Tumgik
#çünkü kimseye hiçbir şey söyleyemeyeceğim
muffindumatin · 1 month
Text
yardım istemeyi bile sanki başkasına yük olmakmış gibi görmeyi ne zaman bırakabilirim
5 notes · View notes
yadunyaninsonuysa · 4 years
Text
Asla sahibine ulaşamayacak bir mektup
09.04.2020
Pekâlâ, aslında benim de nasıl başlamam gerektiğine dair en ufak bir fikrim olduğu söylenemez. Her ne kadar birçok kez sevgili diye başlamaya kalkışsam da defalarca kendimi engelledim ve görünüşe göre bu şu anki durumda en mantıklısı. Beni tanımıyorsun, bilmiyorsun ama kuşkusuz herkes seni biliyor ve sen de bunu biliyorsun. Ben sadece karışık duygular içinde olduğumu belirtmek isterim. Ve ayrıca bu mektubu da çok farklı zamanlarda ve çok değişik ruh hallerinde yazdığımı söylemezsem olmaz.
Gelelim asıl konumuza, benim sana böyle garip ve esrarengiz, bir o kadar da gizemli mektubuma. Hayır, daha önce aldığın çılgın bir hayran mektubu değil bu. Bu daha çok birbirini tanımayan ama aynı duyguları yaşayan ancak hiçbir zaman bundan haberi olmayan milyonlarca insandan sadece birinin yine haberi olmayan ama fark ettiği birine yazdığı bir rahatlama, bir iç döküştür.
3 Eylül 2016, bu tarihi herkesten çok daha iyi biliyorsun. Her aklına geldiğinde içini burkan o anıyı deşme niyetinde değilim elbet ama benim de anlatacaklarım var. Seni büyüten, her anında seni destekleyen, seven, herkes ve her şeyden sakınan, koruyan birini kaybetmek…  Önceden fark ettin mi? İçinde bir yerlerde bir şey oldu mu? Lütfen, bunu bilmem gerek, tek ben olmadığımı bilmem gerek… Çünkü… zamanı gelince anlatacağım. Her ne kadar yanlış bir şey yapmamış, bir pişmanlık yaşamamış bile olsan yine de her aklına geldiğinde neden için burkuluyor, neden içim burkuluyor? Mutlu olman gereken yerde neden ağlıyorsun? Sanırım ne dediğimi şu ana kadar anlamadın, çünkü henüz anlatmadım. Anlatma zamanım geldi sanırım.
29 Kasım 2019. O gün bir şey oldu, sana yemin ederim ki bir şey oldu. Sabah sersem gibiydim, öğlen sersem gibiydim, okul çıkışı sersem gibiydim, ta ki telefondaki sesi duyana kadar. Anlamıştım; bir şey olmuştu, olmaması gereken bir şey, yanlış bir şey. O kadar dalgındım ki ne yaptığımı bile unutmuştum. Ama eve gidince benim için her şey bir anda açıklığa kavuşuverdi. Bence sen ne olduğunu benden daha iyi anladın. Kimse inanamadı, uzun bir süre kendimi inandıramadım. Evet, senin gibi beni de o büyütmüştü; tam 16 yıl, doğum günüme dört ay kala… Ben her şeyimi ona anlatırdım; istediğim her şeyi konuştuğum, ne yemek istediğimi söylediğim, mızmızlanabildiğim kişiydi o. O gittikten sonra gerçekten çok yalnız hissediyorum. Her şeyimi anlattığım kişi artık yok. Onu en son gördüğümde keşke dediğim bir şey olmadığı için minnettarım ama bir o yandan da o kadar üzgünüm ki. Nedenini ben de bilmiyorum ama böyle işte. Senin o videonu gördüğüm zaman ilk başta anlamamıştım ama şimdi daha iyi anlıyorum, her şeyi daha iyi anlıyorum. Onu kaybettiğini herkese söylediğin video, onu düşününce gözlerinden yaşların aktığı video. Tesadüf olamaz dedim, ama belki de tesadüftür kim bilir?
