Tumgik
#üzerime çöken keder
yakazakalb · 10 months
Text
Üzerime çöken kara bulutları bir secdenin meltemi ile dağıtmaya, anlam veremediğim şeyleri anlamak için çaba harcamaktansa susup geçmesi için beklemeye, zarar mıdır ziyan mıdır, kazanç mıdır bilemediğim şeylere sabrederek, arkasındaki hikmetleri görmek için perdesi aralanana kadar bişey yapmamaya niyet ettim...
Tumblr media Tumblr media
18 notes · View notes
sadecesabina · 3 years
Text
"Her nefes alışımda kalbim ağrıyor.Yıllar geçtikçe kalbimin derinliklerinde biriken keder tortuları, içimi ağırlaştırıyor, nefes alamıyorum. Üzerime çöken karanlık, ruhumu eziyor, acı hatıraların izleri hafızama bütün keskinliği ile kazınıyor."
6 notes · View notes
Text
kalbimde ağır bir yük taşıyorum. her nefes alışımda kalbim ağrıyor. yıllar geçtikçe kalbimin derinliklerinde biriken keder tortuları, içimi ağırlaştırıyor, nefes alamıyorum. üzerime çöken karanlık, ruhumu eziyor, acı hatıraların izleri hafızama bütün keskinliği ile kazınıyor.
26 notes · View notes
ibhovam · 4 years
Text
Kaderime lânet ediyorum.
Kalbimde ağır bir yük taşıyorum. Her nefes alışımda kalbim ağrıyor. Yıllar geçtikçe kalbimin derinliklerinde biriken keder tortuları, içimi ağırlaştırıyor, nefes alamıyorum. Üzerime çöken karanlık, ruhumu eziyor, acı hatıraların izleri hafızama bütün keskinliği ile kazınıyor. Benim kaderim bu acı hayatın içinde yaşamak. Kaderime isyan etmek istiyorum; ne yazık ki, bütün uğraşmalarıma rağmen bu karanlık havayı üstümden atamıyorum, silkinip doğrulamıyorum. "Benim de herkes gibi kaygısız, sevinç dolu bir yaşantıya hakkım yok mu?" diye soruyorum. Ben de herkes gibi günlük sevinçlerin, heyecanların akışına kapılıp gidemez miyim? Neden olaylar, benim üzerimde silinmez izler bırakıyor?
1 note · View note
siyahozgurluktur · 6 years
Text
Kalbimde ağır bir yük taşıyorum. Ben artık hiç gülemeyeceğim dostum. Her nefes alışımda kalbim ağrıyor. Yıllar geçtikçe kalbimin derinliklerinde biriken keder tortularını, içimi ağırlaştırıyor, nefes alamıyorum. Üzerime çöken karanlık ruhumu eziyor.
36 notes · View notes
dramatik-buluntular · 7 years
Text
Zeyno’nun bilinçaltını öldürmek (öykü)
Dilimde “Sen dünyaya anlam veren en güzel armağansın”… Yokuş yukarı çıkıyorum. Omuzlarımda iki kocaman üzüm kerteri.  İki kahırlı ülke. İki ıssızlık semineri. Önceliği yitirilmiş iki düş adası… Güneş tepemden pejmürde halime ve araplaşan yüzüme bakıp kıs kıs gülüyor, ha gayret koçum az kaldı diyerek alay ediyordu benimle.  Her gidiş geliş en az üç yüz metreydi. Günde sekiz saat.  Gün boyunca üzüm yükleriyle beraber yaklaşık 10 km yol yapıyordum. Kadınlar üzüm kesiyor, erkekler ise kesilen üzümleri adına kerter denilen bu kocaman sepetlerle omuzlarında sergi yerlerine taşıyorlar, orada da içinde adına potasa dedikleri kimyasal bir sıvı olan bandırma kazanına bandırıldıktan sonra sericiler tarafından kurutulmaya bırakılıyordu. Her gün bu şekilde sekiz saat nasıl çekilirdi? Acı, sabır, yük ve tekrarlanan hamallık döngüsü. Ezberlenmiş mimikler dükkânı.  