Tumgik
Link
Gerilla pazarlamayı çok seviyorum, hem yapması hem de insanların tepkilerini izlemesi çok keyifli. Güzel örnekler var burda:)
0 notes
Link
2 notes · View notes
Text
Plaza kadını olamayan ben
Zamanında plaza kadını olmak istediğim doğrudur. Öğrenciyken hayat toz pembedir: 
- İyi bir okulun işletme bölümünden mezun olacaksam ve kendi işimi yapmıyorsam ne olurum? Tabiki iyi bir şirkette CEO filan. Ama ben her şeyle kafa yoramam, muhasebe, finansla uğraşamam. O zaman marka yöneticisi yapsınlar. Evrak çantam, son moda kıyafetlerim, uçuşan saçlarım veee olmazsa olmazlarım: stilettolarım:))... 
Bu görüntüler hala aklımda. Ama okulun son senesine yakın hayaller şekilleniyor tabi. 
-Plaza kadını olmak bana göre mi? Çocuklarıma kim bakacak o zaman? Bakıcılara gerek yok ben büyüteceğim onları. Açarım kendi dükkanımı, tarz kıyafetlerim olur, spor ayakkabılarımla rahat rahat çalışırım; çocuklarım da yanımda büyür...
Son sene gelir, mezun olunur ve ben alındığım ilk işe girerim. Gerçekten de bir plazaya- tabiki marka yöneticisi olarak değil, finans departmanı :(  Çok sürmedi, senem dolmadan ayrıldım, hayallerimin peşinden pazarlama departmanına girmek için uğraştım. O marka yöneticisi olunacak! Direndim. Boş kaldığım seneler de oldu. Arada yaptığım işler de. (Blogumun ilk yazısını okuyabilirsiniz, ilk pazarlama deneyimimdi.) Şimdi pazarlama departmanında tam da sevdiğim işleri yapıyorum. 
İşin tuhaf tarafı şu an bocalıyorum. Zengin olsam başka bir yerde çalışmam herhalde. Küçük pastanemin düzenini kurup seyahatlere çıkarım. Çıkmadığımda eşimle beraber yeni tarifler bulmaya ��alışırız mutfakta... Güzel olur yani. Gerçi bu zamana kadar gerçekleşmeyen pek hayalim olmadı. Zamanı geldiğinde oldu hep. Sadece ben bıraktım artık dediğim zamanlarda:) ... Bu muhabbet nerden mi çıktı? Okuduğum bir “plazalarda boşa giden hayatlar” konulu yazıdan çıktı. Plaza kadını olasım yok artık, ama hayat bu hiç bir şey belli olmaz:) 
0 notes
Link
Yazının tümünü okumanızı tavsiye ederim. Damla Bal, James Altucher isimli bir konuşmacıdan dinlediklerini yazmış. Kısaca yeni fikirler üretebilmemiz için fikir kaslarımızın olduğunu ve bunları ancak çalıştırarak geliştirebileceğimizi anlatmış. Elimize küçük bir defter alıp her gün herhangi bir konu hakkında 10 tane yeni fikir bulmamız öneriliyor.
Ben bugün başladım yazmaya. Fikir üretme konusunda köreldiğimi düşünüyorum biraz. Önemli bir konu biz pazarlamacılar için, çünkü pazarlama-tanıtım departmanları birazcık da organizasyon işleriyle uğraşır şirkette. Organizasyon ise bir çok işi ve kişiyi aynı anda idare etmeye çalışmaktır.  Sürekli sorunlar çıkar ve biz sürekli çözümler geliştirmek zorunda kalırız. Kendimizi yenilemek, kendimize meydan okumak ve sorunlarımızla hızlı bir şekilde başa çıkmamız için fikir kaslarımızın gelişmiş olması önemli. Herkese ayrı laf yetiştirmek, milletin arkasını toplamak kolay değil;) 
0 notes
Text
Doğal Olun!
