Tumgik
#ordu il başkanı
haberyerelcom · 2 years
Text
Zafer Partisi Ordu İl Başkanlığına Sevinç Başaran seçildi
Zafer Partisi Ordu İl Başkanlığına Sevinç Başaran seçildi
Zafer Partisi Ordu İl Başkanlığına Sevinç Başaran seçildi.Genel Başkanlığını Ümit Özdağ’ın yaptığı Zafer Partisi’nin Ordu İl Kongresi bugün yapıldı. Kongrede Sevinç Başaran başkanlığındaki tek liste aday oldu.Sevinç Başaran başkanlığındaki Zafer Partisi İl Yönetiminde şu isimler yer alıyor; Levent Şaban Başkaya, İlyas Baydaş, Tülay Başkaya, Mustafa Şenyurt, Ataol Akköse, Tuğkan Servet Şenel,…
Tumblr media
View On WordPress
2 notes · View notes
baybaykus · 9 months
Text
ARTIK ACI GERÇEĞİ GÖRELİM Mİ?
Zahide Uçar
Seçimler bitti. Millet ittifakı kaybetti. Nedenleri çok konuşuldu. Hala konuşuluyor. Belli toplamalardan çıkarımlar yapılıyor. Bunlarla kafanızı yormayacağım. Zaten yeterince dinlediniz, dinliyorsunuz.
İlk düğme yanlış iliklendi, hem de muhalif (!) dediğiniz particikler sayesinde… Dolayısı ile artık doğru bir sonuç beklemeyin. 2017 yılında rejim değişikliği için referandum yapıldı. Cumhuriyeti el birliği ile yıkıp, monarşiyi getirdiler. Monarşilerde gerçek bir seçim olmaz.
-Atatürk, AKP’nin bir benzeri olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kapattırmıştır. Atatürk ile röportaj yapan Amerikalı bir gazeteci Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın neden kapatıldığını sorduğunda Atatürk şu kısa yanıtı verir:
‘Bu fırkayı kuran kişilerde Cumhuriyetçi bir kişilik yoktu ve Cumhuriyetin varlığını halk oylamasına götürebileceklerini zannettiler. Cumhuriyetin varlığı oylanamaz.’
T.C. Devletiyle sorunlu ailelerin çocukları parti başkanı, vekil, bürokrat, gazeteci, yazar, akademisyen kimliği ile bir araya gelip T.C. Devleti ve kurucu unsur olan Türklere savaş açtı. Milli bayramlarımız bile yasaklandı. Bir ülkenin milli bayramlarını ancak işgal güçleri yasaklar. Önce bu gerçeği idrak edeceğiz. Tabii, onurumuzla özgürce yaşayacağımız bir vatan derdimiz varsa…
2017 yılında T.C. Devletinin rejimini değiştirdiler. Hem de el birliği ile… Kılıçdaroğlu; “ Ben Dersimli Kemal” dediği gün aslında devletle sorunlu bir ailenin çocuğu olduğunu da açıklamış oldu. Sonra, “iktidar olunca Dersim arşivlerini açacağım” dedi. Ne gariptir ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan’da Türk Milletini; “ben de Dersim arşivlerini açarsam” diye tehdit etmiştir. Bu tehdidin arkasından Avrupa Parlamentosu’nda Dersim soykırım dosyası açılmıştır. Bir iftira daha…
Düşman mı arıyorsunuz? Buyurun size düşmanlık!.. Türkiye Cumhuriyeti Devletini yargılatmak için Avrupa Parlamentosu’nda bir dosya açılmasını sağladılar…
T.C. Devleti hem içeriden, hem dışarıdan kuşatılıyor. Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının 100 yıl önce bozduğu oyun yeniden sahneye kondu: “Anadolu’da Türk varlığına son verme projesi bütün uyanışları sönümleyecek bir algı operasyonuyla” Türkleri sarıp kuşatıyor.
Tuzağı görmeyelim diye de yandaş kanallarda Türklerin kahramanlık dizileri oynatılıyor. Türkler devleti koruyan aksakallılar diye (hiç olmayan) bir yapıya inandırılıyor. İnansınlar ki, devleti koruyan arka yüz bir derin devlet var deyip rehavete kapılsınlar. Türkiye’de derin devlet yoktur. Türkiye’de ABD’nin kullandığı çakal sürüsü devletin derin gücü diye pazarlanıyor. O güç 1980 öncesi aynı silahla sağcı-solcu gençliği birbirine kırdırdı. Vatan diyen gençliği kırdırıp, seccademi serdiğim yer vatanımdır diyen vatansızlara bir yol değil, bir otoban verdi.
Günümüze gelirsek;
Türk Ordusu ne durumda, gücü nedir bilmiyoruz. İnsan insana istihbaratı çok iyi olan Jandarma ABD’nin de isteği ile Ordudan kopartılıp kır polisi yapıldı. Jandarma, Ordunun kulağıdır, bacaklarıdır. Ordunun insan insana istihbaratına darbe vuruldu. Bacakları kesildi, İçişleri Bakanlığına takma ayak yapıldı. Okulları kapatıldı. Hastaneleri kapatıldı. Artık dünyada hastanesi olmayan tek ordu bizim ordumuzdur. Kendi ordusunun hastanesini kapatan güdümlü akıl, deprem bölgesine AB-D ordusunun askeri sahra hastanelerini davet etti. Kimse güvenlik sorunu da doğuracak bu rezil durumdan utanmadı.
Üniversiteden asker yetişmez! Subay adayları liseden itibaren askerlik eğitimi alırken aynı zamanda birbirlerini tanıyor, kocaman bir aile oluyorlardı. Bu aileyi parçaladılar.
Afganistan’dan sayısını bile bilmediğimiz Amerikan askerleri hazır kıta olarak ülkemize sokuldu. ABD Suriye’de PYD/PKK devletini ilan edecek. Türk Devleti karşı çıkarsa bu lejyoner ABD askerleri harekete geçirilecek. Türkiye Şeyh Sait isyanında olduğu gibi iç karışıklıkla uğraşırken PYD/PKK devleti ilan edilerek, oldubittiye getirilecek. ABD Dedeağaç’a yığınak yaptı. Hem de silahlandırılması yasak olan bir yere, sınırımıza. AKP’nin sesi çıkmadığı gibi, muhalefetin de sesi çıkmadı. Amerikan savaş gemisi Bizans Bayrağı takarak Ege Denizinden geçti. Hamdolsun, Türkiye Cumhuriyeti Devletinden kimse görmedi (!).. İşgal edilen Ege Adalarımıza sadece Yunan Ordusu değil, ABD askerleri de yerleşti. Bizim kurmalı hükümet görmedi. Kurmalı muhalefet görmedi. Ne yazık ki Ordu mensupları da görmedi. Karadeniz’den gaz çıkarttık diyen AKP, Ege’de Türk Kıta sahanlığı içinde bulunan bölgeden Amerikan ortaklı Yunan Şirketinin petrol çıkarmasına, yani petrolümüzü çalmalarına göz yumdu. Emekli Albay Ümit Yalım sayesinde bu işgal ve peşkeşi öğreniyoruz.
On milyondan fazla geçici sığınmacı Suriyeli ülkemizin her tarafına dağıtıldı. Suriyeli geçici sığınmacılara akıl almaz imkanlar sağlanıyor. İşledikleri suçların kayda alınmadığı iddiası var. Birlikte karakola düşerseniz, her durumda Suriyeli kayrılıyor. Belli ki emniyetin kulağı bükülmüş. İş yeri açtıklarında vergi alınmıyor. Vergi veren Türk vatandaşı esnaf bu haksız rekabet karşısında ayakta kalamıyor. Yavuz sonrası devşirme devletine dönüşen Osmanlı’nın Türklere yaptığı zulmün bir benzerini devşirmelerin varisi olan Yeni Osmanlıcılar yapıyor. Zaten Atatürk düşmanlığının asıl nedeni Türk Düşmanlığıdır. Çünkü son Türk Kağanı olan Atatürk bir Türk Devleti kurmuştur.
T.C. Devletinin bütün varlıkları yağmalandı. Küresel şirketlere peşkeş çekildi. Türk Milleti Osmanlı’da olduğu gibi fakirleştirildi. Cumhuriyet ayağı çıplak çocukları alıp okuttu. Doktor, avukat, öğretmen, müzisyen, ressam, bilim adamı yaptı. Artık fakirleşen Türklerin çocuklarını okutabilmesi mümkün değildir. Türk Çocukları küresel ve yandaş şirketlere boğaz tokluğuna marabalık yapacak duruma düşürüldü.
Köyler çeşitli hileli yasalarla boşaltılıyor. İnsanlar köylerinde kendi arazisine ev yapamıyor. Ev yapabilmesi için arazinin yanından kayıtlı yol geçmesi gerekiyor.. Boncuk misali evler yola dizilecek!? Komedi gibi. Kaç arazinin yola kıyısı olabilir ki? Köyler boşalmalı ki, vatan kavramı da toprakla birlikte yok olsun. Ortada küresel sisteme uyumlu, vatansız şebekler kalsın.
Bir makaleye sığdıramayacağım kadar ihanet el ele işleniyor. Türklerin ölçüsü alındı, tabut hazırlanıyor. İç Anadolu Türkleri (Haham Başının ben kurdum dediği) tarikatlarda vatansızlaşıyor, mankurtlaşıyor. Ve benim güzel (!) insanım;
YCHP’nin seçimi nasıl kaybettiğini tartışıyor.
2. Cumhuriyetçilerin ele geçirdiği YCHP, referanduma katılarak meşrulaştırdığı, TEK ADAM rejimine yol verdiği gün bütün seçimleri kaybetmiştir. Millet İttifakı aldığı oyların %50’sini de KERHEN verilen oylardan aldı. Kurulan tahterevalli oyununda iki ittifaktan birine oy vermeye zorlanan, hatta mecbur bırakılan seçmen, AKP’den kurtulmak için oyunu kerhen Millet İttifakına verdi. Konuştuğum birçok eğitimli insan şunu söyledi;
“Önce bu yağmacı, karanlık yapıyı gönderelim. Millet İttifakı kazanınca yargı bağımsız olursa, bunlarla mücadele etmek çok daha kolay olur.”
