Tumgik
ekmech · 4 years
Text
“Enes radıyallahu anh, “Ben Resûlullah sallallâhu aleyhi vesellemi şöyle buyururken dinledim” diyor. “Allahu Teâlâ buyurdu ki; Ey Âdemoğlu! Sen bana dua ettiğin ve benden af umduğun sürece, işlediğin günahlar ne kadar çok olursa olsun, onların büyüklüğüne bakmadan seni bağışlarım. Ey Âdemoğlu! Günahların gökleri dolduracak kadar olsa, sen Benden bağışlanmanı dilersen, günahlarını affederim. Ey Âdemoğlu! Sen yeryüzünü dolduracak kadar günahla huzuruma gelsen, fakat Bana hiçbir şeyi ortak koşmamış, şirke bulaşmamış olsan, Ben de seni yeryüzü dolusu mağfiretle karşılarım.””
— Tirmizî, Daavât 98.
25 notes · View notes
ekmech · 4 years
Text
İMRAN KHAN
Dünyaca ünlü Pakistanlı kriket oyuncusu IMRAN HAN anlatıyor:
“Neden dinimden Kopmadım?”
BENİM kuşağım sömürge devirlerinin en canlı olduğu bir zamanda büyüdü. Bizden önceki nesiller köleydi ve İngilizlere karşı büyük bir aşağılık kompleksine sahiptiler. Benim gittiğim okul, Pakistan'da tüm seçkinlerin gittiği okullardan biriydi. Bağımsızlığımızı kazanmamıza rağmen, bu okullar kişilik sahibi Pakistanlı yetiştirmektense, birbirinin aynısı insanlar yetiştiriyordu.
Ben Shakespeare okudum; iyiydi. Ama Pakistan’ın milli şairi büyük âlim Muhammed İkbal'i okumadım. İslam araştırmalarıyla ilgili sınıf ciddiye alınmıyordu ve ben okulu bitirdiğim zaman, ülkenin seçkinleri arasında görülen birisi olmuştum. Çünkü İngilizce konuşabiliyordum ve Batılı kıyafetler giyiyordum.
Okul törenlerinde düzenli bir şekilde “Pakistan Zindabad” (Pakistan Sonsuza Dek) diye bağırmama rağmen, kendi kültürümün geri olduğunu, dinimin ise güncelliğini yitirmiş olduğunu düşünüyordum. Arkadaş grubumuz içinde eğer din hakkında konuşan, dua eden ya da dini hassasiyetinden dolayı sakal bırakan birisi olursa, o kişi alaycı bir ifadeyle hemen ‘molla’ diye isimlendirilirdi.
Batı medyasının gücü nedeniyle kahramanlarımız Batılı sinema yıldızları ve pop şarkıcılardı. Böyle bir zihin dünyasına sahip olarak Oxford'a gittiğim vakit, işler hiç de daha kolay olmadı. Oxford'da sadece İslam değil, tüm dinlerin anakronizme, yani yaşadığımız çağ ile uzlaşmaz bir duruma düştüğüne inanılıyordu.
Bilim, dinin yerini almıştı ve eğer bir şey mantıksal olarak ispat edilemezse, o şey yoktu. Tüm doğa üstü, sadece filmlerle sınırlıydı. Yarı pişmiş evrim teorisiyle güya insanın yaratılmamış olduğunu, dolayısıyla dini çürüttüğü düşünülen Darwin gibi filozoflar okunuyordu ve saygı görüyorlardı.
Dahası, Avrupa tarihi dinle yaşanan korkunç tecrübeyi aksettiriyordu. Engizisyon döneminde Hıristiyan din adamları tarafından işlenen dehşetli cinayetler, Batı aklında güçlü bir etki bırakmıştı. Batının sekülerizm üzerinde neden bu kadar ısrarlı olduğunu anlamak isteyen biri, İspanya'da Kordoba gibi yerlere gitmeli ve İspanya Engizisyonu tarafından kullanılan işkence aletlerini görmeli. Ayrıca bilim adamlarının din adamları tarafından kafir suçlamasıyla zulüm görmeleri, Avrupalıları tüm dinlerin gerici olduğuna inandırdı.