Artık hayatı daha basit ve keyifli yaşamaya başladığımıza inanıyorum. En azından biz Y kuşağı olarak bu konuda biraz rahatladık. İşleri çözümlerken, kendimizi ifade ederken, tanıtırken daha samimi olduk sanki. Son zamanlardaki reklamlara, sosyal medya pazarlamalarına hep dikkat edin; ne kadar da anlayacağımız dilden ve günlük hayattan oldu. Eskiden lafları süslemek için, tabir-i caizse edebiyat parçalamak için uğraşırdık. Şimdi “doğallık” ön planda.   Farklılık isterseniz araya bir iki Osmanlıca kelimeler sıkıştırın, çok havalı oluyor:) 
Benim düşünceme göre de olması gereken bu aslında; doğal bir süreç aynı zamanda. Çünkü devir tüketim devri ve insanların bir şeylerin üzerinde kafa yormak için hiç zamanları yok. Bense imalardan hiç hazzetmem. Varsa söylenmesi gereken bir şey doğrudan söylenmeli. Birilerine bir ürünü ya da hizmeti tanıtırken de böyle. Sonuçta muhattabınız insanlar ve onlara hükmeden de duyguları. Doğrudan ve samimiyetle yaklaşırsanız, sizi daha kendilerine yakın bulacaklardır. Aksi takdirde araya mesafe koymuş olursunuz ve bu sizin markanızı “soğuk”laştırır.  
0 notes
Link
Süper bir gerilla pazarlama örneği aslında; sadece satış için değil, sosyal yardımlaşma için yapılmış. Dikkat çekici, maliyeti çok düşük ve yardımseverleri teşvik edici olmakla beraber, yoksul insanların da kolay ulaşabileceği bir mecra. Daha da güzeli, veren eli alan elin görmemesi. Böylece kibir ve mahçup olma duyguları da ortadan kalkmış olur; tabi gerçekten amaca uygun davranırsa bütün halk. 
0 notes
Text
Tercih Meselesi
Yazı yazmayalı uzun zaman oldu ama çok özledim. “Tercih etmek” konusunda ısrarcı olanlardanım. Canım istemiyorsa isteyene kadar beklerim. İyi iş çıkarabilmem için bunun gerekliliğine inanıyorum. Bu yüzden bekledim aslında bu kadar çok... Hep duyarız ya hani, yapacağınız işleri severek ve sevdiğiniz için yapın diye. Sevmiyorsanız seveceğiniz hale getirin. Mesela, ben kitaplarımı; kış aylarında, kocaman ve yumuşacık minderimde kaloriferin önüne büzüşerek, yaz aylarında ise çimlerin üstüne attığım sandalyemde, şemsiyenin altında okumayı seviyorum. İtiraf etmek gerekirse ilkokulda kitapları okumayıp, özetleri çıkarmak için farklı taktikler uygulayanlardandım. Sonra seveceğim kitaplardan başladım okumaya. Üniversitede kendi başıma kaldığım zamanlarda arkadaşlık etmeye başladılar bana. En çok da ılık ve yağmurlu havalarda, kahvemi alıp dışarıya oturduğum ve mis gibi toprak kokusunu içime çekerken okuduğum zamanlarda sevdim onları. Sonrasında, sadece kitap okumak için ambiyanslar yarattım kendime. Şimdi ise benim için kitap okumak özel bir zevke dönüştü.
Sevmediğiniz ve yapmakta zorunlu olduğunuz işleri farklı pencerelerde görmeyi deneyin. Süsleyin, konseptler oluşturun, atmosferler yaratın, gerekirse hikayeler yazın üstüne; tercih edilir hale getirin kendiniz için. Yani kendinize pazarlayın o işi. Eğer ki pazarlama sektöründeyseniz de yaptığınız iş budur aslında: elinizdeki ürünü parlatıp, müşteriye göz kırpmasını sağlamak. Belki de ürünün müşterideki algısını değiştirmek, onu farklı bir bakış açısıyla sunmak karşımızdakine.
