Tumgik
Text
Reddedilme Korkusu Nasıl Yenilir?
Reddedilmek duygusal dünyamıza bir bomba gibi düşer, her şeyi uçurur, yakar, yıkar. İçimiz acır. Önce kendimize sonra etrafa saldırır bir suçlu ararız. Kimdir bu sonucun sorumlusu? Reddedilmenin zararları duygusal acının ötesindedir. Duygularımızın yanı sıra, düşüncelerimize ve davranışlarımıza da etkisi büyüktür. Reddedilmek neden bu kadar canınızı yakar hiç düşündünüz mü? Reddedilmekle nasıl baş etmeli? Reddedildiğinizde canınız acıyor, kendinizi yerden yere mi vuruyorsunuz. Reddedilmek neden bu kadar canınızı yakar hiç düşündünüz mü? Reddedilmek duygusal dünyamıza bir bomba gibi düşer, her şeyi uçurur, yakar, yıkar. İçimiz acır. Önce kendimize sonra etrafa saldırır bir suçlu ararız. Kimdir bu sonucun sorumlusu? Reddedilmenin zararları duygusal acının ötesindedir. Duygularımızın yanı sıra, düşüncelerimize ve davranışlarımıza da etkisi büyüktür. Psychology Today dergisinde yayınlanan yazısında, Dr. Guy Winch reddedilmenin az bilinen yönlerini ele alıyor. NEDİR REDDEDİLMENİN AZ BİLİNEN ETKİLERİ? 1 - Reddedilme ve fiziksel acı hissetme anında beyinin aynı yeri uyarılır Manyetik rezonans görüntüleme sonuçlarına göre, fiziksel acı çektiğimizde ve reddedilme haberi aldığımızda beynin aynı bölgeleri aktive olur. İşte tam da bu sebepten nörolojik anlamda reddedilmek acı verir. 2 - Duygusal acıyı ağrı kesiciler azaltır Reddedilme acısının fiziksel acıya yakınlığı hipotezini test etmek için araştırmacılar bir çalışma düzenlemişler ve katılımcıları, acı veren bir reddedilme deneyimini simüle etmeden önce, iki gruba ayırmışlar: bir gruba asetaminofen etken maddeli bir ağrı kesici verirken, diğer gruba şeker içerikli bir plasebo vermişler. Çalışmanın sonunda ilaç alan ilk grubun çok daha az duygusal acı çektiği ortaya çıkmıştır. 3 - Reddedilme evrim teorisine göre yaşamsal fonksiyonların başında yer alır Avcı/toplayıcı geçmişimizde kabileden dışlanmak ya da sürülmek, yalnız kalmak ve kısa süre içinde ölüme sürüklenmek anlamına gelirdi. İnsanın vahşi doğanın karşısında kendi başına hayatta kalması diye bir şey söz konusu değildi. Evrim üzerine uzmanlaşmış psikologlar beyinlerimizde erken uyarı sistemlerinin var olduğu ve bugün reddedilmenin muadili olabilecek sürülme ve dışlanma gibi durumlarla karşılaştığımızda bu sistemin devreye girdiğini farz etmekte. Dolayısıyla, reddedilme deneyimini yaşayanlar hızla kendilerine çeki düzen verip bu redde sebep olan davranışı düzeltmeye ve toplumunun içinde yerlerini korumaya daha büyük çaba harcamakta. 4 - Sosyal acı fiziksel acıya göre çok daha etkili bir şekilde Reddedilmekle nasıl baş etmeli? tekrar tekrar deneyimlenebilir Çok ciddi bir fiziksel acı hissettiğiniz bir ana geri dönmeye çalışın. Doğum sancısı, apandisit ağrısı, bacağınızı kırdığınızda duyduğunuz ağrı? Evet, çok ağrı çektiğinizi hatırlıyorsunuz ancak tam olarak ağrı hissini yeniden his etmiyorsunuz. Peki ya, size çok acı veren bir ret haberinin yarattığı rahatsız edici, kalp kıran, sizi yıkan his? O anı düşündüğünüz anda birden içinizi bir kasvet kapladı öyle değil mi? O hayallerinizin yıkıldığı, kendinizi yetersiz hissettiğiniz, koskoca bir kapının küt diye yüzünüze kapandığını neredeyse yeniden yaşamanız mümkün...Sosyalleşen canlılar olduğumuzdan beynimiz red edilmeyi önceliği bilir ve sürüden atılmak ağır bir ceza olarak görülür. 5 - Reddedilmek bir gruba ait olma ihtiyacına dair dengeyi bozar İnsan olarak hepimizin bir gruba ait olma ihtiyacı vardır. Reddedildiğimiz zaman bu ihtiyacın dengesi bozulur ve bu bağlantı kopukluğu duygusal acımıza eklenir. Sevdiğimiz ve bizi seven insanlarla tekrardan bağ kurmak veya kendimizi ait hissettiğimiz grup içinde bize değer veren ve saygı duyan insanlara ulaşmak reddedilme sonucunda hissettiğimiz duygusal acıyı hafifl etecektir. Kişinin reddedildikten sonra kendini yalnız, dışlanmış, terk edilmiş hissetmesi genel davranışlarına ve insan ilişkilerine de yansıyacaktır. 6 - Reddedilmek kızgınlık ve asabiliğin dışa vurulmasına zemin hazırlar 2001 yılında Amerikan Sağlık Bakanı reddedilmenin gençler için uyuşturucu, yoksulluk ve çete üyeliğinden daha tehlikeli bir risk oluşturduğuna dair bir rapor yayınlamıştır. Birçok çalışma bu bulguyu doğrulamaktadır. Basit konularda ret cevabı almanın bile insanları kızdırdığı ve bu kızgınlık sonucunda şiddete yönlendirdiği kanıtlanmıştır. Amerika’da farklı eyaletlerde sıklıkla görülen okullardaki silahlı saldırılar, kadınlara karşı şiddet ve işten atılan çalışanların ayaklanması gibi birçok örnek reddedilme ve agresif davranışların bağlantısını göstermektedir. Reddedilmenin etkileri sırf agresif davranışlarla ya da suç işleyerek dışa vurulmaz, kişinin iç dünyasına etkileri de yıkıcı olabilir. 7 - Reddedilme sonucunda kendimize saygımızı yerden yere vururuz Kendimize olan güvenimiz, saygımız, sevgimiz reddedilme duygusuyla beraber zarar görür. Kendi kendimize savaş açar, tüm bu olanlardan kendimizi sorumlu tutarız, geriye dönük kendimizi suçlarız. İster romantik ilişkimizde yaşadığımız ret, ister iş hayatımızda önümüze konulan kocaman hayır cevabı olsun, her türlü ret cevabı bizi kendi iç dünyamıza döndürüp kendi kendimizi suçlamaya iter. Hiç bir ilişki veya durum sırf sizin suçunuz veya sorumluluğunuz olamaz. Mutlaka uyuşmazlıklar, anlaşmazlıklar, yetersizlikler, engeller ve kontrol edemediğimiz bir dolu dinamik mevcuttur. Kendi kendimize işleri zorlaştırmamalıyız. Reddedilmek başlı başına zor bir durumken kendimizi suçlayarak iç dünyamızda daha büyük ve derin yaralar açarız. Kendinizi suçlamak yerine, kendinizle barışık olun ve reddedilme duygusunun üstesinden gelin. 8 - Reddedilme kısa süreli olarak IQ’yu düşürür Yakın zamanda reddedildikleri bir anı anlatmaları istenen çalışma katılımcıları, o ana geri dönüp başlarından geçen deneyimi anlattıklarında IQ, yakın geçmişi hatırlama ve karar verme testlerine tabi tutulmuşlar. Her bir testin sonucu aynı testlerin normal zamandaki skorlarına oranla daha düşük çıkmıştır. Farklı açılardan düşünme kapasitesini ölçen bu testlerin hepsinde düşük performans göstermek net bir şekilde kişilerin reddedilme duygusu içindeyken iyi düşünemediklerini kanıtlamaktadır. 9 - Mantık reddedilme karşısında yenik düşer Bir araştırmaya katılanlar kendilerinin yabancılar tarafından reddedileceği bir senaryoya dâhil olmuşlar. Yabancılar deneyi yürüten araştırmacılar tarafından görevlendirilmiş kişilermiş. Katılımcılara yabancıların onları gerçekte reddetmediğini söylemek dahi reddedilme anının verdiği acı ve rahatsızlığı azaltmaya yaramamış. Rol icabı reddedilmek dahi katılımcıları yeterince rahatsız etmiş. 10 - Neyse ki, reddedilmenin açtığı psikolojik yaraları iyileştirmek mümkün. Reddedilmenin yarattığı psikolojik, duygusal, zihinsel hasarları tamir etmek mümkün. Bunu etkili bir şekilde yapabilmek için her bir psikolojik yarayı farklı yönleriyle ele almalıyız. Örneğin, duygusal acıları hafifl etmeye, duyduğumuz kızgınlık ve şiddete dönüşebilecek siniri azaltmaya, özgüvenimizi korumaya ve aidiyet duygumuzu dengelemeye çalışmalıyız. REDDEDİLDİĞİNİZDE NASIL CEVAP VERMELİ? Yaşamınız boyunca çeşitli sebeplerden reddedilmek kaçınılmazdır. Kimileri onlarca veya yüzlerce kez reddedilir, diğerleri çok daha az hayır kelimesiyle karşılaşır ancak kendisine hiç hayır denilmemiş bir insan yoktur demek gerçekçi olur. Dolayısıyla, hepimizin sağlıklı bir reddedilme felsefesine ihtiyacı vardır. Kendi kendinizi eleştirmeyi bırakın Reddedilmenin hemen ardından insanın kendi hatalarını kendi yüzüne vurması ve neleri hatalı yaptığını bir bir listelemesi doğası gereği kaçınılmaz olsa da, YAPMAYIN! Bunun yerine, düşüncelerinizi gelecekte neleri farklı yapabileceğinize odaklayın. Her reddi kişisel olarak algılamayın Özel veya iş yaşamınızda aldığınız hayır’ların birçoğu zaman, şartlar ve kontrol edemediğiniz birçok faktörün sonucudur. Reddedildiğinizde kusuru sadece kendinizde aramak gereksiz olduğu gibi, yıpratıcı ve sizi yanlış sonuçlara götüren bir hareket olacaktır. Kendinize verdiğiniz değeri sağlamlaştırın Eksikleriniz yerine güçlü yönlerinize odaklanın. Sizi siz yapan ve kendinizle gurur duymanızı sağlayan beş özelliğiniz nedir? Listeleyin. Sosyal bağlantılar kurun, çevrenizle yeniden yakınlaşın Çevremiz dâhilinde aranan ve istenen insanlar olmak hepimiz için çok önemlidir. Reddedilmek bizim duygusal dengemizi mahveder, aidiyet duygumuzu yerinden sarsar. Bu nedenle, kendi kendimize sevildiğimizi ve bize değer verenlerin olduğunu hatırlatmamız gerekir. İş yerinde reddedildiyseniz ve iş arkadaşlarınızla aranıza mesafe koymak istiyorsanız, aileniz ve özel yaşamınızdaki arkadaşlarınızın desteğini alın. Bırakın bu zorlu dönemini geçirmenize yardımcı olsunlar.
0 notes
Text
Geçinilmesi zor insanlarla iyi geçinme yolları
Öyle insanlar vardır ki kimseyle geçinemezler. Geçinilmesi zor insanlar olarak adlandırılan bu insanlar çevrelerinde sürekli huzursuzluk yaratırlar. İlke olarak kimsenin geçinemediği insanla ilişki kurmak ya da ilişkisini sürdürmek zorunda olmadığını söyleyebiliriz fakat günlük yaşamımızda bu zaman zaman mümkün olamaz. En yakınımızdaki ya da sürekli ilişki kurmak zorunda olduğumuz insanlardan birisi geçinilmesi zor bir insan olabilir. Bu tür durumlarda onlarla geçinmenin yolunu bulmaktan başka yapılabilecek hiçbir şey yoktur. Geçinilmesi zor insanların her birine onun kişilik yapısına uygun bir ilişki tarzı geliştirilmesi gerekiyor olsa da aşağıda her türlü zor insanla geçinmede yararlı olan bazı öneriler verilmiştir: Kendinizi daha çok tanımaya çalışın İnsanın kendini tanıması, olaylar karşısında ne düşüneceğini, ne tür duygular yaşayacağını, ne tür tepkiler göstereceğini ve nasıl davranacağını olacağa/yaşanacağa yakın öngörebilmesidir. Kendini tanıyan insan zayıf ve güçlü yönlerini, istek ve gereksinimlerini bilir ve bunları eksiği ile fazlası ile görür. Zor insanlarla geçinmeye çalışırken yaşanabilecek sorunların önceden görülmesi tedbir alınmasını sağlar. İletişim ve ilişki kurma becerilerinizi geliştirin Herkesin diğer insanlarla ilişkilerinde bir iletişim ve ilişki kurma tarzı vardır. Sıradan ilişkilerde çoğu zaman bir sorun yaratmayan bu tarz, geçinilmesi zor insanlarla ilişkilerde yetersiz kalabilir. Örneğin diğer insanlara genellikle şakacı bir tarzda yaklaşan bir kişinin bu tutumu alıngan ve şüpheci bir kişi tarafından kendisiyle dalga geçildiği şeklinde yorumlanabilir. Bu nedenle zor insanlarla ilişkilerde sık sık iletişim ve ilişki kurma tekniklerinin özel olarak kullanılması gerekir. Özgüveninizi, özdeğerlilik duygunuzu geliştirin Özgüven ve özdeğerlilik duygusu yeterince gelişmemiş kişiler kırılgan bir kişilik yapısına sahiptirler ve başkalarının tutum ve davranışlarından kolayca etkilenirler. Bu da karşısındakinin duygu ve düşüncelerini önemsemeyen geçinilmesi zor insanlarla ilişkide çok zorlanılmasına neden olur. Yaşadığınız duygularınızın sizi yönlendirmesini önleyin Geçinilmesi zor insanlar hemen herkeste baş edilmesi güç duygular yaratırlar. Bu insanlarla geçinme çabası içinde olanları en çok zorlayan da bu güçlü duygulardır. Bu nedenle yaşanan duyguların davranışları yönlendirme olasılığı sıradan ilişkilere göre daha fazladır. Geçinilmesi zor insanlarla ilişkilerde yaşanan duygulardan etkilenmemenin yollarını bulmak geçinebilmeyi sağlamada çok büyük önem taşımaktadır. Onlara onların uyumsuz davranışlarını arttırmayacak biçimde davranın. Geçinilmesi zor insanların hangi durumlarda, hangi ortamda ve ne tür davranışlarla karşılaştıklarında uyumsuz davranışlar gösterdikleri belirlenmelidir. Onların uyumsuz davranışlarını arttıran her şeyden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır. Örneğin kuşkucu birisinin yanında bir başkasıyla fısır fısır bir şeyler konuşmak onun tepki göstermesine yol açar. “Mantıklı” davranmasını beklemeyin Zor insanların kendilerine özgü mantık kurma biçimleri vardır. Dünyayı, insanları ve ilişkileri algılayış biçimlerindeki farklılıklar onların bir çok insan tarafından mantıklı görülmeyen davranışlar göstermelerine yol açar. Fakat asıl zor olan (çok aşikar olan bir durum söz konusu olsa bile) geçinilmesi zor insanlarda bu mantığı kırmanın oldukça zor olmasıdır. Değişmesini beklemeyin; değişeceğini ya da değişebileceğini düşünmeyin Herkesin dünyaya ve insanlara kendine özgü bir bakış açısı varsa da insanların çoğu gerektiğinde esneklik gösterebilmekte ya da başkasının bakış açısı ile de olaylara bakabilmektedir. Fakat bakış açıları katı ve esneklik göstermeyen nitelikler taşıyan geçinilmesi zor insanlar için bu pek mümkün değildir; esneklik gösteremezler ve değişime direnç gösterirler. Sizi anlamasını ya da hak vermesini beklemeyin Geçinilmesi zor insanların en önemli özelliklerinden birisi de olup bitenleri başkasının gözüyle değerlendirme becerisine sahip olmamalarıdır. Bu nedenle geçinilmesi zor insanların diğer insanları anlaması ya da hak vermesi beklenmemelidir. Özellikle bir anlaşmazlık anında karşıdakini anlamaya çalışması bir yana; karşıdakini hiç dinlemedikleri, söylenenleri hiç anlamadıkları ve kendi istediklerini kabul ettirme çabası içinde oldukları görülür. Doğruyu gösterme konusunda ısrarcı olmayın Geçinilmesi zor insanların kendilerinin yanlış düşünebileceğini ya da yanlış davranabileceğini düşünmeye tahammülleri yoktur. Olaylara karşıdakinin bakış açısından bakamazlar. Bu nedenle büyük oranda haklı olduğunuz bir olayda bile geçinilmesi zor bir insana doğruyu gösterme konusuna aceleci ve ısrarcı olmayın. Alınganlık göstermeyin, karşıdakinin tutum ve davranışlarını üstünüze almayın Geçinilmesi zor bir insanın tutum ve davranışlarının sizin kişiliğinize yönelik olduğunu düşündüğünüzde ilişkide yaşayacağınız olumsuz duygu ve düşünceler daha şiddetli olur. Fakat zor insanların olumsuz tutum ve davranışları onların kişilik özelliklerinin bir parçası ya da bir yansıması olarak her türlü insan ilişkisinde ortaya çıkmaktadır. İlişkinizin sınırlarını kafanızda net olarak çizin Zor insanlarla sürdürülmek istenen ya da sürdürülmek zorunda olunan ilişkinin sınırlarının çizilmesi çok önemlidir. İlişkinin yalnız belli bir amaca yönelik bir ilişki (örneğin iş ilişkisi) olarak mı sürdürüleceği, yoksa arkadaşlığın geliştirilmeye mi çalışılacağı belirlenmelidir. Sınırların belirlenmesi ve bunun iki taraf tarafından da konuşularak ya da konuşulmadan kabullenilmesi her iki tarafı da çok rahatlatmaktadır. Sonuç elde etmeye odaklanın Geçinilmesi zor insanlarla ilişkiyi bir şekilde sürdürmek zorunluluğu varsa bu ilişkinin neden sürdürüldüğünün ve ilişkiden neler beklendiğinin belirlenmesi gerekmektedir. Her türlü çabaya karşın ilişkinin geliştirilmesi sağlanamıyorsa sonuç elde etmeye odaklanmaktan başka çıkar yol kalmamaktadır.
0 notes
Text
Karşınızdakinin anlayacağı şekilde konuşmak
İş yaşamında etkili iletişim teknikleri: İletişim problemlerini ortadan kaldırabilmek için karşınızdakinin anlayabileceği dilden konuşun “Göz yalnızca zihnin kavramaya hazır olduğu şeyleri görür.” Henri Bergson Acaba kaçımız bunu fark ediyor? Kaçımız karşımızdakinin kendisini anlamamasından şikayet ediyor? Göremediğimiz neler var? Hiç düşündünüz mü? İletişim kurarken hepimiz sorunlar yaşıyoruz. Bazen işyerinde çalışma arkadaşlarımızla, bazen ailemizle, bazen dostlarımızla, bazen bir görevliyle, bazen sokaktaki herhangi biriyle… En sık karşılaştığım şikayetlerden bazıları da şöyle; ‘ ’…defalarca anlattım, değişik açılardan yaklaştım, sürekli söylüyorum, bir türlü anlamıyor, anladı sanıyordum, geçen sefer söylemiştim, bilmiyor mu hala, kaçıncı konuşmamız ama hala aynı şeyi yapıyor…’’ Eminim içinde size ait cümleler de var. Bana ait olanı da var. Defalarca anlatmak, söylemek yeterli olmuyor bazen. Buradaki sihirli cümle: “Karşınızdakinin anlayacağı şekilde konuşmak.” Bununla ilgili çok güzel bir hikaye anlatılır: Profesör, konferans vermek üzere salona girmiş. Salonda, sadece ön sırada oturan seyis dışında hiç kimse yokmuş. Boş koltukları görünce, konuşup konuşmama konusunda tereddüte düşen profesör sonunda seyise sormuş: “Buradaki tek kişi sensin. Kararı sen ver. Sana göre konuşmalı mıyım, yoksa konuşmamalı mıyım?” Seyis cevap vermiş: “Hocam ben basit bir insanım, bu konulardan hiç anlamam. O yüzden bana hiç sorma. Ama ben ahıra gelseydim ve bütün atların kaçıp bir tanesinin kaldığını görseydim, yine de onu beslerdim”. Bu sözler karşısında seyise hak veren profesör, kararını vermiş ve konferansa başlamış. Konuşmuş, konuşmuş… İki saatin üzerinde konuşmuş, anlatmış, yazmış durmuş. Sonunda sözlerini tamamlayan profesör, kendini çok mutlu hissetmiş ve görevini yerine getirmenin hazzı ve tatlı yorgunluğuyla seyise dönmüş. Aslında amacı, tek dinleyicisi tarafından konferansın çok iyi geçtiğinin onaylanmasını duymakmış. “Konuşmayı nasıl buldun?” diye sormuş. Seyis cevap vermiş: “Hocam, ben sana daha önce basit bir adam olduğumu ve bu konulardan pek anlamadığımı söylemiştim. Yine de, eğer ahıra girdiğimde, biri dışında tüm atların kaçtığını görseydim, onu beslerdim, ama elimdeki tüm yemi ona verip hayvanı çatlatmazdım”. İnsanlara; hazır oldukları zaman, anlayabilecekleri şekilde söylemek istediklerimizi anlatırsak, bizi duymalarını ve gerçekten anlamalarını sağlayabiliriz.