Ben aslında kimseye bir şey söylemeyen, insanlara kolay kolay güvenemeyen biriyimdir. Şimdiye kadar kimsenin omzunda ağlamadım ve bu hala da böyle. Birine artık içimi dökmem gerektiğine, bir şeyler anlatmam gerektiğine karar verdim. Ancak bu kişi öyle biri olmalıydı ki beni anlamakla kalmamalı aynı zamanda bunu yaşamış olmalıydı. Ve seni seçtim. Kesinlikle bir tesadüf olarak görmüyorum çünkü hiçbir şey tesadüf değildir, belki de şu an kendimle çelişiyorum ama gerçek bu. Seni seçtim çünkü en doğru olan buydu benim için, sorgusuz ve sualsiz. Artık sormam gereken şeylerin cevaplanması için bir fırsat olarak görüyorum bunu ve eğer bende işe yararsa senden de aynısını yapmanı bekliyorum, hatta rica ediyorum diyelim.
Sessiz ağlamanın ne zor olduğunu biliyorum, aslında zor olanın sessiz ağlamak değil de kimsenin fark etmemesi olduğunu biliyorum. Birinin yanında, tam da dibinde ağlarken kimsenin seni görmemesi, bilmemesi. İşte zor olan bu, durduramamak. En azından senin yanında birilerini gördüm ama aynısını kendim için söyleyemeyeceğim ne yazık ki. Bunu kesinlikle bir acındırma olarak görmeni istemem, bu daha çok bir gerçekler mektubu.
Şu an ya beni anlamamışsan diye düşünmeye başladım açıkçası, bu nedenle olayı biraz daha açmaya karar verdim. İkimizin de babaannesi öldü, bizi büyüten kişi. Aklımıza geldiğinde içimizi burkan o anı hep taze. Bunu bilmek daha da üzüyor insanı. Ama gerçek bu. Bunu yaşamış olabilecek milyonlarca insan varken neden mi seni seçtim? Çünkü öyle olması gerekti. Lütfen deli olduğumu düşünme, çünkü ben bunu yeterince düşünüyorum zaten. Umarım ki bunları bir köşeye atmamışsındır, çünkü bu benim için o anıdan daha acı verici olur. Kimseye anlatmadığım onca şeyi hiç görmediğim birine yazıyorum, ne olur anla beni. Kafamda yazacaklarımı düşünürken aklıma o kadar çok şey geliyor ki, yazmaya başladığımda hepsi birden uçup gidiyor. Zaten hep öyle olmaz mı, söyleyecek o kadar çok şeyin varken hiçbir şey söyleyememek.
Neden bazen çok sessizsin? Aslında bunu sana sormak saçma oldu. Çünkü ben hep sessizim. Dışarıdan o kadar soğuk birinin içinin aslında ne kadar sıcak olabileceğini insanlar göremiyor. Lütfen söyle bana, tek olmadığımı bilmem gerek… Aslında cevap alamayacağım bu mektuptan ne beklediğim de meçhul. Dediğim gibi bu bir iç döküş, bir yakarış.
Çok düşündüm, neden seni babaannen için ağlarken görünce benim de ağladığımı. Sen ağladığın için ağlamıyordum, ben ağladığım için ağlıyordum. Gözlerimin dolma sebebini çok düşündüm, onu hatırlayınca dolan gözlerim. Özlediğim için mi, yoksa üzüldüğüm için miydi? Belki sen biliyorsundur umuduyla sana sormaya karar verdim. Neden ağlıyorsun? Cevabı çok kolay olamaz, olmamalı. Çünkü sen de biliyorsun ki anlatamayacak kadar çok şey var. Ama bir yerden başlamak gerek.