Hadi önce kendimizden başlayalım ve genişletelim şu hayata bakışaçılarımızı. ;)      
0 notes
pazarlamanotdefterim · 10 years
Text
Şekil vs İçerik
Pastacılık kursunda ilk gün sohbet ederken şef, bu meslekte insanların ya dekorlamada ya da lezzet konusunda uzman olduklarını söylemişti. İkisinde de başarılı az sayıda şef vardır. Yani, şeker hamurundan afilli bir dekoru olan pastanın tadı çok güzel olmayabilir veya tadı çok güzel olan bir pasta muhtemelen kenarda dekor olarak kullanılmaz.
Aşkın her an her yerden çıkabileceğine inananlardansınız ve biriyle yıllarca telefonda konuşursunuz.Ses tonu, konuşma şekli, bahsettiği konular, kültürü sizi cezbeder. Bu arada da kafanızda o kişiyle ilgili bir resim canlanır. Size göre mükemmeldir; fiziğiyle, kibarlığıyla, kafa yapısıyla dört dörtlük olmalıdır. Ve sonunda buluşursunuz ama karşınızdaki kişi sizin kafanızdaki resimle örtüşmez. Sonuç: Hayal kırıklığı.
Peki hiç sadece çok güzel/çok yakışıklı diye peşinden koşup, yakaladığınız anda söylediği bir cümleyle sizi ondan soğutan birine rastladınız mı?
Sadece İnsanlarda mı bu böyle? Tabii ki değil. Ambalajlarına bakıp satın aldığımız, fakat hiç bir işlevinin olmadığını evde farkettiğimiz ürünlerle dolu her yer ya da gerçekten çok kullanışlı ama kenarda hoş durmayan.     
Şekil ve içerik konusu hayatımızın her alanında göze çarpar aslında. Ama hiç kimse yeterince özen göstermez buna. Yapılması gereken ikisini de dengede tutmaktır. Malesef bizim yaptığımız birinden birine fazla yüklenmek. Sonuçlarsa hep hayal kırıklığı. Pazarlama yaparken de söylenen hep en iyi tarafınızı ön plana çıkarmaktır. Bunu kesinlikle yapın, farkedilirsiniz. Yalnız istediğiniz sadık müşteriler elde etmekse, zayıf bulduğunuz taraflarınızı geliştirmeyi ihmal etmeyin. Arka plan da tuttuğunuz taraflar müşterilerinizi sizden soğutmasın.
0 notes
pazarlamanotdefterim · 10 years
Text
Ne Kadar Farklı Olmalı?
Bugün zevkle okuduğum kitaplardan birini daha bitirdim: Zülfü Livaneli-Serenad. Yazar, kitabında Yahudi Soykırımı, Mavi Alay ve Ermeni Soykırımı gibi gerçekleri, güzel bir hikayeyle taçlandırarak ortaya koymuş. Bütün bu siyasi olaylarda olanın sadece insanlara; ailelerine, aşklarına, yuvalarına, hayallerine, umutlarına, anılarına ve yaşanmayı bekleyen nice hatıralarına olduğunu anlatmış kitapta.
Baksanıza ön yargılar, sadece kişileri değil devletleri bile nasıl ele geçiriyor. Küçük farklılıklar bir anda dev buz kütleleri olup soğutuveriyor toplumları birbirinden. Halbuki dil, din, ırk gibi kavramlar, benzer düşüncelere ya da ortak bir yapıya sahip olan toplulukları ifade ederken kolaylık olsun diye var. Sanmıyorum ki "Hadi ayrılıp iki kale savaş yapalım" demek için ortaya çıkmış olsunlar. Küçük topluluklarda da maalesef aynı sorunlarla karşı karşıyayız. İlkokuldan itibaren saçı kızıl, rengi siyah, gözü görmüyor, ayağı topallıyor, şişman, çok uzun, çok fakir diyerek sürekli birilerini dışlayarak büyüyen kişilerden oluşan bir toplumda yaşıyoruz. Hiçbirimiz farkında değiliz ki, dünyadaki milyarlarca insanın parmak izleri bile aynı değil.
