Tumgik
operasyon · 2 days
Text
Kaybettiğin yerde bekleme, güçsüzler öyle yapar. Sana kapanan kapıyı bir daha çalma, Kapanan kapıyı acizler çalar. Unutma ki bu aşağılık dünyadasın; Kötülüğü baştacı edip iyiliği çılgınlık sayan dünyada. Şunu iyi bil ki; şeytan da kutsal kitaplardan örnekler verebilir. Ve cehennem boş, şeytanların hepsi burada… Her düşünceni dile getirme, Sana yakışmayan hiçbir düşünceyi hayata geçirme. Samimi ol fakat basit davranma. Huzur ancak gökyüzünde vardır… Biz ise yeryüzündeyiz. Utan ey çağ! Soylu insan yetiştiremez oldun. Arama boşuna bulunmak istemeyeni. İnsanlar göründükleri gibi olmalıdır, Eğer değillerse… Hiç görünmesinler daha iyi. Kader mi aşkı kovalar, yoksa aşk mı kaderi? Kimseler çözemedi bu bilmeceyi… Hoşçakal, değerin çok yüksek, Tutamam seni… Sen ancak görenleri seversin, bense körüm… Sen ne kadar kalsan da geliyorsun benimle… Ben ne kadar gitsem de kalıyorum seninle. Öğret bana nasıl unutulur düşünmek? Oysa benim ruhumda savaş var. Durmadan ölüyor içimdeki insanlar. Boğ kendini yüreğim; dilimi tutmam gerek… William Shakespeare
( Bu gün daşborda düşen şiir. Hepimiz Şekspiri dinlemeliyiz bence )
0 notes
operasyon · 4 days
Text
Tumblr media
Bayramların içeriğini sorgulayınca güncel durumda genellikle kutlanacak bir şey bulamıyorum.
"Ulusal egemenlik" nedir?
Vikipedia'ya göre :
"Ulusal egemenliğin var olduğu devletlerde, kurucu ve yönetici güç bazı kişilerde ya da belli gruplarda değil halktadır. Ulusal egemenliğin en önemli göstergelerinden biri meclis ve onu oluşturan demokratik seçimlerdir. Uluslar bu sayede kendi egemenliklerini oluşturabilirler".
Fiili durum böyle midir?
Seçimlerin adaleti eşitliği, ne ortamda yapıldığı ortada, mecliste fonksiyonlarını işlevlerini yitirmiş bir meclis. Şu anda bir muhalefet milletvekili olmanın milletvekili maaşı almak dışında ne gibi bir önemi var?
Hani İşçi partisinden seçilmiş bir milletvekili hapiste ya, hep hapiste kalsa yada mecliste olsa bizim yani halk için ne önemi var?
Çıkmış olsa dağları mı devirecek?
Geçelim muhalefeti iktidar partisi milletvekili olmanın önemi bile öylesine. Sadece sembolik önemde.
Çünkü bütün olarak gerçekte meclisin önemli bir yetkisi kalmadı.
Bunun neresi, ne kadarı ulusal egemenlik?
Bu şartlar altında kutlu olsun.
0 notes
operasyon · 9 days
Text
Az önce daşborddan geçen güzel paragrafın özü: "Sadece hedefler değil hedefe giden süreçler önemli"
Bu durumu başka biçimlerde dile getirmiştim bende yıllardır. Vardığın hedef gittiğin yoldan tamamen bağımsız değil ki.
İyi bir hedefe kötü bir yoldan ulaşıyorsan artık o hedef ne kadar iyi olabilir?
Sen ne kadar iyi olabilirsin bir kere?
Geçtiğin yolun kiri pisi pası her yerine bulaşmışsa, o yolun tozunu toprağını yutmuşsan. Yorulmuş yıpranmışsan.... hatta hedefin kendisi yıpranmışsa ne anlamı var gittiğin yolun?
Manevi olarak da durum aynı: İşte politik ortamda görülüyor. Sıradan aç sefil vatandaş katile hırsıza tecavüzcüye bile bile destek oluyor. Neden?
Aç adam niye kendisini soyup soğana çevirene, aç sefil bırakana eyvallah etsin?
