Tumgik
#hemşehrim
dolunay66 · 5 months
Text
SAHTE KARAKOL
1950'li yıllarda Sirkeci Emniyet Amirliği'nde görevli üç polis memuru emekli olurlar. Emekli olurlar ama geçim kaygısına da düşerler. Yaşları da henüz genç olduğundan bir iş yapma konusunda kafa yorarlar. Şu işi yapalım, yok bu işi yapalım derler ama bir baltaya sap olamazlar. Derken içlerinden biri bir düşünce atar ortaya : "Karakol kuralım !.."
Ölçerler, biçerler, şu içinde bulunduğumuz karakol binasını kiralarlar. Daha önceden Sirkeci Emniyet Amirliği'nde görev yaptıklarından ve çevrede tanındıklarından bu bölgeyi seçerler. Tabelacıya gidip "Küçükpazar Karakolu" yazan tabelayı yaptırır, binaya asarlar. Üç kafadar emekli, masaydı, sandalyeydi, daktiloydu, dosyaydı, kağıttı, stampaydı, mühürdü, bir karakolda bulunması gereken bütün iaşeyi alıp karakolu tefriş ederler. Türkiye'nin, ne Türkiye'si herhalde dünyanın ilk özel karakolunu hizmete açarlar!.. Karakol hizmete açılınca da bölge esnafından haraçlarını toplamaya eskisi gibi sürdürürler.. O sırada da Sirkeci Emniyet Amiri değiştiğinden bölgede Küçükpazar Karakolu diye bir karakol var mı yok mu bilmemektedir..
Bu arada, normal bir karakol hangi görevleri yapıyorsa sahte karakolda da aynı işler normal seyrinde yapılmaktadır. Vukuat işlerini de tabii.. Uygun bir fırsat kollayıp yeni göreve gelen Sirkeci Emniyet Amiri'ne de bir kutu çikolatayla "Hoşgeldin"e bile giden üç kafadar, memur azlığından yakınıp takviye memur talep ederler. Sirkeci Emniyet Amiri de, "Bende memur çok, birkaçını sizde görevlendirelim" diyerek Küçükpazar Karakolu'nun emrine üç polis memurunu verir. Böylece bir karakolda olması gereken tüm düzenek kurulmuş olur. Suçlular adliyeye götürülmekte, evraklar gelmekte, evraklar gitmekte, yazışmalar dosyalanmakta, suçüstüler yapılmaktadır. Bildiğiniz karakol gibi yani!..
İşler o kadar aksamadan ve mevzuata uygun yürümektedir ki, izin programları bile oluşturulmakta ama karakolun "kurucu" üç memurundan ikisi izne ayrılırsa biri işler karışmasın diye muhakkak karakolda kalmaktadır..
İki memurun yine yıllık izin kullandıkları bir gün, nöbetçi kalan memurun bir yakını vefat edince, o da iki üç günlüğüne memleketine gitmek zorunda kalır. Aynı günlerde de Sirkeci Emniyet Amirliği'nden bir memur geçici görevle Küçükpazar Karakolu'na gönderilir. Bu memur daha önce İl Emniyet Müdürlüğü'nde karakolların kömür dağıtım işini yaptığından hemen tüm karakolları ezbere bildiğinden, Küçükpazar Karakolu diye bir karakolda görevlendirilince şaşırır. Karakoldaki diğer memurların da pek bir şey bildikleri yoktur. Bu arada kış da yaklaştığından kömür dağıtım işinin bittiğini de bilmektedir. Oysa Küçükpazar Karakolu'na henüz kömür filan gelmemiştir. Bir gün kendine iş edinir, "Herkesin karakolunun kömürü geldi de bizimkine niye gelmiyor ?" diye meraklanıp Emniyet Müdürlüğü'nün kömür dağıtım bölümünde eski arkadaşlarının yanına gider..
"Yahu arkadaş, herkesin karakoluna kömür verdiniz de bizim karakola niye vermiyorsunuz ?.."
"-Sizin karakol neresi ?"
"Küçükpazar Karakolu."
"-Ne yanda bu karakol ?"
"Unkapanı'nda.."
"-Cık, biz öyle bir karakol bilmiyoruz !.."
"Hemşehrim nasıl olur, binası var, memurları var, ben orada görev yapıyorum.."
Karakol listeleri çıkarılır, ama böyle bir karakolun izine rastlanmaz. Yine de eski arkadaşlarının elini boş göndermez, kömür verirler. Kömürün geldiği gün, karakolun kurucusu üç memur da izinden dönmüş, ekmek tekneleri karakolda göreve başlamışlardır..