Tabi ki kurulması kolay gerçekleşmesi imkânsız hayallerle ve kafamda kurguladığım öykülerle her günü akşam etmeyi başarıyordum.  Yoksa çıldırırdım. Ya diğerleri! Onlar nasıl çıldırmıyorlar? Bazıları laflayarak, türkü söyleyerek, artistlerden bahsederek, bazıları da hiç konuşmadan ifadesiz bakışlarla yoksulluğun kollarında olmanın verdiği o kusursuz kabullenmişlikle akşamı getirirlerdi. Akşam beşte paydos edilirdi. İşçiler yorgunluklarını karşılarına alır “nasıl geçti günün sevgili yorgunluğum, bu günü de kazasız belasız atlattık, hadi geçmiş olsun” deyip eve gitmek üzere traktör römorklarına doluşurlardı.  Erken yaşlanmış kızlar ve işlendikçe sevimli yüzü ortaya çıkan toprağın kronik mutluluğu. Gözleri keder yuvası babalar. Düş kurarken yakalanmış kızkardeşler. Aşktan uzaklaştırılıp çocuk doğurma fabrikası olarak yaşayan kadınlar. Delikanlıların güzel kızlara kaçamak bakışları. Sarıklarının altından gülümseyen, kıkırdayan işveli kızlar. Bir çukurun içine üst üste atılmış önemsiz hikâyeler… Omuzlarımda yaralar oluşurdu. Akşam eve gittiğimde duştan sonra annem o yaraların üzerine kaynattığı bir takım otların suyunu sürerdi. Erken yaşta böyle ağır işlerde çalışmak oldukça yıpratırdı bizi. Daha vakti gelmeden küçük kocaman adamlar olurduk. Küçük kocaman adamlar.
Zeyno’nun doğum gününe daha yirmi gün vardı. Zeyno liseden arkadaşım. Ona uzaktan bakmaların uzmanıydım. Ona o kıstırılmış koridorlarda uzaktan tükenerek bakmaların uzmanıydım. Zaten uzaktan bakmaktan başka neyimiz vardı ki seksenli yıllarda! Bir şeyi ne kadar çok istersen gerçek olurmuş derler. Ben de öyle yapıyordum. Zeyno’nun da bana âşık olmasını istiyordum çok… Çalıştığımız yevmiyelerin karşılığını ancak bir ay sonra alabiliyorduk, hem paraları babam alırdı. Bana bir şey kalmazdı küçük harçlıklardan başka. Olsun, evin geçiminin sağlanmasında pay sahibi olduğum için kendimle gurur duyuyordum. Zeyno’ya doğum günü hediyesi olarak ne alabileceğimi düşündüm ilk iki gün. Yukarıda alaycı güneş, aşağıda omuzlarıma çöken kutsal üzüm sepetleri ve dilimde “sen dünyaya anlam veren en güzel armağansın” mısrası… Harçlıklarımın bir kısmını biriktirmiştim. Sanırım ona bir parfüm veya bir kitap, o da olmazsa bir ti-şort alabilirdim. Evet, bunu yapabilirdim. Doğum gününde bu ve buna benzer hediyelerin arasında benim hediyem çok da aşağı kalmazdı böylece ve mahcup olmazdım. Ama bu oldukça klasik, derinlikten yoksun ve birbirine benzeyen hediye seçeneklerini düşündükçe bir türlü tatmin olamıyordum. Hayır, bu kadar basit bir hediye bana yakışmazdı. O benim Zeynomdu. Neden sıradan bir hediye olsun ki ona aldığım. Ancak, param bu kadardı, ne yapabilirim ki? Off, işin içinden çıkamıyordum… Dolu üzüm kerterlerini boşaltma yerine teslim ettikten sonra boş kerterlerle dönerdik. En güzel tarafı buydu. Yüksüz dönerken hayal kurmanın tadı başkaydı.
 Nasıl yürüyebilirdim bunca insansız yolu!
