Tumgik
#nefes alma vergisi
onderkaracay · 9 months
Text
Tumblr media
🗣️ Nefes Alma Vergisi
Nefesimiz kesiliyor
Her ağaç kesildiğinde, her orman yok edildiğinde
Ve
Yaşam pahalılığı sürdürülebilir bir düzen haline geldikçe
Nefes almak olanağı gün geçtikçe azalıyor
Çareyi nefes alma vergisinde görüyorum
Toplu ölümün sorunsuz yaşanması için
Biz ne iktidar ve zalimler kurtardık ağır bedeller ödeyerek
Bunu mu ödeyemeyeceğiz?
Gülmeyin çok ciddiyim.
Bu topraklar da Osmanlı imparatorluğu döneminde saray ve padişah tarafından yönetildiği zaman da baş vergisi vardı. Başı olan vergi veriyordu. Başı olmayan mı vardı?
Kendinize baş olarak seçtikleriniz nefesinizi kesecek vergisi almaya kalktıklarında başınızı bir kontrol edersiniz nefes alabiliyor mu diye!
Nefes almaya ihtiyacı olmayan kalmadığına göre 'nefes alma vergisinin' tam zamanıdır.
Hem vergi tabana yayılmış olur tavan da rahat nefes alır.
Kimse tavan ile taban arasında kalmasın.
Tavana daha fazla nefes aldırmak zulmün kalıcı olmasını istiyorsanız bedelini ödemeniz gerekiyor.
Sizin sandığa gidip oy vererek seçtiniz zihniyet yasa yaparken zorlandıklarını görünce dayanamadım destek olayım dedim fikir üreterek. Bizim elimizden başka ne gelir?
Artık ciddi şeyler yazmak istiyorum.
Zulme bir desteğimiz olsun.
Beton çıbanları gökyüzüne doğru dikerek nefes alacağına inanan ender toplumlardan biriyiz.
Bağını, bahçesini, tarlasını, fabrikasını apartman sahibi olmak yoluyla yok ederek nefes alanları öteki durumuna düşürmeyelim lütfen.
Ev sahibi onlar kiranıza zam yaparlar feleğinizi şaşırırsınız sonra!
Beton çetesine sakın bulaşmayın.
Mücahit olmaktan sonra müteahhit olmak onuru herkese nasip olmaz.
Siz neden bağınızı, bahçenizi ve tarlanızı ekip biçerek yaşamak yerine müteahhitlere vermediniz?
İşte böyle nefessiz kalırsınız.
Ömer Hayyam aldığın her nefesi fırsat bil, ot değilsin yeniden bitmezsin demiş bir sözünde.
Sen kendini ot sanıyorsan biz ne yapabiliriz senin nefes alman için. Ot değiliz ya!
Nefes alma vergisine sakın itiraz edeyim deme zaten senin fıtratında itiraz diye bir mefhum hiç olmadı. Rezil ve rüsva etme diyen Ahmet Arif'in durumuna düşürme bizi.
Albert Camus yaşamak kendi başına bir değer yargısıdır. Nefes almak ise; yargılamaktır diyor.
Siz nefesinizi kesenleri değil nefes aldırmak isteyenleri yargılayın. Kendinize yakışanı yapın. Bugüne kadar yaptığınız gibi.
] Önder KARAÇAY [
5 notes · View notes
baybaykus · 2 years
Text
2023'den sonra nefes alma vergisi ödemek istemiyorsan, akp'ye oy vermeyeceksin
1 note · View note
perge · 4 years
Text
madem bekarladan vergi alınacak 80 yaş üstünden de nefes alma vergisi alınsın.
16 notes · View notes
yorumcalar · 3 years
Photo
Tumblr media
ÖZÜR İKRAMİYESİNDEN VERGİ ALMAK CAİZ MİDİR?
24 yıldır Türkiye de üretim yapan Japon Honda Türkiye fabrikasını kapattı.
Fabrikayı kapatırken de 10 yıldan fazla çalışanlarına tazminata ek olarak +48 maaş ikramiye, 10 yıldan az çalışanlarına da +40 maaş ikramiye verdi. İş kanununa göre bir kişi, kaç yıl çalıştıysa o kadar yıl sayısına göre tazminat ödemesi alabiliyor. 
10 yıl çalıştıysa 10 maaş, 24 yıl çalıştıysa 24 maaş tazminat ödenmesi gerekir. Ama Japon Honda otomobil firması, Gebze’deki fabrikasını kapatırken, işçisinin hizmet yılına bakmaksızın sanki bir fiil 40 ve 48 yıl çalışmışlar gibi tazminat ve ek ikramiye veriyor.
Bizim ülkemizde ise fabrikayı kapatırken tazminat vermemek için kırk takla atan patronlar varken ne büyük bir cömertlik.
Japon Honda bu cömertliği neden yapıyor?