Gelelim iş dünyasına. Yeni bir girişimcilik fikri söz konusu olduğunda da hep "farklı" olmak gerektiği savunulur: Başkalarından farklı olacaksın ki farkına varsınlar. Gerçekten böyle midir sizce de? Kendilerine benzemeyenleri dışlama potansiyeli yüksek toplumlarda farklı olduğunuzu kabul ettirmek ister misiniz? 
Benim düşüncem çok farklı olmamanız gerektiği yönde. Tabii ki herkes aynı şeyi yapsın demiyorum. "Farklıyım ama yine de sizden biriyim." demeniz gerekiyor bazen. Mesela globalleşmek isteyen bir markaysanız, gittiğiniz ülkeye göre birazcık uyum sağlayabilmeniz gerekebilir. Mc Donalds'ın Türkiye'de ayran satması gibi. Ya da (İstanbul'da değil belki ama) Anadolu'da dünya kahveleri yapan bir cafe açacaksanız, çay koymayı da ihmal etmeyin bence. Öncelikle bırakın size alışsınlar, güvensinler ki sizden gelecek yeniliklere de açık olabilsin insanlar. Kimsenin alışkanlıklarını bir anda tümüyle değiştiremezsiniz.
Farklı olmanız gereken nokta pazarlama konusu olmalı. Ürününüze "Sizden biriyim ama diğerlerine benzemem." dedirtebilmelisiniz. Bunun için de öne çıkartmak istediğiniz özellikleriniz olsun. Tanıtımlarınızda, diğerlerinden sizi ayıran unsuru farkettirin. Aynı zamanda da sabit tutacağınız unsurlar olsun ki çemberin sınırlarından çok dışarı çıkmayın. Dışlanan olmak istemeyebilirsiniz.  
0 notes
pazarlamanotdefterim · 10 years
Text
Yaratıcı Türk İnsanı
Tumblr media
Acıpayam( Denizli)- Dalaman (Muğla) yolu üzerinde çekilen bu fotoğrafta, bir adet elektrik direği ve bir adet füze görüntüsü verilmiş tenekeden oluşan minareyle, iş bitiriciliğini gösteriyor yurdum insanı.
0 notes
pazarlamanotdefterim · 11 years
Text
Mutluluk veren mutlu olur.
Fikir Atölyesi'nden mükemmel bir fikir gelmiş yaklaşık 4 sene önce: "Faili Meçhul Kıyak".  Bu bir oyun aslında. Amaç, kimseye çaktırmadan, hiç tanımadığın birine iyilik yapmak.
Yeni fark ettiğim için biraz burukluk yaşasam da, bunu uygulamak için hiç de geç olmayacağının hoşnutluğu içerisindeyim. Kendilerini tebrik ediyorum. Çünkü birine, görünmezlik pelerinini giyerek küçücük, karşılıksız bir dokunuşta bulunmak ve ondaki etkisinin kocaman bir mutluluğa neden olduğunu görmek nasıl da heyecan verici, düşünsenize... Sırf bir anlığına da olsa tanımadığınız birinde yaratacağınız o güzel etki, şimdiden insanın içindeki kurumuş topraklara su serpilmesine neden oluyor.
Bu arada üşenmeyip bir de kart hazırlamış fikir sahibi. Yaptığını pazarlamak değil önemli olan. Önemli olan yapılan şeyin değerini göstermek ve de belki bulaştırmak bir başka birine.
Bu zincirin daha nice yıllar uzaması dileğiyle...  
http://www.fikiratolyesi.com/2009/02/27/faili-mechul-kiyak/
0 notes
pazarlamanotdefterim · 11 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bu ara etrafta güzel şeyler görmeye başladım ve bu beni mesleğe bir an önce atılmak için daha da heyecanlandırdı. Uzun zamandır Levent'ten geçmemiştim ve dün oradaki tantuniciyi gördüğümde, rengarenk ve bir tantuni dükkanına göre sıradışı kalan kimliğiyle beni gerçekten şaşırttı. Aynı şekilde, ne zamandır orada olduğunu bilmiyorum ama DenizBank'ın Su Ada'da kendine seçtiği yeri de çok beğendim. Hem ismine, kimliğine uygunluğu hem de suyun içinde çekici durmasıyla başarılı bir konum olmuş.
