Tumgik
noisescape · 7 months
Text
In 1928, Glen and Bessie met their fate
From Twin Falls down the Colorado
In a handmade canoe, what happened to these two?
Is up to who you ask, but full of sorrow
It took twenty-six full days to find the heart of the maze
Deep in the canyon, they were swallowed
He dragged his new wife through his treacherous life
For cheap thrills he took their tomorrows
Did you make it?
Did you make it?
Did you make it on your own?
Or did you fake it
Fake it?
Leave someone else's bones?
They were last seen alive by Emery Kolb
Who lived alone in the canyon
He put 'em up for the night, warmed 'em up by the stove
Sayin', "At least let me save your companion"
The years flew by and Kolb passed on
They found some bones in his boathouse
A bullet in the skull from another dawn
Under the piles of his photos
Did you make it?
Did you make it?
Did you make it on your own?
Or did you fake it
Fake it?
Leave someone else's bones?
Someone else's bones?
"This boat looks like a coffin and the water is strong
If you go, you are gone, gone, gone
If you go, you are gone, (gone, gone)"
Fifty years later the tale turned to legend
A woman claimed to be Bess for a second
By the fire, she said without smiling
"I'm Bessie, I killed him, I was simply surviving"
"I'm Bessie, I killed him, I was simply surviving"
Tumblr media
If you go,you’re gone,gone,gone
Marissa Nadler,Bessie did you make it?
1 note · View note
noisescape · 1 year
Text
I’M NOT THERE
Todd Haynes,2007 ABD
“LIKE A HURRICANE” All I can be is me,whoever that is..(Olabileceğim tek şey benim,bu her kimse..) -B.Dylan
Bir çağın değişiminin söz,ses ve görüntüde bütünleşen karakteriydi belkide,The Times They are a-changin'den Bringing it all back home ve Highway 61 Revisted'de kadarki yolculuğu olacakların ve olmuş olanların özeti niteliği gibi denilebilir. John Wesley Harding'de özlediği yerleri ziyaret etmiş,Pat Garrett&Billy The Kid film müzikleriyle bunu taçlandırmış,Mr Jones'a aynı soruyu çok sevdiği Billy üzerinden sorma fırsatı bulmuştu.Rolling Thunder Revue yeryüzünün tanıklığını yaptığı en müthiş şölenler serisi olurken Dylan,Hard Rain'de kalbini tüm samimiyetiyle aralamış, Desire'da Rolling Thunder bombaları olan Hurricane,Isis,One more cup of tea ve Sara'yı son bi muhteşemlikle sunmuştu.Tangled Up in Blue ve All Along the Watchtower en çok tartışılan şarkıları oldu,Sara'yı ayrıldığı eşine yazdığı kabul ediliyor.Like a Rolling Stone'la bir dönemin insanının fotoğrafını çekerken Rolling Stones gibi bir grubun ismine kaynak oluşturacağını bilmiyordu.Röportajlarında kendisine yöneltilen soruları genellikle sarkastik bir dille yanıtlayan Dylan'ın verdiği en ciddi cevapları "herşey şu anda oluyor" ve "benim Folk müzik yapmadığımı herkes biliyor" olarak sayabiliriz.Herşey şu anda oluyor dese de,geride bıraktıklarının toplamı, bir çağın değişiminin lirik,sesli ve bedensel anlatımının basamakları niteliğindeydi.Değişim, O ve birçokları için arzulanan biçimde olmadı.Nicholas Ray'in ifadesiyle ümit edecek ve ümit etmeyi akla getirecek hiçbir şey kalmamıştı.Bu kırılmadan önceki Dylan ve bu kırılmadan sonraki Dylan,adeta karakterize olmuş biçimde film şeridine yansıyor gibiydi.
Tumblr media
Bob Dylan'ı anlatan bir film çekmek çoğu yönetmenin aklına gelen,arzu duyduğu konulardan biriydi.Warhol ve asistanı Malanga,Factory'yi ziyaret edenlerin çoğunun çekime alındığı Screen Tests'lerde Bob Dylan'ı Hollywood Parodisi dedikleri kısa filmde çekmişti,soğukkanlılığını hiç bozmayan Dylan'ın O'nu Warhol filminde görünmesini isteyen Warhol'un beklentisini karşılayıp karşılamadığını bilmiyoruz ancak kendisine hediye edilen Elvis tablosu için "bunu sadece ödeme için alacağım"dediği biliniyor.7 m'lik tabloyu istasyon vagonunun üzerinde arkadaşıyla taşıyan Dylan tabloyu hiç sevmediğini söyler,onu bir kanepeyle takas eder.Tablo şu an Modern Sanat Müzesinde :)) (Warhol Monroe'sunun en yüksek fiyata alıcı bulan Amerikan sanat eseri olduğunu hatırlayacak olursak,bu aşırı komik bir durum.)
Yeni Alman Sinemasının önemli yönetmeni Wim Wenders'in 1969 senesinde geniş ekran formatlı,gerçek bir kameraman kullandığı ilk filmi, 21 dakikada anlattığı, All Along Watchtower şarkısının Dylan'dan Hendrix çalana kadarki zamanda  ne değiştiği hakkında bir adamın hikayesi.Wenders özellikle eleştirmenlere filmi bu ifadeyle açıklamış,bu oldukça kibirli görülmüş ve ciddi ciddi bunu söylediğini tekrarlamıştır.Wenders değişimi, bir şarkının iki versiyonu üzerinden anlatmayı seçmişti.
