Tumgik
papdenui · 1 year
Text
«il confine non ci circonda, ma ci attraversa, e che quel che avvertiamo come contraddizione è in realtà uno spazio fecondo di cui non abbiamo ancora compreso il potenziale vitale».
eng :  «the border does not surround us, but crosses us, and that what we perceive as a contradiction is actually a fertile space whose vital potential we have not yet understood».
8 notes · View notes
papdenui · 1 year
Photo
Tumblr media Tumblr media
by: Alexander Zharnikov
6K notes · View notes
papdenui · 1 year
Text
Umutsuzluk davulları
Bazen cümlemi bitirir bitirmez bir gurur duyuyorum, oh ne güzel söyledim, bu cümleleri böyle ardı ardına nasıl da papatya gibi dizdim. Alıp başıma takmak kırlarda koşmak istiyorum sonra. Sonra bazı oluyor kelimesi yok, hissi var, konturları bulanık, uzak bir köyün bayık yaz düğünü gibi, silik davul sesleri geliyor. Sonra çok üzülüyorum, bir isim koyamamak, bir hikayenin elementlerini değil de, bir hissin ötesini berisini adlandıramamak kalbimi çok yoruyor. Çünkü var etmezsem dilimle, kalbimde üzerine bir kürek daha atacağım, biliyorum. Taşlı kumların altında bir kat daha derine gömülecek hissim. Üzüldüm mü yani şimdi, yoksa kızgın mıyım, yoksa her kalp yarasını kızgınlıkla mı karıştırıyorum ? 
Yani ya sadece kalbim kırılıyor, ya kendime bunu yediremiyorum, üzerine beton döküp buna üzülmeyi kendime layık bulmuyorum. Böyle olunca o ana dek yaşamış olduğum bu hissin öncesindeki güzel ve yumuşak hislerin de bir değeri kalmıyor. Gözlerim kör olmuş, burnum koku almaz olmuş ve kalbim bir sönmüş balon gibi, parmaklarımın ucu yanmış sanki, his yok, his yok, hiç yok. Oysa bu kalbin balonunu rüzgara takıp sahil boyu, kalbim yerinden çıkacak gibi yürümüşlüğüm de vardı, bildiğimiz, içinde büyüdüğümüz bütün plajlarda yüzmüştük bu hisle, şimdi neden bu değersizlik? bu kızgınlık ve yılgınlık, bu taşlar altında kalmışlık. 
Bu taşları alsam, bu taşlarla kendime yıkılabilir bir ben inşa etsem. Çünkü iyidir yıkılmak ve yok olmak bazen, çünkü bazı yangınlar gereklidir, yeniden doğması için doğanın.
Bir hissin dibine geliyorum, son bir Jenga bloğu kalmış çekmelik. Fotoğrafını çekip gidiyorum. Jengalar durduğu yerde dursun, an donsun. Ben bu imaja şiirler yazarım. 
Sanki rüyalarım bu son Jenga blokları işte, döne döne üzerime yıkılıyorlar. 
0 notes
papdenui · 1 year
Text
Éramos de un desorden de las almas, de la sangre. Curarnos, no podríamos; tampoco lo queríamos. Ya no sabíamos querer ser libres; éramos soñadores, viciosos, personas que sueñan con la felicidad y que una verdadera felicidad aplastaría más que nada.
- Marguerite Duras, La vida tranquila. Editorial Mardulce (2016). Traducción de Alejandra Pizarnik.
210 notes · View notes
papdenui · 1 year
Photo
Tumblr media
Marguerite Duras, Hiroshima Mon Amour (tr. by Richard Seaver), 1959
15K notes · View notes
papdenui · 1 year
Quote
And I knew it. That’s the worst part: I knew it.
Marguerite Duras, The North China Lover (via perfectfeelings)
1K notes · View notes
papdenui · 1 year
Quote
L’histoire de ma vie n’existe pas. Ça n’existe pas. Il n’y a jamais de centre. Pas de chemin, pas de ligne. Il y a de vastes endroits où l’on fait croire qu’il y avait quelqu’un, ce n’est pas vrai il n’y avait personne.
