Tumgik
Text
Bu gönderiyi RB leyen libidosu yüksek herkes birbiriyle takipleşiyor, tanışıyor, konuşuyor.
Sonrasında ne yaparsanız yapın 😄.
31 notes · View notes
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
327 notes · View notes
Text
Bölüm 132
Zile bastım, içerden sesler geliyordu. Kapıyı Refiye’nin en küçük kız kardeşi Raziye açtı. İstanbul’da yaşayan Raziye ablalarının aksine başı açık bir kadındı. Dizlerinin üzerine gelen siyah etekle beyaz bir gömlek giymişti. Gömleğinin açık yakasından boynuna astığı beyaz inci kolyesi görünüyordu. Sarıya boyadığı dalgalı saçları omuzlarına dökülüyordu. Siyah eteği kalçalarını ve götünü sarmıştı. Ablasına sevgiyle sarıldı, öpüştüler. Sonrasında çekinerek elini uzattı bana. “Hoş geldin enişte!” dedi gülümseyerek. Refiye değerli çantasını kasaya koymak için hemen üst kata çıkarken ben salona geçtim.
Diğer kız kardeşi Rukiye, Emel, Ceren, Ecmel ve diğer çocuklar salondaydı. Rukiye sanki nikâha gelmiş gibi parlak mor renkli ve belinde kalın siyah kuşak olan bir elbise giymişti. Vücudunu saran elbisesi hatlarını ortaya çıkarırken başını da parlak siyah bir türbanla bağlamıştı sıkıca. Yüzünde de hafif ama güzel bir makyaj vardı.
Emel ise bana tanıdık gelen bir elbise giymişti. Bu Refiye’yi düğünde ilk kez gördüğümde üzerinde olan mavi renkli elbiseydi. Emel Refiye’den biraz daha uzun ve yapılıydı. O nedenle Refiye’nin diz altına gelen elbisesi Emel’in dizlerine gelmişti. Çorap giymemişti. Parlak, un gibi beyaz bacakları elbisenin altında parıldıyordu. Ayağında yüksek topuklu ve üzeri taşlı, ayakkabıya benzeyen terlikler vardı. Başını ise siyah beyaz desenli Refiye’nin o gün kullandığına benzer bir türbanla bağlamıştı. Elastik elbise vücut hatlarını ortaya çıkarmıştı. Özellikle dolgun götü elbisenin altında adım attıkça löpürdüyordu. Külotunun lastik izleri belli oluyordu. Şişkin memeleri de tıpkı götü gibi elbisenin altında belirgindi.
Ceren daracık mavi bir kot giymeyi tercih etmişti. Ayak bileklerinin üstüne geliyordu kotu. Üstünde ise kalçalarına dek inen yarım kollu bir tunik vardı. Nikâh günü başını örtmüştü ama şimdi açıktı.
Yanında duran Ecmel uzun boyuyla hemen diğerlerinden ayrılıyordu, tüm heyecanı ile bakıyordu bana. “Hoş geldiniz enişte!” dedi bembeyaz ve güzel dişlerini gösteren gülümsemesiyle. “Sizli bizli konuşmayalım, artık ben de bu ailenin parçasıyım!” dedim gülerek. Açık mavi bir kotun üstüne gri renkli uzun kollu bir bluz giymişti. Dar kot ve bluz taze, körpe bedeninin hatlarını çıkarmıştı ortaya. Yaşına karşın iri memeleri bluzun altından dimdik öne doğru fırlamıştı. Beyaz koynu açıktaydı, başını açık mavi penye bir şalla bağlamıştı.
Rukiye’nin kızı tıpkı nikâh günü olduğu gibi kaçamak bakışlarla bakıyordu. Adı Ravza idi, lise ikiye gidiyordu ama erkenden serpilip gelişmişti. Uzun siyah saçlarını arkadan atkuyruğu yapmıştı. Siyah dar kotunun üstüne açık pembe kısa kollu bir bluz giymişti. Bluz kısaydı ve hareket ettikçe nerdeyse göbeği görünüyordu. Küçük çocuklar ise kendi aralarında oyuna dalmışlardı.
Sofra hazırlanırken koltuğa oturdum. Televizyona bakarken Refiye aşağı indi. Başını açmış, kıyafetini değiştirmişti. Siyah mini bir etekle beyaz saten gömlek giymişti. Bembeyaz çıplak ve pürüzsüz bacakları tüm güzelliğiyle ortadaydı. Götünü sıkı sıkı sarmıştı minicik eteği. Kısa kollu gömleğinin üst düğmelerini de memelerinin çatalı görünecek kadar açmıştı. Siyah sutyeni belli oluyordu saten gömleğin altında. Ayağına ise yüksek topuklu terliklerini giymişti. Evde benden başka erkek olarak sadece Rukiye’nin 3-4 yaşındaki oğlu vardı, o nedenle böyle giyinmekten çekinmemişti.
Emel ıslık çalarak, “Uu, hayatım bu ne şıklık!” derken ne tepki vereceğini merak ettiğim Rukiye, “Abla vallahi mankenler yanında halt etmiş!” dedi. Rukiye kapalı bir kadındı o nedenle ablasının böyle giyinmesine karşı bir şeyler söyleyeceğini düşünmüştüm ama tam tersi bunu övücü sözlerle karşılamıştı. Bunu dedikten sonra bana dönerek, “Enişte görüyorsun sana manken gibi gelin verdik!” dedi gülerek. Sözlerini, “Teşekkür ederim!” diye cevapladım gülümseyerek. Raziye de aynı ablası Rukiye gibi övücü sözler söyledi.
İçlerinde en ilginç çıkış ise Ecmel’den geldi, “Ceren bu gece aksiyon var, sen bence bizde kal!” dedi beyaz dişlerini göstererek. Ecmel patavatsızlığının farkına varamamıştı ta ki annesi, “Aptal aptal konuşma!” diyene kadar. Emel kızının sözlerinden ötürü pişman olmuş gibiydi, ancak Refiye, “Kızma tamam, öyle demek istemedi benim kuzum!” diyerek Ecmel’e sarılıp öptü. Ceren ise adı geçtiği halde tek bir tepki vermedi, annesi Ecmel’e sarılıp öperken yan gözle bana baktı. Ama çok şey anlatan kısacık bir bakıştı bu.
Sofraya oturduğumuzda bir sürpriz bekliyordu beni. Emel’in her biri birbirinden lezzetli görünen yemek ve mezelerinin arasında bir büyük şişe rakıyla bir şişe kırmızı bir şişe de beyaz şarap vardı. “Bunlar ne böyle?” dediğimde, Refiye, “Bu akşam sevdiklerimle bir aradayım. İstedim ki en kötü günümüz böyle olsun!” dedi gülümseyerek. Keyifle, “İyi yapmışsın!” dedim. Masanın başına ben otururken Refiye sağıma Emel ise soluma oturdu.
Refiye elleriyle bana ve kendisine birer kadeh rakı koyarken Emel’e de bir kadeh kırmızı şarap doldurdu. Ancak Emel, “Ben de rakı içmek istiyorum!” deyince, “Ben koyarım!” dedim. Bu akşamın sürprizleri bitecek gibi görünmüyordu. Ben Emel’e rakı doldururken, Refiye, “Kız Rukiye sen içmiyor musun rakı?” diye sordu. Rukiye kızaran yüzüyle, “Abla eniştemin yanında olur mu?” deyince, “Olur olur, bal gibi olur!” dedim ve ona da bir kadeh rakı doldurdum. Bu arada sahipsiz kalan şarap kadehini ise Raziye almıştı, ancak, “Enişte müsaaden var mı?” diye sormadan edemedi utangaç bir genç kız gibi.
“Müsaade senin!” dedim ve kızlara dönüp, “Evet kızlar, siz ne içiyorsunuz?” diye sordum. Geldiğimden beri sessiz duran Ravza, “Biz kola içiyoruz!” deyince, “Kolayı çocuklar içer, siz çocuk musunuz?” dedim gülerek. Ravza sözlerimden alınmış gibi, “Tabii ki değiliz!” dedi. Refiye, “Ceren buzdolabında biralar var kızım, git getir hadi, bardak da getir!” deyince Ceren sessizce kalktı ve mutfağa geçti. “Ha şöyle, mademki en kötü günümüz böyle olsun istiyoruz o zaman herkes bu gece içecek!” dedim neşeyle.
Ceren biraları ve bardakları getirdi. Kendi ellerimle açtım biraları ve kızların bardaklarına doldurdum. Ecmel’in bakışlarından çekindiğini anladım, “Alışık değilsin herhalde, daha önce içmedin mi?” diye sordum. Ecmel yerine annesi Emel cevap verdi ve “Alışık olmaz olur mu, babası her akşam içerdi!” dedi öfkeli bir yüzle. Sesi de aynı şekilde sertti. Kocasından bahsetmek sinirlerini bozmuştu.
“O zaman hadi, herkes kaldırsın kadehini!” dediğimde eller tek tek kalktı. Kadehler tokuşurken buz gibi rakımdan derin bir yudum aldım. Rakının sert ve keskin tadı boğazımdan mideme oradan tüm vücuduma yayılırken neşem daha da yerine gelmişti.
Emel ve Rukiye sanki kırk yıllık rakıcıymış gibi içiyordu. Refiye de fena sayılmazdı. Raziye ise kırmızı şarabı bazen yüzünü ekşitse de içiyordu. Rukiye’nin kızı Ravza ise biradan keyif almış gibiydi, küçük ama sık yudumlarla içiyordu birasını. Alkole alışık olan Ceren de ufak yudumlar alıyordu. Ecmel ise bira dolu bardağını gerdek gecesi yarağa sarılan taze gelin gibi sıkı sıkı tutuyor ve derin yudumlar alıyordu.
Sofrada herkes neşeliydi. Keyifle yiyip içiyorduk. Bir süre sonra Refiye, “Osman bir konu var konuşmamız gereken...” deyince, “Hayırdır?” dedim merakla. “Hayırlı hayırlı...” dedi Refiye kadehinden bir yudum rakı aldıktan sonra. “Bu konunun belki yeri değil ama öyle yada böyle konuşmamız gerek sonuçta...” deyince merakım büsbütün arttı.
“Emel abimden boşanmak istiyor, ben de bu kararını destekliyorum hatta teşvik eden ben oldum. Abim de olsa Emel’i hak etmiyor. Emel benim için abimin karısı değil kardeşim gibidir. Onun üzülmesini hiç istemem. Boşanma davası açacak. Boşandıktan sonra da buraya Konya’ya yerleşecek. Ecmel de aynı şekilde burada yanımızda olacak. Bize iyi bir avukat lazım, senin tanıdığın vardır mutlaka. Parası mühim değil, ben vereceğim. Bize iyi bir avukat bul ne olur. En kısa zamanda açalım davayı!” deyince Emel’e baktım.
Sabah Aysel’in evinde duymuştum boşanacağını ama şimdi ilk kez duyuyormuşum gibi bir tavır takınıp, “Üzüldüm!” dedim, ama Emel, “Üzülmeyin lütfen!” dedi. Boşanacak olmaktan üzülmüyordu. Rukiye ve Raziye Emel’in boşanacağını biliyordu belli ki, o nedenle sessiz kaldılar. “Her şeyin hayırlısı!” dedim, bu tepkinin üzerine söyleyecek bir şey bulamadım çünkü. Emel kadehinde kalan rakıyı bir dikişte bitirince yeniden bir tane doldurdum.
Emel, “Mersi!” dedi yan gözle bakarak. Simge Hanımın bahsettiği bir bakıştı bu. Emel benimle bakışlarıyla flört ediyordu. Sonra alkolün de etkisiyle, “Ay beni sıcak bastı!” dedi eliyle yüzüne yelpaze yaparken. Refiye, “Hayatım terlediysen şu başındaki türbanı aç, utanma Osman var diye!” deyince, Emel, “Ay olur mu Refiye!” dedi çekingen bir sesle.
“Ben ayarlarım avukat, sıkıntı olmaz. Siz hiç merak etmeyin!” dediğimde, “Çok teşekkür ederim, size de bunca işinizin arasında yük oluyorum!” dedi mahcup bir eda ile. “Ne demek olur mu öyle şey. Böyle şeyler söylemeyin!” dedim yanıt olarak. Refiye elimi tutup dudaklarına götürdü, “Ah canım, sen de olmasan ne yaparız, iyi ki varsın!” dedi sevgi dolu bir sesle ve öptü.
“Peki, buraya yerleştikten sonra ne yapmayı düşünüyorsunuz? Çalışacak mısınız?” diye sordum. Aysel’in evinde öğrenmiştim, hatta CV’si arabamın torpido gözündeydi ama bilmiyormuş gibi davranmak zorundaydım. “Elbette, boş oturmayı sevmem. İstanbul’da yaptığım gibi bir iş bulabilirsem çok iyi olacak!” diye cevap verdi Emel. Refiye hemen söze karışıp, “Emel üniversite mezunudur, İşletme mezunu. Ayrıca bir sürü sertifikası, eğitimi var. Çok iyi de İngilizce bilir!” deyince, “Aman Refiye abartma sen de!” dedi mahcup olmuş gibi. “Ne abartması hayatım, gerçekleri söylüyorum!” dedi Refiye. O sıra Ecmel lafa girip, “Annemin İngilizcesi çok iyidir. İşyerine gelen yabancı misafirlerle annem ilgilenirdi, bütün yazışmaları da annem yapardı!” dedi övünerek. Emel kızına dönüp, “Sen lafa karışma büyükler konuşurken!” dedi sert bir sesle. Sanki yemekten önceki olaydan dolayı halen kızgın gibiydi kızına.
Bu konuşmaların ardından Emel tabağına bir şeyler koymak için doğrulup kalktı. Refiye’nin önündeki meze tabağına uzanırken domalır gibi oldu, bu sırada elbisesinin altındaki dolgun ve yuvarlak götüne sol dirseğim çarptı. Hafiften sarhoş olmuş gibiydi Emel, bu nedenle hiç fark etmedi bunu. Götü hemen yanı başımdaydı. Yan gözle bakmadan edemiyordum. Götünün yarığını fark etmemek mümkün değildi.
Masaya doğru iyice eğilip de kolunu uzatınca bu kez sağ memesini sol kolumda hissettim. Gövdesini bana yaslamıştı. Sıcaklığını hissediyordum. Parmaklarımı azıcık uzatsam vücuduna değecekti. Sonunda tabağına bir şeyler aldıktan sonra yerine oturdu. Emel sarhoşluğun etkisiyle mi yoksa bilerek mi böyle yapmıştı anlayamadım ama bundan keyif duymuştum.
Bu sırada Refiye’nin bakışlarını üzerimde hissettim. Beni sorgular gibi bakıyordu, sonrasında tabağına aldığı kadınbudu köfteyi afiyetle yiyen Emel’e baktı. Birkaç saniye sonraysa, “Hayatım Emel’deki değişikliği fark ettin mi?” diye sordu bana. “Değişiklik mi, nasıl yani?” dedim şaşkınca. Az önceki olayla ilgili bir şey mi ima etmeye çalışıyordu Refiye?
“Emel’e bakınca ne görüyorsun?” diye sordu bu kez. İşkillendim, Emel de (Nasıl yani?) der gibi baktı Refiye’ye. “Anlamadım, ne demek istiyorsun?” diye sordum tedirgin bir halde. “Emel’in üzerindeki elbise sana neyi hatırlatıyor?” dedi bu kez. Rahatlamıştım, “Ha o mu?” dedim derin bir nefes alıp verdikten sonra. “Bu seni ilk gördüğüm zaman üzerinde olan elbise!” dediğimde gülümseyerek Emel’e baktı.
“Bahsi sen kazandın hayatım!” dedi bir gözünü kırparken. “Ne bahsi?” dedim şaşkınca. “Ben unutmuşsundur diye tahmin etmiştim, ama Emel seni gerçekten seviyorsa unutmamıştır dedi. Bahse girmiştik, ben kaybettim, Emel kazandı!” dedi Refiye. “Neye bahse girmiştiniz, ödül ne?” dedim gülerek. Emel Refiye’ye bakarak, “Aramızda değil mi?” dedi gülerek. Refiye de, “Evet söyleyemeyiz, aramızda!” dedi küçük bir kahkahayla.
Rakımdan bir yudum aldım. “Nasıl unuturum, seni ilk defa bu elbiseyle görmüştüm, o anda aklıma kazınmıştın!” dedim gülümseyerek. Masadan, “Oooo!” sesleri yükseldi bu sözlerimden sonra. Bu şekilde tepki vermeleri utandırmış ama hoşuma da gitmişti.
“Emel buraya pantolon gömlekle gelmişti. Öyle pejmürde bir halde sofraya oturmasını istemediğim için bunu verdim giysin diye. Ama giyerken de bahse tutuştuk. Nasıl güzel olmuş mu?” deyince, “Evet, çok yakışmış!” dedim yan gözle Emel’e bakarken. Emel nazikçe, “Teşekkür ederim!” dedi karşılığında.
Rukiye kadehini bitirmişti. Bembeyaz yanakları kızarmıştı. Elini kadehin üzerine koyup, “Çok olur!” dediyse de, “Olmaz olmaz!” dedim ve rakı koydum tekrar. Ravza ve Ecmel’in beyaz yanakları da kızarmıştı ama biralarını da bitirmişlerdi. Ceren ise bana mısın dememişti hiç. Kendine bir bira daha doldurdu. Alkole doymuştuk, çok güzel ve unutamayacağım bir gece olmuştu şimdiden. Karım, iki baldızım ve Emel eski güzel günlerine ait anılarını anlatırken onları böyle mutlu görmek beni de mutlu ediyordu.
Ancak ilerleyen dakikalarda gecenin güzelliği başka noktalara kaymaya başladı. Masanın altında ayağıma bir şeyler değiyordu, Emel’in ayağıydı bu. İlk önce önemsemedim, dalgınlıkla yaptığını ve masada biraz da kalabalık olmamız nedeniyle olduğunu düşündüm. Ama sonra bunun bir kadın tacizi olduğunu fark ettim. Emel’in ayakucu sol bacağım üzerinde geziniyordu. Ayak bileklerime ve baldırlarıma sürtüyordu ayağını. Emel karımın yanında beni ayağıyla taciz ediyordu. Farkında değilmişim gibi yapsam da yan gözle bakıyordum ona. O da masada başka şeylerle ilgileniyor gibi yapıyordu. Ama uzun beyaz masa örtüsünün gizlediği alt taraftaysa başka şeylerle ilgileniyordu.
Sol ayağımı ondan yana kaydırdım. Biraz sonra Emel’in ayağı baldırımda yukarı aşağı oynamaya başladı. Az önce bana yaslanmasını, memesini koluma değdirmesini ve domalarak götünü sergilemesini de bilerek yaptığını anladım. Emel ayağını ustaca kullanıyordu. Tıpkı bir yarağı nazikçe tutup okşayan bir el gibiydi. Bazen ayağının üzerini bazen ucunu sürtüyordu.
Emel’in hareketleri yarağımı sertleştirmişti. Refiye’nin bunu anlaması imkânsızdı, uzun masa örtüsü engel oluyordu buna. Emel bir ara verip bir devam ederek birkaç dakika boyunca bacağımı ayakucuyla okşamaya devam etti.
10 dakika kadar sonra Refiye kalktı. Ancak kalkarken birden sendeledi. Elinden tutup, “İyi misin?” dedim telaşla. “İyiyim iyiyim, biraz fazla kaçırdım rakıyı anlaşılan!” dedi gülümseyerek. “Benim lavaboya gitmem gerek!” dedi ve yatak odasındaki banyoya gitmek için merdivenlere yöneldi. Emel’in yanında oturan Raziye ablasına yardım etmek için kalkıp koluna girdi.
Refiye üst kata çıkıp gözden kaybolunca sol elimi kimseye fark ettirmeden aşağı indirdim. Yavaşça masa örtüsünün altına soktum. Emel bu sırada karşısındaki Rukiye ile konuşuyordu.
Biraz uzatınca Emel’in bacağına değdi elim, mavi elbisenin yumuşak kumaşını hissettim. Bu anda Emel de yaptığımın farkına varmıştı. Küçücük bir bakış attı, gözlerimiz kesişti ama beklediğim gibi hiçbir şey olmamış gibi Rukiye ile konuşmasına devam etti. Masadakiler alkolle iyice kendilerinden geçmişti. Sol elimin masanın altında olduğunu anlayacak halde değillerdi.
Elbisenin kumaşını kaydırdım, elim sağ dizinin üzerine geldi. Bu anda Emel biraz daha öne kaydı sandalyesinde ve masaya dayandı. İki dirseğini masaya dayayıp ellerini çenesinin altına koymuş ve Rukiye’yi dikkatle dinliyormuş gibi yapıyordu. Elbisesini daha da açtım, sol elim artık sağ bacağı üzerindeydi tamamen, uyluğunu okşuyordum yavaşça. Dolgun ve çıplak etini avucumda hissediyordum. Emel’in alev alev yandığını hissettim. Kocasından boşanacak ve buraya yerleşecekti. Onu sikmek için fazla uğraşmayacağımın kanıtıydı bu anda yaşananlar.
