Tumgik
#alıntı değil yaşantı
Text
Nilgün Marmara'nın: "Beklentim yokmuş gibi davranıp, içime dünyalar kadar umudu sığdırmaktan yoruldum." dediği noktayı çoktan geçtim..
315 notes · View notes
kosmazsankosamazsin · 9 months
Text
Artık fark etsende fark etmez.
193 notes · View notes
hececiler · 1 year
Link
0 notes
uzerine-blog1 · 7 years
Text
düşünme-özgür irade mekanizması üzerine
ilk olarak iki hafta önce bir gece “… üzerine” ile başlayan, spotane gelişen birkaç yazı yazdım ve bunu neden devam ettirmiyorum, sürekli boş yapıyoruz bari biraz devam edelim de birileri bir şeyler öğrenir, ben de düşünme süremi arttırırım diye düşündüm. çünkü günlük yaşantı içinde düşünmek için çok az zaman bulabiliyoruz. gerçekten. çok fazla gerçekten diyorum ama gerçekten öyle(bununla ilgili 10. sınıfta geometri hocamla dalga geçiyordum, sonradan en sevdiğim hocalardan oldu. belki bununla bi ilgisi vardır-bu parantezi ilerleyen dakikalarda daha anlamlandıracağız.). neyse, araya parantez girince konu dağılıyor. düşünemiyoruz kankilerim. düşünemiyoruz. şöyle bi düşünün gününüzü. durdurun okumayı birkaç saniye ve düşünün. sabah kalktın, kahvaltı yapmadan elinde telefon instagram keşfet. hadi tuvalete gittin elinde tumblr reblogs, hadi bıraktın kahvaltı yapıyosun önünde televizyon alişan dilenciye para verdi. bıraktın bilgisayar. bıraktın telefon. E DÜŞÜNEMEDİN BÜTÜN GÜN. duşta bile telefonla oynuyoruz, müzik dinleyip dans ediyoruz. evet, müzik dinlemek de düşünmeyi zorlaştırmakta. kasapsan et doğrarken müzik işine odaklanmanı sağlar. kas gücü gerektiren işlerde yardımcı olur. ama zihinsel işlerde müzik… rezalet gerçekten.. düşünemiyoruz.
evet artık yazıyı biraz ittirelim. düşünemediğimizdendir bu seriyi devam ettirme kararı aldım çünkü insan klavyenin başına geçince düşünme aktivitesi hızlanıyor, ve süresi artıyor. şöyle ki, normal bir günde herhangi bir olay üzerine düşünme(anlık tepkilerden bahsetmiyorum, düşünmekten bahsediyorum.) taş çatlasın 5-10 dakikadır. o da sıçmaya giderken telefonu unutursun, global problemleri düşünürsün falan… peki bu düşünme mekanizması nasıl gerçekleşir? yani burda bi saniye durup sana mı kaldı lan bunu açıklamak göt denebilir lakin burda sadece bir yerlerden görüp okuyup izlediklerimi ve aklımda kalanları kendimce, okuyan olursa diye anlatmak istiyorum. yoksa kimseye pipimi gösterip bak benimki en büyük demek gibi bi derdim yok, olmadı.
nasıl gerçekleşiyor? bunun üzerine iki görüş var. (maddemizi sıralamamızı yapalım da havalı olsun biraz)
1) liberteryen özgür düşünce görüşü: verdiğimiz kararların tamamen bize ait, random ya da beynimizden çat diye çıktığını savunan görüş. örneğin öğle yemeğinde canınız dürüm çekti, aradınız marmaris büfeyi, hocam 2 dürüm dediniz adresi verdiniz geldi. canınız istedi, dürüm yemek istediniz. z raporu. bunu okuyunca aaaa bu benim işte diyebilirsiniz. şimdi diğerine bakalım
2)ağır deterministçi görüş: yaptığımız ve verdiğimiz kararların başlangıçtan beri filozof d’holbachın tanımıyla “unbroken chain of events” yani olayların devamlı bir zincir halinde sebep-sonuca dayanarak gerçekleşmesi. bir nevi kaderci bir görüş. izlediğim bir videoda oedipustan bahsediyordu kadercilik üzerine. oedipus(ödip)in anneli babalı hikayesini bulup bi okuyun. neyse, bunda ise verdiğiniz kararın öncesinde onu etkileyen bir sebebin olduğunu söylüyor. EEE BU DA BENİM?
insanoğlunun hayatı tarih boyunca çelişkiler üzerine gelmiş ve çelişkiler üzerine gelişmiştir. bu çelişkileri insanı bi şekilde araştırmaya itmiştir. sapiens kitaplarını okursanız çelişkiler üzerine birkaç örnek bulabilirsiniz, şu an kitaplığa gitmeye FAZLA ÜŞENDİĞİM için gidip sayfaları karıştırıp örnek arayamıyorum ama hatırladığım kadarıyla inandığımız dinlerde bile animizm çatışmaları çelişkileri var. oysa tektanrıcılık animizmi sevmez. bu başka yazının konusu. ama çelişki demişken değinmiş olduk. fazla değmeden devam edelim, iki görüşü de savunuyoruz gibi, ÇÜNKÜÜÜ ÇELİŞİYORUZZZ :) end of the story.
