Tumgik
liberterkedi · 5 months
Text
Decay...
The class distinction among those not satisfied with their lives is excessive. A fundamental example of this is evident in the portraits of unhappy individuals in today's society.
In the era where everyone functions as an element of capitalism, they express themselves through their bodies on social media rather than through ideas. While bodybuilders were once considered athletes, today everyone endeavors to aesthetically enhance their bodies, struggling to find a place in the showcase. This critique extends beyond physical health, pointing out symptoms of social media viral infections. Life, as the famous Iranian director suggests, is shallow and open:
"I believe existence is just an illusion. If we accept that everything is in a transitional state, embrace the nature of movement in our lives, and abandon sticking to a goal, we can grasp life better and derive more pleasure from it."
But today, people don't question; they only consume!
Everyone indulges in a selfish masculinity, becoming commodities of the system. In the future of the children, humanity's only hope, the corridors of anxiety created by the smallest organisms we consider superior pollute their futures with wounds, respiratory failures, hopelessness, animosity, hatred, massacres, and more.
Why don't we stop?
The only reality that doesn't deserve this tragedy is the children. Rectifying this nightmare we've created will come to fruition when we realize our intellectual and moral obligations. Otherwise, if we, when faced with criticisms from children who curse our past, develop a new generation of criticism rather than remaining silent, we will become nothing more than the cancer cells of this illusory life form inherited from our elders. In fact, we are the ones turning our past into a graveyard and condemning our future. No one trusts each other. Goodness is a choice, and evil is the application of human definition.
Social decay is increasing for this reason!
While everyone is a miserable Quasimodo, everyone desires a priest. The true hero of this story is not Esmeralda or the despotic priest but Quasimodo, the one who writes and directs the story.
The candid description of non-acceptance reveals that behind many situations perceived as irresponsible from an external perspective or deemed lazy or irresponsible internally, there is an underlying perfectionism in most passive actions. The belief of being flawless and only acting if perfection can be achieved is a fundamental aspect of the contemporary passive human portfolio that prevents a person from taking action towards what they have done or will do. The reason for this is that the perfectionist person is unconsciously aware that satisfying the demanding voice within is impossible. Faced with this, the person enters a "freeze" reaction and never takes a step towards that action. Subsequently, the person is labeled as "irresponsible." In reality, the person thinks, "...why bother starting if I can't make it perfect as the inner voice desires?"
...these individuals struggle seriously to initiate their actions. They attempt to take responsibility but often fall short. Instead, recognizing and working on the demanding and coercive voice within, which desires perfection, leads to much more lasting changes in these individuals.
This tale is an analogy for societal deformation. Our inability to end the dominance of those we label as foolish in society removes all slogans, extracting their hatred from their children by becoming unconscious!
Actually, if I knew I wouldn't encounter my mother... I would become a master serial killer, dictating my own life. But unfortunately, the only debt children have is the agony of continuing their lives for mothers who love them unconditionally.
0 notes
liberterkedi · 2 years
Text
yalanlarınız işe yaramıyor. önemli olan, insan kalabilmek. bu yüzyılın en önemli direnişi tam da bu!
12 mayıs 2013
umut, hayal ve ütopya!
distopik bir ikilem içerisindeki insanlığı tanımlayacak!
özgürlük, bir hayalden öte; kendi irademizin ta kendisidir! tıpkı şeyh bedrettin’in bize bıraktığı iki mirası gibi: bir, isyan eden halka katılmak. iki, herkesin eşit ve ortak yaşamasına inanmak.
hani gezi olaylarında tarlabaşında bir duvarda"...yenilsek de, damağımızda isyanın tadı."
..yazıyordu ya, umut ne demek ise, işte anlamı da bu duvar yazısı ile kısaca betimleniyor. Bu yüzden çok şey öğrendik, tarihsel bütün direniş biçimlerimizi ve hayallerimizi yeni bir dile tercüme ettik. geçmişimizi temize çektik, bütün aşklarımızı da giyotinden geçirdik isyan anlarında!
insan değerlidir!
tüm insanlık bunu anladığında, herkes bir arada, herkes özgür. kimse kimseye bir şey dayatmıyor ve herkes kendi rengini özgürce taşıyacak!
aksi halde: bir düz yazıya saplanmış satırlar ile, bir insana saplanmış acıların arasında ne fark var?
kısacası:"...her alanda, asıl yenilgi, unutmaktır!"