Onları daha yüce bir amaca giden yolda ki kirler sayıyorlar. Neden bu işte.
"Tamam ben soyuldum ama yüce davamız için soyulsam da dert değil yeterki o dava başarıya ulaşsın" diyor.
Hesap edemedikleri yolda bulaştıkları o kirler o yüce hedeflerini yerin dibine batırdı. Gidebilecekleri bir hedef, bir yüce, kutlu dava filan kalmadı ama... kimi farkediyor kimi bunu bile farkedemiyor.
---
En başından beri hem dünyada hem tumblr da gittiğim yolları hedeflerden daha çok önemsedim. Yolu yanlış buldum. Yol yanlışken doğru bir hedefe ulaşmayacağımdan hep emindim.
Başarılı da olsam yol yanlış olacaktı. Tam on üç yıl önce yazdım bu konuyu. Kendimden alıntılayım o sözü " Yanlış bir yoldan doğru bir hedefe varılamaz"
Bu söz bin yıl önce de doğruydu bin yıl sonrada bence doğru olarak kalacak.
---
Yolları önemseyen bendim. Hedefleri önemseyen toplumunuzdu, topluluğunuzdu.
0 notes
operasyon · 9 days
Text
Yazmadan da yaşanıyormuş.
Önemli önemsiz bir sürü anı bir sürü konu anlattım burda. Belki biraz daha ağır başlı biraz daha ciddi konulara girebilirdim ama dünyada hala kitaplar var. Daha sistemli konular darmadağın bir bloğa değil derli toplu bir kitaba ait olmalı diye düşünüyorum.
Tumblr'da daha nadir olabilirim. Burda sessizlik ölmekle eş anlamlı olduğundan adam öldü herhalde diye sevinilmesin.
0 notes
operasyon · 9 days
Text
Örnek kadınlar için olsun. Dünya yakışıklısı bir kocanız - sevgiliniz olsa...
Aslında iyi biri de ama bir kusuru var: Sürekli gergin, sürekli kızgın. Neredeyse her an bir şeylere kızıp küfretmekte. Evde olsanız size sataşması an meselesi, yolda olsanız trafikte cinnet cinayet bir adam. Büyük ve ciddi kavgalara da karışmıyor aslında ama yine de sürekli gerilim kaynağı. Kısaca gergin geçimsiz biri.
Bir gün gelir ki, ne sportmen vücudu, ne karizmatik ses tonu, ne dünya yakışıklısı oluşu, ne parası pulu umrunuzda olmaz. Huzur istersiniz. Sadece huzur.
---
Ben gergin geçimsiz insanlarla bir arada yaşmaktan çok çektiğim için huzuru seviyorum.
İnsanoğlu işte, bir arkadaşım var. Bana bazen yok yere sataşır. Tartışma çıkarmak ister. Hiç tartışmam. Kavga edip boşalmak ister, ben etmem.
Olayın sonunda olumlu hiç bir kazanım yoksa aptal gibi neden kavga ediyim?
Ben de onla dalga geçiyorum. Mutlaka bir şeyleri kırıp dökmek istiyorsan, küfredip rahatlamak istiyorsan sana bir boks torbası alalım. "Kızdıkça ona vur. Sövdükçe ona söv" diyorum. Hem spor olur.
---
Geçimsizlik sadece başkalarını etkilemiyor. Kişisel bir tarafı da var. Şu dünyada atmış yetmiş yılı göz açıp kapayıncaya kadar yaşayıp gideceksiniz. Zaten az olan bu süreyi de hır gürle, kavga dövüşle, kendinizi bir sinir krizinden ötekine atarak mı yaşamak istersiniz? Üstelik kızıp bağırdığınız,sövüp saydığınız insanlar da düşmanlarınız olmayacak. Arkadaşlarınız, aile bireyleriniz vs olacak.
Saçma işte.
0 notes
operasyon · 15 days
Text
Bir akşam yan komşunuz size bir tepsi baklava getirmiş. Baklava en iyisinden. Harika. Harika ötesi.
Teşekkür ettiniz aldınız yediniz.