O uçsuz bucaksız, şarapların kökeni üzüm bağları arasında çalışırken hep bu sözler ve melodi dolaşıp durdu etrafımda. Ah, alt dudağımın yardımı! Yağmurdan gelen fırtına kokulu mektuplar. Sancının tarihçesi. Çıkışsızlıklar tarlası. Delilik oyunları. Böylece sırtımdaki edebi yüklerle o ölümcül yokuşu tırmanırken vaktin nasıl geçtiğini anlamıyordum. Bu iyiydi… Eğer diğerlerinden bir farkım olacaksa onda iz bırakacak bir hediye bulmalıydım. Yine bir sabah o salkımlar ve taneler vatanının yükü altında yürürken aklıma müthiş bir fikir geldi. Riski de vardı. Yetiştiremeyebilirdim de. Ona bir şarkı yazıp, bu şarkıyı herkesin içinde müziksiz çıplak sesle söylemek. Sesim de iyiydi. Hafiften bir Doğu gırtlağı da vardı. Evet, evet, Zeynom buna bayılacaktı. Hemen başladım sözleri kafamda yazmaya. “Sen dünyaya anlam veren en güzel armağansın.” Sözle birlikte melodi de akıp gidiyordu kendiliğinden. Kimse tutamazdı artık beni. Vız gelirdi kavurucu güneş ışınlarının saldırıları, her onbeş dakikada bir üzüm kerterleriyle üç yüz metre üzüm taşımak… Şarkının başlangıcı nasıl olmalıydı? Yaklaşık 3 tur boyunca bunu düşündüm ama işin içinden çıkamadım.
 Ertesi gün aynı şeyler tekrar başladı. Koşturmalar. Gidiş gelişler. Mırıldanmalarım. Tuhaf hallerim. Ritim tutan kirpiklerim. Sırtımda taşıdığım yükü artık hissetmiyordum. Ama hala aklıma bir şey gelmiyor. Diğer çekiciler yorulup kenarda sigara molası verirken ben devam ediyordum. Nasıl bu kadar güçlü olduğuma ve yorulmadığıma kendim bile şaşırıyordum. Taşımaya devam ettim. Derken patikalardan inen bir mısra gelip yanağımdaki gamzenin içine saklandı. Selamlaştık. Hoş geldin canım! “Nasıl yürüyebilirdim bunca insansız yolu.” Hah dedim işte bu dize giriş bölümü için oldukça uygun. Sakin olmalıyım. Not etme şansım yoktu. Unutmamak için tekrar tekrar söyledim.  Belleğimdeki not defteri gülümsedi,  “o iş bende, rahat ol” dedi. Issızlık başını kaldırıp “neler oluyor orada, nedir bu gürültü ya kardeşim” diyerek öfkelendi. Issızlığın kafası karışık. “Yok bişi ıssızlık abi” dedim. Ayaklarıma gidip sahneyi hazırlamasını söyledim. Geliyorum Zeynooo, bekle beni! Sesim dinleyicilik görevi verilen bir tepenin en yükseğine kadar çıktı, orada bir kaya ile öpüştükten sonra yuvarlanarak gelip göğsümün içine girdi. Göğsüm; acemi kılıçların idman alanı.
 Nasıl yürüyebilirdim bunca insansız yolu Seni düşünmek olmasaydı Nasıl kat edebilirdim bunca ağaçsız çölü Seni düşünmek olmasaydı
 Günler ilerliyor, doğum günü yaklaşıyordu. Neredeyse şarkının yarısını bitirmiştim. Diğer yarısı da çorap söküğü gibi gelecekti. Buna inanıyordum. Melodiyi aklımda tutmak için kısık sesle sürekli tekrarlıyordum. Yemek molasında insanlardan uzak bir yere gidip orada yüksek sesle söylüyordum şarkıyı. İskeleti hazırdı. Eksikleri defalarca düşünüp yerine koyuyor, sonra onu beğenmeyip başka kelimeler ve sesler bulmak için beynimi zorluyordum. İşçi lideri kalbim, uzun uğraşlarla nadiren bulunan nağmeleri bulup onlarla sözleşme imzalıyordu… Orada benimle birlikte çalışanların dikkatini çekiyordu dışarıdan bu tuhaf ve paranoyak hallerim. Kendi kendine konuşan, anlamsız mırıltılar çıkaran bir deliydim. Soranlara da mantıklı cevaplar verememekle birlikte olayı geçiştiriyordum. Nakarat kısmına gelmiştim. Burası biraz tiz söylenmeliydi. Nakarat kısmı önemli. Nakarat önemli! Nakarat önemli!