9 notes · View notes
liberterkedi · 2 years
Text
Sacmalik...
Alakalı betimlemesiyle, sansur koymaya calisan ve yazilari ahlaksiz diye raporlayan zat: kendi gugusunu bastirmak için, kelimelerimin neyse anlattigina dair fikrin olmadan bu saldirilarinin yarattigi tek his, hiçlik. Devam et...
3 notes · View notes
liberterkedi · 3 years
Text
Geçmişini mezarlık haline getirip, gelecegini mahkum edenleriz biz. Hiç kimse birbirine guvenmiyor. Iyilik bir tercih, kotuluk ise uygulamali insan tanımi.
2 notes · View notes
liberterkedi · 4 years
Text
Tumblr media
soğuk düşlerinin altında yaptırdığınız psikolojik gerilimlerinizden dolayı, intihar eğilimini besliyorsunuz insan olarak kalmak için mücadele edenlere. neresinden başlayalım ki bitirebileceğimiz bir öykü olsun satırlarda. Maalesef hiçbirşey bu kadar sıradan değil. Çünkü iki yüzlülük, insanın kendi doğasına fırlatıp, kişiliğini kirletnesine sebep olduğu en basit olgu.
0 notes
liberterkedi · 4 years
Text
Tumblr media
kapının dışına haliç koymuşlar. adım atamıyorum. izlemediğim televizyon, bangır bangır beynimde intihara yürüyor. insan öldüğünü ancak yüzündeki gülümsemenin arkasına gizlenemediği zaman anlıyor. popüler vibratörler gibi davranmaktan çıkamıyor iktidarsız köleler. uyan.
aidiyetlerinden kurtulmadığın her anda, birilerinin komut zincirinde kalmaya devam edeceksin. evlen, çocuk yap, birilerine daimi hizmetlerini de sürdürmeye devam et.
nasıl yıkık bir pandemik şiir hali değil mi?
şiir piç bir notasızlıktır, aslını yitirmek yukardakilerin çok üzerinde irtifa arttırıyor. hatıralaştırdıklarını susarak yazdığın şu satırlarında, rögar kapağı misali yetiştirdiğin hiç bir teşbihin anlamı yok. seks bu dünyanın dudaklarımızı kupkuru bir letheye döndöndüren imitasyon intihar hali. kısık bir magma ateşi gibi aksak bir ağrı bir gelip bir giderken bedenini yönetemediği her anın sonrasında midende, sorular tanklar gibi beynini ezip geçer. işte bu zamanda, insan öylece oradayken ve ben yarına gidemiyorum. yanına gelemezken en korktuğum şey annemin bedduası. endişesine hasıl olmak üzüntü verir her daim. hırsımdan, delirip sağlıklı olmayışına sarılıp, gıyabında hayalinin ellerinden öperek tüm jest ve mimiklerini secde ettiriyorum.
ben bu yazıyı uçarken yazdım.
tüm yüklerimden kurtulup, kelimeleri karşıma alarak, satırlarda sol anahtarlarından yudum yudum hayal çaldım. uyandım. gelmedi bir daha uyku. çünkü annemden her uzak günün sabahı ölüm, gecesi umuttu. bu yüzden kendi katedralimin, müezzini olup; nesir makamından şiir attım satırlarımın arasına devrik bir oltayla. ve sonra gayba karıştım. evlendim ve şahidi oldum her erkek babasının günahlarını tembihlerken buluyor kendi hayatında. zihnimdeki ontolojik göçüklerin altında, yıkılan hümanizimanın kalıntılarıyla hangi getto başarılıdır mülkiyetin tarihçesinde. her güne farklı bir bakış açısıyla sahip olmak, modern hayatın, bordro köleliğinde imkansızlaşıyor. çürüyoruz!
