Tumgik
neiricordi · 4 years
Photo
Tumblr media
Kendimle Uzlaşmalar, Kendimden Uzaklaşmalar
Evet, sıralı tam liste vermeyeceğim, okuyucusu olmayan bir yazı için fazla zahmetli olur bu. Hem gecenin 4 ünde, karanlıklar altında yazılan bir yazı için bu kadar uğraş gereksiz doğrusu. Benim amacım biraz kafa dağıtıp, kendimle yüzleşmek. Kim bunun için liste yapar bilmem doğrusu. Zatı alim, girizgahı uzun tutmayacak, yazamayacaklarımdan bahsetmek de abesle iştigal. Ben en iyisi cümlelerimi toparlamaya başlayayım;  
yazma hevesim gün yüzüne çıktı, aynaya baktığımda kendimi tanıyamaz halde olmamdan mütevellit. Alışıla geldiğin dışında bir kontrol kaybı söz konusu bu defa. Hayata dair almak istediğim kararlar ile yaptıklarımın uyumsuzluğu rahatsız etmenin ötesine geçmiş olacak ki, gözlerim fal taşı gibi açık duvarları izlerken buldum kendimi. Karar almak istenir mi, zaten bilmez misin be gavuroğlu ne istediğini şu hayatta demeyin, bazen öyle oluyor çünkü. Size hiç olmadığını iddia edebilir misiniz bazı günler sizi hareket ettiren mekanizmanın çalışmadığını? ya da, ya da günlerinizin takvim yapraklarından kopan bir sayıdan başka bir şey ifade etmediğini? Ama biliyorum beni bu gece ayakta tutan şey sizin gece yastığa başınızı koyduğunuzda üzerine bir iki dakikadan daha fazla düşünmeye zahmet göstermediğiniz şeyler. Sizin kabus olarak sadece gece gördükleriniz, benim bazı gündüz düşlerim. Hep böyle değil tabi, bu kadar karamsar ve çaresiz yazmama bakmayın, irini doğru noktada akıtmayı bilmek önemli. Mesela, ne zaman dışarılarda iyi niyetin bir suretini görsem, unuturum bu yazdıklarımı. Ama şu sıralar konu mühim. Dedim ya rüzgarın savurduğu bir yaprağa döndüm diye. Hayatımın mesnet noktalarını kaybettiğimden de bahsettim. Bahsetmedi isem affola, benim ayıbımdır keza. Ama sizde ayıp örtmekte kimsesizlerin uzun düşüncelerde kaybolduğu geceler gibi de olamıyorsunuz sanki. Ne diyordum, evet evet, mesnetsizlik özlemi, insan duygularından esirsiz yapılanış. Duygu dediğimiz şey insana içkin bir kere. Birbirine ait, birbirinden şekillendirilmiş bir öz bütünü. Ayrılıkları zor, olabilmesi içinde birinin diğerinin benliğini kavrama esası gerekli.
Ufak bir insanı hatırlatan bir tanımdan sonra, gelelim mühim dediğimiz meseleye. İnsanlar gelişmeye eğilimi olan varlıklar. Gençlik çağları üretkenliklerinin, hayatlarının baharları. Peki ne oldu da ben bu noktada yitime başlamış gibi hissediyorum? Neden bir noktada, çok sonralardan fark ettiğim bir mesnetsizlik peydah oldu? Ben baş aktörü olamadığım bir romanın karakteri miydim?
0 notes
neiricordi · 6 years
Photo
Tumblr media
Kasti Kişilik İtibarsızlaştırması 
Her bireyin kendisiyle baş başa kaldığı bir karargahı vardır. Asıl gerçek kavramının yeryüzündeki olgulardan bağımsız olarak beden bulduğu yer orasıdır. Her duygu, her delilik, her varoluş hikayesi, cüppesini giyer ve bireyi sorguya çeker. Birey kendi rüştünü burada kanıtlar yine kendine tabi. Bu karargah, film sahnelerindeki gibi tek bir noktasal ışık kaynağı ile aydınlatılmış bir adet masa içerir. Işık dış dünya bilgisinin aydınlatıldığı bir kaynaktır. Masanın üzerinde uzunca bir süre tutulmaya değer görülen her obje bireyin geçmişle olan bağını koparamadığı bir nüshasıdır. 