şimdi bu çelişkiler insanoğlunu haliyle düşünmeye itmiş. çünkü içimizde içgüdüsel olarak bi ben kararlarımı özgür veriyorum düşüncesi var lakin bunun KOOOSKOCAMAN BİR ARKA PLANI VAR. mesela einstein reyis bile demiş bunu. bi alıntı yapalım da yazımız seksileşmeye devam etsin;
“pipomu yakmak istediğimde bunu hissediyorum ve yapıyorum da. ama bunu nasıl aklın özgürlüğüyle bağıntılandırabilirim? benim bu pipomu yakma istencimin arkasında ne yatıyor? başka bir istenç, irade eylemi mi?”
haydaaaa.. girdik yine bilinç altına, geçmiş deneyimlere… hemen burda libet deneyini anlatmak istiyorum. çünkü bu istençlerin arkasında beyinde bir aktivite dönüyor ve bilinç dediğimiz şey aslında birtakım nöron. (çok fazla materyalistik konuşuyoruz belki maneviyat tayfa bize kızabilir ama lütfen kızmasınlar.. kavurma yiyip sakinleşsinler hemen… biraz da soda için.. oohh)
anlatacağımız deneyin ana fikri şu, bi odaya üç beş insanı sokuyolar, istediğiniz bi anda elinizi kaldırın diyorlar. ve kaldırırken saate bakın ve ne zaman karar verdiğinizi not edin diyorlar. ve beyinlerine takılı olan alet sayesinde beyin etkinlikleri takip edilebiliyor. veeeeeeeeee ACAYİP Bİ SONUÇ ÇIKIYOR ORTAYA.
ELEMANLAR ELLERİNİ KALDIRMADAN 350-400 MİLİSANİYE. BAK MİLİ. MİLİSANİYE ÖNCE BEYNİN ELİ YÖNLENDİREN BÖLGESİNDE ETKİNLİK TESPİT EDİLİYO. hobaaaaaaaaaaaaa. ee o zaman sen dürümü ısmarlamadan önce de bir şeyler oluyor ve nöronlar dürüm istediğine karar veriyor. bunlar da geçmiş yaşantına bağlı. gerçekten. gerçekten demişken benim de gerçekten dememi beynimde bi şeyler tetikliyo ve bunu etkileyen de 10. sınıfta geometri dersinde duvar kenarında dizimi sıraya dayamışken hocanın gerçekten demesiyle taşak geçmemiz ve hocanın bize ayar çekmesi oluyor. o zaman özgür düşüncemiz yok ve ikinci seçeneğe dalıyoruz hepimiz.
ama seçeneklerimiz var diye hissediyoruz? dürüm yerine başka bir şey seçebilirdim. çin yemeği ısmarlayabilirdim. çünkü öyle istiyorum. deterministik görüşte seçenekler yok. istediğimizi yapıyoruz yani.
yine bi geçmişten deneyli bi örnek verelim. doktorun biri elektrodla epilepsi hastasını tedavi ediyor elektrik yollayıp. adamın kolunu yönlendiren beyin merkezini görüyor ve elektrik yolluyor, haliyle kol hareket ediyor. adam hastaya soruyor neden hareket ettirdin diye, adam İSTEDİĞİM İÇİN diyor. haydaaa. yine üst paragraf boşa çıktı. elektriği önceden yolluyor, istediğimizi yapmıyoruz, yaptığımızı istiyoruz.
doktor beyin adı da roth. roth açıklıyor ki, eylemlerimiz için aldığımız kararlar bilinçaltımızda. ama bu olaylar incognito(gizli) bi şekilde işlediği için anlamıyoruz. yani invisible causes var ortada. tabi amınakodum insanları da BEN BEN BEN diyo. hep ego mınakoyim.. hep bilinç.. hep büyük biziz.. hee sensin he… lan yine sosyopsikolojik mesajları bilimle harmanlayıp verdim… ah ulan türkom ahhhh..