Bacakları birbirine yapışık gibiyken ayırıverdi. Ben de sandalyemde öne doğru kaydım ve elimi biraz daha öne doğru uzattım. Elim şimdi iki uyluğunun arasındaydı. Elimi usul usul gezdiriyordum kadife gibi yumuşak ve pürüzsüz etinin üzerinde. Kendimden geçmiş gibiydim. Büyük zevk alıyordum. Yarağımın sertliği her geçen saniye artıyordu.
Masanın üzerindeki sağ elimle kadehimdeki rakıyı bir dikişte içtim. Rukiye, “Doldurayım enişte!” deyince, Emel araya girerek, “Sen zahmet etme canım ben doldururum!” dedi. Bana gülümseyerek baktıktan sonra, “Maşallah enişte beyimiz de iyi içiyor!” dedi. “Siz de öylesiniz!” dedim gülümseyerek. “Aaa, hani sizli bizli konuşmak yoktu?” dedi bu kez dudaklarını büzerek. Kadın tam bir kaşar, tam bir orospuydu. Gerçek bir orospu ruhu vardı.
Doldurduğu rakıdan bir yudum alırken birden sol elimin üzerinde Emel’in elini hissettim. Sağ elini masanın altına sokmuş ve elimi kavramıştı sıkıca. Bu sırada Rukiye de mutfağa gitmek için kalkmıştı. Emel elimi sıkıca tutup bacağına bastırıyor ve daha yukarılara götürüyordu. Elim artık kasıklarına gelmişti. Bacaklarını hafif hafif açıp kapıyor, sağa sola ileri geri oynatıyordu. Ceren, Ecmel ve Ravza kendi aralarında konuşmaya dalmışlar bizi unutmuşlardı. O nedenle ikimiz de rahattık.
Biraz daha öne kaydım. Artık külotuna değiyordu elim. Pamuklu, ince kumaşı parmaklarımın ucunda hissediyordum. Bu anda Emel dudaklarını emiyor, ara ara dilini dışarı çıkarıyordu. Elimle onu tatmin ediyordum. Yarağım pantolonun altında demir gibi olmuştu. Boş bulunup ayağa kalksam fark ederlerdi. Emel elimi bıraktı, elini masanın üzerine koydu. Rakı kadehini kavradı sıkıca. O anda kalp atışlarının ve nefes alış verişlerinin hızlandığını anlamıştım. Alkolün etkisiyle kızaran yanakları yanıyordu, koyu mavi bonesinin altındaki geniş alnında ter damlacıkları oluşmuştu. O kısa zamanda Emel sikiliyormuş, amına bir yarak girip çıkıyormuş gibi zevkin doruklarına ulaşmıştı. Belki de uzun zamandır kocasıyla sikişmemişti ki muhtemelen de öyleydi. Çünkü kocası başka bir kadınla birlikte yaşamaya başlamış ve evi terk etmişti.
Ama bu keyifli an çok uzun sürmedi. Emel korkuyla bacaklarını birbirine yapıştırdı. Refiye merdivenlerden iniyordu çünkü. Ayağındaki topuklu terliklerinin 'Tak tuk!' sesleri yankılanıyordu salonda. Elim iki uyluğu arasında sıkışmıştı, çekemiyordum. Parmaklarımı oynattım, neyse ki ilk andaki korkusunu atlattı. Bacaklarını ayırırken, “Nasılsın şimdi hayatım?” diye sordu Refiye’ye.
Hemen elimi çektim ve “İyi misin?” diye sordum ben de. Sandalyesine oturdu, “İyiyim, sadece biraz başım ağrıyor...” dedi. Ama hemen sonra Emel’e, “Sen iyi misin hayatım, yüzün gözün ter içinde kalmış, kıpkırmızı olmuşsun!” deyince, Emel heyecanla, “Fazla kaçırdım bu gece, ondandır!” dedi. Refiye, “Hayatım aç şu başındakini, Osman’dan çekinme!” dediyse de, Emel yine, “Sağ ol hayatım, gerek yok!” dedi ve bir peçete alıp alnındaki ve yüzündeki teri sildi.
Refiye, “Ben de fazla kaçırdım, başım çatlıyor!” deyince, “Ben şimdi sana masaj yaparım hayatım!” dedi Emel ve ayağa kalktı. Refiye’nin arkasına geçip her iki işaret ve orta parmaklarıyla Refiye’nin şakaklarına masaja başladı. Refiye, “Ay Allah razı olsun!” dedi gözlerini kapayarak. Emel masajı yaparken gözlerini üzerimde gezdiriyordu. Parmaklarını bacağım üzerinde gezinen ayağı gibi ustaca kullanıyordu. Profesyonel bir masajcı gibiydi sanki.
Sonunda Refiye, “Ay sağ ol hayatım, valla iyi geldi!” deyince, Emel, “Enişte sen de ister misin?” diye sordu. “Yok, teşekkür ederim!” dediğimde, Refiye, “Osman bence bu fırsatı kaçırma, Emel masajcıdır, bu işin eğitimini aldı!” dedi. Ben yok dediysem de Emel arkama geçti ve parmaklarını şakaklarıma koyarak masaja başladı...
Kadın gerçekten de bu işi biliyordu. Güzellik uzmanlığının yanında masajdan da iyi anlıyordu. Kimi zaman parmak uçlarıyla kimi zamansa elinin ayası ile şakaklarıma yaptığı masaj beni kendime getirmişti. Biraz önce masanın altında bacaklarını, kalçalarını okşamış deyim yerindeyse ben ona masaj yapmıştım. Şimdiyse Emel bana masaj yapıyordu. Refiye, “Yok diyorsun ama senin de hoşuna gitti!” dedi gülerek.
“Yeterli mi?” diye sordu Emel biraz sonra. “Çok iyi oldu, çok teşekkür ederim!” dedim. Emel yerine otururken, “Maşallah senin de on parmağında on marifet var!” dedim gülümseyerek. “Eh, boş oturmayı sevmiyorum. Fırsat buldukça kendimi geliştirmeye, eğitmeye çalışırım!” dedi kadehinde kalan son rakıyı yuvarlarken. “Aynı zamanda sıkı içiyorsun!” dediğimdeyse, “Senelerce alkolik bir adamla evli olunca mecburen alışıyorsun!” dedi asık bir yüzle. Konu kocasına geldiğinde fena halde sinirleri bozuluyordu.
Masada zaman hızla geçmiş saat gece yarısını bulmuştu. Alkolün yorduğu bedenlerimizi kendine getirmek için Ravza ve Ecmel’in birlikte yaptığı sade Türk kahvelerini içtik. Tuvalete gitmek için kalktım. Bir an başım döner gibi oldu. Refiye, “İyi misin hayatım?” dedi ayağa kalkıp koluma girerek. “İyiyim, ben de fazla içtim anlaşılan, tuvalete gideceğim!” dediğimde, “Gel canım ben götürürüm seni!” dedi ve birlikte merdivenlere yöneldik.
Merdivenlerde, “Nasıl canım, bu akşam hoşuna gitti mi?” diye sordu. “Çok, valla çok teşekkür ederim, insanın evinde böyle bir akşam yaşaması çok güzel. Özlem hayatta yapmaz böyle şey!” dedim yanıt olarak. Ancak Özlem’in adını anmamdan hoşlanmamış gibiydi Refiye. “Erkeğini memnun etmesini ne bilir o?” dedi yatak odasının kapısını açarken.
Ben klozete çişimi yaparken o da arkamda duruyordu. “Hayırdır, beni kaçırırlar diye mi bekliyorsun?” diye sordum gülerek. Refiye soruma cevap vermek yerine beni şaşırtan bir şey söyledi. “Simge Hanım’ın dediğini yapacağım demiştim ya. İşte senin koynuna sokacağım kadını buldum!” dedi. Elim yarağımdaydı, sözlerini duyunca çişimi klozetin kenarına taşırdım. “Ne dedin?” diye sordum heyecanla. Fermuarımı çekip geriye döndüm.
Refiye ciddi bir yüzle bakıyordu. “Sen deli misin?” dedim ellerimi yıkarken. “Deli değilim, kadının dedikleri doğru. Aramızdaki iletişimi güçlendirmemiz gerek. Bunun için de ne gerekiyorsa yapacağım!” dedi klozetin kenarına taşırdığım çişimi tuvalet kâğıdıyla silerken.
Sonrasında bir şey demeden aşağı indik. Kızlar ve Emel sofrayı topluyordu. Rukiye’nin oğlu kanepede uyumuştu çoktan. Aynı şekilde Raziye’nin kızları da diğer koltukta uyuyordu. Refiye, “Bu gece gitmiyorsunuz, hepiniz burada kalacaksınız!” deyince, Raziye, “Olur mu abla, biz gideriz!” dedi. Refiye, “Kızım Osman bu halde araba kullanamaz, nasıl gideceksiniz bu saatte?” deyince, Emel, “Taksiyle gideriz, ne var bunda?” dedi elinde tabaklarla. “Olmaz canım bu saatte ne taksisi, kalın burada, kocaman ev!” dedim. Gerçekten de araba kullanacak halde değildim. Emel ve Raziye yeniden gitmek için ısrar ettilerse de Refiye’nin inadı baskın çıkmıştı.
“Annen nerede?” diye sordu Refiye Ravza’ya dönerek. “Balkonda sigara içiyor!” deyince, “Oh, hanımefendi yaşıyor vallaha!” dedi elini sallayarak. Sigara lafı geçince, “Valla ben de içeceğim, nikotin krizim tuttu!” dedim. Rukiye mutfağın balkonunda sigara içiyordu gerçekten de. Pencereden ışığın vurmadığı tarafa geçmiş, karanlıkta kalmıştı. Gecenin soğuk ayazında üşümemek için omuzları üzerine kalın bir şal örtmüştü. Ayakta durmuş, uzaklara dalmış gibi ileriye bakıyordu.
Balkonun kapısını dışardan kapadım. Kendini toparlar gibi şalına büründü. “Senin de mi sigara krizin tuttu?” dedim sigaramı yakarken. “Öyle, bu mereti içmesem duramıyorum!” dedi gülümseyerek. Mutfaktan konuşmalar, tabak çanak sesleri geliyordu. Bir süre sessizce sigaralarımızı içtik tabii bu sırada Rukiye’yi izliyordum. Ustaca sakso çeken bir kadın yarağı nasıl somuruyorsa o da sigarasını öyle içiyordu. “Kocan ne iş yapıyor?” diye sordum sessizliği bozmak için. Ne iş yaptığını Refiye söylemişti, ama bir de kendi ağzından duymak istiyordum.
Biten sigarasını erkeksi bir hareketle aşağı atarken, “Konfeksiyoncu, makine ustası!” dedi. Refiye kocasıyla arasının iyi olmadığını da söylemişti. Kocası hakkında söyledikleri bu kadarla kaldı. Sonrasında bir sigara daha yaktı. Benim de zaman zaman kullandığım sert sigaralardan biriydi içtiği. “Sigaran iyiymiş, içerde de iyi içiyordun!” dediğimde, “Öyle!” dedi gülümseyerek. İçerdeki utangaç, çekingen hali yoktu, rahattı. “Bu gece gitmiyorsunuz, herkes burada kalacak!” dediğimde, “Niye?” dedi şaşırmış gibi yüzüme bakıp. “Valla ben bu halde araba kullanamam, kusura bakmayın!” deyince, “Eh napalım, şansımız böyleymiş!” dedi gülerek. Beyaz dişleri gecenin karanlığında daha da beyaz görünüyordu.
“Ablam seninle çok mutlu!” dedi sigarasından derin bir nefes çektikten sonra. “Ben de öyleyim!” diyerek yanıt verdim. “Yok, lafın gelişi söylemiyorum. Rahmetli eniştemle son zamanlarını biliyorum, çok kötüydü araları. Çok üzülüyordu, eniştem onu çok üzdü, çok ağlattı. Şimdi senin yanında onu böyle mutlu görünce ben de çok seviniyorum. İyi ki seninle tanışmış!” dedi. “Teşekkür ederim!” dedim bu nazik sözleri için.
“Ablam ilk başta (30 yaşında bir adama aşığım, onunla evleneceğim!) deyince çok şaşırmıştım, çok ayıplamıştım. Hatta bir süre konuşmama kararı almıştım, ama sonra seni öyle bir anlattı ki, öve öve bitiremedi, o zaman gerçekten bunun geçici bir heves olmadığını, ablamın gerçekten de sana aşık olduğunu anladım. Hele onu bu gece böyle mutlu görünce, sana nasıl baktığını görünce daha da inandım buna. Eniştemden sonra ilaç gibi geldin ablama!” dedi gene sigarasından derin bir nefes daha çektikten sonra.
Bu övücü sözlerden sonra bir şeyler söylemem gerekiyordu. “Benim için de Refiye bambaşkadır, onun yeri ayrıdır. Özlem’le yani ilk karımla biraz şartların zorlaması sonucu evlendim ama Refiye ile aramızda büyük bir aşk var!” dedim. “Evet, ablam anlattı. Nikâh gecesi de tanıştık, bir süre konuştuk Özlem Hanımla. Çok hanım, düzgün bir kadına benziyor, kızları da öyle!” dedi gülümseyerek. Üşümüştü, şalına daha da sıkı sarındı. “Üşüdüysen geç içeri!” dediğimde, “Üşüdüm ama biraz daha temiz hava alayım!” dedi ve balkon demirlerine dirseklerini koyarak yaslandı, daha doğrusu domaldı.
Değirmen taşı gibi büyük ve dolgun götünü sergiliyordu Rukiye. Beline kurdele gibi bağladığı siyah kuşağının uçları götünün üzerine geliyordu. Hemen yanında demirlere yaslandım ben de. Nerdeyse omuz omuzaydık. Soğuk gece sessiz, sakindi. Yoldan geçen arabaların sesleri haricinde ara sıra börtü böcek sesleri geliyordu. Karşı binaların çoğunda ışıklar sönmüştü. Mutfakta sesler kesildi ve lambası söndü, sanki bizi balkonda unutmuşlardı.
Nikâh gecesi bana nasıl baktığını unutmamıştım. Bu gece de aynı şekilde kaçamak bakışlarını yakalamıştım pek çok kez. Simge Hanımın bahsettiği flörtüz bakışlara Rukiye de sahipti tıpkı Emel gibi. Rukiye tedirginmiş gibi görünse de biraz daha ileri kaymak gibi bir şey yapmadı. Benden rahatsız olmamıştı. Sigaramı attım aşağı. Birkaç saniye sessizce durduk. Sonra sağ elimi yavaşça demirlerin üzerinden kaydırıp sol elini tuttum. Bana baktı önce sonra da elini çekti ama bunu sert bir şekilde değil, ilk defa eline erkek eli değen utangaç bir kız gibi yaptı. Aslında bundan hoşlandığı belliydi.
Ben yeniden elini tutunca, “Enişte yapma biri görecek!” dedi fısıltıyla. “Kim görecek?” dediğimde, “Ablam gelebilir!” dedi tedirgin bir sesle. “Gelmez, kimse yok içerde!” dedim ve elini tuttum daha sıkı. Gözlerini benden kaçırıyordu. Yeniden elini çekmeye çalıştı. “Enişte lütfen, biri görecek!” dedi yine tedirgin halde...
“Bursa’ya ne zaman gideceksin?” diye sordum elini bırakmadan. “Hafta sonu!” dedi fısıltıyla. “Bana bu akşam nasıl baktığını fark ettim!” dedim kulağına fısıldayarak. Rukiye bu kez daha da tedirgin oldu, doğrulmak istediğinde kendime çektim ve “Sana daha yakın olmak istiyorum!” dedim. “Enişte lütfen!” dedi ve hızla çekti elini. Sonra da bir şey demeden içeri geçti.
Rukiye gidince bir sigara daha yaktım. Uzaklara dalmış içerken birden yanımda biri belirdi. Korkuyla dönüp baktım, Ceren’di bu. Elinde sigarayla bana bakıyordu. “Ne oldu, hararet mi bastı?” dedi gülümseyerek. Balkonun kapısını kapatmıştı. Alay eder gibi bakıyordu bana. “Korkuttun beni, insan öyle casus gibi gelir mi?” dedim.
Rukiye’nin bıraktığı yere geçti, “Hayırdır teyzemle ne konuşuyordun fısır fısır?” dedi sigarasının dumanını yüzüme üflerken. “Ne konuşacağım, havadan sudan!” dediğimde belini balkon demirine yaslayıp benden yana döndü. “Hadi oradan, havadan sudanmış, sen onu külahıma anlat!” dedi. Yaşından büyük tavırlar sergiliyordu Ceren. Bu küstah hareketleri hoşuma gitmemişti. “Sana hesap mı vermem gerek?” dediğimde, “Tabii ki hayır, öyle bir niyetim zaten yok!” dedi.
“Sana bu gece nasıl baktığını fark etmedin mi?” diye sordu bu kez. “Kimin?” diye sordum başımı çevirip. Derin bir nefes alıp verdi. Sonra da aynı küstah ve bilgiç tavrıyla, “Kimin olacak, teyzemin!” dedi. “Kadının günahını alma!” dediğimde benden yana sokuldu ve “Hişşş, korkma benden laf çıkmaz!” dedi gülerek. Sigarasından birkaç nefes çektikten sonra fısıltılı bir sesle, “Eniştemin siki kalkmıyormuş, geçen annemle konuşurlarken duydum!” dedi.
“Manyak manyak konuşma!” dediğimde, “Valla ben kendisinin yalancısıyım. İki senedir gitmedikleri doktor kalmamış. İlaç verip gönderiyorlarmış, ama o da işe tam yaramıyormuş. Sikişin ortasında birden balon gibi sönüyormuş eniştemin siki!” dedi sigarasının dumanını yüzüme üflerken. Ardından da, “Emel yengem de dayımdan boşanıyor!” dedi manalı bir yüz ifadesi ve sesle. “Eee, bundan bana ne?” dediğimde, “Hadi hadi!” dedi gülerek. “Beni kandırmaya kalkma, çocuk mu sandın sen beni. Annem tuvalete kalktığında hemen elin alttan çalışmaya başladı!” dedi devamında.
“Sen hayal görüyorsun, bu gece fazla içmişsin. Bence hemen gidip yatsan iyi olur!” dedim. Sigarasından son bir nefes çekip aşağı attı, alınmış gibi, “Seni ayıplamıyorum, beni sürekli yanlış anlıyorsun!” dedi ve içeri geçti.
Derken birkaç dakika sonra Refiye göründü, “Aşkım ne arıyorsun burada Allah aşkına, gel hadi, üşütüp zatürre olacaksın Allah göstermesin!” dedi koluma girerek. Beraber içeri geçtik. Salonun ışıkları sönmüştü. Kimseler görünmüyordu. “Herkes nereye gitti?” diye sordum merakla. “Yattılar, nereye gidecekler gece vakti?” dedi. “Nerde yattılar?” diye sordum bu kez. “Rukiye’yle çocukları Ceyhun’un odasında, Raziye’yle kızları da Ceren’in odasında yattı!” deyince, “E, diğerleri nerede?” dedim. “Onları da üstteki odalara koydum!” dedi karşılık olarak. Terliklerini çıkarmıştı Refiye, o nedenle sessiz sedasız çıktık merdivenleri.
Yatak odasına girdik. Yatak açılmış, hazırlanmıştı. Çok uykum vardı, saat ikiye geliyordu artık. Soyundum ve yatağa girdim. Refiye köşede duran küçük gece lambasını yaktı. Kırmızı bir ışık yayıldı odaya. Daha önce bu lambayı görmemiştim. Çabucak soyundu ve çırılçıplak yanıma uzandı. “Lambayı niye yaktın?” dediğimde, “Bu gece böyle uyuyalım, hadi sen de külotunla atletini çıkar. Kırmızı ışığın altında çıplak yatalım!” dedi yanağımdan öperken.
Dediğini yapıp atletimle külotumu çıkardım. Çırılçıplak sarıldık birbirimize. “Kusura bakma, içkiyi fazla kaçırdım herhalde, benimki bu gece kalkmayacak gibi görünüyor!” dediğimde, Refiye, “Önemi yok aşkım, aynen ben de öyleyim, birbirimize sarılalım yeter!” dedi.
Karı koca koyun koyuna güzel bir uykuya daldık. Ancak gece henüz bitmemişti
142 notes · View notes
Text
Bölüm 131
Simge Hanım Refiye’nin yaşlarında, uzun boylu ve kapalı bir kadındı. “Hoş geldiniz, buyurun!” diyerek karşısındaki kanepeye oturmamızı istedi. Kanepeye oturduğumuzda ise, “Aa, olmadı ama şimdi!” dedi gülümseyerek. Refiye ile birbirimize şaşkın şaşkın baktık. Acaba yanlış bir şey mi yapmıştık? Simge Hanım, “Neden öyle uzak oturdunuz birbirinize, yaklaşın şöyle!” dedi eliyle birbirimize yaklaşmamızı işaret ederek.
Refiye ile aramızda iki karış kadar boşluk vardı. Simge Hanım’ın kastettiği buydu. Refiye’ye doğru kaydım, nerdeyse omuz omuzaydık şimdi. “Siz evli değil misiniz Allah aşkına? Neden öyle uzak kaldınız birbirinize!” dedi gülümseyerek. Dakika bir gol birdi. Kadın daha ilk anda karı koca olarak birbirimize karşı davranışımızda bir kusur bulmuştu.