Yani Millet İttifakına oy verenlerin önemli bir kesimi Millet İttifakına bağımsız yargı için oy verirken, Millet İttifakı gayri milli uygulamaya giderse mücadele etmek, karşısında durmak için oy verdi.
Bu günkü meclis aritmetiğine bakarsak, YCHP ve İYİP’in de katkıları Cumhuriyet, Atatürk ve Türk düşmanı gericilerin sayı üstünlüğünü ele geçirdiğini görürüz. Bu durum da göz ardı edilmesin! TBMM Meclis-i Mebusan’a dönüşmüştür. Meclis-i Mebusan’ın vekillerini artık okuyanlar araştırsın.
***
Sevgili Türkler, uzaktan kumandalı, içerideki öncü işgal güçlerinin yataklık ettiği, iç savaşa ve dolayısı ile NATO’nun müdahalesine imkan verecek bir bombanın üzerine oturtulduk. Partiler bizleri oyalıyor. Gerçekleri görmemizi engelliyor. Seçmenini kontrol altında tutuyor.
Ermenistan sınırından başlayarak sınırlarımızdaki mayınlar temizlendi. Ülkemiz her türlü girişe açık hale getirildi. 21. Yüzyılın savaş yöntemi, hedef ülkelere taşımalı teröristleri sokarak iç savaş çıkartmaktır. Libya, Suriye gibi ülkeleri bu yöntemle karıştırıp parçaladıklarını unutmayalım.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk T.C. Devletini dönme-devşirme meclisi olan Meclis-i Mebusan ile kurtarıp kurmadı. Türk Milleti ile birlikte kurdu. Bütün vatanseverler bir araya gelmezsek, ülkemize sokulan katiller, hilafet isteyen yerli misyonerler, İŞİD kalıntıları ayaklanıp (ki, hepsi silahlandı), bir kıyıma başlayabilir. HÜDAPAR yeşillik olsun diye meclise sokulmadı.
İzmir ve Eskişehir gibi Cumhuriyet rejimini benimsemiş insanların çoğunluk olduğu illerde ilk ve orta eğitim okullarına imamların, Kur’an Kursu hocalarının görevlendirilmesi Rehber İmamlık rejiminin ön denemesidir. Pedagoji eğitimi almayan, dünyayı tek renkle okuyan bu insanların görevlendirilmesi İzmir ve Eskişehirli veliler tarafından reddedilmelidir.
Türk Milleti partiler üstü bir birliktelik sağlayıp, vatanına, devletine, şerefine, namusuna sahip çıkmalıdır. Bu birliktelik bölen görevi yapan, cambaza bak oyunuyla halkı kontrol eden partilerin güdümünden çıkmadan BA-ŞA-RI-LA-MAZ!
Azim ve Karar, 13.06. 2023
13 notes · View notes
e2i4-ud · 9 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
AA muhabirinin derlediği bilgilere göre, 1919'da Birinci Dünya Savaşı sonrası İtilaf Devletleri, Mondros Ateşkes Antlaşması hükümlerine dayanarak türlü bahanelerle Anadolu'yu işgale başladı, ordusunun cephanesi elinden alınan Türk milleti, zor durumda bırakılmaya çalışılıyordu.
Halide Edip Adıvar'ın "Türk'ün Ateşle İmtihanı" kitabında anlattığı işgal günlerinde, itilaf donanması İstanbul'a, Fransızlar Adana'ya, İngilizler Urfa, Maraş, Samsun ve Merzifon'a, İtalyanlar, Antalya ve Anadolu'nun güneybatısına yerleşti.
15 Mayıs 1919'da İtilaf devletlerinin izniyle Yunan Ordusu İzmir'e çıkarma yaptı.
Bu durum karşısında Türk milleti, tarih boyunca gösterdiği "millet olma bilinci" ile işgallere karşı Kuvayı millîye hareketini başlattı. İki seçenek vardı, ya işgal güçlerine teslim olunacak ya da yıkılan yakılan bir ülke yeniden ayağa kalkacak ve küllerinden doğacaktı.
1920'de TBMM'nin açılması üzerine işgal güçleri tüm baskıcı politikalarını Atatürk ve silah arkadaşları üzerine yoğunlaştırdı, özellikle Batı Cephesi'nde hareketlilik başladı. Yunan ordusu 1921'de Polatlı'ya kadar geldi. Polatlı'da dünyanın en uzun sürecek meydan muharebesinin hazırlıkları yapılıyordu.
"Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır"
Türk ordusunun Yunan ordusu ile Sakarya boylarında yaptığı meydan savaşı olan Sakarya Meydan Muharebesi 23 Ağustos'ta başladı. Bu tarihten itibaren gece gündüz aralıksız süren savaşta, Mustafa Kemal Paşa, yeni bir savaş stratejisi uygulayarak ordularına, "Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh, bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz." emrini verdi.
Türk askeri, bu emre uyarak vatanını canla başla savundu. Bu amansız mücadele, bütün şiddetiyle 22 gün 22 gece sürdü. Bütün cephe boyunca saldırıyı sürdüren Türk ordusu, 13 Eylül 1921'de Sakarya ırmağının doğusundan Yunan kuvvetlerini temizledi.
Sakarya Meydan Muharebesi, Türk milletinin savunma durumundan taarruz durumuna geçtiği dönüm noktalarından biri olarak tarihteki yerini aldı.
Düşman ordusunu tamamen yurttan atmak amacıyla bir yıl kadar süren hazırlık döneminden sonra 26 Ağustos 1922'de Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Büyük Taarruzu başlatan harekât emrini verdi.
26 Ağustos'ta Kocatepe'de şafak sökerken...
Başkomutan Mustafa Kemal, 26 Ağustos sabahı Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa (İnönü) ile muharebeyi yönetmek üzere Afyonkarahisar sınırlarında kalan Kocatepe'de yerini aldı.
Topçu ateşleriyle şafak vakti başlayan harekâtın devamında Türk askeri, sabahın ilk ışıklarıyla hücuma geçip Tınaztepe'yi ele geçirdi ve Belen Tepe ile Kalecik Sivrisinden düşmanı uzaklaştırdı.
Taarruzun ilk gününde 1. Ordu birlikleri, Büyük Kalecik tepe ile Çiğiltepe arasındaki 15 kilometrelik alanda, düşmanın birinci hat mevzilerini ele geçirdi. 5'inci Süvari Kolordusu, düşman gerilerindeki ulaştırma kollarına başarılı taarruzlarda bulundu, 2'nci Ordu ise cephede tespit görevini aksatmadan sürdürdü.
Türk ordusu, 27 Ağustos sabahı bütün cephelerde yeniden taarruza geçti ve aynı gün Afyonkarahisar, 8'inci Tümen tarafından düşman işgalinden kurtarıldı. 28 ve 29 Ağustos'ta başarıyla sürdürülen taarruz, düşmanın 5'inci tümeninin etkisiz kılınmasıyla neticelendi.
29 Ağustos gecesi durum değerlendirmesi yapan komutanlar, hemen harekete geçilip taarruzun kısa sürede sonuçlandırılmasında hemfikir oldu ve planın 30 Ağustos'ta aksamadan uygulanması için gerekli önlemler alındı.
Büyük Zafer ve bir kırık kağnı
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa, Türk ordusunun Kurtuluş Savaşı'nda kazandığı en önemli zaferin arifesinde, 30 Ağustos sabahında şimdi belde olan Kütahya'nın Altıntaş ilçesine bağlı Zafertepe Çalköy'de birliklere taarruz emrini verdi.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk komutasındaki Türk ordusunun, 26 Ağustos'ta başlayan Meydan Muharebesi'nde Dumlupınar'da Yunan birliklerini Allıören, Keçiler, Kızıltaş Deresi yolunun iki yanında tamamen sarıp imha etmesiyle zafere ulaşıldı. Kızıltaş Deresi bölgesinde açık kalan alandan bazı Yunan birlikleri, General Trikopis, General Diyenis ve birçok Yunan komutanı kaçtı.
Büyük Zafer'in ertesi günü, 31 Ağustos'ta Zafertepe Çalköy'de bir evin bahçesindeki kırık kağnının üzerine muharebe alanlarının haritasını koyan Başkomutan Mustafa Kemal, Fevzi Paşa ve İsmet Paşa ile durum değerlendirmesi yaparak, Yunanlıların yeniden savunma düzenine geçmesini önlemek ve onları mağlup etmek için İzmir'e girme görüşünde birleşti.
"Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"
Mustafa Kemal Paşa, Büyük Zafer sonrası 1 Eylül'de Dumlupınar'da, Batı Cephesi'ndeki tüm subay ve erlere okunmak üzere yayımladığı bildiride, şu ifadelere yer verdi.
"Türkiye Büyük Millet Meclisi orduları, Afyonkarahisar-Dumlupınar Büyük Meydan Muharebesi'nde, zalim ve mağrur bir ordunun temel varlığını, inanılmayacak kadar az bir zamanda yok ettiniz. Büyük ve seçkin ulusumuzun fedakârlıklarına layık olduğunuzu kanıtladınız. Sahibimiz olan büyük Türk ulusu, geleceğine güvenmekte haklıdır. Savaş alanlarındaki başarı ve fedakârlıklarınızı yakından görüp izliyorum.
Ulusumuzun size olan övgülerinin iletilmesine aracılık etme görevinin arkasını bırakmayacak, sürekli olarak yerine getireceğim. Ödüllendirme için Başkumandanlığa öneride bulunulmasını, Cephe Kumandanlığına buyurdum. Bütün arkadaşlarımın, Anadolu'da daha başka meydan muharebeleri de verileceğini göz önünde bulundurarak ilerlemesini ve herkesin akıl gücünü ve yurtseverliğinin kaynaklarını kullanarak, yarışmayı bütün gücüyle sürdürmesini talep ederim. Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri!"