Ben ondan daha çok şey öğrenmek istiyordum, beni daha uzun süre görmesini istiyordum. Gurur duymasını istiyordum, benimle gurur duymasını. Şüphesiz sen de istiyordun ama zamanlama uymadı. Ben hiç kimseye anlatamadım ama belki de sen anlatmışsındır, bilemiyorum. Bu, durumu benim için daha da acı verici yapıyor. Anlatmak, içimi dökmek istiyordum. Umarım istediğimi yapabilmişimdir ve sana da bir etkisi olmuştur. Eğer sana beni ciddiye aldırtamamışsam gerçekten üzgünüm, saçma şeyler söylediysem gerçekten üzgünüm. Eğer istersen bana bir şeyler anlatabilirsin, sonuçta tanımadığın biri senin üzerinde nasıl bir baskı oluşturabilir ki? Eğer istersen, seni ikna edebilmişsem, bana sorularımın cevaplarını yazarsan beni çok mutlu edersin, beni büyük bir huzura kavuşturmuş olursun. Eğer cevapları bilmiyorsan sorun değil, gerçekten sorun değil; çünkü ben de bilmiyorum. Ama öğrenmeyi çok isterim.
Kim olduğum, kaç yaşında olduğum, nerede yaşadığım ise büyük bir gizem şu an için. Eğer merak edersen seve seve söylerim ancak merak etmeyeceğini düşünüyorum, ki senin bu satırları okuyabileceğini bile düşünmedim. İstiyorsan sana bilgilerimi vereceğim, her ne kadar etik ya da güvenli olmasa da ben bu riski alıyorum ve seninle bunu paylaşıyorum.
Daha anlatacak çok şey var, hem benim hem de senin hakkında. Eğer daha fazla anlatmamı istersen, beni dinlemek istersen lütfen bana cevap ver. Sana tekrar bütün içtenliğimle her şeyi anlatmaya hazırım.
Sevgiler
Dünya’da aynı duyguları yaşayan ve farkında olmayan milyonlarca insandan sadece biri
1 note · View note
jylannus · 7 years
Text
29
 Bu sene 29 yaşımı bitiriyorum, kendimde önemli değişimler fark ettiğim bir yaştayım. Evlilik kelimesine, kadınlığa, ilişkiler, arkadaşlıklar, hayat ve aşka dair fikirlerim 5-6 sene öncesine oranla tamamen değişti.. Bu değişimde kimsenin doğrudan payı olmamakla birlikte, insanların sürece dolaylı paylarına ek olarak kendime daha fazla değer vermeyi öğrenmem de eklendi. Mesela ben onsekiz, ondokuz, yirmili yaşlarda iken, birkaç seneye kalmaz evlenip, çoluk çocuk sahibi olacağımı hayal ederdim. Özellikle kalabalık bir aile içinde yer alma arzum beni saran daima canlı bir histi. Daha az sayılı ailelerde ve çeşitli zorluklarla büyümüş olanlarınız eminim beni anlayacaksınız. İnsan evinde, yanında yöresinde bir ses, bir nefes arıyor. Bazen sadece dört kişilik bir oyunu oynamak, güzel bir tabloya birlikte bakmak, kısa bir seyahate çıkmak, saçmalamak, bir giysi paylaşımı yapmak veya farklı fikirleri dinlemek için bile buna ihtiyaç duyulabilir. Elbette biliyorum, insan tek başına da gayet mutlu olabiliyor; örneğin 2012’de İstanbul’a taşındığım ilk hafta kendi kendime Asya’dan Avrupa’ya geçip, tüm saraylar ve müzeleri gezmiş, ilerleyen bir ayda o zamana dek detaylı bilmediğim istanbul’un semtlerini, iyi müzik çalan yerleri, deniz kıyısında gidilebilecek kahveleri ve alışveriş noktalarını tamamen kendim keşfetmiştim. ama bir süre sonra kendi sesini duymaya başlamak, mutluluk ve üzüntülerini arkadaşların veya yakınların dışında biriyle paylaşmak, belki de en önemlisi “yakınlık kurmak” elzem bir ihtiyaç haline geliyor. Kişisel gelişimciler genelde bir şeye ihtiyaç duymanın onu kaybetmekle eş değer olduğunu söyleseler de, bence dünyadaki en güzel ihtiyaç ve beklentilerden biri de birini sevmeyi ve birinin seni sevmesini beklemek..Paylaşma ve hissetme ihtiyacından daha güzel bir şey olabilir mi..   