Burası öyle bir ortamdır ki birey dış dünyada kaybetmeye mahkum edilmiş olsa bile burada kazanmak zorundadır hayatının devamlılığını sürdürebilmesi için. Kişi için zorlu bir imtihan noktası olan bu karargah, kişinin kendisidir de aynı zamanda. Bağımsız etkilerden etkilenmeksizin burada yaşam sürdürülür çünkü. Birey olma mücadelesinin sürdürüldüğü bu karargah, herkese cevap verebildiği, herkesle yiğitçe dövüşebildiği bir er meydanıdır da.
Kah karargah kah savaş alanı olabilen bu yer, insanın ego denilen olgusunu yaratır. Zaman içerisinde aynanın pusu kalkar ve birey tanımlanır. “Ben Aynası” çok hatalı kavramlar üretebilir ayna olmasından mütevellit. Ululuk aynası, cücelik aynası ve deforme eden diğer aynalar. Her sorgu sahnesinde birey hipotetik sonuçlar üzerinden, kendini bir aynanın karşısında bulur. Fazlaca uzun irdelenen aynanın yansıması, bireyin akıl sağlığını yormaya başlar. Doğruyu ve yanlışı çarpıtılmış gerçeklikler üzerinden irdelemek, doğru bilgi kavramını da saptırmaya başlar.
Kendinde kaybetmeye başlayan birey, umursamaz bir ruhani tavır içinde kopuk bir birey olarak geri döner. Artık dış dünyayı görme yetisinin yarısını kaybetmiş olan bu birey, doğrudan öğrenim kaynağı olan algılarını hırpalar. Yorumsuz olarak bu karargah masana oturur belki de hiç oturamaz hale gelir. Kanıksanmış bir tekdüzelik, iç bunaltacak derecede kararmış görüntüler, ufak çırpınışlarında bile hayat belirtisi arayan fakat onu bulamayan bir insana doğru evrilir. Heyecan duygusu gerçeklik yaratacağı için bu bireyde en az düzeyde tutulmaktadır.
0 notes
neiricordi · 7 years
Photo
Tumblr media
Körlük ve Uyanamanın Yerçekimsel Kaynaklarda Var Olamayan Hafifliği
      Bir rüyanın içinde kaybolduysam bile, uyandığım vakit ne görmek istediğimi bilmiyorum. Gözlerimin karanlığa alışmasını hazmedemiyorum. Sabahın köründe bile bakabiliyorum ama ne gördüğümü size söyleyemem çünkü kendime bile söyleyemiyorum. O kadar fazla değişkenin kontrolü altında olabilmeyi başarmak, atlasın dünyayı omuzunda taşıyabilmesi gibi. Tek görevi o’dur ve kendine asla kişisel bir alan yaratabilmeyi beceremez. Dünyayı kaldırma ehliyeti olanlar, sözümü yarıda kesmeden bir dinleyin hele!
“Varolmanın dayanılmaz bir hafifliği olduğunu sanmak tam olarak bir budalalık, hanginiz bugünü tam olarak yaşayabildiğini söyleyebilir? ya da kaçınız bana yarın sabah ilk iş olarak güzel bir kahvaltı yapmak istediği halde yapabileceğini söyleyebilir? bu mudur hafif olan? en hafif tabiriyle bu bir aldatmacanın öteki yüzüdür.
     Görev adamı, aşk insanı, uçanlar kaçanlar, hep kendilerini tek bir şeye adadıkları hayatlarını yaşamaya çalışanlar. hep size anlamadığınızı, başka bir şeyin daha önemli olması gerektiğini söyledim, durdum. ama görüyorum ki - ya da karanlıkta ufak noktaları seçiyorum- bir şeylere adayabildiğiniz bir yaşam kurmuşsunuz kendinize. Bir olanı iki etmeye çalışıp, her şeyi alt üst edip bırakmamışsınız ya da benim gibi elinizdeki biri korkaklığınızın altında sıfır etmemişsiniz. belki de en doğrusu sizsinizdir, karar mercilerim doğruyu göstermekte en az sizin kadar doğru.
     Bu zamanın akıp giden kuytularında, kendi varlığını koruyabilmek iyi cesaretmiş. Artık sizin doğrularınız bile- ki ne kadar da güzeldiler- gece uyumama yardımcı olmuyor.