zihin, bir kürek mahkumu edası ile sadece otoritenin şekilciliğine sığınmış halde...
köleyiz.
tüme varmanın hep kısa yolunu bulmaya çalışırken, sarıldığın her anın birileri tarafından sana sunulan volta molası olduğunun farkını muhasebeleştirirsin. İçinden, hiç bir ders çıkarmadığın her acı hatıra, yıkım addedildiği gibi, yaşamında devinimsel olarak devam ediyor. yok ediyoruz kendimizi. kendimizi dölleyen tarihin geçmiş tutsaklığında, bir sıçrama olmuyor.
bu yüzden sizden tek ricam, bana karşı dürüst olmanız. çünkü yanıtlarınızdaki ayrıntı eksikliği ya da yanlışlık, bütün olayların değişmesiyle sonuçlanıyor. ben bu yüzden bir anforayım içerime ağlayan,ağladıkçada yeniden devam etmeyen bir cam kırığı gibi. neden sustuğumun en basit ifadesi, geçmiş ile söylemler arasındaki çelişki. tıpkı kafka'nın samsası gibi...
her güne bir böcek misali, trake solunumu yaparak, maskelerinizin altından gülümsemek bir bencillik hikayesidir.
sonuç:başladığımız yere temiz dönebilmektir. kapının dışı, bir başka cehennemler ve cennetleri içerir. en büyük payidarlık ise, inandıklarının kölesi olduğun her andır.
(20200524/Dünya üzerinde bir yer)
1 note · View note
liberterkedi · 4 years
Text
youtube
0 notes
liberterkedi · 5 years
Text
Melankoli ve yoksulluk, içerisinde sıkışmış toplumlar çöküş içerisinde.
Toplum intiharlar, katliamlar, şiddet ve yalnızlaşmaya başladığı her süreci, siyaset negatif destekleriyle besliyor. Süreç, insanların ve doğanın birbirine olan bağını kopararak kendisinin canlılığını süreğen kılıyor. Cinsiyetçi, ırkçı, kindar ve birbirine karşı olan tahammülsüzlükleriyle beraber, zararlı olan geçmişi dinç tutuyor. Üçüncü dünya ülkesi söylemi de bu ayırımlardan biri. para temel argüman her daim. Tek açıklaması ise anlayışın yok olduğu bu uzay çağında, insanların karşısındakini olduğu gibi değilde, ötekileştirerek kabul etmesinden kaynaklanıyor.
Televizyon ve İnternet hala eskimeyen, toplu katliamlara araç edilmiş ve insanlar tarafından, bağımlılık düzeyinde içselleştirilmiş transkilizandan öte evrilmemiş en basit iki araç.
Günümüzün okuma oranı eskisinden daha büyük bir erozyona uğramış halinde. Sanat parası olan için sanat iken, parası olmayanlar sadece televizyon ve internet üzerinden kendilerinin melankolisini besleyenlerin ürünlerini tüketiyor. Yaşam kısa metrajlı bir porno halinde algılanırken ergenlik dönemi içerisinde, bu eril mantık hayatın her dönemine çağın vebası halinde kalıcı hale gelerek hğkğmdarlığını hala sürdürmekte. İşte bu yüzden çöküş ya da başka ifadeyle yıkım kendini yenileyemiyor günümüz dünyasında.
Kapitalizm ise ışıltılı dünyası içerisinde, sakladığı bu psikolojik gerilim dolu örnekleri, topluma pozitif ayrımcılık aşılayarak kendisini her daim dominant halde tutuyor.
