Tumgik
kuytumda · 2 years
Note
nerelerdesiiiiin yazılarını dönüp dönüp okuyup kendimi buluyorum senelerdir neden bırakın burayı
Kendime dönmeyi ben de isterdim. Teşekkürler yine de.
9 notes · View notes
kuytumda · 5 years
Text
geri geri düşmeden kaç adım sayabilirim acaba diye 5 ay boyunca önümü görmeden yaşamışım gibi hissediyorum. bazı şeylere katlanmanın bazı insanlarla ilişkisi olması sizce de acımasızlık değil mi? sanki eksilen yılları ve kaybolan insanları saymamak için tırnaklarımı tekrar yemeye başlasam bir etkisi olacakmış gibi, hiç bir şey kolaylaşmıyor. sanki ileriye doğru bakmanın artık bir anlamı kalmamış ve her şeye boşuna katlanmışsınız, her şeyi boşuna planlamışsınız gibi gelmesi sizce de ağır değil mi? 
bazı mutlu anıların bazı insanlarla ilişkisi olması o anıları hep mutlu hatırlamanıza yetiyor mu? üzerinde yürüdüğüm o metaforik ip bir yerlerde o kadar gerilip, o kadar sesli koptu ki ben sanki bütün anılara bakarken kulağımda onun ağır çekim çınlamasını duyuyorum. ilklerim ile ilkelerimin çarpıştığı, bir daha hiç bir şeyin eskisi gibi olamayacağı, bardağın dibinde bırakılan bir yudum suyun koca bir dünyayı yanmaktan kurtaracağına olan inancımın kaybolduğu bir hayata doğru, ama tersten, ama yalın ayak, ama daha güçlü olduğuma inanarak yürüyorum sanki.
günümüzde kimse güçlü olduğuna inanarak mutlu olmuyor ne yazık ki. güçlü insan perişan insandır bunu hepimiz biliyoruz. kimi kandırıyoruz ki?
küçücük bir zarfın içindeki santimlik kağıt parçalarını birleştirerek ortaya çıkardığım tam 30 parçalı el yapımı bir puzzle ile, varlığımın bütün sırlarını çözdüğüm, yaşadığım bütün aşkların acılarını unuttuğum, başarıp başaramadığım ne varsa anlamını yitirdiği o 13 yıl süren 3 saniyeyi hatırladığımda acıtmaması gerekmez miydi? bütün o yolları tekrar mı yürümem gerekecek şimdi? hem de tersten öyle mi? 
zorlanıyorum. haksızlık...
kendimi bunun olacağına hazırlasaydım bile etkisini azaltmayacaktı biliyorum. elimde üzerinde uyuduğum sahilin kum taneleri kaldı ve 11 km boyunca parmaklarımın arasından dökülüp kayboldular ben o yolu bitirdiğimde, içi elyaf dolu, kenarları sanki koca bir yarayı kapatırmışçasına dikilen uçuş pembesi yastıkları aramaya başladım. yoktu tabi ve bunu biliyor olmak onların orada olmayışının hayal kırıklığını azaltmayacaktı. sonra nereden estiği bilinmeyen o meteforik rüzgar beni tek tek üzerinden geçtiğim yollara götürdü, yanında seninle duran o diğer ayak izini sil artık, dercesine. 
geçtiğin yollara ne gömüyordun kim bilir. unuttuğum şeyler olmuş bak. ellerin toprak, ellerin ön koltuktan dışarı sarkıttığında uçuşan bir kuş, ellerin yırtıklarımı diken bir iğne, ellerin uzattığında her şey olabilir ama ellerin kapıma saygısızca vurduğun bir yumruk, ellerin savurduğun kıyafetler, ellerin sana ait değil. ellerin artık ailem değil. artık dost değil, arkadaş değil, tanıdık bile değil...
hoşçakal. 
59 notes · View notes
kuytumda · 6 years
Audio
ağustos geliyor. bu yıl mutsuz olmayacağım söz ve ri yo rum.
Bir mektup asla giriş cümlesine ihtiyaç duymamalı derim ya ben, isyanıma ortak olacak bir ses duyuyorum; Kapım çalınıyor. Bu aylarda durgunuz. Yine de “sevgili bilmem ne” diye gevelemeyecek kadar benden olan, ben olan bir el yazısı geliyor önüme. Okudukça kelimelerin sesi kulaklarımda melodi oluyor. Bu da beni mutlu ediyor koskoca bir durgunluğun içinde.