Marguerite Duras, L’Amant, Paris, Minuit, 1984 (via causeries-litteraires)
20 notes · View notes
papdenui · 1 year
Text
“I feel a sadness I expected and which comes only from myself. I say I’ve always been sad. That I can see the same sadness in photos of myself when I was small. That today, recognizing it as the sadness I’ve always had, I could almost call it by my own name, it’s so like me.”
The Lover, Marguerite Duras
52 notes · View notes
papdenui · 1 year
Photo
Manifesting*
Tumblr media
Mist rolls in at Drombeg stone circle in  Co Cork, Ireland
3K notes · View notes
papdenui · 1 year
Photo
Vücudum sıcak yerlerde yaşamak istiyor ama kalbim soğuğun koynunda,
manifesting*
Tumblr media
Ireland by Tomasz Imiolczyk
4K notes · View notes
papdenui · 1 year
Text
Manifesting*
Tumblr media
Ballysaggartmore Towers / Ireland (by lemonlimod).
3K notes · View notes
papdenui · 1 year
Photo
Manifesting*
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
The Banshees of Inisherin (Martin McDonagh, 2022)  
5K notes · View notes
papdenui · 1 year
Photo
Manifesting*
Tumblr media Tumblr media
Irish landscapes (by jean marc)
8K notes · View notes
papdenui · 1 year
Photo
Tumblr media
Margaret Atwood, Morning in the Burned House
17K notes · View notes
papdenui · 1 year
Text
ikinci edisyon
15/03/23
20h : Nazlı’dayız, bana özel hayatını açıyor, acımdan uzaklaşırsam daha iyi olur sanıyor. bir süre ona olanlardan bahsediyoruz. kötü hissettirmiyor, ama kızgınım, içimde dinmeyecek bir ateş yanıyor gibi hissediyorum. ayça haber bekliyor, deniz gizem haber bekliyor, ayşe bile bekliyor -yaşayan ayşe arkadaşım... bazen kendimi bu cümleyi anlatılarımın sonuna eklerken buluyorum (ah!)-. Çıkıyorum oradan yolda Adélie’yi arıyorum, sevgilime eski sevgilimin beni ne denli üzdüğünü anlatıyorum, ne güzel dinliyor beni, çok kabul edici bir yönünden. sevildiğimi hissediyorum, usul usul ağlıyorum, kızgınlığım geçmiyor.
22h : Himmet’e geldim, şarap içiyoruz, peynir yiyoruz, nedense böyle oldu. iyi bir ev sahibi, sinirden ağlayacak gibiyim, ağlamıyorum. çocukluklarımızdan konuşuyoruz, sevgiyi öğrenmemiş olmak hala muhabbet konusu, Ayça’yla da konuşmuştuk. ulusu bir çocukluk anına bağlıyoruz, acaba ondan mı böyle oldu. yine ben geldim, oyun bitti, bana sarılmadı, artık ikinci bir kimseyi seviyor. annem gibi, kardeşim gibi. 
16/03/23 : Elif’teyim. yine çok uzun süre sonra buluştuk, ama hala aynı arkadaşlık içimizde. buna evrilen bir dostluk. şarap içiyor, suşi yiyoruz, konuşuyoruz, konuşuyoruz, konuşuyoruz. konu ulusa kadar geliyor, sonra susuyorum. biraz queer fotoğraflar çekiyoruz, biraz elifin yeni yaptığı şarkıları dinliyoruz, sonra müzik açıp dans ediyoruz. elifle bunu yaparız. hep yaptık, 2012′den beri. bunun doğallığının güzelliğinde, bunu bizzat bilerek, bırakıyorum kendimi, usul usul dans ediyoruz. ikinci şarap şişesi biterken artık hazırım konuşmaya. ulusu anlatıyorum, ağlıyorum, gerçekten yaralı bir hayvan gibi ağlıyorum, çok çaresiz, acısıyla ne yapacağını bilemeden, göğsüne çekiyor elif beni, sırtımı okşuyor, ben bi süre öyle ağlıyorum. keşke hiç tanımasaydım onu ve sevmeseydim, çünkü artık onun olmadığı bilinciyle devam edeceğim hayata diyorum. sırtımı okşuyor, şimdi böyle hissetmen çok normal, iyi ki sevdin bence, bunu hiç tatmayan insanlar var hayatta diyor. ben de böyle derdim. ama kalbim burun kıvırıyor.