Kısacası, tüm bu etmenlerin... Erk'in gücü kalıcı tutması ve bunu bilinçsizlikle övgülendirmesinin en temel sebebi, bilincin en büyük düşman olmasından kaynaklanıyor. Bunun en büyük sebebi, bilince sahip olduğunda;düşünürsün, hissedersin ve acı çekersin. Cesaretliysen, savaşırsın... Korkak ve bilincine yaptığın haksızlıktan acı çekersen eğer, melankolik bir atmosferde kendini boğarak, yaşamına intihar ile son verirsin. Fakat dünya tümüyle acı çekenleri hakimiyetine, bunu en iyi Cesare pevase dillendiriyor:"... intiharı düşünen bir insan için en kötü şey kendisini öldürmesi değil, bunu düşünüp yapmamasıdır. İntihar düşüncesine -bir alışkanlık haline gelen intihar düşüncesine- yol açan manevi çöküntü kadar aşağılık bir şey yoktur."
İyi geceler,
LiberterKedi
2 notes · View notes
liberterkedi · 5 years
Text
Mustafa Kemal’in Bursa Nutku
“Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir. Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, “Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır” demeyecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla müdahale edecektir.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır. Genç, “Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir” diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır. Yine düşünecek, “demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek” diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haksız ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek. Diyecek ki, “ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.”
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği!”
Ahmet Taner Kışlalı Notu: “Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır? Başında bulunduğu devletin bile ‘zaaf’ içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlarından kuşkulanabilen, ama gençliğe böylesine 'sınırsız’ bir güven besleyen, böylesine 'çek’ veren, gençliği böylesine 'son çare’ olarak gören bir devrimci yoktur Ve Atatürk, hem gelecek iktidarlar hem de gençlik konusunda yanılmamıştır.” - Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı
10 notes · View notes
liberterkedi · 5 years
Text
Popülizm...
modern dünyanın en ciddi salgını. her alanda bireyi, egemenliği altına alıyor. kişinin tüm dimağı metastaz aşamasına erise de kurtuluş mümkün.
her dönemin, toplumları hapseden popülist virüs başlığı farklı, tipi aynı foseptik çukuru. her genellemenin yanlış olduğunu söyleyen nietzschelerden, gündelikçi devlet artıkçıllarıyla çevrelenmiş bir dönemin bireyleri olmak bizim suçumuz.
Okumuyoruz, yetiştirmiyoruz umut ve hayali. Köleleşmek ve köleleştirmek hep eylemimiz oluyor. Sığındığımız hayallerimiz, düşüncelerimiz o kadar acınacak hale gelmiş durumdaki, yarınların prematüre kültürünü sağlıyoruz geleceğimize...
Yıkımın tam göbeğindeyiz.
LiberterKedi
1 note · View note
liberterkedi · 5 years
Text
Sevgilim
eşyalarımı toparladım kafamda. bir köşe de yer alıyorlar. zaman ile sürüklendiğim ülkeler ötesinden, ülkem olan senin yanına geleceğim günü, düşlerimiz ile çekelim düş düşe.diz dize olacağımız günlerin mutluluğuna.
senden uzaktayken hayat bana, içerisi doldurulmuş bir hayvanın lanetli mezarlığı gibidir. lütfen susma!
vişne yanaklım:
gece kaybetmeye oynamasın, ne olur. hatırlatmadan özleyelim birbirimizi!!
masumiyet ile....
insana dair nesli tükenmiş, temizliksin sen.
zamansız ve mülkiyetsiz bir şekilde, sadece duvarlar ile etrafımda filizler örüyorum, senin parçalarını muhafaza etmek için. nasıl bir kin, nefret ve kötülükle dolu insanlar sen de görüyorsun, görmeyelim... göreceğimiz: sokaklarda, kimsesiz bir çocuğa aldırış etmeden ilerleyen adımlarda, açlık varken ekmeği atan evlerden hep uzak olmamız dileğiyle...
dudak kıvrımında çiçekler açan kıpkırmızı elma yanaklım...
sen hayatıma nüfuz ettiğinden beri, ellerimde pastel kelimelerin. gökyüzün doluyor ciğerlerime. köpük köpük buharlanıyor gözümdeki ikiz bebekler. bir birlerine benzemiyorlar.birbirleriyle yarışıyor. senin hayalini kazıdığım, ne zaman gözümü kapayıpta, ruhumdan yansıdığın anı önce yakalamak uğruna...