Bak yine yaz geliyor. Yine ağustos olacak. Senin gözlerindeki ışıklar eriyip dudağının kenarından akacak. Sana mevsim lanetlemek yakışmıyor oysa ki. Çünkü her mevsim başka bir çiçek kokar senin yüzün. Kalbin ise, tüm solgun boşlukları dolduracak kırmızılıkta. Bak güç olmaya geldim sana. En son balkondaki sardunyalardan bahsediyordun. Koca bir kış geçti üzerinden. Değiştirmişsin kendini, ruhen ve bedenen. Sahi, bana verdiğin sözü tutuyor musun yoksa? Pek olası görmemiştim bunu. Seni çıkışı sadece kendin bulabileceğin konusunda uyarmıştım. Biraz iteklenmeye ihtiyacın varmış demek ki. 
“Ne kadar nefret etmeye çalışırsan çalış, ‘bir şeyleri’ sevmekten vazgeçemiyorsun. Utanılacak bir şey değil bu. Korkma, sen saklamak istediğin sürece, içinde hiç iyilik yokmuş gibi davranacağım sana.“ 
buna benzer bir şeyler demiştim değil mi? Artık gece lambaları yerleştirmişsin kuytu köşelere. Karanlıkta attığın o çığlığı duymasa da kimse, ışık korkunu yenmiş. Arkana dönüp durmadan yürüyorsun en azından. Sen zaten hep kendi kendine yettin. Kıskanıyorum doğrusu.
Kesin oralarda bana muhalefet olacak cümleler kuruyorsun yine. Birinin seni tanımlıyor olmasına sinir oldun hep. Ne kadar doğru olursa olsun, kabullenmiyorsun. Birisi seni tanıyor ya, hemen başka biri oluyorsun. Kendinden bu kadar kaçanı da sende gördüm ben ilk. Olduğun tüm kişileri gördüm. Yoruldun kabul et artık. İsimlere, eşyalara, meyvelere en önemlisi mevsimlere küsmekle olmayacağını biliyorsun.
Ağustosları sevmeye çalış. 
Kendi samimiyetime şaşırıyorum. Gözlerim açık olsaydı, belki sulanmış olabilirdi. Neyse ki hiç açmamayı tercih etmişim. Kapı çalmamış mıydı? 
Balkon mevsimi gelmiş yine. Belki barışmak için güzel bir sebeptir. Bak yine sardunyalar açmış. Neredesin? Ortada bir kağıt yok. El yazısı hayal ediyorum rüyalarımda sana. Yüzüne uygun bir ses uydurabilmek için ne kadar çabalayacağım daha.
175 notes · View notes
kuytumda · 6 years
Note
her sey yolunda mı ?
bilmiyorum.
8 notes · View notes
kuytumda · 6 years
Text
bir bardak su ile başladığım günün sonu o bardağın üçüncü kattan aşağı düşmesiyle sonlanıyordu. ben buraya nasıl geldim, travma sonrası bilinçli unutkanlık diye bir hastalık var mıydı acaba?
içimde bir heyecan cihangir yokuşunu yürüyorum. geçtiğimiz son beş seneyi çantama koymuş fermuarını da sonuna kadar kapatmışım ki tekrar açıncaya kadar tek bir anı bile dışarıya çıkmasın. vardığım yerde çocukluğum.
kare bir masanın hayatımı bu kadar kötü etkileyebileceğine ihtimal vermemiştim aslına bakılırsa ama insan, insana böyle bir kötülüğü yakıştıramıyor bazen. masalar sandalyeler hep suçlu kalıyor zihnimizde. sanki beni oraya götüren ayaklarım değilmiş gibi. sanki nefes almamı engelleyen üstümdeki bedeni değilmiş gibi. etrafında yaşlandığınız ama zamanın hiç geçmediği bir masa düşünün. aralarındaki boşluklardan sürekli intihar ettiğiniz tahta bir masa.
içimde büyük bir yanılgı hissiyle cihangir yokuşunu tekrar yürüyorum. elmalarının hep yemyeşil hep kıpkırmızı olduğu bir manav geçiyorum. sağda tahta kapılı bir dürümcü, solda eskiden gelmeyi çok sevdiğim, şekerliklerini çaldığım sonrasında da mektup kutusu yaptığım o küçük kahveci. hepsini nasıl unutacağım ben şimdi bunların. demir bir kapı ama sonuna kadar açık, esmer, ince bıyıklı, orta yaşlı bir adam. tahta kapılı bir asansör, 3. kat, soldaki en son oda, beyaz çarşaflar, odanın içerisindeki koku. daha kaç travma sonrasında unutacağım bunları ya da daha kaç kere hatırlayacağım.
bilinçli buradayım ama bilinçsiz duruyorum. burada olmayı istedim ama burada olmaktan büyük bir tiksinti duyuyorum. şikayet etme lüksüm yok ama üzerimdeki 90 kilonun altında bütün kadınlığım rencide oluyor. dokunabileceğimi düşündüğüm surata bakamıyorum bile. keskin bir koku var, dayanamıyorum. nefes almayı bıraktığımı göğsüm yerinden çıkacak gibi olunca anlıyorum. tavandaki gözlerim yere dönüyor, üstümdeki ağırlık yana devriliyor, kolları bana dolanıyor. ağlayacağım. bu nasıl bir çaresizlik ki gidip gitmemek konusunda hala düşünebiliyorum. 
