Tumgik
gokyildiz-blog1 · 5 years
Text
Görüş alanınıza girdiğim andan itibaren,
Karın boşluğumda son gününü yaşayan kelebekler çılgınlar gibi uçuyor.
Beni tatlı tatlı intihara sürüklüyor.
Öyle acı ki sizi sevmek,
Kaşınan yara gibi sızım sızım sızlıyor.
Amansız hastalıklar gibi giderek büyüyor,
Ömrümün bütün kıyılarına göçmen kuşlar gibi yerleşiyor.
Turna kuşunun hüznünde sizi yaşıyorum.
0 notes
gokyildiz-blog1 · 6 years
Text
Bu rüzgârlar
Bu yağan yağmurlar falan
Sanki hep içim gibi 
Sanki topyekûn yaz ve kış gibi 
İçimdeki bu büyük boşlukla yapayalnızım sanki
Anladım ki iki cihanda sulh bile olsa ben hep bir başımayım.
Cennetin ırmaklarında cayır cayır yanmak gibi
Bu esen hafif rüzgâr yüzüme tatlı geliyor
Ama ne beni akıntıya itmeye gücü var
Ne de yangınımı söndürmeye.
Yalnızca acımı güçlendiriyor.
Özgürken tutsak,
Aşkken hüzün oluyorum.
Benden bir şeyler kopup gidiyor.
Eksiliyorum.
Azalıyorum.
Makas yaralarım kanıyor.
Günbegün kısalıyor saçlarım.
Unutmaya çalıştıkça hatırlıyorum...
0 notes
gokyildiz-blog1 · 6 years
Text
Bazıları tanışmaz, sığınır birbirine. Fırtınada kanatları ıslanmış kuşlar gibi sokulurlar. Bunu dışarıdan görenler onların üşüdüğünü sanabilir. Oysa özlemişlerdir. Oysa koca bir kış özlemekle geçmiştir yeniden böyle sevmeyi, sevilmeyi. Bazılarınınki anlamak değil, ağlamaktır birbirini. Onların gözlerinden dudak kenarlarına inen izleri vardır. Bunu dışarıdan görenler onu yara sanabilir hatta. Oysa gerçek yaralar görünürde iz bırakmayanlardır. Bazıları için açıklamaya gerek yoktur, onlar bunu bilir. Bazıları böyle işte, sevmekle kalmaz; birbirini iyileştirir.
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 6 years
Text
Bugün rüzgar ılık esti ve ben seni sevdim. Mart gelmiş. Bilirsin, onu hep bahara benzetirim. Bazen böyle zamanı esnetirim, sırf yaz gelsin diye. Çünkü öyle seni daha çok sevebilirim. Bu kış da fazlaydı bana, her kış gibi. Ancak bugün havalanan her kuş gibi, midem boşluğa düşüyor ve seni seviyorum. İçimde bir kıpırtı, sorma gitsin. Ardı arkasına kuracağım hayallerimi, nazikçe yerleştireceğim onları kolilere ve üzerine ‘kırılacak’ yazacağım. Sonra zaman kalırsa biraz daha seveceğim seni, işim ne? Ben bu dünyaya heves etmeye gelmişim. Üstelik bir mart günüydü; önce bisikletimi, ardından seni sevmişim.
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 6 years
Text
Behçet, sevgilisini anlatıyor:
‘’Tanrı onu yaratırken, benim fikrimi de almıştı sanki…’’
Behçet, âşık olduğu kadını şöyle seviyor:
‘’Keşke doğduğu âna tanık olabilseydim, aldığı ilk nefeste yanında olsaydım…’’
Şükrü ağabey, şöyle sesleniyor sevgilisine:
‘’Sevgilim,
Bir ülke senin gövden kadar masum olsaydı
Bir tek anne oğlunu devletten sormazdı...’’
Sevmek denen mefhum, başlı başına bir şiir ki; seven her insan kanaatimce müstesnâ bir şâir.
Bu sebeple her yer bu kadar şarkı, bu kadar şiir…
Şimdi, yanımda kahvem ve kitabım;
çığlık çığlığa bir şarkı;
...ve ben şâir Rafet Elçi ile hasbihâl ediyorum.
Şöyle diyor sevgili Rafet Elçi;
‘’Ve sen Sara; bir şiirsin.
Bir şâirin uğrunda ölmeyi göze alacağı tek şey.’’