Ertesi akşam bu sefer elinde en sevdiğiniz yemek. Ev yemekleri dönerler pizzalar pilavlar etliler sütlüler, ballar börekler...
Bunlar dönüşümlü geliyor. ,
Siz bu komşunuza hiç bir şey veremediniz. O size yemek taşımaya devam ediyor.
Üstelik komşunuzun durumunu tam olarak bilemiyorsunuz da. Belki çok zengin, bunları getirtmesi ona çok zor değildir ama belki bin bir fedakarlıkla alıyor onları, bin bir emekle kendisi hazırlıyor. Bilmiyorsunuz.
Gerçi bilseniz de bilmeseniz de azıcıkta olsa bir gururunuz varsa bir süre sonra bu nezaket bu zarafet bunca iyilik sizi ezer. Arsız yüzsüz sınırsız bir bencil değilseniz, bir karşılık verebilmek istersiniz.
Hani o haftanın her günü getiriyorsa sizde en azından bir gün olsun ona sürpriz yapabilmek istersiniz. Yapmayış nedeni önemsiz, onu bile yapamıyorsanız ne olacak? Ne hissederseniz?
İşte ben de bazen böyle hissediyorum.
O zaman bir şey anlatmak istemiyorum.
----
Hemen de eklemiş oluyum bu yemek meteforunun sevgiyle aşkla vefayla sadakatle böyle ağır anlamlı başka kavramlarla ilgisi yok. Sadece beceriyle ilgili. Bu dünyada kimisi yemek yapmayı bilir kimisi bilemez.
0 notes
operasyon · 17 days
Text
Arife günü bir klasik olarak mezarlık ziyareti yaptık. Her bayram öncesi trafikte tıkanır o yolda. Arabalar santim santim ilerler. Bu toplumun nadir iyi özelliklerinden biri ölülerine bağlılığı. İnsanlar konvoy konvoy kaybettikleri yakınlarını ziyaret ediyorlardı.
Orhan Veli'nin "ölünce biz de iyi adam oluruz" dizesi geldi aklıma. Artık hep iyi adamlardır bütün mezarlar. Paylaşım savaşları bitince herkes iyidir. Kimse kimsenin rakibi değil. Kimse düşman değil. Kimse fakir yada zengin değil orda. İdam edilen gençler ve cellatları da aynı mezarlıkta sessizce yatıyor. Ölüm her şeyi eşitliyor.
O mezarlık 70'lerde açılmıştı. Ben de 70'lerdeki ilk sakinlerinden itibaren gezdim. Mezar taşlarında seninle aynı tarihte doğmuş insanları görmek pek hoş bir duygu değil tabii.
---
Biliyorum hepi topu zorunlu da olmadığımız bir bayram tebriğini iyi dileklerle başlayıp bitirmek varken mezarlık ziyaretine ne gerek var. Bu duyguya karşıyım da ondan. Yani insanların ölüm yokmuş gibi davranmasına. Bu dünyada ölüm diye bir şey var. Ondan kaçarak, gözünü kapatarak kurtulunmuyor. Kaçmak değil kabullenmek gerek bence. Kabullenmek ve bu duyguyla hayatı iyi yaşamak gerek. Her anın her saniyenin değerini bilerek yaşamak...
İnsanlar hayatı neden bu kadar kötü yaşıyor? Başka nedenleri de var ama bir gün öleceklerini unutmuş olmaları da nedenlerden biri.
---
Tüm güzelliklere mutlu sağlıklı, sevdikleriyle birlikte olacakları bayramlar diliyorum. Bayramınız kutlu olsun.
0 notes
operasyon · 22 days
Text
Bu seçimde kadın belediye başkanlarının sayısı arttı. Kadınlarda doğal olarak bunu destekliyor ama...
Kimse sırf cinsiyeti kadındır diye daha iyi bir yönetici, hatta daha iyi bir insan olmak zorunda değil.
Nerden biliyoruz? Tansu Çiller'den biliyoruz.