Japonya’da iş garantisi vardır. İşçiyi işten atmazlar. Yazılı olmasa da işten atmamaya söz vermişlerdir. Geleneklerine bağlı olup, dünyanın neresinde olursa olsun bu “iş ahlakını” sürdürmek isteyen Japonların otomobil firması HONDA Türkiye’deki faaliyetlerinde bu iş ahlakı sözünü ve geleneğini yerine getiremediği için işçisine hem tazminat, hemde özür mahiyetinde yüklü “özür ikramiyesi” ve bazı hediyeler verdi. Yani adamlar giderken Türk patronlara, işverenlere ve Türk halkına önce adalet, iş ahlakı ve insanlık dersi verdi.
İçimizi ısıtan bu haberden sonra, sıcaklığı birden bire kaybeden buz bir haberle karşılaştık.
Maliye Bakanlığı’nın, Honda emekçilerinin tazminatlarının %40’a yakınına “gelir vergisi” adı altında kesinti yaptığı ortaya çıktı.
Adeta nefes almamızdan bile vergi istenme durumuna adım adım gelmekten endişe ettiğimiz şu zamanda; Maliye Bakanlığı sanki; ‘’bu kadar tazminat size fazla’’ diyormuş gibi yapıp işsiz kalanların ‘özür ikramiyesi’ne %40’a yakın vergi kesintisi yapıyor. Genel hesap yaptığınızda Honda’nın Türk işçilerine verdiği özür ikramiyesine adeta “devlet çökmüş” gibi bir tuhaf sonuç çıkıyor.
İşçilerde “bunda haksızlık var” deyip vergi dairesi aleyhine dava açıyorlar.
Gelin bu süreci en başından aktarayım sizlere…
Bu paranın mücadelesini 1,5 senedir sürdürüyorlar. Honda çalışanları hakları olan kanuni tazminatları peşin alıyorlar. Honda’nın gönlünden kopan “özür ikramiyesi” ni de parça parça alma teklifini kabul ederler. Bu paralarda taksit taksit bankaya yatmaya başlayınca maliyenin haberi olur ve bu paraları da gelir vergisine tabi tutarlar.
Şimdiye kadar banka hesaplarına yatan ‘özür ikramiyesi’nden kesilen miktarın 100 Milyon TL’den biraz fazla olabileceğini söylüyor işçiler.
İşçilerde itiraz ederler önce. Bu kesintileri adil olmadığını dilekçeler ile itiraz ederler önce vergi dairesine, maliye ve Maliye bakanlığına. Herhangi bir geri dönüş alamayınca da mahkemede haklarını aramaya karar verip, vergi dairesi yani Maliye aleyhine dava açmaya karar verirler. Ancak toplu şekilde dava açmanın riskli olabileceği düşünürler. İlk başta aralarında masraflar için para toplayarak 3 kişi için dava açtırırlar.
Dava sonucunda mahkeme işçileri haklı bulur ve Honda’nın ödediği ek tazminatlardan (özür ikramiyesinden) yapılan gelir vergisi kesintilerinin geri iadesine karar verir. Davayı kazanan 3 kişinin paraları iade edilir.
Bu kararın emsal olacağını düşünen işçiler bayağı ümitlenirler. Yaklaşık 600 kişi toplu şekilde mahkemede haklarını ararlar. Ancak işler ters gider. Açtıkları ilk 3 davada olumlu karar veren mahkeme, bu sefer farklı bir karar alarak red cevabı verir. İşçiler artık davayı kaybetmişlerdir. Aynı mahkemenin aynı içerikteki dava dosyalarında birbirinden farklı hatta çelişkili diyebileceğimiz kararları sonucunda ilk davayı açanlar kazanıp kesilen paralarını iadelerini alırken, sonra dava açanların, davayı kaybetmesi sonucu dosya ve mahkeme masrafı olan 2300 TL ödemek zorunda kalırlar.
İşçiler ise bu durumu Adalet Bakanlığına, Maliye Bakanlığına, Sosyal Güvenlik Bakanlığına ve CİMER’e defalarca yazmalarına rağmen herhangi olumlu yada olumsuz cevap alamadıkları gibi, banka hesaplarına parça parça banka yatan ‘özür ikramiyelerinden vergiler otomatik olarak tahsil edilmeye devam edilir. Honda Türk işçileri için elinden gelen her türlü fedakarlığı hem maddi hem manevi olarak yerine getiriyor. Çalışanlarda onlara teşekkür edip minnet duyduklarını söylüyorlar. Ama kendilerini yok sayan bakanlıklara ise çok öfkeliler.
Bizim ülkemizde ise, yerli motoruyla birlikte traktör üreten fabrikayı kapatıp, tazminat vermemek için de 15 yıldır takla atan yerli patronlar varken “dinsiz” Japon Honda’nın sergilediği iş ahlaki ve cömertliği takdire şayandır.
Bu çelişkili durumlara baktığımızda;
Honda’nın gönlünden kopan ve parçalar halinde hesaplara yatan hediye parayı gelir görüp vergi kesen sistem zulüm sistemi değil mi?
Yarın bir gün ailemizden olmayan birine ihtiyaçlarını karşılaması için her ay yardım parası gönderdiğimizde vergilendirme sisteminde, bunu “gelir” olarak görüp vergide keserler mi? diye sormadan edemiyoruz.