Bununla birlikte, benim gibi insanları dinden soğutan en büyük faktör, bazı Müslümanlarda görülen “seçmeci İslam” tavrıydı. Kısaca, onların yaşamında görülen uygulamalar ile va'z ettikleri arasında kapatılamaz bir fark vardı. Ayrıca, dinin gerisindeki felsefeyi ve anlamı izah etmek yerine, ibadetler üzerine aşırı vurgu vardı. Halbuki insanların entelektüel olarak da ikna edilmeye ihtiyaçları vardı. Kur’an’ın sürekli olarak muhakemeye davet etmesinin sebebi belki de buydu.
Eğer işim Allah’a değil de çevremdeki insanlara kalmış olsaydı, herhalde ateist olurdum. Ateist olmayışımın tek nedeni, annemin çocukluğumdan beri üzerimde bıraktığı güçlü dini etkiydi. Elbette hiç imanı olmayan biri de değildim, ama anneme olan sevgim de Müslüman olarak kalmamda etkili oldu.
Gene de, seçici bir İslam anlayışına sahiptim. Dinin sadece bana uyan kısımlarını kabul ettim. İbadetlerim sadece dini bayramlar ve babamın beni camiye götürmek için ısrarcı olduğu Cuma namazlarıyla sınırlıydı. Fakat genel olarak, bir Pukka Brown Sahib (İngilizleşmiş Pakistanlı) olmaya doğru emin adımlarla ilerliyordum. Ne de olsa, üniversite okuyordum ve hepsinden öte, bizim esmer önderlerimizin (Pakistan elitinin) kurban olduğu İngiliz aristokrasisine kabul edilmiştim. Şimdi soracaksınız, peki beni Pakistan elit kültürüne sırt döndüren neydi ve nasıl yerli değerlerine sahip çıkan birisi oldum?
Doğrusunu söylemek gerekirse, akşamdan sabaha olmadı bu. Bir kere, benim kuşağımın tevarüs ettiği aşağılık kompleksi, dünyada adı duyulan bir sporcu olmaya başladıkça eridi. İkincisi, ben iki kültür arasında kendine has bir konumda yaşıyordum. Her iki toplumun da avantajlarını ve dezavantajlarını görmeye başladım.
Batı toplumlarında, kurumlar güçlü, Doğu ülkelerinde ise çabuk yıkılabiliyor. Bununla birlikte, bizim geçmişte ve halen üstün olduğumuz alanlar var. Aile hayatımız gibi mesela. Bunun Batı toplumlarının en büyük kaybı olduğunu farkettim. Kendilerini din adamlarının baskısından kurtarmaya çalışırken, tanrıyı ve dini de hayatlarından çıkarmışlardı.
Her ne kadar bilim pekçok soruya cevap verse de, iki soruya asla cevap veremiyordu: Birincisi, varoluşumuzun amacı nedir? İkincisi, öldüğümüz zaman bize ne olacak? İşte buradan doğan boşluktur ki, materyalist ve zevkçi bir kültürün ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ben böyle düşünüyorum. Eğer sadece bir tek hayat yaşayacak isek, demiri tavında dövmek zorundayız ve bunu yapabilmek için insanın paraya ihtiyacı vardır. Onların düşüncesi bu. Böyle bir kültürün bir insan bünyesinde psikolojik sorunlara sebep olması kaçınılmazdır.
Çünkü beden ve ruhu arasında bir dengesizlik meydana gelecektir. Sonuç olarak, maddi ilerlemenin en üst düzeye ulaştığı ABD’de vatandaşlarına sayısız hak vermiş olmasına rağmen, nüfusun % 60'ı psikiyatristlerle temas halinde yaşıyor. Buna rağmen, modern psikolojide anlaşılmaz bir şekilde insan ruhu araştırılmıyor. Yurttaşlarına en fazla refah sağlayan İsveç ve İsviçre'de intihar oranlarının en yüksek düzeyde olması şaşırtıcı değil mi? Demek ki, insana maddi refah yetmez, fazlasına ihtiyacı vardır.