Yalnız, İstikbal neden kendini yenilerken; canlı canlı, genç ve modern duran, albenili renkler yerine kahverengi seçmiş logosu için çok merak ettim doğrusu. Gerekçelerini ben de öğrenmeyi çok isterim. Mutlaka üzerinde çokça düşünülmüş ve çaba sarfedilmiş olması gerek, çünkü bununla ilgili ciddi harcamalar yapılmış ve çok büyük hedefler konmuş. Bakınız yapılan bir röportajda, Boydak Holding Mobilya Grubu Pazarlama Koordinatörü Bilal Uyanık, yeni Logonun New York Menşeili Chermayeff & Geismar Grubu'nun imzasını taşıdığını açıklamış. Yeni logo tasarımı ve uygulanması içinse yaklaşık 50 milyon TL'lik bütçe ayırmışlar ve dünyada ilk 3'e girmeyi planlıyorlarmış.  (http://www.dunya.com/istikbal-yeni-logosu-ile-dunyada-ilk-ucu-hedefliyor-196500h.htm)  
0 notes
pazarlamanotdefterim · 11 years
Video
youtube
http://www.youtube.com/watch?v=v_EX5NzqNXc
  MR. HAPPY MAN!
1924 doğumlu olan Johnny amca birilerine yaşama gücünü verebileceğini çözmüş ve uyguluyor. Bu adam ne hasta, ne deli ne de sarhoş. Bizim birbirimize yapmamız gereken şeyleri, o herkese yapıyor. Hem de 3.45-10.00 a.m arası; Hamilton, Bermuda'da en yoğun saatlerde hep aynı yerde. O kadar alıştırmış ki kendini insanlara, ya bir gün ölürse diye yaşarken anıtını yaptırmışlar hep durduğu yere. İzleyip görün:) Feyz almak lazım:))
Pazarlama tarafından düşünürsek, reklam ve tanıtımların en büyük sıkıntısı kendini kabul ettirebilmek değil mi? Johnny amca ne yapmış? İnsanların ihtiyacı olan duyguları vermiş onlara. Trafikte en bunalmış haldelerken, onları mutlu edecek şeyler söylemiş. Bunu Coca-Cola da çok iyi bir şekilde kullanmıştı, hatırlarsanız. Köprünün en sıkışık olduğu zamanda markanın "Mutluluk Kamyonu", üzerindeki kocaman düğmeye basanlara çeşitli hediyeler dağıtmış, ve bir anda herkesi mutlu etmeyi başarmıştı. Bu ve bunun gibi bir çok mutluluk üzerine kurulmuş projesiyle Coca-Cola imajını tam istediği gibi çizmiş ve tüketicilere bunu bir oyun gibi yansıtmıştı. Bu şekilde markalar tüketiciyle iletişime geçebilirse eğer, kendilerini daha rahat kabul ettirebilirler.
0 notes
pazarlamanotdefterim · 11 years
Text
"Çapulcu"ların Markalaşması
Gün 31 Mayıs 2013. İstanbulluların 70 yıllık anılarına tanık olan Gezi Parkı, AVM Olmasın isteyenler ve ağaçların kesilmesine karşı olan grup; masum sloganlarıyla, kitaplarıyla ve şarkılarıyla barışçıl eylemlerine başlamıştı. Başbakan açıklama yapacaktı, yalnız bu grubun bir kusuru vardı: Hiç bir partiye, bir düşünce grubuna ya da bir akıma dahil değillerdi. Peki nasıl yaftalanacaklardı?? Bunun üzerine eylemciler için söyleyebildiği tek şey "3-5 çapulcu" oldu. Eylemciler kabul etti. Artık sosyal medyada dünya çapında bir isimleri vardı: Çapulcular! İngilizcede hakkını arama, baskıya direnme anlamlarına gelen "Chapulling" kelimesi, Türkler tarafından yeni bir anlam kazanmıştı. Bundan böyle bilinmeliydi ki; Çapulcular barışçıl, özgürlük arayışı içinde olan, şiddete karşı eylemcilerdi. Başka da kimsenin yanında değil. 
