Tumgik
#ferahlık akıyor
tamamsenkazandn · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
43 notes · View notes
harfzen · 11 months
Text
menfez 167
Zihin dağınıklıyla mücadele derneği. Bende dikkat eksikliği gibi bir şey var sanırım. Teşhis edilmemiş bir şey. Uzun zaman aynı konuya odaklanmakta zorlanıyorum. Yazının amacı ve faydası bu oluyor. Bana faydası. Sana ne faydası var bilmiyorum. Belki aynı dertten muztarip olanlar okuyunca bir ferahlık ve lezzet alıyordur. Belki bu derdi hiç bilmeyenler de aynı ferahlığı hissediyordur. Schadenfraude. Başkasının dikkat dağınıklığından, deliliğinden, serseriliğinden keyif alma hali. İnsanları güldürmek ve mutlu etmek için kendini yerden yere vurma hali. Palyaçoluk. Yazarlık da, bilhassa bu konularda benim için o. Dünya çapında anlamsız dertlerimi yazıyorum ki benzerlerini hissedenler yalnız olmadığını bilsin, hissetmeyenler böyle komik dertler de varmış diyerek gülsün. Kendi etrafında dönen bir taşla iki uçan kuş. Senin, yani bunu okuyan senin, başka biri değil, kimin okuduğundan da haberim yok ama birinin okuyor olması lazım şu an, işte o senin, bu yazıdan alacağı ne var? Baştan söyleyeyim: Bir şey yok. Burada dünyaya veya ahirete dair edinmeye çalıştığın bilgilerden hiçbiri yok. Merak ettiklerin yok. Sadece kaçtığın bir takım düşüncelerden daha iyi kaçmana yarıyor. O halde sor: Şu an neden kaçıyorsun? Bunları kendime de soruyorum. Neyi ertelemek için bunu yazıyorsun? Yapmam gereken sıkıcı işler var mesela. Zamanımı isteyen ama hiç vermek istemediğim, sonunda bir takım memurların kendini mesut hissetmesinden, dünyada anlamlı hissetmesinden, iş yapıyor görünmesinden başka bir mevzua çıkmayacak bir takım işler. Onlardan kaçmak için yazıya sığınıyorum. Hepimiz böyleyiz, bir yerden bir yere giderken, yolumuzdan şaşmamak için kendimize pusulalar icad ediyoruz. Sonra bu pusulalar ulaşmaya çalıştığımız yeri unutturacak kadar değer kazanıyor. Hedefi değil, pusulayı önemsemeye başlıyoruz. Yolun sonu neresi? Sen nereye gidiyorsun? Yazı kendini ifşa ediyor. Ben kendimi ifşa ediyorum. Yazı benim vasıtamla kendini izhar ediyor. Ben yazı vasıtasıyla kendimi izhar ediyorum. Dünya sakince etrafında dönüyor ve kimlerin emeği, kimlerin yemeğine karışıyor. Her kelimede kim nereden nereye akıyor ve bizler, pusulanın yokluk ve anlamsızlığı gösterdiği bu çağda kendi etrafımızda ürettiğimiz saçmalıkları tavaf ediyoruz. Zamansız Mektuplar https://ift.tt/19ao6Me
1 note · View note
yantekerlek · 2 years
Note
Selam yante
Yani dokunsalar ağlayacak moddayım kendimi cok yalnız 😞 hissediyorum şuanları yazarken bile gözlerimden yaşlar akıyor böyle dünyada bi başıma kalmış gibiyim bilmiyorum böyle hissetmeyi sevmiyorum ama aşamıyorum bi kaç haftadır bu durumu acı çekiyorum neyin acısı onu da bilmiyorum sadece kendimi cok bi başıma cok yalnız hissediyorum böyle sımsıkı sımsıcak sarılmak istiyorum saçlarım okşansın istiyorum çok yoruldum eleştirilmekten sevgisizlikten samimiyetsizlikten anlaşılmamaktan Rabbim şu ezan hürmetine dualarımı kabul etsin ferahlık versin yüreğime 🥲
ve aleyküm selam.