Bütün bu yazdıklarımı okuduktan sonra; “Bunda bir tuhaflık yok. Gelir vergisi kesmişler. Cebine para giren her çalışan öder bunu. Olağan dışı bir durummuş gibi anlatmanın anlamı yok!” diye bir itirazda bulunanlar elbette çıkacaktır.
Sistem için fark etmiyor. Sistem hediye yada özür ikramiyesi olduğuna bakmaz. Ama “vergiyi tahsil edebilecek miyim” diye bakar. Ama bakarken de işsiz kalıp kalmadığına bile bakmaz.
Ülkenin adalet ve yargı sistemindeki hakimler bile aynı içerikli dava dosyalarında birbirinden çelişkili bu kadar tutarsız kararlar verirken, ‘özür ikramiyesinden kesilen gelir vergileri çokta bir anlam ifade etmiyor aslında. Çünkü adaletsizliğin normalleşerek sürdürülebilir olduğu ülkelerde devleti idare eden hükümetler vatandaşının kazancına sanki doğal ortak gibidirler…
İlahiyatçılara, hoca efendilere ve Diyanet’e soralım şimdi; Özür İkramiyesinden vergi almak caiz midir !?
Devletin dini; önce ahlak ve adalettir !!
Devletler elbet vatandaşlarından ve kurumlardan aldığı vergilerle hizmet götürür. Ancak vergide adalet olmayınca vergilendirme zulme dönüşür. İş yerleri de ağır vergi yükünün altında daha fazla dayanamazlar ve iş yerlerini kapatır. Evine ekmek götürmek için alın teri döken insanımızda işsiz kalır.
Vergide adaletsizlik normalleşirse, o ülkenin başta ekonomisi olmak üzere çöküşünü kimse engelleyemez. Ekonimide çöküş olursa, diğer alanlarda çöküş yaşanması kaçınılmaz olur.
Mevlam içimizdeki adaletsizler ve akılsızlar yüzünden ülkemize zeval vermesin.
Vesselam Sadi ÖZGÜL
0 notes
hetesiya · 4 years
Text
Çilingir: 6-7 Eylül'ün cezası olmazsa tekrarı olur
Yazar Tamer Çilingir, 6-7 Eylül Pogromu'na dikkat çekerek, "Tarihte yaşanan haksızlık cezalandırılmadıkça tekrarlanıyor. Geçmişiyle, tarihiyle hesaplaşamayan toplumlar, doğru bir mücadele hattı kuramaz" dedi.
Tumblr media
Araştırmacı-Yazar Tamer Çilingir ile 6-7 Eylül Pogromu üzerine konuştuk...
Çilingir, 6-7 Eylül'de yaşananlara işaret ederken, "Geride kalan Türk ve Müslüman olmayanlara nefes alma hakkı bile verilmedi" dedi. Türkiye'nin de kaybettiğine dikkat çeken Çilingir, yüzleşme ve hesaplaşmanın neden önemli olduğunu anlattı.
6-7 Eylül'de ne oldu?
6-7 Eylül 1955'te İstanbul’da Yedikule, Samatya, Beyoğlu, Sıraselviler, Kurtuluş, Yeşilköy, Bakırköy, Eminönü, Unkapanı, Büyükada, Aksaray, Çengelköy ve Kuzguncuk’ta başlayan saldırılar sonucunda 37 kişi hayatını kaybetti, 30 kişi yaralandı ve 300’den fazla Rum kadına tecavüz edildi. Ayrıca 87 kilise, 26 okul, 3 gazete, 4 mezarlık, 1004 ev, 4228 iş yeri ve 226 üretim merkezi talan edildi.
16 Eylül 1955’te 6-7 Eylül saldırılarını kınayan makalelerinden dolayı İstanbul’da Rumca yayın yapan 'Elefteri Foni /Bağımsız Ses’ gazetesinin sahibi ve başyazarı Andreas Lambikis tutuklanıp Harbiye Askeri Cezaevinde 3 ay süresince hapsedildi.
Kasım 1956’da İstanbul’daki Rum Hayır Derneği 'Eliniki Enosi’nin 12 üyesi tutuklandı ve Kıbrıslı Rumların casusu oldukları ileri sürülerek Nisan 1958 tarihinde sınır dışı edildiler.
1957-1959 tarihleri arasında İstanbullu Rumlardan 57 kişi çeşitli bahanelerle sınır dışı edildi. Sınır dışı edilenler arasında 6-7 Eylül 1955 tarihlerinde yaşananların fotoğraflarını dünya kamuoyuna göndermeyi başaran Gazeteci Dimitrios Kaloumenos da vardı.
1958 sonrası, başını ırkçı örgütlenmelerin çektiği ve genellikle üniversite öğrencileri tarafından uygulanan ‘azınlık işyerlerini boykot’ kampanyası başlatıldı. Rumların işyerlerinin önünde bildiriler dağıtılıp konuşmalar yapılarak, halka Türklerin işyerlerinden alışveriş yapmaları baskısı yaptılar.
'KALANLAR TÜRKLÜĞE ZORLANDI'
Sonra ne oldu? Hayatta kalanları neler bekledi?
