Tumgik
#ve artık fark ettim ki daha fazla yaşamak istemiyorum
uzaklarasavrulalim · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bugünlerden
5 notes · View notes
iyikivarsin · 1 year
Text
Tumblr media
Ve ben günlerce düşündüm sana ne alabilirim, ne diyebilirim; nasıl etkilerim diye sonra böyle  aklıma ne gelirse yazmaya karar verdim ki bu daha samimi geldi bana. Gerçi seni düşünürken bile nefesim ritmini değiştirirken, sana yazmak çok zor. Tıkanıveriyorum yazarken. Bugün senin doğum günün sevdiğim
bugün gidip annene böyle kocaman sarılasım var, iyi ki dünyaya senin gibi birini getirdi diye Bana  birine güvenmeyi, birini kendinden çok sevebilmeyi, dünyada hala aşk diye bir şeyin var olduğunu öğrettin. Bugün aslında bu yüzden özel benim için. Ve ben  fazla mutluyum bugün. Seni severek uyandığım her sabah nasıl gülümsüyorsam gözümü açtığım an, işte öyle safça bir gülümsemeyle nefes alıyorum şu an. Bir “insan” nasıl olur da bir günü böyle anlamlı kılar, nasıl kalbimi yerinden oynatır bilmiyorum. Fakat tatmadığım bir huzuru yaşıyorum artık. Sevdiğim, çok iyi yazamam ama çok iyi severim.. ve ben sadece seni severim, seni de en iyi ben severim zaten. Bugün senin doğum günün sevdiceğim
Bugün senin doğum günün forever my soul mate ve ben “seni seviyorum” cümlesinin, duygularımı ifade etmekte yetersiz kaldığı için senden özür dilerim
Sen benim umudum, yarınlarım, paylaşacağım güzel anılarımsın..
Sen benim en güzel günlerim, 
en guzel saatlerim, 
en güzel dakikalarım, 
en güzel saniyelerimsin. 
varlığın yaşıyor olmamın tek sebebi, senden önce ölmeyi, dünyaya veda etmeyi her şeyden çok istiyordum.
 ve şimdi tek dileğim kalan tüm ömrümü seninle yaşamak.
çünkü cennetin gözlerinden daha güzel kokundan daha güvenli sesinden daha huzurlu olabilme ihtimali yok. sen benimleyken benim ölebilme ihtimalim olmadığı gibi. beni yaşatan bana hayat veren sensin çünkü. 
Ailem, evim, çocukluğum sensin. tek istediğim seni mutlu edebilmek, seninle bir hayatı paylaşabilmek ve sonsuza kadar kollarının arasında yaşayabilmek. 
şimdi fark ettim, ben ilk defa yaşlanmak istiyorum, seninle, yanında yaşlanmak, saçlarım seninle beyazlasın istiyorum mesela, yüzüm falan kırışsın ama sen yine güzelim diye sev beni istiyorum. Her gece uyumadan, saçlarıma değsin ellerin, kokun burnumda uyuyayım istiyorum, sesin hep kulaklarımda olsun, arada kavga edelim ama hep beraber olalım ve sarılalım istiyorum, bir evimiz olsun evimde evimleyim diyebileyim istiyorum 
arada çocukluğumuza dönelim birbirimizi büyütelim ama hiç büyümeyelim istiyorum, her yaşta seni seveyim istiyorum, ben seni hayatımın her anında her şeyden çok isteyecek kadar çok seviyorum. 
hep sarıl, hep geçsin, hep sen öpünce geçsin.  
 ben hep sana bu kadar, bundan daha fazla güveneyim, sen de hep yanımda ol istiyorum. nolur güvenelim birbirimize, her şeyden çok güvenelim, kırmayalım güvenlerimizi, birbirimizi. 
özür dilerim.. doğum günü mesajı olmalıydı bu, ben sanırım biraz değiştirdim konuyu. 
nerde kalmıştımmm. hehh buldum.. 
bugün sevdiğim adamın, doğum günüü
yanında olacağım ve hayatının kalan her gününde de sen istediğin sürece yanında kalacağım. istemesen de kalırım orası ayrı bir konu tabii.. 
bugün benim için dünyadaki ennn enn enn özel 2. gün
 çünküü benim canım sevgilimin, hayatımın, birtanemin, aşkımın, bebeğimin, canımın içinin doğum günü.
1.sini de söylemeyeceğim işte. Çatla meraktan.
 şaka şaka 1.si ne diye düşündüğünü duyar gibiyim nolucakk gorilimi tanıdığım gün tabi kiiii İyi ki doğdun bitanem iyi ki varsın ve iyi ki sayende nefes alıyorum. saye de gölge demek bu arada. minik bilgiler de sıkıştırayım  
Romantik olmak istemiyorum çünkü çok gül de gamzelerin çıksın böyle yer yapsın yanaklarında istiyorum çünkü sen sinirlenince gamzelerini çok özlüyorum bide sinirlenince çok korkunç oluyosun işte.  
Vee ciddilesme vakti. Mut, seni her gün aynı aşkla ve her gün bir öncekiden çok çok çok daha büyük bir sevgiyle seviyorum ve her gün diyorum ki bundan daha çok sevemem ama sen o kadar güzelsin kii bakıyorsun ki sevgim kalbimden, bedenimden, ruhumdan taşıyor ve heeer gün daha da çok seviyorum, bunun nasıl oldugu hakkında da bi fikrim yok bence büyü yaptın bana da neyyse.. 
Varlığın için şükretmem gereken yeni bir güne daha girdik şimdi.. doğum günün kutlu olsun sevgidiğimm yeni yaşında o güzel gamzelerin yanaklarından, haşmetin, ailen yanından hic eksik olmasın. Seni her şeyden, herkesten çok seviyorum, iyi ki varsın, iyi ki hayatımdasın, iyi ki doğdun bitanem.
her zaman yanındayım inannn seni seviyorumm mutlu olma sebebimmm
ve ben bugün aslında seninle doğdum sevdiğim.
Doğum günümüz kutlu olsun.
1 note · View note
ixitories · 2 years
Text
Tumblr media
gelin size hikayemizi anlatayım..
ben kollarındayken pek mutlu gözüken bu kirpi kafayı mezarlığın yakınlarında ilk gördüğümde mavi gözleri hem yıkımın hem özgürlüğün habercisi gibi parıldıyordu karanlığın içinde! ve yemin ederim onu ilk gördüğüm anda elindeki bıçağı bana doğru tutuyordu. önce gözleri sonra bıçağı fark etmiştim ama bir an bile korkmadığımı hatırlıyorum.
onu, her kimse (?) biliyordum ki üzerime gönderen işbilmez bir kaç tanrı paçavrasından biriydi. kendisinin de haberi olmadığına bahse girerdim. bugünlerde pek çok tanrıyı sinirlendirdim. aramızdaki kurban, eli bıçaklı bu masum herifti.
bir kaç adım attım ileriye, o anda titreyen sesiyle -hey! çantanı yere bırak ve arkanı dönüp ilerle.. diye bağırdı.
sadece güldüm, -demek seni "Para" olacak bacaksız gönderdi he. ahahssh aptal çocuk. kendini efendimiz sanıyor. oysa ona söylemiştim, açlık ve kıskançlık olmazsa bu gezegende kendisine inanacak bir tek insan bulamaz. çekil yolumdan.
-ne? ne zırvalıyorsun hayır paranı istemiyorum! (hadi bakalım, öyleyse çantamı neden istemişti ki? ) çantanda bana ait bir şey var.
-bu ahmakça fikre nereden kapıldın kirpi kafa?
-benimle alay etme! hem sana son kez söylüyorum çok bilmiş kız canını seviyorsan çantanı bırak ve uzaklaş!
-çok beklersin kirpi kafa..
bir an durdu ve yutkundu, o anda mevzuuların sandığımdan daha karmaşık olabileceğini fark ettim. söze ben girdim;
-hadi söyle, ne istiyorsun? belki bir şey verebilirim sana, ne bileyim reddetmek istediğin bir gerçeği yüzüne vurabilirim. ama harbiden yorgunum, kısa keselim. eve gidip bir duş almak istiyorum üstelik kedilerim beni bekliyor.
-ne ?? ne diyorsun !! sen deli falan mısın?? şu boktan çantayı bırak ve uza!
-seninle işimiz olduğu belli..
-bak uzun zaman önce bir kalem kaybettim. ve o kalemi yitirdiğimden beri tek kelime yazamıyorum. kafama asit dökülüyor gibi oluyor bir kağıda yaklaştığımda. kederimden kendimi kaybettim, sürekli içiyorum.. görüyor musun şurada bir şişe viski sour var. onu evde kendim yaptım ve onun gibi iki tanesini de devirdim.
ahshaha :) su katılmamış bir manyak.. ve bu belki de İlham'ın işi. ama hikayesi çok komik değil mi? kalemini kaybetmiş ve evet kendine viski sour hazırlayacak kadar şımarık.
-aahshshs, eEee? o kalemin bende olduğunu nereden çıkardın?
-az önce bir kadın yanıma geldi ve ben şu mezarın başında demlenirken bir anda senden bahsetti! kalemi biliyordu ve tüm olanları hatta senin buradan geçeceğini.. kalemi ver ve hiçbir şey olmamış gibi yollarımıza gidelim!
nasıl bir manyak içmek için mezarlığı seçer ki? sanki düşüncelerimi duymuş gibi;
-şey.. mezarlıkta içerken kendimi güvende hissediyorum ve mezar taşlarına bakıp, ölmüş bu insanların hikayelerini düşünüyorum, ilham bulmak için!
-ahh evet endişelenme dostum! ilham seni bulmuş olmalı.
-hayır (!) hayır ne yaparsam yapayım yazamıyorum. kalem; kalemim, onu bana geri ver.. lütfen.. ben, ben onsuz bir hiçim.
-sana bir şey söyleyeyim evet, sen bir hiçsin! çok sevdiğin kalemini nasıl kaybettin bilmek istemiyorum.. ama çantamda kalem falan yok. tahmin et ne? ben telefon kullanıyorum seni demode varlık! üstelik mezarlıkta bir anda ilham geliyor, bir bıçağın var ve kim bilir ne zaman kaybettiğin kalemin oradan geçen herhangi bir kadında olduğunu düşünüyorsun öyle mi?
-hey sen neden buradan geçiyorsun ki?!
-çünkü bazılarımız daha az kira ödemek için mezarlıklara bakan bir evde yaşamak zorunda kirpi kafa!
-şey, o kadın ve bu bıçak her şey bir anda..
-şŞshh sus lütfen, gecenin sessizliğini yeterince kirlettin! İlham'ın kendisine de söylediğim gibi yalnız zavallılar ve beceriksizler ona inanır.. zaten şu an bu nedenle buradasın. üstelik kalem bir araçtan daha fazlası değil, sen kelimelerini yitirmişsin.. senin için anlamlı bir şeye zarar vermişsin. git ve ondan af dile.. belki tekrar yazabilirsin..
o anda diz çöktü ve bir çocuk gibi ağlamaya başladı.. çok fazla acı çekiyordu, ona yaklaştım.
-nasıl bilebilirsin! onu çok özlüyorum. ama artık onunla konuşamam, ölülerle konuşamıyorum. ve son nefesini verirken o, ben yanında bile değildim.
işte tüm gizem açığa doğru süzülüyordu. ona garip bir şekilde şefkat duymaya başladım. saçlarına dokundum ve sonra gözlerindeki çağrı.. eğilip onu öptüm. elbette daha fazlası olmazdı. zayıf durumdaki bir erkekten faydalanacak değilim..
öylece uzandık ona içkisini verdim ve bana kaybettiği varlıkla yaşadıkları güzel günlerden bahsetti.. onu dinledim.. o an fark ettim ki işin içinde ölüm de vardı. tüm tanrıların içinde en sinir bozucu piç!
işte kirpi kafayla bu mezar taşındaki hikayemiz.. sadece nasıl oluyor da taşın üzerinde 'biz' yazdığını daha önce fark etmedim.
eğer bu mevzuuya ölüm de girdiyse sandığımdan çok daha derin bir bok çukurunda olabilirim.