Ahlâkın kökeni dindedir. Din bir kez rafa kaldırılınca, 70'li yıllardan bu yana ahlaksızlık aşamalı olarak arttı. Onun doğrudan etkisi, aile hayatını vurmak şeklinde oldu. İngiltere'de, boşanma oranı % 60'lara çıktı, ayrıca % 35 oranında boşanmış anneler çocuklarıyla tek başlarına yaşıyor. Suç oranı hemen hemen tüm Batılı toplumlarda artıyor ama en rahatsız edici gerçek, alarm verici boyutlara ulaşan ırkçılığın yükselişi. Bilim insanın eşit olmadığını kanıtlamaya çalışırken (Amerikalı zencilerin beyazlardan genetik olarak daha az zeki olduğunu gösteren son araştırmalar gibi), insanların eşit olduğunu açıklayan sadece dindir.
1991 ile 1997 yılı arasında Avrupa kıtasına yapılan toplam göçün 520 bin olduğu tahmin ediliyor ve bu göçmenlerin hemen hepsine de özellikle İngiltere, Fransa ve Almanya'da ırkçı motivlerle yönelen saldırılar gerçekleşti. Afgan Savaşı sırasında Pakistan'da dört milyon mülteci vardı ve çok daha fakir olmasına karşılık Pakistan’da hiç de ırkçı bir gerilim yaşanmadı.
80'li yıllarda bir dizi olay beni Allah'a yöneltti. Kur’an’da buyrulduğu gibi, “Anlayan insanlar için ayetler vardır.” Benim için bu ayetlerden (işaretlerden) biri, kriketti. Bu oyuna başlayıp zamanla geliştirdiğimde, şans diye düşündüğüm şeylerin aslında Allah'ın iradesi olduğunu farketmeye başladım. Yıllar ilerledikçe bu husus, iç âlemimde daha berraklaştı. Fakat İslami düşüncelerimin asıl gelişmesi, Salman Rüşdi'nin “Şeytan Ayetleri” kitabının sonrasına rastlar.
Batı dünyasında yaşamakta olan benim gibi insanlar, Müslümanların kitaba gösterdiği tepkiyi takip eden dönemde, İslama karşı gösterilen önyargılar karşısında en fazla zor durumda kalan kişilerdir. Darbenin en ağırına biz göğüs germek durumunda kalıyoruz. Önümüzde iki seçenek kalıyor: Ya savunacağız ya da sıvışacağız. İslam’a yönelik saldırıların haksız olduğunu güçlü bir şekilde hissettiğim için dinimi savunmayı tercih ettim. Ancak o zaman, bu işi yapabilmek için İslami bilgimin yeterli olmadığını, bu konuda yeterince donanımlı olmadığımı farkettim. Bundan ötürü, araştırmaya başladım ve bu hayatımın en büyük aydınlanma süreciydi. Ali Şeriati, Muhammed Esed, İkbal, Gai Eaton okudum. Ve bunlara ilaveten, elbette bir Kuran çalışması yaptım.
“Hakikati bulma"nın benim için ne anlama geldiğini kısaca açıklayayım. Mü'minler Kur'an okuduklarında daima "İman edenler ve salih amel işleyenler” ifadesiyle karşılaşırlar. Başka bir deyişle, bir Müslümanın ikili bir işlevi vardır. biri Allah’a karşı, diğeri insanlara karşı.
Benim için Allah'a inanmanın en büyük sonuçlarından birisi, insanlara karşı hissettiğim korkuların tamamen ortadan kalkmasıydı. Kuran, “Hayat ve ölüm, itibar ve zillet Allah'ın hüküm dairesindedir.” diyerek insanı diğer insana esir olmaktan özgürleştirir. Bu münasebetle, hiç kimseye boyun eğmek zorunda değiliz.