Her şeyden önce artık bu ülkede açık kimlikleriyle özgür yaşayamayacaklarını öğrendiler. Gerçek kimliklerini ulu orta yerlerde hep gizlediler. Her kriz döneminde hedef haline getirildikleri için birçoğu yaşadıkları yerleri terk etmek zorunda kaldı. Elde avuçlarında ne varsa yok pahasına satarak Yunanistan’a gittiler ve bir daha dönmediler. Geride kalanların büyük kısmı da yıllar içinde aynı akıbete uğradı. Türklüğü, Türk kimliğini ve Türk politikalarını savunmaya zorlandılar.
Pontos Rum Soykırımı'nı anlatan bir kitap yazdınız. 1914-1923 yıllarındaki bu soykırım sürecini 6-7 Eylül'de yaşananlar ile ele aldığınızda ne görüyorsunuz?
Kitabımın konusu bildiğiniz üzere Pontos Rum Soykırımı üzerineydi. 1914-1923 yılları arasında Pontos’ta yaşayan Hristiyan Rumlara yönelik gerçekleştirilen bu soykırım 1895'lerden başlayan, 1915’te Ermeni ve Süryanileri kapsayarak devam eden soykırımın son etabıydı. Bu süreç Osmanlı’dan geride kalan son topraklarda kurulması planlanan yeni devlet için sermayenin Müslümanlaştırılması diye de tanımlanabilir. Binlerce yıl yaşadıkları topraklarda 1,5 milyon Ermeninin, 300 binin üzerinde Süryaninin, 353 bin Pontoslu Rumun katline, 800 bin Küçük Asya Rumunun kaybolmasına sebep olan bu sürecin sonunda 1923 yılında Lozan’da Yunanistan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucuları arasında imzalanan Mübadele Anlaşması ile 1 milyon 250 bin Hristiyan Rum da sürgün edilerek yurtlarından kovulmuşlardı. İstanbul’da yaşayan Hristiyan Rumlar ise bu anlaşmanın dışında tutulmuştu.
1942-1943 yıllarında Kur’a Askerlik ve Varlık Vergisi ardından 1955 6-7 Eylül Pogromu, Kıbrıs krizleriyle 1958-63 yılları arasında artan Rum karşıtlığı ile yaşanan sürgün ve kaçışların ardından, 1964 yılında gündeme gelen sürgün kararlarıyla İstanbullu Rumlar da bu topraklardan silinmeye çalışılmıştır. 6-7 Eylül Pogromu da geride kalan Hristiyan Rumlara yönelik en önemli saldırılardan biridir.
'TEMEL SİYASETLERİ İŞGAL VE DEVŞİRME'
Osmanlı'dan Cumhuriyet'e, şimdi de AKP-MHP rejimine... Türkiye, azınlıklar açısından nasıl dönemlerden geçti?
Öncelikle "azınlıklar" kelimesine itiraz etmek istiyorum. Azınlık olan yedi yüz yıldır bu topraklarda iktidarda olanlardır. Binlerce yıldır bu coğrafyada yaşayan ve çoğunluk olan ama öteki olarak görülen, ötekileştirilenler açısından bu süreci özetlemek gerekirse şöyle denebilir. "Dört nala gelip Uzak Asya’dan Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim" diyenler 11. yüzyıldan itibaren bu coğrafyada sadece yaktılar, yıktılar, yok ettiler. Onlardan önceki zalim Roma krallarının Müslüman versiyonuydular. Kendilerinden olmayan inançlara, kimliklere karşı hep zalimlik yaptılar; onları düşman bellediler. İşgal, barbarlık ve devşirme temel siyasetleriydi. Kılıç zoruyla işgal ettikleri toprakları orada yaşayanlar için hapishaneye çevirdiler.
Cumhuriyet bu uluslara yönelik soykırım ve katliamların üzerine kuruldu. Hristiyan uluslardan sonra sıra Türk olmayan diğer uluslara geldi. Şiddet, baskı ve asimilasyon politikaları Cumhuriyet boyunca da devam etti. Geride kalan Türk ve Müslüman olmayanlara nefes alma hakkı bile verilmedi.
'ZERZEVATÇI TÜRKÇE BAĞIR!'
Rumların Türkiye'deki bugünkü nüfusu biliniyor mu?
Kemal Karpat’a göre (Osmanlı resmi sayımları) 1906 yılında Osmanlı topraklarında yaşayan Hristiyan Rumların sayısı 2 milyon 136 bin 110’dur.
1955 yılında Hristiyan Rumların sayısı 106 bin iken 1965 yılında bu sayı 30 bindir. Kıbrıs işgalinin ardından 1975 yılında ise bu sayı 5 bindir.
Bugün ise bu sayı 1500’ün altındadır.
Müslümanlaşmış ya da Müslümanlaştırılmış Rumlar tabii ki bu sayılara dahil değildir.
'Vatandaş Türkçe Konuş' kampanyaları cumhuriyetin önemli asimilasyon politikalarından biridir. 19 Mayıs 1929 tarihli Cumhuriyet gazetesinde, 'Zerzevatçı Türkçe bağır' başlıklı şöyle bir haber var:
"İstanbul Belediyesi, yaşadığı mahallelerde kendi ana diliyle bağırarak satış yapanlar hakkında zabıtaya gönderdiği tebligatta, Türkçe yerine Rumca bağırmanın şiddetle yasaklanmasını istedi.’’