Tam askeri darbenin etkileri memleketin üstünden kalkarken başbakan olmuştu. Herkes kadınca duyguların politik ortamı olumlu etkilemesini beklerken kadın ve arkasında ki karanlık guruh, 12 eylül darbecilerine rahmet okutacak bir karanlığın temsilcisi oldular. Benim için o günler sivillerin askerlerden daha kötü olabileceğinin resmidir.
Bu nedenle sırf kadındır diye politikacı tayfasına ekstra bir değer verip olumlu beklentilere girmem. Politikacı insanı ayrı bir türdür. Politikacı her şeyden önce politikacıdır.
Politikada kadınların sınırsız kötü oluşu buralara özgü değil. Hemen yakın tarihten korkunç bakışlı şeytani kadınlar ABD'nin geçmiş dış işleri bakanları Condoleezza Rice, Madeleine Albright gibi kadınlar geliyor aklıma.
"Bi kaç milyon Iraklı çocuğu öldürdük ama değdi" diyecek şeytanilikte hatunlar bunlar.
0 notes
operasyon · 23 days
Text
Epeydir sağlıklı beslenme önerileri yapmıyorum. Biraz gençliğin davranışlarından kaynakalandı. Çünkü burda kaşar yemeyin diyorum ertesi gün lap.. kaşarlı tostlar filan..
Bana inat olsun diye her türlü kötü alışkanlığa hazır bir gençlik var.
Neyse, Canan Karatay teyze gibi kendimce önemli bulduğum bir kaç noktayı iletmiş oluyum. Kadın diyor ya "ekmek yemeyin koyun olursunuz"
Ah keşke koyun olmaktan kurtulmak için ekmek yememek yetse.
Ekmeğe dair teorim yok ama genel olarak sağlıksız hazırlandığı konusunda hemfikirim.
Bu gün kaşar peynirine ekleyeceğim yasaklar muz ve patates.
Bunlar sınırlı yasaklar. Yani arasıra yenilebilir ama asla tutkuyla sevilmemesi gereken yiyecekler.
Bir ishal belirtisiyle doktora gitseniz size önereceği patates ye, muz ye, çay iç olacak. Doktor bunu önerirken ne gibi etkilerine güveniyor?
Normal zamanda sık sık bunları tüketirseniz kabız olursunuz. Bu da sürekli yada çok sık bir hale gelirse başka kronik hastalıklara davetiye çıkarır.
Ama çoğu insan bunları düşünmüyor. Düşünmüyor ve otuzlu yaşlarında genç sayılacak yaşta kronik hastalıkları oluyor.
---
Bizim kuşak dahil öncekilerin sağlıklı beslenme diye bir dertleri olamaz çünkü öyle bir lüksleri yoktu. Dertleri açlıktı. O yüzden karınlarını doyurmuş olmaya şükrettiler. Yemek seçemezlerdi. Bahtlarında ne varsa onu yediler ama bir şansları onlar aynı zamanda sürekli çalışmak zorunda olan köylülerdi.
Sürekli hareket hainde olmak ve yeterli beslenemeseler bile en azından doğal besleniyor olmak onları sağlıklı tutuyordu.
---
Bütün besinlerin panzehiri hareket. Hareket halinde olmak her şeyden önce sağlıktır. Oturarak yapılan işlerde bile saat başı en az bir beş on dakika hareket etmeden koltukta kalmayın.
Bence insan vücudu yirmili yaşlarında bile onlu yaşlarına kıyasla yavaşlamaya başlıyor. Her on yaşlık dilimde bir önceki on yılına göre daha yavaş çalışan bir vücudunuz olacak.
Alışkanlıklarınızı değiştirmezseniz, kırklı yaşlarınızda kendinizden onlu yaşlarınızda ki enerjiyi bekler ve yemek dahil onlu yaşlardaki alışkanlıklarınızla yaşmak isterseniz hayatınız zor olur.
Günün özeti muzla ve patatesle ve benzerleri püreleşen yumuşak meyvelerle mesafeli bir ilişki iyidir.
0 notes
operasyon · 1 month
Text
60'ların sonunda babam ortaokul mezunu olarak vekil öğretmenmiş. İlçede üç ay daha kurs görse kadrolu öğretmen olabiliyormuş. Kendisini öğretmenlik için yeterli hissetmemiş, o kursa gitmemiş. Ankara'ya gelmiş burda memur olmuş vs..