Keşfettiğin yeni bir yerde sevdiğin insanla oturmak, denize bakarken tek başına hayal kurmak yerine paylaşımda olduğun insanla sohbet etmek, ortak bir gelecek hayali kurmak daha güzel değil mi.. Elbette bunlar arkadaşlar ve dostlarla da yapılabilir şeyler; ama insan doğası gereği birine ruhunu tamamen açmak ve hatta kadınlar da bazen inkar etseler de korunmak, kollanmak, erkeğin gücünü hissetmek istiyorlar.  Her şeyi tek başına yapan bir kadını düşünün.. Yanan ampulü değiştiriyor, bozulan arabayı tamirciye götürüyor, para kazanıyor, kilolarca poşeti alışverişten sonra evine taşıyor bazen problemli komşuları ile tek başına muhatap olmak zorunda kalıyor.. Bu kadının bir babası yok mu derseniz, pek ala gençlik döneminde yukarıda saydıklarımı babalar da yerine getirebilirler ancak ilerleyen yaşta kadının babası dışında yeni bir erkeğe ihtiyacı doğuyor. O zamanlar kurduğum hayaller gençlik döneminin verdiği tecrübesizlikle gerçekleşmese de, hiçbir zaman aklı beş karış havada bir gençlik geçirdiğimi de söyleyemeyeceğim. Hayattan beklentilerim, insanlara yaklaşımlarım daima yaşımdan büyük ve kararlı olmuştur.  Ancak o yıllarda hesap edemediğim birtakım durumlar vardı. Bunlar ikiye ayrılan ve insan hayatının önemli dönemlerindeki eşikleri oluşturan konulardı; olmayan şeyleri zorlama tavrını geride bırakarak ilerleyebilme gücü elde etmek ve yanlış insanlar üzerinde hayal kurmayı bırakarak kendi hayallerine yönelebilmek. Birincisi kaderi kabul edebilmeyi ikincisi de kendini sevmeyi öğrenmekle aşılabilen türdeydi.  Gençlik dönemimde beklediğim beyaz atlı prens orta yaş dönemine yaklaşırken hala yolda görünmedi; ya atı hastalandı da gelemedi ya da kendisi yolda başka prensese denk geldi. Seneler böyle geçerken sonunda at ve prens konusunda yeni bir aşama kaydettim ve beklemeyi durdurdum. Kendimi işime gücüme, hayatıma ve yapmak istediklerime vermeye başladım. Böylece işimle ilgili yeni fikirlerim ve beni ileriye taşıyan yeni başlangıçlarım oldu. Anladım ki olmayan şeyleri zorlamak veya kaderin belirli kör noktalarına ışık tutmaya çalışmak bir işe yaramıyordu. Belki de öğrenmem gereken başka şeyler vardı; mesela öncelikle kendimi sevmeyi öğrenmek.. Hep duyduğum bu kelimeyi sanırım senelerce yanlış anlamıştım, çünkü genellikle fedakarlık yapan, başkalarının iyiliğini onlardan önce düşünen, aman üşümesin, aman işi gücü iyi olsun, acaba aç mı açık mı diye içimden geçiren bendim. Sorunları çözme konusundaki hevesim sayesinde tüm gelişen problemlerde kendimi ortaya koyan, konuyu hemen çözümleme ve olaydan kurtulma yanlısı olan ben.. Hak etmeyen arkadaşlara, öğretmenlere, hiç hak etmeyen insanlara gereğinden fazla değer vereyim derken, kendi değerini yarı yolda bırakan.. Biraz daha sevilmek, “Bak ben tam da sevilesi biriyim..” mesajı vermek