“Dilerseniz konuya girmeden önce biraz kendimden bahsedeyim...” dedi. Konya’da doğduğunu ama küçük yaşta ailesiyle Almanya’ya gittiğini, orada büyüyüp okuduğunu söyledi. “Almanya’da eğitim fakültesini bitirdim, Türkiye’ye döndükten sonra Ankara’da davranış bilimleri yüksek lisansı yaptım...” diye ekledi. Bugüne dek başta kadın-erkek ilişkileri, aile ve evlilik olmak üzere farklı alanlarda çalışmalar yaptığını, eğitimler verdiğini; yaşam koçu olarak pek çok kişiye danışmanlık yaptığını söyledi.
Refiye’nin dediği gibi televizyon programlarına katıldığını, radyolarda söyleşiler yaptığını, son olarak da kitap yazdığını ve hemen hemen bitmek üzere olduğunu ilave etti. “Almanya’da kalıp da yapabilirdim bu işi ama insanın kökleri onu kendine çekiyor. Benim köküm de bu topraklarda. İstedim ki kendi insanlarıma faydam dokunsun...” dedi.
Bu uzun ve resmi girişin ardından Refiye de Almanya’da yaşadığını, birkaç yıl önce döndüğünü söyleyince Simge Hanım bize karşı daha samimi davranmaya başladı. Hatta bir süre Refiye ile Almanca konuştular. Tabii neler konuştuklarını bilmediğimden öylece bakıyordum onlara.
Simge Hanım koyu mavi kot bir pantolonun üzerine uzun bir tunik giymişti sarı ve siyah desenli. Başını ise parlak siyah bir türbanla sıkıca bağlamıştı. Ayağında siyah deriden çizmeye benzer yüksek topuklu ayakkabılar vardı. Konuşurken gülümseyen, insana huzur ve güven veren biriydi. Hoş bir kadındı. Göz kenarlarında ve alnındaki kırışıklar onu daha da çekici kılıyordu.
Almanca konuşmaları sona ererken Refiye’nin buraya gelmiş olmaktan son derece memnun olduğunu anladım. İçtenlikle gülümsüyordu, konuşurken sesi rahattı. Simge Hanım, “Evet, başlamadan önce sizden yapmanızı istediğim bir test var...” diyerek masasının üzerinden kapaklı bir dosya aldı. İçinden birkaç kâğıtla kalem alıp uzattı.
“Bunları doldurmanızı istiyorum. Sizi daha yakından tanımama yardımcı olacak basit sorular var burada. 5 dakikalık çok kısa bir testtir. Sadece size uygun şıkkı seçeceksiniz. Ama cevaplarken birbirinizden kopya çekmeyin sakın. Kendinize uygun cevapları vereceksiniz. Siz doldurana kadar ben dışarda olacağım...” dedi ve çıktı.
O çıkınca Refiye sınava giren bir öğrenci gibi kâğıtlara gömülüp soruları yanıtlamaya başladı. Aynı şekilde ben de tek tek işaretledim. Sorular birbirinin aynısı gibiydi ama verdiğim cevaplar hep farklıydı. Simge Hanım basit demişti ama benim kafamı karıştırmıştı bu küçük test.
5 dakikanın sonunda Simge Hanım geldi ve elimizdeki kâğıtları aldı. “Ben bunları daha sonra değerlendireceğim...” dedi. Sonra da Refiye’ye, “Evet Refiye Hanım, sizinle başlayalım. Biraz sizi tanıyalım, anlatın kendinizi, neler yaparsınız, nelerden hoşlanırsınız, eşinizle nasıl tanıştınız?” diye sordu.
Refiye heyecanla anlatmaya başladı. İlk evliliğinden, çocuklarından, Türkiye’ye dönüşünden uzun uzun bahsetti. Sonrasında benimle tanışmasını, bu işte annemin üstlendiği rolü, kendisinden oldukça genç olmama rağmen bana aşık olduğunu hiç çekinmeden söyledi. Refiye konuşurken Simge Hanım notlar alıyordu. Bazense bana yan gözle bakıyordu, Refiye’nin sözleri karşısında benim verdiğim tepkileri anlamaya çalışıyordu sanki.
“Osman Bey, eşinizi az çok tanıdım, biraz da sizi tanıyalım!” deyince heyecanlandım. Sözlü için tahtaya kalkan öğrenci gibi hissediyordum kendimi. Simge Hanım bendeki heyecanı hemen anladı, “A lütfen heyecanlanmayın, ben sizi sınava çekmiyorum. Lütfen rahat olun. Korkacak bir şey yok. Kendinizi anlatın, neler yaparsınız, nelerden hoşlanırsınız, sizi ne mutlu eder, nelerden hoşlanmazsınız... Bunları söylemeniz şimdilik kâfi!” dedi beni yatıştırmaya çalışan bir ses tonuyla.
O zaman Özlem’le evlenmemi, Refiye ile tanışmamı, işlerimle ilgili ve aklıma gelen şeyleri söyledim. Ben anlatırken geriye yaslandı, bacak bacak üstüne atıp ellerini dizlerine koydu, başını zaman zaman sallayarak beni dinledi, bu arada yine notlar alıyordu. Ben konuşurken direkt gözlerimin içine bakıyordu. Kadınlar konusunda ne kadar deneyimli olsam da kadının bakışları karşısında rahatsız olmuş, utanmıştım.
Sonrasında bize birbirimizde bulduğumuz olumlu ve olumsuz özellikleri sordu. Refiye bir süre düşündü, gülümseyerek bende bulduğu olumlu ve olumsuz yönleri anlattı. Refiye’nin bu rahat ve kayıtsız tavrı sinirimi bozdu, olumlu da olsa hakkımda böyle ulu orta hem de yabancı birinin karşısında konuşmasından hoşlanmadım. Sıra bana geldiğinde ise Refiye’nin gereksiz yere kıskançlık yapan biri olduğunu söyledim.
Refiye garip bir ifade ile bana bakarken Simge Hanım gülümsedi. “Ne gibi mesela? Örnek verebilir misiniz?” diye sorunca, AVM’de Fikriye Hanımla ayaküstü konuşurken yanımıza geldiğini, beni kadınla konuşur görmesi sonrasında kıskançlık yaptığını ve tartıştığımızı söyledim.
Refiye öfkeli bir sesle, “Kusura bakma ama kadın sana yiyecek gibi bakıyordu, sen de nerdeyse onun ağzına düşecektin!” dedi. “Ne alakası var, kadınla ayaküstü merhabalaştım sadece!” dediysem de Refiye öfkeli bir şekilde aynı şeyleri tekrarladı.
Simge Hanım karşısında cereyan eden bu tartışmaya gülümseyerek, “Bu tip konularda genelde erkekleri haklı bulduğumu söylemeliyim. Kadınların yersiz yere kıskançlık yaptıklarını çok gördüm çünkü!” dediğinde, Refiye, “Ama Simge Hanım, kocamı kıskanmamın neresi yanlış?” dedi.
“Lütfen, yanlış olduğunu söylemiyorum. Bu son derece doğal. Yaş farkı olan evliliklerde bu olağan bir durumdur. Ama beni yanlış anlamayın lütfen, ben evliliklerde kadınların kocalarından yaşça büyük olmasını olumlu bulan biriyim. Kocanızı kıskanmanız son derece doğal ve çok güzel. Kıskanmak sevginin bir ifadesidir. Bu sizin kocanıza olan sevginizi, aşkınızı gösteriyor. Burada en önemli mesele eşlerin birbirine güven duyması. Güven olmadan sevginin hiçbir anlamı kalmıyor. Güven olmayınca iletişim de ortadan kalkıyor. Benim de evliliklerde en çok karşılaştığım sorun bu. Aynı şekilde sizin aranızdaki mesele de bu. Benim yapacağım da aranızdaki güveni ve iletişimi tesis etmek olacak...” dedi Simge Hanım yanıt olarak. Sonra da bununla ilgili biraz kitabi biraz da uygulamalı şeyler söyledi. Söylediklerinin arasında herkesin bildiği beylik laflar olsa da çoğunluğu bana yabancı sözlerdi.
Erkeklerin pek çoğunun göz çapkını olduğunu, yanlarında eşleri veya sevgilileri varken bile başka kadınlara baktıklarını, ama bunu kadınların fazla büyütmelerinin tartışmalara neden olduğunu söyledi. Kadınların bu konuda daha müsamahakâr davranmasından yana olduğunu, bunun mutlu bir evlilik için gerekli olduğunu ekledi. Erkeklerin göz flörtlerinin bir sonuca ulaşmadığını, sabun köpüğü gibi birden ortaya çıkıp kaybolduğunu oysa kadınlar söz konusu olduğunda küçük bir göz flörtünün ucunun aldatmaya kadar gidebildiğini söylediğinde, Refiye, “Ay Allah göstermesin!” dedi heyecanla. Konuşmasında erkeklerden yana bir tavır sergilemişti Simge Hanım. Refiye ise bu durumdan pek memnun kalmamıştı.
Anlattıklarının ardından, “Osman Bey, rica etsem biraz dışarda bekleyebilir misiniz? Refiye Hanım ile biraz kadın kadına konuşmak istiyorum!” deyince, “Tabii, ne demek!” dedim ve dışarı çıktım. Doğrusu biraz da sıkılmıştım, dışarı çıktığım için memnundum.
Girişte oturduğumuz koltuğa oturdum tekrar. Kız masasının başında elinde telefonla konuşuyordu. Beni görünce rahatsız olmuş gibi bir tavır takındı. 18-19 yaşlarında gösteren, kapalı bir kızdı. Siyah penye bir şalla bağlamıştı başını. Fısıltılı bir sesle konuşuyordu. Muhtemelen erkek arkadaşıydı konuştuğu. “Akşama gelemem, olmaz, eve gitmem gerek. Bakarız, hı hı, tamam...” lafları geçiyordu konuşmasında. Çok hoppa ve fırlama bir tipe benziyordu. O konuşurken etrafa baktım, sehpanın üstündeki dergileri karıştırdım bir süre.
“Çok gelen giden oluyor mu Simge Hanım’a?” diye sordum kıza daha sonra. “Eh, epey var. Bugün biraz azdı ama normal bir günde en az 8-10 kişi gelir...” dedi zoraki bir gülümsemeyle. “Genelde ne tip konularda gelirler peki, evlilik sorunları falan mı oluyor?” diye sorduğumdaysa, “O konuda hiçbir bilgim yok...” dedi kafasını sallayarak.
“Şey, biz içeri geçerken bir hanım çıktı dışarı. Kendisini tanırım, ne için gelmiş acaba?” diye sorduğumda, “Bilmiyorum!” dedi ciddi bir ses tonuyla. Kızın bu tavırları ve cevaplarından sıkılmıştım o nedenle bu konuda daha fazla soru sormak istemedim. Ancak kız yüzümü ekşittiğimi görünce, “Hastalar hakkında bilgi veremiyoruz maalesef!” diye küçük bir açıklamada bulundu.
“Ayşe Hanımı tanırım, aynı şekilde eşi Mümtaz Beyi de öyle. Çıkarken beni fark etmedi galiba yoksa konuşurduk. Sanırım buraya daha önce de gelmiş?” dedim. Kız önce sustu ama sonra, “Ben eşini tanımıyorum, sadece Ayşe Hanımı biliyorum.” dedi.
Cüzdanımı açtım, 100 liram vardı. Parayı çıkardım ve ayağa kalkıp kızın karşısına dikildim. Parayı göstererek, “Bu parayı kazanmak ister misin?” diye sordum fısıltılı bir sesle. Kız önce benim neyi amaçladığımı sezmeye çalışır şekilde baktı, ürkmüştü, kendisine para karşılığı ilişki teklif ettiğimi sandı herhalde. Koltuğunu geriye çekerken, “Ayşe Hanımın buraya ne için geldiğini söylersen bu para senin olur!” dedim.
Kız amacımın ne olduğunu öğrenince rahatlar gibi oldu ama şaşkınlığını üzerinden atamamıştı, “Bilgi veremem!” dedi başını sallayarak. “Hadi ama kim bilecek!” dediğimde, “Söylemek istemediğim için değil, inanın hiç bilmiyorum, Simge Hanım bu konuları benimle paylaşmaz!” dedi. Cevabına inanmadığımı söylediğimde gene aynı şeyi söyledi. Ama bakışları elimde tuttuğum paradaydı.
“Bak ne diyeceğim. Eğer bana Ayşe Hanımın neden geldiğiyle ilgili bilgi verirsen sana daha fazlasını veririm!” dedim ve parayı uzattım. Parayı almakta çekingen davranıyor, bana inanmıyordu. “Çekinme al şunu!” demek zorunda kaldım. İnce ve uzun beyaz parmaklarını uzatıp parayı aldı sonunda.
Kartımı önündeki ajandanın üstüne bıraktım, “Öğrenince beni ararsın!” dedim. Kız bu tavrıma şaşırmış ama bir şey de diyememişti. Böyle bir durumla daha önce karşılaşmadığı çok belliydi. “Sizin için öğrenmeye çalışırım...” dedi pembeleşen yüzüyle. “Tamam, anlaştık o zaman!” dedim gülümseyerek. “Ha bu arada, daha adını öğrenmedim?” dediğimde, “Sümeyra.” dedi utangaçça. Elinde tuttuğu parayı ve kartımı çantasına koydu.
Tekrar koltuğa oturdum. “Ne kadar zamandır buradasın?” diye sordum. “2 yıl oldu!” diyerek yanıt verdi. Sonrasında, “Bir şey içer misiniz?” diye sordu. Aldığı paradan çok memnun kalmıştı. “Çay varsa alırım!” dediğimde içeri geçti ve az sonra bir bardak çayla döndü. Tıpkı Emel gibi daracık bir kot pantolon giymişti ama farklı olarak rengi siyahtı. Üstünde ise kalçalarına gelen koyu mavi bir tunik vardı. Beyaz renkli bez spor ayakkabılar giymişti.
“Sigara içebileceğim bir yer var mı?” diye sordum yerine otururken. “Şey, burada içebilirsiniz aslında ama Simge Hanım problem yapıyor sonra. Mutfakta içebilirsiniz, ben de orada içiyorum zaten...” dediğinde, “Gel o zaman beraber içelim!” diye teklifte bulundum.
Sümeyra çekingen bir halde, “Şey şimdi Simge Hanım beni burada görmezse sorun olur...” dedi. “Bir şey olmaz, seni benim çağırdığımı söylerim!” dedim ve çayımla birlikte arkadaki mutfağa geçtim. Küçük masanın yanındaki sandalyeye otururken Sümeyra elinde bir dal sigara ve çakmakla geldi. Mutfağın camını açtı, kendisine bir bardak çay aldıktan sonra karşımdaki sandalyeye oturup bacak bacak üstüne attı ve sigarasını yaktı.
Bir bebeğinki gibi pürüzsüz, ipek gibi bir cildi vardı. Biçimli siyah kaşları, uzun siyah kirpikleri ve kahverengi büyük gözleriyle gençliğinin tüm tazeliğini ve canlılığını taşıyordu. Orta boylu zayıf bir kızdı ama zayıflığına karşın memeleri erkenden olgunlaşmıştı.
“Dediğimi yaparsan daha fazlasını veririm!” dedim sigaramdan derin bir nefes çektikten sonra. “Buraya birkaç kez daha gelmişti...” dedi Sümeyra üstteki sol bacağını sallarken. “Ne konuşmuşlardı peki? Bir şey biliyor musun?” diye sorduğumda “Yok, dediğim gibi Simge Hanım bir şey söylemez bana. Ben sadece telefonlara bakıp randevuları ayarlıyorum, çay kahve yapıyorum!” dedi karşılığında.
“Peki, bana yardımcı olabilecek misin?” dedim bu kez. “Simge Hanım hastaları ile ilgili dosya tutar. Onların fotokopilerini alabilirim...” dediğinde, “Bak işte, eğer istersen yapabiliyormuşsun!” dedim keyifle. Simge Hanım tıpkı benle Refiye için olduğu gibi Ayşe Hanım için de notlar tutmuştu. Onları alırsam buraya neden geldiğini de öğrenmiş olacaktım.
“Ne zaman olur peki?” dedim sonrasında. “Simge Hanım burada olmadığı bir zamanda yapabilirim. Notlarını kilitli dolabında tutar ama bende yedek anahtarı var. Televizyon çekimleri ve konferanslar için dışarda oluyor, o ara yaparım!” dedi yanıt olarak. Belediyelere eğitim ve konferanslar için gittiğini, yerel bir televizyon kanalında da haftada bir program yaptığını söyledi daha sonra.
“Televizyonla pek aram yok, onun için ben kendisini tanımıyorum, ismini de yeni duydum!” dediğimde, kendisinin çok ünlü olduğunu, sadece Konya’dan değil başka şehirlerden de gelen müşterileri olduğunu söyledi. Benim tanımıyor olmamı biraz garipsemiş gibiydi.
“Müşterilerinin çok olduğu belli oluyor zaten. İçerisi çok lüks, her şey çok pahalıya benziyor!” dedim gülümseyerek. “Eh, iyi kazanıyor!” dedi dudağını büzerek. “Sen memnun musun peki?” dediğimde, “Hiç yoktan iyidir, en azından işim rahat!” diyerek yanıtladı. “Simge Hanım evli mi?” diye sordum bu kez. Parmağında evlilik yüzüğü görememiştim. Onun yerine yeşil taşlı irice bir yüzük vardı parmağında. “Hı hı!” diyerek yanıtlayınca, “Çocuğu var mı, kocası ne iş yapıyor?” dedim merakla.
“Bir kızı var beş yaşında. Eşi Rafet Bey de cilt doktorudur. Simge Hanım burada doğmuş ama küçükken Almanya’ya taşınmışlar, orada büyüyüp okumuş, oradan gelme...” dediğinde, “Evet, içerde kendisi de öyle söyledi!” dedim. Benim meraklı sorularımın ardından bu kez Sümeyra, “Şey, içerdeki hanım eşiniz değil mi?” diye sordu çekingen bir sesle. “Evet!” diye yanıtladığımda yanıt vermedi. “Neden sordun?” dedim bu suskunluğu karşısında.
“Şey, yanlış anlamayın, siz bayağı gençsiniz de...” dedi aynı çekingenlikle. “Evet, doğru. Refiye benden büyüktür ama bizim için bunun problemi yok. İnsan birbirini sevdikten sonra yaşın önemi kalmıyor!” dedim sigaramı söndürürken. “Şey, özür dilerim. Yani öyle demek istemedim...” dediğinde, “Yo yo, özür dilemene gerek yok. Normal bir durum olmadığını ben de biliyorum. Genelde erkekler büyük, eşleri küçük olur ama ben biraz ters tabiatlıyım!” dedim gülerek.
Sümeyra sigarasını söndürürken, “Simge Hanımın eşi de kendisinden 5 yaş küçüktür. Sadece siz değilsiniz ters tabiatlı olan!” dedi gülümseyerek. “Öyle mi?” dedim, şaşırmıştım buna. Ama Simge Hanımın içerde evliliklerde kadınların kocalarından büyük olmasını olumlu bulduğunu söylediği geldi aklıma.
“Ayşe Hanımı neden soruyorsunuz?” diye sordu bu kez. Meraklı gözlerini üzerime dikmişti. “Bunu bana fotokopileri verdiğin zaman söylerim!” dediğimde gözlerini açıp kaşlarını kaldırdı. Cevabım onu daha da meraklandırmıştı.
O ara içerden sesler geldi. Simge Hanım ve Refiye çıkmıştı. Sümeyra hemen kalkıp içeri geçerken ben de peşinden gittim. Simge Hanım beni görünce, “Eşinizle güzel bir görüşmemiz oldu, kendisi sizinle konuşacaktır bununla ilgili!” dedi gülümseyerek. “Çok teşekkür ederim. Borcumuz ne kadar?” dediğimde, Refiye, “Ben hallettim canım!” dedi. Simge Hanımın gülümsemesine karşın Refiye biraz donuktu. İçerde ne konuştuklarını merak ediyordum. Vedalaşıp ayrıldık.
Arabaya gidene kadar Refiye tek kelime etmedi. Arabaya binip kapıyı kapatır kapatmaz, “E ne oldu, anlatsana, ne konuştunuz?” diye sordum. Refiye önce yan gözle baktı, sonra da, “Kadın kafayı seksle bozmuş!” dedi soğuk bir sesle. “Bu ne demek?” dedim arabayı çalıştırırken. Refiye konuşmayınca, “Dilini mi yuttun, konuşsana!” dedim tepkiyle.
“Kadın doldurduğumuz kâğıtlara baktı önce, sonra da (Cinsel hayatınız nasıl gidiyor?) diye sordu. Aysel Hanım kendisiyle artık ne konuşmuş ne anlatmışsa, kadın sadece cinsellikten bahsedip durdu. Cinselliğin evliliklerde en önemli konu olduğunu, ama karı kocaların buna gereken önemi vermediğini, oysa cinselliğin ibadet kadar kutsal olduğunu, mutlu bir yuvanın temelinin karı ve kocanın cinsel doyuma ulaşması olduğunu söyledi. Böyle manyak manyak laflar anlayacağın. İşte (Siz kocanızdan bayağı büyüksünüz, ona cinsel olarak yeterli geldiğinizi düşünüyor musunuz?) falan böyle saçma sapan şeyler söyleyip durdu. Moralimi bozdu!” dediğinde şaşkın şaşkın baktım Refiye’ye.