20/03/23 : Fransaya döndüm. bütün gün iş, seminer, vs. saat 17 oluyor, psikiyatrın karşısındayım. türkiyeyi anlatıyorum, annemi, ayşenin mezarını, nasıl da ellerimizde kırıldığını (aldım bir parça mezar taşını Ayşe, bunu düşündükçe kalbim eziliyor, ah!), ulusu. duygusal olarak yorgunum diyorum. ulusu hiç anlamamıştım daha, merak ediyor, özet geçiyorum, ama ulus diyecek halim de yok artık, ona dair gözyaşlarını artık akıtmışım. gönülsüz laflar ediyorum, dediğime ben de inanmıyorum, yine de güzellediğim bir aşk. sonra diyor ki “sizce de çok yunan tragedyası gibi değil mi? sizce bu aşkı biraz idealize etmemiş misiniz?”. Müüüüüüüthiş canım sıkılıyor, öyle ki çıkıp gidesim var. kötüsü cevap bile veremiyorum doğru düzgün, “yo hayır diyorum, öyle değil, bizim ilişkimiz evet size böyle geliyor olabilir, ama öyle değildi. bize dair bi şeydi”, durmadan “yooo öyle değil, bilmiyorum, ama öyle değil.”, zırvalıklar. inanmıyorum ki ben de artık. neye inanayım bilmiyorum. görüyor musun ulus beni düşürdüğün hali. kızıyorum. o sırada sana kızıyorum, psikiyatra kızıyorum, bıktım her şeyden ve herkesten ve olayları analiz etmekten. bir süre bundan konuşuyoruz, sonra olayı bağlıyorum. “neyse işte türkiye zordu, iki mezarlık ziyaret ettim, iki kişiye veda ettim”. diyecek bir şeyi yok, seansın sonuna geldik, gitmem gerek.
21h : derslerim bitiyor, işten çıkıyorum. müthiş canım sıkkın. JP ile yürüyoruz, yemek yiyeceğiz, fransada emeklilik yasası grevleri devam ediyor. her yerde polis, vücudum geriliyor, polislere bakmadan yürüyorum, bu savaş benim savaşım değil. artık kimsenin savaşında vurulmak istemiyorum. restoran biz gidene kadar kapanmış oluyor, çok yürüdük. sonra evin yakınlarında başka bir restorana gitme kararı alıyoruz. karanlık yollar, neden böyle loş anlamıyorum. polisler grup grup ara sokaklarda, çok iriler, sanki dik dik bakmaya kalksan üzerine çuvallanacak gibiler. biraz daha ilerliyoruz, biber gazı kokusu geliyor burnuma, çok da gerginim, soruyorum dönüp “sen de alıyor musun kokuyu?”, almıyor tabii. bu bizim oraların derdi heralde diye düşünüyorum, zorla öğrendiğimiz bir korunma taktiği. gaz var evet, birazdan öksüre tıksıra geçiyoruz sokakları, hala açım, psikiyatra müthiş gıcığım, sinirden çatlayacak gibiyim. sonra diyorum ki, çok kızgınım ama haklı heralde. üzer dedi tragedyalar, heralde benim bu üzgünlüğe tutunmamı gördü. çünkü demiştim, daha önce de terapiye gittim ama ona hep yalan söylüyordum, çünkü mutsuz olmak hoşuma gidiyordu, mutsuz olmazsam yazamam sanıyordum, yazmak için mutsuzluğuma devam etmek istedim. bilmem, dedim bunu, bunu mu gördü acaba? acaba ulusa bu yüzde mi tutundum? attım bir soru, bugün böyle geçiyor.
25/03/23 : Paris’teyim, dün JP ile bir barda oturduk, psikiyatrı konuştuk, gıcık olduğumdan bahsederken, bakıyorum o hissim geçmiş. yokluyorum bir panik kalbimin o sinirden kaskatı yerini, yok, sanki bir yara bandını sökerek almış kadın. fakat altında yara kalmamış meğer, yokmuş. bakıyorum, yumuşacık şimdi kalbimin o köşesi, hassas falan hala, ama katı değil. bilmem nasıl anlatsam. işte kabuğu düşmüş meğer o yaranın, alttan gelen derinin rengi hala biraz yeni, daha açık tabii. normal. ama acı acı ulusu da düşündüğüm yok artık, canım ağlamak istemiyor. ben o yara kalksın istememişim. yani ayça işte sana dediğim gibi o gece ağlarken : “ya unutursam diye çok korkuyorum, çünkü unutmak istemiyorum, çünkü unutursam o da herkes gibi olur”.
