunlar emredildi hiç düşündün mü?"
Sahi kaçımız düşünüyoruz neden diye? Hani her şeyin bir sebebi vardı ya, elbette bu ibadetlerin de bir sebebi var. Peki biz bu sebepler hakkında hiç düşündük mü yoksa ezbere eğilip kalkıp mı kıldık namazımızı?
Sonraki soru ise;
"Kendi yaşadığın dünyayı olsun anladın mı?"
Hani hiç ölmeyecek gibi bu dünya için de çalışacaktık ya, gerçekten anladık mı bir şeyler yoksa yine ezbere mi yaşadık? Ezbere yataktan kalkıp ezbere yatağımıza geri mi döndük?
Sonra Allah ilk ayetini soracak bizlere,
"Oku dedim ilk önce. Neden oku dedim düşündün mü? Ya da gerçekten okudun mu sana gönderdiğim kitabı? Okudun, anladın, çözdün mü Kuran'ı?"
Evet Allah bizlere önce oku dedi. Peki biz ne yaptık? Kulaktan duymadık mı her şeyi? A hocayı B hocayı dinlemedik mi? Onlar bizlere günah dediler kabul ettik, sevap dediler kabul ettik değil mi? Oysa ki Kuran hepimizi kucaklayan evrensel bir kitaptır ve Kuran'da der ki; "Doğruluk bakımından da, adalet bakımından da tastamamdır. O’nun sözlerini değiştirebilecek yoktur." (En’am Suresi, 115)
Yani Kuran tastamamdır ilk başvuru kaynağımız olması gerekir. Oysa şimdi sevap mı günah mı diye Kuran'a değil hocalara başvuruyoruz. Bize sorulacağını düşündüğüm "Anlam" sorularından ne yazık ki çoğumuz kalacağız.
Allah ters köşe yapıp bize ezber değil de yorum sorarsa vay halimize.
Tabi bunlar benim düşüncelerim. 
0 notes
Photo
Tumblr media
Ve tatil ellerimden kayıp gidiyordu. "Neden?" diye soruyordum, "Neden bu kadar hızla gitmek zorundasın?"
Bir gün daha diliyordum sadece. Boş kalabileceğim, akşama kadar pinekleyebileceğim, evden hiç çıkmasam bile olabilecek bir gün daha...
Olmuyordu. Göz göre göre tatil bitiyordu.
Bitmemesi için yapılacak hiçbir şey yoktu.
Bütün tanıdıklar toplu bayram mesajları atmayı bitirmişlerdi. Telefonum yine o eski suskun, mesaj almayan haline dönmüştü.
Et muhabbetleri yavaş yavaş bitiyordu. Kimse et yemekten bıktığından bile bahsetmiyordu artık. Bayram bitmişti, tatil gitmişti.
Yine o eski yoğun hayatlarımıza geri dönüyorduk.
Akrabalar birer birer uzaklaşıp evlerine dönüyorlardı.
Allah'ım yine tatil bitiyordu.
Dayanmak zorundaydık. Bir kez daha tatilin bitişini görmeye dayanmalı ve hayatlarımıza devam etmek zorundaydık.
Artık "Kurban vahşettir." tartışmaları, "Ayh çok et yedim." nidaları, 
"İşkembe temizlemese çok hoş kız aslında" esprileri yoktu. Bitmişti artık kabul etmeliydik.
Bitmişti...
1 note · View note
Text
Tumblr media
Bir günde nasıl her şey kaybedilirmiş öğrendim. O yüzden şimdi ismimden başka hiçbir şeye sahip değilim. Anılarına bile sahip çıkamayan bir adamım ben. Hiçbir şeyi olmayan. Hiçbir şeyi hak etmeyen. İsminden başka hiçbir şeyin sorumluluğunu alamayan, anıları bile olmayan 23 yaşında ama 2 yıldır yaşayan bir adam.
1 note · View note