Devleti Alimiz ortaokul mezununu bile öğretmen yapıyorken üniversite mezunlarının fırsatları nedir?
Doğal bir mantıkla memurluk garanti, hatta sıradan memur mu olacaklar, bir yerlerde yükselmek müdür vs olmak nerdeyse garanti.
Bu şartlar altında babamla aynı yaşta gençler, mevki makam para ünvan gibi kişisel çıkarlarının tümünden vazgeçmek bir yana, canlarını ortaya koyarak beklenmedik yollara girmişlerdi.
Devletin tam bağımsızlığını sağlamak, halkın refahını arttırmak, insanları özgürleştirmek gibi idealler peşinde koştular.
Ama gerçek bu ki hep azınlık olarak kaldılar. Üç beş üniversite öğrencisi. Üç beş hadi abartmış oluyum üç beş bin olsun. O kadar.
O günlerin ifadesi olduğundan aklımda söze dökülsün dökülmesin halkı kurtaracaklarına inanıyorlardı. Belirsiz netleşmemiş amaç-hayaller arasında temel buydu: Halkı kurtarmak!
İşçileri patron zulmünden, köylüyü ağa sömürüsünden kurtarmak. Üniversiteleri özgürleştirmek. Ülkenin gelirini adil olarak paylaşmak. Devleti emperyalist sömürücülerden kurtarmak vs vs..
Şaka gibi. Bu amaçlarını bildiğim insanlarla çok konuşma imkanım olmadı. İmkan olan sınırlı durumlar da da kimsenin kalbini kırmayım diye sormadım.
" tamam siz halkı kurtarmak ideali uğruna canınızdan vazgçetiğiniz bir savaşa girmiştiniz ama halk kurtulmak istiyor muydu?"
Ciddi bir soru.
Levent Kırca'nınbir parodisi vardı. Trafik kazası geçiren kazazede " Aman beni kurtarmayın" diye yalvarıyordu çevresine. Çünkü o günlerde kazazedeleri kazadan çok yanlış yardım çabaları öldürüyor yada sakat bırakıyordu.
Halk da aynı sözü o gençlere söylemiş olabilir mi?
"Aman beni kurtarmayın"
Soruyu sorduğum tek seferde tek bir yanıt aldım:
Sorduğum kişi " Evet kurtulmak istiyorlardı. 1977 1 mayısında taksimde beş yüz bin insan vardı. Sıradan bir kalabalıkta değildi. Büyük kısmı sol örgütlere üyeydi. Bu sayı o günkü ülke nüfusuna oranla az bir sayı değil. Ayrıca kendine solcuyum diyen herkesin o gün Taksim'e gelmediğini düşünürsen ki bende gitmemiştim, arkadaşlarımda gitmemişti, bizim gibi milyonlarca insan da gitmemişti, sadece istanbul ve yakın çevresindeki illerden böyle bir kalabalık toplandı, sayıya bakarak halkın kurtulmak istediğini sende anlarsın" demişti.
Bu yanıt bir köşede dursun.
Soruyu güncellesek bu günkü toplumda kim kurtulmak istiyor?
Ve istiyorlarsa isteklerinde ne kadar samimiler?
----
Kurtuluşun bir de bireysel psikolojik yönü var tabii. Zenci hakları için savaşan biri şöyle bir söz söylemişti. "En zor iş bir köleyi, köle olmadığına inandırmaktır"
Köle köle olmak için doğduğuna inanıyorsa onu nasıl kurtarabilirsin ki?
Modern toplumumuzda böyle saçmalık mı olur?
Oluyor aslında ama farklı boyutlarda oluyor.
Konuyu daha özel örneklere taşıdıkça daha çok uzar.
Toplumsal kanı şöyle olsun: Falanca kişi batık bitik felaket, değeri sıfır. Beş kuruş etmez. Bakıyorsun o kendisi de inanıyor bu söze. Batığım bitiğim, değerim sıfır diyor. Ne güzel hem toplum hem olayın kişisi değersizlik konusunda aynı fikirde!