bu invisible causes(görünmez nedenler)i biraz açarsak ve deterministik görüşü sabitleştirirsek;
nöronlar beynimizi beynimiz biyolojik sistemimizi ve biyolojik sistemimiz (hormonlar kemikler falan) fizyolojik yaptığımmız hareketleri etkiliyor. ve bunların hepsi sebep sonuca dayanıyor. birinin özgür diğerinin deterministik olması mümkün değil.  araya bir örnek sıkıştırayım mesela;
-mesela sabah kahvaltıda yumurta yiyeceğiz. mantıklı olarak beynimiz neden yumurta yiyeceğinin inancını düşünüyor ve proteinli ve sağlıklı olduğunu alıyor arşivden, yumurta tutkumuzun spordan geldiğini ve kasları besleyeceğine inanıyor. son olarak hararetimiz de şöyle haşlayalım yumurtayı kayısı kıvamında yiyelim diyor ve yumurtayı haşlamaya başlıyoruz.. ama biz farkında değiliz ve direk fiziksel dünyaya dalıyoruz. nöronlar elektrikleşmeye devam ediyor. biz de devam edelim-
fiziksel dünyanın deterministik(rastgele olmayan) olduğuna inandığımızdan özgür iradenin illüzyon olduğu sonucuna rastlıyoruz. mesela burda da rastgele değil diyoruz ama yukarda bir sürü materyalist şey söyledik. hem inançlı hem inançsız bi çelişkiler çerçevesinin içindeyiz. nerden baksan ahmakça…
belki de bize özgür irade olarak göstermesini de beyin sağlıyordur.. belki de özgür iradedir ve hepsi yanlıştır… hep şüpheye düşüyoruz hep bi ayağımız çukurda…
bu özgür iradenin de nasıl oluştuğuna dair fikirler var; toplumun ve nasıl yaşadığımızın çevresinin etkisi büyük bunda. işte dizilerde herkesin odası var, sonra kalbinin sesini dinle istediğini yap mottoları her yerde. insan da neye inanacağını bilmiyo çorba gibi bi devirdeyiz amınakoyim. hep rb rb rb nereye kadar..
ama bunda da millet haklı, yani bi şekilde insanı eylemlerinin sorumluluğundan ve özgür iradeden sorumlu tutmalılar çünkü o zaman suçluluk olayı kalmaz ve adalet-anayasa sistemi komple çöker. BEN YAPMADIM SİZ YAPTIRTTINIZ diyenler haklı çıkar(belki de haklılar) da ortalığın anası sikilir. belki böylesi doğrudur yani… doğru olmasa da gayet güzel(gayet güzel olmasa da) yaşıyoruz yani. düşünmek için yer zaman buluyoruz, okuyoruz araştırıyoruz ve ben bu yazıyı kafamı dinleyerek rahatça yazabiliyorum. kıymetini bilmek gerekir.
kıymetinizi bilin, düşünün arkilerim.
bu arada, sona gelmişken birkaç şey söylemek istiyorum. konuyu araştırırken kullandığım bütün kaynaklar ingilizceydi. internette ingilizce çok fazla kaynak var ve araştırırken size çok fazla yardımcı oluyor. konuyla alakalı farklı şeyler okumak isterseniz google’da FREE WILL IS AN ILLUSION yazmanız yeterli olacak. türkçesini aratınca ingilizce asıl kaynaklardan çevrilmiş birkaç blog  yazısından falan başka bir şey bulunmuyor. (bu yazı da ingilizce kaynaklardan okuduğum ve anladığımı süzgeçten geçirip yazmak üzerine zaten.) ki bütün yaşamımız böyle. bu şekilde düşüncelerimizi hiçbir zaman bizim olmuyor. ordan burdan… süzgeç bizim diyebiliriz ama yine de %100 bir saflık yok hiçbir zaman.
ingilizce öğrenin, araştırmalarınızı ingilizce yapın. ingilizce şeyler okuyun ki daha güzel kaynaklara erişin canlarım. ben ara ara yazacağım, neredeyse 1 saattir üzerine düşünüp toparladım yazıyı. umarım düzgün olur ve beğenirsiniz. öğüdümüzü de verdik oh.
son olarak, deterministik görüşe göre sebep sonuçsal bi sonsuz zincir var ve elbet bir başlangıcı olmalı bu serinin.(allahı kanıtladık lan ayak üstüsdkljs) bu da belki evrenin doğuşunu ve eylemlerin başlangıcını açıklar bilimsel olarak… ya da herkes müslim olur ve arap şeyhlerini mutlu eder kim bilir…
teşekkürler buraya kadar dayanan varsa.. uzun süredir aklımda olanları araştırıp toparlayıp yazıya döktüm. umarım bi nebze bir şeyler hissedersiniz. son..
