Tumgik
azicikyasliyimama · 2 months
Link
0 notes
azicikyasliyimama · 5 months
Text
"Sabır denen şey bugün sermayenin kendini yeniden üretmesi ve değerlenmesi için gerekli olan şiddet dolu koşullara daha ne kadar katlanacağımız sorusuyla ilgilidir. Sabrı yöneten şey ise işçilerin, ev kadınlarının, öğrencilerin, göçmenlerin ve diğerlerinin borçlu yaşamasıdır.
Finans kapital halkı borçlandırarak hane ve aile ekonomilerini ele geçirir. En yoksul kesimleri -ve artık sadece onları da değil, gıda ve ilaç ödemeleri için borçlandırır, temel hizmetler inanılmaz yüksek faiz oranlarıyla taksitlendirir, başka bir deyişle sırf hayatta kalmanın kendisi borç ödemeye dönüşür.
O halde finansal terör, şimdide ve gelecekte işleyen , bizi yapısal uyumun maliyetlerini biraysel ve özel olarak üstlenmeye zorlayan bir itaat yapısıdır. Bunun yanısıra bir de gündelik yaşamlarımızın sadece borçla sürdürebileceğimiz gerçeğini normalleştirir.
Borç krizi yönetmenin bir yoludur. Hiç bir şey dışarıya patlamaz, aksine içeriye patlar. Finansal yükümlülük sürekli borç ödeme baskısıyla içerdeki ilişkileri, yani aile içi, hane içi, işyeri ve mahalle ilişkilerini giderek kırılgan ve güvencesiz hale getirir. "
Gündelik Yaşamda Bir "Karşı-Devrim" Olarak Borç
2 notes · View notes
azicikyasliyimama · 8 months
Text
"Sokaklarda, şaşkın, kafası karışık insanlar küçük gruplar halinde toplanıyor ve gökyüzüne dikiyorlar gözlerini. Esnaf her şeyi zararına satıyor. Herkes ya koşuyor ya da sürünüyor. Evlerin içinde, kalpler güm güm atıyor ve endişeli parmaklar, san· dıkların dibindeki gümüş kaşıkları ve yıpranmış tomarlarca parayı bohçalıyor. Tiyatro oyuncularıysa uzak sokakların köşelerine sığınıp parçalanmış kalplerini karanlığa uzatıyorlar. Geceleyin herkes gelmek olan katliamı bekliyor. Revolverlerimizi masanın üstüne sermiş oturuyoruz. Kulaklarımız, radyo mikrofonu gibi her şeyi büyütüyor. Hışırtılar meşum ayak seslerine dönüşüyor kulaklarımızda. Karanlık çekiliyor. Şafak vakti, güneş kül rengi suratlara bakıyor. Herkes şimdilik hala yaşıyor."
Gosdan Zarian, The Traveller and His Road (New York: Ashod Press, 1981), 28-29
#işgal #savaş #çaresizlik
4 notes · View notes
azicikyasliyimama · 8 months
Text
HAYALET AĞRI
Burada benden çok daha uzun zaman geçirmiş bir arkadaşım var. Geçenlerde hepimize memleket hasreti basmışken öyle oturaklı bir laf etti ki neye uğradığımı şaşırdım. "Türkiye, hayalet kol gibi bir şeydir," dedi, "kendisi ortada olmasa da ağrımaya devam eder."
Hayalet (fantom) ağrı diye bir şey var, duymuşsunuzdur. Fantom ağrı, kesilen bir uzvun sanki yerinde duruyormuş gibi hissedilmesine deniyor. Bu durum, genellikle kol veya bacak kesilmesinden sonra ortaya çıkıyor. Uzvunu kaybeden hasta, onun yerinde olduğu hissiyle yaşıyor ve gerçek bir organ ne tür hisler yaşatıyorsa eli kolu varmış gibi bunları birer birer tecrübe ediyor.
Bu benzetme beni çok sarstı. Kendi kısacık tecrübemi bir tarafa bırakıp uzun süre memleketten uzak kalmış olanları düşündüm. Sürgünde olanlar, değişik sebeplerle ülkeye dönemeyenler ya da Türkiye'de olmasina rağmen yabancı muamelesi görenler.