“E, sen ne dedin, ne oldu sonra?” diye sordum büyük bir merakla. “Ben yettiğimi düşünüyorum dedim. Aktif ve güzel bir cinsel hayatımız var dedim. Sinirlendim böyle konuşmasına. (Cinsel doyuma ulaşıyor musunuz her seferinde, orgazm oluyor musunuz?) dedi ben de, evet, oluyorum dedim. (Peki, eşiniz de oluyor mu?) dedi, ben de, evet oluyor, birbirimizden büyük zevk alıyoruz dedim. (En son ne zaman ilişkiye girdiniz?) diye sordu bu sefer. Buraya gelmeden önce dediğimde şaşırdı ama belli etmedi!” dedi zoraki bir gülümsemeyle.
Çantasından bir sigara çıkarıp yaktı sinirle. “Allah Allah, o kadar övdün ettin kadını!” dediğimde, “Ben ne bileyim böyle olduğunu. Kadının internette videoları yazıları filan vardı, onlara bakmıştım. Orada da cinsellikten bahsediyordu ama bu kadar değildi. Kadının içerde konuştuğu sadece cinsellik!” dedi ince sigarasından derin bir nefes çektikten sonra.
“İşte, (Siz Osman Bey’in ikinci eşisiniz. İlk eşiyle aranız nasıl? Eşinizin onunla seks hayatı nasıl?) diye sordu. Ben de Özlem’le aram iyidir dedim. Herhangi bir sıkıntımız yok dedim. Onunla arasındaki seks yaşantısını bilmiyorum dedim. Osman böyle şeyleri konuşmaz dedim...” dedi.
Refiye sözleri biterken camı açıp bitmemiş sigarasını dışarı attı, bir süre sessiz kaldı.
“Kadın tam seks manyağıymış!” dediğimde, “Aynen öyle!” dedi beni onaylayarak. “Ha sonra şey dedi (Oral seks yapıyor musunuz?) diye sordu. Ben de yapıyoruz dedim. Oral seksin çok önemli olduğunu, çiftleri birbirine daha da yaklaştırdığını ve aralarındaki bağı güçlendirdiğini söyledi. Bununla ilgili Almanya’da araştırma yapmışlar, onu anlattı. (Sadece siz mi yapıyorsunuz, yoksa kocanız da yapıyor mu?) dedi. Ben de ikimiz de yapıyoruz dedim. Şaşırdı böyle dememe. Sonra (Sanılanın aksine oral seks en çok kadınları mutlu eder!) dedi...”
“Sonra da şey dedi (Eşinizle anal ilişki yaşadınız mı?) diye sordu!” dediğinde, “Ya gerçekten şaka yapmıyorsun değil mi, kadın açık açık bu şekilde mi konuştu?” demek zorunda hissettim kendimi. “Ya vallahi, söylüyorum işte sana, kadın bana ne anlattıysa onları söylüyorum!” dedi yanıt olarak.
“İşte (Kocanızla anal ilişki yaşadınız mı?) dedi. Erkeklerin cinsellikte eşlerinden en büyük isteğinin bu olduğunu, ama kadınlar itiraz edince büyük problemlerin ve hayal kırıklıklarının yaşandığını, dinimizce bunun büyük bir günah olduğunu, ama çoğu zaman evliliklerde hayat kurtarıcı olduğunu söyledi.
“Ben de evet yaşadık ve yaşıyoruz dedim. Ben böyle söyleyince de şaşırdı. İşte (Bana gelen kadınların hemen hemen hepsi kocalarının kendilerinden anal ilişki istediklerini, ama itiraz ettiklerini söyleyince ben kabul etmelerini söylüyorum!) dedi.”
“Sonra da (Size bir örnek vereyim, bana bir kadın geldi, 50 yaşında 30 yıllık evli. Kocasıyla arasında sorunlar olduğunu söyledi. Size sorduğum soruyu ona da sordum. Kocanızla anal ilişki yaşadınız mı diye sordum. Kadın anal kelimesinin ne anlama geldiğini anlamadı önce. O zaman kocanız hiç sizi arkadan yapmak istedi mi diye sormak zorunda kaldım. Sorum karşısında kızarıp bozardı önce, sonra kocasının senelerdir bunu istediğini ama kendisinin kabul etmediğini söyledi. En azından bir kere kabul edin dedim kendisine. Kadın gene itiraz etti hatta bana hakaret edip gitti. Ama bir ay sonra geldi, yüzü gülüyordu. Kocasıyla anal ilişkiye girdiklerini ve aralarındaki sorunların çözüldüğünü söyledi. Kadın ibadetini aksatmayan, tesettürlü bir kadındı ama buna rağmen evliliğini kurtarmak için bunu kabul etti. Bazı kadın hastalarım ise ilk başta kabul etmeyip çok korktukları anal ilişkiden zevk aldıklarını dahi söyledi!) diye anlattı...”
“Sonra (Cinsellikte tabuları yıkmak gerektiğini, tabulara yer olamayacağını, cinselliği sadece gece vakti sessiz sedasız yapılan bir yatak eylemi olmaktan çıkarmak gerektiğini, sadece yatak odasıyla sınırlamamak gerektiğini söylüyorum kadınlara!) dedi...”
Refiye bir sigara daha yaktı ve konuşmaya devam etti. “Sonra bana (Cinsel hayatınızı renklendirmeyi düşündünüz mü?) diye sordu. Ben de düşünmüyorum dedim, gıcık oldum çünkü kadına. (Bana kalırsa düşünmelisiniz, eşinizi şaşırtmalısınız!) dedi.” deyince, “Nasıl şaşırtacakmışsın beni?” diye sordum gülerek. Refiye bana bakarak, “Sana kadın bulacakmışım!” deyince, “Ne?” dedim kahkahayla.
Ancak Refiye benim gülmeme inat çok sinirliydi. “Kadın kafayı yemiş. (Ben Osman Beyin de sıkıntıları olduğunu düşünüyorum ama onunla bu konuyu direkt olarak konuşamam!) dedi....” dediğinde, “Benim sıkıntım neymiş?” diye sordum.
“İşte şey, (Osman Bey genç, siz ondan büyüksünüz, aynı şekilde ilk eşi de büyük... Kendisinden genç ve bakire bir kızla evlenmemiş olmak onda bir travma yaratıyor büyük ihtimalle ama bunu belli edemiyor... Bence kendisinden genç bir kadınla beraber olmanın özlemini kuruyor... Sizinle veya ilk eşiyle çok mutlu bir seks hayatı olsa da bunun eksikliğini mutlaka yaşıyordur... Bence sizin yapmanız gereken eşinize genç bir kadın bulmak olmalıdır... Bu konuda itiraz etmeyin, eşinizin ihtiyaçlarını düşünün... Sizin bunu yapmanız Osman Beyi çok mutlu edecektir, size olan sevgisi çoğalacaktır... Sizi aldatmasındansa sizin bulacağınız bir kadınla beraber olması çok daha iyi olacaktır, kendinizi aldatılmış hissetmezsiniz bu şekilde!) dedi.”
Refiye sigarasından derin bir nefes daha çektikten sonra camdan attı. “(İlişkinizde fantazilere ne kadar yer veriyorsunuz?) diye sordu. Ben de nasıl yani ne yapalım dedim. İşte şey dedi (İlk eşi ve siz üçünüz birlikte ilişkiye girmeyi denediniz mi?) diye sordu...” dedi.
Refiye’nin yüzüne baktım. “Cidden böyle mi söyledi?” diye sordum. Refiye’nin yüzü kızarmıştı sinirden. “Evet, aynen böyle söyledi. (Osman Beyin iki kadınla evli olması çok olumlu. Size belki garip gelebilir ama ben çok eşli evlilikleri savunan biriyim. Siz, Osman Bey ve ilk eşi beraber üçünüz cinsel ilişkiye girmeyi denemelisiniz. Bu şekilde aranızdaki bağ ve sevgi artacaktır. Daha mutlu bir cinsel hayat her yerde sizi mutlu edecektir....) dedi.” deyince, “Çüş!” dedim şaşırarak.
Simge Hanım Şaheser annenin söylediklerinin aynısını söylemişti. Ancak Şaheser anne bunu köylü aklıyla söylerken Simge Hanım eğitimli, okumuş ve kültürlü bir kadın olarak söylüyordu.
“Sen, ben bir de Özlem beraber ilişkiye girecekmişiz. Bu üçümüzün de hoşuna gidecekmiş, çok sevecekmişiz bunu!” dedi Refiye bana daha da kızaran yüzüyle bakarak. “Kadın tam seks delisi, erkek hastası. (Cinsel ilişkiye girerken kendinizi kaydedin, kameraya çekin, daha sonra bunu izleyin. Hoşunuza giden ve gitmeyen şeyleri birbirinizden utanmadan ve çekinmeden açık açık konuşun. Eşinizle beraber porno film izleyin, isterseniz orada gördüklerinizi uygulamaya çalışın. Ona bulacağınız kadınla yada ilk eşiyle ilişkiye girerken siz de katılın. İlk eşi ve sizle beraber olurken kadın olarak sizler de birbirinizi erekte edebilirsiniz!) dedi.” dediğinde anlamadım ve “Bu ne demek?” diye sordum.
Refiye başını sallayıp, “Yani Özlem’le ben birbirimizi öpüp koklayacakmışız, lezbiyen ilişki yani, sen bundan çok hoşlanacakmışsın!” dedi gülerek. “Vay anasını, kadının fantazi dünyası bayağı genişmiş!” dediğimde Refiye gene gülerek, “Mezhebi de geniş, kendisi de kocasına genç kadın bulduğunu söyledi. Hatta kocasından boşanan yakın bir arkadaşı varmış, kadına eşiyle beraber olmasını söylemiş. Kocasının bundan çok memnun olduğunu, aralarındaki sevginin pekiştiğini söyledi.” dedi. “Vay anasını, ne kadınlar var. Kadın kocasına pezevenklik yapıyor!” dedim kahkahayla.
Refiye, “En sonunda dayanamadım, siz dedim bunu nasıl kabul ediyorsunuz, yani eşiniz başka bir kadınla olurken siz nasıl yapıyorsunuz, siz ciddi misiniz diye sordum. (Çok ciddiyim!) dedi. (Kocamın mutluluğu ve evliliğim benim için her şeyin üstündedir. Bunu sağlamak da bir kadın olarak benim görevim!) dedi... Sonra da benim sözlerinden alındığımı anlayınca açıklama yapıp anlattı...” dedikten sonra anlatmaya başladı. Ama konuşurken sanki yanımdaki Refiye değil de Simge Hanımmış gibiydi:
(Lütfen sözlerimden dolayı bana gücenmeyin. Ben evliliklerin temelinde cinselliğin olduğunu, evliliklerin yapılma amacının en başta özgür ve serbest olarak cinsel ilişkiye girmek olduğunu düşünüyorum. Bununla ilgili yapılan çalışmalardan da bahsedebilirim ama bunlarla sizi sıkmak istemiyorum. Bana gelen kadınların çok büyük çoğunluğu cinsel doyuma ulaşamamış kişiler ve bunun sebebi de cinsellik konusunda yeterli bilgiye ve deneyime sahip olmamaları. Günlük hayatın keşmekeşi içinde cinselliği unutuyorlar. Eşleri ile gece vakti sessiz sedasız, zevk almayı düşünmeden ilişkiye giriyorlar. Size verdiğim tavsiyeleri onlara da veriyorum. Cinsel hayatlarını renklendirmelerini söylüyorum. Beni utana sıkıla dinliyorlar ama sonra haklısınız diyorlar...)
(Kocalarına cinsel olarak yetmediklerini düşünen yada cinsellikten haz almayan kadınlara kocalarına beraber olabilecekleri kadın bulmalarını söylüyorum. Ve bunun ayıplanacak bir şey olmadığını da söylüyorum. Gerekirse imam nikâhı ile kocalarının ikinci bir evlilik yapmasının evliliklerini daha da sağlamlaştıracağını söylüyorum onlara. Ama kocalarının cinsel olarak kendilerine yetmediğini, doyuma ulaşamadıklarını, kocalarından zevk almadıklarını söyleyen kadınlar da oldu. Pek çoğu yıllardır evli olduğunu ama cinsel doyuma ulaşamadan, orgazm olamadan kocaları ile birleştiklerini söyledi. Ve bu sebepten ötürü maalesef kocalarını aldattıklarını söyleyenler de oldu. Her gün televizyonlarda, gazetelerde eşlerini aldatan kadınların haberlerini görüyoruz. Bundan çok daha fazlası haber bile olmuyor, kimse bilmiyor çünkü. Ve bunun da en büyük sebebi cinsel tatminsizlik...)
(Kadınların cinsellik konusunda bilinçlenmeleri çok önemli. Ben danışmanlık yaparken bunun içine cinsel danışmanlığı da katıyorum. Seks konusunda kadınları bilinçlendirmeyi kendime düstur edindim uzun zaman önce. Dediğim gibi ben evliliklerin temelinde cinselliğin yattığına inanıyorum. İnsanın en temel içgüdüsüdür cinsellik. Hayvanlar için de bu böyledir ama biz hayvanlar gibi üremek için değil zevk almak için yapabiliyoruz bunu. Benim de yapmak istediğim, kadınlara öğretmek istediğim cinselliği sadece üremek için yapılan bir eylem olmaktan çıkarmak gerektiğidir. İnanır mısınız senelerdir evli oldukları halde kocalarının cinsel organlarına dokunmayan pek çok kadın gördüm şimdiye kadar. Gecenin bir vakti, çocukları uyuduktan sonra karanlıkta birbirinin yüzünü bile görmeden yorganın altında ilişkiye giriyorlar. Onlara hangi pozisyonda ilişkiye girdiklerini soruyorum, nerdeyse hepsi klasik pozisyonda ilişkiye girdiklerini söylüyor. Peki, sen bundan hoşlanıyor musun diye soruyorum, yüzleri kıpkırmızı oluyor. Başka türlüsü gelmiyor akıllarına çünkü...)
(Onlara kocanızla hangi pozisyonda birleşmek istediğinizi söyleyin diyorum, hangi pozisyondan zevk aldığınızı söyleyin diyorum. Kocalarınızın bir kadın olarak sizin de istekleriniz olduğunu, hoşlandığınız veya hoşlanmadığınız şeyler olduğunu bilmesini istiyorsanız bunu onlara söyleyin diyorum. O zaman dilleri yavaş yavaş çözülmeye başlıyor. Bana söylediklerinizi gidin kocanıza da söyleyin diyorum...)
(İçlerinde marjinal tipler de çıkmıyor değil. Misal bir adam karısını başka bir erkekle ilişkiye girerken izlemek istediğini söyleyip baskı yapıyormuş. Kadın orta yaşlı 2 çocuk annesi kapalı, çok hanım, çok düzgün bir kadın. Yani dışardan baktığınızda hiç aklınıza gelmeyecek bir şey bu. Bana Simge Hanım kafayı yemek üzereyim, kocamın baskılarından sıkıldım, böyle bir şeyi kabul edemem, boşanmak istiyorum ama boşanınca ne yaparım nasıl geçinirim bilmiyorum dedi. Kendini çok çaresiz hissediyordu. Hali vakti epey yerinde, zengin bir kadındı ama hayatı boyunca hiç çalışmamış, para nasıl kazanılır bilmeyen bir kadındı...)
(Ne yapmalıyım diye sorunca bunu kabul etmesini ama kesinlikle gizli tutması gerektiğini, ilerde felaketle sonuçlanabilecek bir durum yaratmamaları gerektiğini söyledim. Biliyorum size bu söylediklerim çok inanılmaz görünüyor olabilir ama böyle bir durumda kadının evliliğini kurtarabilmesinin tek yolunun bu olduğunu gördüm ve başka da bir yol önermemin doğru olmayacağını anladım. Kadın aylar sonra geldi. Kocasının tavsiye ettiği, kendisinin de tanıdığı bir adamla birlikte olurken kocasının kendilerini izlediğini söyledi. Ve bilin bakalım sonuç ne oldu? Evlilikleri mutlu bir şekilde devam ediyor. Maalesef dinimizin, törelerimizin yasakladığı şeyler gün geliyor bir evliliğin kurtulmasını sağlıyor. İnsanoğlu söz konusu cinsellik olduğunda tüm yasakları bir kenara atıyor çünkü...)
(Bütün bu olumsuz şeyler bir araya gelince de tatminsizlik başlıyor. İnsanın içini yiyerek büyüyen bir kurt gibi aynı, her geçen gün büyüyor. Erkeklerin cinselliği sadece eşleriyle yaşaması gibi bir durum olmadığı için onlar açısından durum biraz daha kabul edilebilir. Az önce dediğim gibi adam karısından senelerce ters ilişki istemiş ama karısı olmaz demiş. Kadın böyle tepki verince ne oluyor adamın gözü dışarıya kayıyor. Karısından alamadığını dışarda arıyor. Oysa cinsellik parayla değil sevgiyle yapılması gereken bir şey. Birbirini seven kadın ve erkeğin birleşmesi kadar güzel bir şey var mı?)
(Kadınlara da bunu söylüyorum işte. Bir adamın gözü dışardaysa bunun sebebi çok büyük oranda karısıdır. Kocalarına saygılı davranmalarını, ağırbaşlı davranmalarını söylüyorum onlara. Kocalarınızla konuşun, iletişim kurun onlarla diyorum. İletişimin yarısı ağızla, gözle yapılıyorsa kalan yarısı da cinsel organlarla yapılıyor diyorum. İnanın ilk başta hepsi bu dediklerimden dolayı kızarıp bozarıyor. Benden nefret ettiklerini bile fark ediyorum bunları söylediğim için. Ama sonra hepsi mutlu mesut bir şekilde geliyor, Allah senden razı olsun diyor, sayende evliliğim kurtuldu diyen çok oldu şimdiye kadar...)
(Sizinle de cinsellik konuşmamın sebebi bu. Aranızdaki yaş farkı nedeniyle iletişim probleminizin olduğunu görüyorum ve kıskançlık da var tabii. Son derece doğal bunun olması. Bunu garipsemiyorum. Kocanız cinsel yönden güçlü bir erkek, anlattıklarınızdan bu çıkıyor. Aynı şekilde siz de seks yönünden deneyimli bir kadınsınız, bu sizin için büyük bir avantaj. Bunu daha da ilerletin. Kocanıza beraber olabileceği genç bir kadın bulun, inanın bunu yaptığınızda size olan sevgisi ve ilgisi daha da artacaktır...) dedi.
“Kadın sana bunları mı anlattı yani?” diye sordum yan gözle bakarak. Refiye’nin yüzü kızarmıştı bunları söylerken. Soruma cevap vermek yerine başını öne eğip susmayı tercih edince, “Ulan ne iş Allah aşkına!” dedim şaşkın şaşkın.
Artık eve yaklaşmıştık. Bu konu hakkında daha fazla konuşmadık. Refiye ilerdeki marketin önünde durmamı söyledi. “Çocuklara hediye alacağımı söyledim ama kadın bende akıl bırakmadı, şu marketten en azından çikolata falan alayım...” deyince, “Ben de geleyim mi?” dedim. “Yok canım, ben hallederim!” diyerek indi.
Simge Hanım Refiye’nin dediği gibi kafayı cinsellikle bozmuştu. Refiye ile aramda yaşadığım sorunun ana kaynağı olarak cinsel hayatımızı gördüğü belliydi. Gerçekteyse böyle bir sıkıntımız yoktu, her iki karımla da mutlu bir cinsel hayatım vardı.
Ama düşününce bakire bir kızla evlenmemiş olmanın bende bir sorun yarattığını söylemesi doğru gibi görünüyordu. İki karım vardı, ikisini de çok seviyordum, onlar da beni çok seviyordu ama ikisi de kocaman çocukları olan dul kadınlardı. Üçüncü eşim olacak Elif de öyleydi. Evlenen arkadaşlarımın tümünün karısı bakire kızlardı. Her birinin beline bakireliklerini simgeleyen kırmızı kuşak bağlanmıştı. Oysa benim böyle bir durumum olmamıştı ve bu gidişle de olacak gibi görünmüyordu. Simge Hanımın doğru söylüyor olabileceğini o an anladım.
Camı açıp bir sigara yaktım. Bakire bir kızla evlenemeyecek miyim ben diye sordum kendi kendime... Benim kaderim bu şekilde mi yazılmıştı yoksa... Arkadaşlarım gerdek gecelerinde daracık bakire amları sikerken ben yarak yemekten çuval gibi olmuş amların içinde gezdiriyordum yarağımı... 17-18 yaşında kızlarla evlenen arkadaşlarım vardı... Ama benim her iki karım da 40 yaşından büyüktü... Oysa daha 30 yaşındaydım... Gençliğimin en verimli zamanındaydım...