4 notes · View notes
65745755 · 5 years
Text
Tumblr media
wilhelm genazino'nun o gün için bir şemsiye kitabının kahramanı, icazet verilmemiş bir hayatı olduğundan yakınıyor. bir ayakkabı denetleyicisi ve ilk bölümler onun şehirde yeni ayakkabıları denemek için yürürken gördüklerinden ve gözlemlerinden, denk geldiği tanıdıklar ve onlar hakkındaki düşüncelerinden ve kurdukları diyaloglardan oluşuyor. onun için bir hayal kırıklığı olduğu nedeniyle kendisini terk eden bir karısı var, saçlarını yıkadıktan sonra böylesi yüzünden ağlayan. lisa'nın ayrılığını daha az hissetmek ve aynı zamanda yokluğunun içinde yürümek için evin bir odasına yaprak taşıyor, yaprak odası. susanne tiyatrocu olmak isteyen ama şimdi hukuk bürosunda çalışan çocukluk arkadaşı, bu kez hayatına giren kadın. vajinasından ekşi, eski fırın gibi bir koku geliyor, sorun değil susanne, utanman gerekmiyor, işte başım orada. yalnızca yeni başlangıçları biliyorum ben, anlamaların da yalnız başını; devamını getiremiyorum. margot, arada bir saçını yapmak ve sevişmek için gittiği küçük kuaför dükkânının sahibi. eski ve serseri, basit arkadaşı himmelsbach tarafından kapılana kadar, bu neden bu kadar canını sıkıyor? ayakkabı denetleyicisi işini bırakmak zorunda kalıyor ödedikleri ücret daha da azalınca. bu sefer bir gazetede çalışıyor eski bir arkadaşı aracılığıyla. her şeyi gözlemlemesi ve bunları içselleştirmesi çok güzel. balkonda kendine mağara yapan bir çocuk. elinde boş bir bavulla yanına gelip oturan pejmürde kadın. köprüde yürürken birden durup sanki bir tehditi savarcasına öpüşen çift. bu bavulun boş iki yanı onların içindeki korkuyu ifade ediyor, bir gün öylesine dönüşecekleri korkusunu. deliliğini çamaşırlarını asmakla olan ilişkisinde açığa vuran evin karşı balkonundaki kadın. iki dakikada bir kuruyup kurumadıklarını kontrol ediyor. yan balkonda sigara içen kadına bakıyor bir sıra, kadın bundan öfkeleniyor ama yanında öfkesini belli edecek kimse olmadığı için sigarasını daha bir hınçla içiyor. ve daha bir sürü anlık karakterler. hafif sarhoşken, konusu bellek ve yaşantı sanatı olan bir enstitü yönetiyorum şakasını yaptıktan sonra bu gerçeğe dönüşüyor ve bundan sadece bayan balkhausen ile bir öğleden sonra konuşarak para kazanmaya başlıyor. hayatın tuhaflığını anlatmak için sözcükler: çalılık, çakıl ve hışırtı. şimdi ceketimi şu çalılığa atmak istiyorum dirayetinden pay alabilmek için, bu da tamamen delirdim demektir. birçok güzel alıntı. güzel kitaptın, vazgeçtimwagnerden okuyorum hissiyatına kapıldığım.
0 notes
soylentidergi · 5 years
Photo
Tumblr media
Oğuz Atay – Tehlikeli Oyunlar | 40 Alıntı
1- “Bu sözleri unutamam artık; bütün geleceğimi kararttın. Oysa, kitaplardan söz ederken sesin ne kadar farklıydı.” (s.15)
2- “İçimde bir boşluk var; perşembe sabahları, okula gitmek istemediğim sırada duyduğum korkuya benzeyen bir boşluk.” (s.20)
3- “İşte bu ahşap evimde, bir gece için de olsa, seni barındırıyorum; bir işe yaradığımı hissediyorum. Son zamanlarda neye yaradığımı pek bilemiyorum da. Belki yarın sabah soğukta uyanmanın bir anlamı olur, sana çay pişirmek gibi.” (s.23)
4- “Bir durumdan başka bir duruma nasıl geçtiğimi zaten bir türlü kavrayamam. Mesela, karanlıktan sonra birdenbire nasıl aydınlık olur, albayım? Siz hiç görebildiniz mi?” (s.33)
5- “Üzülme. Evimizin önünden aynı çamur geçiyor. Aynı güneş, çamurumuzu toz ediyor.” (s.56)
6- “… çünkü, galiba aşıktım.” (s.61)
7- “Oysa ben, bütün cümlelerin baş tarafını kaçırdığımı çok iyi biliyordum; oyuna geliyordum. … Çünkü, bütün gücüme rağmen oyuna geliyordum. Kendime kızıyordum: Çünkü oyuna geliyordum, anlıyor musun oğlum Hidayet? oyuna geliyordum. Oyuna gelmemeliydim, bana oyun oynanmamalıydı. Bütün gücümle uyanık kalmalıydım; başkalarının rüyalarını görmemeliydim.” (s.63)
8- “Bazı sözler vardır, oğlum Hidayet, insan onlarsız edemez. Ölü noktaya gelmiş olan bir oyun, onlarla birden canlanır; akıcı, sürükleyici bir duruma gelir.” (s.64)