Yine en kaba gözlemlerimle bile görüyorum ki, tıpkı kölenin hayatının çalınması, işçinin emeğinin çalınması gibi bu değersizlik inancı da sınırsız istismara açık. Köle köle kalmalı işçi işçi kalmalı kuralı. O kişi değersiz olduğunu düşündükçe gerçekten de değersiz kalacaktır. Çünkü değersiz oldukça üstünde herkes tarafından, her türden hak iddası mümkün. Toplumsal uzlaşma bunu sağlıyor.
----
Yeniden en genele dönersek, bu toplum kurtarıcılarını öldürdü. Gerçek bu.
Kurtarıcılar kurtarabilir miydi ayrı soru ama sonuçta toplumun bedavaya getirilmiş fedaileri kendilerini feda ettiler. Sonuç: İçinde bulunduğumuz dünya. Bu dünya artık kimi ne kadar mutlu ediyorsa?
0 notes
operasyon · 1 month
Text
Politikada bana garip gelen bir konuyu da yazmış oluyum. Acaba ben mi garip düşünüyorum yine? diye aklıma takılan konulardan.
1940 Almanyasındayız diyelim. O tarihte Hitleri eleştirmek politika mıdır? Muhalefet böyle bir şey midir?
Hitler'e diyelim ki " Gel aslanım, gel yiğidim, bırak bu hayalleri faşist olma. Bak ülkemizi - Almanyayı- uçuruma sürüklüyorsun. Hem halkı hem ülkeyi hem dünyayı mahvedeceksin. Avrupayı aldım diye övünme, Ruslar ve Amerikalılar burnunu fena sürtecek. Almanya parmparça paylaşılacak. Askeri poltikan yanlış, ekonomi poltikan yanlış, felsefen yanlış, ulan manyak hayatın yanlış senin" deselerdi... bunu diyenler muhalefet mi yapmış olacaktı? Cesaret mi sergilemiş olacaktı?
Tüm bu ve benzeri sözlerin Hitler üstünde bir sinek kadar etkisi olur muydu?
Bence bu sözler çok saçma olurdu.
Ne Hitler'i zerre kadar etkilerdi ne de benzerlerini etkiler.
Sözlerin bittiği bir yer vardır. Eleştiri bir işe yarayacaksa yapılır. Hiç bir işe yaramayacağı önceden belliyse niye eleştiri yapılsın?
Söz silahın yerini alamaz! Eleştiri savaşın yerini alamaz!
Söz gerekli olduğunda söz söylenir, Savaş gerekli olduğunda artık söz söylenmez, savaşılır. Bu kadar net.
Hitlerlerle uzlaşamazsın. Onlar bir uzlaşma alanı bırakmazlar. Savaşırsın. Yener yada yenilirsin ama savaşırsın. Gerekli olan tek ilişki biçimi savaştır.
Yani daha yakın zamanda kurtuluş savaşından bahsettik. Atatürk Yunan kralını savaşmasında eleştirsin. " Neden ülkemize geldin, çok ayıp ettin venizelos, Oğlum bu dünya kime kalmış, izmiri alacaksında ne işine yarayacak. Hadi topla askerlerini de gidin"
Adam tartışmaya gelmemiş. Adam savaşmaya gelmiş. Sen istediğin kadar tartış, istediğin kadar eleştir. Bir önemi olabilir mi? Hiçbir önemi yok.
---
İşte dünyanın içinde bulunduğu bu acz. Savaşmaları gereken taraflar savaşmayıp konuşmaya eleştiriye devam ediyorlar.
Bence saçma... Çok saçma.. son derece saçma.
0 notes
operasyon · 1 month
Text
youtube
0 notes
operasyon · 1 month
Text
Tumblr media
Halk konuşsun, halkın dertlerini dinleyelim diye de daha nadiren gönderi atıyorum ama herkes susunca hiç yoktan nihilizm karşıtı manifestolar yazıyorum böyle.
0 notes
operasyon · 1 month
Text
Tumblr media
Muhtemelen bu gün sosyal medyada 18 mart Çanakkale Zaferi adına gönderiler göreceksiniz. Çanakkale zaferi kutlu olsun diyecekler. Tarih: 18 mart 1915.