--
sanatçı - Simon Bisley
hikayeci - ixi
2 notes · View notes
Text
Şu hesabı açma sebebim içimdekileri bir yere dökebilmekti. Ama bu zamana kadar hep gene ve gene başkalarını düşündüğümden tam olarak yazamadım. Fark ettim ki ben gerçekten yoruldum. Ben neden birileri düşüncelerimden etkilenir mi diye düşünüp yaşamak istemediğimi söyleyemiyorum, ne var yani artık şu doğru düzgün yaşayamadığım hayatima daha fazla tutunmak istemiyorum desem nolucak ki. Ben o kadar bunaldım ki olduğum durumdan, artık boğazımdaki düğüm bana nefes aldırmıyor ya nefes bile alamiyorum
9 notes · View notes
karincakarakedi · 3 years
Text
Neler oldu, neler bitti?
Son 2 ayı düşününce çok fazla şey oldu. Yeni adımları, yeni sonlar kovaladı.. Döngüye birkaç madde daha eklendi kısacası..
Sonunda yılın en sevdiğim aylarından biri geldi. Aralık.
Bu ayı sevmek için birkaç sebebim var. Biri yılın son ayı olması, böylece yıl içindeki kendimi tartma fırsatı oluşturuyorum. Bu yıl neler kazandım, neler kaybettim. Neler yaşadım..
İkinci sebebim kar kokusu. Yağmasa bile bazen buruna çalınan o kar kokusu bana huzur veriyor..
Üçüncü sebebim Mnet Music Ödülleri * _ * Sevdiğim grupların en sevdiğim performanslarını izleyebiliyorum. Birkaç müzik ödülü daha var. Geçenlerde MMA da vardı. Özellikle IU'nun sahnedeki doğallığını izlemek çok hoştu, onu uzun yıllar sahnede görmek isterim. Umarım yakın zamanda emeklilik düşünmez. Dizileri de hoştur * _ *
youtube
Dördüncü sebebim ise Christmas bayramı.. İnançlarımızdan ötürü ailemizde kutlanan bir bayram. Ağacı hazırlamak, sofrayı düzenlemek, kilisede dualara katılmak (her ne kadar pandemiden ötürü gidemesek de) bana iyi hissettiren şeylerden biri * _ *
Beşinci bir sebebim yok sanırım ama genel olarak Aralık'ı seviyorum. Bu yıl pek-çok tecrübe kazandım. Ama tüm yılı değil de bugün sadece son iki ayı özetleyeceğim.
Öncelikle kalbimde çok değerli olan biriyle yollarımız gerçekten bir araya geldi.. Geldiği gibi ise ap-ayrı yollara gitti. Bu tam olarak bir tarafın suçu değildi, sadece hisler karmaşık şeylerdir. Sizce de öyle değil mi?
Bu olayın üzerine düşününce..
Şu hayatta hedeflerimi ve ailemin mutluluğunu, kendi mutluluğumu şu an bencilce de olsa her şeyden önde tuttuğumu fark ettim. Aldığım ders ise, birilerinin gönlünü hoş etmek için sırf alınmasın diye kendimi başkası gibi göstermemek oldu. Hiç yalan söylememiş olsam da, birinin kafasının içindeki kendim şekillenirken benim de payım vardı. Elbette karşı tarafla da ilgili.
Azıcık çatlak olan, kendi özgürlüğüne fazla düşkün olan, çelişkili ve sakar, özel hayatında bazen kaba konuşan, anlamsız şeylerle kendi kendine dalga geçebilen, hedefleri için çalışmaktan bayılmayı bile göze almış olan kendimi keşke daha iyi ifade edebilseydim ve keşke kendim de fark etmiş olsaydım. Pişman olduğumdan değil, kalbim bir kenarda dursun, bana bir arkadaşa mal oldu..
Ona hiç yalan söylememiş ben, kendime yalan söyledim sonuçta.. Kocaman bir sevgi, büyük bir destek, büyük bir değer hissetsem de, hissettirememiş olsam da, o değeri versem de..
Şu an en çok istediğim şey.. Kendi özgürlüğümü yaşamak. Birinin hayatına uyum sağlayıp bu şekilde iyi olacağımı kendime söylemek istemiyorum.
Kimsenin hayatına öylece uyum sağlayamayacağımı biliyorum. Bahanem yok, benim bencil yanlarımdan biri de budur belki... Ah ah~
Kendime daha dürüst olup, kendim gibi yaşamam gerektiğini biliyorum.
Hatamı bildiğim içinse kendimi haklı çıkartacak hiçbir bahane yazmıyorum bunun yerine bunu günlüğüme not ediyorum sadece~
Bunun dışında bu duygu karmaşası içerisinde Vizeler geldi-geçti. Beyni kare arkadaşım Z uzuun uzuun çalıştığımız ama emeğimizin karşılığını alamadığımız Vizeler.
Eh emeğimizin karşılığını zaten beklemiyorduk. Biz mezun olalım yeter diyoruz artık :')
Açıköğretim seçerken okulları iyi araştırın bazıları pişmanlıktır :')
İyi şeyler de oldu elbette..
Dans konusunda ve esneklik konusunda ne kadar geliştiğimi fark ettim. Ayrıca dansımı sevdiklerime ifade edince, yüzlerinde olan mutluluk hissi beni gerçekten gaza getiriyor. Birilerini en sevdiğim şeylerden biri ile mutlu etmek harika bir duygu. Ama bu mutluluk "mutlu edeyim diye kendimi zorlayayım" düşüncesinden gelmeyen, içten gelen duygularla oluşmuş olan sonuçlardan gelen bir mutluluk.. Yazarken de böyle hissediyorum <3
Demişken Sokak Kedisi'nin kapağını sonunda güncelledim ve geçen gün yeni bir bölüm paylaştım. Ki bundan söz etmiştim~ Sonunda o meşhur 33. bölümün bir kısmını paylaşabildim :') İkinci kısmı da bu hafta gelir belki..
Ayrıca bu iki ayda, Lavinia'mın, F'min ve R'min ne kadar değerli olduğunu kendime daha sık söyledim. -Z hanım sizi unutmuyorum- Sadece iyi ki yanımdalar. Beni dengesiz benken bile seviyorlar. Başarısız olsam bile yadırgamıyor, benden bir şey beklemek yerine beni destekliyorlar. Hayatıma dokunmuyor, beni böyle seviyorlar. Yoldan çıkarsam elbette bir dürtüyorlar ama beni değiştirmeye çalışmıyorlar. Ben de aynı şekilde onlara karşı, onlar gibiyim. Bana karşı böyle davrandıkları için değil, içimden geldiği için. İşsiz de olsalar, başarılı da olsalar onlar onlarlar. Ki bu kişiler çok uzun yıllardır yanımdalar. Böyle arkadaşlar edinmek bir lütuf gibi~ Aman nazar değmesin~
Bunun dışında bu ay bir günümü kendime ayırdım. Sinemaya gittim. My Hero Academia animesinin yeni bir filmi ülkemizde vizyona girince kaçırmak istemedim. Aslında filmin yapısı, ilerleyişi çok klasikti. Sonu da öngörülürdü ama Rody adlı karakter benim açımdan filmin rengi olmuştu. Sevdiğim bir karakterdi, özellikle özgünlüğü <3 Filmi öyle övüp övüp bitiremem ama yermem de.. Sevdiğim karakterlerin kahramanlık hikayelerine bir yenisinin daha eklendiği, kendimle vakit geçirdiğim bir zamandı sadece. Bazen izlediğim şeylere çok takılmak yerine andan keyif almayı tercih ediyorum..
youtube
Bu arada kendimle vakit geçirmek derken hem mecazi anlamda hem de gerçek anlamda diyorum bunu. Fırtınalı bir günde gittiğimden ve film seansları sebebi ile salonda sadece ben vardım xD
Bu arada bence bir anime filminin seansları öğlen 12 ve 14.30 olmamalı.. Sonuçta izleyici kitlesinin ya okulda ya da benim gibi yetişkin bir anime sever ise işte olabileceği hesaba katılmalı. Ben işsiz biri olduğumdan (xD) gidebildim. Ve biletler.. Bilet fiyatlarına hiç girmeyeceğim :')
Bir dahaki sefere hava durumunu hesaba katacağım..
O gün gerçekten kötü şeyler olmuş :/
Tumblr media
~Bu da anı olsun..~
Bunun dışında kendi başıma dışarı çıkmayalı uzun zaman olmuş.. Farklı bir deneyimdi, özlemişim. Bir noktada kendi başıma olmayı seviyorum.. Elbette arkadaşlarımı da seviyorum ama yalnızken de kendime yetebildiğimi bilmek ~maddi olarak şu an en azından mesleğim var işim olmasa da o yüzden bir şey diyemem ama manevi olarak diyorum~ beni rahatlatan bir şey.
Tumblr media
Son günlerde ise vaktim finallere çalışarak geçiyor.. Özet notlar bulup onları okuyorum.. Kendi notlarımı okuyorum.. Tekrar spor yapmaya alışmaya çalışıyorum. 1 haftalık bunalımdan sonra biraz zor olsa da ;) Yakında tekrar dans edebilmek isterim..
Elimizden geleni yapıyoruz bu haftalarda da~
Bir an önce Japonca'ya dönmek için sabırsızlanıyorum.
Ayrıca Not Me (Tayland Dizisi) adlı bir diziyi bekliyorum bu aralar. Herkese hitap etmeyebilecek bir dizi olacak gibi ancak benim için 1 yıldır beklediğim oyuncularını kaliteli bulduğum bir dizi.. Senaryosu, oyunculuğu ile sınırlarını aşacakları bir dizi olacağına inanıyorum ama bakalım. Ben dizi film yorumcusu değilim hehe~
OST olarak bu harika şarkıyı kullanmışlar * _ *
youtube
Böylece 2 ay boyunca kafamda topladığım düşüncelerden bazılarını bıraktım buraya..
Böylece bir gün daha sona erdi~
~Anka
3 notes · View notes
kapanakisilmisruh · 3 years
Text
umut... yok
13 mayıs 2020 çarşamba
118. Gün
Merhaba;
Açıkçası klavyenin başına geçerken ne yazmam gerektiği hakkında o kadar çok düşündüm ki...
Sanırım insan çok dürüst olması gerektiğinde planlayamıyor söyleyeceklerini.
Sahi sana kullandığım ilk kelime neydi?
Hatırlamıyorum ki...
Aklımda tutamayacağım kadar mı önemsizdi?
Büyük ihtimalle ilk defa bir merhaba ile girdim hayatına...
'Merhaba ben Elif...'
Anılarım çok bulanık ama tanıyorum kendimi, muhtemelen böyle gerçekleşti...
Bir merhaba ile hayatına girdiğimden sanırım, planladığım tek kelime bundan ibaretti.
Merhaba ile başlayan bir dolu sözcükle veda ediyorum şimdi...
Şaşırdığını zannetmiyorum, muhtemelen bekliyordun.
Sen de biliyorsun,
Sana hiç yalan söylemedim, seni hiç aldatmadım ama abarttım.
Çok abarttım sevgili...
Biz şairlerin en büyük özelliği ne bilir misin?
Havalı sözcüklerle beylik laflar edip, kalbe dokunacak mısralar yazmak.
Basitçe yazılan 'seni özledim' yada herkesin diline pelesenk olmuş 'seni seviyorum' cümlesi asla tatmin edemez bizi
Beni etmedi.
Seni düşünerek 50 küsür şiir yazdım
Hatta sana yazdığım son satırlar bu veda mektubundan ibaret belki
Bil ki, yanında olduğum da her şey çok güzeldi
Kırık bir kızdım ve hayatıma aniden girdin
ama bana hiç düşünme fırsatı vermedin.
Ben sadece, sadece sevmek istedim.
Benim sevgime değecek birini deli gibi sevmek...
Yine de aşka hiç inanmadım biliyor musun?
