Bir ölüm dansına tutulurcasına yazgımla el tutuştum. Kör bir umut her gün yanıp sönerken bir hastanın son hali gibi solgun umutsuz her şey. Bu olanların sorumlusu kimse benden daha büyük bir bedel ödeyecek. Kadehimde zehir olduğunu bile bile içtim bu yolda sonum belli olsa dahi içimdeki yanan ateş sönmeden vazgeçmek mi asla! Cehennemin en son katında sonsuza kadar kalsam bile asla! Bu bana en büyük armağan olur. Şu içimdeki ateş özüne kavuşur.
İnsanın sevaplarının bedeli günahlarından ağır oluyor. Hayatın çarkı amansız bir şekilde bana karşı işlerken bunu sadece izleyenler günahlarımın büyüklüğün kalplerine hissedecek. Dünya'ya bütün pislikler saçılırken o kokuyu hissetmemek için maskeyle dolaşanlar, ölüm dansını başlattığımda söyledikleri her şey boşuna.
En büyük günahın yolu yanlızlıktan geçmeli . Ben arayışlarımı tek başına yürütüyorum. Günahkar olarak sefil olsam bile günahlarım görkemli olacak. Hayattan yara alırken ve hala yaralayanlar varken ve en önemlisi buna seyirci olanlar dans başladığında ışıklar kapalı olacak. Ateşle oynuyorum ve ondan daha güzel bir oyuncak yok elimde. Rüzgar benden yana. O size ışık olan duvarlara çakılı olan meşaleler tek tek sökülecek ve sizle birlikte her şeyi yakıp yok edecek...
Bunu yıllar önce babam yoğun bakımda olduğunda vize döneminde yanına gidemediğim zaman yazmıştım. Ara ara ben gelmeden ölmesin diye dua ediyordum. Kanserdi ve son zamarıydı... Ölüm dansı bize yaşandı devran döner mi hâlâ sabırla bekliyorum...
9 notes
·
View notes
böyle harika şeyleri dinlerken hayal ettiğim:
küçük bir evde yalnız yaşayan bir kadınım. işim gücüm var. bugün pazar. saat on gibi uyanıyorum. hava yağmurlu ama öyle ‘bardaktan boşalırcasına’ değil. hayatın ayrıntılarını fark etmek için zihninde ufak durulmalar yaratan yağmurlardan, bilmez değilsiniz.
perdem tam olarak şuradaki arka planın renginde. uyandığım gibi o perdenin rengini görüyorum. bu arada yatak büyük yataklardan böyle ooohh, rahat rahat uyumuşum. yatağımda bol yastık olmasını çok severim, bir sürü yastık varmış yatağımda. birine kolumu koyuyorum birine bacağımı birine başımı.. ha bir de tabi ki de yatağım pencere kenarında. uyandığım gibi fark ediyorum havanın kapalılığını. hoşuma gidiyor.
neyse işte ufak bir kahvaltı hazırlıyorum kendime ve salona geçiyorum. salonda soba kurmaya elverişli bir ev edinebilmişsem hemen sobayı yakıyorum. edinememişsem ellerimi kaloriferlere koyuyorum biraz ısınıyorlar. üstümde yarım kol bir tişört var. gri olsun rengi.
pencere kenarında oturuyorum. orada kendime güzel bir köşe yapmışım. çok rahat bir koltuk ve önünde yine hafif geniş bir sehpa var.
orada ada çayımı içip kahvaltımı ediyorum. bina, binalara bakmasın. ama şehre de pek uzak olmasın. insanlardan ve hayattan kaçmıyorum. ama bazen ‘içeride’ olmak ve bir şeylerin ‘dışarıda’ kalması beni rahatlatıyor.
tabi bilgisayarı getiriyorum müzik açıyorum bu arada. çalıyor. dırrın. dııırıım. sabah haberlerini okuyorum. neler olmuş neler bitmiş. sonra sanat kültür haberlerine bakıyorum. sevdiğim bir iki site var hoş yazılar paylaşan, onlara şöyle bir göz gezdiriyorum.
kahvaltı bitti. tepsiyi mutfağa koyuyorum. mutfağı toparlamıyorum. odama giriyorum ve orada biraz kitaplık düzenlemesi yapıyorum. odamın ışığını açmıyorum. perdeyi çok hafif aralıyorum. odamda, herhangi bir şeye ulaşmam için sandalye veya merdivene ihtiyacım yok. yerde oturmayı çok sevdiğimden, genelde ulaşmak istediğim şeyler, yerde oturduğumda erişebileceğim mesafede. ben de yerde oturarak, alçak bir noktadan başlayan kütüphanemi temizleyip düzenliyorum. bugüne saklamıştım bu işi.
böyle inanılmaz bir düzen iltizam yok tabi. öyle olmasını istemiyorum. onların hafif dağınık olması, onları canlılarmış gibi gösteriyor. odamın konuşma yetisi hoşuma gidiyor.
biraz düzenleme yaptıktan sonra, kitaplarımın çoğunu halıya yığmışken, canım kahve istiyor. gidip kahve yapıyorum. cezveyi bulaşık makinesine koymuyorum. yıkamıyorum.