    Hiç oturup sızlanan bir makine gördünüz mü hiç? Göremezsiniz, çünkü makinelerin devri geçti, geçmeseydi kesin görürdünüz. Sıra robotların devri, hem ağlayıp sızlamazlar, geceleri uyku bile uyumazlar. Var olan tek değerleri de kıymetli pilleridir. Ona da gözleri gibi bakarlar. ne kadar da muğlak bir totoloji değil mi? Bizim sıfıra yaklaştırdığımız yaşamsal dayanaklarımız, onlar için mutlak bir ve asla yarım ya da çeyrek olamaz. Bu devinimsel düzenin başarılı prototipleri. Biz değiliz ama onlar öyle muhakkak!
0 notes
neiricordi · 7 years
Text
düşünsel poetik gözlemler ve betimlemek.
Gökyüzünün, çiçeklere ve ağaçlara yüz vermediği bir günde, perdesi kapalı odasında yatakta uzanıyordu. Kahverengi yatak örtüsünün bir kısmı yatağın kenarından sarkmış bir şekilde durmaktaydı. Kırmızı renkli perdesi odanın havasını kasvete boğmuş, tozları üzerine toplamakla meşguldü. Tavana baktı. Çukurova’da yazın ortasında sulanmayı unutulmuş bir tarla gibi, kuraklıktan çatlayan sıvalara baktı. Ayağa kalktı. Ayaklarını halıya sürüyerek beyaz renkli ahşap pencereye doğru ilerledi. Önünde kalıncana bir denizliği bulunan pencereyi açtı. İçeriye denizden esen bir meltem doldu. Hava çok fazla soğuk olmamakla birlikte ürkek bir rüzgar kılıcını çekmekle çekmemek arasında kalmış don kişot gibi serinliğini hissettirmeye çalışıyordu. Masaya oturdu. Masanın eski, koyu kahverengi ahşapı cilasını atmıştı. Üzerinde yer yer çizikler bulunan masa, her bir çiziğin sebebini hatırlıyor ve hafızasında tutmaya kararlı görünüyordu. Sigarasını yaktı. Babasından kalma siyah antika daktilosunu önüne çekti ve yatağın altından boş kağıt çıkardı. Kağıdı tepsiye yerleştirdi, ve hizasını ayarladı. Antika daktilonun harfleri silinmeye yüz tutmuştu. sigarasını küllüğe yerleştirirken pencereye bir martı kondu. Gözünden açlığı, öfkesi ve umarsızlığı okunan martı odaya bir göz attı ve pencereye doğru bir adım daha attı. İstediği şeyi içeride bulamayan martı son bir küfür ile uçmaya karar verdi. Bir şeyler yazmaya çalışıp beceremediğini düşününce, arkasına doğru yaslandı ve sandalyenin vidalarından sesler geldi. üzerine ince bir ceket alarak dışarı çıktı. dünyanın eze eze ufaladığı sahile doğru yöneldi. yere bakarak yürüyordu. arnavut kaldırımlarının ritmini takip ederek yürüyordu. önünde ki bahçesinde pembe beyaz çiçekleri bulunan evden sola döndü. gökyüzü sahil ve deniz, güneşi dışlayarak 3 büyüğün kompozisyonunu oluşturmuştu. biri diğeri üzerinde daha çok hakim olmaya çalışırken bunu oldukları yerden yapıyorlardı. deniz aciz, gökyüzü mağrur, kumsal ise kibirliydi. bulutlar gizli birer silaha dönüşmüş, dalgalar ise etkili olamıyordu. batmak üzere olan güneşin kırmızı ışıkları, bulutlardan aralandı. insanlar güneşi,kumu,bulutu tüketip, yavaş yavaş orayı terk ediyorlardı. gösteri sona ermek üzere, alkışlar ise sönmekteydi. Bir sonraki sahneye kadar, nasıl takdir edileceğini düşünmek için güneş battı, gökyüzü karardı, deniz kabardı, kumsalsa ateşini dindirdi. 
0 notes
neiricordi · 7 years
Video
youtube
Sabır, Zaman.    
     Sabır, ustalaştırır insanı. Tüketmek, üretmeden varolmayı mümkün kılar. Üretmekse, çıraklıktan geçer. demlenmek, sabretmek, işin özünü kavrayabilmek var eder ustayı. çıraklık demek zaman demek. zamansa insanı zorlar. bize göre değildir beklemek. siz hiç gördünüz mü istanbul’da beklemeyi bilen bir insan? beklemek ki karşılıksız, akan dakikalar ki bizim tersimize, var olmak ki bak işte o bize. ağrıyan bel, akan göz, sızlayan ayak,baş süregelen bu insanoğlunun eziyeti. usta gibiyiz de çırak gibiyiz de. hepsi biziz. öğrenmek için çok yolumuz var ama zaman... zaman var ettiği gibi yok da eder gelmişimizi, geçmişimizi. o yüzdendir ki biz gezinenler olarak şu anda, buralarda, kıymet bilmeliyiz. gerisi laf-ı güzaf. gerisi zaman, mekan ve biraz da insan.