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 6 years
Text
‘’Yavuz Sultan Selim bir sefer sonrası kışı geçirmek için otağına dönerken bir handa konaklıyordu. Misafir olduğu bu handa özel hizmetlerine genç ve güzel bir kız bakıyordu. Bu kız bir sabah temizlik için padişahın odasına geldiğinde Sultan Selim’i gördü ve güzel kızın gönlü bir anda Cihangir Padişah’a kondu. Genç kız padişaha can-u gönülden âşık oldu. Aradan birkaç gün geçti. Bir şeyler söylemeliydi padişaha, ancak buna cesaret bulamadı. Bir sabah yine odada iş yaparken gözü Yavuz’un yatağının kurulduğu duvara ilişti. Oraya: ‘’Âşık olan n’eylesin?’’ diye sonradan bir şiir kıtasının ilk mısrası olacak cümleyi yazdı. Çehre ve beden güzelliği kadar, şiir zevki de olan genç kızın bu gönülden seslenişi, şâir hükümdarı duygulandırmıştı. Tebessüm etti ve kızın mısrasının altına: ‘’Derdi ne ise söylesin!’’ cevabını yazdı. Kız, padişahın yatağını toplarken okuduğu bu cevapla bahtiyar oldu ve duygusunu açıkladı: ‘’Ya korkarsa n’eylesin?’’ O çölleri aşan ve koca dünyaya sığmayan Koca Cihangir, bu gönül selinin önünde, heybetinin kapısını araladı, bu tertemiz duyguya değer verdi: ‘’Hiç korkmasın söylesin.’’ Genç kız heyecandan ne yapacağını bilemiyordu. Koskoca bir cihan sultanına ilan-ı aşkta bulunmak kolay şey olmasa gerek. İçinde bastıramadığı bir korku olsa da genç kız, padişahın duygusuna cevap vereceğinin vaadinin sevinci içinde en güzel elbiselerini giydi. Gözlerinde dünya mutluluğu, heybetli Hakan’ın odasına girdi. Ancak her tarafı titriyordu. Bütün gücünü topladı, başını kaldırdı, Yavuz’un yüzüne baktı. O anda olan olmuştu. Bu gözlerdeki muhabbet ve şefkat bile, erişilmez heybet ve merhametin yıldırım tesirini giderememişti. Güzel kız ayakta birkaç defa sallandı, sonra yere yıkıldı. O masum, tertemiz duygularla atan kalbi bir an durmuştu. Koca hünkârı bu ölüm çok sarstı. Bu yüzden Mısır Seferi’ni bir süre erteledi. Güzel kız için somaki mermerden mezar yaptırdı. İsmini bile bilmedi bu genç âşık kızcağız için yazdığı şiirin bir dörtlüğünü de mezar taşına yazdırdı: ‘’Merdüm-i dîdeme bilmem ne füsûn etti felek Giryemi kıldı hûn eşkimi füzûn etti felek Şîrler pençe-i kahrımdan olurken lerzân Beni bir gözleri âhûya zebûn etti felek’’
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 6 years
Text
İstanbullular birbirlerine hatır sorarken, genellikle “Afiyettesinizdir ya inşallah efendim?” şeklinde bir ifade kullanırlardı. Sabahları “Sabah-ı şerifiniz hayırlı olsun!” denir, ayrılırken “Allahaısmarladık, efendim” ifadesine de “Selâmetle, Efendim” şeklinde cevap verilirdi. Esnaf, sattığı malın bedelini muhakkak “Allah bereket versin, Efendim!” duasıyla kabul eder, müşteri de, “Bereketinizi bulun Efendim!” duasıyla cevap verirdi. Yeni doğan çocuklara orta halliler bile hediye olarak bir altın lira hediye ederlerdi. Hasta ziyaretleri hastanın gönlünü alacak kadar uzun, hastayı rahatsız etmeyecek kadar kısa sürerdi. Müslüman ve gayr-i müslim esnaf sabahleyin birbirini gözetler, siftah etmiş esnaf, gelen müşterisini “Efendim; ben siftah ettim, komşum henüz siftah etmedi. Ricâ etsem, ona gidebilir misiniz?” sözleriyle komşusuna yönlendirirdi. Müşteriyi aldatmak bir yana; esnaf, müşterisini fuzulî harcama konusunda uyarırdı. 