Martin Scorsese tarafından çekilen 2005'de No Direction Home ve 2019'da Rolling Thunder Revue belgesel-müzik kategorisinde biri 3 saat,diğeri iki buçuk saatlik filmler.Rolling Thunder Revue'da kurgusal ögeler bulunsa da belgesel niteliği bozulmadan tamamlanır.Netflix'in kayda değer nadir projesi diyebiliriz bu belgesel için.Amerikan sinema tarihinin en önemli yönetmenlerinden biri Bob Dylan'ı belgeselle anlatmayı seçmiş ve bunu iki kez tekrarlamıştır.
Bunların dışında Dylan'ın yaşamı 1967'de Don't Look Back,1978'de kendi çektiği Renaldo&Clara,1972'de Eat The Document ile perdeye yansır.Özellikle Pennebaker'ın Don't Look Back'i Folk Peygamberinin, rock trendsetter'ına dönüşümünü anlatan döküman niteliğindedir.Saydığım yönetmenler arasında D.A. Pennebaker; Monterey Pop,Little Richard:Keep On Rockin',Ziggy Stardust and The Spiders From Mars,Woodstock Diary,Moon Over Broadway gibi çalışmalarıyla sahneleri,showları ve müziği perdeye taşıyan önemli yönetmenler arasında ve de Todd Haynes'a paralelliği ile en dikkat çekenidir.
Todd Haynes'ın filmografisi gözden geçirildiğinde ; A Film Concerning Rimbaud 1985,Sonic Youth:Disappearer 1990,Velvet Goldmine 1998,Six By Sondheim 2013,The Velvet Underground 2021 filmleri şiir,müzik ve sahnenin görsel anlatımlarıyla diğer filmlerinden ayrılır.Özellikle Velvet Underground'daki avangart ruh,kaleidoskopik kombinlerle oluşturulan sahne performansları ve özel röportajlar göz kamaştırıcıdır.
I'm Not There gibi bir filmin kritiğinde Bob Dylan'ın sanatsal yolculuğunda çağının etkisiyle nasıl karakterize olduğuna ve Todd Haynes'in yönetmen koltuğunun hangi ögelerden oluştuğuna değinmek gerekiyor.Üstelik Robert Ebert gibi bir eleştirmenin de söylediği gibi bu film Bob Dylan'a Woody Guthrie'den devraldığı gelenekten itibaren aşina olmayı gerektiren bir izleğe sahip.
Tumblr media
(from Bob Dylan’s electric transition photos,VANITY FAIR)
I'm Not There bir belgesel değil ve bir biyografi de değil.
I'm Not There,Jack Rollins(Folk Peygamberi Dylan),Chaplin Boy(Woody Guthrie),Rimbaud,Jude Quinn(rock star Dylan),Robbie( Eş ve baba Dylan),Billy(ölmemiş ve inzivaya çekilerek yaşlanmış Billy the Kid)  gibi kurgusal karakterleriyle,bu karakterlerin zamansız buluşmaları,birbirini tamamlamaları veya birbirinden kopuşlarıyla kaotik biçimde örülmüş,tek bir yaşamı veya tek bir yaşamın parçalara bölünüşünü anlatan,onlardan hiçbiri yada onların tamamı olan birinin hikayesi.
Tumblr media Tumblr media
Hayaleti bile birden fazla kişiydi..
Açılış sahnesinde tabutunda yatan Jude Quinn için rahip bu sözleri söyler.Yaşamını tamamlamış Jude,Rimbaud(şair),Chaplin Boy,Jack Rollins,Robbie ve Billy birer birer ekrana gelir.Burada izleyiciye karakterlerin birlikte Bob Dylan'ı bütünleyen parçalar olduğunun işaretini verir.Jude Quinn artık orada değildir,gitmiştir.
Jenerikle izleyiciyi Dylan'ın elektrik geçişi döneminin (Folk Kraldan Rock Pioneer'a) ortamlarından Chaplin Boy'un bavuluyla treni yakaladığı sahneye taşıyan yönetmen Woody Guthrie'nin çocukluğunu yeşil arazilerin güneşin parlattığı renkleriyle anlatır.Bir avluda keyifle dinlediğimiz Richie Havens'ın Tombstone Blues'u film boyunca müziklere kulak kesilmemiz gerektiğini anladığımız sürede ve şahaneliktedir.