içimde çığlık çığlığa bir pişmanlıkla cihangir yokuşunu yürüyorum. çığlık çığlığa bağırıp bütün gerçekle yüzleşiyorum. cevap; yok. “hani” kelimesi büyük bir hayal kırıklığına eş değermiş, yüzlerce kez söylemek zorunda kalınca anlıyor insan. çantamı ağzına kadar açıp bütün yılları tek tek döküyorum.  hani, hani, hani, hani, hani,,, bizi en çok kendimize söylediğimiz yalanlar mahvediyormuş. insan, insanın düşkünlüğüne insan, insanın eksikliğine insan, insanın sevgisizliğine 
yolum yok. seni sevmiyordum da kendimi sınıyordum sanki. bir tek bu kapı kalmıştı ve sessizce çıkıp onu da ardımdan kapattım. kurtarılamaz bölge, başarısız geçen bir görevmiş sanki. bilerek daldığım, bilerek boğulduğum. balkondan fırlattığım bardağın parçaları gibi, asla bir bütün olamayacak. unutabilir miyim şimdi kendimi?
kırmızı elmalar
130 notes · View notes
kuytumda · 6 years
Audio
size tam da bu vicdansızlıkla ama bu sefer bir kadının bir adamı küçücük bir otel odasında terk edişini anlatmamı ister misiniz?
Gecenin en kör saatinde, geleceğim diye çıkıp gittiğinde yağmur yağıyor, yetmezmiş gibi bir de gök bir şeylere kızmış gibi bağıra bağıra gürlüyordu. Yatağın üzerine dökülen külleri silkeleyip solana geçtim. Ayaklarımın üşüdüğünü ancak çoraplarımı bulamadığımı hatırlıyorum. Belki de soğukluğu bünyemde hissetmekten zevk aldığım için bulmak istememiştim. Korktuğum için perdeleri sonuna kadar kapattım. Camın hizasındaki sokak lambasıyla aydınlanacak kadar küçük bir salonu vardı evin. Dışarıdan gelen sarı ışık perdelerin arasından içeriye hafifçe dağılıp loş bir hava katıyordu odaya. Dış kapının tam karşısındaki koltuğa bacaklarıma sarılarak oturdum ve beklemeye başladım. Arada bir çakan şimşeğin sesiyle irkiliyor yine de kımıldamadan oturuyordum.
Bir saat geçti.
Kalkıp gardolabın üzerindeki battaniyeyi, masadan sigaramı ve kül tablasını aldım. Göz ucuyla aramış mı diye telefonuma baktım. Herhangi bir hareket yoktu. Biraz durup boşluğu seyrettim sanırım. Ardından da tekrar gidip aynı yere, tam kapıya bakan koltuğa oturdum. Aramayacaktım. Battaniyeye sarılıp sigara yaktım.
Bir saat daha geçti.
Odanın fazlasıyla duman altı oluşu boğazlarımda ağrı yapmaya başlamıştı. Yağmur şiddetini kaybetmeden yağmaya devam etti. Ne ışığı ne camı açtım. Öylece oturdum sadece. Arasaydı duyardım, aramadı. Montunu üzerine geçirişi, telefonunu ve anahtarı cebine atıp elini cebinden çıkarmadan bana dönüşü, ‘geleceğim’ deyişi ve odadan hızlıca çıkıp bana soru sorma şansı bırakmayışı… Eğer bana konuşma şansı verseydi ona nereye gidiyorsun diye sormazdım diye düşündüm.
Bir saat daha geçti.
Kendimi evin içerisinde dolanırken buldum. Sigaram bitmek, sabah da olmak üzereydi. Yağmur durdu. Sokak lambası söndü. Birazdan insanlar işine gücüne gitmek için evlerinden çıkacaktı. Gelmeyecekti. En azından benim gittiğimden emin olana kadar. Belki bir köşeye oturmuş benim çıkmamı bekliyordur diye düşündüm. Kendime kahve yapmak için su ısıttım ancak kahve kavanozunu boş bulduğum için tekrar koltuktaki yerime dönmek zorunda kaldım. Çok kısa bir titreme hissettim sanırım vücudumda o an. Sinirlenmiş olabilirim. Zaten sonra aniden kül tablasını içindeki küller ve izmaritlerle cama doğru fırlattım ve camı kırdım.
Bir yarım saat daha geçmişti ve ben sadece oturdum.
