"Güçlü değildi, güçsüz de. Savaşçı değildi ama savaş meydanından da kaçmazdı. Saatlerce ağlamazdı ama ağladığında da gizlenmeye çalışmazdı. İnsanlardan nefret etmezdi ama onlara ihtiyaç da duymazdı. Ölmek istemezdi ama yaşamak için de bir çabası olmazdı. Kahkahalarla gülmezdi ama gülmeyi de severdi. Renkli kıyafetler giymezdi ama çiçekli elbiseler almayı severdi. Çikolatalara aşık değildi ama yarın ölecek korkusuyla koca bir pastayı yiyebilirdi. Hassas değildi ama kalbi kırıldığında ayakta durmakta bile zorlanırdı. Yalancı değildi ama gerektiğinde kendisini bile yalanlarına inandırabilirdi. Korkak değildi ama geceleri yalnız uyuyamadığında bir tek babasına sarılmak isterdi. Mutlu bir çocukluk geçirmemişti ama çocukluğuna da küs değildi. Annesi onun saçlarını hiç okşamamıştı ama kendi saçlarını sevmeyi kendine öğretmişti."
"Tırtıldan kelebeğe dönüşmek, birçok eski kültürde ruhun insanın maddi bedeninden kurtulup ilahi bir yolculuğa çıkışına benzetiliyormuş," derdi. "Bu yüzden de kelebeğe dönüşmek dünyanın istikrarsızlığın bir sembolü olarak kabul ediliyormuş. Eski resimlerde insan ruhu bir kelebek olarak resmedilirmiş. Birini kelebeğim diyerek sevmek, ruhunu sevmekle aynı şey olmaz mı?"
"İnsan hayatı karşılıklı olarak kandırılıp hiçbir şeyin farkına varmadan birbirlerini incittiği ve bu tuhaflığın bariz bir şekilde ortada olduğu örneklerle dolu ancak benim karşılıklı kandırılmaya bir ilgim yok."
"Ah, insanlar birbirleri hakkında en temel şeyleri bile bilmiyorlar. Birbirlerini zerre anlamadan en iyi arkadaş olduklarını sanıyorlar. Yaptıkları hatayı asla anlamadan sürdürüyorlar yaşamlarını ve aralarından biri ölünce ardından konuşma yaparken ağlıyorlar."