Ulus benim için herkes gibi oluyorsun. yarın doğum günün. kutlu olsun.
2 notes · View notes
papdenui · 1 year
Text
Bir sürü küçük an(ı) : first Edition
10/03/23 : tanıdık bir kalabalık, sıkış sıkışlık ama rahatsızlığı katlanılmaz olmayan ; sevdiğim insanlar bir yandan, bir yandan gelip gidenler, yine sinir ettiğim bir kimse (biraz önce ardımdan bu kız kendini ne sanıyor diye bağırmış daha). Ayça var, Fırat var. Ben Antalya’dayım neredeyse iki haftadır ama ilk kez dışarı çıkmışım. Bira içiyoruz, içesim de yok aslında, ama durasım da yok gibi. bir daha ne zaman geleceğim, ne zaman olacak ki böyle bir akşam buluşması daha diyerek bir daha içiyorum. Fırat annesinden bahsediyor, ağlıyor. Biz Ayça’yla kendimizce, kendimizin doğru bulduğu şeyler söylüyoruz, bir de böyle bak, bu yüzden mi acaba böyle yapıyorsun, diye sorular soruyoruz. Belki cevap yok, cevaptan önce hep sorular var. bir an Fırat’ı yine biri görüyor, yine biriyle konuşuyor, Ayça’ya bakıyorum, geldiğim noktadan memnunum diyorum. Böyle üzülmediğimi biliyorum (ah!)
11/03/23 : Ayşe’nin kırık dökük mezarına gidiyoruz. Bu gün ile ilgili ne hissedeyim bilmiyorum. Bir adı var : trajikomik. Gülüyoruz, tonlarca ağlıyoruz, kahkahalar atıyoruz, daha anın içinde diyoruz ki kara komedi. 
Akşam : Zübüş odasına götürüyor bizi Ayça’yla, birkaç saattir buradayız. Geldiğimizde ikimize birden sarılıp ağlamaya başlıyor, biz de ağlıyoruz, üçümüz, sarılarak, bir süre orada, mutfakta. Yatak odasındayız şimdi Zübüş’ün. Ayşe’nin eşyaları gelmiş gelebildiğince, yıkamış ütülemiş, en büyük gözüne koymuş elbise dolabının. Gelecek gibi sanki yarın öbür gün, öyle özenle bekliyor kıyafetleri. Bir diyor bunu yıkamadım, bir bere çıkarıyor açık mavi, tüylü, yumuşacık. Önce kendi kokluyor, kıyamadım, kokusu vardı, atamadım makineye diyor, sonra sırayla bize veriyor. Ayça’ya iki gün önce, benim Ayşe’ye dair gözyaşım bitti artık demiştim (ah!)
Gece : Ayça’nın migreni çıkıyor, ilaç veriyorum, biraz geciktirerek. Sonra biraz yatakta konuşuyoruz, o bir yanda ben bir yanda. Söz Ulus’tan açılıyor, neden? Ulus’u göresim var çünkü, ondan heralde. O kadar çok ağlıyorum ki, diyorum ben bu kadar ağlamamışım çünkü onu kaybedişime, ilk kez bu kadar ağlıyorum. Neden bu ayrılığı metanetle karşıladım? 
12/03/23 : Sabahına gözlerim şiş uyanıyorum, öyle çok ağlamışım ki üç göz kapağım var sanki. Babam, Ayça, ben ceviz kırıyoruz, babam ceviz kırmakla ilgili baba şakaları yapıyor. Fransa’ya bir yıllık ceviz getiriyorum, mutlu oluyor. Sevmeyi söylemenin yolları : baba 101. Annem kısır yapıyor hemen. Sevmeyi söylemenin yolları : anne 101. Bütün gün kısır yiyoruz, Ayşe’nin fotoğraflarına bakıyoruz. Ayşe ne kadar değişmişsin... 2008′den 2020′ye kadar çok güzelsin, çok güzel bakıyorsun, çok güzel gülüyorsun. 2020′de bir şey olmuş gülüşüne, gözlerine. Sahte geliyorsun, zaten 2021′in sonunu görmeye sen de tahammül edemiyorsun.