Bu emir doğrultusunda üç koldan ilerleyen Türk ordusu 1 Eylül'de Gediz ve Uşak'ı, 2 Eylül'de Eskişehir'i, 6 Eylül'de Balıkesir ve Bilecik'i, 7 Eylül'de Aydın'ı, 8 Eylül'de Manisa'yı geri aldı. 9 Eylül'de İzmir'de Yunan ordusunu denize döken Türk ordusu, Mustafa Kemal Paşa'nın emrini büyük bir başarıyla yerine getirdi.
Görevini yerine getirememenin üzüntüsüyle...
Büyük Taarruzdan akıllarda kalan en önemli olaylardan biri, 57'nci Tümen Komutanı Albay Reşat Bey'in, 27 Ağustos'ta Çiğiltepe'nin alınmasının yarım saat gecikmesi üzerine, görevini yerine getirememenin üzüntüsüyle kendisini vurarak intihar etmesiydi.
Mustafa Kemal Paşa'ya, Çiğiltepe sırtlarında çarpışan 57'nci Tümen Komutanlığını yeniden telefonla aradığında Albay Reşat Bey'in intihar ettiği söylendi ve yazdığı "Yarım saat zarfında o mevkii almaya size söz verdiğim halde, sözümü yapamamış olduğumdan dolayı yaşayamam." notu okundu.
Çiğiltepe, Albay Reşat Bey'in ölümünün 15 dakika sonrasında düşman askerlerinden kurtarıldı.
"Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı"
Büyük Önder Atatürk, Büyük Zafer'den 2 yıl sonra, 30 Ağustos 1924'te, Şehit Sancaktar Mehmetçik Anıtı'nın temel atma törenine katılmak üzere Zafertepe Çalköy’de geldi.
Törene katılanlara iki yıl öncesini hatırlatan Atatürk, Büyük Zafer'i şu cümlelerle anlattı:
"Afyonkarahisar-Dumlupınar Meydan Savaşı ve onun son parçası olan 30 Ağustos Zaferi, Türk tarihinin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, çok parlak zaferlerle doludur ama Türk ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir adım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbellidir ki yeni Türk devletinin, genç Türk Cumhuriyeti'nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, Cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır. Türk ulusu burada kazandığı zaferle, açığa vurduğu gücü ve istemiyle, bu belli gerçeği bir kere daha tarihin bağrına çelik kalemle koymuş bulunuyor."
İlk kez 1926'da Zafer Bayramı olarak kutlanmaya başlanan 30 Ağustos, her yıl yurt geneli ve KKTC'de çeşitli etkinliklerle kutlanıyor.
Yukarıdaki yazının kaynağı: ANADOLU AJANSI-
Allah bir daha şu güzelim Türkiye’mize ve büyük milletimize böyle bir savaş göstermesin. Onun için bundan sonra 7’den 70’ine kadar bütün insanlarımız birlik ve beraberlik içerisinde olmamız gerekmektedir. Asla RENK; DİL; IRK; MEZHEP; REY; DİN ayrımcılığı yapmayalım ve şu güzelim ülkemizde insanca yaşayalım.
Aşağıda yeni yaptığım bestemi lütfen izler misiniz? Bayram hediyesidir. Kanal:
YouTube.com/@EminDEGIRMENCI-UdiEminBey
MUHAYYERKÜRDÎ Şarkı
Söz: Rüksan DİNÇTÜRK
Müzik: Emin DEĞİRMENCİ-Udî
Beste T: 08 AĞUSTOS 2023-Salı-Seyhan-ADANA
Savaş olmamalı benim ülkemde,
Beyaz; siyah; sarı, vermiş el ele,
Hep en güzel türküler söylenmeli,
Mutluluk ve iyilik üstüne…
Tüm insanlar birbirini sevmeli,
Birbirini anlamalı, bilmeli,
Hep mutluluk okunmalı yüzlerden,
Yaş değil, sevgi akmalı gözlerden…
Biz, dostça; kardeşçe yaşamalıyız,
Kimseye kötülük yapmamalıyız,
Kaç günümüz var şunun şurasında?
Dost olalım, yaşayalım insanca…
Rüksan DİNÇTÜRK
2 notes · View notes
teneres · 1 year
Text
Tumblr media
İnsanın kibrine ve bencilliğine en iyi örneklerden birisi; günümüz seküler ve modernist ideolojisi kalbinde ve zihninde yer etmiş şekilde, özellikle de Türkiye, Azerbaycan gibi ulus milliyetçilikle, İslam'ın işlerine gelen kısmı harmanlanmış ülkelerde yaşayan insanlardır.
Bu kimseler asla İslam'ın tamamını motamot şekilde kabul etmez, bu tavırlarını savunmak içinde; alimlerin görüşü, falanca yerdeki Müslüman topluluğun kültürü, ataerkil zihniyet vb sıfatlarla etiketleyerek bastırmaya çalışırlar.
Allah'ı, dinini, kulları için belirlemiş olduğu düzeni red eder, hatta Allah ve Rasul'u ile dalga geçmeyi, eleştiriyi "düşünce ve fikir özgürlüğü" sayar, kendileri bunu yapmasa bile yapanlara karşı çıkılmaması gerektiğini iddia ederler. Dinin insanın kendi ile ilahi arasında manevi bir durum olduğunu savunur, insanlara bunu kanuni ve toplumsal baskılarla kabul ettirmeye çalışır, ancak iş ölüme geldiği zaman cennetin en güzel yerlerini isterler.
Mesela yakın zamanda biten Karabağ Savaşı'nda ordu da Hristiyan olan kimseler de öldü ve bunları da şehit saydılar.. Tepki gösterenlere ise cevaben en hafifi "sen Allah mısın hüküm veriyorsun" iken, gerisi ahlaksızlıklarına göre değişen sinkaflı küfürler oldu.
Maide Suresi 73. Andolsun, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyenler de kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek bir İlahtan başka ilah yoktur. Eğer söylemekte olduklarından vazgeçmezlerse, onlardan inkâr edenlere mutlaka acı bir azap isabet edecektir.
Peki Allah ve Rasul'u bizlere kimin kafir olduğunu söylediği gibi, kimin şehid olduğunu da söylemedi mi?
Bakalım;
Al-i İmran Suresi 169. ALLAH YOLUNDA öldürülenleri sakın ölüler sanma.
Ebû Mûsâ el-Eş`arî (radıyallahu anh) şöyle dedi:
Rasulullah ﷺ'e;
Biri cesaretini göstermek, diğeri milletini korumak, öteki kendine yiğit adam dedirtmek için savaşan kimselerden hangisi Allah yolundadır? diye soruldu.
Rasulullah ﷺ şu cevabı verdi:
“Kim, İslam daha yüce olsun diye savaşıyorsa, o Allah yolundadır.”
Buhârî, İlim 45, Cihad, 15;
Tirmizî, Fezâilü’l-cihad 16;
İbni Mâce, Cihad 13
Gayri İslami kanunlarla yönetilen ve kullara kanun koyma yetkisi veren sistemlerin menfaatleri ve korunması için savaşanlar bu müjdelere dahil DEĞİLDİR.
Hakeza, bütün ömrünü Allah yokmuş gibi yaşayıp hatta İslam düşmanlığı içinde olup da, sırf bir kesimin itibar ettiği bir gazeteci, seküler bir eğitim kurumu başkanı veyahut başka önemli görülen bir meslekten diye, iş saatinde öldü diye şehid olmuş değildir.
Nitekim dünya ve ahiret şehidleri, canını Allah yolunda ortaya koymuş, ailesini, malını hayatını geride bırakarak bu yola çıkmış kimsedir. Yaşarken Müslüman olup olmadığı bile belirsiz kimseler sırf yaşadıkları devlet onlara şehid dedi diye, üzerlerinde üniforma var diye, yahut sınırlarını ve düzenini korudukları ülkenin içinde/geçmişinde Müslümanlar/İslam var diye şehid sayılmazlar. Velev ki birilerinin hoşuna gitmese, nefsine ağır gelse de, asıl ağır olan hakk'tır.
5 notes · View notes
veganlogicdinamo · 2 years
Text
KİM BU DEVLET YETKİLİLERİ?
Geçen hafta ise ilginç bir ses kaydı ortaya çıktı. Twitter’da Havrita’yı savunanların açtığı bir sohbet odasında Hatice Bozdemir adlı bir kişi şöyle diyordu:
“Bizi yalnız bırakanların, bunu bizden rica edip de arkada gölge gibi duranların, şunu yapın, bunu yapın... Bize diyorlar ya devlet bunları kolluyor diye, evet, devlet bizi kolluyor ama arkadalar. Şu an sadece vitrinde biz varız. Fakat gün gelir de meydana çıkmazlarsa, onların isimlerini o belgesellere, kitaplara büyük harflerle yazacağız. Belki mahkemeler yargılamayacak ama tarih onları yargılayacak!”
Bu konuşma üzerine savcılığın resen harekete geçip bu organize grup hakkında soruşturma açması gerekir. Devletin içinde kim hayvanları hedefleyen bu harekete destek veriyorsa açığa çıkarılmalıdır.
Konuşmayı yapanın sosyal medyada, “Bizim iş ne durumda diye bizzat sorabilirim İsmail Çataklı’ya:)” şeklinde başkalarına verdiği yanıt da var. Çataklı, İçişleri Bakan Yardımcısı.
***
İktidar milletvekilleri ile fotoğraflarını paylaşanların sokak hayvanlarına karşı şiddeti pompalayan mesajlarıyla dolu internet. Birkaç örnek...
AKP Milletvekilleri Efkan Ala, Zafer Işık ve belediye başkanları ile fotoğraflarını paylaşan Havrita destekçilerinden Hakan Hamdi Ünal: “Böyle devam ederse, ordu darbe yapacak, köpekleri itlaf etmek için.”
Mehmet Culha: “Ben denk gelirsek sıkarım kafasına, cezamı gider yatarım.”
Ömer Alp: “Çözüm çok basit, dolu Beretta, iki şarjör.”