Greenwich Village ortamını siyah-beyaz belgesel görüntülerinden, renkli çektiği Gaslight Poetry Cafe önündeki röportajla kurgu-belgesel formuna taşıyarak New York Times tarafından 'vicdanın sesi' olarak tanımlanan Jack Rollins'i (Christian Bale) yine siyah-beyaz görüntülerle gerçekle kurgunun içiçe geçtiği biçimde aslına çok benzer afiş, albüm kapakları ve haber sayfalarıyla destekleyerek sunar.Alice Fabian(Julianne Moore)'ı döneme tanıklık eden,yakın sahne arkadaşı olarak röportaj veren Joan Baez olarak bellekten bir karakter biçiminde izleriz.Fimin Soundtrack albümünde yer alan Mason Jennings'in seslendirdiği 'The Lonesome Death of Hattie Carroll' şarkısını söylerken izlediğimiz Christian Bale'in sesinin yakın derece uyumuna şaşırarak,acaba kendisi mi söylemiş diyerek kontrol ettiğimi itiraf etmeli ve benzer durumun  Cate Blanchett sahne ışıklarının altındayken dinlediğimiz Ballad Of a Thin Man'de daha yukarı çıktığını söylemeliyim.Karakterlerinin gerçek karakterlerle özdeşleştiği bir filmin oyuncularının ses ve sahne performansları,Bob Dylan'a ait eserlerin başka sanatçılar tarafından seslendirildiği şarkılardan oluşan film müziklerine uyumuyla, film boyunca gittikçe kişiselleşen bir evrilmeyi andırıyor.Gösterime girdiği dönemde 'yanına yaklaşılması zor bir kült'olarak nitelenen filmin bu yorumu en çok bu nedenle aldığını ve yine açılış sahnesinde karakterine otopsi uygulayarak onu parçalara ayırdığı düşünülen Todd Haynes'ın hiç de öyle bir derdinin olmadığını,"I'm Not There,I'm Gone","To The Valley Below" diyen Dylan'ı çok, hem de çok iyi tanıdığını düşünüyorum.
Jack Rollins'in hayatını konu alan Grain Of Sand filminde Jack Rollins'i canlandıran Robbie Clark'ın(Heath Ledger),eşi Clarie(Charlotte Gainsbourg)ve kızlarının hayatına, Chaplin Boy'un trenden  nehre düşüşü ve bir balinayla karşılaşmasını izlediğimiz rüyayla bağlanırız.Chaplin Boy üzerinde "kills fascists" yazan  hard case'i ile nehre düşmüş onu yutan dev balinayla derinliklere karışmıştır,onu tanıdığı zamanlardaki eşini kaybeden Clarie'nin hayatı da benzer bir yokoluşun eşiğindedir.Jack Rollins'i  anlatan (dolayısıyla Dylan'ı) rolü üstlenmiş Robbie'nin, Claire'nin duyarlılıklarını görmezden gelerek,zamanının gündemini oluşturan toplumsal endişelere kulak tıkayarak eğlence ve gece hayatı ile bunlardan uzaklaşan kişiliği, Claire'yi günden güne zorlar.Eş ve baba Dylan,Robbie ile karakterize edilir.
Sivil Haklar ödülünü alan Jack Rollins'in törende yaptığı konuşma ve gazatecilerin sorularına verdiği yanıtlar,Kennedy'nin ölümünün ardından oluşan atmosferle birlikte Rollins'in (Folk Peygamberinin)kayboluşunun bildirisidir.
Jude Quinn (Elektrik Dylan) siyah limuzinin içinde New England Jazz&Folk Festivaline gelir ve sahneye çıkar."Dylan ya da Lennon gibi pop yıldızlarının siyah arabalara bindiğini ve dikkatli olduklarını ve çok hızlı olduklarını ve oldukları yerde kaldıklarını ve şaka yapmadıklarını bilirdiniz-Michael McClure"
Tumblr media
Hayranları tarafından" yaptığı müzikle popüler müziği birleştirmiş ama iğrenç bişey olmuş"eleştirisi alarak yuhalanır.Konser için gittikleri(The Band ile) İngiltere'de büyük bir ilgiyle karşılansa da BBC Müdürü Bay Jones'un sorularını yanıtlarken zorlanır.Beatles grubuyla çocuklar gibi oynayan  Jude,Bay Jones'u "Senin hakkında senin benim hakkımda bilebileceğinden çok daha fazla şey biliyorum ben" diyerek sahnede söylediği Ballad of a Thin Man'le cevaplar.
something is happening here but you don't know what it is Do you,Mr Jones?
Tumblr media
"Kaosu kabul ederim,ama onların kaosun ben olduğunu kabul ettiklerine emin değilim"ara ara ekrana gelen Rimbaud(şair)'un bu sözleriyle Dylan'ın İngiltere seyircisiyle ilgili düşünceleri anlatılır.
Hareket halindeki dünyada herşeyin değişim içinde olduğunu,değişmeyen insanın var olamayacığını söyleyen Jude Quinn için İngiliz seyircisi tutucuydu.Anlaşılmazlığının oluşturduğu yalnız atmosfer,inzivadaki yaşlı Billy'ye geçiş yapar.Dylan'ı genç Guthrie etkisindeki Jack,şair,rock yıldızı Jude ve canlandırdığı rolün uzağındaki Robie ile ki burda eş ve baba Dylan, görünürdeki karakterlerinin hepsinin uzağında kayıp bir kişilik(belki de kişiliksizlik)örneğidir,Bob Dylan'ı kurgu-bulgu araçlarıyla destekleyerek lirik ve akıcı bir görsel dille anlatır, mükemmel Mr.Jones kurgusu örneğine az rastlanan nitelikte.Tüm bunlar onun için yeterli olmamış olsa gerek,yaşlı Billy'nin uzun inzivasından sonra tepeden baktığı manzarada şaşkınlığa uğrayarak neyi gördüğünü merak ettiğimiz sahnede kameranın tepeciklere yönelmesiyle gittikçe sesi yükselerek tekrarlanan "two riders were approaching,two riders were approaching.."kelimeleri iki sürücünün yaklaşmakta olduğunu imgeler. Karakter dizaynındaki başarısının yanında, sinema dilindeki şahsına ait formları hazır ortamını da bulmuşken çok çok iyi kullanıyor.