Üstelik, yaşadığımız dünya ebedi olana hazırlık yaptığımız geçici bir yer olduğu için kendi üzerime vurduğum prangaları da kırdım attım. Mesela yaşlanmak korkusu, (batı dünyasında bu nedenle ‘plastik cerrahi’ aldı başını yürüdü) materyalizm, ego, insanlar ne der gibi. Şunu da ekleyeyim ki, insanlar nefsi arzularını yok etmek zorunda değiller, ama onlar tarafından kontrol edilmek yerine onları kontrol etmeleri gerekiyor.
İslam'ın salih amel uyarısını hayatıma geçirerek daha iyi insan olduğumu düşünüyorum. Bencil ve kendisi için yaşayan birisi olmak yerine, Kudretiyle Allahın bana lütfettiğinden ihtiyaç duyanlar için kullanmak zorundayım. İslamın esaslarını takip ederek bunu yapmaya devam edersem, fanatik birisi olup çıkmam. İşte bu yolda yürüyerek, fakir insanlara karşı merhamet hissiyle dolu olan hoşgörülü ve verici bir insan oldum. Başarıyı Allah’a atfederek, kibir yerine tevazuyu öğrendim.
Ayrıca, kendi insanımıza karşı züppe tavırlı Pakistan seçkini gibi davranmak yerine, eşitlikçiliğe inanıyorum ve güçlü bir şekilde toplumumuzdaki zayıflara yapılan adaletsizliklere karşı öfke doluyum. Kur’an’a göre “zulüm cinayetten bile beterdir.” Aslında ancak şimdi İslamın hakiki anlamını kavrıyorum, eğer Allahın iradesine boyun eğmişsen, bir iç huzuru kazanırsın.
İmanım sayesinde daha önce var olduğunu hiç bilmediğim ve hayatımda potansiyelimi açığa çıkartan içimde bir kuvvet keşfettim. Pakistan'da bizim seçmeci bir İslama inandığımızı hissediyorum. Sadece Allah'a iman etme ve ibadetleri yerine getirme yeterli değildir. Ayrıca iyi ve ahlaklı insan da olunması gerekiyor.
Pakistan'ın yüz yüze geldiği problemlerden biri, iki tepkisel grup arasında yaşanan kutuplaşmadır. Bir tarafta, İslama Batılı gözlerle bakan ve onun hakkında yetersiz bilgiye sahip olan “Batılılaşmış grup” var. Bunlar toplumda İslamı öne çıkaran kişilere güçlü bir şekilde reaksiyon gösteriyorlar ve sadece dinin belirli kısımlarının vurgulanmasını istiyorlar. Diğer uçta ise, bu Batılı elite karşı tepki veren “Geleneksel grup” var. Bunlar da imanın savunucusu olmaya çalışıyorlar, ama bunu yaparken bazen hoşgörüsüz olabiliyorlar.
Yapılması gereken şey, iki taraf arasında bir diyaloğun başlamasıdır. Bunun gerçekleşmesi için İslam’ı güzelce araştırmalı ve öğrenmeliyiz. İnsanların Allah’a iman edip Müslümanlığı yaşamaları, bütünüyle kendi tercihleridir. Kur’an’ın bize ifade ettiği gibi, “Dinde zorlama yoktur.” Fakat toplumun bir kesimi de, diğer kesimi aşağı görerek problemleri çözemeyeceklerini anlamak zorunda. Kendilerini bilgiyle donatmalılar. Kur’an Müslümanları “vasat ümmet” olarak tarif ediyor, aşırı uçlar olarak değil. Mübarek Peygamberimiz’e (asm) sadece mesajı iletmesi, insanların iman edip etmemelerinden dolayı üzülmemesini söylendi. Dolayısıyla İslamda bir kimsenin fikirlerini başkasına zorla kabul ettirme yoktur.