Bu arada sokak hayvanlarının canının da devletin sorumluluğunda olduğunu söyleyip yasaya uyulmasını isteyenlerin Twitter hesapları troll saldırısıyla erişime kapandı. Biri benimki, diğeri de Türkiye Hayvanları Koruma Vakfı Başkanı Erman Paçalı’nınki…
Tekrar soruyorum: Kimdir bu şiddet yayanların arkasındaki güçler?
2 notes · View notes
cihangir-uzunkaya · 2 years
Text
Bir devlet başkanı elinde portakal tutuyor...
Ne var bunda?
Sıradan bir hadise işte diyenler olabilir...
Bu portakallar, 1930'lu yıllarda İtalya’dan getirildi. Adana başta olmak üzere Mersin, Antalya ve Ege’nin bazı bölgelerinde aşılandı...
Buraya kadar sorun yok.
Okuyun bakalım, ardından ne gelecek..
İskenderun Demir Çelik fabrikası,
Nazilli Basma fabrikası,
Kayseri Sümerbank tekstil fabrikası,
Şişecam fabrikası,
Aliağa rafinerisi
Daha bir çok fabrika RUSLAR tarafından yapıldı!
Parası DA portakal ile ödendi..
Türk sanayisinin omurgasını oluşturan bu hayati tesisler sayesinde, hem on binlerce insanımız iş buldu, hem de Türkiye milyarlarca dolarlık ithalattan kurtuldu, dışarıya bağımlılığı azaltıldı.
Bunların karşılığında bir lira bile ödemedik…
Hepsinin parası, sebzeyle meyveyle narenciyeyle ödendi.
Tıpkı!
Aynı yıllarda çay bitkisinin Rize’ye getirtilip ekildiği gibi..!
Tıpkı!
1927’de çıkartılan yasa ile;
“Fındık fidesinin” ihracatının yasaklanıp, Ordu ve Giresun’un fındık yetiştiren il olarak kabul edilmesi, devamında fındık kongresinin toplanması gibi..!
O portakal çok önemli...
Görsel: Atatürk İçel İli portakal bahçesinde... 1937
Tumblr media
2 notes · View notes
turkudostu61 · 2 years
Text
YANIT BEKLEYEN TARİHİ SORULAR (Dr. Vecdet Öz)
- Devlet Bahçeli’nin ölçüsüz Tayyip Erdoğan düşmanlığı bir anda nasıl vazgeçilmez bir hayranlığa dönüştü? - “Ergenekon’un savcısıyım” diyenler neden bir anda çark etti?
- Ergenekon tutuklusu Doğu Perinçek’in kronik Tayyip Erdoğan düşmanlığı bir anda nasıl “Tayyip Bey desteklenmelidir” söylemine dönüştü? - “BOB eş başkanıyım” diyen biri bir anda nasıl Rusya dostu olabildi?
- Açılım ve demokratikleşme süreci, akil adamlar safsatası nasıl oldu da bir anda ortadan kalktı? - Sınırda teröristlere tören düzenleyen bir zihniyet nasıl oldu da bir anda sınır ötesi terör avı başlattı?
- Daha düne kadar ülkücülere ağza alınmayacak sözler sarf eden,her türlü milliyetçiliği ayaklar altına aldık diyenler nasıl oldu da milliyetçi oluverdi? - “Hoca efendi”deyip gözyaşı dökenler bir gecede nasıl oldu da fikir değiştirip hep bir ağızdan “hain FETÖ”diye haykırdılar?
-Darbe girişimi esnasında 40-50 asker köprü geçişini kapattığında 2 km mesafede bulunan ve emrinde 20.000 asker olan 1.Ordu Komutanlığı neden darbecilere müdahale etmedi? -15Temmuz kalkışmasında ölenlerin otopsi raporları ve ölüme neden olan silahların menşei neden açıklanmadı
-FETÖ’nün iki militanı TBMM'ni bombalarken Bandırma, Balıkesir, Merzifon ve Diyarbakır’daki 120 F16 uçağından hiçbiri neden müdahale etmedi? -Ankara'da 1.Kolordu, 3.Tümen, 6.Tugay’da 20bin asker varken, Genelkurmay’ı işgal eden darbecilere neden bir asker müdahalede bulunmadı?
-Yaklaşık 3.000 civarında darbeci tespit edilmişken bunlardan nedense hiç haberi olmamış olan şimdiki Savunma Bakanı (eski Genelkurmay Başkanı) ile MİT Müsteşarı ve Emniyet Genel Müdürü’ne bu garip durumun sorulması neden engellendi?
15 Temmuz soruşturulsun diye TBMM’ne soruşturma önergesi verenlerin önü neden kesildi? -FETÖ’nün siyasi ayağı konusu neden her seferinde örtbas edildi? -Gülen ve diğer kaçakların iadesi konusu neden gündeme taşınmıyor ve ilgili ülkelere yoğun baskı yapılmıyor?
-Kozmik Oda baskını ve sırların dış güçlerin eline geçmesine sebep olan Bülent Arınç ve diğer failler hakkında neden herhangi bir işlem yapılmadı? -Ayakkabı kutularında yakalanan önce inkâr edilip sonra kabul edilen paraların akıbeti ve menşei konusu neden hasıraltı edildi?
-17/25 Aralık olayı bir FETÖ tezgâhı ve iftira ise bakanlar neden görevden alındı ve sonra neden iadeyi itibar yapılmadı? -Bu konuda Bakan Bayraktar’ın “ne yaptıysam Başbakan’a sorarak yaptım” dediği konular neydi ve neden susturuldu?
-FETÖ’ye her türlü desteği verdiği söylenen Suudi Arabistan’a karşı 180 derece dönüşün asıl sebebi nedir? -Türkiye hangi ülkelerle ve kaç milyar dolarlık swap anlaşması yapmıştır? -Kanalİstanbul projesi konusunda hükümetin ağzını bıçak açmıyor bu projenin akıbeti ne olmuştur?
- Yılsonunda ödenmesi gereken 190 milyar $’lık dış borç hangi imkânlarla kapatılacaktır? -Reza davasının seyrinin perde arkasında hükümeti korkutan ne var? Şu anda sessizliğe bürünen Halkbank dosyasının akıbeti? ABD ile nasıl bir pazarlık yapıldı ve hangi ödünler verildi?
- Eski Başbakan Tansu Çiller’in vazgeçilmez Tayyip Erdoğan dostluğunun ardında neler yatıyor? - Süleyman Soylu ve Numan Kurtulmuş’un hakarete varan Tayyip Erdoğan söylemleri bir anda nasıl hayranlığa ve makama dönüştü?
- Melih Gökçek ve Kadir Topbaş’la başlayan belediye operasyonları sonrası başta her söze bir cevabı olan Melih Gökçek olmak üzere neden hiçbir belediye başkanından ses çıkmadı?
- Onca milletvekili ve başta Arınç olmak üzere önemli bakanlar siyasi bir operasyonla liste dışı bırakıldılar, neden hiçbir reaksiyon gösteremediler? - Gül’ün CB görevi sonrası tüm bağlantıları mercek altına alındı ve hakkında ciddi spekülasyonlar yapıldı, neden hala suskun?
1 note · View note
pazaryerigundem · 10 days
Text
Tamer Kıral, Ekrem İmamoğlu ile görüştü
https://pazaryerigundem.com/haber/169840/tamer-kiral-ekrem-imamoglu-ile-gorustu/
Tamer Kıral, Ekrem İmamoğlu ile görüştü
Tumblr media
Yenimuhacır Belediye Başkanı Tamer Kıral, İSKİ’de düzenlenen Dijital Dönüşüm Projesi tanıtım toplantısında, İBB Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile görüştü.
Erdoğan DEMİR / KEŞAN POSTASI
EDİRNE (İGFA) – Yenimuhacır Belediye Başkanı Tamer Kıral, geçtiğimiz pazartesi günü İSKİ’de düzenlenen Dijital Dönüşüm Projesi tanıtım toplantısına katılarak, İBB Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ile de görüştü.
Tumblr media
Geçmiş dönem Yenimuhacır Belediye Başkanı Recep Ordu, İl Genel Meclis Üyesi Aladdin Öztürk, CHP Yenimuhacır Belde Başkanı Ahmet Oğuz ve geçmiş dönem Keşan Meclis Üyesi Yüksel Alioğlu da toplantıya katıldı.
Kıral, ziyaret ile ilgili yaptığı açıklamada “İBB Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu ve İSKİ Genel Müdürümüz Sayın Şafak Başa’dan beldemize destek sözü aldık. İSKİ Genel Müdürü Şafak Başa ve Genel Müdür Yardımcısı Vahit Doğan’a misafirperverlikleri için çok teşekkür ediyoruz.” dedi.
Tumblr media
BU Haber İGF HABER AJANSI tarafından servis edilmiştir.
0 notes
korkutkalkan · 15 days
Link
Ordu'da, 3 ilçe ile 10 mahalleyi birbirine bağlayan yolda asfalt çalışması gerçekleştiriliyor.Büyükşehir Belediyesinden yapılan yazılı açıklamada, Ordu Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Hilmi Güler öncülüğünde ulaşım sorunlarının çözüme kavuştuğu belirtildi.Türkiye'nin kırsal yol ağı en geniş ili Ordu'da ilçelerin modern ulaşım ağlarıyla buluştuğu aktarılan açıklamada, geride kalan 5 yılda Fatsa'da 231 kilometre yolu asfalt ve betonla buluşturan Ordu Büyükşehir Belediyesinin, 3 ilçede 10 mahalleye hitap eden grup yolunu modern hale getirdiği kaydedildi.Açıklamada, "Fatsa'nın en önemli bağlantı yollarından biri olan Fatsa Konakbaşı, Bağlarca, Kabakdağı, Klavuzömer, Tayalı, Dereyurt'u birbirine bağlayan 5 kilometrelik grup yolunu Çamaş'ın Budak, Saitler, Burhangüneyi ile Gürgentepe'nin Bahtiyarlar mahallerine ulaşım sağlayan yolda asfalt çalışmaları hız kesmeden sürüyor." ifadesi kullanıldı.