İzlediğim kapı dışarıdan açılmayacaktı. Kalkıp yatak odasına gittim. Ortalığı toparlamaya başladım birden. Neden yaptığımı gerçekten bilmiyorum. Bir şeyler yıkılmıştı burada. Odanın içinde olmasa da ben o odanın içindeyken, benim içime doğru bir şeyler yıkılmıştı. Düzeltmek mi istedim bilmiyorum. Hızlıca giyinip montumu üzerime geçirdim, çantamı aldım, tekrar salona dönüp ayakkabılarımı giydim. Odaya doğru baktığımda içeri doğan günü ve ışık hüzmelerini gördüm. Gidip perdeleri sonuna kadar açıp kırdığım camla bakıştım bir süre. Sürpriiiiiz! der gibi bir hali vardı. İçimde bir çocuk ciyak ciyak ağlıyordu. Bu hiç hoş değildir. Bir çocuğun çığlıklarını içinde hissediyorsan herhangi bir parmağını kırmak ya da kafanı saatlerce duvara vurup parçalamak istersin. Çünkü o sesten kaçmanın tek yolu daha büyük bir acının hissidir. En azından ben böyle hissetmiştim.
Camın biraz sağında kalan kitaplıktan özenle bir kitap seçtim. Özellikle sevdiği bir kitap olması için uğraştım. O yüzden okunmuş, eskimiş bir kitapta karar kıldı elim. Federico Garcia Lorca’nın kitabıyla bakıştık. ‘ne garip federico adında olmak’ demişti. Bu adamı benim de seviyor olmam tesadüf müydü bilmiyorum ama yaptığım şey için biraz bile üzülmedim. Kitabın içerisinden Lorca’nın çizimleri olan bir sayfayı yırttım. Çantamdaki kalın uçlu kalemi çıkartıp üzerine büyük harflerle ‘kahve bitmiş’ yazdım. Odanın ortasındaki sehpaya bıraktım ve evden çıktım. Böylece kapı dışarıdan olmasa da içeriden açılmış oldu.
Bir saat kadar yürüdüm.
Aramadı. Arasaydı da konuşacak bir şeyimiz olmazdı. Aramadım. Söyleyecek bir şeyim yoktu. Her gün evde tek başıma oturup duvarları ya da herhangi bir odanın kapısını izliyorum. Yalnız yiyorum. Yalnız uyuyorum. Ancak hayatım boyunca kendimi o dört saatte hissettiğim kadar yalnız ve kötü hissetmemiştim. Nasıl bir insan, gerçekten gitmek istediğinde, arkasında döneceği umuduyla birini bırakır ki. Terk etmek bile biraz vicdan gerektirmez mi?
Böyle işte. İki hafta geçti üzerinden. Bu gün evde kitaplığımı temizlerken Lorca’nın kitabı çarptı gözüme. Açıp bir kaç şiirini okudum pencereye doğru. Sonra da kendimi dışarı attım zaten. Buraya yürümüş ayaklarım. Kahve için teşekkür ederim.
Bu gece kanepende yatabilir miyim?
368 notes · View notes
kuytumda · 6 years
Text
beyazın kirliliği kırmızıdan sorulmalı, siyahın bununla bir ilgisi yok.
neden?
dışarıdan gelen gürültüyü dışarıda tutamayan camlarla çevrili, koskoca bir salondaki ikili koltukta tek başıma… dumanaltı olmuş, aman perdeler kirlenmesin derdi de yok, öylece içimde tek bir kıpırtı olmadan bekliyorum. bekliyorum ama neyi? kimi? 
bunu sen istedin. kendi lanetli döngünü bozmak için gidebildiğin kadar uzağa gidip, gittiğin yerde kendine tam tersi bir döngü yarattın. yetmedi yarattığından korkup, uğruna her şeyini kaybettiğin evini terk etmek zorunda kaldın. geri dönüp kendi lanetin gelip seni bulmasın diye saklandın ama o kadar salaktın ki seni başladığın yere doğru geri çeken ne varsa ona kapıları sonuna kadar açtın.
dolapta, var olan son kuruşumu neye yatıracağımı derin derin düşünüp de aldığım yarısı tüketilmiş bir kalıp peynir, biraz da buğday ekmeği var. daha çok karnımın açlığını düşünüyorum mesela bu koltukta, seni değil. kollarımdan ve bacaklarımdan bana mutfağa doğru hareket edebilmem için gerekli gücü sağlamalarını bekliyorum. seni değil. kafam da o kadar güzel ki hani, kımıldayarak mahvetmek istemiyorum. sonra birden mahvetmek kelimesi seni anımsatır gibi oluyor. bende yarattığın etkinin ironisine gülesim geliyor, derken bir yel alıp götürüyor anımasamaya yeltendiğim onca şeyi. cam bile açık değil oysa.
bunu kendine sen yaptın. varlığının 5.yılında aslında hiç var olmadığını fark ettiğin bir lanetin daha önce hiç bir şeyin seni yıkmadığı kadar yıkmasına izin verdin. aslında orada olmayan bir şeyi 5 yıl bekleyip geldiğini sandığın anda yok olmasını izledin. ardına bakmadan kaçtığın, kaçtıkça seni kovaladığını sandığın, en sonunda da yorulup teslim olduğun onca yılın hayal kırıklığıyla kalakaldın. 