bardağımı alıp kütüphemin önüne oturuyorum tekrar. kahveyi kitaplardan hafif uzak bir noktaya koyuyorum. bilgisayardan bir müzik açıyorum, sözsüz. orada iki saat falan geçiriyorum. kahve içiyorum. eski bir kitabı rafa yerleştirirken, zamanında altını çizdiğim notu okuyorum. o notla bir süre bekliyorum. düşünüyorum. bunu çizdiğim zamanlara, o zamanların hallerine kadar düşünüyorum.
kahve içiyorum. kahve bitiyor. ayağımla bardağı devirmemek için, bardağı şimdilik yatağımın altına doğru iteliyorum.
oradaki muhabbetim bitince salona giriyorum bir kitapla. o koltuğa yine. ayaklarımı sehpaya uzatıyorum. koltuk, büyükçe bir pencerenin dibinde. hani şu genişş pencereler. koltuk çok çok güzel. çünkü evimde, sadece birkaç parça böyle güzel ve kaliteli. çünkü sadece üzerinde çok vakit geçireceğimi bildiğim parçaları özenle almışım. yatak, odamın halısı -salonun falan değil, odamın-, koltuk, perde, kahve fincanı ve hoparlör. bunlar çok mühim. örneğin kitaplık mühim değil. kırılırsa çatlarsa, kitaplar üst üste yine dizilebilir. yere dizilir, halıya dizilir. ama bunlar mühim biraz.
o koltukta oturuyorum. kitap okuyorum. hemen içeri koşuyorum. defterlerimi getiriyorum: şiir, çizim, alıntı ve yazı defterlerim. her biri ayrı tabi. o an canımın ne istediğine bakıyorum. alıntı istiyor. demin göz gezdirdiğim sayfalardan birini açıp adamakıllı okuyorum. üzerinde düşünmek istediğim yerleri güzelce alıntılıyorum. uzun uzun alıntılar bunlar. üç sayfa falan sürüyor örneğin. yazı yazmayı seviyorum. gocunmuyorum.
gidip kahve yapıyorum deminki cezveyle. gidip yatağımın altındaki bardağı getiriyorum. ona kahveyi dolduruyorum. mis gibi türk kahvesi. hiçbir şeyi önceden düşünmüş olmaya, aşırı düzene gerek yok. ben zaten o bardağın mutfak rafında değilse, o yatağın altında olacağını çok iyi biliyorum.
katı kurallara ihtiyacımız yok.
koltuğa geçiyorum. haftaiçi yorucuydu. uyukluyorum. yarım saat kadar. sonra kapı çalıyor. sipariş ettiğim bir kitap gelsin. ya da bir elbise. ya da bir- bir şapka gelsin. bir cd gelsin ya da. ne gelirse gelsin. teşekkür ediyorum. alıyorum. imzalıyorum. koltuğun karşısına koyuyorum onu açtıktan sonra. eşyalarımın etrafımda olmasını seviyorum.
henüz yeni ettiğim şeyleri sık sık görmeyi seviyorum
erişmenin kolay olduğu şeyleri seviyorum
bir şeylere doğrudan dokunmayı seviyorum. araya araçlar koymadan. fark ediyorum: bu yüzden her şey zemin seviyesinde.
fark ediyorum: bu, yeni elde ettiğim şeyler için değil, sevdiğim neredeyse her şey için geçerli. gülümsüyorum.
kitabımı okuyorum. notlar alıyorum kitaptan defterime. bütün bu süreçte telefonum nerede olduğunu bilmediğim bir yerde. odamda, yatak kenarından halıya düşmüş.
bilmiyorum belki ama, hissediyorum. telefonumun nerede olduğunu bilmiyorsam, ya halının üzerinde bir yerdedir ve halının deseninden ben kendisini göremeyeceğimdir, ya da yatak kenarından düşmüştür.
böyle şeyler için endişelenmiyorum. bunun böyle olmasını seviyorum. içeri gidip telefonumu arıyorum. gördüm: haklı çıkmışım.
haklı çıkmak önemli değil. o an bunun alışkanlığından, bunun farkına bile varmıyorum. ama nesnelerin bu güzel dostluğunu seviyorum. kesinlikle insanları sevmediğimden değil. insanlar, onları kendilerinden çok sevdiğimi iyi bilirler.
ben bir de nesneleri seviyorum, sadece insanları değil.
sonra müzik çalıyor hala. ben maillere bakıyorum. belki biryudumkitaptan pasaj gelmiş. belki canım babam aramış. belki kötü bir haber gelecek. belki okuldan bir şey haber verecekler -ha akademisyenim ben tabi-. annem. belki annemi özlemişim sesini duymalıyım.
ufuk ne yapıyor? ona buraya gelmesini söyleyeceğim belki. üniversite öğrencisi o şimdi. gel, diyeceğim. birkaç gün bende kal affukılvahş, aramak sormak yok mu beni! seni çok özledim.
güneşi arayacağım. nasılsın güzelim, diyeceğim. bir erkek arkadaşı olacak. bana anlatmak istemeyecek belki. telefonu çabuk kapatmak isteyişinden anlayacağım.
cansu. canım cansu. ne yaptın? winks tutuştu mu el ele yine? e yok abla artık büyüdüm onları izlemiyoruuuuummm.
eh, peki.
peki güzelim.
beni senin ablan yapan bu dünyaya çok şükür. bizi büyüten bize yaşam veren doğaya çok şükür. bugün yağmurlu buralar. orada hava nasıl?
eh be siz de. yine mi güneşli?
29 notes
·
View notes