0 notes
Text
Etkili Öğrenme ve Öğretme Yolları
Öğrenme, yaşantılar sonucu davranışta oluşan kalıcı değişikliklerin oluşma sürecine verilen isimdir. Bu tanımda 3 temel kavram öne çıkmakta: 1. Öğrenmenin gerçekleşmesi için davranış değişikliği gereklidir. 2. Değişikliğin yaşantı sonucu meydana gelmesi gerekmektedir. 3. Kalıcı olmalıdır. Öğrenme, fizyolojik olarak yeni sinir yollarının açılması, yeni sinapstik bağların kurulması, çeşitli nöronlar arasında meydana gelen yeni devrelerin iletişim sağlaması ve elektro kimyasal sinir akımında değişiklerin gerçekleşmesidir. İnsan beynindeki yaklaşık 10 milyar sinir hücresi, uyarıcıları saatte 980 km hızla iletebilme yeteneğine sahiptir. Öğrenmede hücre sayısı değil, hücreler arası bağlantı sayısı önemlidir. Öğrenme hücreler arasındaki peptit bağların sayısıyla ilgili bir süreçtir. Bir hücre, aynı anda birden fazla bilgiyi, farklı bağların aracılığı ile alabilir. Bu bağların sayısının artması, öğrenmeyi ve öğrenme kapasitesini artırır. Her türlü yaşantı ve öğrenme, nöronlar arasında peptit bağlarının kurulmasını ve artmasına yardımcı olur. Tekrarlar ise bu bağları kuvvetlendirir. Öğrendiklerinizi Aklınızda Tutma Taktikleri Okuduklarınızı hemen unutmaktan, bir türlü hatırlayamamaktan şikayetçi bir öğrenciyseniz işte size uygulaması çok basit yöntemler:
0 notes
Text
PSİKOLOJİK DANIŞMADA TEMEL BİLGİLER
PSİKOLOJİK DANIŞMADA TEMEL BİLGİLER Geçen yazımda psikolojk danışmanın ne olduğundan, amacından ve bir psikolojik danışmanın sahip olması gereken temel özelliklerin belli başlılarını ele aldım. Bu yazımda ise önce Türkiyedeki pdr öğrencilerinin, Bireysel Psikolojik Danışma Uygulamaları, dersi kapsamında karşılaşma olasılığı oldukça yüksek olan konuları “Mesleğe Yeni Başlayan Psikolojik Danışmanların Karşılaşabileceği Konular” başlığı altında ele aldıktan sonra; “Danışma Becerileri”ne alt başlıkları ile birlikte değineceğim. thumbnail_20120809011424t76size100 Mesleğe Yeni Başlayan Psikolojik Danışmanların Karşılaşabileceği Konular Nasıl terapist olunacağını uygulamalı olarak öğreneceğimiz ilk aşamalarda tipik olarak karşılaşılan belli konular vardır. Bunlardan ilki kaygı’dır. Her alanda olduğu gibi danışma ilişkisi kurarken de bir miktar kaygılı olmak bize zarardan çok yarar getircektir. Ancak kaygının dozu arttığında onun varlığını göz ardı etmek yerine bunun farkına varıp baş etmeye çalışmak gerekmektedir. Bunu ise süpervizyon alarak ya da aynı durumda olan arkadaşlarımızla tartışarak da yapabiliriz. Bireysel psikolojik danışma dersi kapsamında paylaşılan yaşantılardan örnek vermek gerekirse, çoğu arkadaşımız ilk oturumda danışanlarının onları sakinleştirip, yapabilecekleri yönünde telkinde bulunduğunu söylemişti. Kaygı düzeyimiz yüksek olduğu zamanlarda bir rol belirleyip onun arkasına sığınarak profesyonel görünmeye çalışmak en çıkar yol olarak görünebilmektedir. Çünkü ne diyeceğimizi bilemediğimiz zamanlarda kitap cümleleriyle konuşmak kurtarıcı olabilmektedir. Ancak bu durum verdiğimiz tepkileri mekanikleştirecektir. Bunun yanı sıra kendisinin de danışanından farklı olmadığını, bir insan olduğunu aşırı vurgulayan davranışlar içine girmek de bir kutubun iki aşırı ucundan birisidir. image31 O yüzden kendimiz olma ve kendimizi ifade edebilme bu süreçte çok önemlidir. Psikolojik danışma öğrencileri de bilişsel olarak kimsenin mükemmel olmayacağını bildiği halde duygusal olarak hataya çok az yer verilmesi gerektiğini hisseder. Ancak onlardan her şeyi bilmeleri beklenemez. Bilgi eksiklikliğimizi göstermek itibarımızı zedelemez aksine hata yapmak çok insanidir. Enerjimizi hata yapmamak yerine hatalarımızdan ders almaya harcamalı, kusursuzluk çabasından uzaklaşabilmeliyiz. Bunu da bize yardımcı olacağını hissetttiğimiz, bizden daha tecrübeli kişilerden yardım alarak, alanla ilgili daha fazla makale, kitap vb. okuyarak yapabiliriz. İlk danışanımızda veya her danışanımızda başarılı olmayı beklemek gerçek dışıdır. Deneyimli danışmanların bile ümitlerini kaybettikleri, danışanlarına ulaşmakta zorlandıkları olabilir. Bu yüzden gerektiğinde kişisel sınırlılıklarımız hakkında dürüst olabilmeliyiz. Gerçek limitlerimiz konusunda bilgi sahibi olmamız, herkesin üzerinde başarılı olamayacağımızı itiraf ederek, kendimize ve danışanımıza karşı dürüst olmalıyız. Örneğin, çocukluğunda otoriter baba tutumuna maruz kalmış bir danışman, danışanı ne zaman babasından bahsedecek olsa başka bir konuya geçiyor olabilir. Şüphesiz danışmanın bu yönünün farkına varıp süpervizör(destek eğitimi) yardımı alması gerekmektedir. Belki de oturumlar sırasında danışmanın en çok zorlandığı anlardan biri sessizlik anlarıdır. Sessizlik üzerinde uzunca sayfalar durulabilecek bir konudur. Sessizliği bozma konusunda danışmanın aceleci davranmaması gerekmektedir. Çünkü sessizliğin pek çok sebebi vardır. Örneğin: yoğun bir etkileşim sonrasında danışan neler konuşulduğunu idrak etmeye çalışıyor, size bahsedeceği kendisi için zor bir yaşantıyı nasıl anlatacağını toparlamaya çalışıyor olabilir, o an duygulanmış, direnç gösteriyor ya da söyleyecek hiç bir şeyi kalmamış olabilir. Bazen sessizlik kelimelerden çok daha anlamlı olabilir. Bu yüzden önce sessizliğin ne anlama geldiğini farkedebilmeli, sebeplerini araştırmalı ve ona göre harekete geçmeliyiz. Eğitim sürecinde bulunan psikolojik danışmanlar hocalarını veya bu alanda isim yapmış saygın bir kişiyi taklit etme eğiliminde olabilir, ancak kişisel psikolojik danışma tarzımızı oluşturmak için çaba harcamalıyız. Zira danışma sürecinde daima etkili olan bir yol yoktur, yollar vardır. Eğer diğer terapistleri taklit edersek, bazı kuramları kendimize uydurarak kullanırsak kendi potansiyelinizi sınırlandırmamız çok olasıdır. psikolojik Danışma Becerileri Danışma becerilerini: Yapılandırma, etkin dinleme, terapötik, problem çözme, süreci sonlandırma gibi başlıklar altında ele alacağız. Deffenbacher (1985) “Başarılı terapinin sürdürülebilmesi için danışanların kendileriyle ilgilenildiğini, ilgiyle dinlendiklerini, anlaşıldıklarını ve psikolojik danışmanın kendileriyle çalışmaya gerçekten değer verdiğini hissetmeleri gerekir” (Aktaran Hackney, Cormier, 2008, ss. 46). Herkesin arzu ettiği bu durumun yaşanması için danışmanın bir takım becerilere sahip olması gerekmektedir. Bu becerilerden ilk olarak yapılandırma becerilerinden bahsedeceğiz. Bu beceri ilk oturumda, yeni gelen ve süreç hakkında çok fazla bilgisi olmayan danışana bilgi vermek amacıyla kullanılır (Voltan-Acar, 1994). Danışma sürecini tanıtma, danışman ve danışanın sorumlulukları, oturum kuralları(gönüllülük, gizlilik), danışma sürecinin ilkeleri, oturum süresi, görüşme gün ve saati yapılandırmanın içeriğinde yer alması gereken konulardır. İsterseniz bir yapılandırma örneği vererek bu becerinin somutlaşmasına yardımcı olalım. Öncelikle danışanın daha önce hiç psikolojik danışma yardımı alıp almadığı ya da bu süreçle ilgili ne bildiği öğrenildikten sonra yapılandırmaya başlanır. “Merhaba ben Merve. Sizin psikolojik danışmanınızım. Psikolojik danışma, bir uzman tarafından verilen bireyin kendisini daha iyi tanımasını, karşılaştığı sorunları çözmede yaşadığı zorlukları aşmasına yardımcı olmayı amaçlayan gönüllülüğe dayalı bir süreçtir. Bu süreçte ben psikolojik danışmanım siz ise danışansınız. Psikolojik danışman yol göstermez, yollar gösterir, seçenekler sunar probleminizi çözecek olan sizsiniz. Bu ilk oturum olduğu için konuşan taraf ben gibi görünsem de bu oturumun devamında ve sonraki oturumlarda konuşan taraf siz, dinleyen taraf ise ben olacağım. Öncelikle ben sizi olduğunuz gibi kabul ediyor, saygı duyuyor ve size değer veriyorum. Söyleyeceklerinizin doğruluğuna inanıyorum. Size biraz da bu sürecin nasıl işleyeceğinden bahsetmek istiyorum. Görüşmemiz 6-8 oturum sürecektir. Oturumlarımızın süresi 40-45 dakikadır. Ancak oturum sayısı ve süresi size ve anlatacaklarınıza bağlı olarak artabilir ya da azalabilir. Şimdi size bu sürecin çok önemli bir ögesi olan gizlilikten bahsedeceğim. Anlatacaklarınız kesinlikle aramızda kalacaktır. Bu kapıdan dışarıya çıkmayacaktır. Ben bu hassasiyeti göstereceğim ve sizin de aynı hassasiyeti göstereceğinize inanıyorum. Ancak gizliliği bozan birkaç durum var size bunlardan bahsetmem gerekiyor. Bunlar: Mahkeme kararı, sizin kendinize ya da başkasına zarar verme ihtimalinizin olmasıdır.” Yukarıda verilen örneğin herhangi bir kesinliği yoktur. Danışmanın takdirine göre eklemeler ya da çıkarmalar yapılabilir, bazı ifadeler değiştirilebilir. Son olarak sizi sıkmamak adına diğer danışma becerilerini sonraki yazımda ele alacağım. Kaynakça Corey, G. (2008). Psikolojik Danışma Kuram ve Uygulamaları (T. Ergene, Çeviren). Ankara: Mentis Yayıncılık. (Orjinal eser 2005 yılında basılmıştır) Hackney, H., Cormier, S. (2008). Psikolojik Danışma İlke ve Teknikleri: Psikolojik Yardım Süreci El Kitabı (T. Ergene, S. Aydemir Sevim Çev.). Ankara: Mentis Yayıncılık. (Orjinal eser 2005 yılında basılmıştır)
0 notes
Text
Duygusal zeka nedir? Duygusal zeka eğitimi Duygusal zeka Testi
Yüzlerce tanımının yapılabilmesiyle birlikte duyguyu Oxford İngilizce sözlüğü “herhangi bir zihin, his, tutku çalkantısı ya da devinimi; herhangi bir şiddetli ya da uyarılmış zihinsel durum” olarak tanımlıyor. Dr. Daniel Goleman ise duyguyu bir his ve bu hisse özgü belirli düşünceler, psikolojik ve biyolojik haller ve bir dizi hareket eğilimi anlamında kullanıyor. Duygu her dil ve kültürde farklı ifade edilebilmekte ve karşıtları, karışımları, mutasyonları ile birlikte duygunun binlerce çeşidi bulunmaktadır. Üzerinde bir uzlaşma olmasa da bir çok araştırmacı birtakım temel duygular üzerinde fikir birliğine varmışlardır. Bunlar; öfke, üzüntü, korku, mutluluk, sevgi, şaşkınlık, iğrenme ve utançtır. California Üniversitesi’nden Paul Ekman’ın keşfine göre belirli yüz ifadelerinden dördünün (korku, öfke, üzüntü, zevk) sinema ya da televizyonla karşılaşmamış oldukları tahmin edilen, okuma yazma bilmeyenler de dahil olmak üzere dünyanın değişik kültürlerinden insanlar tarafından tanınmasının duyguların evrenselliğini gösterdiğini ileri sürmüştür. Ekman, Yeni Gine’nin ücra yaylalarında tecrit edilmiş halde yaşayan Taş Devri’nden kalma Fore kavmine varıncaya kadar en uzak kültürlerin insanlarına göstermiş ve nerede olurlarsa olsunlar, insanların aynı temel duyguları tanıdığını görmüştür. Her duygu bizi bir şekilde harekete geçirmeye zorlar, aldığımız kararlarda duygularımızın yeri yadsınamaz bir gerçektir. Hangi mesleği seçeceğimiz, üniversite seçimimiz, nerede yaşamak istediğimiz, arkadaş seçimlerimiz gibi yaşantımız boyunca alacağımız sonsuz sayıda kişisel kararlarımız arasında seçim yapmamızda duygularımız çok önemli rol oynarlar. Bu tip konularda salt mantığa dayanarak karar almamız işe yaramaz, güdülerimizden geçmiş yaşantılarımızdan edindiğimiz duygusal farkındalığımıza ihtiyaç duyarız. Duygusal Zeka kavramı, bir zeka türü olmakla birlikte EQ olarak ifade edilmektedir. Tanım itibariyle bakılırsa duygusal zeka; insanların kendilerinde bulunan karmaşık duyguları anlaması ve bu doğrultuda karşısındaki insanların da duygusal anlamdaki ifadelerini çözümleme becerisini ifade etmektedir. “Duygusal Zeka” kavramını ilk olarak Yale Üniversitesi psikoloğu Peter Salovey ve New Hampshire Üniversitesi psikoloğu John Marey 1990 yılında yayınladıkları makale ile kullanmışlardır. Burada duygusal zekanın tanımını “Bir kişinin kendi ya da başkalarının hislerini ve duygularını yansıtabilme, onları ayırt edebilme ve kişinin düşüncesi ve eyleminde bu bilginin kullanılmasıdır.” şeklinde yapmışlardır. Ve duygusal zeka tanımını özbilinç, duyguları idare edebilmek, kendini harekete geçirmek, başkalarının duygularını anlamak ve ilişkileri yürütebilmek olarak beş ana başlık altında toplamışlardır. Özbilinç; kendini tanıma, bir duyguyu oluşurken fark edebilme duygusal zekanın temelidir. Duyguları uygun biçimde idare edebilme ise özbilinç temeli üstünde gelişir. Bu yeteneği kuvvetli olan insanlar hayatın tatsız sürprizleri ve tatsızlıkları karşısında kendilerini daha kolay toparlayabilmektedirler. Duyguları bir amaç doğrultusunda toparlayabilmek, dikkat edebilme, kendini harekete geçirebilme, kendine hakim olabilme ve yaratıcılık için gereklidir. Duygusal özbilinç temeli üzerinde gelişen diğer bir yetenek olan empati, başkalarının duygularını anlama, insanlarla ilişkide temel beceridir. İlişkileri yürütebilme, büyük ölçüde başkalarının duygularını idare etme becerisidir. Kuşkusuz, insanlar bu beş alandaki yetenekleri açısından farklılık gösterirler; örneğin bazılarımız kendi kaygılarını kolaylıkla yatıştırabilirken, başkalarını yatıştırma konusunda beceriksiz olabilirler. Duygusal zeka artık her zaman ve her yaşta geliştirilip ilerletilebilen, öğrenilebilir bir zeka olarak görülmektedir. Duygusal zekanın gelişiminde üzerinde durulan en önemli faktörler yaş, aile ortamı ve cinsiyettir. Duygusal zeka, muhakeme ve IQ için yaşamsal öneme sahiptir. Duygusal gücünü kullanan kişi duygularını tanır, onları kabullenir, uygun şekilde ifade eder ve farkındalık düzeyi yüksek olduğu için karşısındaki kişilerin de hislerini anlayıp, kendisini başkasının yerine koyabilmeyi başarmasından ötürü kişiler arası iletişimde daha başarılı olur. Bununla birlikte çevresindeki kişilerin ve kendi hislerinin farkında olması, kişinin güncel yaşamda karşılaşılan sorunların üstesinden gelebilme potansiyelini arttırır. Duygusal Zeka (EQ) kavramı ilk olarak iki ünlü psikoloji uzmanı John D. Mayer ve Peter Salovey tarafından 1990 yılında hazırlanan bir akademik makalede yer aldı. Duygusal zekayı, bir insanın kendi duygularını ve başka insanların duygularını tanıyabilme, duygularını birbirinden ayırt edebilme ve bütün bu bilgileri düşünce ve davranışların oluşumunda doğru bir biçimde kullanabilme yeteneği olarak tanımladılar. duygusal zeka nedir Daniel Goleman, IQ’su yüksek olduğu halde hayatta başarısız olanların durumundan hareketle duygusal zeka kavramını, kendini harekete geçirebilme, aksiliklere rağmen yoluna devam edebilme, dürtülerini kontrol ederek tatmini erteleyebilme, ruh halini düzenleyebilme, sıkıntıların düşünmeyi engellemesine izin vermeme, kendini başkalarının yerine koyabilme ve umut besleme olarak tanımlamıştır. Prof. Howard Gardner’in Çoklu Zeka Teorisi’nin dünya eğitim tarihinde bir dönüm noktası olması ve duygusal zeka kavramının doğmasıyla, dünya eğitim alanında pek çok uygulama yıkılırken, çocuk eğitiminde ve insana bakışta yeni bir anlayış oluşuyordu. duygusal zeka nedir Duygusal zekayı olumlu yönde etkileyen faktörlerin başında bireyin çocukluk dönemindeki aile ortamı, geçmişte yaşadığı duygusal tecrübeler ve bazı kişisel gelişim teknikleri geliyor. Olumsuz etkileyen faktörler arasında ise biriktirilmiş duygular, parazit duygular (bazen bir takım duyguların ortaya konmasının uygun olmadığına karar verildiğinde, bunların yerine daha uygun olduğu sanılan başka duyguların gösterilmesi), elastiki duygular (kişinin geçmişte başından geçen kötü bir olayda hissettiği duyguları, benzer bir olayın meydan gelmesiyle yeniden hatırlaması) sayılabilir. Duygusal zeka, esas olarak iki yetkinliğin bileşkesidir. Bunlardan birincisi kişisel yetkinlik, ikincisi sosyal yetkinliktir. duygusal zeka nedir Kişisel Yetkinlikler 1. Kendiyle ilgili farkındalık: Kişinin kendi iç dünyasını tanıması, tercihlerini yapabilmesi, sahip olduğu kaynakların ve gücün farkında olması. a) Duygusal farkındalık: Kişinin kendi duygularını ve bunların doğurduğu sonuçları farketmesi, bunları dile getirmesi. b) Kendini değerlendirme: Kişinin kendi gücünü ve zayıflıklarını bilmesi, sınırlarının nereden geçtiğini farketmesi ve bunu kabullenmesi. c) Özgüven 2. Kendini yönetme: Kişinin sahip olduğu dürtüleri, istekleri kontrol etmesi ve yönlendirmesi. a) Kendini kontrol: Kişinin dürtülerini ve içinden gelen olumsuz duyguları kontrol edebilmesi. b) Güvenilirlik: Ahlaklı, dürüst ve tutarlı olmak. c) Esneklik: Kişinin beklenmedik durumlara ve değişikliklere uyum sağlayabilmesi. d) Yeniliklere açık olmak: Kişinin yeni bilgi, yaklaşım ve fikirlerden rahatsızlık duymaması. e) Kontrol odağı içeride olmak: Kişinin ortaya çıkan sonuçlarla ilgili sorumluluk üstlenmesi, başkalarını suçlamak yerine kendini sorgulaması. 3. Motivasyon: Kişinin amaçlarına ulaşmak için duygularını yönlendirebilmesi. a) Başarı yönelimi: Kişinin mükemmellik düzeyine ulaşmayı hedeflemesi ve sürekli gelişim çabası içinde olması. b) Bağlılık: Kişinin içinde bulunduğu ekibin ve işletmenin amaçlarından ve hedeflerinden heyecan duyması. c) Girişimcilik: Kişinin fırsatları fark etmesi ve zorlukları fırsata dönüştürmek için harekete geçmesi. d) İyimserlik: Kişinin engeller ve güçlükler karşısında amacını izlemek konusunda kararlı olması. duygusal zeka Sosyal Yetkinlikler 1. Empati: Kişinin başka insanların duygularını, ihtiyaçlarını ve kaygılarını anlayabilmesi. a) Diğer insanları anlamak: Kişinin başka insanların duygularını ve bakış açılarını fark etmesi, bu konuda duyarlılık geliştirmesi. b) Başkalarını geliştirmek: Kişinin birlikte çalıştığı insanların ihtiyaçlarını fark edip onları becerileri ölçüsünde geliştirmesi. c) Hizmete yönelik olmak: Kişinin iç ve dış müşterilerinin ihtiyaçlarını fark etmesi, karşılaması ve onları memnun etmekten mutluluk duyması. 2. Sosyal Beceriler: Kişinin başka insanların davranışlarını kendi istediği yönde yönlendirebilmesi. a) İletişim b) Etki yaratma ve etkileme: Kişinin karşısındaki kişi veya grupta istek uyandırıp heyecan yaratması. c) Çatışma çözümü: Kişinin anlaşmazlıkları müzakere ederek ve uzlaşarak çözüme yönelmesi. d) İşbirliği: Kişinin başka insanlarla ortak amaçlar doğrultusunda işbirliği yapmaktan zevk duyması. e) Ekip çalışmasına yatkınlık: Kişinin bir grupla birlikte olduğu zaman ortak amaçlar doğrultusunda sinerji yaratacak bir çalışmaya girebilmesi. f) Liderlik: Kişinin başka insanları ikna etmesi, ilham vermesi, heyecan yaratması ve harekete geçirmesi. g) İlişki kurmak: Kişinin sosyal, aile ve iş çevresinde anlamlı ve doyumlu ilişkiler kurması, gündelik ilişkilerde insanlarla ilişki kurmak ve geliştirmek konusunda zorluk çekmemesi. h) Gücün farkında olmak: Kişinin içinde bulunduğu çevredeki güç sahipleriyle ilişkisini sağlıklı biçimde düzenlemesi. Gerektiği durumlarda uyum göstermesi, karşı çıkması gerektiğine inandığı durumlarda mücadelesini stratejik bir temelde sürdürmesi. duygusal zeka nedir Duygusal zekası yüksek insanlar mesleki anlamda başka insanlar ile iyi iletişim kurabildiklerinden ve yönetme becerisine sahip olduklarından genellikle çok başarılı olurlar. Zaten kişilerin hayat başarısında IQ’nun yüzde 20, duygusal zekanın ise yüzde 80 oranında belirleyici olduğu bilinmektedir. Günlük hayatta duygusal zeka insanların iş arkadaşları ve aile bireyleri ile iyi anlaşabilmelerini sağladığı için, kendileri ve çevresindekiler ile ilgili sorunları çabuk çözümlenir. Duygusal zekası yüksek insanlar, diğer insanları olduğu gibi kabul edip onları dinleyip anladıkları için sevilirler ve arkadaşlık ilişkileri daha güçlü olur. Genellikle kendileri ile barışık ve kolay memnun olurlar. Duygusal zeka, geliştirilebilen bir yetenekler dizisidir, insanların hayatın her alanında başarılı olabilmek için duygusal zeka becerilerini etkin şekilde kullanmaları gerekir. Ancak bunu yaparken, kişi öncelikle kendi duygularını anlayıp, kontrol edebilmeli, isteklerine ulaşana kadar motivasyonundan hiçbir şey kaybetmemeli, başkalarını anlamaya ve onlarla iyi ilişkiler kurmaya istekli olmalıdır. Çünkü nereye gidersek gidelim, duygularımızı da beraberimizde götürürüz. Duygularımız, çocuklarımızı nasıl iyi yetiştirebileceğimizi, onların okulda nasıl başarı sağlayacağını, kariyerimizde nasıl başarılı olacağımızı, diğer kişilerle ilişkilerimizi belirler. Çok Kapsamlı Olmayan Bir Duygusal Zeka Testi Aşağıdaki sorulara olabildiğince dürüst bir şekilde yanıt vermeye çalışın. Eğer belirtilen ifadeye kesinlikle katılıyorsanız 5’i, kesinlikle katılmıyorsanız 1’i seçin. Ardından, elde ettiğiniz puanları toplayın. 1. Baskı altındayken sakin olabilirim ve kendimi kontrol altında tutabilirim. 1 2 3 4 5 2. Acı çekmeden negatif duyguları belirleyebilirim. 1 2 3 4 5 3. Genellikle küçük ayrıntılar üzerinde yoğunlaşırım. 1 2 3 4 5 4. Kolaylıkla yanlışlarımı kabul ederim. 1 2 3 4 5 5. Diğer insanların duygularına ve ruh hallerine çok duygulanırım. 1 2 3 4 5 6. Geri bildirimleri veya eleştirileri savunmacı olmadan kabul ederim. 1 2 3 4 5 7. Üzgün olduğumda ya da hayal kırıklığına uğradığımda kolaylıkla kendimi sakinleştirebilirim. 1 2 3 4 5 8. İhtiyaçlarımı ve duygularımı dürüstçe açıklayabilirim. 1 2 3 4 5 9. Bir aksilikten sonra kendimi kolayca toparlarım. 1 2 3 4 5 10. Hareketlerimin diğerlerini nasıl etkilediğinin farkındayım. 1 2 3 4 5 11. Karşımdaki insanların ne dedikleri ve ne düşündükleri benim için önemlidir. 1 2 3 4 5 12. İnsanlara seni seviyorum cümlesini kolaylıkla ve duyarlı bir şekilde söyleyebilirim. 1 2 3 4 5 34’ten Düşük Bu aralıkta çıkan kişiler iş arkadaşlarına hatta en sevdiği insanlara bile oldukça anlayışsız davranırlar. Küçük şeyleri bile kafalarına takıp, stres yaparlar ve hayatta kendilerini kaybolmuş hissederler. Hayatın tutku ve amaçları yerine, korku ve güvensizliklerini yaşarlar. Bu kişiler duygularını ifade etmekte zorlandıkları için çeşitli iletişim bozuklukları yaşarlar. 35 – 44 Arası Bu aralıktaki kişiler normalin üzerinde bir EQ’ya sahiptirler. Çevresindekilere karşı duyarlıdırlar. Hareketlerinin başkalarını nasıl etkilediğinin farkındadırlar. Bu kişiler işlerini yaparken eğlenmeyi erteleyen kişilerdir. Düşüncelerini akıcı biçimde ifade edebilirler, geniş bir entellektüel ve estetik ilgi alanına sahiptirler. Ayrıca bu kişiler öfkelerini açıkça belli etmekten kaçınan kişilerdir. 45 – 60 Arası Çok yüksek bir EQ’ya sahip olan bu kişiler sosyal açıdan dengeli, dışa dönük ve neşelidirler. İnsanlara ve olaylara bağlanma, sorumluluk alma, etik bir görüşe sahip olma özellikleri dikkat çeker. İlişkilerinde başkalarına karşı sevecen ve ilgilidirler. Kendileriyle ve yaşadıkları sosyal dünyayla barışıktırlar. Zengin ve yerli yerinde bir duygusal yaşamları vardır.