Yani bu tarihte zerzevatçıların Rumca bağırarak İstanbul sokaklarında satış yapmaları ne demek? Herkes ya da büyük bir çoğunluk Rumca anlıyor demek. Şimdi 20 milyona yaklaşan nüfusuyla İstanbul’da Rumca anlayabilecek insanın sayısı 1500 civarında.
'TÜRKİYE KAYBETTİ, TALANCILAR ZENGİN OLDU!'
Rumlara yapılanlar Türkiye'ye de kaybettirdi mi?
Bir zamanlar Rumlara bire beş veren topraklar artık bire bir bile vermiyor. Çiftçilerini, marangozlarını, demircilerini, taş ustalarını, yorgancılarını, fırıncılarını kaybetti yüz yıl önce bu topraklar. Doktorlar, mimarlar, eczacılar, sporcular, edebiyatçılar, ressamlar, müzisyenler idam edildi. Binlerce yıllık insanlık tarihi, birikimi bir anda yok edildi. Cumhuriyetin kurucuları ‘Anadolu yoksuldu, cahildi, biz yeni bir aydınlatma başlattık’ diyecekti 1930’lu yıllarda ama bahsedilen cahillik ve yoksulluğun sebebi bu insanların yok edilmeleri idi.
Olup bitenlerin "yeni zenginler" yarattığı da söyleniyor...
Bu bir gelenektir. Osmanlı’dan devralınmıştır. İşgal edilen yerlere giren ilk askerlere iki gün tanınırdı yağma için. Bu iki gün içinde kim ne yağmaladıysa onun olurdu. Sonra devlet kurumlaşırdı ve yağma devlet eliyle taşınama mallarla birlikte tüm işgal edilen coğrafyayı kapsardı. 20. yüzyılın başında gerçekleştirilen soykırımlarda da aynısı oldu. Soykırıma katılan aileler cumhuriyet ile zengin oldular; katledilen Rum, Süryani ve Ermenilerin mallarına sahip olmaları sağlandı. Tabii bu arada asıl yağma devletin yaptığı idi. Tüm inanç yerleri, okullar, kültürel ve tarihi binalara el konulup dokuları değiştirildi. Kiliseler, okullar askeri kışlalara, camilere dönüştürüldü.
6-7 Eylül’de de aynı şeyler yaşandı. Öldürülen ya da korkudan evlerini işyerlerini bırakan Rumların mal varlıkları yeni zenginler yarattı.
İktidarlara, toplumlara bugün için nasıl sorumluluklar düşüyor?
Çürük yapı taşları üzerine kurulmuş Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bu taşlardan herhangi birinin hareket etmesi halinde yıkılacağını bilmekte, bundan korkmakta ve ona göre davranmaktadır. Bu yanıyla da devletin kuruluşu esnasında imhasına yöneldiği, kimini soykırımı ile kimisini sürgünlerle ve kimisini de asimilasyonla etkisiz hale getirdiği iç ve dış düşman diye tanımladığı uluslara ve siyasi hareketlere karşı hep tetiktedir. Devlet açısından bakıldığında diğer önemli mesele de katliamlara, soykırımlara, sürgünlere ve asimilasyon politikalarına rağmen geride kalanların büyük çoğunluğu da ya Müslümanlaştırılmış ya da Türkleştirilmiş diğer uluslardandır. Ve tarihin karanlık sayfaları aydınlandıkça her şeyin alt üst olması ihtimali vardır.
Tarihte yaşanan her haksızlık, her zulüm cezalandırılmadıkça tekrarlanıyor. Bugünkü yaşanan haksızlıkların ve zulümüm sebebini de böyle görmek gerekiyor. Geçmişiyle, tarihiyle hesaplaşamayan toplumlar, doğru bir mücadele hattı kuramaz, özgürlük, adalet ve eşitliği sağlayamazlar.
Bizim yaşadığımız coğrafyada Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluşu ile başlayan süreç soykırımlar sürecidir. Öncelikle soykırımlar ile yüzleşilmesi gerekiyor. Bu yüzleşmeyi yapacak olan iktidar olmayacaktır. Çünkü iktidarın varlık sebebi soykırımlar, şiddet ve baskıya dayanıyor.
Asıl bu yüzleşmeyi yapması gerekenler özgürlük, adalet ve eşitlik talebinde olanlardır.
Yüz yıllık cumhuriyet tarihi boyunca muhalif konumdaki birçok aydın, örgüt ve kurum ne yazık ki bunu başaramamış, hatta iktidarların değirmenine su taşımıştır.
Cumhuriyeti bir burjuva demokratik devrimi olarak görmek, kurucularını anti emperyalist devrimciler olarak tanımlamak, ‘kurtuluş savaşı’ adı verilen masala inanmak, ilk meclise ilk anayasaya ilerici misyonlar yüklemek gibi önemli hatalar yapılmıştır ve hâlâ bu hatalar yapılmaya devam ediyor.
Soykırımlarla yüzleşmek asla tarihin, geçmişin sorunu değildir; tam tersine bugünün sorunudur.