Kafam bu düşüncelerle doluyken arka kapı açıldı. Refiye elindeki poşetleri koltuğa koyarken kendisi de arka koltuğa oturdu. “Eve de bir şeyler aldım!” dedi gülümseyerek. “Hayırdır, dalgın görünüyorsun?” dedi elini omzuma koyarken. Elini tutup öptüm, “Ha yok canım, bir şey yok!” dedim. “Kadının söylediklerini mi düşünüyorsun?” diye sordu merakla. Aynadan baktım yüzüne, vereceğim cevabı bekliyordu. “Evet, kadın haklı!” dersem alınacağını düşündüğüm için, “Boş ver, bence manyağın teki o kadın!” dedim ama beklentimin aksine Refiye, “Ben öyle düşünmüyorum!” dedi.
“Nasıl yani?” dedim arabayı çalıştırıp eve doğru giderken. “Bence kadın ne kadar tuhafımıza gitse de doğruyu söylüyor. Ben de Özlem de sana göre yaşlı kadınlarız. Ne kadar sekste deneyimli olsak da genç bir kızın yerini tutamayız. Kadın bana kalırsa çok haklı. Bu gidişle bakire, genç bir kızla evlenmen zor görünüyor. Annen teyzenin kızından bahsediyor. O bizden genç ama sana göre gene yaşlı kalıyor, iki de çocuğu var. Simge Hanım bence bizdeki problemi şıp diye buldu ve dediği gibi senin genç bir kızla birlikte olmanın en doğrusu olduğunu düşünüyorum. Seni çok seviyorum, senin iyi olman, mutlu olman dünyadaki her şeyden daha değerli benim için. O nedenle itiraz etme sakın. Kadının dediğini yapacağım üstelik sadece genç değil bakire bir kız bulacağım sana!” dedi. Refiye’nin bu sözleri üzerine bir şey diyemedim çünkü eve gelmiştik. Ama mutlu olmadım dersem yalan olacaktı.
Koltuktaki torbaları alırken aklıma bagajdakiler geldi. Refiye ile kavga ettiğimiz gün alışverişe ait torbalar bagajda kalmıştı. Üstelik bana verdiği içi para ve altınlarla dolu çanta da halen bagajdaydı. Bagajın kapağını açınca Refiye, “Bunlar ne?” diye sordu şaşkınca. “Geçen alışveriş yaptık ya, sonra sen beni evden kovdun, hatırladın mı?” dedim takılarak. “Deli deli konuşma!” dedi sinirle. Torbaları alınca altından bana verdiği çanta göründü. “Hiii!” diye bir ses çıkardı. “Sen bunu burada mı tutuyorsun?” diye sordu yüzüme bakarak. “Evet, başka yer mi var?” dediğimde, “Ver şunu, yukarda kasaya koyarım!” dedi.
Asansörde, “Sen dediklerinde ciddi misin?” diye sordum. Refiye hangi konudan bahsettiğimi bildiğinden, “Çok ciddiyim, kadının söyledikleri ilk başta saçma görünse de düşününce haklı olduğunu anlıyorsun. Kadının ne kadar meşhur olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum çünkü gerçekleri söylüyor!” dedi yanıt olarak. Sonra da dudaklarıma bir öpücük kondurdu. Ellerimde torbalar olduğu halde ince siyah feracesinin üstünden dolgun götünü avuçladım sıkıca.
“Azdın mı?” dedi beyaz dişlerini göstererek. “Hem de çok, şu asansörde seni domaltıp sikmeyi çok isterdim!” dediğimde Refiye gülerek, “Şimdi değil ama belki bir gün onu da yaparız!” dedi
81 notes · View notes
Text
Bölüm 130
Gonca’yı sonunda sikecek olmanın verdiği keyifle Şaheser anneyi almaya gittim. Kapıyı Zarife açtı. Beni görür görmez, “Oo enişte bey hoş geldin!” diyerek yanaklarımdan öptü. Çiçekli uzun ve bol basma bir eteğin üstüne siyah renkli ve üzerine yapışık duran uzun kollu ince bir bluz giymişti. Dolgun memelerini kapatan beyaz sutyeni ince bluzun altında belli oluyordu. Başını desenli bir türbanla arkadan bağlamıştı. Beyaz boynu açıktaydı.
Hemen arkasında karım belirdi. Beni görünce ne kadar sevindiği hemen yüzünde oluşan gülümsemesinden anlaşılıyordu. Başını örtmemişti, kestane rengi saçlarına sanki yeni fön çekmiş gibiydi. Derin V yakalı kısa kollu beyaz bir bluz vardı üstünde. Memelerinin çatalı görünüyordu. Altına ise uzun siyah bir penye etek giymişti. Kalçalarını sıkıyordu etek, geleceğimi bildiği için bu şekilde giyindiği anlaşılıyordu.
Zarife, “Sen geleceksin diye hanımefendi bir heyecanlı bir heyecanlı ki sorma... Sabahtan beri onu mu giysem bunu mu giysem diye konuşup durdu, başımızın etini yedi vallahi!” dedi neşeyle. Zarife’nin bu takılması karımı utandırdı, beyaz yüzü pembeleşti. “Hoş geldin!” dedi utangaç bir genç kız gibi. Zarife, “Al bak, kocan geldi!” diyerek içeri geçince küçük holde baş başa kaldık.
Ayakkabılarımı çıkarıp montumu astım duvara. Sonra da karımı elinden tutup çektim kendime. “Çok mu özledin beni?” dedim gözlerinin içine bakarak. Yutkundu, dudakları titrerken, “Hem de çok!” dedi. Önce yanaklarından sonra dudaklarından öptüm. Etli pembe dudaklarını emdim. Ellerimi götüne atıp avuçladım. Sanki içine külot giymemiş gibiydi, dolgun göt yanaklarını ince penye eteğin altında tüm haşmetiyle hissediyordum. Karımın elleriyse sırtımda geziniyordu.
“Külot giymedin mi?” diye sordum fısıltıyla. “Giydim ama arkası tül, çok ince, onun için anlaşılmıyor!” dedi. Sonra da geriye çekilip, “Güzel olmuş muyum?” diye sordu. “Çok güzelsin, kimin bu üstündekiler, ablanın mı?” diye sorunca, “Evet. Bundan sonra ben de alırım böyle şeyler!” dedi gülümseyerek.
Birlikte salona geçtik. Şaheser anne üçlü koltukta yanında Zarife’nin kaynanasıyla birlikte oturuyordu. Beni görür görmez, “Aslan oğlum gelmiş, aslan damadım gelmiş!” diyerek heyecanla kalktı ayağa. Güçlü kollarıyla beni kendine çekip göğsüne bastırdı. Memeleri hava yastığı gibi şişmiş, göğsüme baskı yaparken yanaklarımı ıslak ıslak öptü.
“Nerdesin oğlum, seni bekliyorum sabahtan beri!” dedi sitem ederek. “İşlerim vardı, onun için geciktim...” dedim. Tek parça mavi renkli desenli bir elbise giymişti. Başını da açık mavi bir şalla genç kızlar gibi bağlamıştı. Önemli bir görüşmeye gideceğimizi bildiğinden böyle giyinmişti Şaheser anne. Yanımda duran karıma dönüp, “Bak şu edepsize, erkeği gelmiş öyle mal gibi duruyo, kız kahve koştur aslanıma çabuk!” dedi adeta kükreyerek. Karım ödü kopmuş halde mutfağa geçerken ben de karşısına oturdum.
Havadan sudan bir süre konuştuk, karımın getirdiği bol köpüklü kahveyi içtim. Kahvem bitince Şaheser anne, “Hadi yavrum, adam bizi bekliyor, gidelim!” deyince beraber kalktık. Şaheser anne pardesüsünü giyinip benden önce dışarı çıkınca karım yanaştı. Fısıltılı bir sesle, “Ne zaman geleceksin?” diye sordu. Yanağından öptüm, “Gelirim bir iki güne, merak etme, ararım seni!” dedim yanıt olarak. Bu sırada Zarife karımın arkasında durmuş imalı bakışlarını üzerimde gezdiriyordu.
Şaheser anne arabaya biner binmez, “Hee yavrum, anlat hele, avradın nasıl?” diye sordu. “İyi, ne olsun...” deyince, “Hele benim salak oğluma bak, yavrum ben onu mu soruyom sana... Nasıl diyom, seni memnun etti mi?” dedi gülerek. Şaheser annenin sorusunun bel altıyla ilgili olduğunu anladım. “İyi iyi, Refiye hünerli kadındır, erkeğini memnun etmesini bilir...” dediğimde, “Bunlar şeher garısı yavrum, ne bilirler adamını memnun etmesini?” dedi kendine has şivesiyle.
İşi makaraya vurup, “Ee, herkes senin gibi eski toprak değil ki!” deyince sevinmiş gibi, “Hee, öyle yavrum öyle!” dedi keyifle. Sonra da elini bacağımın üzerine koydu, “Aslanım, şimdi yeni avradı aldın amma sakın benim kızı da unutmayasın ha... Bak, sen gelecen diye garibim bir o yana döndü bir bu yana... Kızımı boşlama sakın...” dedi elini bacağımın üzerinde gezdirirken. “Onun yeri ayrı onunki ayrı, boşlamam merak etme, Özlem'in yeri başkadır bende!” dedim. Cevabım üzerine, “Hee, sen kızımı memnun et ben de seni edeyim yavrum!” dedi gülerek.
Kısa bir sessizliğin sonrasında, “Benden sana tavsiye yavrum... Bu iki karını da beraber al goynuna... Bir ona bir buna gideceğine ikisini de beraber al ki hem onlar mutlu olsun hemi de sen...” deyince, “Öyle şey olur mu ya?” dedim şaşkınca. “Niye olmasın yavrum, her gece birinin goynunda yatacağına ikisinin goynunda yat... Gençsin, guvvetlisin... İkisinin de pestilini çıkarırsın... Allah’ım belime guvvet ver de, sonra da işine bak... Bir ona bir buna... Allah ne verdiyse... Karı gısmı kıskanç olur yavrum... Yarın öbür gün bunlar birbirine girerler Osman hangimizi daha iyi sikiyo diye... O diyecek beni sikiyo, benim kız diyecek beni sikiyo... Sen ikisini beraber sik ki kendi gözleriyle görsünler... Yoksa bunlar her şeyde anlaşır amma bunda anlaşamazlar yavrum... Hemi de tatlı olur, bir yerine iki amcık sikersin, sefasını sürersin, karıların birbirine düşman değil dost olur, daha çok severler birbirlerini, sana da kul köle olurlar... Sen benim dediğimi yap... Şaheser ananın sözünü dinle...” dedi.
“Ya öyle şey olur mu Şaheser anne, ne derler böyle işe... İkisi de yanaşmaz...” dediğimde tepki göstererek, “Sen gonuştun mu, sordun mu ki böyle diyon yavrum?” dedi gür sesiyle. “Bak, bizim köyde Lokman emmi vardı, bunun da aynı senin gibi iki garısı vardı... Biri ilk garısı yaşlı olan, yaşlı dediysem Lokman emmiyle yaşıt, öbürünü sonradan almıştı genç olanı... Lokman emmi her gece birinin goynunda yatıyodu ilk zamanlar... İlk garısı yaşlı amma güzel kadındı, ikinci o kadar güzel değil amma gencecikti, eti daha taze... Bu ikisi bir gün ha bu dediğim meselede birbirine girmiş saç saça baş başa... Lokman hangimizi daha iyi sikiyo diye kavga etmişler... Lokman emmi de bakmış bu işin altından kalkamayacak, ikisini de birlikte almış yatağa... O günden sonra da öyle sikmiş... Sikişi de daha tatlı olmuş, ha bu ilk garısı benim anamın teyzesinin gızıydı, akrabamızdı... O anlatmış anama... Lokman’ın siki daha guvvetli oldu demiş... Senin de yapacağın bu aslanım... Sikişin de tatlı olur, sikin de guvvetli olur!” dedi nasihatte bulunur gibi.
“Ne bileyim benim aklıma pek yatmadı. Özlem de Refiye de kıskançtır. Böyle bir şeye evet derler mi bilmiyorum?” dediğimde, “Sen hiç merak etme yavrum, benim dediğimi yap, onlar üstüne atlar hemen!” dedi. Refiye de Özlem de lezbiyen ilişki yaşamışlardı. Üstelik Refiye Almanya’da grup seks yapmış bir kadındı. Hem Özlem’le de Kapadokya tatilimizde grup seks yapmıştık. Ve üstelik beni buna ikna eden de o olmuştu.
“Sen dediğimi yap yavrum... Domalt ikisini yan yana... Geç arkalarına... Bir ona sok bir buna... Doya doya, zevkini çıkara çıkara sik ikisini de... Alt alta üst üste... Gönlün nasıl çekiyorsa öyle... İkisi de senin helalindir yavrum... Töremizce de dinimizce de bunun ayıbı günahı yoktur... Karı kısmının erkeğini memnun etmesi kadar erkek kısmı için de geçerli bu yavrum... Sen böyle yapınca hem memnun olurlar hem de aralarında kıskançlık olmaz... Bir dediğini de iki etmezler... Bizim Lokman emmi iki hanımını beraber sikmeye başladıktan sonra ikisi de kul köle olmuştu adama... Peşinden it gibi ayrılmaz olmuşlardı... Lokman emmi ölüp gidince evlenmedi ikisi de... İlk karısı demiş anama “Biz Hüsne’yle birbirimize yeteriz, bize koca gerekmez!” diye. Hüsne bu ikinci karısı... İkisi birlikte yatar olmuş, alışmışlar birbirlerine yavrum... Kadın gadına yaparlarmış bu işi...”
Şaheser anne konuştukça coşmuştu. Bu sözlerinden sonra işi piçliğe vurup, “Sen de gelir misin?” diye sordum. Şaşkınca baktı yüzüme, “Nereye yavrum?” diye sordu. “Sen de katılırsın bize, Refiye’yle Özlem’in ortasına geçersin, sırayla sikerim üçünüzü de. Hem sayı arttıkça zevki de artar!” dediğimde sözlerim çok hoşuna gitti, keyifli bir kahkaha attı. “Hee, sen de az malın gözü değilsin yavrum... Niye olmasın, bakarsın o da olur!” dedi. Sonra da az önceki gibi geçmişten bir örnekle, “Sana anlatmıştım ya yavrum, bizim köyde Hamdi vardı, hem anasını hem gızını sikip gebe bırakmıştı diye... Hamdi hem anasını hem gızını beraber alıyodu goynuna, bi garıyı sikiyodu bi gızını...” dedi devamında.
Konu hakkında daha fazla konuşamadık çünkü müteahhidin yerine gelmiştik. Burası 7-8 katlı tüm cephesi renkli camlarla kaplı büyük bir plazaydı. Binanın camları üzerinde şirketin adı yazıyordu, Kübra Hanımların aile adıydı bu. Ana girişteki güvenlik kiminle görüşeceğimizi sorunca Şaheser anne çantasından müteahhidin kartını çıkarıp uzattı. “Ha bu adamla görüşeceğez yavrum!” dedi bağıra bağıra. Adam bir karta bir de bize baktı, sanki bizi beğenmemiş gibi küçümseyen bir bakıştı bu, ismimizi sordu. Sonra elindeki telsize, “Kadir Beyin misafirleri geldi, Osman Bey ve Şaheser Hanım.” diye konuştu.
Biraz sonra karşı taraftan, “İçeri alın, özel ihtimam gösterin!” yanıtı gelince açık otoparka yönlendirdi beni. Otopark birbirinden lüks arabalarla doluydu. Arabadan inip binanın girişine yürürken Şaheser anne arabalardan birini gösterip, “Aha yavrum sana da bundan alacam!” dedi. “Ya bırak benimle kafa bulmayı!” dedim gülerek. Gösterdiği araba en az 350-400 bin liralıktı. Ancak Şaheser anne çok ciddiydi, “Ne şakası aslanım, hele çıkalım yukarı da anlarsın!” dedi.
Kadir Beyin misafiri olduğumuzdan çok saygılı bir muamele gördük. Takım elbiseli genç bir adam asansöre bindirdi bizi. Sekizinci kata çıktığımızda, asansörün kapısında 25-26 yaşında gösteren, kapalı ama epey makyaj yapmış bir kız karşıladı. “Merhaba, hoş geldiniz, ben Kadir Beyin asistanıyım!” dedi gülümseyerek. Sonra da eliyle işaret ederek, “Şöyle buyurun!” dedi. Uzun bir koridordan geçerken sağ ve sol tarafta camların ardındaki odalarında çalışan kişilerin konuşmalarını duyuyordum. Bunlardan biri de Kübra Hanım ile işyerine gelen Tahir adındaki adamdı.
Kız birkaç adım önümüzde yürüyordu. Üzerine sıktığı bol parfümünün kokusu kaplamıştı koridoru. Üzerinde toprak rengi uzun ama dar bir etekle ceket vardı. Üzerindeki kıyafetin rengine uyan yüksek topuklu yarım bota benzer ayakkabılar giymişti. Başını da koyu mor renkli parlak bir türbanla bağlamıştı. Eteğinin yırtmacı kapalıydı ama dar eteğin altındaki dolgun götünün adım attıkça sallanışlarını görüyordum. Eteğin altından külotunun izi de belli oluyordu.
Sonunda kız bizi koridorun sonunda büyük bir odaya aldı. “Kadir Bey birazdan gelecek. Ne içersiniz, çay kahve?” diye sorunca Şaheser anne, “Gızım sen bize güzel bi çay getir!” dedi. Kız bizi yalnız bırakınca içeri göz gezdirdim. Oldukça pahalı mobilyalarla döşenmişti oda. Kadir Beyin masasının üzerinde birkaç açık dosya ile bir laptop duruyordu. Arkasındaki kitaplığın üzerinde ise kapalı bir kadınla biri erkek biri kız iki çocuğun resimleri vardı. Karısı ve çocuklarıydı belli ki. Bir de yaşlı bir adamın resmi vardı. Büyük ihtimalle babası Durmuş Beydi, aynı zamanda Kübra Hanımın da babasıydı.
Az sonra Kadir Bey geldi. Ellilerinin başında gösteren kısa boylu sağlam yapılı biriydi. Kısa ve kırlaşmış sakalları ona ciddiyet katıyordu. Şık bir takım elbise giymiş ama kravat takmamıştı. Şaheser anneye, “Oo anacım hoş geldin!” dedi gülümseyerek. Şaheser anne, “Hoş gördük Kadir efendi!” dedi keyifle. Sonra da bana dönüp, “Bak, bu benim oğlumdur, bana anlattıklarını ona da anlat. Bizim meseleyi biliyon, benim neyim var neyim yok hepsi oğlum Osman’ın üzerine olacak!” deyince, Kadir Bey, “Senin oğlun var mıydı ki, iki kızın yok mu senin?” dedi şaşkınca.
“Hee, Osman damadımdır, benim küçük kızımın beyidir, amma benim için oğlumdan ötedir. Onun için beraber geldik. Hele sen anlat bakalım. Geçen gonuştuklarımızı söyle...” deyince, Kadir Bey yandaki küçük toplantı masasına oturmamızı istedi. Sonra da projeden, vereceği bloktan ve dairelerden bahsetti uzun uzun.
Ben, “Böyle bir projeye 50 daire az değil mi, 200 daireden 50 tane düşüyor bizim payımıza. Normalde müteahhitler yarı yarıya veriyor!” dediğimde, Şaheser anne araya girip, “Hee, Kadir efendi bak oğlum ne diyo, 50 daire az diyo!” dedi gülerek. Kadir Bey Şaheser anneye baktı, sonra da, “E sen söylemedin mi? Oğlum diyorsun, ama daha adamın haberi yok, söylememişsin bile!” dedi. “Neyi?” diye merakla sordum.
Şaheser anne, “Hee, yavrum, şimdi Kadir efendi bana 50 daire verecek ya, ha bu bizim Hacı’nın yanında gonuştuğumuz. Bundan başka gene verecek!” dediğinde, Kadir Bey araya girerek, “50 daire bu projeden alacaksınız. Bunun haricinde yapacağım bir proje daha var, oradan da 50 daire vereceğim. Yani payınıza 100 daire düşecek. Bu projeden verebileceğim bu kadar. Çünkü büyük ama maliyetli bir iş bu. Daha fazla verirsem ben kar edemem bu işte!” dedi.
Duyduğum haber karşısında yutkundum. 50 daire alacağımızı sanırken birden 50 daire daha ortaya çıkmıştı. “Hee, bu 50 daireyi demedim sana yavrum, çünkü bunlar Hacı’yla benim üstüme olacak. O ilk dediklerim kardeşlerimden kurtarmak için olanlardı. Onlar senin üstüne olacak, amma bu ikinciler bizim üstümüze. Dünya hali ne olur ne olmaz. Bu 50 tanesi sana diğerleri bize. Ben hepsini sana verelim dedim, ama Hacı yanaşmadı o zaman. Hoş biz yarın öbür gün ölüp gidince hepsi gene senle kızlara kalacak yavrum...” dedi Şaheser anne.
“Valla iyi pazarlık yapmışsınız!” dediğimde, Kadir Bey atılıp, “Şaheser anne adamı suya götürür susuz getirir, ağzımdan girdi burnumdan çıktı. Bu zamana kadar böyle pazarlıkçı müşteri hiç görmedim!” dedi kahkahayla. Bahsettiği ilave 50 daireyi ve projeyi anlattı. Bizim projeye yakın bir konumdaydı, ama bu vereceği daireler biraz daha küçük olacaktı. Gene de hiç yoktan 100 daire sahibi olmak vardı işin ucunda.