Dahası, bize diğer dinlere, ibadet yerlerine ve peygamberlere saygılı olmamız öğretildi. Malezya ya da Endonezya’ya hiçbir Müslüman misyoner ya da ordu gitmedi. Ama bu insanlar kendilerine din olarak İslam’ı seçtiler. Çünkü onlarla iş yapan Müslüman tüccarlar ilkeli bir kişiliğe ve mükemmel bir karaktere sahiplerdi. Şu anda İslam için en kötü reklam, özellikle dinin insanları haklarından mahrum etmek için kullanılmasıdır. Aslında İslam’ın esaslarına uyan bir toplum hür düşünceli olmalı. Eğer Pakistan’ın Batılılaşmış sınıfı İslamı araştırmaya ve öğrenmeye başlarsa, bu sadece toplumun mezhepçilik ve aşırılaşmaya karşı koymasına yardım etmeyecek, aynı zamanda terakki odaklı bir din olarak İslam’ın ne olduğunun anlaşılmasını da sağlayacaktır. Unutmayalım ki, İslam evrensel bir dindir ve bizim peygamberimiz (a.s.m.) tüm insanlara gönderilmiş bir rahmet peygamberidir. Biz O’na teslim olmaz isek, Allah bizim yerimize başkalarını getirmeye elbette kadirdir
10 notes · View notes
ekmech · 4 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Ramazanda Serisi 2 Yeni taptaze çıktı!!!
2K notes · View notes
ekmech · 6 years
Text
Ramazan geliyorrr!!!
Hz. Peygamber'in Oruç Günlüğü
Yüce Allah, Kur’ân’ında onu bize ‘Üsve-i hasene/‘en güzel örnek’ diye tanıtmıştır. O, her konuda bizim için en güzel örnek ve önderdir. O’nun Ramazan farklılıkları ve oruç günlüğü de bizim için örnektir.
Onun hayatında Ramazan’ın ayrı bir yeri vardı. Zira ona vahiy Ramazan’da gelmeye başlamıştı. O, Vahiy meleği ile bu ayda müşerref olmuştu. Bu ayda inmeye başlayan Kur’ân, insanlığı Marifetullah bilinci demek olan takvaya erdirmek için gelmişti. İçerisine riya karışmayan, hep ve yalnız Allah için tutulan ve bu ayda farz kılınan orucun hedefi de takvalı insan yetiştirmekti.
Peygamberimizin Ramazan ve Oruç günlüğünü şu şekilde özetlememiz mümkündür:
Ramazan, onun için bir rahmet, bereket, mağfiret ayı; hayır ve güzellikler pazarı; kullukta yoğunlaşma fırsatı idi. O, bu konuda “Ramazan’a eriştiği halde, günahlarından bağışlanmayıp cehenneme girene yazıklar olsun!”[1] buyurarak Ramazan’ın farkına dikkatlerimizi çekmişti.
Ramazanı kulluk fırsatı olarak değerlendiren Peygamberimiz, Ramazan ve ondaki güzelliklerle ilgili şöyle buyurarak bu ayı en güzel şekilde değerlendirmeye teşvik etmiştir: "Ramazan ayı girdiği zaman cennetin kapıları açılır, cehennemin kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur."[2]
“Ademoğlunun her ameli katlanır. Hayırlı ameller en az on misliyle yazılır, bu yedi yüz misline kadar çıkar. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Oruç bu kaideden hariçtir. Çünkü o sırf benim içindir, onu ben mükâfatlandıracağım. Kulum benim için şehvetini, yiyeceğini terketti."