Geçenlerde bir konferans için Los Angeles'a gittik. Orada bizi bir Ermeni arkadaşımızın babası karşıladı. Aile, bir zamanlar Maraş' ta yaşıyormuş. 1915 'te mezalim başlayınca Kudüs'e sığınmışlar. Oraya doğru giderken yolda kundaktaki bebeklerini, soğuktan donan parmaklarını ve umutlarının büyük bir kısmını bırakmışlar. Ama çileleri bununla bitmemiş, İsrail kurulduktan sonra, oradan da Beyrut'a sürülmüşler. Beyrut karıştıktan sonra da Marsilya'ya göç etmişler. Los Angeles son durakları gibi görünüyor. Yine de bilinmez tabii.
Amcamız bir rahip. Almanya'da ilahiyat okumuş. Ermenice, Arapça, Fransızca ve İngilizce biliyor. Ama bizimle anlaşmak için Türkçeyi tercih ediyor. Babasından duyarak öğrendiği kırık dökük bir Maraş şivesiyle konuşuyor. Lafları ağzında şeker gibi gibi yuvarlayarak söylüyor. Hiç Türkiye' de yaşamamış. Ama Türkiye' den "vatanım" diye bahsediyor. O böyle dedikçe, ne diyeceğimizi bilemiyor başımızı önümüze eğiyoruz.
Utanmamız boşuna değil. Bizi uzun süredir görmedikleri akrabaları gibi karşılıyorlar. Ne ikram edeceklerini, neleri göstereceklerini bilemiyorlar. Bütün gece konuşuyoruz. Durup durup Los Angeles'ın güzel bir yer olduğunu ama insan ilişkilerindeki mesafeye, donukluğa bir türlü alışamadıklarını söylüyorlar. Oysa senelerdir orada yaşıyorlar. Üç çocuklarından biri Amerika' da doğmuş, yaşamlarının büyük bir kısmını bu ülkede geçirmişler. Yemeklerden, adetlerden, şarkılardan bahsediyoruz. Hassas meselelere dokunmamaya çalışıyoruz ama olmuyor. Gecenin sonuna doğru soruyorum, İstanbul'a bizi görmeye gelecekler mi? Amcamız acı acı gülüyor. O gelmiş zaten. Sadece İstanbul' a mı? Maraş' a kadar gitmiş. Köylerini görmeye. Belki yine gidecek. Ama karısını ikna edebileceğimizi sanmıyor.
Karısı, ninesinin yanında büyümüş. "Ninem ömrü boyunca her gün ağladı," diyor bana, "gördükleri yakasını hiç bırakmadı çünkü." Konuşmakta zorlansa da, yutkuna yutkuna anlatmaya devam ediyor: "Hep eve dönmekten bahsederdi ama bir türlü olmadı. Türkiye'den getirdiği çiçekleri otları doldurduğu bir kesesi vardı, onu koklar dururdu. Öldüğünde o keseyi de yanına gömdük." Bu hikayeyi duyunca gözyaşlarımı tutamiyorum. "Benim içinse durum farklı," diyor teselli etmek ister gibi. "Evim olmadı ki özleyeyim!" · Bunun ardından bir süre sessizce oturuyoruz. Söylenecek pek bir şey yok gibi. İkimiz de biliyoruz ki, insan en çok sahip olamadıklarının ağrısını çeker. Koparılmış bir kolu parmak uçlarına kadar hissedenler en fenasıdır. Onlar acıların en beterini yaşar. Kimse olmayan bir şeyin ağrısını dindiremez çünkü. O zaman, arkadaşımın da dediği gibi, Türkiye böyle bir hayalet ağrıdır. Kayıp bir kolun ağrısı.
Yerinden yurdundan edilmiş tüm Ermeniler için.
Meltem Gürle , Kırmızı Kazak
4 notes · View notes
azicikyasliyimama · 10 months
Text
Bu dağlar kömürdendir Geçen gün ömürdendir Feleğin bir kuşu var Pençesi demirdendir
Hadi leylim leylalım Ben yoluna kurbanım Ya al canım kurtulam Ya ver derdin dermanım
1 note · View note
azicikyasliyimama · 11 months
Text
es tan corto el amor, y es tan largo el olvido.
ne uzundur unutuş, ah ne kısadır sevda.