0 notes
Text
İçe Kapanıklık Nasıl Yenilir ? Tedavisi
Bakışların size yöneldiğini hissettiğiniz an yüzünüzün kızarmasına karşı koyamıyorsanız, utangaçlık sorunuyla nasıl baş edeceğinizi bilmelisiniz. Kendinize şu soruyu sorun: Spot ışıkları altında kaldığınızda gerilim yaşıyor musunuz? Elbette spor ışıklarından kastımız, sahneye çıkmak değil. Tek başınıza göz önüne çıkıp, tüm dikkatlerin üzerinizde yoğunlaştığı anlardan bahsediyoruz. Bunlar, sizin için baş edilmesi mümkün olmayan, heyecandan titremenize engel olamadığınız anlar mı? Bir an önce oradan sakin bir odaya geçmek ve rahatlamak mı istiyorsunuz? Bu sorulara yanıtınız “evet” ise ancak sesli olarak dile getirmekten çekiniyorsanız, korkmayın, yalnız değilsiniz. Çünkü dünyada pek çok insan utangaçlık derdinden muzdarip. Ve elbette o pek çok insan, bu çekingenlik sorununu yemek için mücadele ediyor. Kabuğu kırmak bir sihirli değnek dokunuşuyla mümkün değil elbette. Biraz zaman, çaba ve değişim için istek gerektiriyor. Bir de tabii Pudra.com’un verdiği ipuçlarını takip etmek… Sizi neyin utangaç hissettirdiğini bulun Birilerinin seyirci olarak sizi izlediği bir yerde mi utangaç hale geliyorsunuz? Yeni bir beceri öğrenirken mi? İnsanlar etrafınızı sardığında ve sizi suçladığında mı? Hiç kimseyi tanımadığınız bir yerde yalnız başınıza kaldığınızda mı? Tam olarak hangi düşüncenin sizi utangaçlığa sevk ettiğini tespit edin. Bu düşünceyi aklınızdan çıkarmak için, “ben” öznesini kullanarak kendi kendinize bazı cümleleri tekrarlayın. “Ben bunu yapabilirim”, “Benim bazı önerilerim var” gibi. “Utangaç bir çocuk”tan daha fazlası olduğunuzu gösterin etrafa. Kendine güveninizi inşa edin Bir topluluk önündeyken, nasıl göründüğünüz, sesiniz ya da elbisenizden ziyade; ne bildiğinizi, ne yapabildiğinizi ve neyi başardığınızı düşünün. Çevrenizdeki herkesin birtakım eksiklikleri olabildiğini düşünün. Onların problemleri onları utandırmazken sizinki neden sizi utandırsın? Gözlerinizi kapatın ve hangi durumda utanabileceğinizi gözünüzde canlandırın. Zihninizdeki gözler, kendinize güveninizi inşa edecektir. Bunu sık sık tekrarlayın. Çok aptalca görünebilir fakat kendine güven oluşturmak için bunun çok etkili bir yöntem olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Sporcular yeteneklerini geliştirmek için gözde canlandırma yöntemini kullanırken, siz neden kullanmayasınız? Vücut dilinizi geliştirin Vücut dilinize açık ve dost canlısı özelliği yerleştirin. Gülümseyin ve göz kontağından kaçmayın. Tanımadığınız biri de olsa bir başkasının gözünün içine bakıp küçük ama içten bir gülümseme fırlattığınızda, hem sizin hem de karşınızdakinin günü güzel geçecektir. Gülümsemek, güzel bir diyalog başlatmak için de iyi bir yoldur. Buzlarınızı kırar ve yüz kaslarınızı gevşetir. Dik durma ve net konuşma pratiği yapın. Dik durmak, etrafa, kendinize güven duyduğunuz izlenimi verir. Net konuşmak ise utanma potansiyelini ortadan kaldırmaya yardımcı olur; mırıldanma ve çok sessiz konuşma sorununu yenmenize destek olur. Gülmekten korkmayın Komik bulduğunuz şeylere gülün. Ciddi görünme isteğinizi bir takıntı haline getirip kendinizi sıkmayın. Unutmayın, gülmek, rahatlamanıza yardımcı olur. Yeni arkadaşlar edinin Normal zamanlarda konuşacağınızı tahmin etmediğiniz insanlarla konuşun. Ortak ilgi alanlarınız olan, dolayısıyla paylaşacağınız bir şeyler bulabileceğiniz insanlarla arkadaş olmaya çalışın. Samimi bir diyaloğu başlatmak için basit cümlelerle giriş yapabilirsiniz: “Ne kadar hoş bir çanta, nereden aldın?” ya da “Dışarısı çok güzel, değil mi?” gibi. İlginç deneyimler yaşayın Hayal bile edemediğiniz ilginç alanlara girmeyin deneyin. Gerçekten sizin için sıra dışı olabilecek şeyler yapın. Paraşütle atlamak gibi… Peki, bu kadar abartılı olması şart değil. Ama birileriyle sohbet ederken anlatabileceğiniz, ilginç hikayeler yaratmak için bir şeyler yapın. Kendinizi başkalarıyla kıyaslamayın Kendinizi başkalarıyla kıyaslamak, kendinizi yetersiz hissetmek, bundan ötürü de daha utangaç hale gelmeniz için size zemin hazırlar. Dolayısıyla kendinizi sadece kendi koşullarınız içinde değerlendirin. Her kural uymak için değildir Biraz kuralların dışına çıkmaktan, kabuğunuzu çatlatmaktan zarar gelmez. Mükemmeliyetçi kişililiğinizin size ördüğü duvarları zorlamazsanız gergin bir insan olmanız kaçınılmazdır. Kuralların dışına çıktığınızda insanların siz yadırgayacağını düşünerek kendinizi strese sokmayın. Hem fazla kuralcı insanlardansa daha eğlenceli ve heyecan verici olanlar daha çok sevilir. Bu, yaşadığımız hayatı daha heyecan verici yapar zaten. Kuralları sadece basit düzeyde takip edin. Mesela bir cenazede giydiğiniz kıyafetin abartılı olmamasına özen göstermek gibi. şırı derecede çekingenlik, utangaçlık bir psikolojik bozukluktur. Türkiyeli insanlarda ve bazı gelişmemiş ülkelerde daha fazla çekingen insan vardır. Bizim kültürümüzde “ Sessiz, uysal itaatkar “ çocuk hep teşvik edilmiştir. Örneğin “ kız gibi oğlan çok sakin uysal “ lafı Anadolu da çok yaygındır. “ Çekingen- kaçıngan kişilik bozukluğu” ve “ sosyal fobik bozukluk” başlıca iki çekingen yapıyı temsil eder. Yaklaşık toplumdan % 10 kadar insan bu sorunla karşı karşıyadır. Çekingenlik, utangaçlık ve sıkılganlığın kaynağı ; genetik, “silik anne- baba modeli”, otoriter ebeveynlerin varlığı, aşırı koruyucu kollayıcı ve hep eleştiren anne-baba modeli, En büyük nedenler aileden ve çevreden kaynaklanır. Anne- babanın her ikisi veya biri aşırı evhamlı, titiz, koruyucu- kollayıcı ise ; sürekli çocuğunu “ kollamaya”, “göz önünden ayırmamaya çalışır.” Yada çocuğun yaptığı işler beğenilmeyip hep eleştiriyor ve küçümseniyorsa , diğer çocuklarla kıyaslanıyorsa veya çocuğa her “ yanlışında” dayak atılıyorsa bu çocuklar potansiyel çekingenliğe adaydır. Çocuğun kendine güvenli, girişimci olabilmesi için teşvik edilmesi, iltifat edilmesi gerekir. Çocuğun sırtını sıvazlamak, aferin demek onu motive eder. Çocuğa uygun ve kesinlikle zararlı olmayan şeylerde ona uymak ve onun tercihlerine saygı göstermek çocuğun yeteneklerinin gelişmesi için özgür ve öz denetime dayalı bir disiplin anlayışı olmalıdır. Çocukla hem oynamalı hem eğlenmeli hemde ciddi konularda ilgilenilmelidir. Aşırı derece de çekingen ve utangaç olan çocuklar ; gençlikte de, yetişkinlikte de bu sorunla iç içedir. Nasıl anlayacaksınız? Çekingenlik mi, kişilik bozukluğu mu ? Nasıl bir kişiliğe sahipsiniz? Çekingen mi, yoksa dışa dönük mü?”Maalesef çekingen bir yapım var”diyorsanız üzülmeyin, sorununuzda yalnız değilsiniz! Karizmatik dediğiniz kişiler bile aslında çekingen kişiliğe sahip olabiliyor. Üstelik, bu sorun bazen ilerleyerek kişilik bozukluğuna da dönüşebiliyor. İşte bu konuda duymak istedikleriniz. Arkadaşlık ilişkilerinde ilk adımı atmakta güçlük çekiyor, kimsenin sizi grubuna dahil etmeyeceğini düşünüyorsunuz. Bu sıkıntınız yüzünden davet edildiğiniz partilerde en ücra köşeyi seçiyor, tek bir kelime etmeden mekânı terk ediyorsunuz. İşyerinde de sorununuz değişmiyor. Aslında aklınıza parlak fikirler gelse de, meslektaşlarınız tarafından alay edileceğiniz ya da eleştirileceğiniz korkusuyla projenizi kendinize saklamayı tercih ediyorsunuz. Oysa, siz yeni arkadaş grupları edinmek, sosyal ve meslek yaşantınızda daha aktif bir yaşam sürdürmek istiyorsunuz. Ama bir de şu çekingenliğiniz olmasa… Pek çoğumuzun mustarip olduğu bir sorun aslında. Öyle ki, “karizmatik”olarak değerlendirdiğimiz kişiler bile, aslında çekingen kişiliğe sahip olabiliyorlar. Peki, çekingenlik ne ve ne zaman sorun oluşturuyor? Bu sorundan kurtulmak için ne yapmak gerekiyor? Yaşam kalitesini bozuyorsa… Gerek sosyal gerekse mesleki yaşamda herhangi bir sorun oluşturmuyorsa, bu durum sadece basit bir çekingenlik olarak tanımlanabilir. Ancak, bu sorun yaşam kalitesini ciddi boyutlarda düşürecek şekilde ilerliyorsa, o zaman “Kaçıngan Kişilik Bozukluğu” olarak nitelendiriliyor. İşte, bu noktada psikiyatristler devreye giriyor. Kaçıngan kişilik bozukluğu, yetersizlik duygularının ve eleştiriye aşırı duyarlılığın süreklilik gösterdiği bir davranış biçimi. Yapılan çalışmalar, kaçıngan kişilik bozukluğunun yüzde 1-10 arasında görüldüğünü gösteriyor. Psikiyatrist Dr. Serdar Serdaroğlu’na göre bu oran aslında kesin rakamı vermiyor. Çünkü pek çok kişi sorunu nedeniyle psikiyatriste başvurmayı gerekli görmüyor. Bu kişiler toplumda utangaç, ürkek, yalnız, kendi halinde kişiler olarak tanımlanıyor. Strese tahammül güçlerinin zayıf olması, beraberinde depresyon ve sosyal fobi gibi rahatsızlıkları getirebiliyor. Genellikle çocukluk çağında çekingen davranışlarla başlayan bu sorun; aile ve sosyal destek sağlandığı takdirde, kişilik bozukluğuna dönüşmeden hafifleyebiliyor. Öyle ki, bu kişiler psikiyatrist desteği almadan kaliteli bir yaşam sürdürebiliyor. Ancak çevrelerinden destek almadıkları takdirde, genetik yatkınlıkları da varsa, çekingenlik sorunu zamanla kaçıngan kişilik bozukluğuna dönüşüyor. İşte, o zaman kişinin yaşam kalitesini düşüren ciddi sorunlar baş göstermeye başlıyor! Mesleki ve sosyal yaşama ket vuruyor Öyle ki, işyerinde yükselme önerilerini, yeni sorumluluklar ve iş arkadaşlarından eleştiri alma korkusuyla geri çevirebiliyorlar. Tabii bu da kariyerlerinde ciddi sorunlar yaratıyor. Aynı kaçınma, sosyal yaşamda da kendini gösteriyor. Arkadaşları tarafından beğenilmeyeceği duygusu yüzünden, grup iletişimi gerektiren her türlü sosyal etkinliklerden kaçınabiliyorlar. Kaçıngan kişilik bozukluğunun bir diğer özelliği de bu kişilerin sevildiklerinden, eleştirilmeden kabul edileceklerinden emin olmadan yeni arkadaşlıklar kurmaktan kaçınmaları. Kişiler arası yakınlık kurmak bu insanlar için oldukça güç. Aslında yeni arkadaşlıklar kurmaya çok da istekliler. Bu kişiler, reddedilmeye aşırı duyarlı oldukları için, ancak insanlardan çok emin oldukları ve kendilerini çok güvende hissettikleri zaman iletişim kuruyorlar. Benlik saygısının düşük olması, dışlanmaya duyulan aşırı duyarlılık, kişiler arası ilişkileri kısıtladığı için toplumdan uzak yaşayarak, toplumsal destekten yoksun yaşıyorlar. Bunun sonucunda ya çok güven duydukları kişilerle yaşıyor ya da yalnız kalmayı tercih ediyorlar. Yalnız kalmaya tahammülleri olmayan bu kişilerde, zamanla anksiyete ve panik atak gibi sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. Reddedilmeye aşırı tepki Dr. Serdar Serdaroğlu’na göre, bu kişilerin en büyük korkularından biri kendilerine yönelik bir ilginin aşağılayıcı ve dışlayıcı olma riski. Eleştirilecekleri ve dışlanacakları konusu üzerinde aşırı düşündükleri için kaçıngan kişilik bozukluğu sorunu yaşayan kişilerin bu tür tepkileri sezme yetenekleri de çok düşük. Bir başka özellikleri de reddedilmeye aşırı tepkili ve duyarlı olmaları. Öyle ki, reddedildiklerinde aşırı sessiz kalabildikleri gibi, özellikle öfke potansiyeli taşıyorlarsa şiddete başvurup, karşısındaki insana zarar da verebiliyorlar. Onay almadan asla! Dr. Serdaroğlu, bu tür kişilerin yanlış yapma endişesiyle her davranışlarında onay alma ihtiyacı hissettiğine dikkat çekiyor. Bu tür onay alma ihtiyacı, genellikle çocukluk çağında ailesi tarafından karar verme yeteneği kısıtlananlarda görülüyor. Hata yapma korkusu da, kişinin hem mesleki hem de sosyal yaşamında sıkıntı çekmesine yol açıyor. Örneğin, iş toplantısında çok parlak fikirleri olsa bile, sırf alay edilme korkusu nedeniyle fikirlerini söylemekten kaçınıyorlar. Bu gerginlik öyle ciddi boyutlara taşınıyor ki, fikirlerini açıklama cesaretlerini gösterseler bile, aşırı heyecanlanıyor ve bunun sonucunda konuşurken ne söylemesi gerektiğini unutarak zor duruma düşebiliyorlar. Bu yüzden arka planda kalmayı tercih ediyorlar. Ve, dış dünyaya “merhaba” Kaçıngan kişilik bozukluğunun tedavisinde psikoterapi birinci planda yer alıyor. Bu süreçte gerekirse ilaç tedavisinden de yararlanılıyor. Dr. Serdaroğlu, özellikle medikal tedaviyle birlikte yürütülen terapilerin oldukça başarılı sonuçlar verdiğine dikkat çekiyor. Ancak, çekingenliğin boyutları ne kadar yoğunsa, tedaviden alınan başarı oranı da o kadar düşüyor. Dolayısıyla tedaviye mümkün olduğunca erken başlanması önemli. Çekingenlikten kurtulmak için mutlaka bir hobi edinmelisiniz. Ancak grup çalışması gerektiren etkinlikleri seçmeye özen gösterin. Örneğin, basketbol, voleybol ya da tiyatro çekingenliğinizi üzerinden atmanız için birebir. Ortaya çıkan sonuçta, grup üyesi olarak kendi emeğinizin de var olduğunu bilmeniz, hem gruba olan bağlılığınızı artıracak, hem de özgüveninizi kazanmanızı sağlayacak.