"Ne var ne yok arkadaşlar ?.."
"-İyi, ne olsun.."
"Biz yokken ne yaptınız ?"
"-Kömür aldık.."
"Ne kömürü ?.."
Üç kafadar, karakolun elektrik, su ve kömür giderlerini kendi ceplerinden karşıladıkları için kafalarında bir şimşek çakar.. Üçü de şaşkın, sararmış bir yüzle birbirlerine bakakalırlar. Ama yapacakları bir şey de yoktur. Kömürü geri de gönderemezler. Olanı biteni gözleyen ve kömürü temin eden işgüzar memur, ertesi gün yanına bir arkadaşını da alıp Sirkeci Emniyet Amiri'ne gider. Olup biteni amire anlatırlar.
Tumblr media
Emniyet Amiri, yanına iki polis memurunu da alıp İstanbul Emniyet Müdürü'nün huzuruna çıkar. Olayı anlatır. Zamanın Emniyet Müdürü gün görmüş uyanık bir adamdır. Su bastı, sel oldu gibisinden bir yazı yazdırıp Ankara Emniyet Genel Müdürlüğü'nden Küçükpazar Karakolu'nun demirbaş dökümünü ister. Kısa bir süre sonra Genel Müdürlükten "Böyle bir karakolumuz yoktur" yanıtı gelir. Emniyet Müdürü ildeki bütün şube müdürlerini çağırtır, olayı özetler ve hep birlikte Küçükpazar Karakolu'nun yolunu tutarlar. Karakoldaki tüm memurlar da haberdar edilmiştir. Emniyet Müdürü memurları şube müdürlerinin önünde sorguya çeker..
"Sen kaç yıldır bu karakoldasın ?"
"Sen kaç yıldır görev yapıyorsun ?"
Ayrıla ayrıla geriye karakolu kuran üç eski memur kalır..
"Siz geldiğinizde bu karakol var mıydı ?"
Biraz kem kümden sonra karakol kurucusu üç memur da konuşmaya başlar.
"-Valla müdürüm emekli olduktan sonra bir iş kuramadık, aklımıza karakol kurmak geldi, biz de kurduk.."
Müdür öyküyü dinledikten sonra, "tamam tamam" der ve ekler : "bu olayı hiçbir zaman, hiçbir yerde anlatmayacaksınız ve derhal İstanbul'u terk edip, ailenizle birlikte izinizi kaybettireceksiniz.."
Sonra da şube müdürlerine dönerek şu talimatı verir : "Bu karakol bugünden itibaren yasal hale gelecek. Ankara'ya bir yazı yazın, su baskını, sel filan bir şeyler uydurun.."
Sahte olarak kurulan Küçükpazar Karakolu yasal hale büründükten sonra yıllarca hizmet verir!..
#Cumhuriyet Gazetesi 11 Aralık 2016
38 notes · View notes
ysfogzdgrz51 · 10 months
Text
Bir kız bana emmi diyor noruyum komşum ve hemşehrim ali ercan
75 notes · View notes
hikayelertukendii · 13 days
Text
Erkek : Seni değiştirebilirim
O sıra benim idoller :
-Bayhan
-Hemşehrim Abdullah Çatlı
-Biz Milliyetçi insanlarız diyen bıyıklı ağabey
-Kafasında üç hilal olan gelin
-Beyaz Toros
-Efe Gıda
8 notes · View notes
Text
Benim kiymatli hemşehrim mekanın cennet olsun topragam Neşet baba...
Ölmez sağ olursam bu yaz inşallah gidip girşehiri görmek istiyom
Girşehiri varsam ya akşam sabah torpaklara yüzün sürmek istiyom
7 notes · View notes
Text
Hayatımda gerçekten aşık olduğuna inandığım 2 erkek var biri babam diğeri bizim arkadaş grubundan kankim dediğim aynı zamanda hemşehrim olan Sidar. Bazen sevdikleri kişiler için öyle şeyler düşünüyorlar ki varmış gerçekten adam gibi böyle seven diyorum kendi kendime
7 notes · View notes
fk595980 · 2 months
Text
V E F A T
80.İL OSMANİYE'li
UMUT FİLM YAPIM FİRMASININ KURUCUSU
YEŞLÇAMIN ve TÜRK SİNEMASININ EFSANE İSMİ
80.İL OSMANİYE'MDEKİ
YAZLIK ve KIŞLIK UMUT SİNEMALARININ SAHİBİ
80.İL OSMANİYE'MİN
ve ÜLKEMİZİN BÜYÜK BİR DEĞERİ OLAN
Tumblr media
86 Yaşında
Ahirete intikal eden
A r i f KESKİNER hemşehrime
ALLAH'tan
Rahmetler diliyorum.