Burdan itibaren yaşlı Billy'nin  yaşadığı evin yakınındaki, yatırımcıların hedefi olan kasabanın halkının onlardan istenen boşaltma kararının yaşamlarında oluşturduğu zorlukların içinde buluruz kendimizi.Dylan'ın çok sevdiği halk kahramanı Billy the Kid'in hayatını konu alan 73 yapımı PatGarrett&Billy the Kid westen'i Billy'nin yakın dostu olan Garrett'ın New Mexico baronlarının şerifi olma görevini üstlenerek Billy'yi kanun kaçağı ilan ederek yakalayıp yok etmesini anlatır.Halkın derin üzüntüsüne yol açan bu olayı Garrett'ı canlandıran James Coburn'un harika performansı ve Dylan'ın müzikleriyle yukarılara taşıyarak işleyen filmde Dylan ufak bir rol alır.Yıllar içersinde  Dylan'ın Knockin'On Heaven's Door'u ile anılan bir film haline gelir.Yaşlı Billy inzivadan dönüşünde bıraktığı kasabadaki durumun daha da kötü hale gelişiyle yüzleşir.Eş zamanlı olarak Rimbaud'dan saklanmanın 7 kuralını dinler,dünyanın sorunlarını görmezden gelen profilini çevresine kabul ettirmeye çalışan Robie'yi görür ve Mr.Jones'un Jude Quinn'i incelediği Culture Beat'i izleriz,Elektrik müziğin yükselişiyle Quinn'in müziğinin içtenliği kaybolmuştur.O orta sınıf bir ailenin eğitimli çocuğuydu.
Kasabada izlediğimiz cenaze sahnesi Jim James ve Soundrack albüme damgasını vuran Calexico'nun şahane Goin'to Acopulco performansı eşliğinde etkileyiciliğinin yanısıra filmde değinilmeyen Rolling Thunder turnesi boyunca sahneye yüzünü beyaza boyarayak çıkan Dylan'a atıfta bulunur.Cenazenin ardından sahneye çıkan yaşlı Pat Garrett kasabanın tahliye şartlarını açıklar,maskeli şekilde itiraz eden Billy'yi tanır.Garret ve BBC Müdürü Mr.Jones tarihin ve yaşayan tarihin değişmeyen Big Brother'larıydı.Billy trene binerek kaçar,Robie Claire'nin şartlarını kabul ederek gider,kendini anlamsızlığın eşiğinde hisseden,sonunun Woody gibi olmasını istemeyen Jude kaza geçirir.
Tumblr media
(James Coburn as Garrett in PatGarrett&Billy The Kid Movie,1973)
Gospel şarkıcısı olma yolundaki Rollins,Gateway Kilisesi’nde altı ayını geçirmiştir.Jack'in sessizliğe karışıp saklanışı muhteşem 'Pressing On' şarkısıyla kilise sahnesinde açığa kavuşur.Christian Bale'in bu sahnede saç stili ve şarkıya uyumunun filmin en eğlenceli bulduğum kısmı olduğunu söylemeliyim,neredeyse American Hustel'daki performansı kadar canlandırıcı bir etki yaratıyor,ikinci rolüne daha etkileyici biçimde bürünüyordu.Rock'n Roll bir şeytan işiydi,Amerikan insanı İsa'yı anlayarak özgürlüğü bulacaktı.
Çelişkiler ve kaos,gerçekliğin sadece bir yüzü vardır.
Doğaya her zaman aykırıydım,tek doğal şey rüyalardır,doğanın çürütemediği şeyler.Ben orda değilim,gittim.Uyanıp kalktığımda başka biri oluyorum,bir günde değişebilirim.
Jude Quinn en çok Mr.Jones'un sorularında zorlanmış ancak bu soruları önemsemişti."Senin hakkında senin benim hakkımda bilebileceğinden çok daha fazla şey biliyorum ben"dediği cevabında bilinmenin ve tanımlanmanın belki de en istemediği şey olduğunu ifade etmişti.Yedinci kural:Hiçbir şey yaratmayın,insanlar yanlış anlayacaktır.
Yazıda sık sık bahsettiğim,filmin soundtrack'i Calexico,Cat Power,Eddie Vedder,Karen O,Mark Lenegan,Ramblin'Jack Elliot,Sonic Youth,The Band,Ya La Tengo gibi grup ve sanatçıların  Dylan şarkılarının kendilerine özgün performanslarından oluşan,özenle hazırlanmış muazzam bir albüm.