13/03/23 : Antalya havalimanındayız, İstanbul’a uçacağız Ayça’yla. Ben Ayça’nın yüzüne elimle dokunup duruyorum, sinir ediyorum. Yine yapıyoruz, o da bana bir counter attack yapıyor, salona çığlık çığlığa (minik ama yüksek), kahkahalarla, şakadan kızarak ama sarılarak giriyoruz. Bence ne kadar yakın arkadaş olduğumuzu herkes görüyor, iki yaşlı teyze bize bakıp gülümsüyor. Ben de şanslı hissediyorum. Ayça ile barışmak bu boktan dünyayı biraz daha çekilir kılıyor.
15/03/23 : Abbas. Beni bu görüşünde bana artık sarılmıyor. Hayret bana 2017′den beri hep sarılırdı. Sarılırken ensemden koklardı. Bu sefer sarılmıyor, dudaklarını değdirmeden iki yanağımdan öpüyor. İki tarafımdan yani? gözleri tanıdığım gibi değil, bakışları değişmiş. gülüşü ona benziyor ama artık anlamadığım şeylere gülüyor. dışarı bakmak istiyorum, burada durasım çok yok, bir anda içimde böyle bir istek, gitmek istiyorum, kalmamak, Abbas’ın teras demirlerinden bir çiçek sarkıyor, güzel koktuğunu düşünüyorum, kokluyorum, güzel kokmuyor, şaşırıyorum. Sanki yani onun böyle değişmiş olması, sevgilisiyle eve çıktıklarını söylemesi kalbimi kırmıyormuş gibi çiçek kokluyorum. Itırlı diye bir kelime dilimde, dilime hiç küfür sürmüyorum. Çok fazla çalışan, o kadar çalışan neden var diye düşünüyorum, bir düşünce daha var aklımdan siyah bir bulut gibi geçen, çünkü biz ben fransaya gideceğim diye ayrılmıştık şimdi sevgilisiyle yurtdışı planı yapıyor, o nereye giderse, oraya gideriz diyor, fransa olmazmış, çünkü fransızcayı sevmiyormuş, neden burada bu kadar çok çalışan var diye düşünüyorum. hava biraz soğuyor, yavaş yavaş, ben ellerime bakıyorum uzun uzun, yine gözlerim mekanı arşınlıyor. ne yapsam çok bakamıyorum yüzüne, çünkü tanımadığım bu bakışlar beni huzursuz ediyor. bir ara sanırım sıkkın soruyorum, yani artık beni sevmiyorsun, sevmiyorum diyor, düşünüyor önce, öylesine verdiği bir karar değil, uzunca gibi gelen bir süre düşünüyor, sana umut vermeyeceğim diyor, bana umut vermekten bahsediyor. ıtırlı yapraklar, çiçeksiz, ama nedense çiçek diyoruz, neden? belki adına bitki denmeli : plant yani... sonrası bitmek bilmiyor, uzun uzun acıyor kalbim, uzun uzun kanıyor, hala vuruyor, diyor ki seninle beeeeelki ilerde birlikte olma ihtimalimiz olurdu sen dinleseydin sevgilimi, paylaşsaydın sevincimi, ama olmaz artık, mümkün gibi görünmüyor, ben modern bir eski sevgili isterdim. bakmadığım insan kalmıyor sokakta, bu karşıda ayıbedenler diye bi kafe vardı, şimdi fine dining olmuş. güzel dekor diye düşünüyorum, bu arada tabi usul usul iki saattir falan ağlıyorum. bir daha asla görüşmeyeceğimizi biliyorum. nazlı geliyor sonra, beni bırakmasın diye bira ısmarlıyorum, sonra üçümüz oturuyoruz, deprem konuşuyoruz. kalkmak için saatleşmiş, dokuz buçukta çıkarız demiştik, saat sekizi bulurken artık dayanamayacak gibi oluyorum, nazlıya gidelim diyorum, o da hemen kalkıyor. yine sarılmıyoruz. hayret ediyorum. bir daha asla sarılamayacak bana oysa. bunu düşünmüyor oluşuna çok hayret ediyorum.
0 notes
papdenui · 1 year
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Glimpse of the Garden (Marie Menken, 1957)
12K notes · View notes