kavun dokunuşlum...
neresine dokunsak bu dünyanın, acı dolmuş kabuğuna... insanlar artık konuşurken susuyor. irili, ufaklı, kırışmış, reklam panosu misali yüzlerle çevrili etrafımızdan umutla dolaşalım sokakları. ne kadar yapay, ağlamaklı ifadelerle birlikte etrafımızda haykıran acılara, soğuk halde birbirlerine yaklaşsalar da bu şekil de yaşamıyca, güven bana!
can...eriği'm!
ruhuma işlemiş bir pir sultan deyişisin, yüreğimde de direnişime ömür yükleyenim. hünkar hacı bektaş'ı işkence dize getiremediği toprakların kederinden:"marifet, nefsi silmek değil, bilmektir."...diyor ya. işte sen bana marifet dolayanımsın. çırak olduğum sevgimizde de beni usta eylemeye hak verenimsin. geçmişimin içerisindeki o ekşi, acı, kederler ile doldurulmuş insanlığıma sövmeden, beni değiştirmeden, yüreğime dolananımsın. tıpkı gökyüzüm, ayışığım, ürkek güneş ışığı ve taze baharın çocukları olan meyvalar gibi hayatımın reçinesini köklerime döşeyensin.
gözlerimden yaşlar geldiğinde; "tanrı, gözyaşlarımızdan utanmamıza asla gerek olmadığını söyler; çünkü onlar dünyanın kör edici tozunu yatıştıran, kalbimizi yıkayan yağmura benzer."...ağlamaktan utanma!
işte bu yüzden sevgilim, sen benim için; yağmur saçlım, hayatım, canım, sevgilim, çilek burunlum, kiraz yanaklım, caneriğim'sin...
sen düşüme kazınmış tatlı ısırığım...
serçeleri hayatımda volta attıran sevdiğim, üzülme. beni afaroz ettirdiğin her gün kü ölüme giden yolumu, nasıl da çimlerle doladın gör... görmelisin ki, bu hayatın engizisyon adamlarının ve kadınlarının sevgilerinin, umutsuzlaştırdığı eksik parçalarındır bana satırlarca yazdırabilen.
nüvemdeki kiraz misali ikiz ruhum,
tutkulu kollarımız ta bileklerimize kadar açık. çünkü biz, dağınık bir geçmişi örsleyerek düzeltmekten öte, birbirimizi olduğumuz gibi kabul edenleriz, nasıl mı?
eski zamandır ki günün birinde yolu bir dergâha düşen kendi halinde bir adam, dergâhta bir mevlevi ile bir bektaşi' nin sohbet ettiklerini görünce yanlarına yaklaşır. kendini tanıtır ve dergâhı merak ettiğini, nasıl zikir edildiğini izlemek için geldiğini söyler. erenler başlar adama çeşitli nasihatlerde bulunmaya, her biri kendi yolunu mümkün olan, en tatlı dille anlatmaya çalışır. adam bir yandan onları dinlerken, bir yandan da gözleri onların giysilerine takılır.
mevlevi' nin giydiği kıyafette kollar o kadar geniş ve uzundur ki, hem içine üç kişinin birden kolu sığabilir... hem de uzun olduğu için yalnızca kolları değil, elleri de kapatmaktadır.
bektaşi' nin kıyafetinde ise tam tersi bir durum vardır. elbisenin kolu daracıktır, neredeyse tene yapışmıştır; üstelik kısa olduğu için, eller ta bileklere kadar açıktır. bu duruma hayret eden adam, sebebini öğrenmek ister. büyük merakla, önce mevlevi’ye sorar:"...pirim, kıyafetinizin kolları neden o kadar geniş ve uzun; bunun özel bir sebebi var mı?"