Tumblr media Tumblr media
Bob Dylan değişen dünyanın yok ediciliğinin onu tanımlamak olduğunu çok önceden sezinlemişti.Saklandı,değişik kimliklerle tekrar ortaya çıktı,müziğini,sahne formunu değiştirdi,farklı sanatçı ve gruplarla çaldı,onların ilhamı oldu.Stüdyoda geçirdiği süreler ve kaydettiği albümlerle rekor sayıları zorladı.Sahnenin rolden role bürünen oyuncusu var olmaya devam etti,şiirlerini her zaman söyledi.Rolling Thunder'da yüzünü boyayarak çıktığı sahnede dünyayı protesto etti ve Hurricane'i söyledi.Todd Haynes bu çok katmanlı kişiliği ve müziğini perdeye çok özenli ve stilize biçimde, karakter skalasını ustalıkla oluşturarak,görsel anlatımın değişik formlarını kullanarak,bir gizem ve soru işaretlerini oluşturmayı da elden bırakmayarak,"kişilik kaleidoskopisi"diye tanımlanabilecek şekilde taşıyordu.
Başak Türköz,Mayıs 2023 İstanbul
Kaynaklar:
poster: I'M NOT THERE Movie POSTER for sale,ebay
I’m Not There Movie Review&Film Summary 2007,Robert Albert
Andy Warhol’s’ Screen Test’ of Bob Dylan: A Classic Meeting Of Egos, Open Culture (openculture.com)
Alabama (2000 Light Years) Wim Wenders STIFTUNG
Bob Dylan, Michael McClure, Sub Yayınları 2023
Tumblr media
0 notes
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
1 note · View note
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media
The Death of Maria Malibran
1972
Werner Schoeter
1 note · View note
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Werner Schroeter, Werner Herzog ve Wim Wenders’in Yeni Alman Sineması döneminde oluşturdukları evrene ait film müziklerinden ve o ruha yakın başka müzikleri içeren bir liste:
himmel über deutschland 🦇🎵🎧
1 note · View note
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
Phoenix, Christian Petzold 2014
Almanya
0 notes
noisescape · 1 year
Text
Genç Törless Der junge Törless,1966 Volker Schlöndorff,Batı Almanya Otoriter Faşizmin Ayaksesleri 1906 yılında yayımlanan Genç Törless,Robert Musil'in ilk romanıydı.12 yaşındayken kaydolduğu askeri okulda geçirdiği günlerden esinlenerek 26 yaşında yazdığı bu ilk romanında bu okullarda verilen eğitimin ve disipline dayalı sistemin içinde yaşadığı toplumun siyasal,ideolojik ve ahlaki yapısının çekirdeğini oluşturduğunu yansıtır.Genç Törless'te bir gencin oluşum süreci bireyin topluma,baskıya,otoriteye boyun eğme ve düzene ayak uydurma süreci biçiminde kurgulanmıştır.Evden ayrılmanın getirdiği yalnızlık ve özlem,itaate dayalı eğitim,bilgilerin boğuculuğu,öğrenciler arasındaki rekabet,cinselliğin uyanışı,cinsel kimlik arayışı,kötülüğün keşfi ve hazzı..Tüm bunları çarpıcı biçimde sergileyen Musil,karanlık bir dünyayı,yozlaşma içindeki toplumsal yapının,faşizmin dayanağı ve işbirlikçisi olacağını çok önceden haber vermiştir.Klostrofobik ve iç karartıcı sahnelerle neredeyse gotik denilebilecek bir okul mimarisiyle,öğrenci ve öğretmenler arasındaki hiyerarşik düzenle mükemmel bir yatılı erkek okul atmosferi yaratmıştı Musil.Aydınlanmanın yerini kafa karışıklığı,değerler yitimi ve güce tapma almıştır.Törless ve arkadaşlarının kötücül eylemlerini etik veya siyasi bir temele dayandırma çabalarında bu kafa karışıklığı ortaya çıkar.Musil'in Avusturyasında toplumun ortak iradesi bir "günah keçisi" yaratma,düşmanlaştırma,şeytanlaştırma ve imha etmek olacaktır.
Musil,Nazilerin iktidara gelmesiyle pek çok aydın gibi Almanyayı terk ederek Viyanaya yerleşir,ancak eli Avusturyaya uzanan Nazi Almanyası Musil'in eselerinin yayımlanmasını yasaklar.Sürgüne İsviçreye giden Musil felç geçirmiş,maddi yetersizlikler yaşamış,eserlerini yayımlaması yasaklanmıştı.1942'de beyin kanamasından öldü. 1966 yapımı Volker Schlöndorff'un siyah-beyaz filmi Genç Törless,Basini'nin arkadaşları tarafından uğradığı zalimliğe isyan etmeyişini,kabul ettikçe artan mağduriyetinin dayanılmaz boyutlarını,tüm bunlara şahit olan Törless'in izleyici olarak kalışını romana benzer şekilde izleyiciyi duygusallığa itmekten kaçınan bir tutumla işliyor.Musil'in romanında kullandığı dilin uslübuna verdiği önem ve nezaket yüklü metninin yansımaları filmde geçen diyaloglarda hissedilir.Reiting ve Beineberg'in kendilerince kurguladıkları adalet düzeninin içerisine Basini yaptığı bir hırsızlıktan dolayı çekilir ve boyun eğdikçe uğradığı cezalandırmaların şiddeti artar.
Tumblr media
Matematik derslerinde imajiner sayılara ilgi duyarak gerçekliğin araçlarını sorgulayan ve bunu hocasına ileten Törless için Reiting ve Beineberg'in kurguladığı bu yargı ve ceza sistemi,sosyal bir deney gibi merakla gözlemlediği olaylar halidir. Yine de Basini'yi itiraz etmesi için uyaran Törless,onun iddiaları zamanla kabul ettiğini,suçlamaları yaptığına kendisinin de inanmaya başladığını,okuldaki varlığının devamı için herşeye boyun eğeceğini farkeder.