0 notes
Text
Utangaçlık Nasıl Geçer ?Utangaçlık Tedavisi Yöntemleri
Bakışların size yöneldiğini hissettiğiniz an yüzünüzün kızarmasına karşı koyamıyorsanız, utangaçlık sorunuyla nasıl baş edeceğinizi bilmelisiniz. Kendinize şu soruyu sorun: Spot ışıkları altında kaldığınızda gerilim yaşıyor musunuz? Elbette spor ışıklarından kastımız, sahneye çıkmak değil. Tek başınıza göz önüne çıkıp, tüm dikkatlerin üzerinizde yoğunlaştığı anlardan bahsediyoruz. Bunlar, sizin için baş edilmesi mümkün olmayan, heyecandan titremenize engel olamadığınız anlar mı? Bir an önce oradan sakin bir odaya geçmek ve rahatlamak mı istiyorsunuz? Bu sorulara yanıtınız “evet” ise ancak sesli olarak dile getirmekten çekiniyorsanız, korkmayın, yalnız değilsiniz. Çünkü dünyada pek çok insan utangaçlık derdinden muzdarip. Ve elbette o pek çok insan, bu çekingenlik sorununu yemek için mücadele ediyor. Kabuğu k��rmak bir sihirli değnek dokunuşuyla mümkün değil elbette. Biraz zaman, çaba ve değişim için istek gerektiriyor. Bir de tabii Pudra.com’un verdiği ipuçlarını takip etmek… Sizi neyin utangaç hissettirdiğini bulun Birilerinin seyirci olarak sizi izlediği bir yerde mi utangaç hale geliyorsunuz? Yeni bir beceri öğrenirken mi? İnsanlar etrafınızı sardığında ve sizi suçladığında mı? Hiç kimseyi tanımadığınız bir yerde yalnız başınıza kaldığınızda mı? Tam olarak hangi düşüncenin sizi utangaçlığa sevk ettiğini tespit edin. Bu düşünceyi aklınızdan çıkarmak için, “ben” öznesini kullanarak kendi kendinize bazı cümleleri tekrarlayın. “Ben bunu yapabilirim”, “Benim bazı önerilerim var” gibi. “Utangaç bir çocuk”tan daha fazlası olduğunuzu gösterin etrafa. Kendine güveninizi inşa edin Bir topluluk önündeyken, nasıl göründüğünüz, sesiniz ya da elbisenizden ziyade; ne bildiğinizi, ne yapabildiğinizi ve neyi başardığınızı düşünün. Çevrenizdeki herkesin birtakım eksiklikleri olabildiğini düşünün. Onların problemleri onları utandırmazken sizinki neden sizi utandırsın? Gözlerinizi kapatın ve hangi durumda utanabileceğinizi gözünüzde canlandırın. Zihninizdeki gözler, kendinize güveninizi inşa edecektir. Bunu sık sık tekrarlayın. Çok aptalca görünebilir fakat kendine güven oluşturmak için bunun çok etkili bir yöntem olduğunu aklınızdan çıkarmayın. Sporcular yeteneklerini geliştirmek için gözde canlandırma yöntemini kullanırken, siz neden kullanmayasınız? Vücut dilinizi geliştirin Vücut dilinize açık ve dost canlısı özelliği yerleştirin. Gülümseyin ve göz kontağından kaçmayın. Tanımadığınız biri de olsa bir başkasının gözünün içine bakıp küçük ama içten bir gülümseme fırlattığınızda, hem sizin hem de karşınızdakinin günü güzel geçecektir. Gülümsemek, güzel bir diyalog başlatmak için de iyi bir yoldur. Buzlarınızı kırar ve yüz kaslarınızı gevşetir. Dik durma ve net konuşma pratiği yapın. Dik durmak, etrafa, kendinize güven duyduğunuz izlenimi verir. Net konuşmak ise utanma potansiyelini ortadan kaldırmaya yardımcı olur; mırıldanma ve çok sessiz konuşma sorununu yenmenize destek olur. Gülmekten korkmayın Komik bulduğunuz şeylere gülün. Ciddi görünme isteğinizi bir takıntı haline getirip kendinizi sıkmayın. Unutmayın, gülmek, rahatlamanıza yardımcı olur. Yeni arkadaşlar edinin Normal zamanlarda konuşacağınızı tahmin etmediğiniz insanlarla konuşun. Ortak ilgi alanlarınız olan, dolayısıyla paylaşacağınız bir şeyler bulabileceğiniz insanlarla arkadaş olmaya çalışın. Samimi bir diyaloğu başlatmak için basit cümlelerle giriş yapabilirsiniz: “Ne kadar hoş bir çanta, nereden aldın?” ya da “Dışarısı çok güzel, değil mi?” gibi. İlginç deneyimler yaşayın Hayal bile edemediğiniz ilginç alanlara girmeyin deneyin. Gerçekten sizin için sıra dışı olabilecek şeyler yapın. Paraşütle atlamak gibi… Peki, bu kadar abartılı olması şart değil. Ama birileriyle sohbet ederken anlatabileceğiniz, ilginç hikayeler yaratmak için bir şeyler yapın. Kendinizi başkalarıyla kıyaslamayın Kendinizi başkalarıyla kıyaslamak, kendinizi yetersiz hissetmek, bundan ötürü de daha utangaç hale gelmeniz için size zemin hazırlar. Dolayısıyla kendinizi sadece kendi koşullarınız içinde değerlendirin. Her kural uymak için değildir Biraz kuralların dışına çıkmaktan, kabuğunuzu çatlatmaktan zarar gelmez. Mükemmeliyetçi kişililiğinizin size ördüğü duvarları zorlamazsanız gergin bir insan olmanız kaçınılmazdır. Kuralların dışına çıktığınızda insanların siz yadırgayacağını düşünerek kendinizi strese sokmayın. Hem fazla kuralcı insanlardansa daha eğlenceli ve heyecan verici olanlar daha çok sevilir. Bu, yaşadığımız hayatı daha heyecan verici yapar zaten. Kuralları sadece basit düzeyde takip edin. Mesela bir cenazede giydiğiniz kıyafetin abartılı olmamasına özen göstermek gibi. şırı derecede çekingenlik, utangaçlık bir psikolojik bozukluktur. Türkiyeli insanlarda ve bazı gelişmemiş ülkelerde daha fazla çekingen insan vardır. Bizim kültürümüzde “ Sessiz, uysal itaatkar “ çocuk hep teşvik edilmiştir. Örneğin “ kız gibi oğlan çok sakin uysal “ lafı Anadolu da çok yaygındır. “ Çekingen- kaçıngan kişilik bozukluğu” ve “ sosyal fobik bozukluk” başlıca iki çekingen yapıyı temsil eder. Yaklaşık toplumdan % 10 kadar insan bu sorunla karşı karşıyadır. Çekingenlik, utangaçlık ve sıkılganlığın kaynağı ; genetik, “silik anne- baba modeli”, otoriter ebeveynlerin varlığı, aşırı koruyucu kollayıcı ve hep eleştiren anne-baba modeli, En büyük nedenler aileden ve çevreden kaynaklanır. Anne- babanın her ikisi veya biri aşırı evhamlı, titiz, koruyucu- kollayıcı ise ; sürekli çocuğunu “ kollamaya”, “göz önünden ayırmamaya çalışır.” Yada çocuğun yaptığı işler beğenilmeyip hep eleştiriyor ve küçümseniyorsa , diğer çocuklarla kıyaslanıyorsa veya çocuğa her “ yanlışında” dayak atılıyorsa bu çocuklar potansiyel çekingenliğe adaydır. Çocuğun kendine güvenli, girişimci olabilmesi için teşvik edilmesi, iltifat edilmesi gerekir. Çocuğun sırtını sıvazlamak, aferin demek onu motive eder. Çocuğa uygun ve kesinlikle zararlı olmayan şeylerde ona uymak ve onun tercihlerine saygı göstermek çocuğun yeteneklerinin gelişmesi için özgür ve öz denetime dayalı bir disiplin anlayışı olmalıdır. Çocukla hem oynamalı hem eğlenmeli hemde ciddi konularda ilgilenilmelidir. Aşırı derece de çekingen ve utangaç olan çocuklar ; gençlikte de, yetişkinlikte de bu sorunla iç içedir. Nasıl anlayacaksınız? Çekingenlik mi, kişilik bozukluğu mu ? Nasıl bir kişiliğe sahipsiniz? Çekingen mi, yoksa dışa dönük mü?”Maalesef çekingen bir yapım var”diyorsanız üzülmeyin, sorununuzda yalnız değilsiniz! Karizmatik dediğiniz kişiler bile aslında çekingen kişiliğe sahip olabiliyor. Üstelik, bu sorun bazen ilerleyerek kişilik bozukluğuna da dönüşebiliyor. İşte bu konuda duymak istedikleriniz. Arkadaşlık ilişkilerinde ilk adımı atmakta güçlük çekiyor, kimsenin sizi grubuna dahil etmeyeceğini düşünüyorsunuz. Bu sıkıntınız yüzünden davet edildiğiniz partilerde en ücra köşeyi seçiyor, tek bir kelime etmeden mekânı terk ediyorsunuz. İşyerinde de sorununuz değişmiyor. Aslında aklınıza parlak fikirler gelse de, meslektaşlarınız tarafından alay edileceğiniz ya da eleştirileceğiniz korkusuyla projenizi kendinize saklamayı tercih ediyorsunuz. Oysa, siz yeni arkadaş grupları edinmek, sosyal ve meslek yaşantınızda daha aktif bir yaşam sürdürmek istiyorsunuz. Ama bir de şu çekingenliğiniz olmasa… Pek çoğumuzun mustarip olduğu bir sorun aslında. Öyle ki, “karizmatik”olarak değerlendirdiğimiz kişiler bile, aslında çekingen kişiliğe sahip olabiliyorlar. Peki, çekingenlik ne ve ne zaman sorun oluşturuyor? Bu sorundan kurtulmak için ne yapmak gerekiyor? Yaşam kalitesini bozuyorsa… Gerek sosyal gerekse mesleki yaşamda herhangi bir sorun oluşturmuyorsa, bu durum sadece basit bir çekingenlik olarak tanımlanabilir. Ancak, bu sorun yaşam kalitesini ciddi boyutlarda düşürecek şekilde ilerliyorsa, o zaman “Kaçıngan Kişilik Bozukluğu” olarak nitelendiriliyor. İşte, bu noktada psikiyatristler devreye giriyor. Kaçıngan kişilik bozukluğu, yetersizlik duygularının ve eleştiriye aşırı duyarlılığın süreklilik gösterdiği bir davranış biçimi. Yapılan çalışmalar, kaçıngan kişilik bozukluğunun yüzde 1-10 arasında görüldüğünü gösteriyor. Psikiyatrist Dr. Serdar Serdaroğlu’na göre bu oran aslında kesin rakamı vermiyor. Çünkü pek çok kişi sorunu nedeniyle psikiyatriste başvurmayı gerekli görmüyor. Bu kişiler toplumda utangaç, ürkek, yalnız, kendi halinde kişiler olarak tanımlanıyor. Strese tahammül güçlerinin zayıf olması, beraberinde depresyon ve sosyal fobi gibi rahatsızlıkları getirebiliyor. Genellikle çocukluk çağında çekingen davranışlarla başlayan bu sorun; aile ve sosyal destek sağlandığı takdirde, kişilik bozukluğuna dönüşmeden hafifleyebiliyor. Öyle ki, bu kişiler psikiyatrist desteği almadan kaliteli bir yaşam sürdürebiliyor. Ancak çevrelerinden destek almadıkları takdirde, genetik yatkınlıkları da varsa, çekingenlik sorunu zamanla kaçıngan kişilik bozukluğuna dönüşüyor. İşte, o zaman kişinin yaşam kalitesini düşüren ciddi sorunlar baş göstermeye başlıyor! Mesleki ve sosyal yaşama ket vuruyor Öyle ki, işyerinde yükselme önerilerini, yeni sorumluluklar ve iş arkadaşlarından eleştiri alma korkusuyla geri çevirebiliyorlar. Tabii bu da kariyerlerinde ciddi sorunlar yaratıyor. Aynı kaçınma, sosyal yaşamda da kendini gösteriyor. Arkadaşları tarafından beğenilmeyeceği duygusu yüzünden, grup iletişimi gerektiren her türlü sosyal etkinliklerden kaçınabiliyorlar. Kaçıngan kişilik bozukluğunun bir diğer özelliği de bu kişilerin sevildiklerinden, eleştirilmeden kabul edileceklerinden emin olmadan yeni arkadaşlıklar kurmaktan kaçınmaları. Kişiler arası yakınlık kurmak bu insanlar için oldukça güç. Aslında yeni arkadaşlıklar kurmaya çok da istekliler. Bu kişiler, reddedilmeye aşırı duyarlı oldukları için, ancak insanlardan çok emin oldukları ve kendilerini çok güvende hissettikleri zaman iletişim kuruyorlar. Benlik saygısının düşük olması, dışlanmaya duyulan aşırı duyarlılık, kişiler arası ilişkileri kısıtladığı için toplumdan uzak yaşayarak, toplumsal destekten yoksun yaşıyorlar. Bunun sonucunda ya çok güven duydukları kişilerle yaşıyor ya da yalnız kalmayı tercih ediyorlar. Yalnız kalmaya tahammülleri olmayan bu kişilerde, zamanla anksiyete ve panik atak gibi sorunlar ortaya çıkmaya başlıyor. Reddedilmeye aşırı tepki Dr. Serdar Serdaroğlu’na göre, bu kişilerin en büyük korkularından biri kendilerine yönelik bir ilginin aşağılayıcı ve dışlayıcı olma riski. Eleştirilecekleri ve dışlanacakları konusu üzerinde aşırı düşündükleri için kaçıngan kişilik bozukluğu sorunu yaşayan kişilerin bu tür tepkileri sezme yetenekleri de çok düşük. Bir başka özellikleri de reddedilmeye aşırı tepkili ve duyarlı olmaları. Öyle ki, reddedildiklerinde aşırı sessiz kalabildikleri gibi, özellikle öfke potansiyeli taşıyorlarsa şiddete başvurup, karşısındaki insana zarar da verebiliyorlar. Onay almadan asla! Dr. Serdaroğlu, bu tür kişilerin yanlış yapma endişesiyle her davranışlarında onay alma ihtiyacı hissettiğine dikkat çekiyor. Bu tür onay alma ihtiyacı, genellikle çocukluk çağında ailesi tarafından karar verme yeteneği kısıtlananlarda görülüyor. Hata yapma korkusu da, kişinin hem mesleki hem de sosyal yaşamında sıkıntı çekmesine yol açıyor. Örneğin, iş toplantısında çok parlak fikirleri olsa bile, sırf alay edilme korkusu nedeniyle fikirlerini söylemekten kaçınıyorlar. Bu gerginlik öyle ciddi boyutlara taşınıyor ki, fikirlerini açıklama cesaretlerini gösterseler bile, aşırı heyecanlanıyor ve bunun sonucunda konuşurken ne söylemesi gerektiğini unutarak zor duruma düşebiliyorlar. Bu yüzden arka planda kalmayı tercih ediyorlar. Ve, dış dünyaya “merhaba” Kaçıngan kişilik bozukluğunun tedavisinde psikoterapi birinci planda yer alıyor. Bu süreçte gerekirse ilaç tedavisinden de yararlanılıyor. Dr. Serdaroğlu, özellikle medikal tedaviyle birlikte yürütülen terapilerin oldukça başarılı sonuçlar verdiğine dikkat çekiyor. Ancak, çekingenliğin boyutları ne kadar yoğunsa, tedaviden alınan başarı oranı da o kadar düşüyor. Dolayısıyla tedaviye mümkün olduğunca erken başlanması önemli. Çekingenlikten kurtulmak için mutlaka bir hobi edinmelisiniz. Ancak grup çalışması gerektiren etkinlikleri seçmeye özen gösterin. Örneğin, basketbol, voleybol ya da tiyatro çekingenliğinizi üzerinden atmanız için birebir. Ortaya çıkan sonuçta, grup üyesi olarak kendi emeğinizin de var olduğunu bilmeniz, hem gruba olan bağlılığınızı artıracak, hem de özgüveninizi kazanmanızı sağlayacak.
0 notes
Text
Boşanma Kararı Çocuğa Nasıl Açıklanmalı?
Boşanma kararı eşler arasında alınan bir karardır. Eşler boşanma sürecini çekişmeli veya anlaşmalı olarak yaşabilmektedir. Eşler her ne olursa olsun boşanma kararı aldıktan sonra bunu çocuğa en doğru şekilde açıklamalıdır. Boşanma kararı çocuğa nasıl açıklanmalı sorusunun mutlak bir cevabı olmamakla birlikte bu kararı veren eşlerin manevi durumu oldukça önemlidir. Eşler durumu iyice değerlendirmeli ve çocukları için bu süreçte özverilir olmalıdır. Boşanma Kararı Almak Boşanma kararı ortalama 1 yıl sürede alınan bir karardır. Eşler ilk kavgalarında ve ilk anlaşmazlıklarında bu kararı vermezler. Bu karar verilirken eğer taraflar çocuk sahibi ise eşler önceliği çocuğa vermektedir. Aslında boşanma kararı çocuklardan ayrı düşünülmelidir çünkü çocuk boşanmadan sanıldığı gibi etkilenmemektir. Boşanma Kararı Çocuğa Nasıl Açıklanmalı? Boşanma Kararı Çocuğa Nasıl Açıklanmalı (2)Boşanma karar veren kişiler boşanmak istediklerini çocuğa açıklarken bir arada bu kararı açıklamalıdır. Her iki eş ve çocuklar bir arada olmalıdır. Eşler tarafsız ve eşit aralıklarla konuşmalıdır. Suçlayıcı olmak oldukça yanlıştır. “Baban böyle davrandı bana karşı hiç adil davranmıyor” “Annen beni sürekli kıskanıyor” gibi konuşmalara yer vermemek ve boşanma olsa dahi çocuğun anne ve babası olmaya devam edildiği çocuğa açıklanmalıdır. Asıl olan çocuğun bu açıklamayı yapmaya uygun yaşta olmasıdır. 4 yaşından büyük çocuklar ile bu konuşma mutlaka yapılmalıdır. Çocuk Boşanmadan Nasıl Etkileniyor? Boşanma Kararı Çocuğa Nasıl Açıklanmalı (1) 4 ve 7 yaş aralığında olan çocuklar bu durumu başlangıçta kabul eder gibi görünse de aksi davranışlar sergileyebilir. Bu yaş aralığında ki çocuklar da dikkat eksikliği gözlemlenebilir. Bunun önüne geçebilmek için psikolojik destek alınabilir. Ama çocukların büyük bir çoğunluğu tarafların sabırlı ve doğru tutumları sayesinde bu sürece alışabilmektedir. 7 yaşından büyük çocuklar anne ve baba kavramını tam olarak anlayabildiği için bu durumu daha çabuk kabul etmektedir. Çocuklar boşanmadan sanıldığı gibi etkilenmez fakat bu hiç etkilenmeyeceği anlamına da gelmez. Boşanma Sonrası Ne Yapmak Gerekir? Boşanma sonrası eşit olarak çocuğu görmek gerekir. Ve çocuğun her iki ebeveynde de kalması önemlidir. Hafta sonu bir gün bir eşte diğer gün bir eşte kalan çocuk kendini huzurlu hissedecektir. Ayrıca çocukların her iki evde de düzeni olmalıdır. Çocuk taşınıyor hissine kapılmamalıdır. Çocuğun eğitimi ve gelişimi ile her iki ebeveynde ilgili olmalı toplantılara beraber katılmalıdır. Boşanmış olsalar dahi onun için bir araya gelinebileceği çocuğa gösterilmeli ve hissettirilmelidir. Boşanma hiç kuşkusuz eşlerin evliliklerini sonlandırmasından ibaret değildir. Her iki taraf için de eski ve yerleşik düzenin, alışkanlıkların sonu aynı zamanda da yepyeni bir dönemin habercisi ve başlangıcıdır. Çocuklu ailelerde ise boşanma hiç kuşkusuz bundan çok daha fazlasıdır. Sorunlu veya sorunsuz, her boşanma ebeveynlerin olduğu kadar çocuğun hayatındaki dengeleri de değiştirecektir. Çocuğun ebeveynlerinin ayrılmasından/ boşanmasından ne kadar etkileneceği ise çeşitli etkenlere bağlı olarak değişkenlik gösterebilir. Her boşanma problemli olacak, ebeveynleri ayrılan her çocuk büyük zorluk yaşayacak demek oldukça hatalı olur. Ebeveynlerinin boşanması her çocuğu farklı şekilde etkiler. Çocuğun yaşı, kişilik yapısı, içinde bulunduğu çevre ve ebeveynlerin bu süreçteki tutumları bu noktada belirleyici rol üstlenir. Elbette ki kavga gürültü içinde büyümek çocukların sağlıklı gelişimini büyük oranda zedeleyecektir ve bazı durumlarda boşanma bir aileye huzur ve dinginlik getirecek yegane yol olabilir. Asıl sorunları doğuran boşanmanın kendisi değil anne babanın bu durumu nasıl ele aldığı ve çocuğun bu süreçte neler yaşadığıdır. Boşanma sürecinde olan ebeveynlerin bu dönemin kendileri için olduğu kadar çocukları için de zor ve sancılı bir dönem olacağının bilincinde olmaları gerekir. Boşanma kararı verilmesiyle başlayan süreçte bu kararın çocuğa açıklanması, uygulamaya geçirilmesi ve sonrasında dikkat edilmesi gereken bazı önemli noktalar vardır: · Ayrılık veya boşanma fikri akıllardan ilk geçtiğinde değil karar kesinleşince çocuğa açıklanmalıdır. Kesinleşmeden yapılan açıklamalar çocuğa birçok açıdan zarar verecektir. Açıklanmasına rağmen çeşitli sebeplerden uygulanmayan kararlar çocuğun aklını karıştırabilir, ebeveynlere olan güvenini sarsabilir veya çocukta her an olumsuz bir şeyle karşılaşacakmış gibi bir his ve kaygı yaratabilir. · Ayrılık/boşanma kararı çocuğa ne çok erken ne de son anda açıklanmalıdır. Ayrılık kararını çocukla çok erken paylaşmak çocukta kaygı dolu uzun bir bekleyişe yol açabileceği gibi evlerin ayrılmasından hemen önce konuşmak onun kendisini bu yeni döneme hazırlaması için gerekli zamanı vermemek anlamına gelir. Oysa ki çocuğun bu fikre ve yeni düzene alışmak için belli bir zamana ihtiyacı vardır. · Çocuğun aklının karışmasını önlemek için bu dönemin neyin bitişi olduğu konusunda net bir açıklama yapılmalıdır. Ayrılık/boşanma kararları açıklanırken bunun karı-kocalık rollerinin bitişi olduğu uygun bir dille anlatılmalı ve anne-babalık rollerinin bir ömür devam edeceğinin altı çizilmelidir. · Çocuğu bu yeni düzende nelerin beklediği anne-baba tarafından anlayabileceği bir dille açıklanmalı, sorduğu tüm sorular yanıtlanmalı ve hayatında değişecekleri iyice anladığından emin olunmalıdır. · Anne-baba çocuğun kafasını karıştıracak detaylara yer vermemeye dikkat ederek aynı hikayeye sadık kalmalıdır. Anne ve babasından boşanma ile ilgili farklı hikayeler dinlemesi çocuğun bu durumu kabullenmesini ve anlamlandırmasını zorlaştıracaktır. · Çocuklar kendilerini merkeze koyma eğilimindedirler. Dolayısıyla anne-babası ayrılan bir çocuk kendini suçlama ve sorumluluğu üstlenme eğilimi gösterebilir. Ebeveynler başta olmak üzere çevredeki yetişkinler bu hissi besleyecek tavırlardan ve yorumlardan özellikle kaçınmalıdırlar. Ayrılık kararı çocukla paylaşılırken bunun onun suçu olmadığı açıkça anlatılmalı ve aklındaki soru işaretleri sabırla temizlenmelidir. · Boşanma sonrasında da netlik ve düzen sağlanmalı, çocuk hangi gün hangi evde hangi ebeveynle olacağını net bir şekilde bilmelidir.Çocuk bu noktada seçim yapmaya zorlanmamalı, plan ve sınırlar anne-baba tarafından çizilmeli ve çocuğa uygun bir dille anlatılmalıdır. · Ayrılık sonrası görüşmeler sırasında çocuk, anne ve baba birlikte oldukça bu durum çocuk için kafa karıştırıcı olabilir ve çocuğun yeni düzene alışmasını zorlaştırabilir. Evden ayrılan ebeveynin planlanan gün ve saatte gelip çocuğu alması ve mecbur kalmadıkça plandan sapmaması yeni düzene alışmayı kolaylaştıracaktır. · Çocuğun sağlıklı gelişimini sekteye uğratmamak için bu yeni dönemde de her iki ebeveynin desteğini ve sevgisini hissetmesi gerekir. Böylece bu yeni dönemi anlamlandırması ve kabullenmesi kolaylaşacaktır. · Ayrılık sonrası çocuğun yanında verilen tepkilere oldukça dikkat etmek gerekir. Çocuk karşılaştığı bu yeni durumu anlamlandırmaya çalışırken anne-babası başta olmak üzere çevresindeki yetişkinlerin tepkilerini ve ruh halini dikkatle gözlemleyecektir. Karşısında her gün ağlayan bir ebeveyn gören çocuk bu dönemi çok daha sancılı yaşayacaktır. · Ebeveynler arasında çekişme yaşanan durumlarda bunun çocuğa da yansıtılması çocuğun duygusal gelişimine büyük darbe vuracak ve ayrılığın sebep olduğu olumsuz duyguları perçinleyecektir. Ebeveynlerin çocuğun yanında birbirlerini kötülemesi ona anne ve babasının iki ayrı taraf olduğunu hissettirecektir. Yaşanan çekişmenin ortasında kalan çocuk kendisini bir taraf seçmek zorunda hissedebilir ve maruz kaldığı çekişme ve ‘savaş’ çocuğun ruh sağlığında telafisi zor yaralar açabilir. · Ayrılık kararı alan bazı anne-babalar çocuğun hayatını zorlaştırdıklarını düşünerek ona karşı suçluluk duyabilir veya çocuğun bu kararı verdikleri için onlara öfkelenmesinden korkabilirler. Bu gibi durumlarda bazı ebeveynler çocuklarına karşı nasıl davranacaklarını bilemeyerek ayrılık sürecinin sancısını hafifletmek ya da kararın olumsuz sonuçlarını telafi etmek için çocuklarını şımartma yolunu seçebilirler. “Çocuk nasılsa zor bir dönemden geçiyor birkaç fazladan hediyenin zararı olmaz” fikri başta zararsız gözükse de zamanla çocuğun her istediğini aldığı gizli bir anlaşmaya dönüşebilir. Bu tür gizli anlaşmalar zaman içinde çocukların sağlıklı gelişimine zarar verecektir. Korku ve suçluluk duygularıyla hareket ederek çocukları şımartmak yerine bu zor süreçte onlara destek vermek ve bu dönemi birlikte atlatmaya çalışmak uzun vadede daha yararlı olacaktır.
0 notes
Text
Diş Gıcırdatma Botoks Tedavisi
Bruksizm (diş sıkma) günlük yaşam stresinin bilinçaltına yönlenmesi nedeniyle ortaya çıkan ve kasların spazmına yol açarak uyku sırasında diş gıcırdatmayla kendini gösteren bir rahatsızlık olarak tarif edilebilir. Kişi genellikle diş gıcırdattığından habersizdir. Diş gıcırdatmanın genellikle iki büyük sebebi vardır. Birincisi günlük yaşam stresi ikincisi ise alt üst çene ilişkilerindeki(kapanış) uyum bozukluklarıdır. Her ikisinin bir arada gözükmesi çok yaygındır. Dişler çekildikten sonra oluşan diş eksikliğinin tedavi edilmemesi (köprü veya implant uygulanarak)önemli bir diş gıcırdatma nedenidir. Bruksizm her yaş grubunda hatta küçük yaşlarda bile gözükebilir. Toplumun(erişkin nufüs) yarısına yakın kesiminde ve çocukların %15 de bruksizm vakasıyla karşılaşılabilmektedir. Nasıl Tedavi Edilir ? Bruksizm stresle, soğukla, eklemi ilgilendiren ve yorgunlukla artabilir. Bruksizmi tetikleyen durumların başında diş kayıpları, eksik ya da hatalı yapılmış diş tedavileri, eklem ilgilendiren romatizmal hastalıklar gelir. Diş sıkmanın tedavisi kas aktivitesini düzenlemek ve sebebi ortadan kaldırmaktır. Bunun için öncelikle kötü yapılmış dolgu ya da kaplamaların değiştirilmesi, eksik dişlerin tamamlanması ve çapraşıklıkların giderilmesi gerekmektedir. Bu anlamda diş teli tedavisi, bruksizm hastalarının tedavisinde kullanılan tedavi tekniklerinden birisidir. Diş sıkma devam ederse dişlerin kapanışını değiştiren ve kas aktivitesini düzenleyen ve gece plağı olarak adlandırılan apareyler yapılır. Uyku sırasında takılan bu apareyler hem dişlerin birbirlerini aşındırmasını engellerler hem de ısırma şeklini değiştirerek kaslardaki aşırı kasılmayı azaltır. Bu tedavi 1 seneye kadar sürebilir. Bruksizmde diğer tedavi yönetimi de Botox'dur. Botox, enjeksiyon yapılan bölgede sinirleri geçici olarak bloke edip kasların kasılmasını engeller. Çenemizi kapatan kaslara botoks uygulayarak diş sıkmanın önüne geçilebilmektedir. Aslında botoks kaslar üzerinde oluşan stresi kaldırarak spazmları yok etmek amacıyla geliştirilmiştir. Botoks kas dokusuna zarar vermez. Sadece kasın kasılması için gerekli olan ve sinirden gelen sinyalin o bölgedeki kasa ulaşmasını önler. Botoks enjeksiyonu sırasında hafif bir ağrı hissedilebilir. Oluşabilecek bu ağrıyı azaltmak için uygulamadan 15-20 dakika önce bölgeye ağrı kesici krem sürülür. Hareketlerinde azalma istenen ve çeneyi sıkan kasların içine botoks zerk edilir. Bir hafta içinde sonuç alınır. Botoks uygulamasının etkisi geçidir. Bu özelliğinden dolayı botoks tedavisi 4-6 ayda bir tekrarlanır. Tedavi Edilmezse Diş sıkması tedavi edilmezse hem çene eklemlerinde bozukluklara, hem de dişlerde kırılmalara ve aşınmalara sebep olabilir. Çene eklemi bozuklukları zaman içerisinde ağzın açılmamasına kadar gidebilir. Bu açıdan bruksizmin tedavisi olabildiğince erken zamanda yapılmalıdır.