24 saat sonra yine aynı yerdeyim. belki de daha az. bu sefer etrafım, hayatıma dair en ufak bir fikri bile olmayan, sırf sessizliğe başkaldırmış olmak için konuşup, birbirini yargılayan insanlarla çevrili. ben yine o gri koltukta, yine dumanaltı, yine bütün vücudum uyuşuk… sanki oradan hiç kalkmamışım…  salonda 5 kişiyiz ve kesinlikle bu kadar insana aynı anda -kendim de dahil- katlanamıyorum. bir insan 24 saatten az bir sürede ne kadar çok şey kaybedebilir ki. hem hayal kırıklığını hem vicdan azabını hem de öfkeyi aynı anda hissetmek için fazla yorgunum ve sırf hırsımdan, bir kaç saniye boyunca, şu kımıldamadığım ikili koltukta yanımda oturan, herhangi bir şeyden habersiz beni görmeye gelmiş iri omuzlu adamla sevişmeyi düşünüyorum. sonra da kalkıp yatmaya gidiyorum. 
sen, bunu böyle, bu şekilde görmeyi hak ettin. sen, parçalarını iki renge bölüştürdün. karanlıkta bıraktıklarına siyah dedin ama yola elinde beyaz bir bayrakla devam ettiğinde kırmızının varlığından haberin yoktu. 
herkes hayatında bir dönüm noktası olduğuna inanır. ben ertesi güne uyandığımdan beri harcadığım o 5 yılın her bir gününe tek tek nokta koyuyorum.
79 notes · View notes
kuytumda · 7 years
Text
“-Why do you prefer to watch movies and attach to the characters instead of speaking to people? +Because they are not real and that makes my life easier sometimes.”
~Actually my dad used to says that i imagine everything in my mind and i was far beyond reality. i don’t know why but he convinced me that i couldn’t be successful. i mean, my thoughts were always corrupted and he has always thought i was never enough for him. So i became introverted and started to write everyting in my mind instead of speaking. My self confidence has been crushed by him during my childhood what could i do? Anyway he has taught me just one thing in my life, which is quite harsh, that there is always more behind happy endings in our lives and nothing can be as perfect as we think.
My point is; if you came across people who always disappoint your feelings, you would try to make your own world in your mind and actually that is not a bad thing at all.
One day, i recognized that i was writing a sad fairytale about my life but i couldn’t finish the all story because i couldn’t imagine any happy ending so i started to collect old and second hand fairytales and i have got more than 60 books. i have been trying to read all of them and find what’s more about them. By the way still “the little match girl” is my favorite because at the end of the story the girl is dying. I mean, what could i find more behind that!?
Sorry, i was talking to myself in my mind again and i did not tell you any of those answers.
I said that watching fiction characters was easier than speaking to real people and you answerd that i was being “deep” so we just shut up and continued to watch the movie~
27 notes · View notes
kuytumda · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
en azından denedim. vazgeçiş de bir seçim değil mi zaten?
“you can’t just punch to the darkness and say ‘alright, I am going to be successful’ no, you gotta have something to say.” 
“I think that is the point of the life”
172 notes · View notes
kuytumda · 7 years
Text
cumartesi günüme şöyle bir göz atacak olursak öğlen 1′de uyanıp yaklaşık 4 saat evi temizledim tabi temizlik derken buna duvar ovmak, merdiven silmek falan da dahil. evde 5 kişiyiz ve bütün ev arkadaşlarım dağılıp bir yerelere gitti koskoca evde yalnız başıma 8.kahvemi yaptım sizi izliyorum ama hiç ilginç değilsiniz.
37 notes · View notes
kuytumda · 7 years
Text
İlkbahar mevsiminin 49. çay saati.
burada neredeyse 5 ay geçirmiş olmak garip geliyor açıkçası. geriye dönüp baktığımda, zaman hızla geçip gitmiş bir şekilde diyorum ama ileriye döndüğümde sonsuz gibi duruyor ‘olması gereken her şey’. geçmişimle mi geleceğimle mi daha mutlu olduğumu, olacağımı düşünüp durmaktan, yaşadığım anı unuttum farkındayım. sen de benim iyiliğimi isterdin burada olsaydın, bana sesini duyurabiliyor olsaydın eminim. hangi şekilde mutlu olacaksan öyle olsun derdin belki de. bilmiyorum, ne istediğimi bulamıyorum. bir kaç kere mektup yazmayı denedim çok sevdiğim adam ve çok sevdiğim kadına ama beceremedim. o kadar yıl sonra, hala adına bir şeyler yazabildiğim bir tek sen kalmışsın sanırım. hatta kendime yazamadıklarımı bile sadece sana yazabilir olmuşum. okumasan da. olsun.