böyle anlarda eliniz ayağınız tutuyorsa, tuvalet ihtiyacınızı kendiniz giderebiliyorsanız, kendiniz beslenebiliyorsanız bu imkanlara bakıp elhamdülillah deyin. sevgi samimiyet bunlar daha çok kişinin kendine öğretip kendinden ürettiği şeyler. bunlara sahip insanlarla da karşılaşacak. bunlarsız insanlarla da hep karşılaşacak insan, o zaman çıkarıp kendi sevgisini ve samimiyetini yemesi gerekiyor. o yüzden herkes kendi sevgi biçimini samimiyetini sorgulamalı eksiklik varsa kapatmaya gayret etmeli. el açıp sevgi dilenmeyin. sevginin ta kendisi olun derim. kimse elini açana gel seni bi seveyim demiyor. böyle şeyler. duanıza amin. Allah'a emanetsiniz 🌸
3 notes · View notes
atanamayankafka · 6 years
Text
Biraz takat kalsaydı hiç değilse dibimde, olmadı yanı başımda. "senin göğsünü yarıp genişletmedik mi" okuyunca, yani o ferahlık için bile demek ki bir döş yarılması gerekiyor önce diye söyleniyorum. işte ben ne zaman yarılsa döşüm, inşirah bulacağım diye umarken kayboluyorum. başkaldırsam bir yere çarparım, ağzımı bozsam düzelmez yine de tadı. beklemekse çare olmuyor neyi beklediğini bilmeyince, bunu biliyorum. bilmek bana yetmiyor, kime yetiyorsa onun olsun. beni biraz affedemez misiniz, yine çok oluyorum. dünyanın bütün ters köşelerini dönmüşken aklıma geliyor: "su akıyor ve ben gidiyorum" diyen adam uyuyakalmışken bir yangında ölüyor.
Ömer Gamyükü
3 notes · View notes
kahveyolcusu · 6 years
Text
Eskiden dünyada, görünüşte dağınık ama iç dünyaları derli toplu insanlar vardı. Oysa şimdikilerin dış görünüşleri derli toplu ama iç dünyaları dağınık.
İnsansız kaldığımızda ruhumuzun yırtılacağını biliyoruz. "Yalnız kalmak istiyorum; demek için bile bir insana ihtiyacımız var. Bu yüzden ortak mekânlar oluşturup yan yana geliyoruz. Şakalar yapıyor, sırlarımızı anlatıyoruz birbirimize. Ama birden bir kurt düşüyor içimize. "Bir şey eksik diyoruz. "Bir şey eksik ama ne? 
Hevesle dokunuyoruz raflardaki yeni çıkmış kitaplara. Kitaplar okuyoruz durmadan. Bizimle hiç tanışmayan, bizi hiç tanımayan bir yazarın yolculuğuna eşlik ediyoruz; içimizde kocaman bir düş coğrafyası açılıyor. Ancak son yaprağı da bitirip, kitabı kapatınca, yapayalnız kalıyoruz o coğrafyanın ortasında. Bütün cümlelerin tamam, bir tek cümlenin eksik olduğunu hissediyoruz.
Düşünüyoruz, eksik olan ne? ...
Ders çalışıyoruz geceler boyu. Dem tutması hiç eksilmiyor ocağın üstündeki çayın. Küllükler bir boşalıp bir doluyor. Okulu bitirirsek her şeyin yoluna gireceğine inanıyoruz. İnanıyoruz ki, şu koridorlardan, ay başında beklenen harçlıklardan, sıkıcı anfilerden kurtulduğumuzda her şey yoluna girecek. Okulun uzaması ödümüzü koparıyor neredeyse. Nihayet gülümseyerek bakıyoruz, duvarlara öylesine asılmış, buruşuk imtihan sonuçlarına. Yumruğumuzu sıkarak, "bitti” diyoruz, "işte bitti, şükürler olsun. Fakat birden kaçıyor hevesimiz. Bir şeyin hiç bitmediğini, hiç bitmeyeceğini anlıyoruz. Kafamızı kurcalıyor bu eksilik. Bitmeyenin ne olduğunu soruyoruz kendimize hücumla. Hevesimiz kursağımızda kalıyor. Bir eksikle ayrılıyoruz koridorlardan...
Cebimiz para görürse, hayatın yoluna gireceğini düşünüyoruz. Kapılar aşındırıyoruz bu yüzden. Dil döküyoruz boyunları yağdan kaybolmuş, gözleri karanlık bir kuyudan bakan patronlara. Bütün becerilerimizi sıralıyoruz, beceremediklerimizi bile. Nihayet gözüne giriyoruz, bize kuşkuyla bakan ketum cebin. Müjdelerle koşuyoruz ev halkına, arkadaşlara. Herkese söz verdiğimiz ilk maaşla, yine herkese az buçuk bir şeyler alıyoruz. Kuyruğu doğruluyor böylelikle işimizin. Ama bir sabah işe giderken, o malum kuşku oyuyor içimizi. Asıl eksik olanın işimiz olmadığını, başka bambaşka bir şeyin eksik olduğunu hatırlatıyor uyuklayan belleğimize.Yırtınmaya başlıyor belleğimiz: "Bir şey eksik, ama ne? 