Tumblr media
Basini'nin mağduriyet boyutunun her defasında şiddetini arttırarak devam ettiği, psikolojik ve bedensel işkencelerin gerçekleştiği karanlık oda ve işkencelerin birinde Beineberg'in karanlıkta Basininin gözlerini kör edecek şekilde yüzüne tuttuğu spot ışık veren el lambası kullandığı sahne,Nazi kamplarına hayvan vagonlarında taşınan esir Yahudi vatandaşların bu karanlık vagonlarda günlerce susuz ve aç seyahatlerinde ölenlerle beraber ulaştıkları ölüm kamplarında vagonlardan inerken gözlem kulelerinden yansıtılan,gözleri kör edici parlaklıktaki spot ışıklarını andırır.Hakikaten "işte sinema bu!"dediğim ve hayran kaldığım görsel algılamayı mükemmel oluşturmuş sahnelerden biriydi benim için.
Tumblr media
Reiting ve Beineberg'in davam eden baskıları tüm sınıfça kabul edilmeye başlar,bundaki en önemli etken Basini'nin cinsel kimlik arayışlarının, onun aleyhine abartılarak ağızdan ağıza yayılmasıdır.Törless'in zayıf uyarılarını dikkate almaz ve verdiği cevaplarla cezaları hakettiğine inanan bir kişilik çizer.Spor salonunda tüm sınıfça gerçekleştirilen dövülerek baş aşağı asılmasına dayanamayıp salonu ve sonra da okulu terkeden Törless olur sadece.Bu olaydan sonra öğretmenlerin mecburen yaptıkları disiplin sorgulamasında Törless olaylara aşırı duygusal tepkiler vermekle ve matematiksel bir bilgiyi sorgulamadaki ısrarı ile itaatsizlikle eleştirilir.Zaten okuldan ayrılmak isteyen Törless'in okula devamı hocalar tarafından uygun görülmez.Otoritenin uygulamalarının apaçık görünen hatalarını ve suçlularını öğrenen üst otorite Reiting ve Beineberg'in minimal faşist evrenini değil,bu evrene uyum sağlayamayan Törless'i dışlar.Çekirdekten tamama yayılan,toplumsal ideolojinin de malzemelerini oluşturan otoriter faşizmin ayak sesleri 1906 senesinde Musil'in romanıyla duyulmuştur.
Tumblr media
1966 senesinde Batı Almanya'da içinde bulunduğu dönem olan "Yeni Alman Sineması"nın işlediği konu itibariyle dışında kalan film,özellikle toplumsal yüzleşmenin dışında kalmak isteyen yeni kuşak sinemacıların tam aksine daha derin bir yüzleşmenin öznesi olan konusuyla farklıdır.Döneme uygun siyah-beyaz film tercihi ile,karakterlerinin iyi oyunculuklarla ve esere bağlı diyalogları ile,mekan ve coğrafya tercihlerinin eserin karanlık ortamını desteklemesi ile ve görsel algılamayı arttırıcı sinematografisiyle son derece başarılı olup dönemi temsil eden üç esas filmden biri kabul edilmiştir.
Tumblr media Tumblr media
Üçüncü günün akşamında tren durdu,tüfek dipçikleri kapıları dövdü,ışık gözlerimizi kör etti,havlamalar kulaklarımızı sağırlaşırdı.
“Yahudiler dışarı! Çabuk dışarı!”
Adamlar cesetleri trenden aldılar ve bavulların yanına koydular.Pim ve ben,bizi birbirimizden ayırdılar.Artık yalnızız.
Anne Frank’in Hatıra Defteri ,2016 filminden.
Başak Türköz,Şubat 2023 İstanbul
kaynak: Robet Musil,Genç Törless Ayrıntı Yayınları
Ömer Türkeş-Disiplinle başlayan önsözü
0 notes
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media
Luzifer
Peter Brunner 2021 ,Avusturya
Pastoral bir Oidipus anlatımı
Locarno prömiyerli film anne ve oğulun;yetişkinlik çağına gelmiş fakat aklı çocuk yaşta bir oğulun Alp eteklerinde münzevi,dua ve arınmaların günlük yaşamlarını çevrelediği hayatını konu ediniyor.
(bu yazı film hakkında sürpriz bozan ögeler içerir.)
Johannes ( Franz Rogowski) günlerini vahşi kuşlarının bakımı ve annesiyle gerçekleştirdiği dua ve arınmalarla geçirmektedir,kuşlarından biriyle çok daha yakın ilişkisi vardır.Anne Maria ( Susanne Jensen ) alkol bağımlılığından kurtardığı yaşamını eşine (Papa) ve Tanrıya borçlu olduğunu düşünerek,eşini anma,dualar ve ayinlerle sürdürür,oğluna da ritüelleri öğretir.Azizlere ait olan isimleri,ağaç oyuğundaki Meryem figürü,haç kolye ve süslemeler,dağdaki kiliseye yapılan ziyaretler,dualarda kullanılan ifadeler yoğun bir hristiyan inancını daire olarak çizse de dairenin içini pagan uygulamaların doldurduğunu görürüz.Soyunup vücudu çamura bulama,ateş çemberi etrafında yapılan dualar,yıkanma,tütsüleme,gece ayinleri ve film boyunca annenin Johannes’e sormayı öğrettiği,Johannes’in de sıkça sorduğu “şeytan nerede?” sorusu bizi hristiyan inançların uzağına taşır.Johannes neredeyse her gün dağdaki büyük bir mağaraya uzaktan bakarak bu soruyu sorar,o mağaraya gitmek yasaktır,başka yasaklar da vardır.