9- “Bir yaşantıyı tam bitirmeli. Hiçbir iz kalmamalı ondan. Yeni yaşantılar için. Yeni yaşantılar için. Bunu önceden bilseydim, yaşantı milyoneri olmuştum. Ha-ha.” (s.65)
10- “… ben fazla tuzlu sevmem halbuki, isteyen sofrada ilave eder, az tuzluya çare vardır, çok tuzluya çare yoktur, ben bütün bu sözleri çok tatlı bir dille söylediğimi sanıyordum …” (s.83)
11- “Kimseden karşılık beklemiyorum. Ben monologdan yanayım. Sevgisiz acımaya karşıyım. … Eski düzene isyan ediyorum ve eski düzenin değişmesine karşıyım. Ha-ha.” (s.89)
12- “Ve bütün sözlerimi yarıda kesmesine izin verdim. Ben ki, bu konuda kimseye yetki vermemişimdir.” (s.91)
13- “… kalbimden ona da yaprak açardım. Kelimeler, albayım, bazı anlamlara gelmiyor.” (s.101)
14- “Seni görmek istiyordum kısacası. İnsan görmekle bile bazı şeylerin ağırlığına dayanabilir, avunabilir, hayal kurmağa devam edebilir. Sen anlamazsın tabii. Anlamak için insanın bazı eksik yönleri olmalı.” (s.140)
15- “Senin için her şeyi yaparım: … Yaşantımın size iyi gelmeyen yanlarını kendime saklarım. Çünkü sizi seviyorum Bilge. Bütün hayatımı, hayır bütün hayatımın sadece güzel oyunlarını, yerdeki terliklere doğru çekingen hareketler yapan ayaklarınızın dibine seriyorum. … Bu yaşantının sonu kötü bitecekti. Kitaplarda öyle yazıyordu. Bu yaşantının da sonu kötü bitecek albayım. Bizim gibilerin hayatında güzellikler, kısa süren aydınlıklardır. Bizim gibiler, başkalarının yaşantılarına kısa bir süre için girerler.” (s.158)
16- “Bazı insanların, bazı şeylere hiç hakları yoktu: ne var ki, insanlar da en çok bu hiç hakları olmayan şeyleri yapıyorlardı.” (s.189)
17- “Hayır, kelimeler aldatıcıydı; kelimeler, bizi gerçeklerden uzaklaştıran küçük tuzaklardı.” (s.210)
18- “Herkes biliyordu ki, bu dünya aslında yoktu; bunu Hikmet de biliyordu. Herkesi okumaya vakti olmadığı için, onlara romanlar yaratıyordu Hikmet, oturduğu koltukta.” (s.241)
19- “Onlar da yalnız kaldılar. Bu, sözün gelişi bir yalnızlık değildi: Kelimenin sözlükteki anlamıyla bir yalnızlıktı: Yanlarında başkaları bulunmuyordu.” (s.247)
20- “Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre, uzun zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini yummuştur. … Bazıları bu haberi bir kelime oyunu sanmışlarsa da, yapılan araştırmalar bu acı gerçeğin doğru olduğunu göstermiştir. Evet, insanlık artık aramızda yok.” (s.255)
21- “Kendinizi bu akışa bırakın albayım. Zaten kaç kişi kaldık şurada: Bakın insanlık da öldü. … Siz bilmezsiniz albayım: İnsanlık tek başıma kollarımda can verdi. Yanında kimseler yoktu.” (s.257)
22- “Kendime engel olamıyorum: Yanımda sıcak bir varlık bulunca bencil oluyorum. İnsan, sevdiğini üzmek pahasına ondan yararlanmağa çalışıyor. Bu arada benim gibi, aşağılık durumlara düşüyor. Çünkü neden? Çünkü yalnızlık ve karanlık onu vahşileştiriyor.” (s.259)
23- “Fakat, Allah kahretsin, insan anlatmak istiyor albayım; böyle budalaca bir özleme kapılıyor. Bir yandan da hiç konuşmak istemiyor. Tıpkı oyunlardaki gibi çelişik duyguların altında eziliyor. Fakat benim sevmeğe hakkım yok mu albayım? Yok. Peki albayım. Ben de susarım o zaman. … Tehlikeli oyunlar oynamak istiyor insan; bir yandan da kılına zarar gelsin istemiyor. Küçük oyunlar istemiyorum albayım.” (s.259)
24- “Yazalım albayım. İşte kalem, işte ıstırap albayım. Benden başlayalım albayım. Önce ben konuşurum. Sonra, gene ben konuşurum. Soldan girerim albayım. Akşam olmaktadır albayım. Bütün güzel oyunlarda, heyecanı arttırmak için akşam olur albayım: Işıklar yavaş yavaş söner. Güneş demek istiyorum albayım. Parantez içine yazılır albayım ‘hava kararmaktadır’ diye.” (s.262-263)
25- “Her geçen gün yeni suçlar öğreniyor insan. Okudukça, düşündükçe, yeni insanlar tanıdıkça sadece günahlarının arttığını hissediyor.” (s.286)
26- “Her hareketin bir anlamı var. İnsan, benim gibi hareketten vazgeçerse, bu anlamları daha iyi hissediyor.” (s.313)