Ama dedim ki, eğer aşk varsa sadece bu adam sayesinde uğrar bana.
Düşünceli, sevecen, benim için her şeyi göze alan, beni hak etmediğimden fazla seven...
Maalesef ki uğramadı sevgili...
Aşkın olmadığına gerçek manada eminim şimdi.
Hayatımda olduğun an her şey çok güzeldi
Benimle ilgilenen her şeyimi konuşabileceğim bir arkadaş edinmiştim.
Seni çok sevdim.
Ama şiirlerimdeki gibi değil...
Seni büyük bir arzuyla değil, büyük bir şefkatle sevdim,
Sana karşı hiç tutku hissetmedim, içimde sana dair olan tek şey merhametti
Sende bende bunu sevdin zaten, biliyorum.
Biraz uzak kalınca çok özledim seni,
Hatırlıyorum da o altı gün sanırsın altı asır gibi gelmişti
Ama senden çok uzak kalınca, işte o zaman anladım kendi hislerimi
Alışkanlığımdan kurtulmutum.
Anladım ki kendi hayalimde yarattığım arzularımı şiirlerime doldurmuşum.
Oysa, sen benim güvendiğim limandın!
Kıyına rahatça yaklaşabilir, kavgasız gürültüsüz sakin ve mutlu bir hayat sürebilirdim
Bu beni en çok etkileyen şeydi ama bir şeyler sürekli eksikti...
Sana hep dedim, bana sevmeyi öğret dedim
Ben bilmiyorum dedim
Niye öğrenemedim?
Seni, değer verdiğim biri gibi sevdim,
Senden hoşlandığımı zannediyordum ama bu hoşlantının boyutu korkutuyordu beni.
Çokluğundan değil, azlığından korktum hep.
Sokakta aniden gördüğüm çok yakışıklı bir adamdan nasıl hoşlanırsam öyle hoşlanıyordum senden.
Birbirini tanımayan her erkek ve kadın arasında oluşabilecek bir kimya kadardı sana olan heyecanlı hislerim.
Sana çok değer verdim ve çok sevdim ama romantik bir manada değil
Çok düşündüm.
Senden uzakta kaldığım ikinci aydayım, daha bir ay dolmadan seni gerçekten sevemediğimi anladım.
Ne yapacağım bilmiyorum, ne yapmalıyım bilmiyorum.
İçimde gram heyecan yok artık
Sadece yanına gelince her şeyin düzelmesini umuyorum.
Yalnızlık aklımı başıma getirdi
Kendi hislerimi algılayamadığımdan etrafımdan sürekli yardım istedim.
Arkadaşıma , "ona aşık olduğunu nasıl anladın" dedim sevgilisi için.
"Kendi duygularından, sevdiğinden nasıl eminsin?" dedim.
Bu ömrüm boyunca sürekli kendime sorduğum bir soru oldu çünkü.
Asla tam olarak nasıl sevilir bilemedim
İnsan insanı nasıl sever çözemedim.
Bana ne dedi biliyor musun?
'mesela, yokluğunu düşünüyorum. Onsuz bir hayat canımı o kadar yakıyor ki dayanamıyorum. Yokluğunu düşünmeye bile katlanamıyorum'
Anlamam için onca ipucu varken asıl o zaman dank etti.
Sensiz hayat çok kolay olurdu.
Savaşmam gerekmezdi, merak etmem gerekmezdi, kendimle ilgili rapor vermem veya aileme seni kanıtlamam gerekmezdi.
Sevmediğim özelliklerine göz yummam gerekmezdi.
Yokluğun o kadar kolay geldi ki gözüme, aslında bu olaydan ne kadar sıkıldığımı fark ettim
Seni, nasıl sevdiğimi anlayabildim.
Seninle argolu konuştuğumda yada yanında küfür ettiğimde, ben arkadaşın değilim, benimleyken böyle konuşma derdin.
Bunu çok, bir çok kere söyledin.
Anladım ki, ben seni arkadaşımdan daha öte de düşünemedim.
Aynı evi paylaşabileceğim, ilgili, fedakâr, güvenli, huzurlu olabileceğim, doya doya eğlenebileceğim bir arkadaş...
Özür dilerim
Benim için asla daha fazla bir mana ifade edemedin
Sana defalarca kez bana sevmeyi öğret dedim
Ama bunu sen de öğretemedin
İster ilahi adalet de, ister evrenin karması fark etmez, günün birinde seni reddettiğim için öküzün birine tutulacağım muhtemelen.
Asla istemediğim birine,
Babam gibi birine aşık olacağım belki de.
Peki daha mutlu olacak mıyım?
Biliyor musun, seninle yaşayacağım huzurlu hayattansa, kavgayla gürültüyle ama tüm kalbimle sevebileceğim, çoğu zaman ağlayıp üzüleceğim bir hayat daha cazip geliyor.
Klasik sorudur, sevmek mi sevilmek mi deler
Şair sevildiğinden asla emin olamazsın ama sevdiğinden emin olursun demiş.
O yüzden sevmeyi tercih etmiş.
Ben, ben aşk ile gelen acının bile garip bir haz taşıdığını düşünüyorum.
Ben karşımdaki adamın kusurlu özelliklerini görmezden gelmek istemiyorum.
Ben o özellikleri hiç görmemek ve bana kusursuzmuş gibi gelmesini istiyorum.
Aşkımdan gözlerim kör olsun, aklımda tek bir soru işareti kalmasın istiyorum.
Beynimle düşünmeyi bırakmak, artık kalbimi dinlemek istiyorum.
Tozpembe gözlükleri bir kez olsun takıp, enini sonunu düşünmeden sadece yaşamak istiyorum.
Ben ne kadar itilirsem itileyim yine de o kişinin yanına gelecek kadar çok sevmek istiyorum.
Ben sevmek istiyorum!
Bunları hissedeceğim kişi sen ol istedim
100 küsür gün geçti sevgilim, sevemedim
Üzgünüm beceremedim.
Aslında bu mektubu seni bırakırsam neleri kaybedeceğimi anlamak için yazmıştım.
Şu an seni bırakmayarak nelerden vazgeçtiğimin farkına vardım.
Seni üzmek yapmak isteyeceğim son şey
Dediğim gibi aşık olmak istiyorum ama aşkın varlığına da inanmıyorum.
Bundan dolayı konuyu kadere bırakmaya karar verdim
Eğer aşık olursam, senin yanında kalmak için hiç bir sebebim kalmaz.
Eğer olamazsam hep istediğim mutlu huzurlu ve eğlenceli hayata kavuşurum.
Sonuçta her şeyini bilen bir arkadaşınla koca bir ömür geçirmekten daha iyi ne olabilir ki?
Umarım bu mektubu sana vermeme gerek kalmaz demeyeceğim.
Bencil olmayı çok önceden öğrendim.
Tüm kalbimle bu mektubu sana vermeyi diliyorum.
Tüm kalbimle aşık olmayı diliyorum
Bencil olduğum için affet beni...
Bundan sonra senin için yapabileceğim tek şey, kararım bu kadar kesinken bile, seni üzmemek için bu durumu gittiği yere kadar götürmek olabilir.
Seni üzmeden yanında kalmayı becerebilirsem tabii.
Şu saatten sonra sana aşık olabileceğimi de zannetmiyorum gerçi
Yine de umut işte
Belki bir gün umduğum gibi severim seni...
11 notes · View notes
Photo
Tumblr media
Sevgili Tumblr. Seni çok ihmal ettim biliyorum. Kaç yıl oldu dertleşmeyeli. Biliyor musun ben çok değiştim. Buraya dönüp baktığımda vay amına koyim bunları ben mi yazdım diyecek kadar hem de. İnsan gerçekten de bir kaç kez karakter değiştiriyormuş. Ne isen o olarak kalamıyorsun buna izin vermiyorlar. Kendini koruyabilmek adına değerlerinden vazgeçmek, karakterini değiştirmek zorunda kalıyorsun.  Yıllar önce sana bir şey anlatmaya çalışmıştım sözlü iletişim ile alakalı. Doğru sözcükleri bulamamak, kendimizi ifade edememek vb. şeylerdi belki hatırlarsın. Yine aynı çıkmazdayım biliyor musun? Ben A diyorum onlar 5 anlıyorlar. Ben elma yiyorum onlar armut görüyorlar. Peki problem ben de mi, onlarda mı ? Yoksa ortada bir problem yok da iletişim şeklimizde mi bir yanlışlık var bilemedim.
Bazı şeyleri sözlü olarak anlatmak çok zor. Sen istemiyorum ama bilmiyorum, beceremiyorum dersin. Onlar istemiyorsun, işine gelmiyor sanarlar. Sen zamana ihtiyacım var öğreneceğim dersin. Onlar sallıyorsun sanarlar. Hiç bir zaman karşılıklı olarak anlaşmayı beceremezsin. Bunun için ne kadar çaba sarf etse de iki taraf, bir türlü beceremezler, anlaşamazlar.
Üzgünüm bir kaç gündür, kendimi doğru anlatamadığım için üzgünüm, insanlar beni yanlış tanıdığı için üzgünüm. Hayal kuramadığım, kursam da gerçekleştiremediğim için üzgünüm. Beceremedim, zamanım yetmedi yetiştiremedim bazı şeyleri. Daha önce de söylemiştim geriden geliyorum ya ben. 
Artık yavaş yavaş çevremde olup bitenler zoruma gitmeye başladı. Gerçi bir ara öğrenir gibi oldum tam tutunmayı öğreniyordum ki bu sefer de ipi tutanın gücü yetmedi. 
Bir aile kurmak, dost edinmek, dürüst olmak, insan olmak, anne ve baba kavramları vb. yeni yeni bunların üzerinde düşünmeye başladım istemsizce uzuun bir rüyadan uyanmışım gibi. Fakat olmaması gereken şeyler, olmaması gereken zamanda gerçekleşince horoz yine vakitsiz öttü..
Hayatımda biri vardı çok uzun süredir. Kalbini kırdım, kalbim kırıldı. Çok sevdiğim günler de oldu, çok kızdığımda. Yetiremedim ama biliyor musun? Kendimi doğru şekilde anlatmayı beceremedim. Şimdi dönüp baktığımda bana olduğumdan ve hissettiğimden çok daha farklı bir adam tarif ettiğini görünce zoruma gitti. Anlatamadım ki birlikte adım atmalıyız. Ben kadar seninde Sen olman gerekiyor. Ben nasıl adım atacağımı bilemezken karşımda durmaya devam eder ve adımlarını geri atarsan malesef olmaz o iş. Hayal kırıklığı oldum, çöpe atılan zaman oldum, duygusuz oldum, çok sevilen ama sevmeyen oldum, ana baba bilmez oldum, saygıdan anlamaz oldum vesaire vesaire.
Sesimi çıkarmamam eksiklerimi bildiğimdendir. Ama karşınızdaki kişi kendi yanlışlarını da kabul etmeden iki tarafın da adımlarının bir değeri yoktur, öğrenmesi biraz acı oldu fakat bu da biline. 
---
Hiç anlatamadım ki gösteremesem de kendimize ait bir evi dekore ederken, mutfakta yemek yaparken, belki kucağında bir çocukla bahçede gezinirken hayallerim de var benim. Ama bilmiyorum, öğreniyorum neyi, ne kadar istiyorum. Neyi ne kadar yapabilirim. Neyi ne kadar hak ediyoruz. Gözlüklerimizi çıkarıp baktık mı hiç?
Bu şekilde kaldığı sürece herkes koca bir sıfır aslında onu anladım. Zaman bizi gerekirse üzerek, gerekirse severek, gerekirse öldürerek olmamız gereken insanlara çeviriyor aslında.
Kısacası insan bir yandan yaşamaya devam ederken bir yandan belli şeylerin altından kalkıp da kafasını toparlayamıyor.
Kimi zaman evet böyle olmalı derken özellikle gece olupta kafamızı yastığa koyduğumuzda öyle düşüncelerde boğuluyoruz ki her birimiz.