"Oruçlu için iki sevinç ânı vardır: Biri, orucu açtığı zamanki sevincidir, diğeri de Rabbine kavuşup orucunun sevabını aldığı zamanki sevincidir. Oruçlunun ağzından çıkan koku, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur."[3]
"Oruçlunun uyuması ibadet, susması tesbih, çalışması bereket, duası makbul, günahı bağışlanmıştır."[4]
“Cennetin Reyyan adlı bir kapısı vardır, oradan yalnızca oruç tutanlar girer.”[5]
O, diğer ayları gibi Ramazan’ı da her türlü günahtan uzak bir şekilde geçirirdi, tuttuğu oruçların sevabını gıybet, dedikodu, yalan ve boş söz gibi günahlarla azaltmazdı. Yine O, orucu uykuya hapsetmezdi, oruçtan en yüksek puanı/sevabı alabilmek için çabalardı.
Hepimiz için en güzel hayat modelleri sunan Peygamberimiz @ günlük olarak nafile ve farzlarıyla namazlarını kılardı, ama Ramazanda bu namazlarına teravih namazlarını da ekler ve şöyle buyururdu: “Yüce Allah, size Ramazan orucunu farz kıldı, ben de Ramazan gecelerinde (teravih namazıyla) kıyamı sünnet eyledim...”[6] Onun için Ramazan ayı, önce teravih namazı kılınarak başlar ve bu şekilde ertesi günün orucu namaz temeli üzerine bina edilir. Bunun içindir ki bizler onun gül hatırı için teravihlerimizi kılmaya şu sözlerle başlarız: Efendimiz Muhammed’e salat ile selam olsun/ O’na izzet ile ikram, teravihe kıyam olsun!
O, bugün bir çok insanın yaptığı gibi namazı yalnızca Ramazan’a ve teravihe hasretmezdi. Çünkü beş vakit namaz O’nun gözünün nuru idi.
O, diğer aylarda oruç tutardı, ama Ramazan tümüyle Onun oruç ayı idi.
Yani O, oruç gibi yüce ibadetten Ramazan dışında da kopmazdı. Çünkü O, oruçlu iken amellerinin Rabbine arzedilmesini çok isterdi.
Onun orucu, yalnızca midenin aç susuz kalmasından ibaret değildi. O, mide başta olmak üzere tüm organlarına oruç tuttururdu. O, orucu gönlü, beyni, dili ve tüm hücreleriyle tutardı. Ve o, bu konuda şöyle uyarmıştı bizleri: "Nice oruç tutanlar vardır ki, tuttukları oruçlarından onlara kalan sadece aç ve susuz kalmalarıdır."[7]
"Kim yalan ve iftirayı terk etmezse bilsin ki, onun yiyip içmesini bırakmasına Allah'ın ihtiyacı yoktur."[8]
"Oruç perdedir, koruyucu kalkandır. Biriniz bir gün oruç tutacak olursa kötü söz sarf etmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa ‘ben oruçluyum!’ desin ve ona bulaşmasın."[9]
O, oruç için sahur yapmayı bereket görür ve iftarda acele ederdi: "Sahur yemeği yiyin, zira sahurda bereket vardır."[10]"İnsanlar iftarda acele ettikleri müddetçe hayır üzere devam ederler."[11]
Bugün bazılarının yaptığı gibi, iftarı ve sahuru terk etmez ve geçiştirmezdi. Onları vaktinde ve özenle yapardı.
Ağzı dualı bir peygamber olarak iftar anlarını da dua fırsatı olarak değerlendirir ve şöyle dua ederdi: “Allahım, yalız senin için oruç tuttum, sadece sana güvenip inandım ve senin rızkınla iftarımı açtım.” "Allah’a hamdolsun. Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, inşallah sevap kesinleşti."[12]
Bu yüzden oruçlu iken de oruçsuz iken de O’nun ağzından hayır ve haktan başka bir şey sadır olmazdı.