Çok geçmeden "Everyday I'm Chapulling!" tişörtleri basıldı. Gezi Parkı 'nda mizah doruğa ulaştı, şarkılar bestelendi, marşlar okundu. Park'ta 'Çapulcu Tekel' eylemciler için bedava sigara dağıtırken, 'Çapulcu Kütüphanesi' her taraftan bağış olarak gelen kitapları bedava halka dağıtıyordu.
Çapulcuların eylemleri dünyada da çok ses getirdi. Ne yapmak istedikleri ve nasıl yapmak istedikleri açıktı: Barışçıl yollarla, şiddete karşı, özgürlük arayışı. Öyle ki Alman Piyanist Davide Martello piyanosuyla gelip, sabaha kadar müzikle destek verdi eylemcilere.
18 günlük süreçte, eylemciler ve sosyal medyada ses verenler yaratıcılıklarını konuşturdu. Kendilerini, zekalarıyla tanıttılar, mizah gücüyle ilettiler mesajlarını. Gerçek bir markalaşma süreciydi bu. Bütçesiz pazarlama yaptılar, word of mouth (kulaktan kulağa yöntemi) kullandılar, gerilla marketing yaptılar. Önlerine çıkan her yer onların seslerini duyurabilecekleri bir mecraya dönüştü.
Bunun farkına varan girişimciler ise hemen 'Çapulcu', 'Gezi Parkı', 'Biber Gazına Hayır' gibi birçok markanın tescili için Türk Patent Enstitüsü’ne başvuruda bulunmuş (http://ekonomi.milliyet.com.tr/-capulcu-ve-gezi-parki-marka/ekonomi/detay/1719012/default.htm?ref=haberici).  Kabul edilir mi bilmem ama bunlar zaten şimdiden birer dünya markası. Ürünlerin üzerinde belki biraz çakma durabilir.
0 notes
pazarlamanotdefterim · 11 years
Text
ICCI 2013- 20. Uluslarası Çevre ve Enerji Fuarı/ Pazarlamaya Giden Yol
Yeni bir şirket ve nur topu gibi bir hizmet...Bense profesyonel hayatın bambaşka sokaklarında çekingen çekingen dolanıyorum. Finanstan yeni çıkmışım, tecrübesiz bir eleman olarak pazarlamaya girmeye çalışıyorum. Kendimi birden terimlerine bile daha önceden aşina olmadığım enerji sektörünün ortasında, grafiklerle yeni hizmetimizi tanıtmaya çalışırken buldum. 
Yeni bir ürün ya da hizmetle, uluslararası bir fuarda lansman yapmayı düşünüyorsanız, öncelikle bir pazarlama planı hazırlamanız gerekir. Ve şirketiniz henüz 1. yaşına girmişse, minimum bütçeyle kıdemli bir marka yöneticisi ile çalışma fırsatı bulamayabilirsiniz. Bu devrede ben seve seve gönüllü oldum. Yoğun bir araştırma, öğrenme sonrasında, kafamdaki tüm projeleri kağıda aktardım ve benden güvenini esirgemeyen patronlarımla birlikte uygulama kısmına geçtik.