0 notes
elazigsurmanset · 2 months
Text
Avrupa Elazığlılar Derneği’nin İftar Yemeği
Tumblr media
Yer: Aerdek Park Salonu, Hofheim am Taunus, Almanya
Tumblr media
Katılımcılar: 1500'e yakın davetli Frankfurt Başkonsolosu Erdem Tuncer FDP Eyalet Milletvekili Yankı Pürsün SPD Eyalet Milletvekili Turgut Yüksel Frankfurt Ticaret Ataşesi Yusuf Yerkel Kültür ve Turizm Ataşesi Ahmet Alemdar Ordu İl Kültür Turizm Müdürü Uğur Toparlak Giresun İl Kültür Turizm Müdürü Kemal Gürgen Hofheim am Taunus Hükümet Baştemsilcisi Başkanı Andreas Hegeler Sabah Avrupa Genel Koordinatörü İsmail Erel Haber Müdürü Cemil Albay Ziraatbank Avrupa Genel Müdürü Murat Gündoğdu Elazığ Ankara Kültür ve Dayanışma Vakfı Başkan Yardımcısı ve RTÜK Üst Kurul Üyesi Vedat Kent Essen Din Hizmetleri Ataşesi İbrahim Halil Karaman Frankfurt Din Hizmetleri Ataşesi Burhan Selim KT Bank AG Genel Müdürü Ahmet Kudsi Arslan İşadamları
Tumblr media
Konuşmalar: AED Genel Başkanı Dr. Ahmet Yılmaz: Ramazan ayının önemini vurguladı. Hemşehri derneklerinin önemini ve AED'nin çalışmalarını anlattı. Toplumsal dayanışma ve birlik beraberlik mesajı verdi. Frankfurt Başkonsolosu Erdem Tuncer: Hemşehri derneklerinin önemini vurguladı. Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılım çağrısı yaptı. Gazze'deki insani krize dikkat çekti. Depremzedelere yardım çağrısı yaptı. Türkçenin önemini vurguladı. FDP Eyalet Milletvekili Yankı Pürsün: Göçmenlerin hakları için mücadele ettiğini söyledi. Seçimlerde verilen destek için teşekkür etti. SPD Eyalet Milletvekili Turgut Yüksel: Göçmenlerin yaşadığı toplumlarda duyarlı olmalarını istedi. Gençlerin geleceği için çalışmaları gerektiğini vurguladı. Read the full article
0 notes
hetesiya · 3 months
Text
Bir Anti-Emperyalizm Karikatürü: Türk Solunun Anti-Amerikanizmi | Demokratik Modernite
Bir Anti-Emperyalizm Karikatürü: Türk Solunun Anti-Amerikanizmi
“Anti-emperyalizm” kavramının Türk siyasi tarihindeki evrimi ilginçtir. Bugün Türk solunun “klasik” kesiminde kazandığı anlam ise berbattır.
Osmanlı İmparatorluğu Birinci Dünya Savaşı’nın sonunda yıkıldı. Bu savaştan önce 2. Enternasyonalde devrimci kanat, yaklaşan savaşın emperyalist karakter taşıdığını saptamış ve buna karşı sosyalistlerin tutumunu da, “kendi emperyalizmine karşı iç savaş” olarak belirlemişti. Osmanlı’nın “teslim” olmasından az önce, “kendi emperyalizmine karşı” ihtilal yapan Lenin’in partisi, İngiliz, Fransız ve Rus emperyalizminin Osmanlı topraklarını paylaşma amaçlı gizli anlaşmalarını açıklamış ve sosyalist Rusya’nın bu anlaşmaları tanımadığını ilan etmişti. Bu anlaşmalar aynı zamanda Kürdistan’ın da paylaşımını kapsıyordu.
Rus devrimcileri “gizli diplomasiye” karşı bu tutumu aldığı sırada yıkılma aşamasındaki Osmanlı devleti Alman emperyalizmiyle birlikte Sovyetlere karşı büyük bir taarruz yapmıştı. Almanlar Ukrayna’yı zapt etmiş, Moskova’ya dayanmıştı. Lenin o nedenle Almanya ile kendisinin “Tilsit Anlaşması” dediği, eşitsiz ve haksız Brest Litovsk Anlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştı. Bu anlaşmada, Sovyetlerin karşısında Almanların yanında Osmanlı devleti de vardı. Osmanlılar devrimin zor anından yararlanmışlardı. Ve daha sonra TC-Sovyetler arasında krize yol açacak olan Kars ve Ardahan da işte o anlaşma nedeniyle Rusya’dan alınıp Osmanlı’ya verilmişti. İkinci Dünya Savaşı sonrasında Stalin’in Boğazlarda “kontrol” talebi yanında İsmet İnönü hükümetinden Kars ve Ardahan’ı da istemesi işte bu “haksız anlaşmayı” Sovyetlerin kısa bir zaman içinde geçersiz ilan etme kararına dayanıyordu.
Kemalist rejim bir yandan Osmanlı’nın Alman emperyalizmi ile birlikte izlediği politikayı devam ettirirken, bir yandan da “emperyalizme karşı” Sovyetlerle “ittifak” politikasını da izliyordu. Britanya ile yapılan gizli diplomaside “Bizi desteklemezseniz icabında komünist de oluruz ha” şeklindeki (bugün başka bir bağlamda devam eden) şantajların adı o sırada “anti-emperyalizmdi”. Gerçekte ise bu politika emperyalist dünyayla “anlaşmak” anlamına geliyordu. Sevr Antlaşması bilindiği gibi Osmanlı ordusunu dağıtmıştı. Ne var ki Kazım Karabekir’in başında bulunduğu 3. Ordu varlığını korumuştu. Korumuştu ama bu ordu İstiklal Savaşı’na “katılmadı”. Kemalistler bu orduyu Sovyet sınırında tuttular. Demek ki Kemalizmin tarihindeki “anti-emperyalizm” anti-emperyalizm değilmiş.
Türk devletinin “anti-emperyalizmi” İkinci Dünya Savaşı’nda da yeni bir sınavdan geçti. Birinci Dünya Savaşı “iki emperyalist blok arasındaki bir savaştı”. İkinci Dünya Savaşı ise Nazi Almanyasının Sovyetlere saldırmasıyla farklı bir karakter kazanmıştı. Bir tarafta ABD-Britanya ve Sovyetler Birliği, diğer tarafta ise Almanya ve müttefikleri arasındaki bu savaş “antifaşist” karakterdeydi.
İnönü hükümetinin bu savaştaki tutumu Kemalist “solculara” karşı çok övülür. Oysa Türk devletinin bu savaştaki “tarafsızlığı” objektif bakımdan Nazilerden yana bir politikaydı. Çünkü TC “tarafsız” olduğu sırada Naziler İngiltere hariç tüm Avrupa’yı İtalya ile birlikte işgal etmişti. Nazi ordusu Bulgaristan-Türkiye sınırına dayanmış, Sovyetlere saldırmış, Moskova önlerine kadar gelmiş, oradan Bakü petrollerini ele geçirmek amacıyla Stalingrad’a saldırmıştı. Kaldı ki İnönü hükümeti sübjektif olarak da “tarafsız” değildi. Emekli General Hüseyin Hüsnü Emir Erkilet o sırada Nazi işgali altındaki Kırım’a gidiyor, Nazilerle gizli anlaşmalar yapıyordu. Hitler Türkiye’ye Sovyetleri işgal ettikten sonra “Türki Cumhuriyetleri ikram etme” sözleri veriyordu.  Türk Genelkurmay Başkanı ve heyeti Hitleri “sığınağında” ziyaret ediyor ve İnönü hükümeti Nazilere pamuk ve krom gibi stratejik ürünler satıyor, Alman U-Botlarına Boğazlardan gizli geçiş imkanı hazırlıyordu.
Bir başka “anti-emperyalist” iddia da, “Kürt feodallerinin ayaklanmalarında İngiliz emperyalizminin parmağı olduğu” iddiasıydı. Bu iddia İkinci Dünya Savaşı’ndan bir yıl önce de piyasaya sürüldü. Dersim soykırımı böyle bir “anti-emperyalist, anti-feodal” politika şalıyla örtüldü. Oysa bu soykırım İkinci Dünya Savaşı’na hazırlığın bir parçası olarak gerçekleştirildi. İktidar savaşta Nazilerin Balkanlardan Trakya’yı işgal ettiği durumda, Sovyetlerin de Kafkaslardan Kürdistan’ı işgal edeceğini hesaplamıştı.
Planları şöyleydi: Nazilerin işgaline karşı koyma konusunda hiçbir önlem almadılar. Tam tersine böyle bir işgal durumunda Almanya ile ittifak kuracak bir “alternatif” hükümet hazırlığı yaptılar. “Turancı faşistler” işgal durumunda İnönü’nün başkanlığında hükümete geçecek, böylece Almanların Türkiye girişi “işgal” olmaktan çıkıp, Türkiye ile ittifak haline dönüşecekti. (Bu politika Stalingrad savaşında Nazilerin yenilmesine kadar geçerli oldu. Naziler yenilince aralarında Alpaslan Türkeş’in de bulunduğu sivil ve asker faşistler tutuklandı, bu da Kemalistlerin “antifaşist” defterine sahte bir not olarak eklendi.)
Buna karşılık Sovyetlerin Almanları Anadolu’da durdurmak amacıyla Kürdistan’ı işgal planına karşı kanlı bir önlem alındı. Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeniler nasıl Rusların müttefiki olarak görülüp jenositle yok edildiyse, Dersim Alevi Kürtlüğü de böyle bir işgal durumunda “Kızılbaşların Kızıl Ordu’yu destekleyeceği” öngörüsüyle yok edildi. Kemalist tarihte bu da “emperyalizmle işbirliği yapan Kürt feodallerine” karşı “anti-emperyalist, anti-feodal” bir politika olarak yazıldı. Demek oluyor ki Kemalist “solun” İkinci Dünya Savaşı dönemindeki tutumu da ne anti-emperyalistti ne de antifaşist. Ortada üstü örtülmüş “faşizmle, Alman emperyalizmiyle, anti Sovyet işbirliği” söz konusuydu.