Oluşan sessizliği fırsat bilip kendimi tanıttım. Direkt konuya girdiğimizden konuşamamıştık. Marketlerine ürün vereceğimizi, yardım kolilerini ve Kübra Hanımı söyledim. Kadir Bey, “Kübra bizim en küçüğümüz, 8 kardeşiz biz, en büyükleri de benim. Ben inşaat işlerine bakıyorum, market işine benim küçük birader bakıyor. Her birimiz bir işin başındayız. Yahu Şaheser ana bak oğlunla iş yapıyormuşuz ama hiç söylemiyorsun!” dedi takılarak.
Şaheser anne, “Hee, Kadir efendi araba ne oldu?” diye sorunca, Kadir Bey, “O kolay, imzaları atalım sözleşmeye, araba hemen kapında, en kolayı o!” dedi. Şaheser annenin araba dediği buydu demek ki. 100 daire haricinde bir de araba alacaktık.
Görüşme sona ererken Kadir Bey, “Babam da tanışmak istiyor sizinle!” dedi. Babasının odası kendi odasının karşısındaydı. Burası daha büyük bir odaydı. Babası Durmuş Bey büyük bir ahşap masanın arkasında oturuyordu. En az yetmiş yaşında belki de daha büyüktü ama sağlıklı görünüyordu. Seyrek ve iyice beyazlamış kısa sakalları vardı. Masasının önündeki büyük bordo koltukta Kübra Hanımın annesi Meryem Hanım bacak bacak üstüne atmış halde oturuyordu.
“Baba sana bahsettiğim Şaheser Hanımla oğlu Osman Bey!” deyince, adam çevik bir hareketle koltuğundan kalktı ve karşıma geldi. Elini uzatınca gayri ihtiyari bir hareketle öpüp başıma koydum. Durmuş Bey bu hareketimden çok hoşlandı. “Aferin evladım, helal süt emdiğin belli oluyor. Şimdiki gençler bir tuhaf. Adama elimi uzatıyorum, pezevenk sanki okul arkadaşıymışım gibi elimi sıkıyor!” dedi.
Meryem Hanım hiç istifini bozmadan bakıyordu bize. Kadir Beye ise hiç bakmamaya dikkat ediyordu, aynı şekilde Kadir Bey de sanki odada Meryem Hanım yokmuş gibi davranıyordu. Birbirlerinden hiç hoşlanmadıkları belliydi. Şaheser anne ile masanın karşısındaki ikili koltuğa otururken Durmuş Bey de karısının yanındaki tekli koltuğa oturdu. Bu sırada Kadir Bey gitmişti.
Durmuş Bey beni soru yağmuruna tutmaya başladı birden. “Kimsin, kimlerdensin, evli misin, çocuğun var mı...” diye başlayan soruların ardı arkası kesilmiyordu. Kendimi tanıtınca, “Bak sen şu kurban olduğum Allah’ın işine!” diyerek karısına döndü. “Yahu bizim Ayşe’nin eski gelini vardı ya hani. Kız bozuk çıktı, anası da Osman diye bir adamın yanında çalışıyordu. Bizim yurttaki kadını göndermiştik ya kızın anasının yerine işe alsın diye, bu Osman o Osman işte!” dediğinde, o ana kadar bizi küçük gören bakışlarla süzen Meryem Hanım, “Öyle mi, memnun oldum!” dedi kaşlarını kaldırıp başını da sallayarak.
Kendisini daha önce mağazada ayaküstü görmüştüm. Birkaç saniyelik bir olaydı o, ama şimdi tam karşımda oturuyordu. Dizlerinin bir karış altına gelen siyah bir elbise giymişti Meryem Hanım. Elbisesinin alt kısmı dantelliydi ve biraz daha uzun gösteriyordu elbiseyi ancak çorapsız, çıplak ve beyaz etli bacaklarını sadece ince bir tül gibi örtüyor, kapatmıyordu. Kaymak gibiydi bacakları. Karşısında yabancı bir erkek olarak bulunduğum halde bacak bacak üstüne atmış şekilde oturmaya devam ediyordu. Üstünde beyaz, kolları püsküllü bir ceket vardı. Başını siyah beyaz desenli bir türbanla bağlamıştı. Her iki yüzük parmağında büyük ve parlak pırlanta yüzükler, bileklerindeyse sarı sarı kalın bilezikler vardı. Kısa tırnaklarına bordo oje sürülmüştü. Etli dudaklarına ise kırmızı ruj sürmüştü. Bembeyaz yüzü tavandan vuran ışığın altında parlıyordu. Burnu açık yüksek topuklu siyah ayakkabılar vardı ayağında. Ayak tırnakları da ellerininki gibi bordo ojeliydi. Her haliyle çok güzel, alımlı ve çekici bir kadındı. Ama bu sıradan bir güzellik değildi. Sanki Meryem Hanım sokaktaki herhangi güzel bir kadın değil de, eski bir manken yada film yıldızı gibiydi. Kendine has bir albenisi, çekiciliği vardı. Yemyeşil gözleri beni daha yakından tanımak istiyormuş gibi üzerimde geziniyordu. Beni mağazada gördüğünü hatırlamamıştı Meryem Hanım.
Durmuş Bey ile aralarında en az 20 yaş fark vardı. Çok rahat belli oluyordu bu. Onunla parası için evlendiğine emindim. Kadir Bey ile aralarında ise yaş farkı yok gibiydi, belki de Kadir Bey ondan büyüktü. Kadir Bey Meryem Hanımı servet avcısı olarak görüyor, babasıyla parası için evlendiğini düşünüyor ve ondan hoşlanmıyordu, aynı şekilde Meryem Hanım da ondan uzak duruyordu. Her şey o kadar açıktı ki, bunu fark etmemek mümkün değildi.
“Ayşe benim halamın kızıdır. Onun oğlu bir kızı sevmişti, senin yanında çalışan kadının kızını. Kız af buyurun patlak çıkmış. Bikrini izale ettirmiş başkasına, kendini de kız oğlan kız diye yutturacak aklı sıra...” derken sustu, sonra da, “Sen biliyor muydun evladım bunu?” diye sordu Durmuş Bey. Başımı sallayarak, “Biliyorum!” dedim.
“Allah bizi öyle insanlardan uzak etsin, onları da ıslah etsin. Bu nasıl iştir yahu? Kızdaki cesarete bak. Hem başkasıyla düşüp kalkıyor, kendini bozduruyor sonra da namusluyum diye kendini pazarlıyor. Böyle rezillik kepazelik olur mu? Bunun anası da zaten sağlam pabuç değilmiş, Ayşe onu da anlattı bana geldiğinde. Benden yardımcı olmamı istedi, sonra seni söyledi. Osman dürüst namuslu bir adamdır, ona işlerinde yardımcı olun deyince, ben de dedim o zaman bizim için o kadını işten atsın, biz de ona iş verelim dedim. Seni bana Ayşe söylemişti. Demek kader bu şekilde örmüş ağlarını ki, seninle hem o türlü hem de bu şekilde tanışmış olduk!” dedi yaşına inat beyaz porselen dişlerini göstererek.
Semanur’u Cem’den başka siken bendim, ayrıca annesi Dilber’i de sikmiştim. Üstelik bebeğini aldırması için daha buraya gelmeden önce yüklü bir para vermiştim. Oysa şimdi Durmuş Bey karşımda durmuş Semanur ve annesi hakkında ağzına geleni söylüyordu. Ayrıca bana bu işi bağlayan, bu insanlarla beni tanıştıranın da Ayşe Hanım olduğunu öğreniyordum. Uzun zamandır kafamı kurcalayan, merak ettiğim sorunun cevabını bulmuştum sonunda.
Durmuş Bey ara ara Şaheser anneye dönüyor, ona köyle ilgili sorular soruyordu. “Köy hayatını çok severim. Çiftliğim var benim de, hafta sonları fırsat buldukça giderim. İçinde inek, koyun, keçi, at, tavuklar ne ararsan var. Benim yoğurdum, peynirim, yumurtam hep oradan gelir...” derken, Şaheser anne Durmuş Beyin söylediklerinden çok karşısındaki Meryem Hanımla ilgileniyordu. Kadının süslü ve kodaman hali daha çok dikkatini çekiyordu.
Sonunda görüşmemiz sona erince Durmuş Beyin elini öptüm yine. Omzuma vurarak, “El öpenlerin çok olsun evladım, İnşallah seninle daha çok işler yapacağız. Ne zaman başın sıkışırsa gel yanıma, hiç çekinme!” dedi. Halen koltuğunda oturmaya devam eden Meryem Hanım ise, “Tanıştığımıza memnun oldum!” dedi gülümseyerek.
Şaheser anne ile geldiğimiz gibi aşağı indik. Kapıdan çıkarken, “Hele kadının oturuşuna bak. Karşısında elin adamı var, insan bir toparlanır be. Başını örtmüş, ama bacaklarını açmış haspam, tövbe tövbe!” dedi başını sallayarak. “Bunlar para babası Şaheser anne. Senin benim gibi değiller!” dediğimde, “Hee, görmüyon mu yavrum, kapısında bir sürü iti var baksana!” dedi karşımızdaki güvenlikçiyi işaret ederek. Neyse ki adam duymamıştı bu sözleri.
Arabaya bindik. Saat 14:00’ü geçiyordu. “Acıktın mı?” diye sordum. “Hee, acıktım yavrum. Hele güzel bi yere götür beni de yemek yiyek beraber!” dedi neşeyle. Lüks sayılacak lezzetli yemekleri olan bir restorana doğru sürmeye başladım arabayı. Şaheser anne, “Hee, yavrum, bak ben sözlerimi tutuyom... Sen de verdiğin sözü tutacaksın!” deyince, “Ne sözü?” dedim merakla.
“Resmi nikâh olacak ya yavrum, kızıma resmi nikâh yapacaksın ki bu işler tamam olsun. En başında konuştuk ya aslanım, unuttun mu?” dedi. “Yok, unutur muyum, aklımda. Yalnız bu nikâh işleri filan olunca aklım biraz karışık bu aralar!” dedim. Özlem’le resmi olarak evlenecektim 50 daireyi alabilmek için. Şaheser anne işlerin hallolması için diyordu, ama gerçekte resmi nikâhı şantaj malzemesi olarak kullanıyor, beni bununla tehdit ediyordu. Resmi nikâh yapmazsam daireleri üzerime yapmayacaktı.
“Uygun bir zamanda nikâh günü alırım. Bu işi hallederiz!” dediğimde, “Aslan oğlum benim, gurban olurum sana. Sen beni üzme ki ben de seni üzmeyeyim yavrum, her şey garşılıklı!” dedi sırıtarak. “Estağfurullah, seni üzmek ne haddimize, olur mu öyle şey!” dedim gülerek.
Şaheser annenin keyfi yerine gelmişti. “Ne diyodum önceden yavrum... Ha, benim kızı boşlama sakın... Bak sana çok düşkün o, sen şimdi o karının koynuna giriyon diye içi içini yiyo... Kendini paralıyo... Sen kızımı boşlama, onun gönlünü hoş et ki ben de seni hoş edeyim... Bu daireler maireler daha bir şey değil yavrum... Köyde bir dünya davarımız vardı, sattırdım bunları Hacı’ya, dedim ya sana daha önceden... Hacı o paraları yatırdı bankaya, faiziyle beraber epey tuttu şimdi... Boşta duran, başkasına kiraladığımız tarlalar var bir sürü... Hacı bunları da elden çıkarmak istiyor... Alıcısı da var... Para da anlaşırsa satacak bunları da... Sen yavrumu üzmezsen ben de seni üzmem yavrum, o paraları da veririm sana... İşini büyüt, daha büyük yer aç, daha çok adam çalıştır yavrum...”
“Sen bana rahmetli dayından hatırasın... Ben çok sevdim onu, Allah var, o da beni çok sevdi, amma kader birleştirmedi bizi yavrum... Dün gece uzun uzun düşündüm, aklım eski zamana gitti... Bizim Özlem’in doğumuna gitti aklım... Dedim ya, o zamanlar hem dayın hem Hacı sikiyodu beni, Özlem hangisinden oldu bilmiyom diye... Hee, onu düşündüm yavrum, seneler sonra düşünesim geldi bunları...”
“Aklımca hesap ettim kitap ettim yavrum... Bizim Özlem’in babası senin dayındır... Hacı değil, onu iyice belledim artık... Özlem’e gebe kaldığım zamanlarda kim beni daha çok sikmişti diye düşününce bu çıktı ortaya aslanım... Hacı’ya o aralar bizim koçlardan biri kafa atmıştı, ha bu kasığına yakın bir yere de siki kalkmamıştı bir zaman... Sonra sonra düşününce hatırladım... Hem Hacı’nın kanı da tutmuyo kızınkini... Kaşı gözü her şeyi başka, Zarife babasının kopyası, amma Özlem’le hiç ilgisi yok...” dedi.
Sözleri bittiğinde, “Doğru mu bunlar, yani Özlem benim dayımın kızı mı? Öz dayımın kızı mı şimdi?” dedim heyecanla. “Hee, yavrum, dayının öz be öz kızıdır!” dedi başını evet anlamında sallayarak. İlk söylediğinde muhtemel görünen şey şimdi gerçek çıkmıştı, karım dayımın kızıydı. Özlem ilk önce amcaoğlunun karısı, yani yengem olmuştu. Amcaoğlum ölünceyse karım ve şimdi de dayımın kızı...
“Sen de benim bir yerde damadım değil, oğlumsun yavrum... Sana bakınca dayın geliyor aklıma... Onun için benim bu zamandan sonra neyim var neyim yoksa senindir yavrum...” dedi. Bunları söylerken gözleri buğulanmıştı. “Yalnız bu aramızda kalacak yavrum. Heç kimseler bilmeyecek. Özlem’e bile söyleme. Ben ölüp gitsem bile söyleme sakın. Sadece sen ve ben, tamam mı yavrum?” diye tembihte bulunmayı ihmal etmedi.
“Bu haftasonu köye gidecem. Sen beni götürür müsün, otobüsler yoruyo beni...” deyince, “Götürürüm, ne demek!” dedim. Vereceği onca paraya, zenginliğe karşılık onu köye götürmem yardım anlamında koca gölde bir damla bile etmezdi.
“İşlerini hallettin mi ki?” dediğimdeyse, “Hee, çok şükür yavrum, hallettim sayılır. Kalanı da öbür gelişimde yaparım artık. Krem işe yaradı, bu götümdeki yara da azaldı epeyce. Hacı aradı, özlemiş beni!” dedi neşeyle. “E kaç senelik karısısın, özlemiştir tabii ki!” dedim kahkahayla. “En çok da seni görmek istiyo Hacı... Damadımı getir göreyim diyo durmadan... Beraber Özlem’i de alırız gideriz yavrum...” dedi.
Restoranda güzel bir yemek yedik. Şaheser annenin keyfi iyice yerine gelmişti artık. Yemeğin sonunda kahvelerimizi içerken benden sigara istedi. Üst üste iki sigarayı son nefesine kadar içtikten sonra kalktık. Yeniden arabaya bindik. Zarife’nin evine giderken elini bacağıma atarak, “Hee, yavrum bu işlerde kızımı boşlama deyip duruyom, amma beni de sakın boşlamayasın ha ona göre!” dedi gülerek. “Senin tadını aldım bir kere, boşlar mıyım hiç!” dedim işi piçliğe vurup. Cevabıma çok sevindi. “Şaheser anan cömerttir yavrum, yeter ki sen onu memnun et!” dedi yanıt olarak.
Zarife’nin evinin önüne gelmiştim sonunda. Şaheser anne içeri davet etti, ama işim olduğunu söyleyince ısrar etmedi. Yanaklarımdan ıslak ıslak öptükten sonra indi. Artık eve yani Refiye’nin yanına gitmemin vakti gelmişti. Beraber Simge adındaki kadının yanına gidecektik.
Yolda çiçekçiye uğrayıp güzel ve en pahalısından bir buket yaptırdım. İlave olarak da güzel bir paket çikolata aldım. Aysel’in demesine bakılırsa Refiye beni affetmişti, ama gene de içimde endişe vardı. Bunun haricinde karımın dayımın kızı olması daha büyük bir haberdi. Rahmetli dayım çocuğunun olmamasına çok üzülmüştü hayatı boyu. Ama gerçekte bir kızı vardı ve o benim karımdı. Özlem’le hem karı koca, hem de dayı hala çocuğuydum...
Evin önüne gelip park ettim. Çiçek ve çikolatayı alıp bindim asansöre. Çok heyecanlıydım. Nasıl bir yüz ve tavırla karşılaşacağımı bilmiyordum. Tedirgin bir halde zile bastım. Az sonra içerden ayak sesleri geldi, peşinden de kapı açıldı. Refiye’yi görmeyi beklerken karşımda Emel belirince şaşırdım.
“Merhaba, nasılsınız?” dedim titreyen sesimle. Elimdekilere göz attı, “Teşekkür ederim, hoş geldiniz, buyurun!” dedi kenara çekilerek. Ben içeri geçerken kapıyı kapattı. “Refiye yukarda yatak odasında...” dedi. “Ben onun yanına gideyim o zaman...” dedim utangaçça. Elimde çiçek ve çikolatayla görmesi utanmama sebep olsa da yapacak bir şeyim yoktu. Emel gülümsüyordu, ama benimle alay ettiği için mi, yoksa bu davranışım hoşuna gittiği için mi anlayamadım.
Sessiz adımlarla yukarı çıktım. Kalbimin atışları daha da şiddetlenmişti şimdi. Yatak odasının kapısı kapalıydı. Kapıya vurdum iki kez, “Refiye benim!” dediğimde, içerden, “Gelsene aşkım!” diyen Refiye’nin sıcak sesi geldi karşılık olarak. Kapıyı açıp içeri geçtiğimde Refiye makyaj aynasının önünde oturmuş makyaj yapıyordu. Beni görünce gülümseyerek ayağa kalktı, önce durdu bir süre, sanki bir şey söyleyecek gibi oldu, ama sonra hızlı adımlarla gelip boynuma sarıldı. “Bir daha böyle şeyler yapma!” dedi ağlamaklı bir sesle.
Elimde çiçek ve çikolatayla kalmıştım, komik bir durumdaydım. “Tamam, bir daha böyle şeyler olmayacak. Ben seni çok seviyorum, her şey için özür dilerim!” dedim. Yanaklarımdan öptü. Gözleri nemlenmişti. “Ağlama bak, makyajın bozulacak!” dediğimde, “Tamam!” dedi gülerek. Elimdekileri aldı, çiçekleri kokladı uzun uzun. “Seni çok seviyorum, her şeyden çok seviyorum. Birbirimizi bir daha hiç üzmeyelim, olur mu?” deyinceyse sarıldım, “Tamam, bir daha hiç birbirimizi üzmeyeceğiz!” dedim.
Sonrasında etli dudaklarına yumuldum. Refiye benden daha istekli halde öpüşüyordu. Dudaklarımı emiyor, ısırıyordu. Ellerimi götüne attım, göt yanaklarını sıktım, okşadım. Ardından ayak bileklerine inen pileli bordo kadife eteğini yukarı sıyırıp ellerimi altına soktum. Çorapsız bacaklarını, dolgun kalçalarını okşarken götünü avuçladım. Altına tanga külot giymişti. Külotun ipli arkası göt yanaklarının arasında kaybolmuştu. Başını örtmemişti, yanaklarını, çıplak boynunu öperken, “Çok özledim seni!” diyordum.
Refiye boynunu daha rahat öpebilmem için başını yukarı kaldırmış, sağa sola oynatıyordu. Elleri sırtımda geziniyor, bir taraftan da, “Ben de!” diyordu fısıltıyla. Yarağım sertleşmişti iyice. Beyaz gömleğinin altındaki dolgun memeleri göğsüme baskı yapıyordu. Gömleğinin açık üst düğmelerinin arasından beyaz koynunu öperken o da saçlarımı çekiyordu. Ama sonunda daha fazla ileri gitmeme mani olmak için, “Tamam, kendini geceye sakla. Emel aşağıda!” dedi fısıltılı bir sesle.
Başımı kaldırdım. “Niye geldi o?” diye sordum. Ama aslında sabahtan beri Refiye’nin yanında olduğunu biliyordum. Aysel’in evinden çıktıktan sonra ayrılmamışlardı. Bu arada pantolonumun önündeki şişkinliği fark etmişti Refiye, kıkır kıkır gülerken, “Ben çağırdım. Akşama yemek vereceğim. Kardeşlerim gelecek çocuklarıyla. Emel hamarat kadındır, çok da güzel yemekler, mezeler yapar. Biz dışardayken o da yemek işini halledecek!” dedi.
Gömleğinin üst düğmelerini ilikledi. İnce gömleğinin altındaki siyah sutyeni belli oluyordu. “Böyle mi geleceksin sen?” dediğimde, “Saçmalama, tabi ki hayır!” dedi beni azarlar gibi. “Hadi sen banyo yap, teke gibi kokuyorsun!” deyince, “Ne tekesi?” dedim. Koltuk altlarımı kokladım, burnuma her hangi bir koku gelmedi. “Kokmuyorum, yalan söyleme!” dediğimde, “Ben kokuyorsun dediysem kokuyorsundur. Hadi, gir yıkan. Ben sana yeni kıyafet ayarlarım!” dedi.