Âşık oluyoruz o kocaman eksiği telafi etmek için. Geceler boyunca yıldızları sayıyoruz, uykumuza veda ediyoruz aşk için. Bütün çıkarcılığımız bitiyor aşk kapıyı çalınca. Gözlerimiz cennetten koparılmış bir parça gibi bakıyor hayata. Dilenciye merhamet ediyoruz mesela, cebimizi sebil gibi açıyoruz herkese. Herkesten bize dua etmesini istiyoruz: aşk için. Öylesine kırılgan, öylesine çaresiz bekliyoruz ki sevdiğimizi, gecikmesi akla hayale gelmedik endişeler doluşturuyor içimize. Ve şu hain endişe: Acaba aşk bitti mi? Birden bütün kalabalığın arasında onu görüyoruz. Yeniden dönmeye başlıyor dünya. Irmaklar yeniden akıyor. Göğsümüzde hesapsız bir ferahlık, "hoş geldin; diyoruz. Gelin görün ki günlerin cenderesine nasıl sıkışıyor bir yerimiz. Aşkın bile telafi edemediği bir şeyin eksik kaldığını kavrıyoruz dehşetle. Bitkinlikle soruyoruz: "aşk değilse ne? 
Sonra annelerimize dönüyoruz yeniden. Dünyadaki en korunaklı sığınağımıza. Bütün yaşadıklarımızı, bütün yaşayacaklarımızı bir kenara bırakıp, onun ocağındaki aşı yudumluyoruz iştahla. Tam karşımıza geçip hevesle bizi seyrediyor anne. Göğsünden hayata uğurladığı kırlangıcı. Hevesi azalmasın diye, daha bir kocaman alıyoruz lokmaları ağzımıza. Gizli bir oyun başlıyor anneyle çocuk arasında. Çok iyi hatırlanan, çok eskilerde kalmış. Sonra yumuşak yataklar seriyor altımıza. Gece, bir girip bir çıkıyor odamıza merakla: acaba yorganı tekmeleyip üstümüzü açtık mı? Mahsus üstümüzü açıyoruz azcık; gelip nizama sokuyor yorganı, kafamızı yastığa gömüyoruz, yeşil yosuna sokulan kuğunun başı gibi. Ama birden, bizim aralanmasın diye can attığımız bir sorunun üstü açılıyor, yılan gibi kıvrılıyor yorganın içinde. İniltiyle dökülüyor ağzımızdan cümleler: "Allah'ım, bir şey eksik ama ne? 
Sonra gelecek günlerimizi boyadığımız tablonun renkleri karışıyor birbirine. Hep kaçtığımız o soruyu soruyoruz kendimize:
"Yoksa eksik olan biz miyiz?
-Ali Ayçil
37 notes · View notes
mimzedall · 4 years
Text
İnziva Diyalogları [Cengiz Türüdü & Naim Kandemir]
Tumblr media
İnziva Diyalogları iki arkadaşın akıllarına gelen bir fikrin meyvesi. İki farklı vilayette sürekli telefonla irtibat kuran bu iki arkadaş telefon konuşmalarının basit olmadığını fark ediyorlar. Muhtemeldir ki konuşmaları neticesinde yaşadıkları tatmin duygusu, zihinlerindeki açıklığın verdiği ferahlık onları paylaşmaya itiyor. Aynı tatmini başkaları da yaşasın, başkaları da düşünsün, zihinlerini açsın diyorlar. Sonrasında bu kitap ortaya çıkıyor. Yaklaşık yirmi telefon görüşmesinin bir şekilde kaydedilip çözümlenmesi ile bu kitap ortaya çıkıyor.