Mekanı CENNET olsun.
Türk Sinemasının ve
KESKİNERLER Ailesinin
Başı sağ olsun..
11 notes · View notes
darwinisback · 1 month
Text
telefon zırıl zırıl çalıyor, uykundan uyandırıyor. keyifsiz keyifsiz alo diyosun karşıdaki ses şu iki büyülü kelimeyi söylüyor, “KIYMETLİ HEMŞEHRİM” hemşehrini de, seni de…
9 notes · View notes
onderkaracay · 8 months
Text
🗣️ Atatürk ve Cumhuriyeti Birde O Günleri Yaşamış Birinden Okuyun
19 Mayıs 1919’un 100. yılı münasebetiyle düzenlediğimiz programın açılış konuşmasını, halen Indiana Bloomington’da yaşayan ve hayattaki en büyük halk bilimcimiz olarak kabul edilen Cumhuriyetimizle yaşıt Prof.Dr. İlhan Başgöz yapacaktı. Kurtuluşa giden yolun hikayesini Cumhuriyetimizle yaşıt asırlık bir çınardan daha iyi kim anlatabilirdi ki? Lakin ilerlemiş yaşının getirdiği sağlık sorunları sebebiyle İlhan hoca çok arzu etmesine rağmen aramızda olamadı.
Hazırladığı konuşmayı Başkonsolos Umut Acar okudu.
“Değerli Konuklar
Ben Cumhuriyetle yaşıtım, size anlatacaklarım yalnız duyup işittiklerim, okuyup öğrendiklerim değil, aynı zamanda kendi hayat hikâyem olacaktır.
Cumhuriyet yedi büyük savaşın ardından kurulmuştur. 1856 Kırım,, 1877 Osmanlı Rus, 1892 Yunan, 1911 Trablus, 1912 Balkan, 1914-18 Birinci Dünya Savaşı, nihayet 1920-22 Kurtuluş Savaşı. Bu savaşlardan yalnız sonuncusu zaferle bitmiştir. Ama bu zafer vatandaştan yalnız canını ve kanını istememiştir. Vatandaştan atını, arabasını, çorabını, kağnısını, keten bezini, pencere demirini alarak bu savaş kazanılmıştır. Birinci Dünya Savaşı’na niçin girdiğimizi bugün bile bilmiyoruz. Ama kardeşlerini bu savaşa kurban veren, Avşar kadını biliyor ve parmağını Alaman’a uzatıyor:
Mektup saldım da varmadı,
Tel vurdum aynı gelmedi,
Alamanya harbeylesin,
Gayri kardaşım kalmadı.
Savaş yılları Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomisini tümden harap etmiş, ekin tarlada çürümüş; toprak tohumsuz, evler erkeksiz kalmıştır. Kağnıya ve sabana koşulacak hayvan, çiftin sapına yapışacak erkek yokluğunda çifte, hayvan yerine kadınlar koşulmuştur. Bu çöküşün en gerçekçi destanını, hemşehrim Şarkışlalı Serdari yazmıştır. Bu uzun destandan dörtlükler veriyorum:
Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
Elinde kamçısı fakiri ezer
Yorganı döşeği mezatta gezer
Hasırdan serilir çulumuz bizim.
Evlat da babanın sözün tutmuyor,
Açım diye çift sürmeye gitmiyor,
Uşaklar çoğaldı ekmek yetmiyor,
Başımıza bela dölümüz bizim.
Benim bu gidişe aklım ermiyor
Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim.
Savaş yılları, Türk aydınlarının en yiğit, en idealist, en eğitimlilerini ölüme sürmüş, onlar geri gelmemiştir.
Birinci Dünya Savaşı’nın felaket tablolarından birini unutamıyorum. Bu tabloda Tarsus tren istasyonunda bir kadın görünür. Ordu, Kanal bozgunundan dönmektedir. Çul çaput içinde, hasta perişan, vagonlarda çuvallar gibi istif edilmiş, bir asker döküntüsü. Ak saçlı bir ana, yazması omuzuna düşmüş, saçları darma dağın, bir vagondan ötekine koşarak feryat ediyor: “Mehmedimi gördünüz mü? Mehmedim nerede? Mehmedimi gördünüz mü?” Falih Rıfkı Atay diyor ki: “Ana biz senin Mehmedini kumarda kaybettik.”