Yıllardır kokusunu, tadını, sesini, tınısını ezberlediğin birine artık dokunamayacak olmanın, hatta başkalarının dokunabileceği gerçeğini kabul etmenin acısı paha biçilemez.
Geçirdiğiniz en şehvetli, en unutulmaz anlarda birbirinize attığınız bakışların artık farklı iki insan arasında gerçekleşebilecek olması ihtimali beyninizin ayarlarını öyle bir bozuyor ki. Benciliz biliyorum. Sadece bana öyle baksın, sadece beni böyle sevsin, sadece benim olsun, bu ayrıcalık bana kalsın ölene kadar istiyor insan.
---
Şunu da itiraf etmem gerekiyor, bir şey fark ettim ki söylediğim kadar sevmiyorum yalnız olmayı. Sadece bildiğim şey yalnız olmakmış. Bu şekilde büyümüş bu şekilde öğrenmişim. Sevdiğiniz insanların varlığı ile güçlü olmak, birlikte bir şeyleri daha kolay başarabileceğinizi hissedebilmek bir lüksmüş.
Kenarından olsa da bu lüksü tatmak hoşuma gitmedi değil. Biraz daha büyümem gerekiyor sanırım. 
---
Günden güne sağlıklı düşünemeyen bir insan olduğumu kabul ettim geçtiğimiz yıllarda. Değer yargılarım, sevgim, hislerim.. Genellenenden çok farklı işliyor ve ben bunu hissediyorum. Faydasını da gördüm zararını da. Ama biraz daha normalleşmek istiyorum. Bu şekilde yaşamak kimi zaman çok zor geliyor ve artık daha fazla kaldıramadığını hissediyor insan.
---
Zamanında hayatınıza giren insanların üzerinizde kalıcı zararlar vermesi konusunda belki güçlü durarak önüne geçebilirsiniz. Fakat sıradışı senaryolarda kendi kendinize belli bir yolda belli bir yere tek başınıza öğrendiklerinizle geldiğinizde eğer birisi ayarlarınızla oynarsa gerçekten içinden çıkılması ve kurtulması yıllar alabiliyor. Size çok fazla şeye mal olabiliyor.
---
Hayat devam ediyor, nefes aldığımız sürece mutlu olmak zorundayız aslında. Hangi yoldan olursa olsun yüzümüzdeki gülümsemeyi kaybettiğimiz gün çıkarız insanlıktan. 
Aklınızı kaybetmeyin, eğer nasıl yapacağınızı biliyorsanız sevdiklerinize bunu hissettirin.
Dünyanın en garip yazısından sevgilerle. M.
3 notes · View notes
fuckingwhaaaat-blog · 5 years
Text
Ben artık çok yoruldum. Bişeyleri anlatmaya çalışmaktan, çabalamaktan çok yoruldum. Kendi ailemden sevgi ve anlayış göremediğim için başkalarına özenip ağlamaktan bıktım. Haftanın 6 günü hem dershaneye hem okula gidip hala başarılı olamamaktan bıktım. Çalışmaya çalışmaktan bile bıktım. Çünkü biz sürekli çabalıyoruz. İki günlük hayatımızda gereksiz saçma sapan işlerle uğraşıyoruz. İstemediğimiz hayatlara yönlendiriliyoruz. Hiç birimiz özgür değiliz aslında. Ben ve benim gibi doğanlar, ne komik yaşamak istemeyip de ölmeyi göze alamamak. Ne komik umudumu kestiğim ailemin ölümüm için üzüleceğini düşünmek. Ne komik hala kendimi üzmem. İstediğim şey sevgi değil. Sadece ve sadece anlayış. Aynı evin içinde sadece birbirimize anlayış göstermemizi istiyorum. Çünkü benim de bir sınırım var ve ben kendimi tutamıyorum. Bu okul çevreme, arkadaşlarıma, herkese yansıyor. Hep çok karamsar ve mutsuzum. Bazen unutsam da eve adımımı attığım an aklıma türlü şeyler geliyor ve sinirim bozuluyor. Çünkü ben bu evin içinde bu insanlarla yaşamak istemiyorum. Ne yazık insanın ailesini seçememesi. Çok ciddiyim. Bunu söylediğimde dalga geçtiğimi falan düşünüyorlar. Bulunduğum şartlara bakılırsa ben hiç dalga geçmiyorum. Yaşıtlarıma göre fazla dengesizim. Onlar gibi olamadım. Ki şunu fark ettim ben hiç bir zaman normal olmadım. Aslında böyle bi boşluğa düşmemin sebebi olarak ailemi geçtim de, inancımı kaybetmemdi. İnanın bakış açınızı o kadar değiştiriyor ki. Her şeyi sorguluyorsunuz. Hayatınızı, yaşamaktaki amacınızı, sadece bunları da değil, bunlar sadece küçük örnekler. Bir yandan isterim benim gibi olmanızı, düşünüp sorgulamanızı fakat benim gibi boşluğa düşmenizi hiç istemiyorum. Çünkü bu his çok boktan ve bunu biliyorum. Ve kaç kere düşüncelerimde kendimi öldürdüm ben. İçimde her şey bitti. Bazı duygularımı tam anlamıyla hissedemiyorum. Sevgiyi mesela. Bunu söylerken rahatsız oluyorum fakat insanları sevemiyorum. Onlara bakınca sadece kirli ruhları, kirli düşünceleri görüyorum. İnanın bu yaşımda yaşıtlarım gibi salak salak ortalıkta dolanmak isterdim. Şu anki durumumdan daha katlanılabilir olurdu. Umarım yazarak hissettiklerimi netleştirebilirim, diğer türlü, içimde biriken öfke ve bıkkınlık en çok zararı bana veriyor.
1 note · View note
benimyolumda · 6 years
Text
Günce #1
01.10.18
Son dönemlerde çok yazasım var. Ama yazmaya ne kadar mecalim var bilmiyorum. Yazmak yorucu bir iş benim için. Normalde konuşmadığım şeylerle yüzleşmek zorunda kalınca ağırıma gidiyor. Hep böyle oldum zaten. Hiçbir zaman konuşamadım ama hep yazarak anlattım. Ha bir de çok istedim ama çizemedim. Yazdım,
“yazmasam ağlayacaktım...alçaklık gibi bir şey oldu bu biraz”
diyor Turgut bir şiirinde.
Galiba tam olarak şiirlerden palyaçoyum bugün.
“biraz birazdım her şeyden”
Neyse çok dağatmayayım konuyu. Belki bir şeylerle yüzleşmem gerekiyordu. Bugün eski bir dostumla konuşurken fark ettim, en çok korktuğum şey kendimle yüzleşmek galiba şu hayatta. Masanın karşısına kendi çocukluğumu alıp konuşmaya çekiniyorum. Belki de son dönemlerde bu yüzden bu kadar az konuşuyorum.
Kendimle konuşmayı tümden kestim. Artık fazla düşünmüyorum. Kendime düşünecek vakit buldurmuyorum. Kırgınım biraz kendime, yorgunum belki, kendi kendimi uzaklaştırıyorum kendimden. Konuşmam gereken çok şey var ama nasıl kaçıyorsam yazmaktan, konuşmaktan da kaçtım.
Hayatım bunun üzerine kurulu. Kaçmak. Ta ki neden kaçtığımı hatırlamayana kadar uzaklaşmak. Ama yine bir noktada yüzleşeceğini bilmek gerçeklikle. Bu yüzdendir belki de içimdeki bu yarımlık. Her şeyi yarım bırakıyorum bitirmem gerektiğini unutana kadar.
Öylesine kurmuyorum bu cümleleri. Her işim aynı. Bitirmem gereken şeyi, artık bitirmeye gerek olmayana kadar uzatıp sonrasında hayıflanıyorum yarımlığıma.
Yeni bir hayat düzenine giriyorum. Korkuyorum biraz. Kaçmak istemiyorum bu sefer. Bu korkutuyor belki de beni. Kendime saklanacak bir köşe bırakmak istemiyorum. Bir planım da yok bu sefer. Sadece yaşamak istiyorum. Bunu kendime hatırlatmak istiyorum. Bunu hak ettiğimi kendime kanıtlamak istiyorum.
Düzene ihtiyacım var. Çok düzensiz bir insanım. Yazılarımı bile belli bir düzende tutmayı beceremiyorum. Mesela bu yazının son cümlesi belli. Ama daha neler yazacağımı bilmiyorum.
Yeni bir hayat istiyorsam, yeni bir düzene ihtiyacım var. Bölük pörçük değil ama. Kendime benzemeyen, sorumluluk sahibi ve tamam bir düzen.
Yazmayı seviyorum. Çünkü kim okuyacak kaygım yok. Birileri anlasın diye yazmıyorum. Karman çorman olması rahatlatıyor beni. Kimsenin müdahele edemeyeceğini biliyorum. Dağınık olabiliyorum, özgür olabiliyorum, kendim olabiliyorum.
Bunu söylerken de bir yandan korkuyorum. Bir gün bir noktada bir tanıdığa rastlarsa cümlelerim, yanlış anlaşılmaktan. Ya da belki anlaşılamamaktan. Benim düşüncelerimle kendi düşüncelerinin insanın, istenmeyen tesadüflerde buluşmasından.
Olmuyor Turgut, kusura bakma yine çok toparsız oldu bu düzen. Sana yer açamadım. Ama bak yerin de var sığışacak. Üç beş cümlemin içindesin. Oluyor bir şekilde.
İşte bu düşünceyle hayatımı çok yıpratıyorum. “Oluyor bir şekilde”, “Bir şekilde yaşıyoruz işte”. Hayır, kandırma kendini. Olmuyor böyle, sen de çok iyi biliyorsun. Daha fazla böyle olmuyor. Bir şekilde yaşadığımız yaşam nefes aldırmıyor ruha, ciğerlerime hava dolması yetmiyor artık bana.
Peki ne yapmalı?
Bir düzen kurmalı Turgut.
Bir düzen lazım.
Böyle olmayacakdı bu yazı, böyle oturmamıştım yazının başına. Ne ara bu noktaya geldik.
Çok şey birikmiş konuşacak. Acıkmışım.
İşin aslı, bir süredir kurmaya çalışıyorum bu düzeni. “Tamam” diyorum, “Tamam bu sabah erkenden uyanacağım ve yepyeni hayatıma merhaba diyeceğim.” 
Ne oluyor?
Sabah uyanmak istemiyorum. Hışımla kapattığım alarmım ötmelere doyamıyor beş dakikada bir.
Başarabileceğimi biliyorum bak. İstesem 
Gerçekten biliyor muyum başarabileceğimi? Ya aslında ben buysam. Ya aslında gerçek ben buysam ve benim başarım bu kadarsa. Korkutuyor değil mi? Beni korkutuyor çünkü. Bugüne kadar hep “biliyorum bu ben değilim” dedim ama ben kimdim ki.
“nerelere giderdik, her sokakta biraz daha eksilirdik”
Atamıyorum aklımdan palyaço. 
“eksilmesin”
Tamam ne güzel bir kelime. Dolu. Sanki her şeyi yoluna koymuşum ve ilk defa çayın tadını alabiliyormuşum gibi. Sanki yemyeşil bir ormana bakan sandalyeye sırtımı dayamışım ve zevkle çay içiyormuşum gibi.
Ben insanların neden bu kadar çayı sevdiğini bir türlü anlayamadım. Sanki ben yanlış yapıyormuşum. Sanki dünyaya verilen asıl nimet oymuş da tadını bir ben alamıyormuşum gibi.
Belkide tamam olsam ben de severim çayı. Vardır elbet bir nedeni insanların bu kadar sevmesinin.
İşte tam olarak bundan bahsediyorum. Sanırım ufak ufak anlayabiliyorum kendimi. Kendim olmaktan çok fazla kaçıyorum ve bu beni yoruyor?
Ama neden? Ne beni bu kadar korkutan kendimden? Neyim eksik, neyim yanlış ki hep saklıyorum. İçimde ufacık kalana kadar eziyorum onu. Sonradan toz tanelerinin peşine düşüyorum umarsızca.
Büyük hatalar yapıyorum.