Sen dünyaya anlam veren en güzel armağansın Sen her sabah uyandığımda yaşama bağlayansın Herkesin kavrulduğu bu yangınlar çağında Şifa ile aşk ile üzerime dökülen çağlayansın
 Sanırım olmuştu. Ertesi hafta kalan yarısını da tamamlamıştım. Hayal gücüm çok şımarık hareketler yapıyordu. Zorlu bir işin üstesinden geldiğini düşünerek bacak bacak üstüne atıp kahvesini yudumluyordu. Ama ona kızamazdım. Çok çalıştı. İnsan üstü bir efor sarf etti. Azmin zaferiyle şımarmayı hak etmişti. Burası. Bu taraf. Ötekiler kulesi. Uğultulu kıyılar sergisi. Hayat düzelticilerinin ve yapmacık ustalarının olmadığı. Burada abartılmış çığlıklar çöplüğü değildir kimsenin yüreği. Herkesin kendisinde çürüdüğü. Burada herkes kendi gözbebeğindeki refleksin yanıtıydı.  Ve ben henüz stajyer olan bir sabrın manifestosuydum. İzin verilmeyen düşünceler tablosu. Yani yankı toplayıcısı. Yani affetsin beni içsel iklimler hayal hakkımı aşırı kullandığım için. İşin sonunda Zeyno vardı. Zeyno’ya kalbimi gösterip; işte burası adının harflerinden kanatlar yapan kelebekler yuvası diyecektim. Zeyno bana âşık olacaktı. Şarkının ikinci bölümünü de gece yarısı tecrübesiz küçük yıldızların yardımıyla bitirdim. Penceremden yatağıma yıldız tozu döktüler.
 Nasıl yüzüp geçebilirdim o karanlık gölü Seni düşünmek olmasaydı Bütün yeryüzü bütün evren bir ölü Seni düşünmek olmasaydı  
 Pastalar, mumlar, üflerken dilek tutmalar, iyi ki doğdunlar… Sonrasında hediyeler açılmaya başlandı. En sona saklamıştım ben hediyemi. “Sana bir sürprizim var Zeyno” dedim. Doğum günü hediyesi olarak Ona bir şarkı yazdığımı, şu an burada bu şarkıyı söylemek istediğimi ve hediyemin bu olduğunu söyledim. Çok şaşırmıştı. Bu şaşkınlığı ona öyle bir güzellik katmıştı ki sanki devrim olmuş ve ülke Zeyno’nun yüzündeki rüyalizm rejimi ile yönetilmeye başlanmıştı.
 Şarkıya başladığımda çıt çıkmıyordu kimseden. Öyküler dolaştı evin içinde. Ay ışığı demeçleri, papatyalar ve mavi irisler eşlik etti masumiyet çağının bir dağın zirvesinden akışına. Herkesi dansa kaldırdı bilinçaltımın sözcüleri… Çok sevindi, çok duygulandı. Bir bulut taburu gelip yanına oturdu. Gözleri doldu Zeyno’nun. Hediyelerin en güzelini aldığını düşünüyordu. Bir süre öyle mahcup ve ağlamaklı kaldıktan sonra utanmış bir tavırla öbür odaya geçti. Misafir hisler odasına. Yüzüne yapışan kelimelere bakıp öptü onları. Saçlarında tur atan melodilere elleriyle dokundu. Yeni yaşına girerken yeni hislerle tanıştı. Birden bir şeyi hatırladı ve kirpiklerindeki kemancı çırakları uyanmanın orkestrasını harekete geçirdi. “İmkânsız” diye kraliçe kadar yetkisi olan bir kelime çıktı ağzından.
 Bir müddet sonra Zeyno aramıza geri döndü. Kolalar ve çaylar içiliyordu. Yüzlerde kitaplardan alıntı tebessümler. İyi ki doğmuştu Zeyno. Herkes sohbetlere dalmışken Zeyno gözlerindeki kayıt dışı sisleriyle bana doğru gelmeye başladı. Sanki dönmelerinden umudu kesilen gemiler yanaşıyordu yüzüme. Çok mutluydum. Gözlerimi çizgi haline gelene kadar kıstım. Öpecekti beni. Evet, öpecekti. Aşkın o seçilmişler kıyısında gezintiye çıkmıştım. Artık biliyordu. Onu sevdiğimi biliyordu. Bir şeyi eğer çok çok çok istersen gerçekleşirmiş isteğin. Bu doğruymuş. Evet, bu sözün doğruluğuna tanık oluyordum şu an. Kulağımın dibindeki o görünmeyen ülkeye kadar yanaştı Zeyno: “Ben Mustafa’ya aşığım Fırat, özür dilerim” dedi… O gün hisçi lideri dudaklarım süresiz vatandaşlıktan çıkarılmıştı.
3 notes · View notes