için adeta iyi insanı oynayan ben… Oysa anladım ki istenmeden yapılan iyilikler karşıdaki insanı kendine psikolojik olarak borçlu bıraktığın için sana ağır faturalarla geri dönebiliyormuş. Öğrendim ki kendinden önce başkasını düşünmek, kendi sınırlarını net olarak belirlememek başkasına yapılan iyilik değil, kendine yapılan kötülükmüş. Kendinle mutlu olmak demek, kendine zaman ayırmak, kendini şımartmak, kendini takdir edebilmek ve kötü yanlarını bile sevebilmekle eş değermiş. Bir arkadaşa, bir dosta, herhangi birine olduğundan fazla değer vermek kendi değerinden eksiltiyormuş.. Artık kimseye iyi insan olma gayemin kalmadığı bir yerdeyim. Bu tam da kalabalıklarda çırılçıplak dolaşmakla aynı şey.. Bir insan, artılarının yanında eksilerini sevemeyecekse gelmemeli.. Sürekli gülümseyemezsin; ağlarken gözyaşlarını silemeyecekse yanında olmamalı.. Bazen enerjin düşebilir, bazen aşırı kıskanç biri olabilirsin, bazen ilgi delisi, bazen tamamen işine dalmış biri..Bazen insanlara dalmış bazen tamamen yalnız.. Bazen çocuk bazen kocaman bir kadın ya da adam.. Seni böyle kabul edemeyecek, tüm duygularını saramayacaksa bil ki ileride birlikte mutlu olmanız zor bir olasılık olacak. Seni ilk zamanlardan itibaren belirli bir çizgiye sığdırmaya çalışacak, “Ben ve benim yaşamım, benim koşullarım, benim zorluklarım..” diye diye senin hayatını ve isteklerini ikinci plana atacaksa bil ki ileride çok şey kaybedeceksin; mesela kendini.. Unutma ki her insanın, en önemlisi senin de hayatında birçok zorluk ve çözmen gereken problem var; ama birini gerçekten kalbinle seversen tüm bunlar gözünde küçülürler.. İnsan bu hayatta seçimleri ile yaşarmış, önceliği kendine vermeyen, her zaman başkasının hayatında bir seçenek olurmuş. İnsanların seçeneği değil önceliği olmak için ekseni kendinde tutman gerekli.. En iyisi sizi üzen, kıran, inciten, değersiz hissettiren konu, kişi ve olayları affetmemek yani unutmamak. Unutmayın ki bir sonraki defa aynı kişi veya olaya ikinci şansı verme hatasında bulunmayın. Affetmeyin ki kötülerin her yaptığı davranış yanına kar kalmasın. Üzerini örtmeyin, gerektiği kadar bir süre canlı tutun ki, ileride alakasız bir yerde o duygu hak etmeyen birine patlamasın.. Siz affetseniz de affetmeseniz de zaten evrenin sistemi herkese hak ettiğini bir noktada geri veriyor. “Nefret ediyorum, sevmiyorum, kırıldım, çok üzgünüm…” kelimelerini kullanabilmenin gayet insani bir durum olduğunu ve travmatik olaylarda tıkanıp kalan duygusal dünyanızın ancak konuşarak, paylaşarak, hatta bazen yas tutarak yeniden açılabileceğini fark edin.  Zamanla her şey eriyip, rüzgarlara karışacak ve başka bir ülkede zehirli bir çiçekte nefretiniz, üzüntünüz, kırgınlıklarınız yeniden açıp sizden uçup gitmiş olacak..  Her şey geçer, her şey biter… ve geriye kalan sadece sizsinizdir.. İyi insan olmak, sevilmek, mükemmelleşmek, herkesin onayladığı biri olma ihtiyaçlarından tamamen soyunabilmek için… Kendime merhaba demeyi öğrendim…  Ve sanırım tam da bu noktada hayat bana bir gülümseme ile karşılık verdi... O gülümsemenin içinde olan"lar"a şükranla..
1 note · View note