mevlevi hiç beklemediği bu soru karşısında oldukça şaşırır. iki kolunu da biraz yukarıya kaldırır, sonra ellerini birleştirerek kollarını daire sekline getirir ve şöyle der:"..evet, özel bir sebebi vardır. çünkü biz insanların günahlarını, ayıplarını, kusurlarını örteriz. başkaları görmesin diye üzerini kapatırız." yanıttan oldukça hoşnut olan adam aynı merakla bu kez bektaş' ye döner: "..peki ya siz, pirim? sizin kıyafetinizin kolları neden bu kadar dar ve kısa? siz insanların günahları ve ayıplarını örtmez misiniz?"
bektaşi kendi kollarına bakar, birkaç saniyelik bir dalgınlıktan sonra gülümser ve adama bakarak şöyle der:"...biz mi? bizim geniş kıyafetlere ihtiyacımız yoktur. çünkü biz insanların günahlarını ve kusurlarını görmeyiz."
...der. işte canım, bizim sevgimizin bugün kü anlamı da budur yüreğimde. işte bu yüzden, yok yere öldürdüğüm kendi içimi canlandırarak, insanları olduğu gibi kabulleniyor ve içlerindeki cennet ve cehennemlerinden önce; senin yüreğime emanet ettiğin parçalarının, cenneti olmaya inanarak, hayatımı, zamanımı sadece sana yüklüyorum.
Seni Çok Seviyorum,
C.
Tumblr media
1 note · View note
liberterkedi · 6 years
Photo
Tumblr media
ne söyleyecegim belli de, nasil söyleyecegimi bilmiyorum. 4 temmuz 1920, prag franz kafka milena'ya mektuplar uzun zamandır çok konuşuyorum. hiç kimse neden konuşmadığımın farkında değil. çünkü samimiyetsizlik çağındayız. nereye doğru mu gidiyoruz dediğinde, anlattığım şuydu; ...bir kitabın kaçıncı sayfasında karşılaştığımızı bilmezken, yitirildiğimiz yerden kalkmaya çalışıyorduk. hangi gökyüzü düşüyor. gölgelenen acılarımızdan, soyut bir gökkuşağı altında buluşacağımızı düşlüyoruz. dünyanın bütün sabahlarına, hiç uyanmayacağımız; çırılçıplak bedenlerimize yakamozlar düşecek. somut bir nefes var göğsümün üzerinden, boynuma doğru yükselen. acıyacak mı? bilmiyoru/m/z... hiç ünlemlerle konuşamadım. tekmil verirken hep eksik kalırdı sesim. hani edip diyor ya; "...insan yaşadığı yere benzer." ...ben de insan taklidi yapıyorum. ne kadar yaban domuzları gibiyiz. birbirimize karşı acımasız, sinsi ve katliam dolu bir yaşamı güdüyoruz. düşen parmaklarımdan önce, kalem kırmazdı yüreğim. öldüm. - soyut olarak. bir insan somut olarak kaç defa ölebilir söyle? yaşıyoruz işte. üzerimizde kırık kelimeler var. satır aralarında, belirli bir nizam ile uzanmışlar. iki yakamız aşık olduğumuzda kavuşmaz sanırken, hayat bize en güzel seramonisini hazırlıyor. aptalız. ciğerimizden tüketiyoruz. her içtiğim sigara, bir intihar denemesi. eksildikçe anlıyoruz. farkında mısın? hayat bir düş ve gerçektir. soyut veya somut. ikiz piçler gibi sokakta tanıştık. gövdelerimize yükselen ceviz ağaçlarını düşle. ne kadar hayal, o kadar mesafeli mutluluk. gölgesi düşen bir sedirin altında, ellerim parmaklarını hapseylemiş. ismine sandalyeler üretiyorum. önümde masa. çıktığımız yolun sonunda, her seferinde bir ölü yatıyor. neden? geçmişimi dilime çekiyorum. kapanmayan bir zarf gibi acılar. içerisine sıkıştırsan da hayat; kuşlar gibi geçiyor zaman unutma. tıpkı şairin dediği gibi:"...kuş uçar, sen uçuşu hatırla!" ne kadar soyut değil mi? bir kadının