0 notes
Text
Dopamin Diyeti Nasıl Yapılır ?
1. Motivasyonsuzluk 2. Bir sürü şey yapmayı planlayıp sıra yapmaya gelince uygulamaya koyamamak 3. Dikkati uzun süreli olarak odaklayamamak 4. Zihin bulanıklığı 5. Hiçbir şeyden zevk alamamak Bu yazı uzun olacağından ve belirtilerden muzdarip olanlarınızın çoğunun okuyamayacağını bildiğim için yazının başlangıcında tavsiyelerimi sıralayayım: 1. Beyaz şekeri hayatınızdan çıkarın. 2. İnterneti ciddi oranda azaltın. Mümkünse birkaç ay hayatınızdan çıkarın. 3. Bilgisayar oyunlarından uzak durun. 4. Porno ve mastürbasyonu hayatınızdan ciddi bir süre çıkartın. Peki neden? Siz dikkati dağılan arkadaşlar, eğer tavsiyelerimin ardında yatan nedenleri derinlemesine öğrenmek istiyorsanız kendinizi zorlayın. Çünkü hayatınızdaki önemli pek çok şey buna bağlı olabilir. Başlangıçta çocukluğuma inelim. Bütün klişe psikiyatrik/psikolojik muayenelerde olduğu gibi. Ben ilginç bir çocuktum. Pek fazla arkadaşım yoktu. Dersleri -derslerim iyi olsa da- dinleyemiyordum. Sıkıcı geliyordu çünkü. Öte yandan beni popüler bilim kitaplarıyla ve dergileriyle dolu bir odaya kapatmanız durumunda 10 saat, durmaksızın okuyabilirdim. Kitap okumak konusunda efsanevi bir dikkat sürem vardı. Bu kitaplardan sorular çıkarır, içlerindeki neredeyse her şeyi tek seferde öğrenebildiğimi görerek mutlu olurdum. Yürürken kitap okuyup bir duvara ya da direğe çarpmam hiç de nadir değildi. Kitaba daldırıp yakınımdan seslenenleri bile duymadığım zamanlar olurdu. Şimdiki (Tamam, şimdi değil ama 3-4 ay önceki) durumuma bakalım. Günde 200-300 sayfa kitabı rahatlıkla deviren bir kitap canavarıyken 15-20 sayfa bile okumakta zorlanır hale geldim. Beynim sürekli “bulanık” durumda. Gerek yazarken, gerekse akıl yürütürken ufak tefek de olsa sinir bozucu hatalar yapıyorum. Sürekli insanlar konuşurken sözlerini kesen, hayatının her alanında sabırsız ve hızlı sinirlenen biri haline geldim. Kafamdan sürekli onlarca plan ve proje geçmesine rağmen birini bile hayata geçiremiyorum. Semptomlarımı araştırdıkça ve konuyla ilgili okudukça Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu’ndan şüphelendim. Biyoloji okuduğum için hastalığın arkasında yatan mekanizmayı merak edip araştırmaya başladım. Okuduğum araştırmaların ciddi bir bölümünün vardığı sonuç başlıca şüphelinin, ödül yolağında bir fonksiyon bozukluğu olduğuydu. Yakın zamana kadar bu bilinmiyordu ama yakın tarihli araştırmaların ciddi bir bölümü bu görüşü destekler nitelikteydi. Bu yolağın yaptığı şey, kısaca, yaptığınız şeylerin size haz vermesini sağlamak ve bu sayede sizi bu tarz şeyleri yeniden yapmak için motive etmek. Örneğin çocuk bakımı, su içmek, yemek yemek, arkadaşlarınızla sevdiğiniz bir ortamda bulunup sosyalleşmek gibi sizin için yararlı olan şeyler. Bu faaliyetlere sizi motive etmek için sistem dopamin hormonunu (Kabaca haz hormonu diyebiliriz.) kullanıyor. Evrimsel açıdan bunun ne kadar makul olduğunu görebiliyoruz. Bu türden faaliyetlere motive olmamız evrimsel başarımız için elzem. Ancak pek çok evrimsel adaptasyon, değişen koşullar nedeniyle bazı sorunlar çıkarabilir. Örneğin sineklerin yollarını ışıkla bulmasını sağlayan mekanizmayı ele alalım. Bu mekanizma aynı zamanda sineklerin direkt kendilerini yakıp kül edecek böcek öldürücü makinalara balıklama dalmasına da sebep oluyor. Genelde iyi çalışan bir mekanizmanın değişen koşullara ayak uyduramaması söz konusu yani. Son birkaç on yılda değişen tek şey böcek öldüren makinaların ortaya çıkması olmadı. Artık hayattan zevk almak için elimizde daha çok fırsat var. Yiyecek daha ucuz ve bol. Maddi durumu kötü olanlar bile şişmanlayacak kadar yiyebiliyor. İnternet bize sürekli “ilginç” içerik sağlayan dipsiz bir kuyu gibi. Porno sayesinde atalarımızın hayatları boyunca göremeyeceği kadar hayali “cinsel partnere” sahibiz. Bilgisayar oyunlarıyla elimizde olağanüstü sayıda ve çeşitlilikte eğlence aracı var. Bu kadar fazla haz verici uyaranla karşılaştığı zaman bizim zavallı, alçakgönüllü ödüllerle başa çıkmak için evrimleşmiş ödül yolağımız ne yapıyor dersiniz? Bu kadar fazla uyaranla başa çıkabiliyor mu? Dopamin hormonunun haz ve motivasyon için kullanıldığını hatırlayalım. Bu aktivitelerin sürekli, yüksek miktarlarda dopamin salgılatacağını az çok tahmin etmiş olmalısınız. Peki dopamin hormonu uzun süreli ve çok yoğun bir şekilde salgılanırsa ne olur? Beyniniz, kendisini korumak için dopamine olan hassasiyetini azaltır. Yani dopamine duyarsızlaşırsınız. Tıpkı çok fazla şeker yiyen birinin vücudundaki hücrelerin insülin hormonuna dirençli hale gelmesi gibi. Bu dopamine duyarsızlaşmanın sonucu, artık haz duymak ve motive olmak için eskiden ihtiyacınız olandan daha fazla dopamine ihtiyaç duymanızdır. Yani artık, bir nevi, dopamin bağımlısı haline gelmişsinizdir. Bu olduğu zaman, dopamini ani ve çok yüksek miktarda salgılatmayan aktivitelerden zevk almamaya başlarsınız. Ders çalışmak ya da zor bir kitabı okumak gibi faaliyetlere tahammülsüzleşirsiniz. Bol dopamin salgılatan aktivitelere bağımlı hale gelirsiniz. Sonuçta dikkat süreniz (Bol dopamin salgılatmayan aktiviteler için) kısalır. Sadece çabuk ve yüksek miktarda dopamin salgılatan faaliyetlere odaklanabilir hale gelirsiniz. Bu şekerli gıdalar tüketmek, sosyal medyada saatlerce amaçsız bir şekilde dolaşmak, porno izleyip mastürbasyon yapmak gibi şeyler olabilir. Bu şeylere erişiminiz olmadığı zaman kendinizi huzursuz hissedersiniz. Peki çözüm ne? Çözümün mantığı çok basit. Çabuk ve yüksek miktarda dopamin salgılatan aktivitelerden uzak duracaksınız. Tıpkı insüline direnç geliştirmiş kişilerin insülin salgılatan gıdaların olmadığı diyetler yapması gibi. Yani bir “dopamin diyeti” yapacaksınız. Neye bağımlılığınız olduğunu düşünüyorsanız bu diyete dahil edebilirsiniz. Ama başlıca sorumluların şeker, akıllı telefon, bilgisayar oyunları ve internet olduğu söylenebilir. Eğer günde bir veya daha fazla mastürbasyon yapıyorsanız birkaç ay boyunca porno ve mastürbasyonu da bırakacaklarınız listesine kesinlikle dahil etmelisiniz. Bu “hiper uyaranlar” hayatınızdan en azından belli bir süre çıktığı zaman dopamin reseptörlerinizin sayısı ve hassasiyeti artmaya başlayacak. Aşırı yüklenilmiş ödül yolağı da kendisini tamir edecek. Ne güzel değil mi? Küçük bir sorun var: Çekilme semptomları. Çekilme semptomları? Eğer dediklerim sizi ikna ettiyse ve “dopamin diyeti” denen bu zımbırtıya bir şans vermek istiyorsanız sizi bir konuda uyarmam gerekiyor: Cehennemi yaşayacaksınız. Bu bağımlılıklar uyuşturucu bağımlılığı kadar ciddi görünmeyebilir. Ama bıraktığınız zaman tıpkı iyileşmekte olan uyuşturucu bağımlıları gibi çekilme semptomlarına sahip olacaksınız. Bunlar: - El-ayak titremesi - Rahatsız ayak sendromu - Depresyon, intihar düşünceleri (Dopamin seviyeniz git gide düşecek çünkü.) - Yorgunluk - Uykusuzluk - Baş ağrısı - Artan dikkat eksikliği - Alınganlık, hassaslık, asabilik Ve bu uzun bir yol. En azından birkaç ay (En az 3, tercihen 5-6 ay) dayanmanız gerekiyor. Ama yaptıktan sonra hayatının kökten değiştiğini gözlemleyen insanların yaşadıklarına dair pek çok “tanıklığı” hem Youtube’dan, hem de çeşitli bağımlılıkla mücadele forumlarından görebilirsiniz. Tamam mı? Başlamaya mı karar verdiniz? Başlamadan önce çekilme semptomlarıyla mücadele etmek için birkaç tavsiye vereyim: - Yalnız kalmayın. Sevdiğiniz insanlarla beraber olun. - Hafif veya orta seviyeli spor yapın. Spor depresyonla mücadelede çok ciddi faydalara sahip. - Yararlı hobiler edinmeye çalışın. Yazı yazın, kitap okumaya kendinizi zorlayın. Benim başlayıp, okula gelince birkaç hafta içinde son derece ciddiyetsizleştiğim bu mücadeleye ben de gün itibariyle tekrar başlıyorum. İlerlememi, çekilme semptomlarımı ve bunlarla nasıl başa çıktığımı 10 günde bir yazı halinde blogumdan paylaşacağım. Ayrıca yapmaya başlayanlar veya başlamak isteyenler sorularını, başlayıp ilerleyenlerse neler yaşadıklarını bana sayfamdan mesajla iletmeye çekinmesinler. Herkese bol şans!
0 notes
Text
Üstün Zekalı Çocuğun Problemleri
Üstün Zekalı Çocuklarda Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu/Dikkat Eksikliği Bozukluğu Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) ya da Dikkat Eksikliği Bozukluğu (DEB) ile zeka arasında doğrudan bir ilişki olmamakla birlikte, bazı kaynaklar DEHB/DEB olan çocukların, normal nüfusa göre, üstün zekalı olma olasılığının daha yüksek olduğunu göstermektedir. Bu nedenle, bazı aileler ve öğretmenler bu çocukların aşırı hareketliliğini ve dürtüsellikten kaynaklanan bazı davranış bozukluklarını bu çocukların zeki olmalarına bağlarlar. Oysa zeka en genel anlamıyla çevreye uyum gösterme becerisidir. Dolayısıyla zeki çocuklar, eğer DEHB gibi bir sorunları yoksa, okula ve arkadaşlarına çok iyi uyum gösterirler. DEHB/DEB olan üstün zekalı çocukları, diğer üstün zekalı çocuklardan ayıran en temel özellik, bu çocukların ders çalışma konusunda tembel olmalarıdır. Öğretmen ve ailelere göre bir çocuğun çalışkan ya da tembel olması çocuğun kendi elindedir ve değiştirilebilir bir özelliktir. Çocuğun çalışıp çalışmaması onun isteği ve motivasyonuna bağlıdır. Bu nedenle, öğretmen ve aileler en çok bu çocuklara kızarlar. Çünkü kapasiteleri(zekaları) olduğu halde bu kapasiteyi birilerine inat kullanmamaktadırlar. Oysa bu saptama yanlıştır. Tembellik çok kapsamlı bir zihinsel sürecin ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Okulda tembel olarak adlandırılan bir çocuğun, günlük faaliyetlerinde tembel olmadığını hatta beklenenin üzerinde hareketli olduğunu görmek mümkündür. Bu da istediği zaman yapıyor biçiminde değerlendirilir. Aile ve öğretmenlerin okulda tembellikle, bazen de sorumsuzlukla suçladıkları çocukların asıl sorunu kendilerinden beklenen zihinsel eylemleri gerçekleştirmek için gerekli bazı zihinsel becerilere sahip olmamalarıdır. Ancak zihinsel beceri eksikliği, yüksek zekalı çocuklara yakıştırılamaz. Diğer bir değişle, zeki çocuğun öğrenme kapasitesinin de yüksek olması beklenir. Oysa öğrenme güçlüğü, zekadan bağımsız bir sorundur. Öğrenme güçlüğü olan üstün zekalı çocuklar, kavrama, yorumlama gibi üst düzey becerilerde çok başarılıyken, ezber gerektiren alt düzey becerilerde sorun yaşarlar. Okul öğrenmelerinde bazı bilgilerin ezberlenmesi zorunludur. Örneğin, matematik dersinde başarılı olmak için, 7+8= 15 olduğunu, çarpım tablosunu, geometrik şekillerin alan ve hacim hesaplama formüllerini vb. ezbere bilmek gerekir. DEHB olan üstün zekalı çocukların öğrenmede en çok güçlük çektikleri de bu ezber bilgilerdir. Her üst düzey bilgi, ezberlenmesi gereken alt düzey bilgilerin üzerine inşa edildiği için zamanla bu çocukların dersleri takip etmesi güçleşir ve çocuklar derslerden koparlar. Zeka testleri çocukların yaşı ilerledikçe öğrenmeye dayalı bilgileri daha çok ölçtüğü için, okulda verilen eğitimden yeterince yararlanamayan bu çocuklar, ileriki yaşlarda tekrarlanan zeka testlerinde daha düşük puan alırlar. Üstün zekalı DEHB/DEB olan çocuklara okul yaşamında destek verilmezse, bu çocuklar giderek okuldan kopar, bazen erken sınıflarda okulu terk ederler. Toplum için önemli bir değer olan bu çocukların kaybolmamaları için mutlaka akademik olarak desteklenmeleri gerekir.
0 notes
Text
Öğrenme Güçlüğü Çeşitleri
Öğrenme güçlüğü (disleksi), bir çocuğun zekası normal yada normalin üstünde olmasına rağmen dinleme, düşünme, anlama, kendini ifade etme, okuma-yazma veya matematik becerilerinde yaşıtlarına ve zekasına oranla düşük başarı göstermesidir. Öğrenme güçlüğü çeken çocuklarda öğrenme ve algılama sorunu çocuğun doğumu ile başlar. Eğitim süreci içinde edinilemez. Yaşam boyu süren bir bozukluktur. Dil gelişimi ve kullanımı, konuşma, okuma-yazma, matematik becerilerini etkileyen bir sorun olduğu için, bireyin eğitimini, mesleğini, sosyal ilişkilerini, günlük aktivitelerini, benlik saygısını etkiler. Çocuğun zihinsel yeteneği olmasına rağmen, akademik açıdan gerilik göstermesi, öğrenme güçlüğünün en çarpıcı özelliğidir. Birçok çocuk için öğrenme güçlüğü okula başladıklarında ve akademik beceriler kazanımakta başarısız olduklarında göze çarpar. Özel öğrenme bozuklukları - Beyindeki bazı farklılıklar nedeniyle öğrenme süreçlerinden bir veya bir kaçında aksama olmasıyla ortaya çıkar. - Her çocuğun iyi olduğu yada zorlandığı alanlar vardır. - Her çocuk kendine özgüdür. - Görme işitme sorununa bağlı değildir. Öğrenme Güçlüğü Görülme Sıklığı Farklı tanı ölçütleri nedeniyle çeşitli ülkelerde bildirilen oranlar çok farklıdır. (% 1-30) Erkeklerde daha sık görülmektedir. Literatürde Çin % 1, Venezüella % 3,3 olarak belirtilmektedir. Nedenleri: Kesin olarak nedeni bilinmemekle birlikte; olası nedenler: 1- Genetik Etmenler: Bazı araştırmalara göre öğrenme yetersizliği olan çocukların % 25-60'nda sorunun genetik olduğu bildirilmiştir. özel öğrenme güçlüğü olan çocukların anne babalarında benzer sorunlar olma olasılığı normal populasyondan 5-12 kat fazla, ikizlerde özel öğrenme güçlügü olma ihtimali yüksek (bir çocukta varsa diğerinde olma olasılığı yüksek) kardeşlerde benzer sorunların olma olasılığı yüksektir. 2- Beyin Hasarı: Hafif düzeyde hasarın öğrenme bozukluğuna, gelişimsel sapmaya, hiperaktiviteye neden olabileceği ileri sürülmektedir. 3- Nörolojik Fonksiyonlarda Bozukluk: Öğrenme için gerekli olan aşamalardaki bozukluklar a) Input (Girdi): Gelen bilgilerin duyu organlarıyla beyine girmesi, algılanmasıdır. Bu aşamada bozukluktaki kişi harfleri ters algılayabilir. Örneğin: b'yi d, 6'yi 9, u'yu n gibi yada 'çok' yerine 'koç', 'ev' yerine 've', seslerde f-v, b-m karıştırma, sağ-sol karıştırma gibi. b) İşlem: Gelen bilginin kaydedilip, organize edilmesi, anlaşılması, yorumlanmasıdır. Bu alanda sorun olması günlerin, ayların, alfabedeki harflerin yerlerinin karıştırılması gibi sorunlar yaşanabilir. c) Bellek: Anlaşılan bilgilerin tekrar kullanılmak üzere depolanmasıdır. Öğrenme bozukluklarında daha çok kısa süreli bellek sorunları görülür. d) Çıkış: Beynin depoladığı bilgiyi vücuda göndermesi, öğrenmedir. Özel öğrenme bozukluğu, disleksisi olan çocuk kendini ifade ederken, okurken, yazı yazarken, ip atlarken güçlükler yaşar. Öğrenme Güçlüğü Belirtileri: Okul öncesi dönem belirtileri: -Dil gelişiminde gecikmeler, konuşma bozukluğu (yanlış telaffuz, kelime dağarcığının yavaş gelişmesi...vb. ) -Zayıf algısal- bilişsel yetenekler -Zayıf kavram gelişimi - Yetersiz motor gelişim (öz bakım becerilerinde güçlük, sakarlık, çizim becerilerinde sorun) - Bellek ve dikkat problemi (sayıları, alfabeyi, haftanın günlerini öğrenmede güçlük) Okul dönemine ilişkin belirtiler: - Akademik başarı, okul başarısı yaşıtlarına ve zekasına oranla düşüktür. Bazı derslerde başarısı normal yada normal üstü iken bazı derslerde düşüktür. - Okuma becerisi, okuma hız ve niteliği açısından yaşıtlarından geridir. Harf-ses uyumu gelişmemiştir. Bazı harflerin seslerini öğrenemez harfin şekli ile sesini birleştiremez. - Yazma Becerisi, yaşıtlarına oranla el yazısı okunaksız ve çirkindir, sınıf düzeyine göre yazı yazması yavaştır, yazarken bazı harf ve sayıları, kelimeleri ters yazar, karıştırır b-d, m-n, i-i, 2-5, d-t, g-g, g-y, ve-ev gibi, yazarken bazı harfleri, heceleri atlar yada harf/hece ekler, sınıf düzeyine göre yazılı imla ve noktalama hataları yapar. Küçük-büyük harf, noktalama, hece bölme hataları, yazarken kelimeler arasına hiç boşluk bırakmaz yada bir kelimeyi iki-üç parçaya bölerek yazar. Örneğin (Ka lem), (ya pa bil mek) gibi. - Aritmetik Beceriler, aritmetikte zorlanır, dört işlemi yaparken yavaştır, parmak sayar, yanlış yapar, problemi çözüme götürecek işleme karar veremez, sayı kavramını anlamakta güçlük çeker, bazı aritmetik sembolleri öğrenmekte zorlanır, karıştırır, sınıf düzeyine göre çarpım tablosunu öğrenmekte geridir. - Çalışma Alışkanlığı, ev ödevlerini almaz, eksik alır, ev ödevlerini yaparken yavaş ve verimsizdir, ders çalışırken yavaş ve verimsizdir, ders çalışırken sık sık ara verir, çabuk sıkılır. - Organize Olma Becerisi, odası, çantası, eşyaları ve giysileri dağınıktır. Defter ve kitaplarını kötü kullanır ve yırtar, yazarken gereksiz satır atlar, boşluk bırakır, sayfanın belirli bir kısmını kullanmaz, zamanını ayarlamakta güçlük çeker, düşüncelerini organize edemez. - Oryantasyon (yönetim) becerileri, sağ- sol karıştırır, yönünü bulmakta zorlanır, doğu-batı, kuzey-güney kavramlarını karıştırır. Alt-üst, ön-arka kavramlarını karıştırır, zamana ilişkin kavramları (dün-bugün önce-sonra gibi) karıştırır. Gün ay, yıl, mevsim kavramlarını karıştırır. Saati öğrenmekte zorlanır. - Sıraya koyma becerisi, haftanın günlerini, ayları, mevsimleri doğru saysa bile aradan sorulduğunda (*****adan önce hangi gün gelir, marttan sonra hangi ay gelir, haftanın dördüncü günü hangisidir gibi) yanıtlamakta zorluk çeker, yada yanlış yanıtlar. - Sözel ifade becerisi, duygu ve düşüncelerini sözel olarak ifade etmekte zorlanır. Serbest konuşurken düzgün cümleler kuramaz, heyecanlanır, takılır, şaşırır, sınıfta sözel katılımı azdır, bazı harflerin seslerini doğru olarak telaffuz edemez. - Motor Beceriler, Top yakalama, ip atlama gibi hareket ve oyunlarda yaşıtlarına oranla başarısızdır. Sakardır, düşer, yaralanır, istemeden bir şeyler kırar. Çatal-kaşık kullanmakta, ayakkabı-kravat bağlamakta zorlanır, ince motor becerilere dayalı işlerde (düğme ilikleme, makas kullanma, boncuk dizme gibi) zorluk çeker). Öğrenme güçlüğü eğitimi Özel öğrenme güçlüğünün en önemli tedavisi eğitimdir. Bu eğitim okulda verilen eğitimden farklıdır. Çocuk normal bir okulda eğitimine devam ederken bireysel yada gurup halinde özel bir eğitime alınır. Dislektik çocukların eğitimlerinde görsel, işitsel, dokunma ve kinestetik algının geliştirilmesini, dikkat ve bellek, ardışıklık yeteneklerinin artırılmasını, motor koordinasyon becerilerinin geliştirilmesini içermektedir. Ayrıca dinleme, konuşma, okuma-yazma (dil) becerilerinin geliştirilmesi, kavram ve düşünme süreçlerinin gelişiminin desteklenmesinin bu süreç eğitimi içerisinde yer almaktadır. Eğitimin programının ayrıntıları için Öğrenme güçlüğü tedavisi: Özel öğrenme güçlüğü disleksiyi tamamen ortadan kaldıracak bir ilaç tedavisi yöntemi bulunmamaktadır. Ancak öğrenme sorunun yanı sıra dikkat eksikliği, aşırı hareketlilik, depresyon, kaygı bozukluğu gibi başka psikiyatrik bozukluklarda soruna eşlik ediyorsa bu sorunların ilaçla tedavisi düşünülmelidir. Tedavi ayrıntıları için Öğrenme bozukluğu olan çocukların özellikleri: - Zeka düzeyi - Aktivite düzeyi - Dikkat sorunları - Koordinasyon sorunu - Görsel algı sorunları - Görsel figür-zemin ayırt etmede güçlük çekerler. - İşitsel algı sorunları (işitsel figür- zemin ayırt etme zorluğu vardır. TV izlerken kapı zilini duymamak gibi. - İşitsel hafızaları zayıftır. - Dil problemleri - Organizasyon bozukluğu - Oryantasyon sorunları - Zaman sorunu - Sosyal-duygusal davranış sorunları - Akademik beceri bozuklukları