Tumblr media
12 Eylül döneminin sol görüşlü iki öğrencisi, görüşleri fazla değişmemiş ve konuşmalar bu minvalde akıyor. Sözde solcu olup davranışta bunu yansıtmayanları eleştiriyorlar. Sol fikrin Türkiye’de henüz ölmediğine ve hatta bir gün dirileceğine kendilerini inandırmaya çalışıyorlar. Ben tabi ki inanmıyorum buna, toplumcu tüm fikirler bir daha dirilmemek üzere ölmüştür. Bugün yaşadığımız İslam dininin bile toplumcu tüm özellikleri ayıklanmış, kapitalizme uyumu sağlanmışken ilahi olmayan toplumcu fikirler tekrar dirilebilir mi? Tabi iki eski tüfek açısından ümit iyi bir şey, daha gençler içinse zararlı bir romantizm… İkilinin diyalogları çok farklı alanlarda sürüp gidiyor. Edebiyat tarihinden bir bakıyorsunuz ki kendi aile tarihlerine kaymışlar ardından bir başka diyalogda eğitim sistemi üzerine konuşuyorlar. Tabi ki eğitim sistemini incelerken sosyalist görüş bağlamında yorumlarda bulunuyorlar. 12 Eylül her ikisi için de önemli bir travma olmuş. Olayları 12 Eylül etrafında yorumluyorlar. Olaylar demişken kitabın daha taze olduğunu söyleyeyim. Bu sene çıkmış olan kitap 2016 yılındaki diyaloglardan oluşuyor ki bu da kitabın güncel oluşu manasına geliyor. Gündelik olaylardan bahsedildiği için güncel bir kitap diyebiliriz. Kitabın güzel tarafı olaylara objektif olarak bakabilmiş olmaları, çekinmeden sol görüşün de eleştirisinin yapılıyor olması. Çoğu yerde ben de sol fikrin halk düzeyinde karşılık görmemesinin sebebinin halkın yok sayılmış olmasında olduğunu söylemişimdir, bu kitaptaki diyaloglarda düşüncem paylaşılmış. Sözü uzatmadan nihayetten bahsedeyim. Umut iyi bir şey mi değil mi sorusunda gelip tıkanıyoruz. Konu sol fikir ya da sağ fikir değil benim açımdan. Dünyanın ve insanların gittikleri yön. Başkaları için iyilik düşünmenin modası geçmiş bir fikir olarak raflara kaldırıldığı bir gün ve müzelerde saklanacağı bir gelecekten bahsediyorum. Bunun insanlığın sonu olacağını da buradan rahatlıkla görebiliyorum. Cengiz Türüdü ve Naim Kandemir’in diyaloglarına baktığımızdaysa hep bir umut var. İnşallah onlar haklıdırlar. İnziva Diyalogları Notabene Yayınlarından çıkmış. 2016 yılındaki diyaloglar henüz taze. Kitap 200 sayfa. Read the full article
0 notes
kanayan-kafesler · 7 years
Photo
Tumblr media
Kuyunun Yusuf’u (Annemin Duası, Babamın Nefesiyim) Ben yürümeyi bir yaşımda unuttum İki yaşımda sözüm kesildi, kendime küstüm Top oynarken gözümü çıkarttılar Annem çok korkmuştu o gün O korkunca ben kör oldum Ekmek çiğnedi annem sonra yerine geldi dünya O zaman inandım ekmeğin büyük nimet olduğuna Annem olmasa inanmazdım Rabbim belki de sana Ekmeğe inandıkça görmeye başladım Ben gördüm ki çiğnenmemiş ekmekler çöpte Sonra anneme kızdım, çiğnemeseydi ekmeği Ben görmezdim Görmezdim biraz daha küserdim Küsünce durgun deniz gibi olurum ben, Seyrim güzeldir küsünce, beni tanı Kemiklerim cam vazo gibi bekler çiçekler etrafında Kırmızı ışıkta beklediği gibi dünyanın Herkes bekliyor telaşla -beklemenin telaşı mı olur?