Derken Türk milliyetçilerinin anti-emperyalizmi en büyük sınavını Kıbrıs’ta verdi. Kıbrıs macerası Adnan Menderes hükümeti döneminde başladı. Bülent Ecevit dönemiyle en yüksek aşamasına ulaştı. Bugün Kuzey Kıbrıs’ın “ilhak” edilme hazırlıklarını yaşıyoruz. Kıbrıs hadiseleri 1960’larda Başbakan İsmet İnönü’ye ABD Başkanı Lyndon Baines Johnson’un mektubuyla birden “anti-emperyalist, anti-Amerikan” bir sözde “karakter” kazandı. ABD “Kıbrıs’a müdahale edersen, silah ambargosu yaparım” demişti. İnönü de “anti-emperyalist” bir “devrimci” olarak, Johnson’a karşı “Yeni bir dünya kurulur Türkiye’de orada yerini alır” diye kafa tutmuştu.
Oysa Türk devletinin NATO üyesi bir devlet olarak Kıbrıs meselesindeki politikası, özellikle 1960’larla birlikte Kıbrıs’ın “ikinci bir Küba” olma ihtimalini önlemek üzere, Kıbrıslı Rumların İngiliz sömürgeciliğine karşı başlattığı silahlı mücadeleyi bastırma ve Kıbrıs’ta özellikle III. Makarios (Mihail Hristodulu Muskos) ve Kıbrıs Komünist Partisi’nin ardılı Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) etkisini kırmak amacını güdüyordu. Rumlar İngilizlerle savaşırken, Türk devleti Kıbrıslı Türklerin İngiliz hakimiyetindeki Kıbrıs polis teşkilatına katılmasını ve İngiliz sömürgecileriyle birlikte anti-emperyalist Rumlara karşı savaşmalarını örgütlemişti.
Kıbrıs olayları 1960’ların başında Türk gençliğinin saflarında “sahte” bir anti-emperyalizme yol açtı. “Kıbrıs’ı işgal” anti-emperyalist bir hedef olarak savunuldu. Öyle ki 60’ların yükselen anti-emperyalizminin başlangıç noktası işte bu “Kıbrıs” nümayişleri ve Johnson’un mektubuna karşı anti-Amerikan gösterileri oldu.  İşte bu tarihsel arka plan, Türk solunun Kemalizm ile olan “yakın akrabalığı”nın “anti-emperyalist” sahte içeriğini bize anlatır.
1960’dan 12 Mart 1971 Darbesi’ne kadar geçen dönem boyunca “anti-emperyalist” iddialı sol politikalar sürekli CHP ve Kemalistlerle ittifak politikalarına temel oluşturdu. Cuntacı eğilimleri körükledi. Kemalizm ile “proleter devrimcilik” arasında “Çin Seddi” olmadığına dair Türk solunun iddiası işte bu “sahte anti-emperyalizm, anti-feodalizm tarih tezine” dayanır. Başka yönleri de vardır. Özellikle aktüel gerçeklikle ilgili Türk solunun “anti-emperyalizmi” Türk egemen burjuvaziyle doğrudan ya da zımni işbirliği politikası olarak günümüzde çok yıkıcı sonuçlara yol açmaktadır.
Türk solu, “anti-emperyalist ve anti feodal” çizgisini Kemalistlerle işbirliği politikasının stratejik temeli haline getirmek için Türkiye’nin iki dönemiyle ilgili şu çarpıtmayı yaptılar: Birincisi, Türk Kemalist kurtuluş mücadelesini ve Atatürk dönemini “anti-emperyalist ve anti-feodal” bir dönem olarak tanımladılar. Böylece “milli demokratik devrimin” bu iki hedefi bakımından Kemalistlerle ittifak politikasını formüle ettiler. İkinci olarak ise, CHP sonrası dönemde kapitalizmin büyük bir hızla gelişmesini göremediler. Oysa Lenin, “emperyalist sermaye ihracının aynı zamanda sömürgelerde kapitalist ilişkileri geliştirdiğini” yazmıştı. Türk solu ise “Emperyalizm Türk kapitalizmini geri bıraktırıyor” diyerek, emperyalizme karşı mücadeleyi kapitalizme karşı mücadeleden ayırmışlardı.
Sonuç şudur: Türk kapitalizmi Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte gelişmeye başladı. Devlet kapitalizmi olarak hayata gözlerini açtı. Ve başlıca büyük sanayi kuruluşları işin başında “tekelci” karakter taşıyordu. Türk kapitalizmi Avrupa gibi “serbest rekabetçi kapitalizm” dönemini yaşamadı. Kurulan her büyük fabrika milli pazarda tekel oluşturdu. Devlet tekellerinin öncülüğündeki bu kapitalizmin gelişmesi, üretimin yeniden genişletilmiş üretime dönüşmesi şu engelle karşı karşıyaydı: Milli Pazar yoksulluk nedeniyle ve yol, enerji, ham madde, teknoloji vs. gibi gerilikler nedeniyle dardı. Tekeller bu dar pazarda büyüme zorluğu içindeydi. Potansiyel büyüktü, ancak iç pazar dardı. Tıpkı dar bir ayakkabıdan ayak tırnağının ete batması gibi kapitalizm acı çekiyordu. Bu ayakkabıyı fırlatıp atmak gerekiyordu.
Bu ayakkabı 12 Eylül 1980 faşist darbesiyle atıldı. Cuntanın adamı Turgut Özal’ın “Dışa açılma” sloganı Türk tekelci kapitalizminin “bölgesel emperyalist” aşamaya adım atışının stratejik adımıydı. Bu adım 1980 ortasında atıldı ve 80 sonunda reel sosyalizm yıkılınca atılan adımın önündeki engeller de yıkıldı. O zamana kadar dünya pazarlarının paylaşımı tamamlanmıştı. Reel sosyalizm yıkılınca hem bu ülkeler, hem de onların dünyadaki nüfuz alanları yeniden paylaşılacak pazarlar haline geldi. Ve şu anda yaşanan savaşlar bu yeni paylaşım döneminin sonucu oldu. Türk tekelci kapitalizmi “bölgesel emperyalist” aşamaya bu dönemde yükseldi.
Türk solunun klasik unsurları geçmişteki programlarını korumak ve Kemalistlerle dirsek temasını kaybetmemek için Türk kapitalizminin tekelci karakterine rağmen “emperyalist” olduğu gerçeğini inkar ediyorlar. Böylece onlar emekçi sınıfların karşısında tekellerin, finans kapitalin, mali oligarşinin, endüstriyel askeri kompleksin değil de “dış güçlerin”, Amerikan emperyalizminin vs. durduğunu söylemeyi sürdürüyorlar. Bu politikanın en ağır sonucu “anti-emperyalizm” kılıfı içinde “Türk milliyetçiliğinin, şovenizmin ve giderek ırkçılığın” sürdürülmesidir. Türk solunun klasik unsurlarının Kürt sorunundaki “devlet yanlısı” tutumu Türk kapitalizmi ve devletinin emperyalist karakterini reddetmeleriyle yakından ilgilidir.
Hiç kuşkusuz Türkiye sosyalist hareketinin tarihine ilgi duyan genç insanlar özellikle 60’lı yıllardaki anti-emperyalist mücadelelerden bugün de esinleniyorlar. Ancak o günlerden bu yana dünya durumu değişti. O zamanlar dünya da “farklı iki dünya sistemi” arasında büyük bir mücadele vardı. Dünya sosyalist sistemiyle emperyalist sistem dışındaki “sömürge, yarı sömürge, bağımlı, yarı bağımlı” ülkeler dünya devrimci sürecinin parçalarıydı ve o nedenle “çağımız sosyalist devrimler ve milli kurtuluş savaşları çağıdır” saptaması bütün devrimci partilerin programlarının başlangıç noktasını oluşturuyordu.
Nitekim iki karşı sistemin savaşımı boyunca emperyalizmin sömürge sistemi çöktü. (Kürdistan ve Filistin gibi istisnai sömürgeler dışında, sömürgeler biçimsel bağımsızlığa kavuştu ve giderek ezici çoğunluğu kapitalizm yolunu seçti, bir kısmı ise “kapitalist olmayan yol” adı altında, örneğin BAAS’çı rejimler oluşturdu ve bunlar da devlet kapitalizmi yoluna koyuldu.) Dünya devrimci sürecinde böylece büyük bir değişim oldu; “ulusal kurtuluş savaşları” dönemi kapandı, eski sömürgelerin önünde “kesintisiz bir süreç” boyunca demokratik halk devrimlerinden sosyalizme geçiş” aşaması ortaya çıktı. Ama daha önemlisi dünya devrimci sürecinin merkezi çöktü, reel sosyalizm yıkıldı. Eski sosyalist ülkeler kapitalist ülkeler haline geldi. O halde “eski programlar” geçerliliğini kaybetti.
Tartışmalı konulara burada girmenin fazla bir anlamı yok. Biz Türkiye’ye ve Türk soluna bakalım. Bugün Türkiye’nin “emperyalizm tarafından sömürülen, geri bıraktırılan bir ülke” olduğunu söylemenin biricik anlamı, kendisi dünyanın 17’nci büyük ekonomisi haline gelmiş, Ortadoğu, Afrika, Kafkasya ve Balkanlarda nüfuz bölgeleri elde etmiş, Avrupa dahil bölge ülkelerine milyarlarca dolarlık sermaye ihracı yapmış Türk tekelci kapitalizmini, yani bölgesel Türk emperyalizmini, öteki emperyalistlerle rekabet sürecinde desteklemektir.