Renkli ve ilgi çekici afişlerimiz ve (fikri bana ait) broşürlerimiz yerlerini aldıklarında, küçük ama sevimli standımız hazırdı. Yeterli sayıdaki afişlerimiz, renkli ve okunaklıydı, çok karmaşık değildi. Aynı zamanda, anlatmamız gereken her şeyin özetiydi yazılanlar. Böylece, standın yanından geçen herkes rahatlıkla okuyup, hizmet hakkında fikir edinebildi. Broşürün tablet şeklinde olması ve üzerinde sadece logomuzun olması da, hem dikkatleri üzerine çekmesine, hem de hizmetin kullanım kolaylığı ve erişilebilirliği ile ilgili bilgi vermesini sağladı. Hizmetimiz online bir platform olduğundan, LCD Ekranımız olmazsa olmazımız oldu. Çünkü o an bu hizmete ihtiyacı olan kişilere birebir sunum yapmak, neden bahsettiğimizi göstermek, sorularına cevap vermek, geri bildirimlerini almak, bizim için en kritik noktaydı. Bunları en iyi şekilde yaptıktan sonra, potansiyel müşterilerimize deneme süresi verdik. Böylelikle, hizmetimizin iş hayatlarını ne kadar kolaylaştırdığını kısa bir süre yaşayıp görmelerini istedik. 
Minimum bütçemiz ve minimum stant alanımızla maksimum ilgiyi gördüğümüze, lansmanını gerçekleştirdiğimiz hizmetimizi en iyi şekilde anlattığımıza inanıyorum. Fuar öncesi, davetiyeler ve sosyal medyada yayınladığımız teaserlarla; fuar ve de fuar sonrası anket ve görüşmelerle birlikte müşterilerimizin kafasında bir yer edinebildik. Diğer taraftan, sektörde ilk olmamızın da etkisiyle marka konumlandırmamızı yapmış olduk. Pazarlama alanındaki ilk işimde hiç de fena değildim bence.
Bu arada sektörle ilgili bazı izlenimler de edinmiş oldum fuarda: Uluslararası şirketler vardı orada, büyük enerji yatırımı yapan ya da enerji ticareti yapan şirketler; daha küçük ölçekli şirketler vardı, daha halka yönelik (güneş enerjisiyle ilgili bilgilendirme yapanlar gibi). Hayatımda ilk defa bu kadar profesyonel bir fuara katıldığımdan dolayı, içeriye girdiğimde gördüğüm stantlar göz kamaştırıcı gelmişti. Resmen inşaatlar yapılmıştı: camekanların arasına özel görüşme odaları yapılmış, ikinci bir kat çıkan olmuş; Stantlar güzel güzel giydirilmişti. Bunların yanında, şarapları vitrinlere dizip, çıkış saatlerinde kokteyl düzenleyenler oldu. Norveç'ten somon getiren şirket bile vardı. Her stanttan eşantiyonlar dağıtılıyordu bir de. Pazarlama en iyi şekilde kullanılmıştı görünüşte. Çok para harcanmıştı, belliydi. 
Yalnız dikkatimi çeken bir şey oldu. Neden şirketler renk kullanmak konusunda bu kadar çekinceliydi? Makineler sarıydı, şirket isimleri mavi, kırmızı ya da toprak rengi. Çevrecilik güden firmalarda yeşil vardı ama bağırmayan, sakin olanlardan. Daha önce duymuştum, bu tür inşaat, enerji gibi sektörlerde olan firmaların renkleri klasiktir, pek dışarı çıkılmaz diye. Öyleydi. İki salon gezdiğinizde sıkılıyordunuz, çünkü hepsi birbirine benziyordu. Dikkatimi çeken ikinci şey, bu firmaların renk dışında, mizah ya da gerilla marketing (mecra dışı pazarlama yöntemleri) kullanılmamasıydı. Konunun "Çevre ve Enerji" olması, resim ve benzetmelerle yapılabilecek tanıtım yöntemlerine açık olduğunu gösterir bence. Maalesef bazı sektörler hala pazarlama anlayışına kapalı ya da çok dar kapsamlı olarak faydalanmakta. Halbuki şirket yönetenlerin ve de çalışanlarının da duyguları vardır ve onlara hitap ettiğinizde kendinizi bir adım önde bulursunuz. 
Bunların dışında bazı iş makineleri ya da program satan firmalar simülasyon (canlandırma) yaparak müşterilerine deneyimleme fırsatı veriyorlardı ki bunun da güven konusunda kendilerini bir adım öne taşıdığını düşünüyorum. 
0 notes