“Nereye gideceğimizi biliyorsun değil mi?” diye sorunca, “Merak etme biliyorum, Aysel kafama vura vura söyledi iyice anlamam için!” dedim gülerek. Ardından bakışları önünde soyundum, çırılçıplak kaldım. Yarağım halen sertliğini koruyordu. Refiye yarağıma baktı yutkunarak, “Hadi gir yıkan!” deyince, “Çok azdım, beni böyle bırakma!” dedim yarağımı sıvazlayarak. “Delirdin mi, kadın aşağıda!” dediğindeyse, “Bari ağzına al biraz!” dedim. Önce itiraz edecek gibi oldu, ama kendisi de bu duruma daha fazla kayıtsız kalamadığı için önümde dizlerinin üzerinde çömeldi.
Yarağımı nazikçe tutup ağzına aldı. O an gözlerimi kapadım, büyük bir keyif dalgası her yanımı sardı. Buraya gelirken neyle karşılaşacağımı bilmiyordum, ama şimdi karım Refiye bana güzel bir sakso çekiyordu. Aysel’in dediği doğru çıkmıştı, Refiye beni gerçekten de affetmişti.
Sol elimi belime atarken, sağ elimle de kestane rengi dalgalı saçlarını okşuyordum. Refiye ilk anda usulca başladığı saksosunu saniyeler ilerledikçe hızlandırmış ve yoğunlaştırmıştı. İki elini göt yanaklarıma atmış halde yarağımı dibine kadar ağzına alıyor, emiyor ve kafasını dilliyordu. İyice şişmiş taşaklarımı da löp bir yumurta gibi alıyordu ağzına. Bu sırada gözleriyle de beni izliyordu. “Çok güzel, canım karım, çok seviyorum seni, devam et!” dedikçe cesaretleniyor ve daha da arzulu ve iştahlı halde sakso çekiyordu. Saksonun arasında, “Adetim kesildi!” dediğinde benim için çok mutlu bir haber vermiş oldu.
Refiye’nin saksosu böyle devam ederse ağzına boşalacaktım. O nedenle, “Bu böyle olmayacak, geç şöyle domal!” dedim. Refiye bu kez itiraz etmedi, hızlıca doğrulup kalktı ve yatağın üzerine çıktı, ellerini koyup köpek gibi domaldı.
Hemen arkasına geçtim, eteğini sıyırdım beline. Siyah tangasını da aşağı sıyırdım. Ellerimle göt yanaklarını hızlıca ayırdığımda yarma şeftaliye benzeyen iyice ıslanmış amı çıktı ortaya. Yarağım zaten kazık gibiydi, Refiye’nin sikilmeye aç ve hazır amına soktum hızlıca. Deli gibi pompalamaya başladım. O anda Refiye de inliyordu, fısıltılı sesiyle, “Sik sik, oh aşkımm, sik, ohhh, sik!” deyip duruyordu. Başını yana çevirmiş bana bakmaya çalışıyordu aynı zamanda. Ellerim göt yanaklarındaydı, onları sıkıp yoğururken var gücümle de amına pompalıyor, deli gibi sikiyordum.
Kasıklarım ve taşaklarım Refiye’nin dolgun göt yanaklarına, kasıklarına çarpıyor, geniş yatak odasının içini sikişimizin sesleri dolduruyordu. Ancak Refiye, “Yavaş ol, kadın aşağıda!” dedi bu sırada. Çıkan yoğun seslerden tedirgin olmuştu. Mecburen biraz yavaşladım. Ancak kendimi kontrol etmekte zorlanıyordum. Bembeyaz göt yanakları löpürdüyordu yarak darbelerimle. Amının içi fırın gibi sıcak, yağ sürülmüş gibi kaygandı ve yarağım içinde gidip geldikçe aldığım zevk katlanarak çoğalıyordu.
Odanın ortasındaydık. Kapı kilitli değildi, Emel birden içeri girse bizi bu halde bulacaktı, ama ikimizin de artık dayanacak gücü ve sabrı kalmamıştı. Boşalmaya yaklaşıyordum, biraz olsun gecikebilmek için çıkardım yarağımı amından. O an Refiye, “Sok şunu hadi!” dedi büyük bir şehvetle. “Yavaş ol!” dedim fısıldayarak. Yarağımı göt yarığında gezdirdim bir süre, hafif kıllı göt deliğine bastırdım kafasını.
Ancak Refiye, “Hadisene, kadın aşağıda, her an gelebilir!” dedi korkuyla. “Tamam, sakin ol!” dedim, ama ben de Emel’in aşağıda olmasından dolayı tedirgindim. Yarağımı ayrık duran amına soktum tekrar, birkaç kez sokup çıkardıktan sonra, Refiye, “Az dur!” dedi. Yarağım amında olduğu haldeyken Refiye götünü sağa sola oynatmaya başladı. Aldığım zevkle gözlerimi kapadım, ellerimi belime attım ve kendimi serbest bıraktım. Refiye zevkle inlerken götünü oynatıyordu durmadan. Yarağım amının duvarlarına sürtünüyor, içinde ileri geri sağa sola oynuyordu onun bu hareketleriyle. Aldığı zevk de çoğalıyordu.
Ama daha fazla bu şekilde kalamadım. Ellerimi beline attım ve onu kendime çekerek sert şekilde sikmeye başladım. Var gücümle pompalıyor, amına yükleniyordum. Çıkan 'Şlop şlop şlop!' seslerine aldırmadan sikiyordum ikinci karımı. Refiye de bu sesleri unutmuş, kendini sikişin zevkine kaptırmış, “Uhhh, ayyy, ohhhh, ımmm, ahhh!” sesleri eşliğinde inliyordu. Refiye’nin yağlı amı yarağımı vakum gibi çekiyordu içine.
Saniyeler ilerlerken zevk dalgası ile vücudum titremeye, sarsılmaya başladı. Sonunda boşalmıştım. Refiye’nin amına döllerim akarken kalbimin sert atışlarını boyun damarlarımda hissediyordum. Refiye’nin beyaz göt yanakları kızarmıştı, kasıklarım da öyleydi.
Yarağımı çıkardığımda amının zevk sıvıları ile birleşen döllerim amından kasıklarına akıyordu. “Huhhh!” diye derin bir nefes alıp verdikten sonra doğrulup ayağa kalktı. “Ben yıkanırsam olmaz, ama sen gir yıkan hemen. Ben de hazırlanayım, kadın işkillenmesin!” dedi ve makyaj masasından aldığı ıslak bir mendille amını silip tangasını giyindi hızlıca. “Hadisene, ne bekliyorsun?” dedi gözlerini açarak. Sonrasındaysa, “Ha Osman, aman ha, ne Emel ne de kardeşlerim bizim kavga ettiğimizi bilmiyor ona göre. Emel senin sabah işe gittiğini sanıyor, aman gözünü seveyim dikkat et, belli etme bir şey!” deyince, “Tamam, merak etme sen!” dedim. Refiye hazırlanırken ben de banyoya girdim.
Sıcak suyun altında güzelce yıkandım. Keyfim yerine gelmişti. Refiye ile barışmıştım. Şaheser anne sayesinde 50 dairenin ve lüks bir arabanın sahibi olacaktım. Ama bunun ön şartı Özlem ile resmi nikâh yapmamdı. Buna Refiye ne cevap verecekti kim bilir? Pek itiraz edeceğini sanmasam da gene de emin olamıyordum.
Banyodan çıktım, Refiye odada yoktu. Hazırladığı kıyafetlerimi yatağın üzerine bırakmıştı. Gene birbirinden şık ve pahalı şeylerdi bunlar. Refiye zevkli bir kadındı ne de olsa. Aşağı indim. Emel ve Refiye mutfaktaydı. Ocağın üzerinde kaynayan tencereden ve fırından güzel kokular yükseliyor, birbirine karışıyordu. Refiye beni görünce kaş göz işareti yaptı, dikkat edip pot kırmamam için. Emel ise biraz tedirgin olmuş gibiydi, “Akşam için hazırlık yapıyoruz!” dedi gülümseyerek.
Eve geldiğimde üzerinde uzun kollu açık mavi bir gömlek vardı, ama şimdi gömleği çıkartmış, siyah renkli kolsuz ve boğazlı bir tişörtle kalmıştı. Yuvarlak omuzları, biçimli, beyaz ve tüysüz kolları tüm çıplaklığıyla karşımdaydı. Altına ayak bileklerine gelen mavi renkli daracık bir kot pantolon giymişti. Tişört göbeğinin ancak bir iki parmak altına geliyordu, dar pantolonun sıkılaştırıp tüm hatlarını ortaya çıkardığı götü sere serpe karşımdaydı. Pantolon üzerinde adeta tayt gibi durduğundan, bacakları, kalçaları ve kasıklarını meydana çıkartmıştı. Götünün biçimli yanaklarının hareket ettikçe sallanışlarını gözümün ucuyla izliyordum. Pantolonu gibi dar olan boğazlı kolsuz tişörtü ise memelerini ortaya çıkarmış, iyice belli ediyordu. Başını açık yeşil penye bir bone ile sıkıca bağlamıştı. Yaşına rağmen güzel bir fiziği vardı Emel’in. Ve artık kocasından boşanacak, Konya da yaşayacak, devamlı yakınımızda olacaktı. O an Aysel’in sözleri geldi aklıma. Emel de beraber olduğum kadınlar kervanına katılacak mıydı?
“Hazırsan çıkalım hayatım!” dedi Refiye elini lavaboda yıkadıktan sonra. “Tamam, çıkalım!” dedim. Refiye Emel’i yanaklarından öperken, “Aman bak ev sana emanet, kız kardeşlerimin çocukları yaramazdır, gelirlerse uslu dursunlar. Sen söyle uslu durursanız teyzeniz size hediyeler alacak de. Onlar ancak öyle durur!” dedi gülerek. Emel ise, “Tamam, sen hiç merak etme, ben her şeyi hallederim!” dedi karşılığında. Sonra bana dönüp, “Geçmiş olsun!” deyince şaşırdım, o ara Refiye bana işaret eder gibi gülümseyince, “Ha, şey, teşekkür ederim, kolay gelsin!” dedim.
Refiye yüksek topuklu siyah ayakkabılarını giyindi önce. Vestiyerde duran siyah renkli fermuarlı feracesini giydi daha sonra. Başını eteği ile aynı renkte kadife bir şalla bağlamıştı. Her zaman sevdiğim meyve aromalı parfümünden cömertçe sıkmıştı üzerine. Asansörde, “Bizim evlilik danışmanına gittiğimizi bilmiyor. Ona söylemedim. Seninle dişçiye gittiğimizi sanıyor. Aysel Hanım ne söyledi sana?” diye sordu merakla. “Bir şey demedi. İşte Simge diye bir kadın varmış, danışmanmış, ona gidin konuşun dedi!” dedim yanıt olarak.
Arabaya binince, “Orada her şeyi açık açık konuşalım, kadın sana soru sorarsa hiç çekinme, yalan söyleme. Neyse gerçek onu söyle. Ben araştırdım bu kadın gerçekten işinin ehliymiş, televizyona falan da çıkmış, gazetelerde yazıları çıkmış, kendi internet sitesi de var!” dedi. Sonrasında akşamki davet ve hazırlanan yemekleri uzun uzun anlattı.
Simge Hanımın yeri büyük bir işmerkezinin dördüncü katındaydı. Zile bastık, az sonra kapıyı genç bir kız açtı. Refiye randevumuz olduğunu söyledi, kız bilgisayara baktı, “Evet, biraz bekleyin lütfen, Simge Hanım içerde, görüşmesi var!” dedi nazikçe. İçerisi oldukça lüks döşenmişti, Simge Hanım bayağı iyi kazanıyordu anlaşılan.
Çaylarımızı içerken en az 20 dakika bekledik. Sonunda arka tarafta bir kapı açıldı. Bir kadının, “Dediklerimi söyleyin kendisine, bir dahakine beraber gelirsiniz!” diyen sesi geldi. Bu sözleri, “Çok teşekkür ederim, zahmet etmeyin ben giderim!” diyen başka bir kadının sesi izledi. Ancak bu ikinci ses bana yabancı gelmedi. Tanıdık bir kadının sesiydi bu.
Refiye, “Hadi kalkalım!” derken Ayşe Hanım göründü. Bugün bahsi çokça geçen Semanur’un eski kayınvalidesinin ta kendisiydi. Başı öne eğikti, ama önümüzden geçerken yan gözle ufak bir bakış attı bize. O anda da beni fark etti. Duracak gibi oldu, ama yanımda bir kadının yani Refiye’nin olduğunu görünce yoluna devam etti. Bizi karşılayan kıza, “İyi günler!” dedi gülümseyerek, ardından kapıyı açıp çıktı.
Simge Hanıma sadece biz değil, Ayşe Hanım da geliyordu demek ki. Onunda mı evliliğinde problemler vardı? Yada başka bir şey için mi gelmişti? O sırada kız, “Buyurun, içeri geçebilirsiniz!” deyince, birlikte meşhur Simge Hanımın odasına geçtik
38 notes · View notes
Text
Bölüm 129
Masaya geldiğimde ayağa kalktı, sıcak bir gülümseme belirdi yüzünde. Uzun zaman sonra karşımdaydı Gonca. “Hoş geldiniz, kusura bakmayın sizi işlerinizin arasında rahatsız ettim ama önemli bir mesele olmasa hiç aramazdım...” dedi yerine oturunca. “Ne demek, her zaman arayabilirsiniz!” dedim.
Kol ağızları dantelli uzun ve bol siyah bir pardesü giymişti. Başını ise omuzlarını da örten sarı ve siyah desenli büyük bir türbanla bağlamıştı. Bembeyaz yüzü ve kardeşininki gibi ela gözleriyle çok güzel görünüyordu. Her zamanki gibi makyajdan eser yoktu yüzünde ama bu onun doğal ve duru güzelliğini daha da belirginleştiriyordu.
Fazla büyük olmayan bir AVM idi burası. Nispeten erken bir saat olduğundan da yeme içme katı pek kalabalık değildi. Yüksek perdeden çalan müzik fazla sayıda olmayan insanların seslerini bastırıyordu. Çekingen görünüyordu Gonca, heyecanlıydı aynı zamanda. Belki de bu yüzden en arkalarda kalan masalardan birine oturmuştu.
Halimi hatırımı sorarken elleri titriyor, parmaklarıyla oynuyordu. Siyah tüyler vardı parmaklarının üzerinde. “Evlendiğinizi söyledi Semanur. Yani, şey, haberim vardı zaten de nikâhınızın olduğunu yeni öğrendim. Tebrik ederim, Allah mesut etsin, sizi de eşinizi de...” dedi utangaç bir edayla. “Teşekkür ederim!” dedim.
Konuya girmesi için bir süre sessiz kaldım ama Gonca konuşacak cesareti bir türlü bulamıyor gibiydi. Sonunda, “Buraya gelmemizin sebebi Semanur mu?” diye sordum. Önüne eğdiği başını birden kaldırdı. Bembeyaz yüzü pembeleşti, “Evet...” diye iniltiyi andıran bir ses çıktı dudaklarından.
Kısa bir sessizliğin ardından fısıltılı bir sesle ama cümleler arasında uzun boşluklar bırakarak konuşmaya başladı. “Şey, nasıl desem, yani... Dün akşam Semanur eve geldiğinde çok kötü görünüyordu... Ne olduğunu sordum ama cevap vermedi, kendini odaya kapattı, kapıyı da kilitledi... İçerde ağladığını duyuyordum... Birkaç sefer kapıyı açmasını istedim ama beni tersledi her seferinde... Daha fazla dayanamadım... Zor da olsa diğer kapılardan birinin anahtarıyla açtım kapıyı... İçeri girdiğimde onu elinde bir avuç hapla buldum... Hapları zar zor aldım elinden... Biraz daha geç kalsam içecekti hepsini...”
“Annem Allahtan evde yoktu, olsaydı daha kötü olurdu... Elini yüzünü yıkadım, ne olduğunu sordum ama anlatacak halde değildi... Zaten çok geçmedi uykuya daldı... Ne olduğunu öğrenebilmek için cep telefonuna baktım... Normalde hayatta hiç yapmayacağım bir şeydir ama öyle bir durumda yapacak başka bir şey bulamadım... Telefonunda sizden gelen cevapsız bir çağrıyla mesajı gördüm... “Parayı dert etme, hallederiz.” gibi bir şey yazmışsınız... Neden öyle bir şey yazdığınızı merak ettim, üstelik Semanur’un sizinle ne işi olduğunu da çözemedim... Bunu ona da soramadım... Çok sinirlenip daha da kötü olur diye korktum çünkü... Ama bu sabah kendisi konuştu benimle... Dün sizinle yaptığı görüşmeyi anlattı... Sizinle görüşmek istediğim konu da buydu...”
Sözleri biterken bembeyaz yüzünün pembeliği daha da artmıştı. Utanarak söylemişti bunları. Kardeşinin evlilik dışı bir ilişkiden hamile olduğunu, bebeğini aldırmak istediğini ve bunun için benden yardım istediğini biliyordu Gonca.
Önce ne desem diye düşündüm. Semanur’un ilaç içip intihara kalkışacak kadar çaresiz kaldığını, gözünün karardığını öğrenmek beni epey üzdü. “Şimdi nasıl peki?” diye sordum. “Ağzını bıçak açmıyor, yüzünden düşen bin parça. Anneme dün olanları söylemedim. Sadece “Başından ayrılma, bir yere bırakma!” diye tembihledim...” diyerek cevap verdi Gonca.
Sessiz kalmam üzerine, “Semanur kendisine yardım etmenizi istemiş, ama siz kabul etmemişsiniz?” dedi titreyen dudaklarıyla. “Yok, öyle bir şey demedim. Düşünmem lazım dedim sadece. Mesajı da onun için attım!” diye cevap verdim. “Şey, bunu söylemek benim için çok zor ve utanç verici ama içinde olduğumuz durumu anlamanızı istiyorum. Şu an insanların içine çıkarken bile utanıyoruz, nişanın atılması yeterince utanç verici bir şey. Bir de üzerine bu durum eklenirse insan içine çıkacak durumumuz hiç kalmaz, başımıza ne gelir Allah bilir. Semanur namusumuzu iki paralık etti ama sonuçta benim kardeşim, bir parçam. Atsan atamazsın satsan satamazsın...”
“Size yalvarıyorum, bir abla olarak, çaresiz biri olarak yalvarıyorum. Ne olur bizi bu sıkıntıdan kurtarın. Sizi nasıl bir yükün altına soktuğumuzu biliyorum elbette. Bunun ne kadar günah olduğunu da biliyorum ama elimizden başka bir şey gelmiyor. Semanur’un o çocukla evlenmesi mümkün değil. O çocuğun doğru düzgün bir işi yok, serserinin biri, komşularından duyduğumuza göre uyuşturucu madde de kullanıyormuş. Kardeşim saftır, güzel sözlerle kandırmış onu. Ailesinin de durumu iyi değil. Yani hem maddi hem de manevi olarak iyi değil, babası alkoliğin biri. Onlarla uyuşmamız mümkün değil. Semanur onunla evlenirse bir ömür boyu mutsuz olacak, doğacak çocuğun da bir geleceği olmayacak...”
“Lütfen, bu işi hemen halletmemiz gerekiyor. Geç kalırsak mahvoluruz. Ne isterseniz yaparım, gerekirse yanınızda maaş almadan çalışırım. Ortaokuldan sonra belediyenin meslek kursuna gitmiştim. Büro yönetimi ve sekreterlik okumuştum. Evlenene kadar çalışmıştım. Yanınızda para almadan çalışırım, ne isterseniz yaparım. Bizi bu dertten kurtarın yeter ki...”
Gonca’nın sözleri biterken gözleri nemlenmişti. Dokunsanız ağlayacak bir haldeydi. Dudakları titriyordu. Karşımda çaresiz, yalvaran gözleriyle bana bakıyordu. Semanur’a yardım etmeye karar vermiştim. Aysel de buna onay vermişti. Ancak Gonca verdiğim karardan habersiz beni ikna etmeye çalışıyordu. Yapacağım yardım karşılığında ne istersem yapacağını söylüyordu üstelik. O anda içimde bir şeyler kıpırdadı. Bu durumu çıkarım için kullanacaktım.
Uzun zamandır arzuladığım, istediğim biriydi Gonca. Hele onu bizim evde, Esra’nın doğum günü partisinde deli gibi, adeta bir dansöz gibi kıvırta kıvırta gördüğüm günden beri hayallerime, rüyalarıma girer olmuştu. Ulaşılmaz, fethedilemez bir kale gibi görünmüştü onca zaman. Ama şimdi biraz zorlamayla kalenin kapılarını ardına dek açmamam için herhangi bir sebep yoktu.
“Semanur’un durumuna üzülüyorum. Elbette yardım etmek isterim. Özge yanımda çalışıyor, o olmasa seve seve sizi işe alırım. Öyle para almadan çalışırım filan da demeyin. Emeğinizin karşılığı neyse alırısınız...” dediğimde heyecanla sözümü keserek, “Yani yardım edecek misiniz?” diye sordu. Gözlerinde “Evet.” diyeceğime dair bir umut belirmişti. Söyleyeceklerime dikkat kesilmişti.