50 kuruşluk karabiber almak isteyen müşteriye “bayatlayarak kokusunu kaybedeceği” açıklanarak “şimdilik 25 kuruşluk karabiber almasının daha isâbetli olacağı” hatırlatılırdı. Müşterinin hakkının geçmemesi için, malın ambalajlandığı kağıdın aynısı terazinin ağırlık kefesine dara olarak konur, bu hassasiyetle birlikte tartılan malın birkaç gram daha ağır çekmesine özen gösterilirdi. Esnafın teraziyi dengelememek gibi tuhaf bir âdeti vardı. İster manavda, ister kasapta, ister bakkalda, ister balıkçıda olsun ne tartılırsa tartılsın, tartılan tarafın kefesi daima ağır basardı. Tartılan tarafa bir miktar daha atılırdı. Esnaf haramdan korkar, bu sebeple “Betim, bereketimdir” diyerek müşteriye her zaman bir nebze fazla mal tartardı. Fırınların, manavların, kasapların, balıkçıların kendilerine mahsus fukarası vardı. Satılamamış olan ekmekler, çürümeğe henüz yüz tutmuş sebze ve meyve, arta kalan ürünler gün sonunda bu fukaraya tahsis edilirdi. … Elbette son zamanlarda bazı güzellikler yeniden canlandırılmaya çalışılıyor. Mesela ebrû sanatı. Ebrûzenlerin gayretleriyle bu sanat sayısız öğrenciye kavuşmakta. Ama maalesef burada da bir dünyevîleşme olduğunu görüyorum. Ebrû sanatı ulvî bir sanattır. 16. asırda bu sanat tekkelerde icrâ edilirmiş. Bir ebrûzen ebrû teknesinin önüne ancak gusül abdesti alarak otururmuş. Ve şöyle mânidar bir dua ile işine başlarmış: “İlâhî Yâ Rabbi, sen benim nefsimi biraz sonra bu tekneye atacağım boyaların verdiği cümbüşe kaptırma. Kendimi senin yerine koymama mâni ol. Hâlik ancak sensin. Yâ Settar, yâ Rahmân, yâ Rahîm, ya Hafîz beni muhafaza et. Bundan dolayı bende bir benlik uyanmasına mâni ol. Aksine bütün bu mükevvenat âleminde, senin bütün bu kesret alemindeki tecellilerin namütenahiliğini bu teknede bana göstermeyi ve bunun lezzetini vermeyi nasip et!”. Dua sonunda okunan bir Fâtiha ile birlikte, ‘’Destur, Bismillah!’’la işe başlanırdı.’’ Uyanın. Arının. …ve çalışın. Akşam-ı şerifiniz hayırlı olsun, Efendim.
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 7 years
Text
“Bana da anlat İbrahim.
O ateş nasıl kül değil de gül oldu..”
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 7 years
Photo
Tumblr media
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 7 years
Photo
Tumblr media
"Eğer Allah sana herhangi bir zarar verecek olursa, bil ki onu, O’ndan başka giderebilecek yoktur. Eğer sana bir hayır dilerse, O’nun lütfunu engelleyebilecek de yoktur. O, bunu kullarından dilediğine eriştirir. O, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir." YUNUS SURESİ - 107
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 7 years
Text
Sait Faik, "Her gün yüzlerce tren binlerce hikâye getiriyor, binlerce hikâye alıp gidiyordu.” diyor bir kitabında. Dünyası, dünyamıza ne kadar da benziyor. Yeryüzü istasyonunda, kimi öyküler biterken kimi öyküler henüz yazılıyor sevgili okur. Yüzlerce tren geliyor, geçiyor. Var olun.
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 7 years
Photo
Tumblr media
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 7 years
Text
ALLAH ne büyük, ALLAH en büyük..
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 7 years
Text
Ağlayabilir miyim gönlüm müsadenle, şöyle katıla katıla şimşekli bir gökyüzü gibi? Günaha batan tüm kirliliğim ile ağlayabilir miyim? Öylesine ama, ölesiye, bu can çıkana kadar bedenden! Nefsimin nefesi kesilesiye, pembe güller mor menekşelere düşesiye, sol yanımın ateşi yükselesiye kadar. Kendi omzumda kimseciklere yük olmadan, ağlayabilir miyim?
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 7 years
Text
İçime atıyorum hepsini, içimde nelerin olup bittiğindense asla bahsetmiyorum. Unutmuş gibi yaptığım her şeyi hatırlıyorum. Biliyorum hangi acımın hangi yarama denk düştüğünü.. Ne olur kimseye söyleme ama… Çok yoruldum.
1 note · View note
gokyildiz-blog1 · 7 years
Text
Kırıldığında insanlarla araya mesafe koymak lazım. Hissediyorlarsa yanına geleceklerdir. - Gelmiyorlarsa doğru mesafeyi buldun demektir…
2 notes · View notes
gokyildiz-blog1 · 7 years
Text
Denize karşı bir bankta , Omzuna başımı yaslayıp , Sesinden şiirler dinlemek gibi Çocukça isteklerim oldu..
1 note · View note