0 notes
neiricordi · 7 years
Photo
Tumblr media
bi’kaç günün yorguluğu.
ne kadar da garip ve naif yaratıklarız. düşüp kalkıp aynı hataları yapmaya devam ediyoruz. ders aldığımızı sanıyoruz ama sadece kendimizi rahatlatıyoruz. başımıza buyruğuz biraz galiba. sanırım biraz da asiliği seviyoruz ama ne olursa olsun ideallerimizin peşinden koşmaktan vazgeçmiyoruz, en çokta onu seviyoruz çünkü bize öyle bahsedildi aman neyse boş verelim bunları. niye elimizden kayıp giden başarılar için üzülür ki bir insan? mutlu olmak değil midir yegane, birbirimizden bile sakladığımız, varoluş sırrımız? insanın niye canı sıkılır ki bi kere? salak mıyız biz kendimizi üzmenin faydası olmadığını, hatta bizden neler çaldığının farkında değil miyiz? Bunları bile bile niye hala kendi metruk yaşantımızda, kendi elimizde olmayan tatsızlıklar için karalar bağlayıp, yas tutuyoruz?
Freud kesinlikle bir kaç kelam etmiştir bunun hakkında dedim ve haksız çıkmadım. diyor ki :”Haz ilkesinin insana empoze ettiği nihai amaç olan mutluluk, ulaşılabilir bir amaç olmamasına rağmen, bizler bu amacı gerçekleştirmekten vazgeçemez, bu ya da şu şekilde ona ulaşmaya çalışırız.”
ayrıca mutsuz olmanın sınırlarının daha çok olduğunu ve ona ulaşmanın daha kolay olduğunu da belirtmiş. belki de haklıdır kim bilir, mutluluğu da tüketim toplumunun bir metası haline getirip, fiyat biçemediğimiz için kötü hissediyoruzdur ya da sadece içimizdeki mutluluk canavarını o kadar abartmışızdır ki neyle beslesek doyuramıyoruzdur. Benim çözüm önerim; biraz da nehirde boğulmanın telaşını bir kenarı bırakıp akıştan zevk almaya çalışmak ya da başka tabirlerle kaçınılmazı yaşamak. kabullenmek ve farkındalık. bir diğer tanım olan Mut-suz-luk; bireyin kolektivizmini sağlayan temel ilkelerden bir tanesi de bu bence. herkes birbirine tutunuyor, mutlu olabilmek için. kendi öz hayatlarında tutunmayı başaramayan insanlar, kendilerini bırakıyorlar insan topluluklarına. tabii bu iyi bir şeydir kötü bir şeydir kişisel bir yargıdır ama bence; toplumlar aslında bireysel curcunalardır. bu karmaşada kendi sesinizi sadece kendiniz duyabilirsiniz.
“Bazı insanların içinde ne dünyalar gizlidir, ama bir taraflarını da yırtsalar ortaya çıkaramazlar.”  
yukarıda ki söz kontrbas adlı oyundan bir alıntı. hepimizin bir dünyası olduğunu düşünürsek siz hayal edin geri kalanını. birde büyük usta dostoyevski’nin benim durumumu özetleyen bir paragrafı var onu da buraya yazayım, belki egzistansiyalizme bir katkım olur
“bu yazıları yazmamdaki asıl hedefim nedir? yazmamın nedeni okuyucular değilse, anılarımı kağıda dökmenin bir anlamı var mı, aklımda da tutabilirdim. kağıt üzerinde daha görkemli duruyor. kendi kişiliğim hakkında daha ciddi karar verebileceğim ve anlatımımın keskinliği de artacak, belki de içimdekileri kağıda dökmekle rahatlayacağım”
Sanırım biraz kafam karışık biraz. amaçlar içinde bir amaçsızlık fikri aklımı sürekli dürtüp duruyor. ama sonra ben ne işe yararım diye soruyorum kendime. benim amaçsızlığım sizi rahatsız eder mi? sanmıyorum, bazen beni bile rahatsız etmiyor. ama nedense kendimi sizin dünyanızda bir parça olarak görmekten vazgeçemiyorum. benim doğrularımı sizin şekillendirmeniz ne kadar da rahat(!) bu sayede biraz uyuyabiliyorum.
