Tumgik
metem · 3 years
Text
ŞOFÖR’ÜN USTASI BÖYLE OLUR
          Hani şoförün ustası olmaz, alt tarafı araba kullanıyor derler ya, ben inanmıyorum, yaşadığım bir olay bana ustalık, çabuk düşünme ve ani karar verme yeteneği gerektiğini öğretti.
        Yıl 1951, yaşım 15, ilk defa ehliyetsiz olarak gündüz taksi’de çalışmaya başlamıştım, 1949 model Dodge marka yeni bir araba ile Taksim’den 5 kişi alarak Karaköy’e dolmuş yaptım, o zamanlar bütün yollar gidiş geliş çift yönlü idi. Cihangir’den Tophane’ye İtalyan hastahanesinin önünden inen çok dik bir yokuş vardır, arabalarda şimdiki gibi teknoloji yoktu, havalı fren yoktu, genelde yokuş inerken fazla benzin yakmamak için kontak kapatılırdı. Bu yokuşta freni patlayan araba bir şekilde kendini kurtaramazsa yolun karşısındaki ya İsmail efendinin aktar dükkanından ya da  yanındaki kırtasiyeciden içeri dalardı, Eğer bir araba yokuş aşağı kornaya devamlı basarak geliyorsa, aşağıdakiler tehlikeyi anlar ve herkes bir tarafa kaçışırdı. Ben de yokuşun başında kontak kapattım ve fren gücüyle yokuşu inmeye başladım. Bunun farkına varan sağ arka tarafta oturan yolcu Musevi şivesi ile “şoför efendi ya yokuşu birinci vitesle in ya da beni burada indir” dedi. Aslında adam haklı idi, bize öğretilene** göre, yokuşu hangi vitesle çıkıyorsan aynı vitesle inilirdi. Buna rağmen durdum ve yolcuya korkuyorsan in dedim,  indi ben de devam ettim. İtalyan hastahanesini biraz geçmiştim, birden ayağımın altında fren pedalı boşaldı ve araba hızlanmaya başladı. O an kulaklarım çınlamaya, ustalarımızın öğrettiği bütün her şey aklımdan geçmeye, başladı. Arabayı ikinci vitese ver, kontağı kapat, Debriyajı birden bırakma, kavramada tut, El frenini birden çekme, yavaş yavaş ayak freni gibi kullan Lastik yanaklarını kaldırıma veya Sağda solda duvar varsa arabanın yan tarafını duvara sürt, bunları yapamıyorsan en az hasar verecek şekilde kafadan değil, sağ ön köşeden çarpmayı dene. Bütün bunlar saniyeler içinde aklımdan geçti, tecrübe- sizliğime rağmen ikinci vitese taktım, kontağı kapattım, debriyajı kavramada tuttum, el frenini yedire yedire kullandım. Hızı azalttım ama durduramıyordum, beyaz yanaklı lastikleri kaldırıma sürtmeye kıyamıyordum, sol tarafımda Tophane sanat okulunun (şimdiki Tophane-i amire) duvarına sürtünmek istedim, olmadı, duvarın önünde yürüyen iki kişi vardı, onları tehlikeye atamazdım. Bunlar o kadar kısa zamanda oldu ki, planlasam böyle bir olayı bu kadar kısa zamanda yaşayamazdım                      .          Yapacak bir şey kalmamıştı, kornaya sürekli basarak aşağıya iniyordum ki, ŞOFÖRÜN USTASI meydana çıktı. “Cihangirde oturduğumuz evin alt katında Recai amcamız vardı. 1939 model arabası ile dolmuş yapardı, İstanbul ehliyet numarası sadece 14 idi. Ben panik halde aşağıya doğru hızla inerken ileride yolun ortasında Recai amcanın arabasını gördüm, duruyordu, kapıyı açmış tek ayağı dışarda ve bana eliyle gel bana çarp diye işaret ediyordu, çaresizdim, dediğini yaptım, çarpmama 10 – 15 metre kalmıştı ki birden içeri girdi ve hızla hareket etti, ne yapıyor bu demeye kalmadan arabanın sağ ön köşesini iki araba da hareket halinde olduğu için hafifçe çarptım ve Recai amca kendi freni ile beni aşağıya kadar indirdi                           .                                      .
        O bana geçmiş olsun derken millet  onu alnından öpüyordu.  
            O günden sonra, kafama yerleşmiş olan “bana bir şey olmaz” düşüncesi tamamen yok oldu, insan hayatının pamuk ipliğine bağlı olduğunu ve başına her an her şeyin gelebileceğine inandım.
 ** O dönemde şoförler yanında muavin taşır, onlara şoförlük öğretirlerdi.                          
1 note · View note