Şimdi Türkiye sosyalistlerinin önünde kendi emperyalizmine karşı savaş aşaması var. Gerçek anti-emperyalizm Türk bölgesel emperyalizmini yıkmaktır. Bu İran için de, Irak için de, İsrail için de, Pakistan ve Hindistan için de geçerlidir. “Sahte anti-emperyalizm”, emperyalizmi “dış olgu” saymaktır. Vaktiyle “sömürgeler” açısından doğru olan bu saptama, bırakalım bugünü, 1960’ların Türkiyesi için bile doğru değildi. O nedenle Türkiye sosyalist hareketinde “anti-emperyalist” olduğundan şüphe edilemeyecek olan Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi’nin (THKP) lideri Mahir Çayan “Emperyalizm Türkiye’de iç olgudur” diye yazmıştı.
Kemalist ideologlar günümüzde “anti-emperyalizm” kavramını Türk devletinin Kürt sorununu inkar politikasına destek vermek amacıyla istismar ediyorlar. Bunlar “dış güçlerin”, özellikle ABD emperyalizminin Türkiye’yi bölmek istediğini öne sürüyor ve Kürt Özgürlük Hareketi’ni de “emperyalizmin” destekçisi olarak karalıyorlar. O nedenle bu çevreler Türkiye kapitalizminin “tekelci” yani emperyalist kapitalizm olduğunu kabul edemezler. Çünkü böyle bir kabul durumunda “bir emperyalist devletin öteki emperyalist devleti zayıflatması ya da bölmeye çalışması” gibi bir olgudan kendi ülkelerinin emperyalizmini destekleme sonucu çıkartmak yerine, “Türk ve Amerikan” emperyalizmleri arasındaki bu çelişkiden, kendi Türk emperyalizmlerini yıkmak için yararlanma sonucu çıkartmaları gerekir.
“Bizim emperyalizmimiz zayıf, ABD’nin ya da AB’nin emperyalizmi güçlü, biz zayıfı destekleyelim” gibi bir saçmalık sosyalizm tarihinde icat edilmemiştir. Marksist teoriden biraz haberli bir sosyalist, dünya emperyalist sistemi içinde devrim imkanını, “emperyalizmin en zayıf halkasında” görür. İlk muzaffer devrim “en güçlü emperyalist ülkede” değil, “emperyalizmin en zayıf halkası” olan Rusya’da gerçekleşti. Şu anda Türk bölgesel emperyalizminin içine girdiği savaşta yenilgisi ve faşist rejimin devrilmesi, Türkiye’de demokratik halk devriminin zaferi, tüm dünya emperyalist sistemine büyük bir darbe indirir. Böyle bir durumda Kürdistan’ın bütün parçaları özgürleşir, devrimci sürecin etkisi Irak, Suriye, İran, Azerbaycan, Ermenistan, Gürcistan, Mısır ve Mağrip ülkelerine yayılır. Bölgedeki devletlerin Konfederal birliği ABD, AB, Rus ve Çin hegemonyacılarının nüfuz alanlarını daraltır, bunların bölgedeki bölgesel emperyalist devletler arasındaki kavgadan yararlanma stratejileri çöker. Dünya devrimine yönelik “bölgesel devrimler süreci” başlar.
Günümüzde emperyalist zincirin zayıf halkası Kürdistan parçalarıdır. Kürdistan’ın parçalara ayrıldığı ve içinde Türkiye’nin de bulunduğu tüm devletler, sosyo-ekonomik kriz içindedirler, birbirleriyle nüfuz kavgası yapmaktadırlar, hepsi bölgesel güç merkezi olmak istemektedir. Bu nedenle silahlanmaktadırlar. Hepsi bölgesel emperyalist güç merkezi olmak için bölgesel savaşları tetiklemektedirler. Birbirlerinin pazarlarına el koymak için hepsi imkan bulabildikleri küresel emperyalist devletlerle birbirlerine karşı ittifak peşinde koşmaktadırlar.
Türkiye bölgesel emperyalist bir ülkedir. Bölgesel savaşların en tehlikeli etkenidir. Bu analizden “pasif bir barışçılık” çıkmaz. Bölgesel emperyalizm demek, bölgesel savaşlar demektir, bölgesel savaşlar ise bölgesel devrimin şafağıdır. Bu cümleyi şu amaçla yazdım. “Emperyalizm” kavramı elbette çok karmaşık bir ekonomik, sosyolojik süreçle ilgilidir. Emperyalizmin içeriğini bilimsel analizi bilim insanlarının işidir. Lenin bile “Emperyalizm: Kapitalizmin En Yüksek Aşaması” adlı eserini yazarken, konuya akademik yaklaşımdan çok, politik yaklaşım göstermiş ve Birinci Dünya Savaşı’ndan önce yazdığı bu eserde, “Emperyalist savaşlar, devrimlerin şafağıdır” demiştir.
Emperyalizmle savaş ve savaşla devrim arasındaki bu diyalektik ilişki Kürt Özgürlük Hareketi’ne yaklaşımda pusula rolü oynar. Küresel emperyalist güçler kendi aralarındaki uzlaşmaz çıkar kavgasını dünya savaşlarıyla iki defa çözdüler. Ama artık bunu yapamazlar. Sebebi yalnız sermayenin küreselleşmesi, iç içe geçmesi değildir. Sebep bu devletlerin arasındaki nükleer “dehşet dengesidir.” Buna karşılık küresel güçler aralarındaki çelişkileri bölgesel emperyalist devletler arasındaki pazar kavgalarından yararlanarak çözme yolunu seçmişlerdir. Suriye’ye sıkışmış Üçüncü Dünya Savaşı bu gerçeği gözler önüne sermiştir. Önümüzdeki dönemde de bu tür çatışmalar sürecektir.
Bu savaş durumuna ancak bölgesel devrim son verebilir. Bu devrimin objektif şartları Ortadoğu’da olgunlaşmıştır, aynı zamanda devrimin sübjektif şartları da olgunlaşmıştır. Ortadoğu’nun kalbini oluşturan Kürdistan’ın bütün parçalarında devrimin öncü güçleri, tarihte eşine rastlanmayan bir nitelikte ortaya çıkmıştır. Günümüze kadar gelen devrim tarihi, bütün devrimlerin “yarım insanlık” devrimleri olduğunu gösterir. O “yarım insanlık” devrimleri zafere ulaşınca elbette kadınların desteğini kazanmıştır, ama hiçbiri “kadınların da öncü güç” olarak yer aldığı “bütünsel insanlık devrimleri” olamamıştır. Ortadoğu bölgesel devrim sürecinin sübjektif faktörü “bütünsel insanlık öncülüğüdür.”
Kürt Özgürlük Hareketi’nin bu bölgesel ve dünya çapındaki misyonunu kavramak, onun dört parçada yıkmaya çalıştığı “ulus devletlerin” gerçekte birer “bölgesel emperyalist devlet” olduğunu anlamaktan geçer. Bunu kavrayamayan sol, Kürdistan renginde başlayan devrimci sürecin, her geçen gün bölgesel ve evrensel devrimci süreç haline dönüştüğünü de kavrayamaz. Kavrayamayınca da kendi milli emperyalizminin elinde zavallı bir oyuncak olur.
Milliyetçi Türk solunun enternasyonalist ve devrimci Türkiye soluna dönüşmesi, yaşadığı ülke hakkında açık seçik bir kavrayışa sahip olmasına ve buna uygun bir programa ve stratejiye sahip olmasına bağlıdır. Kimisi o zaman da milliyetçi olan Türk solu, 60’lı yıllarda “anti-emperyalizm” kavramını devrimci amaçlarla kullanıyordu. Böylece bu kuşak, o yıllarda sosyalist sistemle ve ulusal kurtuluş mücadeleleriyle ittifaka giriyor ve Türk kapitalizmini bir sosyalist devrimle yıkmak yerine, onu emperyalist sistemden kopartmak yoluyla dünya devrimci sürecine stratejik bir katkı yapmaya çalışıyordu. Bugün böyle bir çizgi “anti-emperyalizmin karikatürü” olur.
0 notes
barkoturktv · 3 months
Link
0 notes
baybaykus · 22 days
Text
Hatırlamak da fayda var
MHP'Lİ YÖNETİCİNİN İTİRAFLARI
MHP Ankara eski il yönetim kurulu üyesi Mehmet Sakarya'nın kaleminden:
BİZ UYUDUK...
ABD 2002 yılında ülkemizi işgal ettirdi.
Kime mi?
TC kimliği taşıyan, fakat aslında fanatik Türk düşmanı olan mollalara!
Hafızanızla zaman tüneline girin, yaşadıklarımızı bir film gibi seyredin!
* Hafızın şiir okuması ve göstermelik kodese aldırılması... Mağdura bu millet bayılır...
* ABD yani CIA bizi bizden iyi tanır...
* Ben o sırada MHP Ankara İl yönetimindeydim, Bahçeli ani kararla istifa ettirildi, Hükümet yıktırıldı.
* İstifa haberi geldiğinde, İl yönetimi toplantıdayız, Dedim ki,
- Herkes intihar edebilir, Genel başkanımız da siyaseten intihar etmiştir, yalnız partiyi de peşinden sürüklemiş. Onu da öldürmüştür"
Başkan Yaşar Yıldırım kireç gibi oldu.
- Abi ipimizi çekiyorsun, dedi...
- Başkan, benim ipim yok, 1966 yılından beri bu hareketin içindeyim.Her düşündüğümü söylerim... Rahmetli Başbuğumun döneminde de böyleydim, dedim.
Dediğim çıktı,
Bahçeli'nin İsifasıyla hükümet yıkıldı, seçime gidildi... MHP barajın altında kaldı...
Arapçı, daha doğrusu ABD'nin adamları kazandı...
ABD, FETÖ, CIA, Yerli işbirlikçileri elele verdi.
Önce askeriyeyi çökerttiler. En korktukları kesim oydu...Ergenekon, Balyoz filan derken, bütün paşalar kodese tıkıldı.
Kozmik Odaya girildi. NDevlet sırları işportaya düştü...
Laik rejim yanlılarını safdışı bırakmaları
6 -7 senelerini aldı...
Adliyeyi, Mülkiyeyi ve Askeriyeyi ele geçirdiler...