Tumblr media
ANF
0 notes
radyobalfm · 4 years
Text
Yeni vergi önerileri: Nefes ve kafes vergisi de getirilsin
Yeni vergi önerileri: Nefes ve kafes vergisi de getirilsin
Cep telefonlarından alınan TRT payı, Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) ve Katma Değer Vergisi'nden (KDV) sonra yüzde 1 oranında da Kültür Turizm Bakanlığı için vergi gelmesi muhalefet milletvekillerinin tepkisine yol açtı.
Yeni vergiyi eleştiren CHP Muğla Milletvekili Süleyman Girgin, “70 adet vergi vardı, 71 oldu ama yetmez. Nefes alma, uyuma, diş fırçalama vergisi de getirilsin” dedi.
CHP Antalya…
View On WordPress
0 notes
feminenn-blog · 7 years
Text
Magazin, Sağlık ve Kadın'a dair her şey...
http://feminenn.com/evlilik-icin-10-altin-kural/ Evlilik İçin 10 Altın Kural
Her insan yaşamında gerçek mutluluğu bulabilmek için, başkalarının kendisini mutlu etmesini beklemektense , kendi mutluluğunun sorumluluğunu almalı ve daha mutlu bir hayat için kendi çözümlerini kendisi bulmalıdır. Aynen yaşamındaki  mutluluğunda olduğu gibi, evliliğinde de mutluluğunun sorumluluğunu  her kişi, kendisi almalıdır.
Evliliğinizdeki mutluluğun sorumluluğunu elinize almak için ilk önce; evliliğinize bakış açınız ne ile dolu, farkına varmalısınız. Size öğretilen doğru bildiğiniz yanlışlarla mı? Sınırsız beklentilerle mi ? Her zaman sizin haklı olmanız gerektiği ile mi? İkinci olarak da siz bu evliliğin kendinize düşen payını hakkıyla yerine getiriyor musunuz? Evliliğinizde yapıcı mı? yoksa yıkıcı mısınız? Evliliğinizi bilinçaltınız ne kadar etkiliyor? Bu sorulara gerçekten objektif bakabilmeniz için ilk önce evliliğinizi bilinçli bir şekilde değerlendirmeniz gerekir.
Peki bilinçli olmanın getirdiği farklılıklar nelerdir? Evliliğinize ve eşinize karşı tutum ve davranışlarınız nasıl olmalı?
1- Evliliğinizdeki Hayat Dersinizi Keşfedin; Yaşamımızda karşılaştığımız hiç kimse ve hiç bir olay tesadüfi değildir, her biri bize ayna olup yaşam yolumuzdaki, amacıma ulaşmamızı sağlayan hayat derslerimizdir. Evliliğinizde de imtihanlarınız olabilir. Özellikle aşk, sevgi ilişkilerimizin bizim çocukluktaki yaralarımızı keşfetmek ve onarmamızı sağlamak  gibi gizli görevleri vardır.
Evliliğinizde ki yaşadığınız sorunlara yüzeysel bakmaktansa onların altında yatan çocukluk yaralarınızı görmeye çalışın. Evet her birimiz belki mükemmel çocukluk geçirmemiş olabiliriz, fakat artık bir yetişkinsek bunların sorumluluğunu alıp kendi yarlarımızın çözümünü bulmak durumundayız. Çözümü bulmak için ise, önce sorunun farkına varmak gerekir. Duygusal ilişkilerinize bir röntgen filmine bakar gibi, baktığınızda günlük etkileşimleriniz artık size daha anlamlı gelmeye başlar ve daha kontrollü davranırsınız.
2- Eşinizin Sizin Aynanız Olduğunu Hatırlayın; Prens yada prensesinizin  hayatınıza girdiğinde, bir kurtarıcı gibi, bütün sorunlarınızın birden bire son bulacağını,  aradığınız mutluluğu dostluğu,  beraberliği  ve sizde olmayan tüm eksikliği sanki tamamlayacağını düşünürsünüz. Oysa hesap etmediğiniz hayatınıza çektiğiniz her insan sizin aynanızdır. Hayatınıza çektiğiniz eşinizde, kimi zaman hayatta en korktuğunuz yanı görürken, kimi zaman sizde olan yada olmayan özelliği fark edersiniz.
Bilinçli evliliğe doğru hareket ettiğinizde ise, onu değiştirebilmek için önce kendinizde olanla yüzlemeniz gerektiğinin farkına varıp,  yanılsamaları yavaş yavaş bırakıp, eşinize ait gerçekleri görmeye başlarsınız. Onun sizin kurtarıcınız değil, tıpkı sizin gibi iyileşmeye gelişmeye çalışan yol arkadaşınız olduğunu anlarsınız.
3- Eşinizi İhtiyaçlarınızdan Haberdar Edin; Bilinçli evliliğin en temel özelliği, başta da söylediğim gibi, her konuda sorumlulukları üzerine alabilmektir. Sorunlu evliliklerde, özellikle kadınlarda sık karşılaştığım; Arzu ve  ihtiyaçlarını söylemeden eşinin sezmesini yada zihnini okumasını  beklemesidir. Bu durum çiftler arasında anlama ve anlaşılma noktasındaki bütün iletişim kanallarını tıkayacaktır.