Türkiye Cumhuriyeti’nin talihsizliği çökmüş bir ekonomi ve harabeye dönmüş bir memleket üzerine kurulmasıdır. Büyüklüğü de bundandır.
16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan ayrılan Bandırma vapuru bu çöküşü tersine çevirecek bir umudu taşıyordu. Bu umudun adı Mustafa Kemal Paşa’dır. Üçüncü ordu müfettişliğine tayin edilen Paşa İstanbul’dan ayrılıyordu. Yanında 12 kişiden oluşan Erkan-ı Harbiye’sinden başka kimse yoktu. Karadeniz’in azgın dalgaları ile sarsılan Bandırma vapurunda Mustafa Kemal Paşa arkadaşlarına şunları söylüyordu: “Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız maddedir! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideal ve iman götürüyoruz!”.
Bandırma vapuru ile bu küçük grup 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkınca bir şarkı söylüyorlardı: “Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar.”
O tarihlerde, ufuktan güneşin doğacağına dair hiçbir işaret yoktur. Tersine memleket bir zifiri karanlıktır. Adana Fransızlar, Urfa, Maraş, Antep İngilizler tarafından işgal edilmiş, başkent İstanbul İtilaf Devletlerinin işgalinde, Antalya ve Konya’da İtalyan birlikleri bulunuyor. Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri var. 15 Mayıs 1919’da Yunan birlikleri İzmir’e çıkmış; Batı Anadolu’nun verimli topraklarından memleketin kalbine doğru ilerlemekte.
Dahası var. Cumhuriyet, memleketin en önemli gelir kaynaklarını yabancı şirketlerin elinde bulmuştur. Demiryolları, limanlar, önemli tarım ve ticaret alanları, bayındırlık tesisleri, gümrük ve maliye gelirleri büyük Batılı şirketlerin elindedir. Türkiye Cumhuriyeti bu şirketleri birer birer satın almıştır.
İzmir-Aydın demiryolu 2 milyon İngiliz pounduna satın alınınca öğretmenimiz ödev vermişti, sevincimizi dile getirmeliydik. Ortaokul öğrencisi idim, ödevimin başlığı “Demir yolumuz, bağımsızlık yolumuz” idi. Tütün rejisi 4 milyon Frank’a satın alınınca bu sefer ayınkacılar bayram etmişti. Ayınkacı tütün yetiştirici demektir. Köylümüz yetiştirdiği tütünü eşeğine yükleyip, pazara indiremezdi. Tütün ille de bir yabancı tekele, bu tekelin biçtiği fiyattan satılacaktı. İndirse kaçakçı sayılıyor, ya hapse atılıyor veya tütün kolcuları ile çatışıyor ve vuruluyordu. Bir ayınkacı türküsü şöyle der:
Hacılar köyüne bastığım oldu,
Tütünümün dengi yastığım oldu,
Aman dostlar bakın benim çareme,
Tütünün tozunu basın yareme.
Cumhuriyet savaşlardan çıkıp da, ekonomik gelişmesine odaklanınca 1930 Dünya Ekonomik Buhranı patlak verir. Buhranın Türkiye’ye etkisi, tarım ürünleri ve meyveyle sınırlı olan dışsatımı vurması olur. Buğdayın kilosu 15 kuruştan 3 kuruşa düşer. Köylü gelirinin bu kadar düştüğünü gören Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne şöyle bir teklifte bulunur: “Bizim maaşlarımızla halkın geliri arasında büyük bir fark ortaya çıktı. Bu Cumhuriyet idaremize yakışmaz. Benim maaşım dâhil milletvekili maaşlarını yüzde elli azaltalım.” Teklif kabul edilir.
Cumhuriyet ilan edilince memlekette yatırıma harcanacak sermaye ve ekonomik hayatı idare edecek eğitilmiş insan yoktur. Bu nedenle Cumhuriyet ekonomik kalkınmayı devlet eliyle yapmaya karar vermiştir. Devlet sermayesi ile iki banka Etibank ve Sümerbank kurulmuş, vatandaştan birikimlerini bankaya yatırmaları istenmiştir. Devletine güvenen vatandaş da elinde avucunda ne varsa bankalara yatırdı.
Ben çamurdan yaptığım kumbarama her hafta babamın verdiği yüz paraları biriktirir, bankaya yatırırdım. Bu ekonomik kalkınma hamlesini bir yerli malı seferberliği izlemiştir. Biz bayramlarda ziyaretçilerimize şeker ve çikolata yerine incir ve fındık ikram ettik. Çayı Kazova’nın kızıl üzümü ile içtik. Çünkü şeker dışardan satın alınıyordu.