geçen gün annemi o kadar çok özledim ki ne yapacağımı bilemedim içimde o kadar çok özlemle. ona rağmen telefonu elime alıp da ‘anne seni çok özledim’ diyemedim. biliyorum, ben böyle bir şey söylesem bu sefer o garipseyecek, ne söyleyeceğini bilemeyecek sonra da ‘meyve aldın mı? sağlıklı besleniyor musun? sana söylediğim tarifi yaptın mı, nasıl oldu?’ diye saçmalayıp konuyu değiştirecek, biliyorum. sevmeyi beceremiyor değiliz de kendimizce seviyor gibiyiz aslında. bazen yetmiyor olsa da. Yeterince güçlü olamamaktan ödümüz kopuyor sanki vazgeçmek çok ayıpmış gibi…
boynumda yıllardır taşıdığım o aptal anahtar konusunda yalan söyledim çünkü hiç bir zaman açıklaması kolay olmadı ve ben sorulardan çok sıkılmıştım. gel gör ki söylediğim yalanın ertesi günü bütün anılarıyla beraber kolyeyi de ucundaki anahtarı da kaybettim. sanki üç farklı insanı kaybetmiş gibi saatlerce aptal bir kolye için ağladım ve hala her gün geçtiğim yollara bakıyorum belki bir yerde bulurum diye. anlamı yok biliyorum, hatta bunu gerçekten okuyor olsaydın bana gülüyor olurdun. ‘gerçekten önem vermen gereken şey anılar ya da nesnelere yüklediğin anlamlar değil, o anıları birlikte yaşadığın kişiler olmalı aptal şey’ 
biliyorsun, her zaman odamda boş, beyaz duvarlar olsun istemiştim -belki de- boşluklarını kendim doldurabileceğim. bunu neden bu kadar çok istediğimi unuttuğum anda ise sahip olduğum onca boş duvara bakıp, kendimi bir hastanede mi yoksa uçsuz bucaksız bir ufuk çizgisinin üzerinde mi hissedeceğimi bilemeyecek hale geldim. hayatıma dışarıdan baktığımda içi boş bir çamaşır makinesini izliyormuşum gibi geliyor.
bütün her şeyiyle bir bavula sığıp ardına bakmadan kaçan bir kadın için fazla düşünüyorum.
118 notes · View notes
kuytumda · 7 years
Text
onlar da Trump’ı sevmiyor.
Şimdi size son 29 günüme dair bir takım şeyler anlatacağım. Bu başka bir ülkeye alışmak için yeterli bir süre midir yoksa değil midir onu bilmiyorum ama ben henüz “alıştım, buraların piçi oldum yea” diyemiyorum. Sebebi muhtemelen küçük bir kasaba kızı oluşumdan ama olsun. 
Birincisi bu ülkenin en mutlu çalışanları kesinlikle otobüs şoförleri. Böyle bir minnoşluk yok yemin ediyorum. Sabah-öğlen-akşam hiç farketmiyor. Bu mutlulukları yolculara da yansıyor doğal olarak ve insanlar otobüs şoförlerine ekstra bir samimiyet sergiliyor. Resmen bu ülkeye dair ilk hayalim otobüs şoförü olmak.
İkincisi ülkede özür dilemek nefes almak gibi bir gereksinim halini almış. Biri sabah günaydın dediğinde özür dilerim mi desem günaydın mı desem kafam karışıyor. İnsanlar kaldırımda zıt yönlerde yürürken durup birbirlerine yol veriyorlar mesela. Koskoca kaldırım he yan yana geçebiliriz oysa. Yol veren de sorry diyor geçen de sorry diyor??!!? Kibarlıktan kırıldım resmen burada, vahşi hayvan içgüdülerim zedelendi. (bu iyi bir şey)
Üçüncüsü sizden daha az üşüyorum ve geldiğimden beri sadece 2 gün yağmur yağdı. Buraya gelerek koskoca Birleşik Krallık’ın hava durumuyla oynamış olmaktan korkmuştum ilk iki hafta ama sonra geçti. Mesela burada hava -3 iken biz 3 derece falan hissediyoruz ve nem olmadığı için kuru ve rüzgarsız bir soğuk oluyor. Siz (İstanbul’dan örnek veriyorum) hava 3 derece iken -5 falan hissediyorsunuz. Sonra da bokunuz donuyor. Hihihi.