yüreğine dokunması, yüreğinden seni soyması. bedeninin haritasını, tenine değdiği nefes alışı ile oluşturman. gelecek mutlaka, mutluluk! ince sızılardan doğacak adam. hangi acı vardır ki; zamanı dolunca silinebilen. işte aşkın somut gerçekliği. türev gibi azalarak artıyor bedenimiz. ruh söküldüğünde, yara kapanmıyor. zaman anforalara sıkıştırılmış gözyaşı. yerdeki penislerine sarılmış adamlar ile, koşmaya alışmış kadınlar. ya da bedenini vitrin gibi kullanan metalaşmış kadınlara salık veren adamlar... önemsiz bir kayın ormanı gibiyiz ikimiz. sıyrılmışız en sığ kıyılardan. nefretini kelimelerle cezalandırırken, kustuğumuz kendimiz değiliz de neyiz söyle? şiirden nefret ediyorum. bir gündüz düşü gibi, yıldız topluyorum boynundan. adem elmasını gırtlağıma dolanmış ilmek. nefes alıyorum ama ölüyüm. ne kadar soyut ruhumuzla oyun oynayan hayat. somut bir türkü gibidir hayat. martılar gökyüzünün hırsızları. çığlık, çığlığa hatıralar. memelerinin altında gözlediğimiz annelerimiz gibi istedikçe, nasıl bir sapkınlığa eksiliyoruz aşık olarak, bilmiyorum. hafifletici bir nedenim yok hayatta. yüreğimdeki çürümeyle, düşüme yerleşiyorsun. bir veda hutbesi gibi gülüşün suratımda. gamzelerin semaha durmuş. kirpiklerin düşüyor gözlerine ve ben ardılına seni asıyorum düş düş. hadi söyle:"..soyut mu, somut mu?" Caner. (..ti'den zamanı)
1 note · View note
liberterkedi · 6 years
Video
vimeo
A bicycle trip (Short-film 2007) from lorenzo veracini on Vimeo.
0 notes
liberterkedi · 6 years
Text
“ Nasıl oluyor da sen hala benden korkmuyor, tiksinmiyor, uzaklaşmıyorsun, ya da buna benzer bir duyguya kapılmıyorsun Milena? Gücün ve ciddiyetinin derin boyutu nerelere varıyor? Ben sana veya bir başkasına “içimde nelerin döndüğünü” açıklayamam. Kendime anlatamadığım şeyi bir başkasına nasıl anlatabilirim? Aslında sorun bu değil, bu konu çok açık ki: benim çevremde insani bir yaşam olanağı mevcuttur değil. Sen bunu görüyorsun, ama inanmak istemiyorsun. Bana doğru gelirsen büsbütün dibe vuracaksın. Bunu biliyor musun? Aşk, benim gözümde , içimde döndürdüğüm ve sen olan hançerden ibarettir.” – Kafka
0 notes
liberterkedi · 7 years
Link
btün çocuk gelinlerin acısı!!!
0 notes
liberterkedi · 7 years
Video
youtube
1 note · View note
liberterkedi · 7 years
Text
rüzgar
sandığından daha fazla ciddi bir melankolidir hayat.
kin, öldürdüğün duygularının zombi hali. sadece tüketmeye yönlenmiş mantık ne kadar varlığını sürdürebilir. kadınlar ve erkekler, kısacası insanların bile kendilerini ticari bir metafor olarak kabullendiği bu iç yivli kurşunlar, nasıl da parçalıyor göğsünü ve nasıl gettolaşıyorsun.
paramparça olupta, savrulduğun zamanın yosması halinde tükeniyorsun. rüzgar dalgası gibi hislerinin kölesi oluyorsun. yok oluyor, tükeniyor ve zamana karşı sığlaşıyorsun.
... hep bu karamsar tavırın ardından, yükleminde vardığın yerin terminolojik ifadesi hayat oluyor. sonuç itibariyle, elinden yitip giden sadece ve sadece senin boşuna telaşlanarak kaçırdığın kendi hayatın olduğunun bilincine varıyorsun.
ve yok olduğun an:rüzgar biçip, yel dövüyorsun; hasat olarakta elde ettiğin anlamsız bir yorgunluk.
C.
0 notes