Cumhuriyet yurdun doğusuyla batısını, güney ve kuzeyini demiryolları ile birleştirmek istemiştir. Bu bir milli savunma sorunu idi. Atatürk diyor ki; “700 kilometre demir yolumuz var, bir kilometresi bile bizim değil.” 1932 yılında ilk tren Gemerek’e ulaştığında ben istasyonda idim. Halkın tabiri ile kara treni alkışlar ve yaşa var ol sesleri ile karşılamıştık.
Hoş bir fıkra var. İlk tren Erzurum’a varınca belediye başkanı nutuk veriyor; “Vatandaşlar, Cumhuriyet fabrikalar yaptı. Sanmam ki kâr edeler vallahi de zarar edirler, billahi de zarar edirler. Otobüsler aldı, yollar düzenledi, sanmam ki kâr ederler. Bunlar hep sizin içindir. Cumhuriyet ayağıza kadar tren getirdi bundan sonra iki ayda gittiğimiz İstanbul’a üç günde varacağız.” O vakit bir vatandaş sorar: “Peki biz 57 gün ne yapacağız?”
Değerli Dinleyicilerim
Ben 1929 yılından itibaren Cumhuriyetle beraber iyili kötülü olayların içinde çalkalandım. Size söyleyeceklerimin bir kısmına ben tanık oldum. Bunların arasında beni çok etkileyen bir olay var. Mustafa Kemal Atatürk 1937 yılında Sivas lisesinde benim bulunduğum sınıfa geldi. Atatürk adı etrafında oluşan efsanenin etkisindeyiz. Gözleri o kadar kuvvetli imiş ki gözlerine bakan çarpılırmış. İlkin korka korka, gözlerine bakıyoruz. Çarpılmadığımızı görünce o mavi gözlere 45 dakika doya doya baktık. Dersimiz hendese idi. (Yani geometri). Atatürk dişçinin kızı Saadet’i tahtaya kaldırdı. Geçen derste müselleslerin nasıl eşit sayılacağını okumuştuk. Saadet bunun için tahtaya iki müselles çizdi. Biz o vakit üçgene müselles derdik. Saadet müsellesin kenarlarına alfa, beta ve gamma harflerini koydu. Atatürk’ün birden kaşları çatıldı ve Saadet’e neden Yunan harfleri kullandığını sordu. Saadet, hocamız böyle yazdı, ben de onun için kullanıyorum deyiverdi. Matematik hocamız müdür Ömer Bey sınıfta idi. Atatürk aynı soruyu ona sorunca Ömer Bey topu bakanlığa attı. Bakanlık bir kitap göndermişti, onda bu harfler kullanılmıştı. Atatürk kitabı istedi o sayfayı buldu, yırtıp yere attı. Sonra gidip parmakları ile Yunan harflerini sildi yerine abc yazdı. Bize; “arkadaşlar Türk alfabesi matematik terimlerini de ifade etmeye yeterlidir.” dedi. Aradan bir hafta geçmeden abc’li yeni kitabımız geldi. Atatürk dilin sadeleşmesine ve halkın, aydınların dilini anlamasına çok önem verirdi.
Halkçılık onun inanışında kuru bir slogan değildi. Halkın arasına karışmaktan çok hoşlanırdı. Bir gece Atatürk kayıp, polis ve jandarma seferber olmuş her tarafı aramış taramışlar. Atatürk yok. Sabaha yakın Onu Samanpazarı’nda bir kahvede, halka karışmış Zeybek oynarken bulmuşlar.
Cevat Dursunoğlu şunları yazdı: “Mustafa Kemal Paşa Erzurum kongresine gitmektedir, yıl 1919. Ilıca köyüne varınca bir ağacın altına oturup kahve içmek isterler. Kahveler içilirken yolda bir kağnı belirir. Pılı pırtı yüklü kağnıda iki de delikanlı oturmaktadır. Kağnıyı yetmişlik bir ihtiyar sürmektedir. İhtiyar çağrılır. Paşa sorar: “Baba nereden gelip, nereye gidiyorsun?” İhtiyar: “Çukurova’dan gelirem, Erzurum’a gidirem.” Paşa sormaya devam eder: “Baba Erzurum’da ortalık karışık, savaş tehlikesi var. Eşkıya tehlikesi var, niye gidiyorsun? Çukurova’da geçinemedin mi?” İhtiyar Mevlut Dayı “O nasıl söz paşam Çukurova verimli topraktır, insanı diksen yeşillenir. Bizim uşaklar da çalışkandır, bey gibi geçinip gidiyorduk. Ama duymuşam ki padişah Erzurum’u düşmana verecekmiş, gelmişem ki görim, kimin malını kime verir?” der. Paşa yanındakilere der ki “Arkadaşlar bu milletle başarılamayacak hiçbir iş yoktur.”