0 notes
neiricordi · 7 years
Photo
Tumblr media
Giydirici
    Bu gece burada yazmamın asıl sebebi bu. Bu hayatta kendimize biçtiğimiz rol giydirilen olmak mı giydirici olmak mıdır? Bu dünyadaki görev bilincimiz bize hangisinin doğru olduğunu belirlemekte yardımcı olabilir mi? Bu iki soru bugüne kadar kafamda pek de yer edinmemişti. Önemsiz gibi gelmişti ne de olsa ne fark ederdi ki? Bu gece bu sorunun yanıtını almak için ölümün yaklaşması, soluğunu ensemizde hissetmemiz gerektiğini anladım. Çok geç fark edersek insanın içini yiyen bir ben ne yaptım kurduna dönüştüğünü gördüm ben bu gece. Bir alıntıyla bütünleştirecek olursam “İnsan endişeden yaratılmıştır.” cümlesiyle bağlarım ben bu durumu en çok. çünkü insan sonunu düşünmeden yaptığı işler için de endişelenir yapmadığı bir şey için de endişelenir belki de en çok yapamamaktan endişelenir çünkü. insanoğlu eylemden ürker, yine endişelenir. Endişelenmek çözüm üretmez, ama kim olduğumuzu anlayabilirsek belki yardımcı olur.
    Kendimizi, bizim baş rolünü oynadığımız ufak sahnelerimizde birer anti kahraman olarak mı görmeyi tercih ediyoruz, yoksa açık seçik tüm çıplaklığımızla küçük dağları ben yarattım diye böbürlenerek gezmeyi mi?  ama yine bu gece öğrendim ki ne kadar çok anti kahramanlığımız ile içten içe övünsek de bir alkış bekliyoruz sanki içten içe. Kanımızın, terimizin karşılığını ufak hareketlerde arıyoruz belki bize de bir pay biçilmiştir diye. Hiç birimiz bunu yapamayacak kadar güçlü değiliz. Kahramanlarsa her zaman farklı olarak daha çoğunu istiyor ve aç gözlülüklerinde boğuluyorlar. Hepimiz belki de biliyoruz nereye gittiğimizi ama sonu görmeden gemileri yakamıyoruz. Her zor soru gibi bu sorunun da cevabı maalesef ampirik deneylerin sonucunda ortaya çıkan istatistikselce bir karşılığı yok.
     Ayrıca eklemek istediğim bir kaç şey daha var. Ne zaman dünyayı başkalarının gözünden görmeye çalışsam, üzerime bir dinginlik çöküyor. sanırım insan kendi bencilliğinde ölüp gitmemesi gereken tek canlı. Yüreğe dokunmak, karşı tarafı anlamlandırabilmek, gözündeki ışığı görebilmek, acıyı anlamak, onun benliğini kavradığını sanmak, bizi biz yapan yegane şey. var olun ulan, var olalım, gözünüzü kırpmayın size bakanlara, yüreğinizi kilitlemeyin size açanlara, el olun, gövde olun, birlik olun vallaha insanlık bunun için var, dünya bunun için dönüyor. ister giydirin, ister giydirilen olun giysinin pek bir önemi yok keza eyleminde. eğer biliyorsanız kimsiniz ve karşınızda ki kimdir, sahip çıkın birbirinize siz yoksanız, ne elbise var ne de bizim gerçekliğimiz.
Never, NEVER despairing! Well perhaps, sometimes at night, or at Christmas, when you can't get a job in a pantomime! But not once inside the building! Never! Pathetic maybe, but not ungrateful. Too mindful of one's lot, as the saying goes. No duke is more privy t'is beauty, he is spring and summer! Here pain is bearable. And never lonely, not here. For he today, that sheds his blood with me... Soft no doubt, sensitive, that's my nature; easily hurt, that's a virtue. I'm not here for reasons of my own either. No-one could accuse me of base motive. I got what I want! I don't need anyone to know it. Inadequate? Yes! But never NEVER, despairing!
0 notes
neiricordi · 7 years
Text
yaşamaya dair sorular.