Sağlıklı bir evlilik de, arzu ve ihtiyaçlarınızı eşinize anlatma konusunda da sorumluluğu üzerinize almalısınız. Bilinçli bir evlilikte eşler birbirlerini anlamak için, açık ve net iletişim kanalları geliştirmeleri gerektiğini kabul ederler.   Aksi taktirde anlaşmayı beklemek, çocukça bir bekleyiş olacaktır.
4- Neye Tepki Verdiğinizin Farkında Olun;  Yaşadığımız bir etkileşimde çoğu zaman, olan durum değil de, bizim o etkileşime yüklediğimiz mana yada bize hatırlattığı benzer bir durum ani ve plansız tepkiler vermemize sebep olur. Düşünmeden tepki vermek ise özellikle evliliklerde, tamiri zor yaralar açabilir.
Kendinizi Yapıcı davranma konusunda eğitmelisiniz. Böyle ani tepki verdiğiniz durumlarda; Kendinize ”Şuan ben neye kabul veremiyorum?”,  ”Benim böyle tepki vermeme sebep olan duygum ne?” yada ”Yaşadığım bu durum bana neyi hatırlatıyor?” diye sorup üzerinde düşünmelisiniz.
5- Eşinizin İhtiyaçlarına da Duyarlı Olun; Sağlıklı ilişkiler alma-verme dengesinin adil bir şekilde işlediği ilişkilerdir.  Eşimizden bizi anlamasını bekleriz, ihtiyaçlarımıza arzularımıza cevap vermesini bekleriz, bizi çok sevmesini bekleriz…
Evlilik ne bir tarafın ”feda” bir tarafın ”kar”ettiği ne de  ”Hep bana” mantığı ile gidecek bir birliktelik değildir.
Eşinizin arzu ve ihtiyaçlarına da kendi arzu ve ihtiyaçlarınıza verdiğiniz değer kadar değer vermeyi öğrenmelisiniz. Karşılığını beklemeden vereceğiniz sevgi, değer, anlayış size muhakkak misli  ile dönecektir. Unutmayın evliliğinizde eşinize atacağınız her adım aslında kendi mutluluğunuza attığınız bir adımdır.
6- Olumsuz Yanlarınızı Kabul Edin; Hiç kimsenin mükemmel olamayacağı gibi, siz de mükemmel değilsiniz. Her insanın kişiliğinde karanlık , olumsuz yanları olabilir. Varlığınıza ait bu olumsuz yanlarınızı kabul edip bunu en azından kendinize, açıkça itiraf etmelisiniz.
Karşılaştığınız her kişi size ”ayna” olur demiştik. Çevrenizde yada evliliğinizde sürekli olumsuz olaylarla karşılaştığınızı düşünüyorsanız, her durumun size negatif yüzünü gösterdiğine inanıyorsanız muhtemelen bakmanız gereken yer kendi kişiliğinizdeki karanlık tarafınızdır.
Evliliğinizde de, varlığınızın olumsuz yanına dair sorumluluğu üstlendikçe, kendi olumsuz özelliklerinizi eşinizin üzerine yansıtma eğiliminiz azalır. Böylece eşinizde gördüğünüz size karşı düşmanca davranışlar yerini daha dostça ve sevgi dolu davranışlara bırakır.
7- Temel Sevgi İhtiyacınızı Karşılamak İçin Yeni Yöntemler Bulun; Temel arzu ve ihtiyaçlarınızı tatmin etmek için yeni yöntemler geliştirmelisiniz. Sizi %100 seven ve ihtiyaçlarınızı karşılayan bir eşe sahip olsanız bile, size eşinizden ulaşan ancak %25 sevgidir. Gerçek doyum için, geri kalan % 75 temel sevgi ve değer ihtiyacınızı kendiniz karşılamakla yükümlüsünüz.
Güç savaşları sırasında eşinize ihtiyaçlarınızı karşılaması için baskı yaparken,   onu ikna etmeye çalışıp uzun konuşmalarla onu suçlarsınız. Oysa doyumsuzluğunuzun sebebi, kendinizi yeterince sevmemeniz, yeterince ilgi ve değer göstermemenizdir. İçinizde küçük bir çocuk yaşadığını farz edin ve bir çocuğa sevginizi ilgi, alanınızı, ona verdiğiniz değeri nasıl gösterirseniz kendinizle de aynen öyle ilgilenin. Böylece eşinizden sevgi alma taktiklerini bırakıp, kendi bütünlüğünüzle eşinizin de, sizin için ne kadar büyük bir zenginlik olduğunun farkına varırsınız.
8- Eşinize Olan Bağımlılığınızın Önüne Geçmeyi Öğrenin; ”Onsuz yaşayamam”, ”onsuz nefes alamam”, ”onsuz bir hayat düşünemem”… bu ve benzeri düşünceler kararında olduğu sürece güzel duygulardır. Fakat kendinizi eşinize bağımlı hissedip, her an yanınızda olması istemek çok sağlıklı bir tutum değildir.