Değerli dinleyiciler size Atatürklü yıllardan unutamadığım bir olayı daha anlatacağım. 1930’lu yılların başında sanıyorum, Atatürk, gece geç vakit Mısır Büyükelçiliğini ziyaret eder. Sabaha kadar yenir, içilir, eğlenilir. Güneş doğarken Atatürk Mısır elçisini balkona çağırır ve şunları söyler. “Buradan güneşin doğuşunu nasıl görüyorsam, esir milletlerin de birer birer kurtulacaklarını ve bağımsızlıklarını elde edeceklerini öyle görüyorum.” Atatürklü Cumhuriyet her zaman müstemlekecilere karşıt, küçük devletlerden yana, onurlu bir politika uygulamıştır. Cezayirli gençler Fransız müstemlekecilere karşı kanlı bir savaş verirken ellerinde Mustafa Kemal’in resmini taşıyordu.
Hindistan bağımsızlığının büyük lideri Gandi İngiliz parlamentosunda şöyle konuşuyordu: “Haydi beni tutuklayın, ama tutuklamakla iş bitmiyor. İşte Türkler kendi cenaze törenleri için hazırlanan tabutu istilacıların başında parçaladı.” Pakistan’ın ilk cumhurbaşkanı Muhammed Ali Cinnah 30 ağustos zaferimiz üzerine şöyle diyecekti: “Bu zafer bütün esir milletlerin zaferidir.”
İngiliz başbakanı Lloyd George, Çanakkale savaşının en büyük destekçisi idi. Türkler koca İngiliz İmparatorluğunu Çanakkale’de dize getirince Lloyd George parlamentoda şöyle konuşacaktı: “Tarih nadiren dahi yetiştirir, bizim talihsizliğimiz şu ki böyle bir dâhiyi bugün Türk milleti yetiştirmiştir, ne yapsak, ne tarafa gitsek Mustafa Kemal’in iradesini kıramadık, ben istifa ediyorum.”
Değerli dinleyicilerim ben yüz yaşına yaklaşmış bir faniyim. Öyle zannediyorum ki İngilizce, Türkçe, Fransızca kitaplarım, makalelerim ve Amerika’da Norveç’te, Rusya’da, İngiltere’de, İran’da ve Türkiye’nin birçok kentinde yaptığım konuşmalarımla bu kadar güçlüklerle bana emanet edildiğine inandığım Cumhuriyete karşı görevimi yaptım
Genç arkadaşlarım, Atatürk Cumhuriyeti özellikle sizlere emanet etmiştir. Onu çağdaş ve gelişmiş memleketlerin daha yücesine çıkarmak sizin çalışmalarınıza ve gayretinize bakıyor. Bu görevi başaracağınıza ben inanıyorum. Konuşmamı bitirirken hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyorum”
Prof Dr İlhan Başgöz
7 notes · View notes
aychama · 19 days
Note
HEMŞEHRİM BEN DE RİZELİYİM. ula hamsi tuttum seni seni gidi seni sen
ABKSNDLDKAŞ TUMBLR HEMŞERİM 🐟
4 notes · View notes
kilicinibirakdagel · 25 days
Text
değerli hemşehrim sıra bendee
Tumblr media
2 notes · View notes
jacksprrww · 30 days
Note
olm bu adam herkese hemşehrim mi yazıyormuş bir tek bana öyle diyor sanıyordum ahahaasösösös
Attığı smsler bir işe yarasa bari , bu da bizlere ders olsun herkese yazmak ısrar etmek başarıya ulaştırmıyor .
6 notes · View notes
yazan-kalem-siyah06 · 7 months
Text
BU DÜNYADAN BİR NEŞET ERTAŞ GEÇTİ...
KIYMETLİ HEMŞEHRİM ÇOCUKLUĞUNDAN BERI HIC BIKMADAN DINLEDIGIM GARIP INSAN GARIP GELDI GARIP GITTI
Türküleriyle gönüllerimize taht kuran, Anadolu'nun gerçek sesi, Kırşehir ın kavruk çocuğu Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş’ı vefatının 11'inci yıl dönümünde saygı, rahmet ve özlemle anıyorum.