Tumblr media
“yeter ki kararmasın sol memenin altındaki cevahir.”
insan denilen kavramsal varlığın altında ne yatar? arkaik insanlar bugünleri bilebilselerdi insanın insana neler yaptığını görselerdi, bunlara ne derlerdi?kendimizi beton dikdörtgenlere hapsettiğimizi, varoluşumuzu reddettiğimizi, kendimizi köleleştirip beyinlerimizin hacmini küçülttüğümüzü, vücudumuzu hantallaştırıp, iş yapamadığımızı ve buna ses çıkaramadığımızı görseler, hiç bunlara başlamamış olmayı dilerler miydi? evlerinin ağzına sıçtığımızı, dostlarını ya da düşmanları olan canlıları yok ettiğimizi sonra bunu reddettiğimizi görseler, yüzümüze tükürürler miydi? onlar için salt iyi/kötü kavramını alt üst edip beceremediğimiz her şeye gri dediğimizi görseler bize aptal muamelesi yaparlar mıydı? insanoğlunun sükunetini bozup, çığırtkan olmamızın sonuçlarına bizim gibi göz yumarlar mıydı? 
bu soruların bir cevabı yok. cevabı olmadığı gibi yüzbin yıllık sürecin başka türlü nasıl olabileceği hakkında bir fikrimizde yok. eğer avcı-toplayıcılar bizden daha farklı bir medeniyet düzenine sahiplerdi ise kötü kavramının oluşmadığı bir dönem var olmuş olabilir. bilişsel devrim öncesinde homo sapiens “zeki insan” yüzbinlerce yıllık medeniyet serüveninin başlangıcında sadece iyi kavramıyla yaşamış olabilir. ne oldu da peki bu kötü kavramı gözlerimizin içinde bir kıvılcım gibi parlamaya başladı? neydi de bu akıl denilen şey birliğinde yıkımı da getirmeyi başardı? nasıl oldu da insanoğlu geliştirebileceği o kadar kavramsal soyut düşünce arasından en fazla kötülük kavramını geliştirmeyi başardı? buna iten şeyler çevresel faktörler kaynaklı mıydı? yoksa bizim zihnimizde her zaman yer alan bir siyah parça mıydı? doğa bizi eğitirken, biz kendimizi eğitirken yanlış bir yöntem mi izledik? bilişsel devrim ego ve alt ego kavramlarını yanlış bir şekilde mi üretti yoksa başka türlüsü mümkün mü değildi? yoksa insanın aşil noktası olarak yanlış olanı mı seçti? 
sorular çoğaltılabilir, insan denilen canlı farklı yönlerde kendini geliştirebilir, milyonlarca yıllık evrim tarihi farklı şekillerde kurgulanabilir, kafamızı omurgamızla taşıyabilir, iki ayağımız üstünde durabilir, besin zincirinin en üstüne tırmanabiliriz, soyut kavramlar üretip somut olana ihtiyacımız kalmadan bile yaşabiliriz ama sol mememizin altındaki cevahir kararmadan yaşayabilir miyiz? 
son bir not yok mudur bugün yaptığımız iyi şeyler? elbette vardır elbette ki bu yüzden insanız, bu yüzden üretiyoruz, sanat yapıyoruz, kültürel yönlerle varlığımızı kanıtlamaya çalışıyoruz. unutmamakta fayda var; üretebildiğimiz kadar varız bu dünyada. dopamin fizyolojik olarak belki de en kolay üretebildiğimiz şey. 
0 notes
neiricordi · 7 years
Text
Bir söz, bir atılış
Tumblr media
       Bugün burdan kendime bir söz veriyorum. Mükemmeli aramak denen bu uçsuz buçaksız deryada, kendi kusursuzumu yaratmaya. Olmayanı yontarak var etmeye. Görünmez olana ceket atarak bakılır kılmaya.     
     Uzun zamandır dağınık olanı bugün başarısını kıskandığım insanlar toparlardı. Karanlıkta gözlerimi açtılar. Alışmak zaman alır aydınlığa. O yüzden bundan sonrası ben adımlamalıyım ışığa doğru. Organize edip anlamlı kılmalıyım zamanı. Başarıyı sorgulamaktan vazgeçip onu aramaya koyulmalıyım. Daha çok bakınmalı çevreme, var olana. Eğer öğrenmekse amacım, aydınlanmaksa bu hayatta var olan gayem kimseden korkmamalıyım. Önce kendimden tabii. Vay efendim insan kendinden korkar mı demeyin, Hobbes’un da dediği gibi insan insanın kurdudur tabii ki. 