27- “… affedersiniz ne kadar güzelsiniz, neden insan bir kelime bir cümle yüzünden kaybediyor?” (s.317)
28- “beni hemen anlamalısın, çünkü ben kitap değilim, çünkü ben öldükten sonra kimse beni okuyamaz, yaşarken anlaşılmaya mecburum, …” (s.318)
29- “Sevgili Bilge, işte bu yüzden hayal ve gerçek benim onlara verdiğim anlamları kaybetmek üzere. Sen, yaşadığım bir gerçek misin? Yoksa, bir zamanlar yaşamış olduğum bir rüya mısın? Yoksa ikisi de değil misin? … Oysa bizim bütün güzelliğimiz, yaşantılarımızla düşündüklerimiz arasındaki acıklı çelişkinin yansımalarından ibaretti.” (s.327)
30- “Göründüğüm kadar rahat değilim albayım. Fakat kimseye dinletemiyorum. Beni ciddiye almıyorlar. … Hayallerimde bile yenik düşüyorum.” (s.331)
31- “Çünkü hayatta başka şeylere önem verilmesi gerektiğini öğrenmiştim. Fakat bunu öğrenmekte çok geç kalmıştım. Neyse, bu mesele de ayrıydı. Bunları insan zamanında görmeliydi. … Ben bütün oyunların, çocuklukla birlikte sona ereceğini bilseydim, muhakkak oynardım işte: Haini oynardım, korkağı oynardım, fakat oynardım; kimse beni sahneden çıkaramazdı. Büyüyünce bu rolleri oynamak pek hoş olmuyordu. Neyse bu mesele de ayrıydı.” (s.361-362-363)
32- “Törenler ve dilekçelere dayanarak bir insanın öldüğüne nasıl inanırsınız?” (s.369)
33- “Sevgili Bilge, Bana bir mektup yazmış olsaydın, ben de sana cevap vermiş olsaydım. Ya da son buluşmamızda büyük bir fırtına kopmuş olsaydı aramızda ve birçok söz yarım kalsaydı, birçok mesele çözüme bağlanmadan büyük bir öfke ve şiddet içinde ayrılmış olsaydık da yazmak, anlatmak, birbirini seven iki insan olarak konuşmak kaçınılmaz olsaydı. Sana, durup dururken yazmak zorunda kalmasaydım. Bütün meselelerden kaçtığım gibi uzaklaşmasaydım senden de.” (s.385)
34- “Konuşmamak ne iyi, bir bilsen. İnsan elbette konuşmak istiyor; dert yanmak, haklı çıkmak istiyor. Fakat kelimeler insana ihanet ediyor, insan kendine ihanet ediyor. Kendinden nefret ediyor.” (s.387)
35- “Dalgınlıkla yanlış kelimeler kullanmayalım; birbirimizi bu hususta her zaman uyaralım. Dikkat et, hatırlıyorsun ya, diyelim; aman elini unutma, elinden bir kaza çıkmasın. Bir de ne olur kelimelere dikkat et, yalvarırım kelimeleri unutma!” (s.401)
36- “Mış gibi yapmaktan usandım albayım.” (s.411)
37- “Fakat beyefendiciğim, biraz geç kaldık: Artık herkes resimli roman okuyor. Eski moda harflerle kimse ilgilenmiyor.” (s.449)
38- “Gene de gidebilirim istersen: Hiç gelmemişim gibi yaparız.” (s.450)
39- “Sonra da beni bırakıp gidecek albayım. Kendi yerine bir şey bırakmadan gidecek.” (s.456)
40- “Fakat yoruldum albayım. Artık hiçbir şey yapmak istemiyorum. Gerçekten bir şey yapmak istemiyorum. Korkuyorum. … Bilge, Bilge, neden beni yalnız bıraktın?” (s.463)
Tehlikeli Oyunlar İletişim Yayınları
0 notes
handekececi · 6 years
Text
gündelik evren, modern insan, tek boyutlu hayat
‘insanın, bir deneyimi yaşamadığı halde onun gerçek olduğunu reddetmesi kadar büyük bir aptallık olamaz.’ – imam gazzali
insan, kendi içine dönüp derinliklerine baktığında, insanlığın geri kalanıyla paylaşmaya değer çok boyutlu bir evren keşfeder. bana göre her insan, varoluşunu doyurucu bir şekilde anlamlandırabileceğini sezgisel olarak bilir. ancak bizler için bu çağda, açıklıkla kendi içimize bakabilecek cesareti bulmak zordur. bulsak bile genelde tek boyutlu algılarımızı sağlam tutan koşullanmışlıklarımızla, ön kabullerimizle bakarız ve varoluşumuzun derinliğini yine kavrayamayız. kavrasak bile hemen unutmak, kavrayışımızın üstünü gürültüyle örtmek isteriz. çünkü o derinliğin karanlığına girmek yerine, yüzeyde kalmayı daha güvenli varsayarız ya da çok uzun süre kendimizi kandırdığımızdan, geri dönüş için çok geç olduğunu düşünürüz. bu döngüde her birey için farklı psikolojik ve toplumsal unsurlar olsa da döngü aynı döngüdür. suya sabuna dokunmadan, mümkün olan en az hasarı görerek kenardan kenardan, yüzeyde yaşama döngüsü.