0 notes
Text
Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Nedir? Tedavisi
Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik (Hiperaktivite) tanısı ilk kez çocukluk çağında koyulan psikiyatrik bozukluklar arasında sık görülen; dikkati odaklama güçlüğü, konsantrasyon eksikliği, davranışları ve dürtüleri kontrol edememe ve istekleri erteleyememe belirtileriyle ortaya çıkan bir bozukluktur. Birçok başka psikiyatrik/psikolojik bozuklukla, örneğin karşıt olma-karşıt gelme bozukluğu, davranım bozukluğu, depresyon, kaygı bozuklukları, öğrenme bozukluğu ile bir arada görülebilir. Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik (DEAH) tanısının koyulabilmesi için belirtilerin yedi yaşından önceden beri bulunması ve çocuğun sosyal ve akademik yaşamını olumsuz yönde etkileyecek boyutta olması gereklidir. DEAH tanısı alan çocuklar, sıklıkla arkadaş reddi ile karşılaşır. Bu durum dürtüsel ve yıkıcı davranışlarının artması ve kendine güvenlerinin azalması ile sonuçlanır. Tedavi edilmediği takdirde ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde farklılaşarak devam eden, kişinin sosyal ve iş yaşamını olumsuz yönde etkileyerek yaşam kalitesini düşüren bir bozukluktur. DEAH’nin Türkiye’deki görülme sıklığı yapılan çalışmaların yetersizliği nedeniyle tam olarak bilinmemektedir. Ancak, ABD’de okul çağı çocuklarının yaklaşık %3-5’inde DEAH olduğu bilinmektedir. Buna ek olarak, erkeklerde kızlardan 4-8 kat daha fazla görülür. DEAH’nin üç ayrı alt tipi vardır: DEAH – Dikkatsizliğin Önde Geldiği Tip: Aşağıdaki dikkatsizlik belirtilerinden altısı (ya da daha fazlası) en az altı ay süreyle uyumsuzluk doğurucu ve gelişim düzeyine göre aykırı derecede sürmüştür: Çoğu zaman dikkatini ayrıntılara veremez ya da okul ödevlerinde, işlerinde ya da diğer etkinliklerde dikkatsizce hatalar yapar. Çoğu zaman üzerine aldığı görevlerde ya da oynadığı etkinliklerde dikkati dağılır. Doğrudan kendisine konuşulduğunda çoğu zaman dinlemiyormuş gibi görünür. Çoğu zaman yönergeleri izlemez ve okul ödevlerini, ufak tefek işler ya da işyerindeki görevlerini tamamlayamaz (karşıt olma bozukluğuna ya da yönergeleri anlayamamaya bağlı değildir). Çoğu zaman üzerine aldığı görevleri ve etkinlikleri düzenlemekte zorluk çeker. Çoğu zaman sürekli mental çabayı gerektiren görevlerden kaçınır, bunları sevmez ya da bunlarda yer almaya karşı isteksizdir. Çoğu zaman üzerine aldığı görevler ya da etkinlikler için gerekli olan şeyleri kaybeder (örn. oyuncaklar, okul ödevleri, kalemler, kitaplar ya da araç-gereçler) Çoğu zaman dikkati dış uyaranlarla kolaylıkla dağılır. Günlük etkinliklerde çoğu zaman unutkandır. DEAH- Aşırı Hareketlilik ve Dürtüselliğin Önde Geldiği Tip: Aşağıdaki aşırı hareketlilik-dürtüsellik belirtilerinden altısı (ya da daha fazlası) en az altı ay süreyle uyumsuzluk doğurucu ve gelişim düzeyine göre aykırı derecede sürmüştür: Aşırı Hareketlilik (Hiperaktivite) Çoğu zaman elleri, ayakları kıpır kıpırdır ya da oturduğu yerde kıpırdanıp durur. Çoğu zaman sınıfta ya da oturması beklenen diğer durumlarda oturduğu yerden kalkar. Çoğu zaman uygunsuz olan durumlarda koşuşturup durur ya da tırmanır (ergenlerde ya da erişkinlerde öznel huzursuzluk duyguları ile sınırlıdır). Çoğu zaman sakin bir biçimde, boş zamanları geçirme etkinliklerine katılma ya da oyun oynama zorluğu vardır. Çoğu zaman hareket halindedir ya da bir motor tarafından sürülüyormuş gibi davranır. Çoğu zaman çok konuşur. Dürtüsellik (Impulsivite) Çoğu zaman sorulan soru tamamlanmadan cevabını verir. Çoğu zaman sırasını bekleme güçlüğü vardır. Çoğu zaman başkalarının sözünü keser ya da yaptıklarının arasına girer (örn. başkalarının konuşmalarına ya da oyunlarına burnunu sokar). DEAH – Bileşik Tip: Son 6 ay boyunca hem dikkatsizlik hem aşırı hareketlilik-dürtüsellik tanı ölçütlerini karşılıyorsa DEAH – Bileşik Tip tanısı alır. Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik (Hiperaktivite) Neden Olur? Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik’in ortaya çıkmasında genetik ve biyolojik faktörler ön plandadır. Örneğin; aile bireylerinden birinde DEAH olması, o kişi için risk faktörü oluşturmaktadır. Ayrıca DEAH tanısı alan kişilerin beyinlerinin frontal (ön) bölgesinde, tanı almayan kişilere göre farklılıklara rastlanmaktadır. Bu şekilde genetik ve/veya biyolojik yatkınlığı olan kişilerde çevresel faktörler, anne-baba ve öğretmen tutumları, yaşanan travmalar ikincil tetikleyiciler olarak kabul edilmektedir. Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik (Hiperaktivite) Nasıl Tedavi Edilir? Dikkat Eksikliği ve Aşırı Hareketlilik çocuğun yaşamının birçok alanını olumsuz yönde etkileyen bir bozukluk olduğundan bütüncül bir tedavi planı gerektirmektedir. Bu tedavi planı anne-baba-öğretmen rehberliği, psiko-sosyal müdahaleler, uygun bir özel eğitim programından oluşmaktadır. Psikolojik müdahaleler, Dikkat eksikliği ve Aşırı Hareketlilik hakkında aileye, öğretmenlere ve çocuğa verilen psiko-eğitim, ebeveynlerin davranış yönetimi hakkında eğitimi, sınıf içi müdahaleler, sosyal beceri eğitimi, bilişsel-davranışçı terapi ve çocuğun bireysel psikoterapisinden oluşmaktadır. Yapılan araştırmalar, ilaç tedavisinin DEAH’nin ana belirtilerini gidermekte etkili olduğunu göstermektedir. İlacın etki süresine bağlı olarak bu ilaçları kullanan çocuklar dikkatlerini daha iyi odaklamakta, hareketlerini kontrol etmeyi başarabilmektedir. Ancak ilacı almadıklarında veya o gün için ilacın etkisi geçtiğinde belirtiler geri gelmektedir. Bizler, ilk başta hiçbir zaman ilaç kullanımını tercih etmeyiz. Ancak bazen gerekli durumlarda medikal tedavi yani ilaç kullanımı düşünülebilir. Bir psikiyatrist değerlendirmesinin ardından ilaç kullanımının kazançları ve kayıpları tartışılır. İlaç kullanımında en son karar her zaman aileye bırakılır. Dikkat Eksikliği Belirtileri Nelerdir? 250 EmailShare SUMOME Dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu ile birlikte genellikle çocuklarda görülen bir rahatsızlık olarak düşünülse de yetişkinleri de aynı oranda etkilemektedir. Ayrıca çocukluk döneminde dikkat eksikliği sorunu yaşayanlarda bazı belirtiler yetişkinlik döneminde de görülmektedir. Öte yandan çocukluk döneminde dikkat eksikliği yaşanmaması, yetişkinlikte yaşanmayacağı anlamına gelmez. Dikkat eksikliği oldukça yaygın bir sorundur ve tedavi edilmezse belirtileri iş ve okul hayatından, ilişkilere kadar kişinin tüm hayatını olumsuz yönde etkileyebilir. Dikkat Eksikliği Belirtileri Çocukluk döneminde yaşanan dikkat eksikliği bozukluğunun belirlenmesi genellikle pek kolay değildir. Ailenin, öğretmenin ve çocuğun çevresinde bulunan yetişkinlerin dikkat eksikliği bozukluğu belirtilerinden haberdar olması, çocuğun ilişkilerini ve hareketlerini iyi gözlemlemesi teşhisin konulabilmesi için atılacak ilk adımdır. Dikkat eksikliği bozukluğunun belirtileri; konsantrasyon eksikliği, hiperaktivite ve dürtüsellik olarak 3 ana kategoride toplanabilir. Konsantrasyon eksikliği ya da yapılan işe, anlatılanlara özen göstermeme, çocuk okulun zorlayıcı ortamına girmeden fark edilemeyebilir. Bu durum yetişkinlerde ise iş ve sosyal hayatta kendini belli edebilir. Konsantre olmakta zorlanma ile ilgili belirtileri şu şekilde sıralayabiliriz; 1) Okulda veya iş yerinde önemli olan detaylara dikkat etmeme, kolay hatalar yapma, yapılan işin dağınık ve dikkatsiz yapılması. 2) Bir işle uğraşırken diğer insanların ilgisini çekmeyen bir ses veya olay nedeniyle yapılan işin bırakılması. 3) Uzun dönemli konsantrasyon gerektiren işlerde yaşanan başarısızlıklar. 4) Konsantrasyon gerektiren ev ödevleri, kağıt işlerini tamamlamakta zorlanma. 5) Sık sık bir oyundan veya işten bir diğerine geçme. 6) Yapılması gereken işleri sürekli ağrıdan alma, geciktirme, erteleme. 7) Randevuları, yapılması gerekenleri sık sık unutma, günlük aktiviteleri zamanında yapamama. 8) Konuşma sırasında karşısındakini dinlemekte zorlanma, konuşmaları akılda tutamama, sosyal durumlarda detaylara ve aktivitelere dikkat etmeme. Dikkat eksikliği ile birlikte anılan hiperaktivite belirtileri çocuk 7 yaşına gelmeden ortaya çıkar. Hiperaktivite belirtileri ise; 1) Oturduğu yerde duramama, kıpır kıpır olma. 2) Sürekli ayağa kalkıp amaçsızca dolaşma. 3) Sağda solda koşma, eşyalara tırmanma. Bu belirti gençlerde nedensiz huzursuzluk olarak ortaya çıkabilir. 4) Sessiz oynanabilecek oyunlarda bile sessiz kalmakta zorlanma. 5) Her an hareket halinde olma. 6) Genellikle aşırı konuşma olarak sıralanabilir. Hiperaktivite belirtileri çocuğun yaşına ve gelişim aşamasına göre farklılıklar gösterebilir. Bebeklerde ve okul öncesi çocuklarda sık görülen belirtiler sürekli hareket hali, mobilyaların üzerine atlama, grup aktivitelerine katılmakta ya da bir hikaye dinlemekte zorlanma olarak tanımlanabilir. Bu belirtiler okul çağına gelen çocuklarda görülen hiperaktivite belirtileri ile benzeşir ancak okul çağında bu davranışlar bir miktar yoğunluğunu kaybeder. Hiperaktivite belirtileri, ergenlik ve yetişkinlik dönemlerinde genellikle nedensiz huzursuzluğa yol açar ve sessizlik gerektiren ortamlarda bulunmakta zorlanma olarak yaşanabilir. Dikkat eksikliği bozukluğu bulunan yetişkinler, çocuklara oranla çok daha az oranda hiperaktivite sorunu yaşamaktadır. Dikkat eksikliği bozukluğunun 3. ve son kategorisi olan “dürtüsellik” ise aşağıdaki şekillerde ortaya çıkabilir. 1) Sabırsızlık. 2) Herhangi bir soru tamamlanmadan önce cevap verme. 3) Sıra beklerken zorlanma. 4) Sosyal ya da iş ortamında sık sık diğerlerinin lafını kesme. 5) Uygunsuz zamanlarda konuşma. Dürtüsellik çoğunlukla yolda insanlara ya da evde eşyalara çarpma gibi küçük kazalara neden olabilmektedir. Dikkat Eksikliği Tedavisi Dikkat eksikliği; derecesine, yaşa ve hiperaktivite ile birlikte görülüp görülmediğine bağlı olarak aşağıdaki tedavi yöntemler ile tedavi edilebilir. İlaç Tedavisi: Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tedavisinde kullanılan ilaçlar hazırlanan tedavi programına göre değişmektedir. Bazı ilaçlar belirtileri kısa dönemde, bazıları orta, bazıları ise uzun dönemli olarak kontrol altına almak için kullanılmaktadır. Doktorun tedavi programına karar verebilmesi için hastayı bir kaç kez görmesi gerekebilir. İlaçların bir kısmı 3 yaşından büyük çocuklar için uygunken bazı ilaçlar 6 yaşından büyük çocuklar için kullanılmaktadır. Yapılan çalışmalarda bu ilaçların dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozuklu belirtilerini %80’e varan oranlarda kontrol altına aldığı tespit edilmiştir. Dikkat eksikliği tedavisinde kullanılan ilaçlar genel olarak ciddi bir yan etkiye yol açmamakla birlikte bazı çocuklarda uyku düzeninin bozulması, iştah ve kilo kaybı, baş ağrısı ve sinirlilik gibi yan etkiler görülebilmektedir. Yetişkinlerde Dikkat Eksikliği Tedavisi Çocuklarda kullanılan ilaçlar yetişkinler içinde kullanılabilir. Buna ek olarak, uygun hastalara sakinleştirici ilaçlar reçete edilebilir. Yetişkinlerde dikkat eksikliği tedavisinde kullanılan ilaçların çarpıntı, uykusuzluk, baş dönmesi ve göz kararması gibi bazı yan etkileri olabilmektedir. Psikoterapi, yetişkinlere önerilen bir diğer tedavi seçeneğidir. Dikkat Eksikliği ve Düzenli Egzersiz Düzenli egzersiz sadece kilo vermenize ve kaslarınızın gelişmesine değil, aynı zamanda beynin de daha sağlıklı olmasına yardımcı olur. Egzersiz sırasında “dopamin”in de dahil olduğu bir dizi kimyasallar salgılayan beyin bu sayede daha net düşünmenizi sağlar. Dopamin seviyesi, dikkat eksikliği bozukluğu yaşayan kişilerde genel olarak düşük olduğu için tedavide kullanılan ilaçlarla dopaminin yükseltilmesi hedeflenir. Kullandığınız ilaç miktarını düşürebilmek, en azından arttırmanıza gerek kalmaması için düzenli egzersiz yaparak dopaminin doğal yollarla artmasını sağlayabilirsiniz. Düzenli egzersiz yaparak; Dikkat eksikliği belirtileri arasında yer alan “dürtüsellik” ve takıntılı davranışları azaltabilirsiniz. Hafızanın güçlenmesini sağlayarak olayların detaylarını daha kolay hatırlayabilirsiniz. Plan, organizasyon yeteneklerinizi geliştirebilirsiniz. Dikkat eksikliği bozukluğu yaşayanlarda sık görülen obezite sorunu ile başa çıkabilirsiniz. Stes atarak kalp hastalıkları riskini azaltabilirsiniz. Kemiklerinizi güçlendirebilirsiniz. Ruh halini yukarı taşıyarak kendinize güveninizi arttırabilirsiniz. Kan basıncını ve kolesterolü kontrol altında tutabilirsiniz. Ne Kadar Egzersiz Yapmalıyım?: Sağlık uzmanlarının önerisi haftada toplam 150 dakika orta dereceli egzersiz yapılması. Tabii bu süre hiç spor yapmayanlar ve fazla kilosu bulunanlar için geçerli. Koşu ve bisiklet gibi daha fazla efor gerektiren egzersizler yapıyorsanız haftada toplam 75 dakika egzersiz sizin için yeterli olabilir. Yaptığınız hareketlerin ya da sporun ne olduğunun pek önemi yok. Önemli olan egzersiz sırasında efor harcamanız, terlemeniz ve egzersiz programına sadık kalmanız. Egzersizin dikkat eksikliği üzerindeki olumlu etkilerini ilk haftadan itibaren görmeye başlayabilirsiniz. Dikkat Eksikliği Hakkında Yanlış Bilinenler 1) Dikkat eksikliği diye bir şey yoktur, bu sadece kişinin yapması gereken şeylere karşı gösterdiği isteksizliktir. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu sık sık “isteksizlik” ile karıştırılır ancak kişinin ruh hali değil, beyindeki idareyi sağlayan kimyasal maddelerle ilgili bir problemdir. 2) Herkeste bir miktar dikkat eksikliği vardır, eğer kişi yeterince akıllıysa bu sorunun üstesinden gelebilir. Dikkat eksikliği her zeka düzeyindeki insanı etkileyebilir ve kronik dikkat eksikliği kişinin sadece düşünceleriyle tedavi edebileceği bir durum değildir. 3) Dikkat eksikliği bulunan birinde depresyon, kaygı bozukluğu ya da diğer psikolojik hastalıklar görülmez. Dikkat eksikliği bulunan bir kişide depresyon, kaygı bozukluğu ve diğer psikolojik hastalıkların görülme ihtimali diğer insanlara göre 6 kat daha fazladır. Sonuç olarak; dikkat eksikliği hem yetişkinleri hem de çocukları aynı oranda etkileyen bir rahatsızlıktır. Çocukluk döneminde genellikle hiperaktivite ile birlikte görülür. Belirtileri çocukluk döneminde sosyal ilişkileri, ergenlik döneminde sosyal hayatı ve okul başarısını, yetişkinlik döneminde ise iş hayatını ve ilişkileri olumsuz yönde etkileyebilir. Terapi ve ilaçlarla hastalığın belirtileri kontrol altına alınabilmektedir. Ancak kişinin yaşam tarzında yapacağı değişiklikler de belirtilerin azaltılmasında önemli bir rol oynamaktadır. Çocukluk döneminde dikkat eksikliğinin belirlenmesi yetişkinlere göre daha zor olduğu için çocuklar ebeveynleri tarafından yakından takip edilmelidir.