Oruçluya iftar ettirmek O’nun Ramazan güzellikleri arasındaydı. Bu konuda şöyle derdi: "Kim bir oruçluya iftar ettirirse, kendisine onun sevabı kadar sevap yazılır. Üstelik bu sebeple oruçlunun sevabından hiçbir eksilme olmaz."[13]
O, iftar sofralarında aşırılığa kaçarak israf sofralarına dönüştürmez ve yalnızca zenginlerin birbirlerine ödünç yaparcasına ağırlandığı sofralara çevirmezdi. O’nun mütevazı sofralarında zengin fakir herkese yer vardı. O’nun hayatında Ramazan, beslenme ayı da değildi, diyet ayı da, eğlence ayı da, festival ayı da değildi
O, oruç tutuyorum diye hayattan kopmaz, yapması gereken işleri hakkıyla yapmaktan geri kalmazdı. Nitekim Bedir savaşına o, bir Ramazan ayında çıkmıştı.
Ne orucu uykuya tutturur ve ne de orucu işini savsaklama aracı yaparak istismar ederdi.
Oruçla ilgili kendisine yöneltilen sorularda, her zamanki gibi kolaylaştırıcı bir yöntem izler ve alternatif çözümler sunardı.
O’nun cevapları yaşanabilirdi. Dini anlatırken taviz de vermezdi, muhataplarını çıkmazlara da götürmezdi.
O, her zaman cömertti, Ramazan’da daha cömert olurdu.. O, Vahiy meleği ile karşılaştığında hayır ve infakta, esen yellerden daha cömert olurdu.[14]
O’nun cömertliği Ramazan ile sınırlı değildi. Verirken fakirlerin nurlarını korur, sahip olduğunun en güzelinden ve sevgiyle verirdi.
Onun, zahidane bir hayatı vardı; ama o, Ramazanda daha bir zahiddi. Çünkü bu ay Onun i’tikaf ayı, mescidin bir köşesinde on gün, kendini Yüce Allah’a verme ayı idi. Hz. Peygamber, kendisine peygamberlik gelmeden önce Hıra mağarasında münzevi bir hayat yaşardı. Ama Kur'ân ayetlerinin inmeye başlamasıyla O, Hıradan toplum içerisine indi ve tebliğ görevini sürdürdü. Fakat O, insanlardan ve dünya nimetlerinin cazibesinden geçici bir süre de olsa uzak kalmayı tamamen ihmal etmedi. Bu sefer halkın içinde, mescidinde O, Ramazanın son on gününü itikafla geçirirdi.
O, halk içinde Hakla beraber olur, ibadetlerini asla hayattan ve insanlardan kopmaya, onlarla ilişkilerini kesmeye ara yapmazdı.
O, her zaman Allah’ı zikrederdi, Ramazan’da daha çok zikrederdi. Bu kutlu ayda dualarına dua katardı.
O, sürekli Kuran okur ve Kur'ân’lı bir hayat yaşardı, ama Ramazanda daha çok Kur'ân okurdu. Onun mukabelelerine Vahiy meleği ve ashabın seçkinleri eşlik ederdi. Onun vahiy meleği ile karşılıklı Kur'ân okuyup ezberini sağladıkları ay da Ramazan’dı.[15]
O’nun Kur’ân okumaları anlamak ve en iyi şekilde yaşamak içindi. O, asla Kur’ân okumayı dünyalıklara alet etmedi ve adete dönüştürmedi.
O, Ramazan’ın son on günü içerisinde, dua, istiğfar, zikir ve ibadet fırsatı olan Kadir gecesini arar ve kadir gecesini ihya etmeye teşvik ederdi: “Kim inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek kadir gecesini ihya ederse, geçmiş günahları bağışlanır.”[16]
Kısaca O, Ramazan’da kulluk ve dua yoğunluğu içerisinde olurdu.. Ve Ramazan’da sergilediği bu güzellikleri Ramazan’dan sonrasına taşır ve bunu ümmetine tavsiye ederdi. Yani on bir ayın sultanı Ramazan, onun on bir ayını da yönetirdi: "Kim Ramazan orucunu tutar ve ona şevval ayından altı gün ilave ederse, sanki yıl orucu tutmuş olur."[17] "Resûlullah Zilhicce'den dokuz günle Aşûra günü oruç tutardı. Bir de her aydan üç gün, ayın ilk pazartesi ile perşembe günü oruç tutardı."[18]
Çünkü O’nun için Ramazan, bir eğitim kampı, bir yenilenme fırsatı, bir donanım ve dolum ayı idi. O, Ramazan’dan aldığı enerji ile Ramazan sonrası hayatını şekillendirirdi. O, bayramını tekbir ve namazla başlatırdı. Tekbir ve namaz üzerine kurulan bayram sonrası hayat, tekbir ve namaz doğrultusunda devam ederdi.