mircea eliade modern toplumları, basitçe, hayatın ve evrenin dünyevileşmesini, gündelikleşmesini mümkün olduğunca uç bir noktaya taşıyan toplumlar olarak tanımlar. (mitler, rüyalar ve gizemler, doğu batı yayınları) jung, modern dünyanın yaşadığı krizin büyük ölçüde simgelerin ve mitlerin artık bütün insanlarca ‘deneyimlenmemesine’ bağlı olduğuna inanır.
bilim tarihine baktığımızda, gözle görülüp elle tutulamayan, ölçülemeyenin sadece 19. yüzyıl sonrasında bilimsel materyalizmin yükselişiyle dışlanmaya başladığını görürüz. öncesinde metafizik alan, spiritüel boyut hem toplumda hem de bilim ve tabii ki felsefede kabul görüyordu. akılcılık, maddesel olana indirgenmemişti henüz.  böyle bir atmosferde, insan psişesinin içinde düşünce ve sezgi birbiriyle savaşan değil, birbirini tamamlayan unsurlardır – kişisel inancıma göre, olması gerektiği gibi! bu noktada zamanın pozitif ilerlemeye doğru lineer akışta olduğunu hiç şüphe etmeden kabul etmişsek ve metafizik bilgiyi hurafeler ve gerçek dışı bilgiler ile karıştırıyorsak, zihnin mevcut kalıbının dışına çıkamayız. bugün sahip olduğumuz zeka ile metafizik bilginin ‘saçma’ kabul edilmediği 1700’lü yıllarda yaşasaydık örneğin, daha iyi ya da daha kötü demiyorum, muhtemelen bambaşka ruhsal yaşantılarımız olacaktı.
bu kavrayış, ‘ilkel’ insanın ruhsal açıdan doyurucu bir hayat sürmesini sağlıyordu. ilkel insan, açık uçlu algılayışı sayesinde, kendini kendi varlığı içinde tam hissetmeye bizlerden çok daha yakındı. en basitinden, görünenin ötesini görme arzusunu hissetmeye ve bu arzuyu yaşatmaya cesareti vardı.
günümüzde bilim yeniden, özellikle kaos kuramcılarının ve vizyonu geniş bilim insanlarının girişimleriyle lineer mantığın dışına taşınmaya başlayıp, metafizik bilgi ve belirsizlik yavaş yavaş da olsa yeniden değer görmeye başladıysa da, bu dönüşümün modern insanın tek boyutlu yaşam krizine ne zaman çözüm olarak yansıyacağı bilinmez.
bahsettiğim dönüşüm, insanın psikolojik açlıklarını türlü şarlatanlıklarla istismar eden bir sözde ruhsal yaşantı alternatifi değil elbette; gerçek sezgisel bilişin rehberliğinde, özgürce, bilinçle ve kendi yaşam amacını, varlığının anlamını bulma arzusuyla yaşayabilmek. bilginin biliş ile, düşüncenin içgüdü ile, maddenin madde dışı ile zıtlık yaratmadığı, çok boyutlu bir evren kavrayışı ile varlığını sürdürmesi…
yazıyı yine jung’tan bir alıntı ile bitirmek istiyorum, şilili diplomat miguel serrano’nun jung ve hesse, iki dostluğun anıları kitabından;
‘(materyalist) bilimin egemen olduğu bir kişilik, ilkel yanlarından kopuk olduğu için ehlileştirilmeye açıktır. bunun sonucu olarak da biz batılılar, yüksek disiplinli, iyi örgütlenmiş ve mantıklı varlıklarız. ama diğer yandan, bilinçdışı kişiliğimizin bastırılmasına izin verdiğimiz için ilkel insanın  bilgeliğini anlama ve takdir edebilme imkanından yoksun bırakılmışız. tabii bilinçdışı kişiliğimiz yine varlığını koruyor ve zaman zaman denetimden çıkıp patlarcasına ortaya çıkabiliyor. bu nedenledir ki biz batılılar insanları en uç noktada şok edebilen barbarlıklara kolayca kayabiliyor, bilim ve teknolojide başarı kazandıkça keşiflerimizi şeytanca amaçlar için kullanabiliyoruz.’
Tumblr media
helix nebula. 
helis bulutsusu veya helix bulutsusu, ayrıca the helix veya ngc 7293 olarak da bilinir, kova takımyıldızı yönünde bulunan oldukça büyük bir gezegenimsi bulutsu. karl ludwig harding tarafından muhtemelen 1824'ten önce keşfedilmiştir.