    Düşülen sudan yansımaya bakabilmeli, düşmenin de değerini bilmeliyim. Dediklerim fazla optimist gelebilir. Ama diğer türlüsünün bir anlamı yok. Bakmayın efendim siz Nietzsche’ye. Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler değil. Olmamalı. Kaybolursunuz. Yitip gider çevrenizdeki soluk ışıklar hepten birer birer. 
  Umudu da cebe koyduktan sonra kararlı olmakta lazım. Bilincinde olmak da ne istediğinin. Bir insanın kafasındaki bir elmaysa hedef, Onu görüp, onu anlamalı sonra da tek seferde on ikiden vurabilmeliyim. Yapabilmeliyim. Yapabilirim. 
    Kendi sınırlarımı bilmeliyim ama her seferinde de çeperini genişleten bir amip gibi onu zorlayıp esnetmeliyim. Sınırların içinde uyuşuk kalmak ne de rahattır oysa. Bunu bırakıp güvenli alanımı terk edebilmeliyim. Rahat batar insana. Batmalı da. Öyle bir batmalı ki hayattan her zevk alamadığın an huzursuz hissedebilmeliyim. Yaşamalıyım. Görmeliyim. Fethetmeliyim.
Bu da kendime bu çirkin 2016′dan bir manifesto olarak kalsın efendim. 
“Ne de olsa bu yaşadığımız 2. dereceden bir işşizlik yanığı! “
İyi Geceler. 
0 notes
neiricordi · 8 years
Photo
Tumblr media
         Cesur mu cesur yeni aksiyomatik dayatmalarla kurulu kusursuz dünya. Yönetme tutkusuna bağlı insanların ütopyası; insanların distopyası. Etiketlerle sınıflandırıldığımız ayrıştığımız şikayet etmeyi öğrenmediğimiz bir yer.
    Ne kadar da hayali bir yer değil mi? İnsanların tek düze olduğu bir dünya. Acaba bugün ne kadar uzağız bu kurgulardan? Globalization denilen akımın bu ütopyayla yakından bir ilişkisi var mı? Kitabı daha bitirmedim ama bu sorular üzerine daha fazla düşünmek gerek. Önsözünde de bahsedildiği gibi 1984 ile Cesur Yeni Dünya 2 farklı şablondur. Hangisinin gelecekte galip geleceği merakla beklenir durur. Soğuk Savaş döneminde 1984 bir adım önde de dursa, Berlin Duvarının yıkılışı Cesur Yeni Dünya için kritik bir ileri atılıştır. Cesur Yeni Dünya’da her şey yüzeyseldir. Hisler/Duygular arkaplana atılmıştır, müstehcendir, seksin aksine.
   Günümüzde bulunduğumuz noktada 2016′da; giderek artan globalizasyonun etkisi kendini daha da belli ediyor. Cesur yeni dünya’ya bir adım daha yaklaşıyoruz. Teknoloji dört bir yanımızı sarmaya başlıyor. Önce bize kolaylıklar sunuyor sonra karşılığında kişiliğimizden bazı kimlik kartlarımızı almaya başlıyor. Biz kolay olana yönelirken sorgulamaktan kaçınıyoruz. Vakit kazanıyor gibi görünüyoruz ama kazandığımız vakti yine teknolojiyle harcıyoruz. Giderek köreliyoruz. insanlığın temel tözü nedir pek bilmem ama onu takas etmeyi tercih ediyoruz bir yerde. Bugün bize öğretilen gerçekliklerin  ne kadar yönlendirme içerdiğine bakmıyoruz. Reklamlar, yazılıp çizilenler bize her geçen gün daha çok işliyor. acaba cesur yeni dünya ironik anlamda kapitalizmin etkileri üzerine yazılmış bir ütopya kurgusu olabilir mi?
  Seri bandının babası olarak Henry Ford kitapta tanrılaşıyor. Tarihler bile Ford’dan önce ve Ford’dan sonra olmak üzere kullanılmaya başlanıyor. Marx’ın kuramını bence destekliyor bir noktada. Ürüne, Üretime yabancılaşıyoruz Ford’la birlikte. Ne ürettiğimizi bilmiyoruz, ürettiğimizi satın alamıyoruz. Metaya yabancılaşıyoruz. Üretirken de zamanımızın bir çok kısmını para kazanmak için harcıyoruz, kazandığımızla yetinemiyoruz daha fazla kazanmak için mesailere kalıyoruz. Çevremizde olanları göremiyoruz hayatlarımızı kısır döngüler içinde yaşayıp gidiyoruz buralardan.