#NEŞETERTAŞ
Tumblr media
14 notes · View notes
oakinci70tr · 6 months
Text
Osmanlı Akıncı Bülent Ergincanlı
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹
🌹🇹🇷🇪🇭⭐🌙🌍👉🌙🌙🌙👈🌎⭐🌙🇪🇭🇹🇷🌹
🌹❤🌹🕋👉"(Mescid-i-Aksa)"👈🕋🌹❤🌹
🌹🇹🇷🇪🇭⭐🌙🌍👉🌙🌙🌙👈🌎⭐🌙🇪🇭🇹🇷🌹
🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹❤🌹
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Bir çocuk gibiydi ve ağlıyordu
Varıp eşiğine alnımı koydum
Sanki bir yer altı nehr çağlıyordu
Gözlerim yollarda bekler dururum
Nerde kardeşlerim diyordu bir ses
İlk Kıblesi benim ulu Nebi’nin
Unuttu mu bunu acaba herkes
Burak dolanırdı yörelerimde
Mi’raca yol veren hız üssü idim
Bellidir kutsallığım şehir ismimden
Her yana nur saçan bir kürsü idim
Hani o günler ki binlerce mü’min
Tek yürek halinde bana koşardı
Hemşehrim nebi’ler yüzü hürmetine
Cevaba erişen dualar vardı
Şimdi kimsecikler varmaz yanıma
Mü’minde yoksunum tek ve tenhayım
Rüzgarlar silemez gözyaşlarımı
Çöllerde kayıp bir yetim vâhayım
Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslâm diyordu
☆♡☆{[Mehmet Akif İnan]}☆♡☆
Osmanlı Akıncı Bülent Ergincanlı
-(OAKINCI70TR)-
-(GÖNÜLDOSTLARI)-
2 notes · View notes
ghostmansblog · 10 months
Text
Tumblr media
Bütün insanlığın önünde eğilerek özür diliyorum..neni yanlışlıkla çıkarttılar sahneye..🐞 #hemşehrim #OĞUZATAY
4 notes · View notes
ciihannn · 1 year
Text
Anlat hemşehrim dertleşelim iyimisin?
6 notes · View notes
korkutkalkan · 19 days
Link
İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Trabzon’daki ikinci gününe bayram ziyaretleriyle başladı. İmamoğlu ilk ziyaretini Akçaabat Salacık Köyü’nde yaşayan 93 yaşındaki aile büyüğü Havva Cimşit’e yaptı. Ortahisar Belediye Başkanı Ahmet Kaya, CHP Trabzon milletvekili Sibel Suiçmez ve CHP Trabzon İl Başkanı Mustafa Bak’ın eşlik ettiği İmamoğlu, Cimşit ve yakınlarıyla bayramlaşıp, sohbet etti. Salacık’tan yakınlarının hayır dualarıyla ayrılan İmamoğlu, yol üzerinde eşi Dr. Dilek Kaya İmamoğlu, çocukları Semih İmamoğlu ve Beren İmamoğlu’yla buluşarak, kendi köyü Cevizli’ye doğru yola çıktı. İmamoğlu çifti ve çocukları, Cevizli’deki ilk olarak aile kabristanı ziyaretini gerçekleştirip, dua etti. Edilen duaların ardından köydeki baba evine doğru yola çıkan aile, davul-zurna ve horonla karşılandı. İmamoğlu’nun da dahil olduğu horon, yurttaşların katılımıyla genişledi. “İNSANIN DOĞDUĞU YERE GELMESİ KADAR GÜZEL BİR ŞEY YOK”Horonun ardından hemşehrileriyle köy meydanında bayramlaşan İmamoğlu, evlerinin önünden şu konuşmayı yaptı: "İnsanın doğduğu yere gelmesi kadar güzel bir şey yok. Bu da benim doğduğum köyüm. Doğduğum ev şu beyaz ev, ama burada da sonradan yetiştiğimiz evimiz var. Esas olan, insan, buralardan besleniyor. Buranın doğası, buradaki insanların sağlığı, iyiliği insana iyi geliyor. Dünyanın neresinde olursanız olun, insanın özü yine buradan başlayan öyle bir hikaye. Siz nasıl benim için dua ediyorsanız, ben de buradaki her insanımızın iyiliği için dua ediyorum. Şehrimizi, ilçemizi, köylerimizi çok seviyorum ve onların çok daha iyi olması için gözüm, kulağım, her şeyimle buradayım diyebilirim.