14 notes · View notes
azicikyasliyimama · 11 months
Text
Karamazov Kardeşler çok büyük bir romandır. Hatta belki de en büyüğüdür. Dostoyevski bu romanın içine dünyaları sığdırmıştır. Onun için, "Bir Roman, Bir Sahne" oyunu oynuyor olsak, bu romanı anlatacak kişinin en iyi sahneyi seçebilmek için saatlerce düşünmesi gerekir. Bunu kabul etmekle beraber, hiç tereddüt etmeden en sevdiğim sahneyi söyleyebilirim: Babasını öldürdüğü suçlamasıyla yargılanan Dimitri Karamazov, saatlerce süren sorguda yorgun düşüp uyuyakalır. Uyandığında başının altına bir yastık konduğunu fark eder. O vakte kadar canla başla suçsuzluğunu kanıtlamaya çalışan Dimitri'nin gözleri dolar, yüzü aydınlanır. Minnet dolu bir sesle, "Başımın altına yastığı kim koydu? Kimdir o iyi yürekli insan?" diye sorar. O kişi ortaya çıkmaz ama Dimitri değişmiştir; suçsuz olmasına rağmen kürsüye yaklaşır ve her şeyi imzalamaya hazır olduğunu söyler. Bu küçücük şefkat anı çözülmesine neden olmuş, başka her şeyi önemsizleştirmiştir.
Bizi mahvedenin kabalıklar olduğunu zannederiz. Oysa, asıl incelikler yıkar hepimizi. Kabalık, içinde yaşaddığımız, kendimizi hazırladığımız, hatta bir dereceye kadar baş etmeyi öğrendiğimiz bir şeydir. Dünya iyi bir yer değildir. Hayat acımasız, insanlar hoyrat, mutluluklar geçicidir. Bunu beş yaşında falan öğreniriz. Sonrası üç aşağı beş yukarı hep aynı teranedir. Başta, karşımızdaki insanların duyguları olmak üzere hayatta bir sürü şeyi kontrol edemediğimizi fark ederiz. Üstelik görürüz ki, bu hiç de az bir bilgi değildir aslında. "Öteki", cehennemin ta kendisidir. Sartre, başka birçok şeyde olduğu gibi, bu konuda da haklıdır. Böylece zaman geçer. Yavaş yavaş katılaşırız. Hayata karşı donanmış, kötülüklere karşı zırhlanmış olduğumuzu düşünmek isteriz. Beklentilerimizi düşük tutar, her şeye hazırlıklı olmaya çalışarak yaşar gideriz. Sonra birden, hiç beklemediğimiz bir yerden, bizi hiç tanımayan birinden bir incelik görürüz. İşte bu darmadağın eder bizi. Buna hazırlıklı değilizdir çünkü.
Kırk yaşına girdiğim gün hayatımın en kötü günlerinden biriydi. Neredeyse bir ay boyunca her gün yaptığım gibi, hastaneye annemi görmeye gitmiştim. Annem komadaydı. Yoğun bakımdaydı. Bizi yine içeri almadılar. Bir kez daha, "her şeye hazırlıklı" olmamızı söylediler. Babam, kardeşim ve ben hastanenin bahçesinde yine sessizce oturduk. Eve dönerken, bir daha hiçbir doğum günümde mutlu olamayacağımı biliyordum. Ruhumla beraber bedenim de katılaşmış gibiydi. Her adım için düşünmem gerekiyordu. Bir robot gibi ilerleyerek dolmuşa bindim. Biri bana dokunursa paramparça olacağımdan korktuğum için öne, şoförün yanındaki koltuğa oturdum.
Güzel bir yaz günüydü. Haziran güneşi ön camda patlayıp dağılıyor, her şey fazla parlak, fazla canlı, fazla renkli görünüyordu. Işık öyle kuvvetliydi ki, canımı acıtıyordu. Dayanamayıp gözlerimi kıstım. Bunun üzerine yanımdaki koltukta bir hareket hissettim. Yaşlıca bir adam olan şoför bana doğru uzandı, önümdeki güneşliği indirip gözlerimin hizasına gelecek şekilde ayarladı. Sonra hiçbir şey söylemeden işine döndü ve gözlerini yola çevirdi. Güneşliğin üzerindeki aynada kendimi gördüm. Kızarmış ve kısık gözlerimi. Şoföre teşekkür etmek için ağzımı açtım. Ama sesim çıkmadı. İşte o zaman ağlamaya başladım.