Tarihi iyi bilmeyen pek çok kimsenin dikkatini çekmeyecek olansa bu tarihte savaş bildiğimiz anlamıyla başlamamıştı bile. Aynı yılın şubatında saldırgan devletlerin savaş gemileri zaten boğazı bombalamış, bazı topçu bataryalarımızı savaş dışı bırakmışlardı. Ama henüz hiç bir kara savaşı yaşanmamıştı.
İşgal devletlerinin donanmaları savaş gemilerinin top ateşiyle Türk kara birliklerini temizleyip, geçip gideceklerini sanıyorlardı. Zayiat vereceklerini biliyorlardı ama tahammül edilebilir bir zayiatları olacak, bir kaç gemileri batsa da donanmanın büyük kısmı boğazı aşacaktı. 10:30 da işlemekte olan bu plan 13:30'da savaş planı değil hayal olmuştu.
Bir kaç saat içinde en önemli gemilerinden bazıları ya batarak ya ağır yara alarak savaş dışı kaldı. Bir kara savaşı yapmadan geçemeyeceklerini anladılar.
İşte bu gün kutlanan bu deniz savaşı başarısı.
Çanakkale Savaşı 18 martta Türklerin zaferleriyle bitmiş olmadı ama savaş gemileri geçip gidemediklerine göre yine de tabii bir zaferdi.
İşgal devletleri, martta yaşadıkları bu yenilgiden bir ay sonra, 25 nisan sabahı gün doğarken Gelibolu yarımadasına beş ayrı bölgeden asker çıkaracaklar ve kara savaşları başlayacak.
---
Savaş alanını gezerken orda komutan olsam nasıl bir plan yapardım diye düşündüm ama o günkü silahların gücünü bilmeden bir plan yapılamayacağı açık. Savaşın kaderini asıl etkileyen toplar olmuştur diye düşünüyorum. Bizim kara toplarımız ve savaş gemilerinin topları. Belki de sadece askerde topçu olduğum için de böyle bir önem atfetmişimdir.
Bilgi Tübitak'dan "Türklerin elinde toplam 137 top vardı. Bunlardan sadece 78 tanesinin çapı 15-35,5 ve yalnızca 18'inin menzili 14.800-16.900 metre arasındaydı".
Menzil hayati derecede önemli.
Çünkü o günkü savaş gemilerinin top menzili 25+ kilometre.
Şöyle bir sonuca yol açıyor. Karşındaki düşman sana etkili top ateşi açabiliyor ama sen açarsan menzil dışındaki gemiler için havai fişek gösterisinden ibaret kalıyorsun.
Bu durumun zorunlu sonucu: Türk tarafı kara savaşını daha kolay kabullenmiştir çünkü çıkarmayı en başta püskürtmeye çalışsa daha çok asker kaybı yaşanırdı.
Tumblr media
Toplar 30-40 kişilik bir ekip tarafından ancak kullanılabiliyormuş.
Tumblr media
Seyit Onbaşı'nın taşıdığı topun ağırlığı 276 kilo.
0 notes
operasyon · 1 month
Text
Tumblr media
Benim gibi biri bile bazen bir şey yazmak istemeyebiliyor.
Teknik olarak tumblru 2016 da bırakmıştım. Asosyal biri için süper sonuç bunca yıl.
Her ne kadar burda tam tersi bir imaj çizmişsem de üniversite yıllarımdan bu yana ne yeni arkadaşlarla tanışmak istedim, ne konuşmak.
Orjinal halim anlaşılsın diye anlatıyım bu konusuzlukta:
Bir ara burda birisi bana günde üç beş mesaj atıyor. Yanıt yazmıyordum. Sonra neden yazmıyorsun diye sordu. Ben de çalışırken internetimin tesadüflere bağlı olduğunu eski bir telefon kullandığımı bu nedenle de mesaj filan görmediğimi anlattım ama biraz da bahane, mesajları görsem de yanıt yazmıyordum.
Durumu kabullendi ama bu sefer de yanıtlarımı beğenmedi. Çok kısa yazıyormuşum. Konuşmak istemeyen biri gibiymişim.