- Bekliyoruz işte, beklenmeyecek ne varsa Ölümü bekliyoruz, sıyrılmadan ceketten On beşini bekliyoruz ayın -bir yerden para bekliyorum abi, gelsin hemen ödüyorum borcumu- Ihlamurları bekliyoruz çiçek açsın Çiçekleri tanımam, hanımelini de saymazsak Ben hiç çiçek sulamadım da Bir kere saksı devirdim dedem çok üzüldü Dedem çiçek besler benim, cam kenarında -cam kenarları hep kederlidir- Nefes alsın dedim, çiçek intihar etti O zaman öğrendim fazla ferahlık insanı sıradan çıkartır Dedem bana kızmadı, bende ellerimi saklayamadım Katil oldum değildi biliyorum ama saklasaydım keşke ellerimi Ben ellerinden utanan bir adamım Yaşımı hatırlamıyorum ama utanıyorum Kan yoktu toprak topladım halıdan Tek tek ayıklardım ben ama dedemin yüreği kaldırmadı bunu Süpürdü hepsini birden Süpürdü benim de ellerimi dedem Dedem çok iyi adam benim Dedeler hep iyi adamdır zaten Babam da dedemi sever Ama en çok beni -dua niyetine- Sonra büyüdüm ben Bana isim verdiler Babam dedi ki; Varsın kuyuya itilsin Varsın dili kurusun Gözü bereket, girdiği gönle sultan olsun Adı Yusuf olsun Annem; Adı alî olsun, bastığı toprak yağmur bulsun Adı bereketle gelsin, Gönlü sultan, girdiği gönle sultan olsun Adı Samed olsun Şeyhim; O Hüsameddin’dir Rabbim adını, dinini korusun Kalemi keskin, dili kesik olsun Girdiği gönle sultan, sultanların gönlünde olsun dedi -amin- Ben Yusuf Yusuf’un oğlu Düştüğüm kuyu derin değil dipsizdi Düşünce değil de kalkamayınca yenildiğini insanın Yakup’tan öğrendim Küfre karşı küfrün imandan olduğunu Yalnız kaldığımda göğe çıkmayı Beyaz örtünün altında yıkanmayı Saçlara düşen, yüzde ayan olan zemherinin Yalnız yaştan değil biraz da nurdan olduğunu Araba sürmeyi değil belki fakat istikamet üzere yürümeyi Paranın gönülde değil cepte kalması gerektiğini Huzurun tırmanmakta değil, ayakuçlarında olduğunu Güzelin bir adının da yanmak olduğunu Babamdan öğrendim Ben Yusuf Yusuf’un oğlu Düştüğüm kuyu değilse de Kıyısında kaldım geçen senelerin Yirmi üç yaşındayım Adımla kendime benziyorum toprakta Gördüm ki Birimizin eğildiği yere diğerimiz basıyor Böyle kırılıyor yerin kabuğu Eşiğe saplanıyor yaralar Geçilmiyor kapılardan yaralanmadan Kuyruklar uzuyor Uzuyor kısa kesmeye çalıştığım cümleler Bitmesin dediğim ne varsa bitiyor fakat Yağmur diniyor, şehir ölüyor, Cam kırıkları dadanmış saçlarım acıyor Yüzümde paslı bir geçmişle Kendimden geçiyorum tüm kırmızı ışıklara inatla Ayaklarımda yeşil telaşlar Kirpiğimden akıyor tüm çekilmiş sular Öyleyse Suyun yatağına dolan kim Kim bu kendine dolan Kendinde dolanan kim İçinden çıkılmayan kıyafetlerden kokmuyor mu kimse -Sarılmıyor annesine sevgilisine sarıldığı gibi âşıklar- Topuğuna basıp hayatın, biraz da yavan gözlerimle Babamdan istesem kendimi verir mi? Üzerimi ört anne Ay kırıkları batıyor dişlerime -dua niyetine- Sen yürürsen benimle Belki yağmur yağar ıslanırız Yeşil bakmazsın ama yeşerir yağmur Yeşermez belki fakat büyür bana baktığın Sonra uyanırız saçlarımız dökülür Ölüm en güzel fikirdi yağmurdan sonra, belki ölürüz -ölüm, dilime tutunan küfür kadardı mıydı-? Belki yoktu kibrimde haklılık Fakat son âdemi değildim dünyanın Siyaha çalan bu dünyada beyaz gömlekle yürüyen değildim Dilimde hazır bekliyor yol tarifleri -buradan düz git, istikamet sahibi yolunu bulur -amin- Şiire ben diye girdim Rabbim Estağfurullah Vesselam Hüsameddin Bayraklı
2 notes · View notes
Photo
Tumblr media
uzanmışım söğüt gölgesine, yar saçlarımı okşuyor, berrak su gibi. tatlı nameler dökülüyor dilinden, yudum yudum, içiliyor su gibi. oluk oluk akıyor şiirler, kokusu yayılıyor gönlüme, dökülüyor su gibi. binbir ferahlık kaplıyor yüreğimi, seviyorum seni, su gibi...
0 notes