  Bir de kitapta “tarih aptallıktır.” kavramı çok fazla göz önünde tutuluyor. Evet tarih öğretileri insanlardan uzak tutuluyor, bilinç kavramını sorgulamayı gözardı ediyor. Hedonistik bir çağın altın kuralı olarak bunlar zararlı görülüyor. İnsanın rahatını bozabilecek yegane şey sorgulama kavramıdır çünkü. Anlık zevkleri öldürebilirsiniz düşünerek. Ama şunu da unutmamak gerek Sokrates’in dediği gibi “unexamined life is not worth to live”.
   Tabi kitapta daha bir çok yeni yaşamın getirdiği değişikliklere de yer veriliyor. Üremenin makine temelli olması, ebeveyn kavramının ortadan kaldırılması, çoğu ütopya’da büyük bir yer kaplayan seks kavramı, yemekler gibi insanın g��nlük hayatının temel yapı taşlarını oluşturan eylemlerde gösteriliyor. Ama tek tek hepsini açıklamayacağım. Asıl noktaya tekrar değinmekte, toparlamakta fayda var. Makinelerin insanlarla birlikte yaşadığı, insanların etiketlenip sınıflandırıldığı, önkoşullu bireylerin yetiştirildiği, hedonistik, sorgulamadan uzak bir dünya nasıl olurda insanların dünyası olabilir? buna yaklaşıyor muyuz? bireysellikten çıkıp ortak kaygıları yok etmek bu mudur? İnsanlığı(?) yitirmeden bunu yapmanın başka bir yolu var mıdır? İnsanları mutlu edebilmek ön-şartlandırma, pavlov yöntemleriyle mi sadece mümkündür? Acı çekmenin insanın kişiliğini oluşturmasındaki önemi nedir? gibi gibi bir çok soru var.
                                                                         İyi Akşamlar/ Yaşasın Fordumuz
0 notes
neiricordi · 8 years
Photo
Tumblr media
         Bugün Karaköy’de Perşembe Pazarındaydım. Hatta sadece bugün değil bir kaç gündür oralardaydım araştırma ve gezi için. Burası oyle bir yerki gittikçe sizi içine çekmeye başlıyor. Havasını bir kez soludunuz mu hayat bambaşka görünüyor gözünüze. Neden diyeceksiniz; tarihi katmanları ve kaotik atmosferi diyeceğim bende size. Öyle bir yer ki tarihi cenevizliler dönemine dayanıyor. Tarihi surlar, ticaret bölgesi, hırdavatçılar, imalathaneler, balıkçılar.. O kadar yoğun bir ticari akış var ki. Ama söylenenlere göre ticaret burda her zaman varmış yani anlayacağınız buraya sonradan entegre olan bir kavram değil. Cenevizliler zamanında liman kenti olması burada ticari bir kimlik oluşturmuş ve günümüze kadar farklı tarihsel olayları yaşayarak ve yaşatarak gelmiş. Bu yüzdendir ki kaotiktir kavram karmaşası yaşatır her köşesinde bir iz bir geçmiş bir tutam gizem barındırır. Bunlardır Karaköy’ün kalbini oluşturan parçalar.
      Ama size biraz daha lokal bir şeyden bahsetmek istiyorum. Burada bir handa bir tasarım ofisi gördüm. Tornacıların, dökümhanelerin ve malesef ki bugün harabeye dönmüş olan bir yerde. Mimar Sinan yapısıymış han. Böyle bir yerde bu kadar cesurca bir kararla açılan bir tasarım ofisi açıkcası beni o kadar şaşırttı ve mutlu etti ki tahmin edemezsiniz. Saygı duydum içten içe. Kararlılığı ve dik duruşu beni derinden etkiledi. Bugünü unutmamak içinde buraya bir şeyler yazayım dedim. Sanatın ve zanaatın bir arada durabildiğini, toplumsal kimliğin ve kentlerin var olan belleklerinin ne kadar can alıcı olduğunu hatırlayabilmek için. Ne diyeyim iyi ki bu hayatta böyle insanlar var iyi ki de cesurlar ve bizlere farklı bakış açıları kazandırıyorlar.
0 notes