Dördüncüsü yemekler sanırım. Ben buranın yemeklerini gayet sevdim çünkü adamlar kendilerine gerçekten değer vererek yemek yiyorlar. Zevk alarak. Bir de ilginç bir şekilde kendilerine has bir yemekleri yok ‘fish and cips’ dışında. Tabi google’da aratırsanız bunun ülkeye özel olacak bir yanı olmadığını görürsünüz. Her ülkenin yemeğini kendi yemekleri gibi yapıyor ve yiyorlar. Yumurta dışında yemem dediğim bir şey olmadığından ben çok güzel doyuyorum. (kahvaltı konusunda berbatlar ama o konuyu göz ardı ediyorum.)
Beşe gelirsek, çok özlüyorum. Hani ülkeye ya da eski yaşadığım şehre dair değil tabi ki bu özlem. Tek bir kaldırım taşı bile umurumda değil hatta. Ama özlediğim insanlar var ve bu biraz yalnız hissettiriyor. Burada ne kadar yaşayacak olursam olayım hiç bir zaman “ondan bir tane daha” bulamayacağıma emin olduğum insanlar var geride bıraktığım.
Altıncısı alkolün ucuz oluşuna aldanıp sürekli içiyorum elim kolum titremeye başladı. Bunun tam tersi olarak sigara içmenin sadece zenginlere özel bir alışkanlık olduğu ülkede sigara kullanmaya çalışıyorum ve şu 29 gün içinde hala sigara sarmak konusunda bir deha olamadım. Bunun yanı sıra Japonya’da yürüyerek sigara içmenin yasak olduğunu öğrendim. Ama Japonya’nın konumuzla bir ilgisi yok tabi. Yine de ilginç.
Yedinci ve sonuncu, bu insanların aksanları Amerikalıların aksanlarından çok daha güzel. Tabi kelimeleri sürekli yuttukları için anlaması birazcık daha zor oluyor. Yine Japonlarla ilgili bir detaya değinirsem, konuştukları İngilizceden bir bok anlamıyorum. 
74 notes · View notes
kuytumda · 7 years
Text
Sırılsıklam olmuş, üzerimdeki sıkıntıyı kahküllerimden akan su damlalarıyla atmaya çalışırken, hiç tanımadığım bir şehirde küçücük bir otobüs durağına sığınmıştım. Yağmur tam da ikliminin buyurduğu gibi o kadar şiddetli yağıyordu ki üzerimdeki masmavi yağmurluğun işlevini yerine getirmesine izin vermiyordu.
Sonra bir araba durdu ve bütün yağmur o arabanın üstünde birikti. Beyazlığını kirin, pasın yok ettiği eski bir Mazda’nın kapısı açıldı. İçinden önce iki tane kol çıktı. Sonra dallanıp budaklandı, kollar açıldı ve ortasında kocaman bir göğüs oldu. Büyüdü, yeşerdi, göğsün içindeki kalp atışları kulaklarıma ritim oldu. O yol hiç bitmemiş olsa da çok fazla yere varmış oldu.
22 öğleden sonra 2 belki.
Bir evin dış kapısı ancak kimsenin duymaması gerekiyorsa bu kadar gıcırdayabilirdi ve sen o kapıyı sonuna kadar açtın. Olsun, oradan oraya sürüklenmenin de bir güzelliği oluyormuş. Ancak kimsenin duymaması gerekiyorsa o kadar sesli gülebilirdik ve sen çok güzel gülüyorsun.
Beklemenin ve özlemenin hiç bir zaman sevmeyeceğime inandığım birer eylem olmaları sanırım hayatım boyunca onlara mahkum olmamdandı. Belki de beklemeye değer gerçekten sevdiğim bir şeyin olmayışından… Saçımdan düşen her yağmur damlasını sayıyorum. Attığım bütün adımları, yolda geçtiğim bütün şeritleri, içtiğim bütün şarapları, yaptığım bütün yemekleri, yalnız uyuduğum her geceyi, uyandığımda gerindiğim her sabahı, düşünürken bacağımı salladığım her anı, aldığım bütün duşları, dinlediğim ve dans ettiğim bütün müzikleri, ismini söylediğim herkesi, sana doğru gelen, seninle olan, sensizken artık olamayan her şeyi, sayıyorum.
Sana bir dans sözüm var. Gelmiyor musun hadi.
109 notes · View notes
kuytumda · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
Kastamonu - Valla Kanyonu - Küre Dağları
saati 03.12 olarak kaydetmiştik. pozlamayı kafam güzelken yapmıştım. üç yüz altmış derece manzaranın ortasında ateş yakmıştık. üzerimdeki sekiz kat kıyafetle buz kesmiştim. elimizde ne varsa onunla ritim tutup müzik yapmaya çalışmıştık. koskoca bir hiçliğin ortasında elimde sopayla döne döne dans etmiştim. dünyanın en derin ikinci, en büyük dördüncü kanyonunu en tepeden izlemiştik. ve o gece benim doğum günümdü. 24 tane tahta çubuk yakıp hadi üfle demişlerdi. 
duman is pis toprak çamur kokmuştum.
ama
nefes  almıştım alabilmiştim.
baya güzeldi işte.
bu şarkının kıymetini bilelim.