Tumblr media
Maria ve Johannes’in jeneratör,telefon kullandıkları teknolojiden çok da uzak olmayan izole yaşamları dağ eteğine turistik tesis yapmak isteyen yatırımcıların drone ve helikopter uçuşlarının tacizine uğrar.Yatırımcılar Maria’dan arazisini ister ve Maria vermemekte kararlı olduğundan ısrarlarını zorbalığa dönüştürürler.Johannes “şeytan nerede? (wo ist der teufel?) sorusunu uzaktan gözlemlediği,ağaçları işaretleyip kesen bu kalabalığa yöneltir.
Tumblr media
Annesi ile bu kalabalığın uğursuzluk getirdiğini,doğanın düzenini tehdit ettiklerini düşünürler,dua ve ayinlerle onlardan hem kendilerini hem de doğayı korumaya çalışırlar.
Brunner,Johannes’i fanatik inançların dışında arayışları olan bir karakter olarak stilize ediyor,kuşlara olan düşkünlüğü,bedenini keşfetme arzusu,dağdaki mağaraya duyduğu merak onun özgürleşme arzusunun işaretleyicileri.Bunun yanısıra filmin başında belirtilen “gerçek bir hikayeden alınmıştır”bilgisi zaman zaman ritüellerle dağılan işleyişi toparlayan bir unsur.Petzold’un zamanlar arası masalsı filmlerinde tanıdığımız Franz Rogowski (Johannes),konuştuğu dili sadece yakınlarının anlayabildiği,aklı ve kalbi çocuk olan bir adamı öylesine etkileyici bir performansla sergiliyor ki kariyerinin en önemli işi denilebilir.Alışık olunmayan bu anne oğul ilişkisinde Johannes,merakından ve varlığının sınırlarını araştırmaktan vazgeçmez.Tek başına cinsel keşiflerinin birinde annesine yakalanır ve bunun yasak olduğunu öğrenir.Bu kirlenmeyi annesiyle ellerini ve bedenini uzun ayinlerle yıkayarak arındırır.Kadın bedenini arzulamak yasaktır ve günahtır.Ancak annesiyle yaptığı ‘ritmi devam ettir’ ritüelinde kadın memelerini ellerken duyduğu hislerle bu günah Johannes için büyük bir çelişki oluşturur.Şeytan nerede? dağdaki mağara veya annesi olabilir mi? Yönetmenin görselliğin kristalize ettiği anlatımında mağaranın arzu nesnesi olan vulvanın metoforu olduğu düşünülebilir.Anne (Maria) sevgi ve güveni karşılıksız veren bir varlık olmasının yanında arzulara engel olan,cezalandıran,korkulan bir varlıktır Johannes için.Annesinin hastalığı sırasında onları ziyaret eden komşularından biriyle birlikte olan Johannes bunun kirli bir günah olmadığına inanır.Hastalıkla mücadele eden annesi günahlarından arınmalıdır.Annesini soğuk sularla uzun uzun yıkarken onu ölüme daha hızlı taşır.Bunları yaparken kask takması ve demir telleri üzerine geçirmesi annesine duyduğu korkuların nedeni olmalı.Ölü bedenini yakarken nefreti alevlerle beraber dağılır.İçten içe duyduğu bu nefreti yasaklarla nedenselleştirse de en sevdiği ve güvendiği varlığa duyduğu arzu Johannes için çelişki halinde kalır.
Tumblr media
Ağaç oyuğundaki Meryem’den yardım isteyen,ona güvenmekten vazgeçmeyen Johannes mağaraya gitmek için yola çıkar.Fanatik inançlara sahip bir ebeveynin gözetiminden kurtulan yaşamıyla baş başadır.
Filmle ilgili bir söyleşisinde Brunner “İnsanlık hakkında bilmek istediklerimizi hiç de insani olmayana indirgemiyoruz.İlgimizin ön planda olduğu bir dünya yaratıyoruz” diyor. Sıradışı bu anne-oğul hikayesinde Maria’yı Joan d’Arc’a oldukça benzettiğini söylüyor,onun kadar fanatik şekilde inançlı bir kadın.Maria gibi bir kadının gelişim yetersizliği bulunan oğluyla Alpler’in tepelerindeki yaşam mücadelesi onu çok etkilemiş.Bölgede iki yıllık hazırlık süreci onun için en önemli deneyimlerden biri.Bitki örtüsü ve sisin renklerini yakalamak için sonbahar aylarını tercih etmeleri ekibin karlı hava koşullarında zoru başarmalarına neden oluyor.Ekibine minnettar olan yönetmen Rogowski’nin de profesyonel olmayan oyuncularla doğaya maruz kalarak yaptığı çalışmayı risk alma olarak değerlendiriyor ve amacımız gerçek hikayenin insan çelişkilerini bir izleyici kitlesini duygusal olarak erişebilir kılacak makul bir ilişki mozaiğini hayata geçirmekti diyor.