0 notes
Text
Özgün Dil Bozukluğu Nedir? Dil Bozukluğu Tedavisi
Çocuğunuz 4-5 yaşına geldi ve hala konuşması başkaları tarafından anlaşılmıyor mu? İlk kelimelerini yaşıtlarından daha mı geç söyledi? Konuşması yaşıtlarından farklı ya da bebeksi mi? Dün, yarın, önce gibi zamana ilişkin kelimeleri karıştırıyor mu? Yeni kelimeleri öğrenmekte zorlanıyor mu? Kelimelerin sonlarında bulunan ekleri (ler, lar, cek, iyor, mış vs) atıyor ya da yanlış kullanıyor mu? Sorduğunuz sorulara alakasız cevaplar verdiği oluyor mu? Özgün Dil Bozukluğu; işitme kaybı, zeka geriliği, nörolojik, motor ya da sosyal gelişim geriliği gibi belirgin herhangi bir problemin olmadığı bir tür dil bozukluğudur. Bu çocuklarda ilk olarak otizm, zeka geriliği, işitme kaybı gibi problemlerden şüphelenilmektedir. Ancak, Özgün Dil Bozukluğu olan çocuklarda herhangi bir gelişimsel soruna rastlanmamaktadır. Bu bozukluğun nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte genetik geçiş gösterdiği düşünülmektedir. Araştırmacılar, bu bozukluğa sahip olan çocukların %50-70’de aile üyelerinden en az birinde benzer konuşma problemlerinin görüldüğünü ortaya koymuştur. Özgün dil bozukluğu olan çocuklar, konuşulan dili anlama ve üretmede yaşıtlarından geridirler. Özgün dil bozukluğu olan çocukların, konuşma seslerini üretmede, kendilerini sözel olarak ifade etmede ve başkalarının konuşmalarını anlamada problemleri vardır. Cümle içindeki sözcükleri anlama ve kullanmada güçlük yaşarlar. Bu çocuklar, ne söylendiğini anlıyor gibi gözükürler ancak çoğu zaman konunun ana temasını anlayamaz ya da sorulan soruya uygun olmayan cevaplar verirler. Tek tek kelimelerde konuşmaları anlaşılır olsa dahi kelimeleri bir araya getirerek cümle kurmakta başarısız olurlar. Bazı çocuklarda yalnızca alıcı ya da ifade edici dil becerilerinde problem görülürken, bazı çocuklarda her iki alanda da problem görülebilir. Konuşmalarının en tipik özelliği yapım ve çekim eklerinin kullanılmayışıdır. Örneğin, çocuğa, resimdeki tavşanın kulağını gösterip “Bu tavşanın neresi?” diye sorulduğunda, “Tavşanın kulağı” ya da “Kulağı” demek yerine sadece “kulak” ya da “tavşan” diyebilir. Zaman kavramını anlamakta ve zaman bildiren kelimeleri kullanmakta zorlanabilirler. Örneğin “Ali’nin ablası gelmiş” cümlesinin yerine “Ali abla geldi”; “Dün Ayşelere gittik” cümlesinin yerine “Bugün Ayşe gitti” diyebilirler. Yer-yön bildiren ekleri kullanmazlar. Örneğin “Kaşıklar çekmecenin içinde” cümlesini “Kaşık çekmece” şeklinde ifade edebilirler. “Benim, senin onların gibi aitlik bildiren kelimelerde karışıklık yaşayabilirler. Babasının saatini göstererek “Bu kimin saati?” diye sorulduğunda “Babamın” demek yerine “Baba” ya da “Baba saat” diyebilirler. Konuşmalarında en sık gözlenen bir diğer problem de kelime bulma güçlükleridir. Bazı çocuklar günlük hayatta sık karşılaştıkları bazı objelerin isimlerini dahi hatırlamayabilirler. Daha önceden üzerinde konuşulmuş olan bir objeyi yeniden gösterdiğinizde “unuttum ya da bilmiyorum” diyebilirler. Kurdukları cümlelerin uzunlukları 3-4 kelimeyi geçmeyebilir. Cümle dizilişi hatalı ya da eksik olabilir. Örneğin; “Dayı geldi ev” gibi. Gramatik yapıdaki yetersizlikler çocukların konuşmalarının daha “bebeksi” ya da “yaşından” geri algılanmasına neden olur. Bazı çocuklarda eşlik eden sesletim hataları da olabilir. Bazı sesleri üretemeyebilir ya da kelime içinde farklı pozisyonlarda hedef sesin yerine başka bir ses kullanabilirler. Örneğin “balon” kelimesinde /b/ sesini doğru üretebilir ancak, “ayakkabı” yerine “ayakapı” diyebilirler. İşitsel algılama problemleri vardır. Bazı sesleri birbirinden ayırt edemeyebilirler. Geç konuşma bu bozukluğun habercisi olabilir! İki yaşından itibaren çocuklar pek çok farklı biçimlerde ihtiyaçlarını ifade edebilirler. Normal gelişen çocuklar, tüm sesleri doğru olarak çıkartamasalar da kendilerini tam olarak ifade edebilmek ve iletişim kurabilmek için bir çok girişimde bulunurlar. Kimi zaman ebeveynlerini bıktıracak kadar çok soru sorarlar. Soru sormayan ya da isteklerini sözel olarak ifade etmeyen çocuklar, herhangi bir iletişim bozukluğuna sahip olabilirler. Özgün dil bozukluğu olan çocuklar, yaklaşık iki yaşına gelinceye kadar hiçbir kelime söylememiş olabilirler. Üç yaşlarında konuşabilirler ancak, konuşmaları anlaşılır değildir. Ses uyumuna ilişkin kuralları, yeni kelimeleri öğrenmekte ve iletişim kurmakta güçlük çekerler. Özgün dil bozukluğu ileride çocuğun okul başarısını etkiler mi? 4-5 yaşlarında teşhis edilemeyen özgün dil bozukluğu olan çocuklar, genellikle anaokuluna ya da ilk okul birinci sınıfa başladıklarında problemleri daha belirgin hale gelmektedir. Bu çocukların öğrenme ve okuma-yazma güçlükleri olur. Özellikle erken dönemde tedavi edilmeyen çocukların okul başarısının düşük olduğu belirtilmektedir. Bu çocukların %40-70’ı okumayı öğrenmede sorun yaşamaktadır ve birçoğu özel eğitim desteğine ihtiyaç duymaktadır. Akademik başarının yanı sıra çocuğun sosyal becerileri de olumsuz yönde etkilenmektedir. Özgün dil bozukluğu olan çocuklar konuşmak ve dinlemek için daha fazla zamana ihtiyaç duyarlar. Dilin gramatik yapısını kazanamadıkları için kurdukları cümleler kimi zaman yanlış anlaşılabilir. Bu durum yaşıtlarıyla iletişimlerini güçleştirmektedir. Çünkü çocuklar yetişinler kadar sabırlı ve anlayışlı değildirler. Kendilerini ifade edemedikleri için zaman zaman arkadaşlarına karşı hırçın tavırlar sergileyebilir ya da onlarla oynamaktan kaçınabilirler. Genellikle kendilerini dinleyen yetişkin ya da daha büyük yaştaki çocuklarla oynamayı tercih edebilirler. Özgün dil bozukluğu olan çocukların teşhis ve terapisi ne zaman ve kim tarafından yapılmalıdır? Dil ve konuşması yaşıtlarından geri olan tüm çocuklar mümkün olan en kısa sürede bir dil ve konuşma terapisti tarafından değerlendirilerek terapiye alınmalıdırlar. Bazı ebeveynler “Babası da geç konuşmuş” ya da “Ağabeyi de geç konuşmuştu”, “Okula gidince düzelir” gibi düşüncelerle çocuğu kendi haline bırakmaktadırlar. Ancak bu çocuklar, okulöncesi dönemde bir uzman tarafından terapiye alınmadıkları taktirde konuşma sorunlarının düzelmesi çok daha uzun bir zaman almaktadır. Bir çok çocuk kendini ifade etme becerilerinde gelişme gösterse dahi bazı sesletim problemleri düzelmemektedir. En ciddi problemler ise ilkokula başladığı zaman ortaya çıkmaktadır. Çünkü konuşmadaki problemleri yazıya da yansımaktadır. Okumayı yaşıtlarından daha geç sökmektedirler. Bu nedenle ebeveynlerin okula başlamadan evvel bu sorunun giderilmesine yönelik bir uzman yardımına başvurmaları gerekmektedir.
0 notes
Text
Toplum önüne çıkma korkusunu yenmek
en alanında en iyisisin. Bu pozisyona nasıl geldiğini anlatacak çok şeyin var bunu mutlaka paylaşmalısın. İlk başta kendi beyninde bir canlandırma yapıyorsun ve her şey çok güzel geçiyor evet bunu mutlaka anlatmalısın hemen hazırlığa başlıyorsun ve konuyu anlatmak için kürsüye çıkıyorsun, aman Allah’ım! bu da ne her yerin titriyor, yıllarca bildiğin ve herkesten başarılı olduğun konuları anlatacaksın ama ne yazık ki hiçbiri aklında değil. İçinde bir heyecan ve korku belirlemeye başladı oysa sen her şeyi biliyorsun ama ağzından bir kelime çıkmıyor tüm dinleyiciler bu başarıyı nasıl yakaladığını dinlemek için can kulağıyla ağzından çıkan kelimelere bakıyor ve sen heyecandan hiçbir şey söylemeden kürsüden iniyorsun. Bütün hayallerin yıkıldı herkes senin aslında başarılı olmadığını konuşuyor bu başarıyı başka birilerine ait olduğu dedikoduları yayılmaya başlıyor sen bunları duyunca birden kendini savunmak için tekrar kürsüye çıkmak istiyorsun oysa o şans bir defaya mahsus verilmişti. Artık kendine güvenin kalmamıştır. Bu korkunun nedenini araştırıyorsun. Neden bütün bilgiler o an aklından uçmuştu ve uzamanlar şöyle diyor; “ Toplum karşısında, mikrofon ve kamera karşısında konuşurken yüzleştiğiniz en büyük engel, korku ve heyecandır. İlk defa yaptığınız her iş önce heyecan ve korku oluşturur. Korku anında dolaşma sistemi içerisinde, gerginlikle orantılı olarak aşırı kortizol salgılar. Bu durum düşünce akışını engeller. Kişi bu anda olumlu duygularını kaybeder. Daha ileri düzeyde elleri ve hatta tüm vücudu titrer. Kalp çarpması ve kan dolaşımı hızlanır. Davranışların kontrol edilmesi zorlaşır. Adrenalin seviyesi yükselir, eller ve koltuk altları terler, ağız kuruluğu başlar, ses titremeleri oluşur …” Korkuları yenmek öğrenilebilir mi? Her insan için bu sorun var mıdır?Soru sormaya başlamışsan şanslısın bütün bunların çözümü vardır ilk başta kendinizi tanımaya başla Sen kimsin? Kendini nasıl tanımlarsın? Geçmişinde yaşanmış olayları göz önüne alarak bu cevabı bulabilirsin. Bu iş için günlük tut birçok faydasını göreceksin. Kendini tanımlama mekanizmaları nelerdir? Bunlar bir yaşam boyu geliştirdiğin ve düzenli olarak kullandığın “Sinirliyim, utangacım, sakarım, unutkanım …” gibi ait olumsuz ve “Sevilmeye değerim, müzikte iyiyim, sempatiğim, çalışkanım …” gibi olumlu tanımlayıcılarındır(etiketlerindir). Kürsüden inmen bu olumsuz etiketlerinden dolayı olmuştu, eğer biraz daha sabırlı olsaydın heyecanının giderek azaldığını fark edecektin. “Demek ki her insan heyecanlanır bu korkuyu yenmek için olmalı ki açılış konuşması uzun sürer. “ Olumsuz etiketler yüzünden şuan hayatım mahvoldu bunlardan bir an önce kurtulmalıyım Olumsuz etiketleri olumluya çevirmeye başlayarak onlardan kurtulmak mümkündür. Her şeye pozitif açıdan bakmak lazım burada pembe gözlük takıp polyannacılık yap demiyoruz eğer ortada senin hayatını olumsuz yapacak etkenler varsa bunu kaldırmak için bir güce ihtiyacın var o yüzden hayata olumlu gözlerle bakman lazım. Sorunlar her insan için vardır ve önemli olan başımıza bir kötü olayın gelmesi değil onu lehimize çevirmek ve vicdanımızın rahat olmasıdır. O gün kürsüden indiğin için hayatının mahvolduğun düşünüyorsun ve bu sorunu olumsuz etiketlere bağlayarak istemeden aynı şeyi yapıyorsun. İyi de olumsuz etiketlerden nasıl kurtulacağım? Olaya şöyle bakarak “O gün kürsüden inmeseydim bu sorunum ömrüm boyunca devam edecekti belki başıma daha da kötü olaylar gelebilirdi, artık böyle hataya kapılmayacağım. Sarsılan imajımı kurtarmak için neler yapabilirim? ” diyerek kurtulabilirsiniz. Unutma Edison ampulü bulmak için bin defa hata yaptığı halde başarıncaya dek vazgeçmedi ve hep olumlusunu düşündü. Edison’un yaptığı polyannacılık mıydı? Etiketlerden kurtulmak ve özgüveni geliştirmek Beynin emrine amadedir. Sen ne istersen beyin onu yapar eğer mutlu olmak istersen sadece mutlu olmayı iste. Olumsuz etiketler beynindeki otomatik emirlerdir yani sen o emri vermeseydin beynin yapmayacaktı o yüzden kendi beynini suçlamaya gerek yok. Hemen ona daha önce verdiğin emirleri yapmamasını söyle artık otomatik emir verirken dikkatli ol. Otomatik emirler senin etiketlerdir o yüzden etiketlere dikkat etmeye çalış ve özgüveni kaybetmemenin yollarını ara. Bu etiketler nasıl oluştu ve kendine olan özgüvenin nasıl azaldı? İletişimi azaltan olumsuz etiketlerin birçok sebebi olabilir o yüzden hayatta yaptığın her davranışlara dikkat etmelisin. Bu sebepler; Zihinsel gerilik, Hayatta hep bir noktaya odaklanmak, bilgisayar kullanıcılarında çok sık rastlanır. Online kolik olmanın sebebi de budur. Yanlış öğretim yöntemleri, Yetersiz konuşma ve dinleme yöntemleri. Bütün insanların bizi dinlemesini isteriz oysa biz karşı tarafı dinlemeyi biliyor muyuz? Elverişsiz çevresel etkenler; suskun evler, anne-baba ile özdeşleşme yokluğu, soğukluk… İşitme bozuklukları gibi engeller olabilir günümüzde engellilerin başarılarını görünce bu da düşündürücü oluyor. … Sıralanabilir. Özgüveni geliştirmek ve etiketlerden kurtulmak için neler yapılmalı? İlk etapta kendine bir hedef belirle ve kendini iyice tanımaya çalış. En kuvvetli rüzgâr bile yolunu bilmeyen gemiyi limanına ulaştırmaz. Kendi evini düşün eğer sen mobilyaların yerini hiç değiştirmezsen zamanla ev sana sıkıcı gelecektir hatta temizliği yapmadığını düşün ev artık yıkılmaya yüz tutacaktır. Zihnin de evin gibidir zihnini sürekli canlı tut onu otomatiğe bağlamayı bırakmalısın. Her zaman işe giderken gittiğin yoldan farklı bir yola sapman ona çok şey katacaktır, küçük şeylere dikkat et ve beynini ödüllendirmeyi öğrenmelisin. Korkuyu yenmenin başka yolu var mı?
0 notes
Text
İnsanlarla İletişim Kuramıyorum
Daha İyi İletişim Kurma Yolunda Kullanabileceğimiz Yedi Yöntem Hayatımızda gösterdiğimiz başarının tam olarak % 85’i bizim sosyal becerilerimize bağlıdır. Bu da, diğer insanlarla olumlu bir şekilde iletişim kurabilmemiz ve hedeflerimize ulaşmada onların bizimle işbirliği yapmalarını sağlayabilmemiz tarafından belirlenir. Başkalarıyla geçinememek, başarısızlığın, asabiyetin ve mutsuzluğun ana nedenidir. Hayatımızdaki mutlulukların çoğu, diğer insanlarla aramızdaki başarılı ilişkilerden, sorunlarımızın çoğu da onlarla olan mutsuz ya da başarısız ilişkilerden doğmaktadır. Kısaca, hayatta karşılaştığımız problemlerin çoğu, insanlarla ilgilidir. İyi olan şey, diğer insanlarla iyi ve güzel geçinme konusunda olağanüstü bir beceriye kavuşabilmenin mümkün olmasıdır. Diğer insanlarla iyi geçinmeyi geliştirmemiz için uygulayabileceğimiz ve buna psikolojik olarak hazırlanmamızı sağlayacak olan yedi olumlu ve yapıcı davranış modeli vardır. Bunların her biri diğer insanların bilinçaltı ihtiyaçlarıyla uyumludur ve kendilerini önemli, değerli ve saygın hissetme ihtiyaçlarına hitap etmektedir. Bu bilinçaltı ihtiyaçlar, erken çocukluk döneminde oluşmuşlardır ve onları tatmin edebildiğimizde, insanların bizi ne kadar çok sevdiklerini görünce şaşırır ve Dolaylı Çaba Yasası’yla kendimizi ne kadar çok sevdiğimizin farkına varırız. 1. Kabullenelim. Kişilerin kendilerine verdikleri değerin artmasını sağlayan birinci davranış şekli, kabullenme konusu üzerinde çalışmaktır. Her birimiz diğer insanlar tarafından kabullenilmeyi istemeye şartlandırılmışızdır. Yeni doğmuş bir bebek bile annesinin veya babasının yüzüne seviliyor, sayılıyor, isteniyor, önemli, komik ya da zeki olup olmadığını öğrenmek için bakar. Büyürken, gelişimimizin nasıl olduğunu anlamak için diğer insanların yüzlerine bakarız. Diğer kişiler ve hatta tanımadığımız insanlar tarafından kabullenilmenin derin ihtiyacına sahip bulunuruz. İki insan birbiriyle karşılaştırıldığında, aralarında kurulması gereken birinci öncelikli bağ, belli bir derecedeki bir kabullenmedir. Karşımızdaki insanın bizi kabul edip etmediğini ve varlığımızdan mutluluk duyup duymadığını görmek için onun gözlerine, gülümsemesine, yüzüne ve beden diline bakarız. Karşımızdaki tarafından kabul edildiğimizde, kendimizi rahatlamış hissederiz. Pek çok sosyal probleme, kendi ölçülerine göre başkaları tarafından kabul edilmek için çırpınan insanlar ve gruplar neden olmaktadır. İçten ve samimi bir şekilde karşımızdaki insanı şartsız olarak kabul ettiğimizi belirttiğimizde onun kendine verdiği değeri önemli ölçüde yükseltiriz, ayrıca kendisini rahatlamış ve güvende hissetmesini sağlarız. Sadece Gülümseyelim. Karşımızdaki kişiyi kabullendiğimizi göstermek için sadece gülümseyelim. Gülümsemek için on üç, kaşımızı çatmak içinse yüz on iki kasımızı kullanırız. Bir başka insana gönderdiğimiz içten bir gülümseme çok şey anlatır ve: “Seni olduğun gibi ve şartsız kabul ediyorum.” anlamına gelir. Başka bir insana gülümsediğimizde, onun kendisini değerli, önemli ve anlamlı hissetmesini sağlarız. O kişi kendini daha iyi hisseder. Bunun tek kaynağı ise, basit bir gülümsemedir ve bu, içten gelen bir sıcaklığın ifadesidir. Bir Çin özdeyişi der ki: “Gülümsemeyi bilmeyen insan dükkân açmamalıdır.” Satış elemanları, iş adamları, geçimini patronluktan veya başkalarının desteğinden sağlayan herkesin ilişkilerinde diğer insanları kabullenmeyi öğrenmesi gerekir. Evrensel yasalar, gülümseyerek ve olumlu bir şekilde selamlayarak insanların kendilerini iyi hissetmelerini sağladığımız takdirde, onların da bize karşılığını vermek üzere aynı şekilde davranacakları nı söyler. En önemli şey, sevilmektir. İnsanlar bizi sevdiklerinde, bizimle işbirliği yapmak üzere daha istekli olurlar. Sevilmenin başlangıç noktası ise, diğer insanları sevmemizdir. Bir diğer insanı sevdiğimizi ifade etmenin en basit yolu da, karşılaştığımızda ona sıcak ve gönülden bir şekilde gülümsemektir. Gülümsemenin en zor olduğu an, içimizden gelmediği zamandır. Ancak, kendimizi iyi hissedebilmek için rol yapabiliriz. Olumlu duygular hissetmesek bile birkaç dakikalığına karşılaştığımız insanlara içten bir şekilde gülümsemeye çalışırsak kendimizi yeniden daha iyi hissetmeye başlarız. Olumsuzluk bulutları da böylece dağılır. Zaman içinde gülümseyişimiz daha da içten bir hale gelir. Kendimize verdiğimiz değer, başkalarının kendilerine verdikleri değeri yükseltmek için göstereceğimiz çabayla yükselir ve bunu, sadece gülümsemeyle başarmak da mümkündür. 2. Yöntem: Anlaşması Kolay Bir İnsan Olalım. Daha iyi insan ilişkileri yolunda ikinci yöntem, anlaşması kolay bir insan olmaktır. İnsanlar, pek çok değişik konuyu kolayca ve serbestçe tartışabilecekleri, kolay anlaştıkları insanların yanında olmayı isterler. Bizimle konuşan bir insanı başımızla onayladığımızda, gülümsediğimizde veya onunla aynı fikirde olduğumuzu söylediğimizde, o kişi kendini daha değerli, saygın ve önemli hisseder. Anlaşması kolay bir tavır, diğer insanların kendilerine verdikleri değeri yükseltir. Anlaşmazlık ise, bunu düşürür. İnsanlarla anlaşmazlığa düştüğümüzde ve tartıştığımızda, onların bilgileri ve zekâlarıyla mücadele etmiş oluruz. Onlara hatalı olduklarını, yargılarının ve deneyimlerinin çok da değerli olmadığını, bunun bir uzantısı olarak da kendilerinin değersiz olduğunu ima etmiş oluruz. Hatalı olmaktan nefret etmek, insan tabiatının bir gerçeğidir. Bir konuda hatalı olmak, kişiliğimizin de bir şekilde hatalı olduğunu hissettirir bize. Bundan dolayı kendimize verdiğimiz değer darbe alır. Kendimizi yetersiz ve ufalmış hisseder, değersiz ve eksik görürüz. Bir başkasına onun hatalı olduğunu veya yanlış yaptığını söylediğimizde, alacağımız cevap savunma ve sertlik şeklinde olacaktır. Kendimize verdiğimiz değer genelde çok kırılgandır ve bize hatalı olduğumuz söylendiğinde, onu hemen bedeli ne olursa olsun koruma ve gözetim altına almaya çalışırız. Kendisiyle kolay anlaşılan bir insan olalım. Şu sözleri hatırlayalım: “Zıtlıkları aşmanın yolu, onlarla anlaşmaktan geçer.” Kolay anlaşılabilir bir insan haline geldiğimizde, diğer insanların bize yardım etmelerinde ve bizimle geçinmelerinde çok daha az dirençle karşılaşırız. Karşımızdaki insan, elimizdeki gerçeklere göre bariz bir şekilde hatalı olsa bile, kendimize şu soruyu soralım: “Bu ne kadar önemli bir şey?” Eğer önemli değilse, anlaşmazlık yolunu seçmektense bırakalım gitsin. Tartışmaktan Vazgeçelim. Şöyle denir: “Kendi iradesinin tersine olarak herhangi bir şeye inandırılan kimse, aslında hala kendi fikrine inanıyordur. İkna etmede önemli bir soru vardır: “Burada önemli olan ne?” Her zaman kendimize şunu soralım: “Doğru mu olmak istiyorum, yoksa mutlu mu?” Ve mutluluğu seçelim. Doğru olmadığımızı söyleyen birisine karşı takınacağımız en iyi tavır, onu fazla önemsememektir. Ancak bir nedenle konu, geçiştirilemeyecek derecede önemliyse, adına “üçüncü kişiyi devreye sokma” denilen metodu kullanarak, hala anlaşması kolay bir kişi kalabiliriz. Bu metot yardımıyla, üzerinde tartıştığımız konunun sorun yaratan noktalarını hayali ve orada bulunmayan bir üçüncü şahsız ağzından şu şekilde dile getirebiliriz: Bu nokta çok ilginç, bu soruyu birisi sana soracak olsaydı nasıl cevaplardın?” Sonra da sorumuzun cevabını, bir başkası veriyormuş gibi verelim. Örneğin: “Bu yaptığımızı bilselerdi, müşterilerimiz ne düşünürlerdi?” veya “Böyle bir eyleme geçmemize bankacılarımız nasıl bakardı?” sorularını sorabiliriz. Böylelikle kafamızdaki soruları sorarken bile hala kolay anlaşabilen ve iyi geçimli bir insan olmaya devam edebiliriz. Bizim kullanacağımız sözcükleri bir başkasının konuşmasını sağlamamız bunun için yeterli olacaktır. Bu metodun faydası, eğer kişinin iyi bir cevabı varsa, kendisiyle anlaşılamayan birisi olmak zorunda kalmaksızın cevabı almış olmamızdır. Şayet diğer kişi, soruya cevap veremezse, itibarını kaybetmeksizin fikrini değiştirebilir, çünkü soruyu soran kişi orada değildir ve egosu da işin içine girmemiştir. Kendisiyle kolay anlaşılan ve geçinilen bir insan olmaya karar vermemiz, stres seviyemizi düşürecek ve diğerlerinin bize yardım etmesini sağlayan etkileme düzeyimizi yükseltecektir. 