Tüm bu Ramazan güzellikleriyle o bizleri aydınlatmaya, gönüllerimizi ısıtmaya, beyinlerimizi ışıtmaya, sözlerimizi güzelleştirmeye, davranışlarımızı hep hayır ve güzelliklere yönlendirmeye devam ediyor.
O’nun ümmeti olarak O’nu özlemeye, hayatımızın her alanında O’na benzemeye, O’ndaki güzellikleri yaşamaya ve yaşatmaya var mısınız? O, bizleri, Mahşerde buluşma yerimiz olan Kevser havzının başında bekleyip durmakta.
Salat ü selam, her türlü ihtiram O’na ve O’nun bağlılarına olsun.
3 notes · View notes
ekmech · 6 years
Photo
Tumblr media
1K notes · View notes
ekmech · 6 years
Text
Ne yapmalı?
1 note · View note
ekmech · 6 years
Note
Senin adına çok sevindim.Nouman Ali Khanla görüşmüşsün.Aslında Bursa'ya da gelecekti ama iptal oldu.Sanırım konferans hazırlığında bir sıkıntı çıktı.Yoksa her iki şehirde de konferans iptal olmazdı.
Biraz acele bir organizasyon oldu kanaatimce keske daha profesyonel bir program yapilsaydi da herkes rahat rahat hoca ile tanisma firsatina sahip olsaydi.
0 notes
ekmech · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Bugun Nouman hoca ile tanisma firsatini yakaladim. Allah beni kendine yakinlasmama vesile olan zati gormeyi nasip etti. Ilk basta konferans olacak denildi ama ben kayitlara yetisemedigim icin kaydolamadim. Tam bu sefer nasip degilmis derken konferans iptal oldu. Bi de ne olsun evimin yanindaki avm ye imzaya geliyormus. Erkendwn gittim imzami aldim, az da olsa muhabbet ettim. Ama beni en cok etkileyen sey soylediklerimi telefonuna not almasi. Galiba soylediklerimi kayda deger bulan biri oldugu icindi beni bu kadar etkilemesi. Not : Nouman hocanin videolarini izledikten sonra Kuran ve siyer okudum ve namaza basladim. Benim icin belki de en buyuk hayri isleyen insandir.
7 notes · View notes
ekmech · 6 years
Quote
Allah nasip etmeyeceği şeyin hayalini kurdurmaz.
Hz. Osman (via mavi-blogg)
51K notes · View notes
ekmech · 6 years
Photo
Tumblr media
Özlediniz mi beni? 🙈🙈🙈
4 notes · View notes
ekmech · 6 years
Video
32 notes · View notes
ekmech · 6 years
Photo
Tumblr media
Oku, Oku, Oku!
56 notes · View notes
ekmech · 6 years
Photo
Tumblr media
106 notes · View notes
ekmech · 6 years
Photo
Tumblr media
Kuran’ı anlayarak okuyun!
52 notes · View notes
ekmech · 6 years
Photo
Tumblr media
Oku!
225 notes · View notes
ekmech · 6 years
Quote
Siz kendi görüş ve fikirlerinizi desteklemek için Kur’ân’dan ve Sünnet’ten delil arayacağınıza; kendi görüş ve fikirlerinizi Kur’ân ve Sünnet’e göre düzeltin.
Mevdudî (via fakirulfikir)
173 notes · View notes
ekmech · 6 years
Photo
Tumblr media
Kur’an sırf inanmış olmak için…
2K notes · View notes