Ben de inkar etmedim. Gerçekten kimseyle konuşmak, kimseyi tanımak istemiyorum dedim.
Tabii çok özel nedenler değilse nedeni nedir diye sordu.
Ben de açıkladım: İyi deneyimler yaşamadım. Benim özgün durumumda konuşmak boş. En geç bir iki ay içinde ya sen beklentiler geliştireceksin, ben o beklentileri karşılayamayacağım, ya ben bir arkadaş olarak senden beklentiler geliştireceğim, sen onları karşılamayacaksın. Sonra birbirimize sessizce kızacağız. Sonrada konuşmayacağız. Hep böyle oluyor, tecrübem böyle, o yüzden daha tanımadan seninle konuşmanın vakit kaybı olduğunu biliyorum dedim.
Tamam sen yanıt yazmasan bile ben yazarım. Senden hiç bir şey beklemiyorum ve ilerde de beklemeyeceğim, yazdıklarımda seni rahatsız ederse engellersin olur biter, buna kızmam kırılmam dedi.
---
İşte istisna bir kişi. Biliyorum ki ben dahil büyük çoğunluk böyle bir durumla karşılaşsa ısrar etmez, O'nun yerinde ben olsam belki kibir sayarım, bırakırım ne hali varsa gördün diye.
Bunları öylesine anlattım ama az önce daşbordda ki gönderiyle uyumlu oldu. Metin ingilizce de türkçesi sanırım şöyle: İsteyen yapar. İsteyen en zor şartlar altında bir çözüm bulur. İstemeyen şartları öne sürer, bahaneler üretir.
Benim hayat tecrübelerim de bu sözleri doğruluyor.
░░░░░░░░░░░░░░░░░░░░
İlk kez bir NBC filmi bitirdim. Kuru Otlar Üstüne filmini izledim. Filmin görüntüsü güzel. Başrolde kar var ve filme asıl güzellik katan kar.
Senaryonun akışını çok beğenmedim. İki saat on dakika sürmesi gereken filmi 3 saat 1o dakikaya neden tamamlamış anlayamadım. Nedir ki bunca film çekmiş bir insanın içinde ki mesaj tutkusu? Seyirciye ilk kez mi ulaşacak? Sessiz sinema gibi çektiği diğer filmlerine inat olsun diye mi koymuş bunca ağır diyalogları ve monologları?
Filmin iki saati usta işi sürmüştü bence ondan sonra akış rayından çıktı. Her filmde olabilecek bir bahtsızlık, karakterleri zorlamak. Daha çok dizilerde ortaya çıkar bu sorun. Senaristler konuyu geliştiremez. O zaman bütün yükü oyuncuya yüklerler. Bir karakter birden o ana kadar çizdiği imaja ters davranmaya başlar, dengesizleşir.
Film de de bu karakter zorlaması mesaj tutkusu yüzünden ortaya çıkmış gibi. Az çok bir ahlakı var gibi görünen, entel dantel iki öğretmen bir anda şeytani işlere girişiyor. O kadar entel bir adam bir kışkırtmayla arkadaşına düşman oluyor. Olmaz. Film bana o değişimin gerekçelerini anlatamadı. Zaten o andan itibaren de usta işi değil amatör işine döndü film.
---
Güzelliklere güzel hafta sonları...
0 notes
operasyon · 2 months
Text
Tumblr media
Tüm Barbi bebeklerin kadınlar gününü kutluyorum.
Her ne kadar kadınlar günü ilan edildiği zamanlarda emekçi kadınlar günü olsa da ve mesela kadınların tırnak uzatması bile aslında "işçi olmadıkarını" belirtmenin bir sembolü olsa da, madem ki en genel haliyle kadınlar günü haline geldi, o zamanın ruhundan sıyrıldı. O zaman barbilerin de özel günü demektir.
0 notes
operasyon · 2 months
Text
Tumblr media
Vatandaşım yüzde kırkı da her şart altında ama her şart altında iktidardan memnun. Kendi şartlarından memnun değiller ama iktidardan memnunlar.
0 notes