3. Yöntem: Hoşnutluğumuzu İfade Edelim. Diğer insanların kendilerine verdikleri değeri yükseltmenin üçüncü adımı, hoşnutluğumuzu göstermektir. İnsan tabiatının en derin ihtiyaçlarından birisi de hoşnut olunma isteğidir. Bir kişinin başarmış olduğu bir şeyden dolayı olan hoşnutluğumuzu ifade ettiğimiz her seferde, o kişinin kendisini daha değerli, daha becerikli ve deha önemli hissetmesini sağlamış oluruz. “Teşekkür ederim” cümlesi, hoşnutluğumuzu ifade eden en basit sözcüklerden oluşmuştur. Bunlar dilimizdeki en basit, ama en güçlü ifadeler olarak yer alırlar. Nereye gidersek gidelim “lütfen” ve “teşekkür ederim” sözcükleriyle ülkenin yarısını etkilememiz mümkün olmaktadır. “Teşekkür Ederim” Diyelim. “Teşekkür Ederim” sözcüklerinin inanılmaz bir gücü vardır. Onları söylediğimiz her seferde, karşımızdakinin kendine verdiği değeri yükseltiriz. Bu sözcükler onun davranışlarını güçlendirir ve mükâfatlandırır. Ağzımızdan çıkan “teşekkür ederim” sözcükleri karşımızdaki kişilerin olumlu duyguları tekrar yaşamalarını sağlar. Küçük şeyler için “teşekkür ederim” dediğimizde, insanlar çok geçmeden bizim için büyük şeyler yapmaya başlarlar. Yaptıkları ve söyledikleri her şeyden dolayı insanlara teşekkür etme alışkanlığı edinelim. Eşimizin bize yaptığı her şey için onlara teşekkür edelim. Çocuklarımızın evde yaptıkları her şey için onlara teşekkür edelim. Eşimize ve çocuklarımıza ne kadar çok teşekkür edersek, onlar da kendilerini o kadar olumlu ve mutlu hissederler. Ondan sonra da bizim hoşnutluğumuzu kazanmak için daha fazla bir şeyler yapmaya istekli olurlar. Gün boyunca, bizim için iş yapan insanlara teşekkür edelim. Bize randevu verenlere teşekkür edelim. Zamanlarını bize verdikleri için teşekkür edelim. Yorumları için teşekkür edelim. Yardımları için teşekkür edelim. Düşünebildiğimiz her şey için teşekkür edelim. “Teşekkür ederim” notları yazalım. Bunlar, şimdiye keşfedilmiş olan en güçlü saygı uyandırıcı ve ilişki inşa edici notlardır. Birisine “teşekkür ederim” notu yazdığımızda, içinde birkaç kelime bile bulunsa, o kişi bizi aylar, hatta yıllar boyunca olumlu bir şekilde hatırlar. “Teşekkür ederim” dediğimiz farklı şeylerin sayısı ve diğer insanlara karşı ifade ettiğimiz farklı şeylerin sayısı ve diğer insanlara karşı ifade ettiğimiz farklı hoşnutluk tarzımızla kendimizi herkesten ayrı bir yere koyabiliriz. Hoşnutluk tutumu geliştirelim. En mutlu ve en popüler insanlar, başlarına gelen her şeyden ve tanıştıkları herkesten içtenlikle hoşnut ve razı olanlardır. Böylesi bir tutum, önümüzdeki yolumuzu açar, sağlıklı bir kişiliği ve yüksek bir kendine saygıyı garantiler. Sahip olduklarımızdan ne kadar hoşnutsak, şükran dolu olacağımız şeylerin sayısı da o denli çok olur. 4. İnsanları Her Fırsatta (İçtenlikle)Övelim. Diğer kişilerin kendilerine verdikleri değeri yükseltmenin ve onlara kendilerinin önemli olduklarını hissettirmenin dördüncü yolu, mümkün olan her durumda ve olayda (içtenlikle) övmektir. Övmek veya yüceltmek, insanların kendilerini mutlu ve onurlu hissetmelerini sağlayan en emin ve hızlı yöntemlerden birisidir. İnsanları övmek ve onaylamak, onların kendilerine verdiği değeri yükselten, davranışlarını güçlendiren ve bize yardım etmeyi ya da bizimle iş birliği yapmayı arzu etmelerini sağlayan en güvenilir yoldur. Kişinin kendisine verdiği değerin bir tanımı da, onun kendisini ne derece övülmeye değer bulduğu şeklinde yapılır. Övgü alan bir kişinin kendine verdiği değer sıcak bir gündeki termometrenin civası gibi yükselir. Gün boyunca en azından bir dakikalık övgüler yapalım ve bunun için de insanları doğru bir şey yaparken yakalayalım. Bunu daha fazla yaptıkça, övdüğümüz kişiler kendilerini gitgide daha da etkin ve yetenekli hissedecekler ve övgüye layık oldukları davranışlarını tekrarlama olasılıkları artacaktır. Olumlu Övgünün Üç Sırrı Övgü bir sanattır. Büyük liderler, başarılı iş adamları ve mükemmel ana babalar övgüyü doğru biçimde yaparlar. Övgülerimizden maksimum faydayı sağlayabilmek için uygulayacağımız üç tane yöntem bulunur. Birincisi, övgüyü sıcağı sıcağına yapmalıyız. Bir davranışı veya eylemi ne kadar çabuk översek, etkisi de o denli büyük olur. Bazı şirketler çalışanlarının değerlerini her üç ayda ya da yılda bir defa takdir etme hatasına düşerler. Övgümüzü olay geçtikten çok sonra yaptığımızda, duygular ve gelecekteki eylemler üzerindeki etkisi daha az olur. İşte bundan dolayı, övgülerimizi hemen veya mümkün olan en kısa zamanda yapalım. İkincisi, belirgin bir şeyi övmeliyiz. Belirli bir eylemi veya davranışı övdüğümüzde, o davranışın veya eylemin tekrarlanmasını garantiye almış oluruz. Övgümüz, bazı insanların yaptığı gibi genel olursa, alıcı üzerindeki etkisi az olur. Çocuklarımızı överken de aynı prensip geçerlidir. “Sen harika bir çocuksun” demek yerine: “Bu sabah, yatağını yapmada ve odanı temizlemede harika bir iş çıkardın.” tarzındaki belirgin başarılar üzerine yaptığımız övgüler, onların bu davranışlarını tekrarlamalarını sağlayacaktır. Kural şudur: Tekrarlanmasını istediğimiz şeyleri övelim, övgümüzü sıcağı sıcağına yapalım ve belirgin bir eylemi veya davranışı övelim. Üçüncüsü, kişileri (mümkün olan her durumda) toplum içinde övelim. Bir insanın hatasını düzeltmek istediğimizde, bunu özel olarak yapalım, ama onu diğerlerinin önünde övelim. Diğer insanların önünde onları ne denli çok översek, kendilerine verdikleri değeri ve itibarlarını o denli artırmış oluruz. İş arkadaşlarının önünde ve büyük bir topluluk içinde yapılan takdirlerin ve verilen ödüllerin, bunu takip eden davranışlar üzerinde büyük etkisi vardır. İnsanlar para kazanmak için çok sıkı bir şekilde çalışabilirler, fakat daha fazla övgü ve takdir için, yerde sürünmeye bile razı olurlar. Bütün büyük liderler bunun farkında oldukları için, pozisyonlarını n avantajlarından yararlanarak övgülerini cömertçe verebilmişlerdir. Olağanüstü bir şey vardır: İnsanlar, unvanlar için ölürler. Övgü doğru yapıldığında çok güçlü bir motivasyon aracı olarak devreye girer. İki Çeşit Övgü Vardır. Karşımızdaki insanda, “odasını temizlemek” veya “işe vaktinde gelmek” gibi bir alışkanlık geliştirmek istiyorsak, onu, o işi yaptığı her an övmeliyiz. Bu tarz bir övgüye “devamlı güçlendirme” adı verilir. Tekrarlanması nı istediğimiz davranış biçimini devamlı olarak översek, karşımızdaki insan, onu alışkanlık haline getirecektir. Yeni alışkanlık kazanıldıktan sonra da “aralıklı güçlendirme” ye geçeriz. Aralıklı güçlendirme, davranış her üç veya dört kez tekrarlandığında övmemiz anlamına gelir. Alışkanlık bir kez kazanıldığında, “devamlı güçlendirme” çalışması uygun kaçmayabilir ve motivasyonu olumsuz yönde etkileyebilir. Devamlı övgü, kişinin o işten tamamen vazgeçmesine bile neden olabilir. Böyle bir durumda “aralıklı güçlendirme” uygulamasını yapmak, davranışın kesin olarak tekrarlanmasını sağlar. Böyle davranmak, kişiyi istim üstünde tutmaya yarar. Söylediğimiz her söze ve davranışlarımıza içtenliğimizi ve sevgimizi de ekleyelim. Unutmayalım ki; Kalıcı olan tek şey içtenlikle ve sevgiyle yapılandır. 5. Hayranlığımızı (İçtenlikle) Dile Getirelim. Diğer kişilerin kendilerine verdikleri değeri yükseltmenin ve kendilerini önemli hissetmelerini sağlamanın beşinci yolu, onlara olan hayranlığımızı dile getirmektir. Başardığı bir işten, bir şahsiyet özelliğinden veya sahip olduğu bir şeyden dolayı birine duyduğumuz hayranlık, onun kendisine verdiği değeri artırır. Hayranlık, insan ilişkilerinde en güçlü araçlardan biridir. Herkes iltifat edilmekten hoşlanır. Hayranlığı dile getirme yöntemini her yerde ve her durumda kullanabiliriz. Bu türlü davrandığımızda, karşımızdaki insanın kendisini daha da önemli hissedeceğini garantilemiş oluruz. Karşımızdaki insanın şahsiyet özelliklerine veya başka niteliklerine hayran olabiliriz. Dakiklik, cömertlik, azimlilik veya kararlılık gibi özelliklere sahip olan insanlara, bunlardan dolayı iltifat edersek, kendilerini değerli ve önemli hissetmelerini sağlamış oluruz. Diğer insanlar bu gibi niteliklerden dolayı bize itibar gösterip, hayranlıklarını dile getirdiklerinde, biz de kendimizi daha iyi hissederiz. Kişilerin sahip oldukları maddesel değerlere de hayranlık duyabiliriz. İnsanlar elde ettikleri maddi şeylere oldukça fazla duygusal yatırım yaparlar. Örneğin, evlerine aldıkları mobilyalara ve demirbaş eşyalara düşünce ve duygularını da katarlar. Onlara, evlerinin veya oturma odalarının ne denli göz alıcı olduğuyla ilgili iltifatlar yapmamız faydalı olur. İnsanlar aldıkları giysilere de aynı derecede düşünce ve emek verirler. Giydiği herhangi bir giysi veya aksesuarla ilgili bir hanıma yapacağımız iltifatların, kendisini kesinlikle iyi hissetmesini sağlayacağı kesindir. Aynı iltifatları giydiği giysileri, ayakkabıları ve kravatı ile ilgili olarak bir erkeğe yaptığımızda da aynı sonucu elde edebiliriz. Erkekler genellikle takacakları kravatla ve satın alacakları ayakkabı ile ilgili düşünce çabası sarf ederler. Hayranlığımızı dile getirdiğimizde hem şaşıracak hem de mutlu olacaklardır. İnsanların başarmış oldukları güzel şeylere de hayran olabiliriz. Almış oldukları eğitim veya geldikleri mevkiyle ilgili olarak onlara iltifat edebiliriz. Kurdukları işlere veya başarmış oldukları başka herhangi bir şeye olan hayranlığımızı dile getirebiliriz. Bu konuda dile getirdiğimiz hayranlığımız, onların kendilerine verdikleri değeri artırır ve kendilerini iyi hissetmelerine neden olur. Bir diğer insana gerçekten takdirlerimizi iletmek istiyorsak, bunu yapabilecek sonsuz fırsatlar vardır. Herkesin bizim takdirimize değer bir başarısı mutlaka bulunur. Bizim işimiz de onu bulmak ve dile getirmektir. Ancak dikkat etmemiz gereken bir noktayı da ilave edelim. Hoşnutluğumuzu, onayımızı, takdir ve hayranlığımızı gerçekten hissediyorsak dile getirelim. Başkalarının motivasyonunu yükseltmeye çalışırken samimiyetsizlik yapmayalım. İnsanlar yalan detektörleri gibidirler. Kalabalık bir odanın içinde bile samimiyetsizliği yakalayabilirler. Ancak bu kuralı bir istisnası vardır: samimiyetsiz bir gülümseme, samimi bir kaş çatmadan daha iyidir her zaman1. Ancak iltifatlarımızı n diğer her türlü durumda samimi ve içten olması gerekir. Ne demek istiyorsak onu dürüstçe söylemeliyiz. Bunu böyle yapmadığımız takdirde, insanlar, kendileriyle oynadığımızı düşüneceklerdir. Ve böyle düşündüklerinde ise, arzu ettiğimizin tersine bir tepki almamız kaçınılmaz olacaktır. Bu türlü durumda kişinin kendine verdiği değeri düşecek ve bize kuşkuyla ya da savunmacı bir tarzda yaklaşacaktır. Karşımızdaki insanın kendisini önemli hissetmesini sağlamak için yapmamız gereken beş şeyin birincisi, karşımızdakini kabullenerek karşılaştığımız insanlara içtenlikle gülümsememiz; ikincisi, kendisiyle kolay anlaşılır bir insan olmamız; üçüncüsü, hoşnutluğumuzu ifade ederek her durumda “teşekkür ederim.” dememiz; dördüncüsü, insanları överek yüceltmemiz, onaylamamız ve yaptıkları olumlu şeylerden dolayı onları tasdik etmemiz; beşincisi ise, hayranlığımızı dile getirerek, onların başarmış oldukları şeylere, sahip oldukları kişisel özelliklere veya maddi şeylere iltifat etmemizdir. Gösterdiğimiz bu davranış biçimi, diğer insanlarla olan iyi ilişkilerin temelini oluşturur. Bu davranışları uygulamaya çalıştığımız her seferde, karşımızdaki insanların kendilerini iyi hissetmelerini sağlarken, biz de kendimizi daha iyi hissetmiş oluruz. Kalıcı olan tek şey: İçtenlikle ve Sevgiyle yapılandır. 6. Dinlemenin “Beyaz Sihri” Başkalarını kendilerini özel bir kişi olarak hissetmelerini sağlayabileceğimiz altıncı adım ise, onlara özel bir dikkat vermektir. Hayat zaten bunun bir çalışmasıdır. Dikkatimizi her zaman en çok değer verdiğimize ve bizi en çok ilgilendiren şeye ya da bizim için en fazla önemli olan konuya veririz. Dikkatimiz nereye odaklanırsa; düşüncelerimiz, duygularımız ve hayatımız da oraya odaklanır. İlişkilerimizde, diğer kişilere gösterdiğimiz ilginin miktarı, onların bizim için ne denli önemli olduklarının da bir işaretidir. En fazla dikkati, en çok değer verdiğimiz insanlara ve şeylere gösteririz. Dikkat göstermenin tersi ise, kayıtsızlıktır. Değer vermediğimiz ve onaylamadığımız insanlara ya da şeylere karşı kayıtsız kalırız. Bir kişiye dikkatimizi ve ilgimizi verdiğimizde “sana değer veriyorum ve seni önemsiyorum.” demek isteriz. Tam tersi bir davranış içerisine girdiğimizde ise: “Seni önemsiz buluyorum ve sana az değer veriyorum.” mesajını vurgularız. Karşımızdaki insana gösterdiğimiz dikkatli bir ilgi, onun kendisine verdiği değeri yükseltir. Tersi bir davranış ise, bu değer düzeyini düşürür, kayıtsızlığımız ise, onu kızgın ve savunmacı birisi haline getirir. Olumsuz duyguların ana nedenlerinden birisi de, insanlar tarafından önemsenmemektir. Sırasında bir eş, patron ya da bir restorandaki garson tarafından önemsenmemiz, kendimizi değersiz ve küçülmüş hissetmemizden olur. İnsan ilişkilerinde etkin olan insanların, diğer insanların ihtiyaçlarına karşı gerekli ilgiyi ve dikkati göstermede hassas ve uyanık olmalarının nedeni budur. İnsanlara doğru ilgiyi nasıl gösteririz? Dinlemenin “beyaz sihrini” yaparak. Dinlemek, insan ilişkilerindeki dikkatin gerçek ölçüsüdür. Dinlemek diğer insana ve söylediklerine ne denli değer verdiğimizi gösterir. Karşımızdaki insanı dinlediğimiz, hem de iyi dinlediğimiz zaman, onun bizim için değerli ve önemli olduğunu ifade etmiş oluruz. En iyi liderler, satışçılar, yöneticiler ve arkadaşlar mükemmel ve hünerli birer dinleyicidirler. İyi bir dinleyici olmanın üç önemli yararı vardır. Birincisi, dinlemenin bir güven ortamı oluşturmasıdır. Birisi bizi dinlediğinde, ona daha fazla güveniriz. En hızlı güven ortamı, iki insanın birbirlerine dikkatle ve hoşnutlukla dinlemeleriyle oluşur. Dikkatle dinlediğimizde, karşımızdaki insan bizi her zamankinden daha fazla sever ve bize güvenmeye başlar. Böylelikle de bizim tarafımızdan etkilenmeye de her zamankinden daha fazla açık hale gelir. İyi dinlemenin ikinci faydası, kişinin kendisine verdiği değeri yükseltmesidir. Karşımızdaki insanı dikkatle ve ilgiyle dinlediğimizde, onun kendisine verdiği değer oldukça artar. Birisi bizi dikkatle ve ilgiyle dinlediğinde, bizde de aynı durum söz konusu olur ve kendimizi daha önemli ve değerli hissetmeye başlarız. Dinlemenin üçüncü faydası ise, içsel bir disiplin oluşturmasıdır. Diğer bir insanı dikkatle dinlemek, muazzam bir kişisel ustalık ve içsel disiplin gerektirir. Sıradan bir insan dakikada 150 kelime konuşur. Eğer biz kendimizi iyi bir şekilde disipline edebilirsek, dakikada 600 kelimelik bir dinleme potansiyeline ulaşabiliriz. Aktif dinleme, dikkatimizi kontrol etmemizi ve konuşan insana odaklanmamızı gerektirir. Karşımızdaki insanı kesintisiz bir şekilde dinleyebilmek için kendimizi ne kadar disipline edersek, hayatımızın diğer alanlarında da o denli etkin bir hale geliriz. Aktif Bir Dinleme Yapalım. Aktif dinlemenin birinci kısmı, dikkat ve ilgiyle dinlemektir. Konuşanın doğrudan yüzüne bakalım1 Konuşana doğru hafifçe öne eğilelim. Ayakta isek, ağırlığımızı ayak parmaklarımızın ucuna vererek enerjimizin öne doğru yansımasını sağlayalım. Karşımızdaki insanın ağzını ve gözlerini dikkatle takip edelim. Bu, bizim onu tam bir dikkatle dinlediğimizi anlatır. Karşımızdaki kişide, tam bir dikkat ve ilgiyle konuşmanın içinde olduğumuzdan iyice emin olmuş olur. Aktif dinlemenin ikinci kısmı kesmeden konuşmaktır. Konuşan kişi, kendisini dinleyenin konuya atlamak için fırsat kolladığını, düşüncelerinin başka bir yerde bulunduğunu, belki de vereceği cevabı hazırlamakla meşgul olduğunu algıladığında, kendini huzursuz, rahatsız ve aşağılanmış hisseder. Fakat karşısındaki kişinin konuştuğu şeylerle tam bir uyum içinde olduğunu fark ettiğinde, kendisini değerli hisseder. işte bundan dolayı, karşımızdakini sonuna dek sabırla, sakin bir şekilde ve sanki dünyada onun konuştuklarından başka bir şey kalmamış gibi dinleyelim. Aktif dinlemenin üçüncü kısmı, cevap vermeden önce duraklamaktır1 Karşımızdaki kişi konuşmasını bitirince, ona bir cevap vermeden önce üç ila beş saniye duraklayalım. Bu arada üç şey olabilir: Birincisi, karşımızdakinin söylediklerini daha iyi anlamamız mümkün olur. Diğer kişinin sözlerinin sindirilmesi için kendimize birkaç saniye tanıdığımızda, onu tam olarak ve daha iyi anlayabiliriz. İkincisi, karşımızdaki kişi sadece düşüncelerini toplamak için durmuşsa, onu kesmekten kaçınmış oluruz. Üç ila beş saniye kadar durakladığımızda, konuşmasını kesmek yerine, ona devam etme fırsatı tanımış oluruz. Bir düşüncenin veya bir cümlenin ortasında kesilmekten daha rahatsız edici ve aşağılayıcı çok az şey vardır. Üçüncüsü, cevap vermeden durakladığımızda, söylenen şeyleri önemli saydığımızı açıkça ifade etmiş ve ona dikkatli bir ilgi verdiğimizi de ortaya koymuş oluruz. Bir diğer kişinin sessizce oturup, söyleyecekleri ya da dinleyecekleri üzerinde düşünmesi, konuşan kişiye yapılmış olan büyük bir iltifattır. İyi bir dinlemenin dördüncü kısmı, netleştirmek için soru sormaktır. Karşımızdaki insanın ne dediğini tam olarak anlayabildiğimizden emin olmak için ona sorular soralım. Eski bir deyiş vardır: “Her başarısızlığın temelinde, hatalı varsayımlar yatar.” Hiç kontrol etmeden, her şeyi anladığımızı sandığımızda, karşımızdaki insanın ne dediğini belki de hiç anlamamış oluruz. Bu durum özellikle kadınlar ve erkekler arasındaki konuşmalar için geçerlidir. Konuşmayı genişletmenin, dinleme fırsatlarını artırmanın ve anlayışımızı geliştirmenin belki de en iyi yolu, sonu açık sorular sormamızdır. Sonu açık sorular, “evet” veya “hayır” şeklinde cevaplandırılamayan sorulardır. Sonu açık soruların ek bir faydası da dinlemek, güven oluşturmak ve diğer inansın düşünceleri ile duygularını tam olarak anlayabilmek için bize daha fazla fırsat yaratmasıdır. Ağzımız açıkken hiçbir şey öğrenemeyeceğimizi aklımızdan çıkarmayalım. Konuştuğumuz zaman, söyleyebildiğimiz tek şey, o ana kadar öğrenmiş olduğumuz şeylerdir. Dinlediğimiz zaman ise, yeni bir şeyler öğrenme fırsatımız vardır. Aktif dinlemenin beşinci kısmı, karşımızdaki insanın sözcüklerini kullanarak ona geri besleme yapmaktır. Onun söylediklerini kendi cümlelerimizle yeniden ifade edelim. Böyle yaptığımızda, karşımızdaki kişiye iltifat etmiş ve ona ne denli yakından ilgi gösterdiğimizi ortaya koymuş oluruz. Aslında, karşımızdaki konuşmanın ne demek istediğini ona geri besleme yoluyla verene kadar da onu tam olarak anlamış sayılmayız. Karşımızdaki insan konuşmasını bitirdiğinde şunu deneyelim. Üç veya beş saniye durakladıktan sonra: “Seni anlamış olduğumdan iyice emin olayım. Söylemek istediğin şudur…” diyerek, onun konuştuklarını kendi cümlelerimizle ona yeniden aktaralım. Karşımızdaki insanın konuşmasını kendi sözcüklerimizle ona yeniden ifade edecek kadar onu dikkat ve ilgiyle dinleme çabası gösterdiğimiz her seferde, iletişim becerimizi artırmış oluruz. O kişiyle aramızda daha büyük bir güven oluştururuz. Karşımızdaki insanda daha büyük bir kendine değer verme ortamı ortaya çıkarır, biz de kendi içsel disiplinimizi geliştirme fırsatını elde ederiz. Empatik Dinleme “Empatik dinleme”, karşımızdaki insanın sorunlarını çözmek yerine, ona samimi bir ilgi göstererek, konuştuklarına ekran olmamızdır. Terapistler, karşılarındaki insanın sözcüklerini ona değişik bir şekilde yeniden söyleyerek Empatik Dinleme Tekniğini kullanırlar. Örneğin kişi: “İşimden gerçekten bıkmış vaziyetteyim.” dediğinde ona: “İşinde yolunda gitmeyen bazı şeylerden dolayı sanırım bunalmışsın.” diye cevap verebiliriz. Sözlerini kendisine yeniden yansıttığımızda, sorun u daha iyi anlamasını sağlamakla kalmayıp, çözümle ilgili sezgilerini geliştirmesine de yardım etmiş oluruz. İki türlü empatik dinleme tekniği vardır: Basit Yansıtma ve Yorumlayıcı Yansıtma. Basit Yansıma’da, karşımızdakinin söylediklerini, içine hiçbir yorum katmadan ya da içeriğindeki gizli ve imalı mesajları deşmeden ona yeniden aktarırız. Böylece işitmiş olduklarımızı basit bir şekilde ve kendi cümlelerimizle karşımızdakine yeniden iletmiş oluruz. Kişi: “Gerçekten endişeliyim.” dediğinde, biz ona: “Gerçekten endişeli görünüyorsun.”
0 notes