Büyük oynuyorum, büyük kaybediyorum, büyük yaşayıp büyük ölüyorum.
Neden büyük canlanamıyorum.
Galiba her ölüşümde büyük bir parçayı kaybetmemden kaynaklanıyor.
Anlamıyorsunuz beni.
Kendimi çok büyümüş hissediyorum iki gündür. İki gün mü oldu sahi,
bilmiyorum.
Birkaç gündür. Evet birkaç gündür kendimi büyümüş gibi hissediyorum ve bu çok canımı sıkıyor. Çocukluğumdan beri omuzlarımda bana baskı yaratan o olgunluk, dışarıya karşı değil de içeri ta 
dejavu.
Dejavu yazacağımı bekler gibiydim. Bu anı yaşadığıma eminim. Belki de o kadar çok yazıp yazıp sildim ki günlerce bu yazıları, yine aynı cümleyi kurarken vazgeçtim.
Belki de bu an gerçekten yaşandı. Ama ben tamamlamaya bile korktum.
Neyse.
Bu sefer insanlara karşı değil de kendime olgun hissediyorum. O enerjiyi kaybettim içimde. Bu sefer tam tersi insanlara karşı çok çocukken kendime karşı çok olgunum. Bu işte bir terslik var ve bu terslik fena canımı sıkıyor.
Ne olacak? Ne olacak bundan sonra?
Hayatımda en fazla sorduğum soru “neden”di benim. Neden? İnsana kafayı yedirten bir kelime. Galiba insan nedenlerini bırakıp ne olacağıyla ilgilenmeye başladığı vakitte büyüyor.
Ya da belki de artık ölüyor içimdeki o sokak başları.
Özlem, ne acımasız bir duygu.
Kendimi kandırıyorum gene. O kadar iyi beceriyorum ki bunu kendime söylediğim yalanlara inanıp onlar üzerine bir gerçeklik kurmaya çalışıyorum. Sonra ise yıkılan düzenden şikayetçi oluyorum.
Ah be, yapma işte. Olması gereken bu değil.
Olması gereken ne peki? Kim koydu bu gereklilikleri. Ya ben doğru yaşıyorsam hayatı.
Ama bu kadar yaşayan varsa bir bildikleri olmalı.
Ne biliyoruz ki sahi? Nereye kadar bilebiliriz. Bir şeyleri “şeyler” olarak düşündüğümüz vakitçe kaybedeceğiz.
Dostlarım,
kaybediyoruz.
Bu yazıya başladığımda yeni kuracağım düzeni yazmak ve uzun süre sonra geri dönüp baktığımda ne noktaya geldiğimi görme planları içindeydim. Nereden nerelere geldik. Daha çok yazasım var ama çok uykum var. Belki başka bir zamanda, başka bir yerde. Yine kesişir yollarım.
Yıllar sonra dönüp baktığımda, ne kadar ergence olduğunu düşünüp düşüncelerimin utanacağım.
Haydi gel kandırma kendini, 
bunların gerçek olduğunu biliyorsun.
Çok düşünüyorum ama az yazıyorum. Ben galiba bu noktada kaybediyorum.
1 note · View note
yasamaya-dair · 3 years
Text
Sevgili günlük,
okulumu gittim, gördüm. hiç mutlu değilim. berbattı gerçekten. bu kadar kötü olabileceğini düşünmemiştim. burayı yazdığım günü sikeyim. 3 gün sonra okullar açılıyor fakat kalacak yerim yok. ve bunun stresi de bana yetti. hemen çok acil okulların kapanması yönünde KHK talep ediyorum✍️✍️ her şeye çok çabuk sinirleniyorum. hiç kimsenin tek bir cümlesine dahi katlanamıyorum. evde sürekli bir kargaşa, kavga, gürültü, kaos hakim. kimse birbirine tahammül edemiyor. herkes birbirini tüketiyor. bunların yanında bir de maddi sıkıntılar var. TC’de yaşamak artık imkansız geliyor bana. Alanya gerçekten çok pahalı. ve tabii ki herkes çok fırsatçı. ne yapacağımı bilmiyorum. kendime kızıyorum. arada prensesle oynaşıyorum. şuan sinek kovalıyor. demin sineği ağzına attı ve yedi sanırım🥺 ve hala etrafta sinek arıyor. ve sonra tekrar kendime çok kızıyorum. yeterince çabalayıp, çalışıp istediğim yeri kazanamadığım için. eski başarılı günlerimi özlüyorum. o zamanlarda da ben daha kendimi doğru düzgün ifade edemiyorken başarı ne anlam ifade ediyor diye düşünürdüm. normal bir insan olsaydım da varsın başarısız olsaydım diye düşünürdüm. sürekli bir şey uğruna bir şeyleri feda etmem gerekiyor sanki. eskiden şuan ki ben olmak ne kadar çok isterdim. ama şuana geldiğimizde yeterli gelmiyor bu. hep bir eksiklik. içimde nefret büyütüyorum her gün. çok eskiden hayatımda olan birine kinleniyorum. nasıl bu kadar kör olmuşum da bu kadar zamanı ona ayırabilmişim diye. kendime bu yüzden çok kızıyorum. daha iyi olabilirdin diyorum. ama çok geç anlaşılıyor her şey. şuan yeni bir hata yapıyorum. gelecekte fark edeceğim bunu. yatay geçiş yapmamakla hata mı ettim bilmiyorum. şuan bununla ilgili çok bir pişmanlığım yok gibi. bir yanım çalışırsın bu sene, sen istediğin zaman her şeyi yaparsın diyor. ki buna inanıyorum gerçekten. bir yanım her şey sana bağlı değil. senin dışındaki faktörler de bunu etkileyebilir. üzülme diyor. daha fazla üzülmek istemiyorum. hayal kırıklığına uğramak istemiyorum. ve hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum. neydim, ne oldum diyorum. hayat bana bambaşka bir rota çizdi. başta istediğimi sandım. ama sonra kontrolümden çıktı. şimdi de toparlayamıyorum. bugünlük artık gidiyorum. uyuyacağım. yarın kuaföre gideceğim ve ağda falandır filan o işlerimi halledeceğim. sonra da Alanya’ ya gitmeyi düşünüyorum artık. belki yine yazarım.
0 notes
senayelvanstuff · 4 years
Text
Köz Eleştiriler Güncesi - #1
Böyle Başladı
Eva, bir devrin kapandığının farkındaydı. 
2 senedir ilk kez hissetmişti bunu. Daha önce defalarca Can ile nokta koymuşlardı. Ama Eva, her noktadan sonra yeni bir paragrafın başlayacağını bilirdi. Oysa şimdi tüm paragrafların sonu gelmiş, yazdıkları hikaye Can’ın başka bir hikayenin kahramanı olmasıyla farklı kaderlere kapı açmıştı.
Can için biten hikaye, hala Eva’nın hikayesiydi. Yazmaya devam edecekti, çünkü yazmadığı gün ölecekti.
“Kendi hikayesini bitirmeye geldi buraya” dedi Eva. “Ne kadar çaresiz olduğumu görmek için geldi kapıma. Kalbimi dinleyeceğimi, o güne kadar dik tuttuğum kuyruğu onun için eğeceğimi biliyordu. Tam o an, savunmasız kaldığım o an, gözümün içine bakıp benden öcünü almak için geldi. Beklediği an geldiğinde çıkardı silahlarını. Hedef alıp vurdu sonunda kelimeleriyle beni. Kapıdan çıkarken o yeni hayatı için hazırdı. Ben ise intikamla yaralanmıştım, ne yeni ne eski hayat yoktu. Aynı hikayenin içinde, daha yaralıydım sadece.”
“Unut artık. Böyle yaşanmaz” dedi Özgü sigarasını söndürerek. “Bu melankoli bitmeli artık. “
“Bitti.”
Bu bitişin ne kadar zararlı olduğunu biliyordu Özgü. Eva’nın Can’dan önce içinde bulunduğu dünyaya girmesinden korkuyordu. Üniversitede tanıştığı değişim öğrencisi Lucas’ın peşinden her yere gitmişti Eva. Uyuşturucuya onunla başlamış, okulu onun yüzünden bırakmış, evi terk etmiş ve Lucas ülkesine dönüp evlenene kadar hayatını yola koyamamıştı. Ailesiyle bir daha hiçbir zaman eskisi kadar yakın olamayan Eva’nın tek koruyucusuydu Özgü. Kanatlarını ne olursa olsun Eva’nın üzerinde tutacak ve sığınağı olacaktı. Bu hayatın onu yenmesine, Eva’nın kayıp hissetmesine göz yummayacaktı. 
--------
Eva’nın İlk Adımları
Gerçekten ne hissettiğimi anlamaya çalışıyorum. Gençliğimdeki duygu şelalesinin peşinden akıntıya kapılamam diyorum kendi kendime. Acaba Can yoluna devam etti diye basit bir kıskançlık mı yapıyorum, yoksa gerçekten ona kendimi açmışken gidişine mi üzülüyorum? Bu basit bir kıskançlıksa hemen bitmeli. O mutlu olmalı, ben yoluma bakmalıyım. Lucas’tan kalan derin güvensizlik ve sevgiyi onunla doldurmanın verdiği bağlılık yanıp kül olmalı. Külleri savrulmalı geçmişe doğru, mutlu olduğumuz günlere sinerek geleceğimden uzak durmalı. bir yandan da diyorum ki, sebebinin ne önemi var. Şu an içimde bir yangın var. söndürmenin bir yolu yok. İster aşktan, ister gururdan, ister kıskançlıktan; sebebi fark etmeksizin Can’la geçirdiğim iki yıl yok olmalı. Canını yakmak için kapına gelmiş birinin vefasına güvenilmez. Böyle vefa düşman başına. 
Lucas’ı bile affetmek daha kolay. Çünkü biliyorum, Lucas’ın hayatına ben dahil oldum. Onun böyle can yakan bir kor ateş olduğunu biliyordum. Sadece ben bu ateşe dayanırım da yanmam sandım. Ben istemesem beni o mahvetmeyecekti. Ben zorladım. Ona benzemek istedim çünkü beni çok sevsin istedim... O da kendi ne kadar dibe düştüyse beni de götürdü yanında.
Can’ı gördüğümde sonraki çukurun daha derin olacağını tahmin edemedim. Can ne alkolle ne uyuşturucuyla ilgili birisiydi, iyi bir ailesi vardı. Görünen köyde benim limanımdı. Ama beni aşağıladığı o günün acısındansa, kolumda faça izleri olmasını tercih ederim.İnsanlar görünmeyen acıyı hafif zannediyorlar. Kollarda morluk, biraz çizik ve kan gördüklerinde gözleri büyür ve size yardım etmek isterler. Ama Can yanımda sinir krizi geçirdiğinde bu sadece bir kahve yanında konusu olur. Can evimi birbirine kattığında yaşadığım korkunun bedelini kimse merak etmiyor. Ruh hali dengeli ama zararlı alışkanlıkları olan birini öfke nöbetleri geçiren bir manyağa tercih ederim. Etmeliydim yani. Can’ın kötü biri olduğuna inanmadım. Can’dan hiç vazgeçmedim. Sorunları onun sorunları değildi, benim yüzümden sorunluydu; ben onu bu hale getirmiştim. O zamanlar inandığım şeydi bu. Oysa kimse, başkasının hatalarını göğüslemek zorunda değil. Can haklı çıksın diye, onun tüm garipliklerine kendimden pay biçtim. Kendimi suçladığım için daha çok yanında oldum. Sokağın ortasında üstünü başını yırttığı atağında peşinden koştum. Beni yanından kovup sonra tekrar ayağına çağırdığında, kalkıp gittim hiç çekinmedim. Benim için Can, hasta ettiğim biriydi. Ben onu tanımadan önce iyiydi de ben kötü etmiştim sanki onu. Şimdi diyorum ki, öyleyse Can yanımda durmasaydı da gitseydi. Madem ben onun çukuruydum, en başında vazgeçseydi benden. Ben de onunla bir hayata alışmasaydım. Çünkü Lucas’tan sonra, bireysel bir hayatım olmadan, yine ve yeniden bir ilişkiye girerek birine bağımlı hale gelmiştim. Belki en başında beni anlar, beni bırakmaz, bana aşık tavrına böylesi yenilmeseydim... Kendi ayaklarının üstünde duran biri olabilirdim. 28 yaşımda, evden ilk kez ayrılmış gibiyim. 