Ondan sonra yavaş yavaş,
ABD uzmanlarının planlarına göre, İşgal kimseyi ürkütmeden devam ettirildi.
TC kaldırıldı - İki üç bağırdık bitti...
"NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE " tabelaları söküldü Vatanın dört yanından...
Kem küm ettik, kapandı gitti konu...
ANDIMIZ kaldırıldı okullardan...
İki üç bağırdık, Üç beş dava açtık...
Ele geçirilmiş yargı mollaya destek oldu...
Bir Yunan mahkemesi olsaydı, o da böyle karar verirdi...
Bu arada vatan toprakları satılmaya başlandı... İmar ve ihale dümenleriyle,
Mollalar sıfırlanamayacak servetler edindiler...
Vatandaşlık dağıttı Arapçı mollalar...
Her gelene pasaport dağıttılar...
ABD emriyle Suriye'ye girdik... Çünkü Linda'lar, Jane'ler Irak'ta çocukları Coniler ölünce isyan etti...ABD Başkanları Linda'dan, Jane'den çok korkar...
Bu nedenle baştan bağladığı mollaya
"Suriye'ye gir" emri verdi...Yüzlerce Mehmetçik şehit oldu... Bizde de Helga olsaydı, "Emevi Camisi başınıza yıkılsın, ülkede cami mi kalmadı, hepsi boş duruyor" derdi.
"Fantaziniz için benim yavrum toprağa düştü" Diyerek yeri göğü inletirdi..
Fakat bizim Ayşe, Fatma :
"Ben şehit anası oldum" diye, için için gurur duydu...Çünkü cahildi. Onu kandırmak
bir bebeği kandırmaktan kolaydı...
Eline Kuranı alan bayrak asılmış
gecekondu evine gitti. İki ayet okudular,
Bu zavallılar hüngür hüngür ağladılar!
Bu arada Yunan adalarımıza el koydu...
Ses eden oldu mu? İki emekli subay feryat etti...Kimse ortalığı ayağa kaldırmadı..
Devlete, devlet ve Türk düşmanlarını doldurdular,
Diplomatları kovup yerlerine imam atadılar...
Bu arada Suriye'den ülkemize
Çapulcu akını başladı...Gelenlere sordu gazeteci:
- Nasıl geldiniz, diye, Suriyeli dedi ki:
- Bize 'kalkın Türkiye'ye gidiyorsunuz
herşeyiniz hazır orada,
çok rahat yaşayacaksınız' dediler, getirip bıraktılar buraya!.
Kimse ağzını açmadı...Mollalar ortalığa velveleye verdi, "Bunlar Ensardır bağrımıza basalım" diye..Cahil kesim anında yuttu bu dümeni... Şu anda 8-10 milyon yabancı, Ülkeye dolmuş durumda. Her an bir olay patlayabilir...
BOP haritasını gördünüz Güneydoğu BOP içinde... Şimdi oralara Arap dolduruldu ki,
düğmeye basınca isyan çıkacak, O topraklar elimizden uçup gidecek!
ABD emriyle orduya operasyon çektiler..Ordu mevcudunu yarıya indirdiler ki,
yarın ülkede bir kalkışma olursa, halimizi düşünün!
Hatay Belediye Başkanı feryat ediyor
"Şehir elden gitti" diye...
Kimsenin umurunda değil... ABD emriyle Suriyelileri yurda sokan molla ne diyor,
- Suriyelileri göndermeyeceğiz...
Senin öyle bir iraden olamaz ki! Sen ABD ne derse onu yapmaya mecbursun.
4 notes · View notes
e2i4-ud · 10 months
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI-21.07.1974
Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından 20 Temmuz 1974'de başlatılan ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin kurulmasıyla sona eren Kıbrıs Barış Harekâtının 49.'uncu yılı ve 20 Temmuz Barış ve Özgürlük Bayramı kutlamaları kapsamında KKTC İstanbul Başkonsolosluğu ve Kıbrıs Türk Derneği tarafından Beşiktaş'ta bulunan Çadır köşkünde bir etkinlik düzenlendi. Etkinliğe KKTC İstanbul Başkonsolosu Semiha Birand Çınar, 1. Ordu Komutanı Orgeneral Ali SİVRİ ve Kıbrıs Barış harekâtı gazileri ve aileleri katıldı.
Kıbrıs Barış Harekâtının 49uncu yıldönümü Beşiktaş’ta kutlandı
"20 TEMMUZ 1974, BİR DÖNÜM NOKTASIDIR"
KKTC İstanbul Başkonsolosu Semiha Birand Çınar, "20 Temmuz'un 49'ncu yıl dönümü. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunun 100'ncü yıl dönümü. Bu tarihler hepimize Türk ulusunun ne yollardan geçip bu noktaya geldiğini, ne mücadeleler verdiğini anlatmaktadır. İşte bu mücadelelerden bir tanesi, Kıbrıs Türk halkının 1963-1974 yılları arasında vermiş olduğu varoluş mücadelesidir. İşte 20 Temmuz 1974, bir dönüm noktasıdır. Bu onurlu mücadelede gerisinde 11 yıllık bir hak, hukuk, hayatta kalma mücadelesi vardır. Ve bu çerçevede hep hatırlatmak isterim. Birleşmiş Milletler Barış Gücü adaya 1964'te konuşlandırılmıştır. Eğer Rum tarafı Yunanistan'ın söylediği gibi, dünyayı inandırmak istediği gibi, Kıbrıs sorunu 1974'te başlayan bir işgal sorunu olsaydı, o zaman 1964'te Birleşmiş Milletler Barış Gücü'nün Kıbrıs'ta ne işi vardı?" dedi.
Kıbrıs Barış Harekâtının 49uncu yıldönümü Beşiktaş’ta kutlandı
"YILDIRIM HAREKÂTI İLE SOYKIRIMDAN KURTARILARAK ÖZGÜRLÜĞE KAVUŞMUŞTUR"
Kıbrıs Türk Kültür Derneği Başkanı Zehra Bilge Eray, "Kıbrıs Türkleri için 20 Temmuz'un önemini anlamak, adanın tarihinde geçmişten bahsetmek istiyorum. Akdeniz'in üçüncü büyük adası olan Kıbrıs, tarihi boyunca pek çok kere istilaya uğramıştır. Osmanlılar 1571 yılında Kıbrıs'ı fethetmiştir. 20 Temmuz 1974, 49 yıl önce Kıbrıs'ta 1957, 1974 yılları arasında Kıbrıs Türk toplumuna, adadaki Rumlar tarafından tüm dünya devletlerinin ve adadaki barış askerlerinin gözleri önünde her türlü mezalimin uygulandığı, ana vatanımızın 1960 anlaşmalarından doğan garantili haklarını kullanarak Silahlı Kuvvetlerimizin gerçekleştirdiği Yıldırım Harekâtı ile soykırımdan kurtarılarak özgürlüğüne kavuşmuştur" dedi.
Kıbrıs Barış Harekâtının 49uncu yıldönümü Beşiktaş’ta kutlandı
"GENETİK OLARAK TÜRK KORKUSUDUR"
Kıbrıs Barış Harekâtı sırasında Bolu Komando Tugayı 1. Komanda Tabur Komutanı olan emekli Yarbay Cemal Ergun ERUÇ"O gün bakın özetidir. Harekâtın özetinin söylüyorum size. İlk 10 gün göze göz, dişe diş muharebe, ondan sonra kaçanı kovalamaktır Kıbrıs Barış Harekâtı. KIBRIS BARIŞ HAREKÂTINDA en önemli olay nedir biliyor musunuz? Genetik olarak Türk korkusudur. Mehmetçik'in karşısında duramadılar. Durma cesaretini gösteremediler. Zaten birinci gece, ikinci gece ve benim yaralandığım ki, 20 Temmuz o süre içerisinde bizler onlarla boğaz boğaza Mehmetçikler boğuştu. Ve bizim üstünlüğümüzü kabul ettirdiler. Efendim söylenecek şey bugünün şartlarını, bugün özellikle iletişim, özellikle düşman imkân ve kabiliyetlerini kontrol kabiliyeti bakımından ve intikal yetenekleri bakımından o günün şartlarıyla bugünün şartları arasında dağlar kadar fark var. Ben unutamadığım hiçbirisini unutmadım ki. Hepsi benim için son derece etkin ve ben o harekâtta 2 tane 3. bölük komutanımı kaybettim" dedi.
SEMÂYA YÜKSELİRİZ/2019.11.17/15:42:07-949--
O GÜL-ENDAM- Emin DEĞİRMENCİ-Udi Bestekâr
343 abone
SEMÂYA YÜKSELİRİZ…
1-Kıbrıs bizimdir; hiç kimse alamaz!
Türk’e, dünya bile karşı koyamaz!
Allah, Allah sesleriyle cepheyi;
Doldurur; düşmanı korkuturuz biz…
Onları, can evinden vururuz biz!
Düşmana, ibret dersi veririz biz…
2-Türkiye, benim canımın içidir!
Ay yıldızlı bayrağım, kanımızdır.
Sevgi; saygı selleriyle donatır;
Papatyalarla; güllerle bezeriz;
O zaman, Neşe’ler getiririz biz,
Coşkularla, semaya yükseliriz…
Emin DEĞİRMENCİ ( Udî )
NİHÂVEND Marş
Usûlü: NÎM SOFYAN-2/4= 100 Tempo
Söz ve Müzik: Emin DEĞİRMENCİ-Udî-
Beste Târihi: 17 AĞUSTOS 1974-Saat 21 ve 22 arası-Aksaray/İSTANBUL
ENSTRÜMANLAR: KIZ NEYİ-ARP-TENOR SAKSOFON-KUDÜM
Marşı sesi ve uduyla seslendiren: Emin DEĞİRMENCİ
Herkese sıhhat; huzur; neşe dolu sonsuz mutlu yarınlar temenni ederim.
Udi Emin Bey-21.07.2023-Cuma-Seyhan/ADANA
3 notes · View notes
iahaber · 3 months
Text
0 notes
evrenselbilgi · 4 months
Link
0 notes