Her şeye hazırlıklı olduğumuzu zannederiz. Ama bir gün bir şey olur. Kırılırız. İncelikler yüzünden.
(Meltem Gürle, Kırmızı Kazak)
1 note · View note
azicikyasliyimama · 1 year
Text
insanlığın bileğinin hakkına kazandığı en güzel bayram 1 Mayıs kutlu olsun.
Bizden öncekilere, bizden sonrakilere bin selâm.
8 notes · View notes
azicikyasliyimama · 1 year
Text
Bir gün bir ağacın dibinde dizlerime vurar vura ağlasam.
5 notes · View notes
azicikyasliyimama · 1 year
Text
“rosa! seni çocukluğumdan beri tanıyorum…sık sık okuduğum bir sayfadan çıkar gelirsin, bazen de yazmaya çalıştığım bir sayfadan. başını geri atarak gülümsersin. ne tek bir sayfaya sığarsın, ne de seni tekrar tekrar koydukları hapishane hücrelerine…hapishanedeyken bile, kendine acımak seni hep öfkelendirmiş ve bir dostundan gelen bol sızlanmalı mektuba şöyle cevap vermişsin; ‘insan kalmaya bak. temel mesele insan olmak. bu ise kararlı, dürüst ve neşeli olmak demek. evet herkese ve her şeye rağmen neşeli olmak. insan olmak demek, gerektiğinde tüm hayatını seve seve kaderin büyük terazisine koymak, fakat aynı anda her aydınlık güne ve her güzel buluta sevinmek demektir’…” (john berger)
#rosaluxemburg
6 notes · View notes
azicikyasliyimama · 1 year
Text
youtube
6 notes · View notes
azicikyasliyimama · 2 years
Text
youtube
Bazı şeylerin hep varolacağına, bitmeyeceğine, gitmeyeceğine emin olduğunuz zamanlarda çok günün, çok şarkının, çok insanın, çok emelin, çok sevincin, çok arzunun hakkını yersiniz. bilerek ya da bilmeden. yokluğunda fark ettiğiniz, değerli olan o şey, artık ne bir gün, ne bir şarkı, ne bir insan, ne bir emel, ne bir sevinç, ne bir arzudur.
Kuş öldüğünde uçuşun kıymeti de ölür, gökyüzünden döne döne bir tüy düşer omuzlarınıza, ağırdır.
7 notes · View notes
azicikyasliyimama · 2 years
Text
youtube
2 notes · View notes
azicikyasliyimama · 2 years
Text
Bazen sen karanlığın içinden geçersin. Bu kötü değil. Bazen karanlık senin içinden geçer ve ayak izlerini bırakmaz; çürütür. Bu kötüdür.
Zalimin içinizden geçmesine , müsaade etmeyin .Neşeniz, kahkahanız , umudunuz ...Yeniden yeniden başlama yeteneğiniz ...Beraber iş yapma gücünüz ...Bilinciniz ve kalbiniz... Savunmanız gereken insanlık değerleridir. Binlerce yıllık direnişin size emanetidir. Onları savunun !
Karanlığın içinizden geçmesine asla müsaade etmeyin . Yenilmeyin! Direnin!
Cem abim
19 notes · View notes
azicikyasliyimama · 2 years
Text
"kuş ölür abla sen uçuşu hatırla." demişti bir çocuk bana. gözüm hep bulutlarda.
7 notes · View notes
azicikyasliyimama · 2 years
Text
"bazen yağmur yağıyor,
ve ben seni seviyorum.
bazen güneş açıyor,
ve ben seni seviyorum.
bazen burası bir hapishane,
ben seni daima seveceğim."
...
eduardo galeano
3 notes · View notes
azicikyasliyimama · 2 years
Text
Tumblr media
Iyiki doğdun güzel çocuk BARIŞ🎈
17 notes · View notes