Başak
Ocağın son günü 2023,İstanbul
Tumblr media
0 notes
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media
geçmişine mesafe koyarak toplumsal hafızasını onarmaya çalışan bir toplumun hatıraları mahkemeler ve yargılama süreçleriyle etkin bir toplumsal yüzleşmeye dönüşerek yeniden canlanır.
tüm dünyayı etkileyen 60 hareketi Batı Almanya’yı da es geçmez.Kendisinden önceki kuşakla çatışma yaşayan bu gençlik,bu yüzleşmeden de kopma arzusundadır.
bileşenlerin fazlalığı Münih’te bir grup yönetmeni yeni bir sinemanın geldiğini söyledikleri Oberhausen manifestosunu basın toplantısıyla yayınlamalarına neden olur.
Kadıköy Sinematek’in Genç Alman Sineması gösterimleri bildirgenin yayımlandığı Oberhausen festivalinde gösterilen kısa filmlerden ve daha sonraki kuşak yönetmenlerinin( Fassbinder,Herzog,Wenders,Stöckl,..) filmlerinden oluşuyor.Stöckl’ün Dokuz Canlı Kedisi Batı Almanya’da çekilmiş ilk feminist film olarak tarihe geçmiş ayrıca.
tanıtım afişindeki bu kadın yağmur yağarken pencerenin ardından geleceğe bakan ve orada konumlanmış bir Nazi subayı adeta…
görüntünün en muhteşem işgalciliklerinden biri oldu benim için ❤️❤️🌧️
0 notes
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
The Last Stage (Ostatni Etap),
Wanda Jakubowska’nın 1948 yılında II. Dünya Savaşının sonuna bu kadar yakın bir sürede nasıl çektiği hayretler uyandıran,kendisinin de Auschwitz esirlerinden biri olarak tanıklıklarını perdeye bire bir yansıttığı tarihi belge niteliğinde bir dram.
Film konuyla ilgili (Holokost) çekilmiş her filmi etkileyen görsel dilin ilk örneği kabul ediliyor.
Filmin adı,demiryolu hattının korkunç son durağına ve kampın son günlerine atıfta bulunuyor.
Sosyalist kadın yönetmen Wanda Jakubowska Polonyalı solcu ve vatanseverlerin gizli kaçış planını Stalin dönemi melodramıyla sahneliyor.
0 notes
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media
Das Boot,Wolfgang Peterson 1981
0 notes
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media
Az Prijde Kocour 1963 , Vojtech Jasny
2 notes · View notes
noisescape · 1 year
Text
Tumblr media
Isabelle Adjani,Possession film çekimleri sırasında Berlin Duvarı yanında 1980
0 notes
noisescape · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
İlk gösterimini Sundance’de gerçekleştiren 2016 yapımı The Eyes of My Mother psikolojik gerilim-korku filmleri arasında Psycho ve Repulsion’u akıllara getirerek,siyah-beyaz bir melankoliyle izole bir yaşamın derinlerde yatan hastalığı patolojik bir evreye dönüştürmesini anlatıyor.
Portekizli bir Amerikan ailesi neredeyse izole çiftlik hayatı sürmektedir.Kızları Francisca Portekiz’de cerrahlık yapmış annesinden çiftlikteki hayvanları kullanarak gerçekleştirdiği anatomi dersleri alır veya bu canlı anlatımlara maruz bırakılır.
Çiftliğe gelen bir ziyaretçi Francisca ve ailesinin yaşamını,kendi yaşamı da dahil tamamen değiştirir.
Çocukluk döneminden yetişkinliğe dek süren yalnız,izole bir yaşamın derin izler bırakmış travmaları nasıl bir kişiliğe dönüştürdüğünün ve patolojik bir hastalığın o yaşamın gerçekliği olduğunun melankolik ve zamanı doyurucu bir yerindelikle kullanan anlatımı.
Filmin başlangıcında Francisca’nın annesinin bir azizi anlatırken söylediği “yalnızlık insan zihnine tuhaf şeyler yapabilir” cümlesi film boyunca kendini hatırlatıyor.
Belki de insan kendi yaşamını,çocukluğunda zihnine yerleşmiş,öznesi ebeveyni olan bir sahnedeki baş role yerleşmek için örüyordur adım adım.
Ekim 2022,İstanbul
0 notes
noisescape · 2 years
Text
Tumblr media
Zamansızlığın sardığı hayalet bir Anadolu kasabası,tren garında gece vakti tanıklık edilen bir cinayet.”hah! bir zamanlar Anadolu’da versiyonlarından biri”diyecekken,mizahi ögelerle hayalet kasabayı gidip gezme isteği uyandırmaktan geri kalmayarak,farkettirmeden Lynch sürrealizminin içine alıyor seyirciyi Kerr.
Kerr,2021
Tayfun Pirselimoğlu
1 note · View note
noisescape · 2 years
Text
Tumblr media
0 notes
noisescape · 2 years
Text
Tumblr media
farewell to JLG
0 notes