Can’ın evime son gelişinin üstünden 2 ay geçti. Ona, her şeye sıfırdan başlayabileceğimizi söylemiştim. Bunu derken Can’ın beni unutmadığına inanıyordum. Bana attığı unutamıyorum mesajlarından güç almış, gecelerimi nasıl yeniden başlarız diye düşünmeye ayırmıştım. Ben hazırım dedim ona. Senin sorunlarını daha fazla harlamak istemiyorum. Ben istediğin gibi olacağım söz. Ben hazırım söz. 
“Ben evleniyorum.” dedi bana.
Biraz Lucas’tan biraz Can’dan anlamışsınızdır. Hep sorunluları bulmamın sebeplerinden biri de benim sorunlu olmam. :) “Buraya beni küçük düşürmeye mi geldin yani? Günlerce benimle görüşmek istedin, bana ulaşmaya çalıştın, mesajlar attın ve mutlu olduğunu söylemeye, beni unuttuğunu söylemeye mi geldin? Attığın hangi mesaj arkadaşçaydı? Hangi tavrın?...Ben bunu böyle anlamakla aptallık mı ettim yoksa senin bana bu sözler gerçekten arkadaşça mıydı? ‘Her yağmurda seni düşünüyorum, her kahvede aklıma geliyorsun. İçimi bu yakışından mı, seni böyle sevmemden mi...’ 
Neyse, yani, sinir krizi geçiren ben oldum. Kovdum Can’ı. Görüşürüz dediğinde nefretle baktım yüzüne. “Umarım bir daha asla. “
Bu, seni düşünerek içtiğim son kadeh Can. Seni özgür bırakıyorum. Bana yaptığın gibi seni yeni bir hayata başlarken esir etmeye çalışmayacağım. Her denememde, bana ısrarla kendini hatırlatıp her günümü nasıl bir sınava çevirdiğini, ölmekle sıtma arasında seçimler yaptırdığını hatırlıyor musun? Benim benim sıtmaya razı gelmeyeceğimi bilerek... Beni bilerek öldürdüğün kaç gün...
Sana kendimi hatırlatmayacağım. Mutluluğundan duyduğum öfkeye toprak atacağım.  Ben olmasam da yeterince mutsuz olacaksın, biliyorum. Çünkü senin hamurun da benim gibi, dünyayı kaldıramayacak kadar kırılgan. 
Adalar’da el ele bisiklet sürmüştük. O güne ait, benim bisikletin arkasında oturduğum bir fotoğraf vardı buzdolabının üstünde. Israrla orda tuttum onu, yazdığımız hikayenin sonunda bize hikayenin başını hatırlatır ve bu günlere güler geçeriz diye. Kırmızı elbisemle gülümsediğim, sana sıkı sıkı sarıldığım bir fotoğraf. 
Sigaramla yaktım onu ve ondan sonra evde sana ait ne varsa toplamaya başladım. Ordu’dan getirdiğin hediyeler, senden bana gelen kuruttuğum çiçekler, doğum günümde bana yazdığın notlar, bana Galata’da aldığın takılar, senin bana en çok yakıştırdığın küpeler ve kıyafetler bile. Hepsi çöpe. Senin izin olan bu evden de en kısa zamanda taşınacağım. Hiç var olmamışsın gibi yaşamak istiyorum Can. eminim sen de bundan mutlu olacaksın. Karın ve bebeğinle dolaşmaya çıktığın bir akşamüstü yoluna çıkmamı istemezsin. Ve ben, en az senin kadar sorunlu deli kadın; seni aşamadıkça her gün yoluna çıkmaya çalışacağım. Kendime bunu yapmak istemiyorum.
---- 
Tumblr media
0 notes
salbeniokuma · 5 years
Text
artık ağlamıyorum. donuk ve eskisinden daha hissizim. comfort zone’dan çıktım evet. biraz endişeliyim. bugün de yaşamak istediğim hayatın bu olmadığını fark ettim. beklentilerimi düşürdüm. iyi bir akademik kariyere sahip olmasam, iyi bir klinikçi olmasam, hatta ve hatta bu okulla ilgili bir iş yapmasam bile olur. endişelerimden biri buymuş. ama karnım doyduktan sonra ne fark eder ki? kendimi harap etmek istemiyorum. zaten hayalimde bu mesleği yapan çocukla, şu an burda olan çocuk birbirine hiç benzemiyor. okuduğum okuldan mutlu değilim ben. sosyal çevremden mutlu değilim. seninle uzaklaşmak zorunda kaldım. yanında en rahat kendim olabildiğim insanlardan biriydin. yapacak bir şey yok. daha fazla seninle olabilmek için gösterecek bir çabam da yok çünkü bu anlamsız. ben olduğum her yerde kendimle varım, gittiğim her yere kendimi götürücem. bu peş peşe sigaralar yakan, ilaç içip saatlerce uyuyan, doğru düzgün beslenmeyen, amaçsız, isteksiz, hevessiz insanı götürücem. benim gerçekliğim buymuş. ve onunla olmak bu gerçeklikle aramda hava yastığı gibiymiş. her zamanki gibi sertçe çarptım o duvara. kendime. hayatıma. hayatını yaşamayı bir türlü beceremeyen o insanla baş başa kaldım yeniden.
0 notes
dilrubarch · 7 years
Text
Derdini büyük sanan küçük balığın zırvaları:
Kaç gündür Ay’a rastlayamıyorum. Bulutların arasından odama düşmüyor ışığı. Fark ettim ki bana zaman tanıyor. Bir süre daha göremeyeceğim biliyorum. Çünkü beni bekliyor. Adımlarımı, nefsimin durulmasını… çünkü durulmuyor. Konuşuyor, bağırıyor, kendini oradan orada atıp bedenimi sarsıyor. Sustuğunda bile sanki içimde büyüyor, büyüyor ve beni boğuyor. Koca bir balon yemiş gibi. Ertelediğim şeyleri yapmaya başlamak onun durulmasını sağlıyor. En azından bir süre. Fakat meramım için çabalarken bu sefer ertelediğim şey duygularım oluyor. Her defasında biraz daha zorlanıyorum. Sanıldığının aksine, nefs gittikçe azalan bir şey olmaktan öte, gittikçe hiddetleniyor ve kaçışı yok. Çünkü bu esaret. Zaman ilerledikçe daha sabırsız bir hale geliyorum. Buradan kurtulmak adına yapabileceğim şeyler bana belki özgürlüğümü geri verebilir. Fakat beni kesinlikle benden alır. Kaybolmak istemiyorum. Yolumu biliyorum ama göremiyorum. Yalpalayan adımlarıma güvenemiyorum. Sağ ayağım sol ayağıma çelme takıyor gibi, halbuki ne bir taş ne de bir engebe var. Yürüyorum, balıklara özeniyorum. Yüzüyorum, gökyüzüne bakıyorum. Uçamıyorum. Ama uçmuştum ve bir daha uçmamam gerektiğini gördüm. Bilinçsizlik insanın başına gelebilecek en kötü şey. Farkındayım, kurallardan nefret ederken kendimi onlara adadım. Fakat kuralsızlığın sonuçlarına katlanabileceğimi zannetmiyorum. Bazı şeylerin alışkanlık haline dönmesi ne kolaymış. Vazgeçmesi bir o kadar zor. Her nota farklı bir ana götürüyor beni sanki, anlar arasında sürükleniyorum. Her yerim sıyrık ve çürük içinde. İnsanları anlayamıyordum, artık tüm büyük sözler küçüldü, küçüldü ve içine kapandı. Ebeveynlerinin ilk kavgasına şahit olmuş bir çocuk gibi. Çok sevdiğim o şarkının gerçek olmasından korkuyorum. Faydası yok. Neden o parçayı bu denli sevdiğimi ve her defasında eşlik ettiğimi de anlamamıştım zaten. Neyse ki hala gülümseyebiliyorum, fakat gereğinden fazla yüksek sesli kahkahalar atıyorum. Bu büyümek değil. Çünkü insanın büyüdüğüne inanmıyorum. Bu hayat. Uzun süre sonra yaşadığımı hissediyorum. Epey yorucuymuş ya yaşamak. Epey de kıymetliymiş beyaz kalmak. Bunca renk arasında hatıralara tebessüm ederken.
1 note · View note
moonofthecosmos · 5 years
Text
Bok
O kadar sıradan ve monoton bir hayat yaşamaya başladım ki bundan kurtulamıyorum. Canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Kimseyle konuşmak istemiyorum, iki satır kitap okumuyorum ve okumayı istemiyorum da. Odaklanamıyorum. Her şeyden sıkıldım. Amacım yok. Aslında var gibi de. Bugünlerde şunu fark ettim yazmak bana iyi geliyor. Uzun zamandır yazmıyorum hiçbir şey. Güzel yazmaya gerek yok, içimi döksem yeter. Kendinle yüzleşiyorsun çünkü yazınca.
Yapmam gereken şeyler var. Benim aramamı bekleyen genç bir kız ve ben o kızı 1 aydır falan bekletiyorum. İstemiyorum çünkü kimseyle konuşmak falan. Kendim iyi değilim ki ona iyi geleyim.
Doğukan var sonra. Her gün benimle ve gerçekten kuyruğum gibi. Ben bireyselliğimi koruyamayınca kafayı yiyen biriyim. Bireyselliğim yok. Bir aralık bulduğumda da ruhen çok yorgun hissediyorum ve boş boş duruyorum.
Babamla çok fazla çatışıyorum. Birbirimizle çatışmasak bile içten içe kuduruyoruz görebiliyorum. Vegan beslendiğim için açıp ayet falan okudu bana bugün helali haram kılıyormuşum da bilmem ne. Benim neyi dert ettiğimi bile anlamıyor. Asla memnun olmuyor hiçbir şeyden. Çok yönlü bir insan olmam pek çok insanın takdir edebileceği bir şeyken babam bundan rahatsızlık duyuyor mesela. Çok saçma değil mi? Bu psikolojik baskı da beni hayattan soputmaya yetiyor açıkçası.
26 yaşındayım ve fikirlerime saygı duyulması için maddi bağımsızlığımın olması gerekiyor, çok komik. Maddiyat konusunun baskısından bahsetmeme gerek var mı? Boğuluyorum.
Furkan’ı mutlu edemiyorum. Çünkü ben mutlu değilim. Ona da yetemiyorum sanırım. Gerçekten gücüm yok. Gücüm yok dediğimde enerjisini düşürüyorum. Mesafeli davranmaya başlıyor. Yaptığını yüzüne söyleyince ben seni suçlamıyorum diyor. Anlamadım ki. Tabii ki insanı bunaltan bir enerjim var ama anlaşılmaz davranılınca ben de ne yapacağımı şaşırıyorum. Kendimi ifade edeyim mi, yoksa üstünü mü ��rteyim mutsuzluğumun? 
Antidepresanları hala kullanıyorum ama ölme isteğim baki. Oturup kendimi kesmem ama keşke deyip iç çekmeye devam ediyorum. Ben öldüğümde hayatı kayacak insanlar olmasa ben daha fazla yaşamazdım herhalde. Ne biliyim. Umrumda değil yaşamak ya. Bomboş geliyor. Mesela bunu Furkan’a söyleyince bana mesafeli davranıyor. Neden? Hevesini kırıyormuşum böyle söyleyerek. Ayıp değil mi ya. Cenderede bırakıyor beni resmen.
Hiçbi şeye heveslenmiyorum artık. Kitabevlerini ve krıtasiyeleri gezmeye bayılan biri olarak son bir sene içinde bu hevesimin de söndüğünü görüyorum. Belki de Furkan’ın yaşattığı suçluluk duygusundandır bu da. Bunları okusa epey üzülürdü ben böyle biri miyim diye. 