140 notes · View notes
kuytumda · 7 years
Photo
iyi olacağız.
Tumblr media Tumblr media
Vesikalı Yarim
-sevgi de yetmiyormuş. çok eskiden rastlaşacaktık.
en son 2 yıl önce bir mektubunda bana, dilimden düşürmediğim kırmızı sardunyaları sormuştun. sanki içimdeki saklı kutunun anahtarını bulmuşsun gibi sana bütün hikayemi anlatıp “sardunyalar iyi olacak, çünkü kırmızı direnişin rengi.” diye veda etmiştim. bizim güzel bir arkadaşlığımız oldu. bazen saçlarını taradığımı hayal ediyorum. çok uzaksın, belki sarılamıyoruz ama o günden beri sana söz verdiğim gibi direniyorum. diretiyorum. bölünen parçalarını birbirine sıkı sıkı bağladım. boşlukları yamayla kapattım. yastığımın kılıfına yine kırmızı bir iple diktim. gece rüyamda seni gördüğümde kalkıp sardunyaları suluyorum. belki olduğun yerde bir rüzgar eser de saçlarını uçurur diye yapraklarına “iyi olacaksınız” diye fısıldıyorum. 
biliyorum. bir daha hiç konuşmayacak olsak bile, sen de benim yaralarıma aynı özeni gösteriyorsun. 
895 notes · View notes
kuytumda · 7 years
Text
İnsan gerçekten canı yandığında, acının merkezine odaklandığı için onun aslında beyninin bir oyunu olduğunu fark edemiyormuş, öyle duydum. Ben oyun diyorum çünkü her şey bir uyarıcının sinir sisteminize dokunmasıyla başlıyor aslına bakılırsa ve bütün vücudunuzu ele geçiriyor bir anda. Sizi, onu dayanılmaz kılmanız için ikna ediyor. Oldu ki çok sıkıldınız ve deney yapasınız geldi, (çılgınsınız çünkü) kulağınızdan bir çubuk sokup beyninizin insular lobundaki, acı merkezine dokundursanız kendinizi dayanılmaz bir acı içinde bulur ve o acıyı sonlandırmak için camdan atlayabilirsiniz mesela. Sadece dokunmuş yahu deyip işin içinden çıkamayız da sonra. 
Ben aslında biraz da bunu içselleştirmiş olmalıyım çünkü sonsuz bir acının varlığına inanmayı bıraktım. Bunların hepsi beynimizin bizimle dalga geçişi gibi gelmeye başladı. Hem acıdan zevk alıp hem de aynı acıdan perişan olmak biraz şov çünkü. Hayatımın belli zamanlarında beynimin dokunulmaması gereken yerine dokunmuştum ben de herkes gibi. Sonrasında da kendimi camdan atacak kadar şiddetli bir acı içinde bulmuştum haliyle. Garip olan bunu çekmem gereken bir acı olarak görüp geçmeyeceğine kendimi inandırmış olmamdı tabi. Çoğumuz buna inanmaz mı zaten. 
Zamanla geçmeyecek herhangi bir acı yok ve neredeyse bundan eminim. Bu yüzden nefret edemiyorum, kin besleyemiyorum, intikam duygum yok, inatla iyi olan’a karşı inancımı kaybedemiyorum. İnatla yanılıp sonra tekrar yanılıyorum, ta ki yanılmayana kadar. O kadar da içselleştirmeye gerek yok aslında ama işte ne yapalım, beynime meydan okuyorum biraz. Bunda yorulacak bir şey yok abartmayın. Hepinizde 70 yaş yorgunluğu var tamam anladık. Diyeceğim o ki, olur ya; evde sıkıldınız, canınız bir deney yapmak istedi (sıkıntı kötü biri malum) alet dolabından çekici alıp elinize bir çivi çaktınız. Baktınız çok acıdı, en azından çiviyi alıp başkasının eline çakmayın mesela. 
Acıdan korktuğunuz için acı vermeye başlamayın. (ağzına sıçtınız zaten ortalığın)
149 notes · View notes
kuytumda · 8 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
burası; Sülüklü Göl
bence yedigöllerden çok daha güzeldi. kimse kimseye karışmıyor. yok ateş yakma, yok ona para ver, yok buraya çadır atma gibisinden bir olay yok. istediğin yere git kurul. hem düzlük bulman da çok kolay. üstüne üstlük çok kalabalık değil. mesire alanına dönüşmemiş. hani kafanızda huzur temalı bir tatil varsa (çadırlı tabi) bence burası gayet uygun. 
bu post anonim içindi.
149 notes · View notes