(kaynak; vikipedi)
0 notes
yusufgns-blog1 · 7 years
Text
anlatmaya nereden, nasıl başlasam? bilmiyorum. kimse yokken her şeyi izah edecek kudretim var. kalabalıklara bakınca her şey kısıklaşıyor. çoğu zaman anlatmak mevzusu kendimle aramda kalıyor. biliyorum, sizin de öyle oluyor. müsaade edin. beni görmeyin, görmemezlikten gelin, baştan saymaya başlayınca beni atlayın, bir tane eksik sayın, bazen sabah uyandığımda gözlerim acıyor. yatakta göğsümü çıtlatıyorum. biraz da hırıltı oluyor göğsümde. sigaradan sigaradan. biliyorum. geldiğim günden yana canımı acıtacak cümleler kurgulamayı seviyorum. bazısı gerçek, bazısı alıntı. yatakta yatmaktan sıkıldığım için onunla ilk hayal kurduğum kanepeye yattım. yine başladım kurgulayıp yazmaya; derim acıyor benim. kasıklarım acıyor. eklem yerlerim acıyor. nefesim acıyor, uyandığım sabahlarım acıyor. kendimle konuştuğum kadar kimseyle konuşmuyorum. çünkü kimse dinlemiyor beni. sizi kimse dinlemezse siz kendinizle konuşmaya başlıyorsunuz. bakkallar gibi. bakkal işletenlerin hepsi çok yalnızdır. tezgahın arkasındadırlar. oradan çıkmazlar. yaşantıları o kadardır. sahne kararınca herkes sessizliğin içine gömülür. işte öyle. gerçeklik inancım kırıldı. bütün sesler zihnimi tırmalamaya başladı. insan sesleri. hepsi zihnimde fazlalık olmaya başladı. duyularım köreldi. tat alma duyum bile kendi dışımda kaldı. bir zamanlar kontrolümde olan her şey şimdi benim dışımda kaldı. böyle oldu işte. arabaların, sokakların köşeleri, yanıp sönen ışıklı tabelaların içinde kalarak duyularımı kaybettim. dünya benim dışımda kaldı. zihnim, soluk bir kara noktaya dönüşmeye başladı. anlaşılır olmak kolay değil. ne kadar zor varsa hepsi burada. iyi değilim. sanırım bu durum üzerime yapışıp kaldı. aynı şeyleri yaşayıp, tekrar başa dönmenin şöyle bir sonucu oluyor: düz bir çizgide olmak imkansız. savrulup, başa dönmek acı olan. benim durumumun özeti bu. isteklerimle gerçekleşen şeyler arasında daima derin ve uzun mesafeler oluyor. buna alışmak kötü. ben artık iyi olmayı aramıyorum. madem kötü ve çirkinim o halde daha az kötü ve çirkin olmayı arıyorum. yolda yürürken bile insanlara bakmıyor, çarpmadan eve gitmek için çabalıyorum. geldiğim günden beri yanıyorum amk yanıyorum kibrit çöpü gibi bununla yaşıyor olmaktan, dişlerimi sıkmaktan, karın ağrıları çekmekten usandım. artık kendim için endişeleniyorum. bu durum, bu endişe ve huzursuzluğum beni korkutmaya başladı. üretemiyor, kendimi tüketiyorum. dışarıdan bakınca iyi ve yerinde bir yaşantım var. kafamın içinde ve içimde de ayrı bi yaşantı var. ne kadar çok anlatmaya çalışsamda beni tüketmeye devam edecek bu gerçekler biliyorum. anlatmak da çirkin bir eylem. anlatmak meseleye hiçbir değişim katmıyor. avutmak için var anlatmak. icat edildiğinden beri bu böyledir.
0 notes
Text
Artık hiçbir şeyden umudum kalmadı son kuruşuna kadar harcadım cebimdeki umut bozukluklarını da. Bu yaştan sonra ne aşka, ne okulu bitirsem bile iş sahibi olacağıma, ne de yazar olabileceğime inancım kalmadı. O yüzden ben bıraktım umut etmeyi siz devam edin, herkese iyi geceler tabi böyle bir şey mümkünse..
193 notes · View notes
Text
"Umut her zaman vardır ama umudu sürekli ölen biri için inanmak öldürücü bir duyguya döner.. "
104 notes · View notes
Text
Zamanımın yarısı düşünerek diğer yarısı da düşündüklerimi düşünerek geçiyor..
148 notes · View notes
Text
Eskisi gibi artık keşke demiyorum neyse de, iyiki çıkmış o insanlar hayatımdan ben böyle iyiyim, bensiz oluyorsa sizsiz de çok güzel oluyor..
68 notes · View notes
Text
"Her şeyi kafama takar oldum. Kafamsa hiç takmıyor beni.."
56 notes · View notes
Text
Bazen insan bir merhabaya bile muhtaç kalır, inanın ki yalnızlık her zaman iyi değildir..
41 notes · View notes
Text
Eskiden burada bir şeyler paylaşmak gelirdi içimden ya da belki de o zaman bu kadar derdim yoktu veya daha iyi anlatabiliyordum bilmiyorum şimdi saatlerce boş sayfaya bakıp neyse diyip silip çıkıyorum..
43 notes · View notes
Text
"Derdini kimseye açmak istememek ama birinin seni gerçekten anlamasını istemek. Tek soru sorulmasın ama bir yol gösterilsin istemek. Üzgün olduğun konuyu dile getirmediğinden agresif olmak. Mental olarak herhangi bir şeyi izah etmeye gücünün kalmaması. Bunu ancak yaşayan bilir.."
35 notes · View notes