Dönemsel baş ağrım geri döndü. Her gün ağrıyor. Her gün aynı noktadan ağrı giriyor başıma. Bugün hafifledi ama. Neden bilmiyorum, bilsem ona göre davranırım.
Piyanoma aylardır bakmıyorum. Ara sıra tozunu alıyorum ama. Kitap okumuyorum. Ajandamı kullanmıyorum. Anı biriktirmiyorum. Spor yapmıyorum. Evden nadiren çıkıyorum. Yalnızca kendime ayırdığım bir vakit olmuyor bile doğru düzgün. Şimdi ilk kez kendimleyim gibi hissediyorum. Hep suçluluk hissediyorum birilerine karşı. Kimseyi memnun edemiyorum. Kimse memnun olmuyor çünkü, benim suçum değil.
Duş alıyorum su harcadığım için suçlu hissediyorum. Vegan oldum çünkü suçlu hissediyordum. Palm yağı var her şeyde, bunun için suçluyum. Herkes ölüyor ve acı çekiyor bunun için suçluyum. Bedenime iyi davranmadığım için suçluyum. Ben hep suçluyum açıkçası. Her konuda suçlu hissedebilirim.
Ben galiba sönüyorum. Eskiden yıldız gibi, güneş gibi hissederdim. Kendimi aydınlatıyordum sadece ama yıldızdım sonuçta. Sönüyorum. Köreliyorum. Üzgünüm ama umrumda değil gibi de aynı zamanda.
Hayattan ne beklediğimi not edecektim bugün ama şu an bir iki şey dışında elle tutulur hiçbir şey gelmiyor aklıma. Deneyeyim yine de.
Yazmak iyi geldi. Alışayım buna, meditasyon gibi.
Ama Cihat’ın da dediği gibi bilgisayarı kapatıp gerçek hayatıma dönmenin paniğini ve stresini yaşıyorum şu an. Belki ileride işe yarar.
0 notes
ciddiyet-10-blog · 5 years
Text
-11-
evet
sıkı durun
geliyor
ağır itiraf geliyor
o kadar doldu ki
anlamak zorunda kaldığım üzere
o kadar dolmuş ki
yüzeye fırladı
ve inkar mekanizmam çöktü
inkar edebilcek hareket alanım kalmadı
gözle görünüyo çünkü artık
orda
görebiliyorum
duyabiliyorum
dokunabilirim bile nerdeyse
o kadar büyümüş
o kadar uzun süre
o kadar bastırmışım ki
o kadar büyümüş
fena büyümüş
gizli tutulmayı reddetme gücüne kendi kendine kavuşmuş
o kadar büyümüş
depresyonum
bu girizgah bu
benim büyük tatlı depresyonum
sakinlikle itiraf ediyorum
serin kanlılıkla selamlıyorum
depresyonum artık yaşanması gerektiğine karar vermiş gibi
o kadar güçlü bi gizleme mekanizması dizayn etmiştim ki
depresyonda oluşumu değil
direk depresyon olgusunun kendini inkar ettim
ben depresyonda olamazdım
çünkü zaten depresyon diye bişey yoktu
zayıf insanların uydurmasıydı o
güçlü insanlara uğramazdı depresyon
o kadar basit o kadar gerçek olmadığını bildiğim bi yalan uydurmuştum kendi kendime
depresyon diye bişey yok
ve buna kendimi inandırmayı başardım
gerçekten başardım
çok uzun yıllardır asla depresyona girmedim
çünkü giremezdim
çünkü öyle bişey yoktu
ama bu küçük beyinden çıkan bu küçük akıl oyunu
tabiki patladı
son kullanma tarihi geldi
ve bi güzel patladı
komik olan kısmı
ama gerçekten komik olan kısmı
ise şu
ben bu yalanı uydurmaya ve o yalana inanmaya ve o yalanla yaşamaya karar verirken
düşündüğüm şey şu idi
ben bu oyunu oynarım
ve oyun bitene kadar da o depresyonu zaten yenmiş olurum
ömrümün sonuna kadar bu oyunu oynayabilceğime dair bi inancım ya da öyle bi niyetim bile yoktu
bunun başarılamaz olduğunun farkındaydım
sadece yeterince uzun oynayabilirsem depresyonun kendi kendine yok olucağını düşünmüştüm
trajikomik olan yanı ise şu
en başta bu oyuna başlarken birine böyle bi oyun oynıcağımı itiraf etmiş olsaydım
ve o kişi de bana sorsaydı ki sence ne kadar süre devam ettirebilirsin
asla bu kadar uzun olabilceğini tahmin edemezdim
en fazla bir iki sene heralde derdim ona
o da en en iyimser tahminle
ama açığa çıktı ki çok bir iki seneler sürdürmüşüm bu oyunu
o kadar sürdürmüşüm
o kadar kaptırmışım ki kendimi yalana
yalanı uyduranın ben olduğumu unutmuşum
o kadar iyi satmışım kendime
oyunu bitirdiğimi ve depresyonu yenmeyi başardığımı düşündüğüm zamanlarım bile olmuş ara ara
ama meğerse kendi kendimi sikmişim
çünkü şu an
o küçük saçma oyunu başlattığım zamandan bugüne geçen onca yıla dönüp baktığım şu an
görebiliyorum ki
en başta
en en başta
depresyona doğru sürüklendiğimi sezip
sonrasında tekrar depresyon yaşamak istemiyorum
depresyon olayını sevmiyorum
kendime yakıştıramıyorum
ben güçlü bi insanım
bu depresyon olayına kendi kendime bi çözüm
bi formül geliştirebilirim
deyip
bu fikirden yola çıkarak kurguladığım o oyun
o lanet oyun
dönüp bakıyorum o ana
o depresyonun yaklaştığını sezdiğim ana
hatırlamaya çalışıyorum
içine sürüklenmekten korktuğum
yaşamaktan çekindiğim
kaçınmak için deli saçması formüller ürettiğim o depresyon
yaşamadan atlattığım o depresyon
bugün
şu anda
tam şu anda ama
daha önceki olayları tasvir etmeye çalışırken kullandığım söz öbeği olan "şu an" gibi değil
gerçekten sözlük anlamıyla şu saat şu dakikaya tekabül eden şu anda
karşıma çıkan depresyondan
karşıma aniden çıkan depresyondan
aniden gelen
puf diye
sebepsiz
ön habersiz
uyarısız
sezgisiz
bu şu anda pırtlayan depresyona kıyasla
o yıllar öncesinde kaçındığım depresyoncuk
waauw
ne diyebilirimki
kafamı sikeyim
aralarında dağlar var
şu an karşılaştığım şeye kıyasla
o eski depresyonu var ya
çerez diye yutar max 2 haftaya atlatırım
ama bu şu anki var ya
dostlar başına
aman aman
anlatamam
anlatılmaz
yazılmaz
parmaklar kitlenir
beyin fonksiyonları istifalarını verir
alırız akıl hastanesinde soluğu
depresyon kelimesi yetersiz kalır
psikolojik terimler sözlüğü alıp derinlemesine bi incelemem gerekir
tezahür sözcüğüm ne acaba diye
bi mutsuzluk
bi yetersizlik
bi eksiklik
bi yarım kalmışlık
bi tatmin olamama
bi doyumsuzluk
uzat gitsin
aklına gelebilcek bütün duyguların negatifini çağrıştıran bütün sözcükleri ekle listeye
hepsinden ya da çoğundan ya da birazından
azar azar al koy bi torbaya çalkala
ortaya bi saçmalık çıkart
hissettiğim buydu
ama şimdi
onca yıl
denediğim ve aptalca başardığımı sandığım onca yıl boyunca
her an
her dakika
her saat
her gün
her hafta
her ay
her yıl
hepsinden tomar tomar daha eklemişim o listeye
ve habire çalkalamışım
torba şişmiş de şişmiş
ve patladı
ee bi kapasitesi var sonuçta
torba bu
ee noldu şimdi son tahlilde
özet geçmeye çalışırsak
becerebilirsek
bi deneyelim
bi sınırda duruyordum
bi çizgide
bi tarafımda
bi zemin vardı
toprak de tarla de bağ de bahçe de
güzel bi zemin
o tarafa yönelip
adımlarını atıp
yürüyüp gidebilceğin
pozitif arayışlara devam edebilceğin bi zemin
diğer tarafımda ise
bi çukur vardı
öyle derin bi çukur değil
düşünce ölmezsin
yaralanmazsın bile
kırık çıkık olmaz yani
biraz canın yanar o kadar
tamam belki kendi imkanlarınla geri çıkmak zordur
ama vinç çağırcak kadar da zor değil hani o kadar derin değil
azimle bi zıplayıp bi tutunsan bi asılsan başarırsın belki
öyle bi çukur
hiç olmadı bi el istersin bi sevdiğinden
uzatır tutarsın çıkarsın
öyle bi çukurdu
ama ben ne yaptım
o geçmiş zamanda o sınırda dururken ben ne yaptım
çok korktum o çukurdan
asla düşmek istemedim
arkamı döndüm o çukura
görüş alanımdan çıkarttım
yüzümü zemine döndüm
yürüyüp gidebilceğim tarafa
ama sınırdayım hala
ve baktım karşımdaki zemine
çorak topraktı belki
ama bi zemindi
geliştirilebilirdi
başladım hayal kurmaya
önce çimler ektim
yeşillendi her yer
sonra ağaçlar
çiçekler
bi ev koydum
bi araba koydum
bi dağ yerleştirdim uzağa
belki bi gün tırmanırım dedim
bi su koydum
bi dere ya da bi deniz
gider serinlerim arada dedim
ferahlarım arınırım
güzel güzel süsledim
sürekli bi şeyler ekledim
sürekli gelişti
sürekli de gelişicek
ama bugün fark ettim ki
sürekli geliştirdim ama
hala adımı atmamışım
öyle uzaktan uzaktan
hayali gibi sanki
aslında hala sınırdayım
gözümle yapıyorum herşeyi
ve o kadar kaptırmışım ki kendimi
bu önümde duran zemini geliştirmeye
hiç adım atmadığım ama bi gün adım atma ümidim olan zemini geliştirmeye
arkamdaki o çukuru unutmuşum
bugün birden dank etti
oğlum sen hala sınırdasın dedi
bi de döndüm baktım ki ne göreyim
bizim çukur
çukurcuk
ohohooo
çukur ne kelime
olmuş sana ucu bucağı görünmeye uçurum
düşsen dönüşün yok
ben yıllarca dönmüşüm kıçımı çukura
bakmışım diğer tarafa
ve hayalimde sürekli geliştirmişim karşımda gördüklerimi
ama işte gelişim
aldatıcı bi sözcük
ilk algıda pozitif bi çağrışımı var
ama etraflıca düşünürsen
gelişim hiç bir zaman yekten pozitivizm (çok sonra edit:bu pozitivizm kelimesini bu yazıyı yazarken doğaçlama ben sıçmıştım, şu an fark ediyorum ki birileri benden daha önce sıçmış, baya literatüre filan girmiş yani, ve baya farklı benim hayal ettiğimden, özetle sorry, ama yeni kelime filan bulamam şu an böyle devam etçez)  vaad etmez
negatifler de gelişir
her şey gelişir
iyi ya da kötü
güzel ya da çirkin
doğru ya da yanlış
pozitif ya da negatif
bütün kavramlar
hisler
eylemler
duygular
sözler
söylemler
her şey gelişir
ben hayallerimde karşımda duran pozitifliği geliştirirken
yaşamayı reddettiğim inkar ettiğim negatiflikler de tam arkamda bilinçaltım tarafından geliştirilmiş
----
evet bira almaya gitmiştim
çünkü biram bitmişti
dönüp geldiğimde şöyle bi okuyuverdim
bu arada bu hala yukarıdaki yazının devamıdır
ve sonuç şu ki
kendimi takdir ettim
yazıya başlangıç psikolojimi çok iyi hatırlıyorum
ne kadar uzun girizgah ya da gelişme yaparsam yapayım
sonuçta varıcağım noktayı biliyordum
ne kadar ağır depresyonda oluşumu yazıcaktım
depresyona girmiş olmayı kabulleniş ve akabinde depresif demeçler temalı bi yazı yazıcaktım
ama yazarken yazarken
her zamanki gibi kendime bile sürpriz bir şekilde
bambaşka bir uyanış yaşadım
şu an depresyona düşüş riskinin her zaman hali hazırda tam sırtımda pusuda beklemekte olduğunun bilincine vardım
veee
her zaman inatla düşmeme seçeneğimin de olduğunun farkına da vardım
her zaman kıçımı dönebilirim ona
yüzümü her zaman zeminime dönebilirim
hayallerimde hali hazırda zaten gelişmiş ve sürekli gelişecek olan zeminime
yüzümü her zaman ona dönebilirim
o zemine doğru adım atıp atmamam konusu bambaşka bir gün ve bambaşka bir ruh halinde tekrardan ele alınabilecek apayrı bir tartışma konusu
ama bu yazının aydınlanışı şudur ki
o uçuruma her zaman kıçımı dönebilirim
ve düşmeme seçeneği her zaman benim elimde olduğuna göre
ne kadar derin olduğunu ve daha ne kadar derinleşebileceğini kaygılarım arasından silebilirim
sanırım bu yazımı kendi zihnime teşekkür ve saygılarımı ileterek kapatabilirim.