“TRABZON'DAN HANGİ BELEDİYE BAŞKANI GELİP KAPIMIZI ÇALARSA…”İl Başkanımız, milletvekilimiz, yeni seçilen belediye başkanlarımız burada. Bu arada ‘başkanlarımız’ demişken… Benim kapım her başkana açık. Kimsenin partisi benim için bir sınır değil, onu söyleyeyim. Trabzon'dan hangi belediye başkanı gelip kapımızı çalarsa, elimizde hangi güç-kuvvet varsa, hepsi için kullanmaya hazır bir hemşehrileriyim. Başka bir akıl bizim zihnimizde zaten dolaşmaz. Biz, insanları partisinden dolayı ayırt edenlerden olmadık, olmayız. İnsanımıza; benim canım hemşehrim, dostum, vatandaşım gözüyle bakarım. Dolayısıyla, umarım o akıl sona erer. Partiler detaydır. Esas olan milletin iyiliğidir. İnşallah öyle bir hizmet dönemini hep beraber var ederiz.“ALLAH BANA, BU KÜÇÜK KÖYDE DOĞUP, DÜNYANIN EN GÜZEL ŞEHRİNİN BELEDİYE BAŞKANLIĞINI NASİP ETMİŞ”Bu güzel bayramda, bayramın en güzel duygularıyla sizleri selamlıyorum. Hepinizin evlerine, ailelerine büyüklerine saygılarımı iletiyorum. Küçüklerimizin gözü, gönlü, yüreği hoş olsun. Onların geleceği kuvvetli olsun. İyi eğitim alsınlar. Arzu ettikleri en iyi yerlere erişsinler isterim. Allah bana, bu küçük köyde doğup, dünyanın en güzel şehrinin belediye başkanlığını nasip etmiş. Yaradan nasip etmiş. Bu toprakların nimetleri nasip etmiş. Bu toprakların insana olan duygusu nasip etmiş. Onun için, bunun kıymetini bilen bir insanım. Onun için, kendime diyorum ki, ‘Ben, bu Cumhuriyetin evladıyım. Ve bu güzel köyde doğup ama daha sonra okullarında okuyup, sonra da milletine layık olma fırsatı ve mücadelesi içinde olan bir hemşehrinizim. Bu duygularla buradayım.“HERHANGİ BİR EVDE DOĞAN HERHANGİ BİR ÇOCUK…”Buraya gelmeden, Zavana’da, Salacık’ta halamı ziyaret ettim. Elbette duygulandım. Dün, eşimin köyüne çıktık Çarşıbaşı’nda, Kovanlı Köyü'nde. Bugün Cevizli'deyim, Zanane’deyim. Buradan baktığımda, hayallerimin şekillendiği diğer yamaçları, dağları, tepeleri, köyleri görüyorum. İnşallah bu hayaller, hep güçlenerek devam etsin. Herhangi bir evde doğan herhangi bir çocuk, yine bu ülkenin en güzel yöneticisi, en iyi bilim insanı, en iyi akademisyeni olsun. Temennimiz odur. Yolumuz, bu yönde açık olsun. Hepinize iyi bayramlar diliyorum. Bugün ailemin en yaş almışına, anneanneme hareket edeceğim. Sonra bugün cuma günü, Söğütlü'deyim. Ardından da Ortahisar Belediyemizi saat 14.00 civarında ziyaret edip, vatandaşlarımızla, hemşehrilerimizle orada da hasbihal edeceğim. Buraya gelip, bizi selamlayan, bayramlaşan her bir hemşehrime, yürekten teşekkür ediyorum. Hepinizin ailelerine selam ve saygı iletirim. Bayramınız mübarek olsun.97 YAŞINDAKİ ANNEANNESİNDEN HAYIR DUASINI ALDIİmamoğlu Ailesi, Cevizli Köyü’ndeki bayramlaşmanın ardından, 97 yaşındaki anneanneleri Emine İnan İmamoğlu’nu, Akçaabat Yıldızlı Mahallesi’ndeki evinde ziyaret etti. Anneanne İmamoğlu’nun elini öpüp, hayır duasını alan İmamoğlu, cuma namazını kılmak için Söğütlü Ulu Camii’ne geçti. Hemşehrilerinin yoğun ilgisi ve sevgi gösterileri altında, zorlukla da olsa camiye giren İmamoğlu, cuma namazını, Ortahisar Belediye Başkanı Kaya ile birlikte kıldı.
0 notes