Eşinize bağlanmanızın sebeplerinden biri de sizin kendinizde hissettiğiniz bazı eksikliklerin onda olduğunu görmenizdir. Bu yüzden onunla olmak sizde aldatıcı bir bütünlük duygusu hissettirir. Bilinçli bir evlilikte bireyler, bir birilerini keşfetmenin yanında, kendilerini de her gün yeniden keşfetmeyi öğrenirler. Kişinin içinde tam ve bütün olmasını sağlayacak tek şey kendi gizli kalmış yanlarını keşfetmesidir. Mutlu bir evlilik için; Kendinize ait, kendinizi bulacağınız, nefes alacağınız alanlarınızın olması gerekir.
9- Koşulsuz Sevmeyi Öğrenin; Yüce Allah Kainatı muhabbet ve sevgi üzerine yaratmıştır. Hepimiz Allah vergisi yaratılışımızın bir parçası olarak, koşulsuz sevme yeteneğine ve dünya ile bütünleşme deneyimine sahibiz.
Yunus Emre’nin dediği gibi; “Yaradılanı Sev Yaradan dan Ötürü”. Tüm insanlar böyle bir fıtrat üzere yaratılmıştır. Sosyal şartlanma ve kusurlu yetiştirilme bu yaratılışımızın özünden uzaklaşmamıza sebep olur.
Koşulsuz sevmeyi öğrendiğimizde, içimizdeki sevilmek, kainatla bütünleşmek isteğinin varlığını daha iyi anlarız. Evliliğinizde de koşulsuz sevmeyi başardığınızda var oluşunuza dair özellikleri yeniden keşfetmeye başlarsınız. Evet eşinizin hoşnut olmayan tutumları olabilir fakat eminim sevilmeye değerde sırf yaratılış sebebi ile bile bir çok sebep vardır. Neye yoğunlaşırsanız onu arttırırsınız. Sevgiye yoğunlaşın, kainatı da evliliğinizi de sevgi sarsın.
10- İyi Bir Evliliğin Emek İsteyeceğini Unutmayın; Eğer hayalperest biri iseniz, iyi bir evlilik yapmanın doğru yolunun iyi bir eş bulmaktan geçtiğine inanırsınız. Oysa bilinçli bir evlilikte, iyi evlilik için doğru insan olmanız gerektiğini kavrarsınız.
Aşk ilişkilerine karşı daha gerçekçi bir bakış açısı kazandığınızda, iyi bir evliliğin sorumluluk, disiplin, değişme ve gelişme azmi ile oluşacağını anlarsınız. Evlilik emek ister, sıkı bir çalışma ister. Evlilikte mutluluğun kendiliğinden size gelmesini bekleyemezsiniz. Evlilik yolculuğu engebeli fakat keyifli bir yolculuktur. Kendinizi objektif bir şekilde değerlendirip, üzerinize düşeni yaptığınızda yolun sonu size mutluluk vaat eder.
Sevinç Karakaya
Kişisel Gelişim Uzmanı /İlişki ve Yaşam Koçu
Magazin, Sağlık ve Kadın'a dair her şey...
0 notes
sosyalmedyablog · 7 years
Text
New Post has been published on Kadın Sağlığı Rehberi
New Post has been published on http://saglikdoping.com/ses-teli-felci-nedenleri/
Ses teli felci nedenleri
Ses teli felci hastalarda önemli nefes alma problemlerine yol açan bir sayrı olmakta ve sorunun ilerleme durumuna kadar ya ses terapisi uygulanmakta veya cerrahi işlemlere başvurulmaktadır. Oysa tüm bunların…
Ses teli felci hastalarda önemli nefes alma problemlerine yol açan bir sayrı olmakta ve sorunun ilerleme durumuna kadar ya ses terapisi uygulanmakta ya da cerrahi işlemlere başvurulmaktadır. Ancak bütün bunların öncesinde ses teli felcine sebep olan sorunlar araştırılmakta ve sebebin kaynağı anlaşıldıktan daha sonra tedaviye geçilmektedir.
Gırtlak kaslarını hareket ettirmekle görevli olan sinirlerin bundan böyle çalışmıyor olmasına ses teli felci denmektedir. Ses tellerin felç olduğu durumlarda hastalarda önemli belirtiler gözlenir. Bu belirtilerin başında nefes alma sorunları kazanç. Ses teli felci hastalarında ses kısıklığı ve nefes darlığı ortaya çıkmaktadır.
Ses teli felcinin nedenlerine değinecek olursak kafa içi, boyun ve göğüs bölgesinde ortaya meydana çıkan sorunlar bu rahatsızlığa niçin olmaktadır. Ses teli felci nedenlerini biraz daha açacak olursak akciğer, boyun, gırtlak, yemek borusu tümörleri, boyun bölgesine alınan travmalar, yürek büyümesi, damar hastalıkları ve enfeksiyonlardır diyebiliriz.
Ses teli felcine allah vergisi ortaya çıkan yürek sorunları da sebep olmaktadır. Hem hastanın geçirmiş olduğu cerrahi operasyonlarında ses tellerine hasar vererek ses teli felci ortaya çıkabilir. Bilhassa guatr ameliyatı sonrası ses teli felcine rastlanır.
0 notes