0 notes
ranasaysthat · 6 years
Text
Hayal Yetmez, Yaşamak Lazım
  Nasıl her şeyi bir anda geride bıraktım? İşte zımni olarak bunun hikayesini anlatacağım. Klişeleri içselleştirmemiz daha kolay olduğu için, kasten hikaye dedim; aslında hayatımın artık yıla geçiş döneminin o kadar da hikayeleştirmeye değecek bir yanı olmayabilir. Artık yıl nedir peki? Hani bir tabak yemek yersiniz ya doyarsınız ve bir kısmını ziyan etmeye kıyamazsınız. Müsrifliktir çünkü bu. Kalan artık yemeği bir kabın içine koyup jelatinle sarıp buzdolabına kaldırırsınız ve yemeği sonra yersiniz veya yemek çok uzun süre dolapta beklemiştir ve artık yenilmeyecek hale gelir, sonunda sakladığınızın bir anlamı kalmaz ve yine çöpe dökersiniz. İşte artık yıl benim tanımıma göre buna benziyor, zamanı bir tabak dolusu lezzetli bir yemeğe benzetiyorum. İştahımın yerinde olduğunu varsayabilirsiniz. Akıllıca bir benzetme değil, eminim.
  Normalde bir yazıya başlamadan önce zihin akışımı kontrol altına alabilmek için bir kağıt üzerine notlar alırım, yani bunu aslında belki de havalı bulduğum için yapıyor olabilirim. En baştan söylemeli: göründüğümden çok daha fazla dürüst olacağım ve gereksiz detaylar ile sizi yorabilirim. Beni yakından tanımayanlar ise hiç okumasınlar, çünkü ne demek istediğimi anlayacaklarını pek sanmıyorum. Bu abartı oldu biraz, sözümü geri alıyorum. Ne demiştim? Açık yüreklilikle sözümün arkasında duracağım. Ayrıca hayatın toz pembeliğine karşı alerjim olduğunu şimdiden itiraf etmeliyim ki acı gerçekleri birer birer sıraladığım anda beni de kara listeye eklemek için fevri davranmamış olursunuz. Dışlanmak için yaratılmadık, ama milenyum çağına ayak uydurma uğruna önümüze çıkan kusurlu varlıkları hatalarıyla ezip yerle bir etmek için fazla hevesliyiz. Hiç kimse yok etme kültürünün bir parçası olmadığını söylemesin. Tamam kimse söylemedi, ben sadece fazla heyecanlıyım. Demek istediğim şu ki: güzel veya çirkin, iyi ya da kötü, faydalı veya zararlı vesaire vesaire birçok zıtlığın içinde, kaos ortamının verdiği güçle kurtarıcı bir misyon yüklenerek yok etmenin doğru bir eylem olduğuna inandık. Biz diyorum, çünkü kendimi suçlamazsam söyleyeceklerimin tesirini yitirme ihtimali var. İthamda bulunmanın yaygınlaştığı bu devirde, önce kendimi yargılamam gerektiğine dair kuvvetli bir disiplinim var. Neyse asıl mevzudan giderek daha fazla uzaklaşmadan konumuza dönelim.
  Bundan tam olarak 6 ay önce, hayatımın gitgide sıradanlaştığını fark ettim. Aslında memnun olmaktan öte, ciddi bir yoğunluğun içinde birbirine benzeyen günlerimi kanıksamaya başlamıştım. Çok çalışmaktan haz alıyordum, ama nedense yaptığım her işin bir bakıma daha önce ortaya koyduğum çalışmalardan farksız olduğunu anladım. Tükenmişlik sendromuna doğru yakalanmak üzereyken, kendime bir yol çizmem gerektiğine karar verdim. Ama ne yapacağım ve nasıl yapacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu. İlahi işaretlere inanarak yaşayan biri için plansızlık kaçınılmaz bir davranış biçimi oluyor.
“Seçimlerimi yaparken zihnimde metafor olarak iki seçenek beliriyor, bir hazinenin içinden bir elmas parçası mı çıkacak yoksa dışarıdan bakıldığında lezzetli görünen çürük bir elmayı mı ısıracağım? Deneyimlerimden yola çıkarak, aslında doğru bir seçim yapmanın zor olduğuna inandığım bir hayal kurmaya karar verdim. Özgeçmişime bakıldığında Oxford Ünversitesi'nde eğitimimi yarıda bırakmadım, yıllarca Paris'te bir şef olarak çalışmadım ve bir de bunun üstüne kapı kapı dolaşıp ocak satma gibi bir girişimim de olmadı. Washington'da bir ajan, Amiş kasabasında bir çiftçi olmakta bahtıma düşmedi. Belki böyle tuhaf bir geçmişe sahip olsam, tarihteki en etkili reklam kampanyalarından birkaçını yaratma şansım olabilirdi. Nitekim David Ogilvy'nin de Madison Bulvarı'na ilk geldiği yıllarda, dünya çapında başarılı olan bir reklam ajansının kurucusu olacağı aklına gelmemişti.
Gelecekte kim olacağımızı, ne uğruna, nasıl başarılı olacağımızı tahmin etmek zor. Dünyaya değer katmayı kafaya koyduğum andan beri, seçimlerimin beni nereye doğru sürükleyeceği konusunda hep heyecanlı oldum. Uzak ülküm, gerçek mutluluğu pazarlayabilen iyi bir reklamcı olmak. Yolun başındayken, hangi noktaya kadar ilerleyebileceğimi anlamak adına sadece içinde bulunduğum ana bakıyorum. Bir nevi carpe diem.”
   Bir yüksek lisans başvurusu için yukarıdaki satırları yazmışım, aman ne kadar da ponçik değil mi? Gerçeklerden ne kadar uzak olduğumu, programa kabul alamadığım anda anladım. Hayatımda en çok sevdiğim başarısızlığım bu oldu. Genel itibariyle başarısız olmayı severim zaten. Çünkü her başarısız olduğumda farklı arayışların peşine düştüm. Kendime hep şu soruyu sordum: bunu neden yapmak istiyorum? Açgözlü biri değilim, dünya adına öyle büyük hedeflerim de yok. Zengin olmayı istemedim ve meşhur olmayı da hiç istemedim. Basit bir hayat istiyorum. Çok basit. Belki de içinde bulunduğum hayat akışını yönetemediğim için, şöyle bir durdum: görevlerime, ilişkilerime, kişisel gelişimime, manevi hayatıma, sosyal medyama yetişemiyordum. Hiçbir şey istediğim gibi gitmiyordu. Kısa süreli bir boğulma anı geçirdim. O an aklımdan geçen tek eylem, yok olmaktı. Elbette bunu yapamayacak kadar güçsüz bir halde olduğum için yapmadım. Fakat insanın kendisinden çok korkması gerektiğini anladım. Üretmeyi sevdiğim için o zamanlarda okuduğum bir kitabın şu satırları beni her şeyi geride bırakmaya ikna etti, muhayyileme ket vuran gerçeği bulmuştum:
“Alışıldık olan şeyler düşüncelerimize pranga vurur. Beyin neredeyse sonsuz olasılığı içeren bir sinir yumağıdır, bu demektir ki neyi fark etmeyeceği konusunda tercih yapmaya epey zaman ve çaba harcar. Sonuç olarak yaratıcılık verimlilik uğruna takas edilmektedir; insanlar sembolist şiir gibi değil, düzyazı şeklinde düşünürler. Ancak problemlerden uzak olduğumuzu hissettiğimizde bilişsel zincirler gevşer ve içgörü meydana çıkar. Dahası, evden ne kadar uzun süre uzakta kalırsanız, etki de o kadar güçlü olur.”
Sürekli alışıldık mevzuların içinde hapsolmaktan sıkılmıyor musunuz?
Ben çok sıkılmıştım da ondan sordum. Her şeyi geride bıraktım, çünkü kaybederek kazanmanın ne demek olduğunu öğrenmeye ihtiyacım vardı. Standart bir hayatın içinde köle olmaktansa, kendi bildiğim doğrulara göre hayatımı yaşamak için gitmek zorundaydım.
Uzaklara gittim. Çünkü görmeye ihtiyacım vardı ve okumaya, araştırmaya, üretmeye, katkıda bulunmaya… Bir bakıma yine bunları yapabildiğim bir hayatın içindeydim, ama önceliklerimi belirleyemeyecek kadar yoğundum.
Gittim. Çünkü yeteneklerimi ne kadar zorlayabilirsem o kadar çok zorlamak istedim. Tek başına bir yola çıkmanın, dilediğin anda, olmak istediğin yerde vaktini değerlendirmenin ne denli sıra dışı bir deneyim olacağını tatmak istedim. Sınırlarımı kendim belirlemek ve hayatımın kontrolü benim elimde olsun istedim.
Geçen 6 ay boyunca anladım ki hayatımızı zorlaştıran gereksizliklerle kendimize zulmediyoruz.
Sürekli iletişim halinde olmak istemiyorum, her an bana ulaşılabilecek bir cihaz elimde var diye bölünmek istemiyorum. Kendimi adamaya çalıştığım konular* üzerinde uzmanlaşmak isterken, geçici gündemlerin zihnimi ele geçirmesini istemiyorum. Bu süreçte vefasız olduğumu düşünen dostlarım oldu. Keşke bana bugün beni heyecanlandıran ne varsa ve merakımı cezbedenin ne olduğuna dair sorular sorsalardı. Neyse ben yine de vefasız olduğumu kabul edeyim, çuvaldızı kendime batırmak suçlayacak biri aramaktan daha makul geliyor.
İyi ki plansız bir kararın peşine düşmüşüm ve günün sonunu nasıl getirebilirim acelesinden kurtulup, yenilgiyle hayal kırıklığına uğrama endişesinin durduramadığı bir yola çıkmışım. Bir noktada takılıp kalmaya eğilimli ve değişim barındırmayan varoluşsal çabadan sıyrılmışım, kendimi bulmaya devam ediyorum. Bu yolculukta beni şaşırtan, endişelendiren, mutlu eden, cesaretlendiren ne varsa burada paylaşmaya karar verdim. Gayem doğrultusunda, uğruna yaşadığım idealler ve değerler adına ufacık da olsa bir sesim olduğuna inandığım vakit yine burada olacağım. Cüretkar ve faydasız geliyorsa, yorulmayın ve internet paketinizi instagram’da* harcayın lütfen.
*konular: digital humanities, posthuman future, technology for civil rights
*Instagram hesabımı çok vaktimi çaldığı için kapattım ve ayrıca çocuklarıma dijital bir albüm bırakmaktan ziyade biraz tozlanmış gerçek bir albüm bırakmayı yeğlerim.
0 notes