“Evet, yardım edeceğim, yalnız bunun için bir şartım var!” dediğimde, Gonca, “Merak etmeyin, borcunuzu ne yapıp edip ödeyeceğiz!” dedi atılarak. “Hayır hayır, öyle bir şey değil!” dediğimdeyse, “Ne peki?” diye sordu meraklı gözlerle. Ancak o anda bir şey dememe fırsat kalmadan masanın üzerine koyduğu siyah çantasının içinden çalan telefonun sesi yükseldi. “Özür dilerim...” diyerek elini çantasına atıp telefonu aldı. Heyecanla, “Semanur arıyor!” dedi ve açtı telefonu.
“Osman beyin yanındayım, evet, konuşuyoruz. Tamam, haber veririm, ararım ben seni!” diyerek kapadı, kısa bir konuşma olmuştu. “Ne oldu diye merak ediyor, onun için aramış...” dedi yüzünde beliren gülümseme eşliğinde. Teklifimi doğrudan söylemem için herhangi bir engel yoktu, sadece mekânla ilgili sıkıntı vardı. Böyle bir yerde ona kendisiyle yatmak istediğimi söyleyemezdim.
“İsterseniz daha müsait bir yere gidelim?” dediğimde yüzündeki gülümseme kayboldu birden. “Neden?” diye sordu. Açıklama yapmak yerine, “Daha müsait bir yere gidelim, orada konuşuruz!” dedim ve ayağa kalktım. Gonca şaşırmıştı ama bir şey de diyemedi. Kalktı ayağa. Arabada oturup konuşmaktı niyetim.
Çantasını omzuna atmış yanımda yürüyordu. Yan gözle bakıyordum ona. Üzerindeki uzun ve bol pardesüsü vücut hatlarını gizliyordu. Ayağında rengi biraz solmuş siyah topuklu ayakkabılar vardı, adım attıkça “Tak, tuk!” diye sesler çıkarıyordu zemin üzerinde. Yürüyen merdivenlerden indik.
AVM’nin çıkışına yöneldiğimde, “Osman Bey nereye gidiyoruz?” diye sordu. “Ha, şey, arabaya gidelim, dışarıdaki otoparka park etmiştim, orada konuşuruz!” dedim ve bir şey demesini beklemeden yürüdüm. Peşimden gelmeye devam etti.
AVM’den çıkıp otoparka yöneldim. Arabaya yaklaşırken Gonca yeniden, “Osman Bey, neden buraya geldik?” diye sordu. “Rahatsız oldum orada, müzik başımı ağrıttı, kalabalığa pek gelemiyorum!” dedim. Arabanın kapısını açtım girmesi için, Gonca pardesüsünü toplayıp koltuğa otururken ürkek ve tedirgin bakışları üzerimdeydi, gözleriyle takip ediyordu beni. Etrafta çok fazla araç ve insan yoktu. Nihayet arabaya binip kapıyı kapadığımda baş başa kaldık.
Kucağında tuttuğu çantasının kayışlarını sıkıyordu. Söyleyeceklerimi bekliyordu büyük bir merakla. Yüzündeki heyecan hemen belli oluyordu. Sonunda daha fazla uzatmadan söze girdim. “Semanur’un durumu beni de çok üzüyor. Dün bana teklifte bulununca hem şaşırdım hem de korktum. Böyle bir işin içine girmemin ne kadar doğru olduğunu bilmiyordum çünkü. Sözlerine, nasihatlerine güvenebileceğim insanlara danıştım dün akşam. Onlar onay verince yardım etmeye karar verdim. En erken şekilde çocuğunu aldırması için gereken parayı vereceğim. Ama az buz bir para değil bu, ben de orta halli bir esnafım sonuçta. Bunun da bir geri ödemesinin olması gerekiyor...” dediğimde, “Tabii ki haklısınız...” dedi gözlerini kaçırarak.
“Şu sizli bizli konuşmaları bıraksak artık, nasıl olur? Birbirimize ismimizle hitap edelim, olmaz mı?” dediğimde, “Şey, bilmem ki...” dedi gülümseyerek. “Bence çok güzel olur!” dedim. Ürkek bir sesle, “Nasıl isterseniz, şey yani nasıl istersen...” dedi. Bir süre sessiz kaldım, ellerim direksiyonda gezindi. Aklımda toparlamaya çalışıyordum söyleyeceklerimi.
“Lütfen beni yanlış anlama... Kardeşinin içinde bulunduğu durumun tek sorumlusu kendisi... Yani nefsine hakim olamamasının, iffetsizliğinin sonuçlarını çekiyor şimdi... Oysa sen öyle değilsin... Genç yaşında eşinden ayrılmışsın ama buna rağmen yaşayışın, hareketlerin yani ne bileyim her şeyinle ondan çok farklısın... Bazen ikinizin kardeş olduğuna inanmakta zorluk çekiyorum...” dediğimde, “Çoğu kişi öyle söyler...” dedi usulca. “Gerçekten öyle ama!” dedim ve sonrasında bir süre daha sessiz kaldım.
Gonca elindeki çantasının kayışlarını sıkıyordu yine. “Yardım ederim ama sadece sen 'Evet' dersen!” dediğimde başını kaldırdı. Sanki sonrasında söyleyeceklerimi tahmin etmiş gibi baktı yüzüme, yutkundu. “Uzun zamandır senden hoşlanıyorum!” dediğimdeyse, “Lütfen!” dedi elini kaldırarak, devamında söyleyeceklerimi duymak istemiyordu. Ama isteklerimi artık içimde tutamaz, saklayamazdım. “Eğer benimle olmayı kabul edersen kardeşine yardım ederim!” dedim.
Sözlerim biterken, “Osman Bey!!!” diye küçük bir çığlığı andıran sesi arabanın içini doldurdu. Artık ok yaydan çıkmıştı, ben içimdekini dökmüştüm. Bundan sonrası Gonca’ya kalmıştı. “Böyle bir şeyi düşünmeniz, söylemeniz çok aşağılıkça!” dedi başını önüne eğerken. Gözyaşları yanaklarından çantasına damlıyordu. Titriyordu dudakları. Kapana kısılmış bir kedi yavrusu gibi çaresiz hissediyordu kendini o anda.
“Senden hoşlanıyorum...” dediğimde, “Osman Bey lütfen!” diyerek susturdu beni. Başı öne eğik halde sessizce ağlıyordu. Hırsından çantanın kayışlarını olmayan tırnaklarıyla, parmak uçlarıyla delmeye çalışıyordu.
Bir zaman sessiz kaldık. Bir şey söylemek istesem de beni yine susturacağını biliyordum. “Böyle bir şey söyleyeceğinizi tahmin etmiştim!” dedi Gonca yaşlı gözleriyle. “Buraya gelmemiz boşuna değilmiş... Dediğiniz doğru, kardeşim iffetsizliğinin cezasını çekiyor... Peki ama benim suçum ne?” dedi sert bir sesle. “Senin suçun yok!” dediğimde, “O zaman bu sözleriniz ne anlama geliyor, kardeşimin pisliğini beni kirleterek mi temizleyeceksiniz?” dedi titreyen dudaklarıyla.
“Senden hoşlanıyorum!” dedim yine, elimi omzuna atmak istedim ama yapamadım. Gonca’nın vereceği tepkiden çekiniyordum. “İçinde olduğumuz durumdan faydalanmaya çalışıyorsunuz, bu hareketiniz çok rezilce, çok aşağılıkça, ağzıma daha kötü sözler de geliyor ama gene de tutuyorum kendimi!” dedi boğulurcasına. “Benim öyle bir niyetim yok, sadece hoşlanıyorum senden!” diyebildim. Öyle bir niyetim yok desem de gerçek buydu. Onu sikmenin hayalini uzun zamandır kuruyordum.
Sonrasında Gonca derin bir sessizliğe gömüldü. Artık ağlamıyordu. Arabanın camını açıp bir sigara yaktım. Arada bazen önümüzden gelip geçenler oluyor, bakıyorlardı. Ben de onlara (Ne var lan?) der gibi bakıyordum. Her ne kadar ondan gerçekten hoşlanıyor olsam da, böyle bir durumdayken Gonca’nın buna inanmasını beklemem hata olurdu. Onun karşısında çaresizliğinden faydalanmaya kalkan, hayvanca duygularını açığa vuran biriydim sadece.
Sigaramdan son bir nefes çekerken Gonca elini çantasına atıp telefonunu çıkardı. Birini aradı, kimi aradığını bilmediğim için büyük bir meraka kapıldım. Az sonra, “Alo Semanur, Osman Bey yardım edeceğini söyledi, evet, parayı verecek. Sen doktoru ara, hastaneyle konuş, gereken neyse yapalım hemen!” dedi soğuk bir sesle ve kapadı telefonu.
Sigarayı atıp camı kapadım. Eski model, kenarları soyulmuş telefonunu elinde çevirip durdu bir süre. Sonra başı öne eğik, yüzüme hiç bakmadan, “Aşağılık teklifinizi kabul ediyorum!” dedi. Ardından, “Parayı ne zaman vereceksiniz?” diye sordu. “İstersen bugün, istersen yarın, ne zaman uygunsa!” dediğimde, “Hemen bugün verin!” dedi oldukça soğuk ve sert bir sesle.
Semanur 12-13 bin liradan bahsetmişti. Para işyerindeki kasadaydı, o nedenle işyerine gitmem gerekiyordu. “Para işyerinde, oraya gitmem gerek!” dediğimde, “Gidelim o zaman!” dedi aynı soğuk tonda. Arabayı çalıştırıp işyerine sürdüm. Yol boyu hiç konuşmadık.
İşyerine yaklaştığımda, “Özge işyerindedir, seni görmemesi daha iyi olur. Sen istersen burada inip şu karşıdaki pastanede bekle beni. Seni oradan alırım!” dedim. Önce sessiz kaldı, ama sonra inmeye karar verdi. Ancak elini atıp kapıyı tam açarken, “Beni kandırma sakın!” dedi gözlerimin içine bakarak, ardından inip kapıyı sertçe kapadı.
Gonca pastaneye girerken ben de birkaç yüz metre daha ilerleyip işyerine geldim. Refiye ile nikâhımdan sonra ilk kez geliyordum işyerine. Çalışan çocuklar beni karşılarında görünce şaşırdılar önce, ama sonra tek tek, “Hoş geldin!” deyip tebrik ettiler. Özge masasındaydı. Beni görünce heyecanlandı birden, ayağa kalkıp gülen bir yüzle, “Hoş geldin!” dedi. Beni görmeyi hiç beklemiyordu, “Hoş bulduk, nasılsın?” dediğimde, “İyiyim!” dedi gözlerinin içi gülerken. Ben yerime geçerken o da peşimden geldi.
Nikâhtan beridir görmüyordum onu da. Üzerinde siyah renkli uzun kloş bir etekle açık pembe bir gömlek vardı. Gömleğin üzerine ise dizlerine kadar inen açık mavi ince bir yelek giymişti. Başını da eteği gibi siyah bir şalla bağlamıştı. Uzun siyah topuklularının üzerinde bir kuğu gibi yükseliyordu. Yüzünde makyaj yoktu ama annesinden yediği dayağın izi de kalmamıştı.
Odamın kapısını kapattı. Ben koltuğuma otururken, “Neredesin kaç gündür, çok özledim seni...” dedi fısıltıyla. Masaya koyduğu narin beyaz elini tutup öptüm, “Ben de seni özledim...” dedim. “Niye gelmiyorsun peki?” dedi alınmış gibi. “İşlerim var halletmem gereken. Ben yoksam da buranın patronu sensin, sen idare edersin!” dedim, ama Özge, “Allah aşkına ben işten mi bahsediyorum!” dedi sinirlenmiş gibi.
O sırada kapıdan hafif bir tıklama sesi geldi, ardından da açıldı. Şevkiye göründü. Gülümseyerek, “Hoş geldin, kusura bakma mutfaktaydım...” dedi. Yan gözle Özge’ye bakıyordu bunları söylerken. Özge Şevkiye’nin gelmesinden rahatsız olmuştu, ancak aynı rahatsızlık Şevkiye’de de vardı.
Özge, “Ben birazdan gelirim!” diyerek çıkınca, Şevkiye masaya yaklaştı, alçak sesle, “Şey, ne yaptın, benim ev işini halledebildin mi?” diye sordu. “Bismillah, daha yeni geldim, bir soluklanayım önce. Nikâhım oldu, evlendim, o arada senin işini nasıl düşüneyim?” dedim tepkiyle.
Şevkiye geri adım atar gibi, “Kusura bakma, densizlik ettim. Haklısın. Ama biliyorsun durumumu, bir an önce oradan çıkmam gerek, onun için, yoksa art niyetim yok...” dedi ürkekçe. “Alınma hemen, ben hallederim dediysem hallederim. Ama bana biraz zaman ver, olur mu?” dediğimde, “Olur, nasıl istersen!” dedi başını önüne eğerek.
Ona aldığım koyu mavi renkli pardesüyü giymiş, başını da gene benim aldığım koyu yeşil bir türbanla bağlamıştı. Dolgun vücudunu saran pardesüsünün altında vücut hatları belli oluyordu. Spor ayakkabıları vardı yine ayağında. Bir kadın olarak 40 numara ayakkabı giymesinin sonucuydu bu. Uygun, güzel bir ayakkabı bulamamıştım ayakları büyük olduğu için.
“Bana güzel bir kahve yapsana!” dediğimde, “Hemen getiriyorum!” dedi neşeyle. Çıkarken kapıyı kapatmasını istedim. O çıkınca kasayı açtım hemen. İçinden Semanur’un istediği tutarı alıp masanın üstüne koydum. Kasayı kilitlerken kapı açıldı ve Özge girdi içeri. Tabii masanın üstündeki paraları görmüştü. Gözleri fal taşı gibi açıldı, “Bu para ne böyle?” diye sordu.
O anda inanacağı bir şey söylemem gerekliydi. “Refiye’nin parası bu. Kasada tutmam için vermişti. Bana bak, aramızda kalacak. Kimseye söylemek yok, ona göre!” dedim. Paralara imrenerek bakıyordu. “Ne yapacaksın bununla?” diye sordu ben paraları bir zarfın içine koyarken. “Neyse ne, sen ne yapacaksın, boş ver!” dediğimde yaklaştı, “Beni tamamen unuttun sen!” dedi ağlamaklı bir sesle. “Saçmalama!” dediysem de dudaklarını büzdü, oldukça üzgündü. Doğrulup elinden tuttum ve kendime çektim.
“Senin yerin ayrı bende güzelim, niye böyle şeyler söylüyorsun?” dedim elini öptükten sonra. “Sen beni unuttun!” dedi yine. Sol elimle elini tutarken sağ elimi eteğinin altına soktum. Uzun zamandır hasret kaldığım dolgun ve beyaz kalçasını okşarken Özge gözlerini kapadı. Diri ve taze etinin yakıcılığını avucumda hissediyordum. Dudaklarını emiyor, ısırıyordu. O beni benim onu özlediğimden daha fazla özlemişti, beni arzuluyor, istiyordu. Çorapsız kalçasını okşadım bir süre.
O sıra kapıya tıklanınca hemen çektim elimi, Özge de toparlanırken kapı açıldı ve Şevkiye elinde tepsi ile girdi içeri. Özge’nin telaşlı halinden şüphelenir gibi baktı ona. Özge hızlı hızlı, “Koliler nerdeyse tamam, sen yokken Kübra Hanım geldi, nasıl gittiğine bakmak için gelmiş, seninle de görüşmek istediğini söyledi. Onun dışında diğer sevkiyatlar devam ediyor!” dedi. Şevkiye’nin kendisine bakışından rahatsız olmuştu, başka bir şey demeden çıkıp kapıyı sertçe kapadı.
Şevkiye masamın üzerine bıraktı tepsiyi. Özge’nin halinde bir tuhaflık olduğunu sezmişti. “Yanlış zamanda geldim...” dedi fısıltıyla. “Ne demek bu?” diye sordum. “Yanlış anlama, ama bu kızın sana bakışları pek normal değil!” dediğinde onun bir şeyleri sezdiği belli olmuştu. “Nasıl normal değil?” dedim kahveden bir yudum alırken.
Şevkiye konuşmak istemiyormuş gibi durdu önce, ancak sonra, “Sen onun üvey babasısın, ama o seni öyle görmüyor!” dedi. “Hadi hadi saçmalama!” dediğimde, “Kusura bakma...” dedi mahcup bir eda ile. “Geçen kahvaltı yaptığımız yerde sana nasıl baktığını fark ettim. Sonrasında bana telefonda ettiği küfürler, hakaretler de cabası. Bu kızda bir şeyler var, sana karşı bir şeyler hissediyor belli ki!” dedi devamında.
Karşımda ayakta duruyordu. Tıpkı Özge gibi elinden tutup, “Bırak bunları da gel şöyle!” dedim. Uzun, yapılı vücudu ile yanı başımda bir dağ gibi yükselirken elimi pardesüsünün altından soktum. Türbanı ile aynı renkteki pileli eteğini de yukarı sıyırdım, eteği de geçen gün aldıklarımdan biriydi. İnce siyah külotlu çorap giymişti. Elim dolgun kalçasında gezinirken, Şevkiye, “Yapma Allah aşkına, biri gelir şimdi!” dedi korkarak.
“Özge bir daha gelmez, diğerleri de hayatta içeri girmezler, korkma!” dedim ve kalçasını avuçladım sıkıca. Kaygan çorabın üzerinde akıyordu elim. Şevkiye ne kadar korksa da yaptığımdan memnun kalmıştı. Sağ elimin ardından sol elimi de soktum alttan ve iki elimle koca götünü avuçladım. Külotlu çorabı götünü sıkıca sarmıştı.
Götüne iyice bastırıp onu kendime çekince, “Yapma!” dedi kendini kurtarmaya çalışarak, ama istemem yan cebime koy diyordu aslında. Ellerimi bu kez çorabın altından soktum, altındaki külotunu da sıyırınca götünün çıplak etini avuçladım, yağlı ve kalın göt yanaklarını sıkıp yoğurdum hamur gibi. Ama daha fazla devam edemedim. Şevkiye kendini geriye çekince ben de bıraktım.
Özge’nin bıraktığı yerden Şevkiye devam etmişti. Yarağım kazık gibi olmuştu. Şevkiye de görmüştü bu halimi, yanakları kızardı. “Seni rahatsız eden var mı?” diye sordum. Serkan’ın kendisini taciz ettiğini söylemişti. Serkan’la bu konuyu henüz konuşamamıştım. “Geçen gün gene öyle bir şey denedi, ama cevabını aldı benden!” deyince, “Ne oldu gene?” diye sordum.
“Gene mutfağa gelip sırnaştı aklı sıra, ama “Bir daha böyle bir şey yaparsan seni Osman’a söylerim!” dedim. Korktu, hemen gitti. O zamandan beri yüzüme bile bakmıyor!” dedi Şevkiye gururla. Tacizcisini savuşturmuştu. “Yaman kadınsın!” dedim gülerek. Ama Serkan’ın davranışı sinirimi bozdu. Üstelik bu ikinci kez oluyordu. “Sen merak etme, ben onun ağzına sıçarım. Burada olsa şimdi çağırır senin yanında yaparım ama dışarda. Ama bir daha böyle bir şey olursa hemen bana haber ver. Benim gelmemi bekleme, hemen telefon et bana!” dedim.
“Tamam, yaparım!” dedi gülümseyerek. “Sana verdiğim parayı ne yaptın?” diye sordum. Geçen gün 5.000 lira vermiştim. “Duruyor!” dediğinde, “Nerde duruyor, o kadar parayı nerde tutuyorsun, kızına mı verdin yoksa?” deyince, “Yok, haberi yok onun!” dedi. Sonra da, “Burada!” diyerek eliyle göğsünü işaret etti. “O ne demek?” diye sordum merakla.
Şevkiye pardesüsünün üst iki düğmesini açtı, elini içeri sokup kırmızı renkli küçük bohçaya benzer bir şey çıkardı. Bir iple boynuna asmıştı bunu. Fermuarını açıp içindeki parayı gösterdi. “Burada, yani en güvenli yerde saklıyorum!” dedi gülerek. “Vallahi yaman kadınsın!” dedim. Bohçasını içeri sokup pardesüyü ilikledi. Sonra da bir şey demeden çıktı.
Kahvemi içerken bir sigara yaktım. Gonca pastanede oturmuş beni ve parayı bekliyordu şimdi. Gözünde değersiz biriydim artık. En çaresiz, muhtaç zamanında bunu çıkarım için kullanma niyetindeydim. Ama ondan hoşlanıyor, onu istiyordum. İsteklerimi dizginleyemiyordum bir türlü. Bu fırsatı da kaçırırsam onu bir daha elde edemezdim. Düşünceler birbirini kovalıyordu kafamda. Zarfı montun iç cebine koydum, sigaramı söndürüp çıktım.
Özge bilgisayarın başındaydı. “Çıkıyor musun?” diye sordu ürkekçe. “Evet, yarın gelirim büyük ihtimalle. Bir şey olursa ara beni. Ha bu arada, az önce şey dedin, Kübra Hanım geldi diye. Gerçekten geldi mi?” diye sordum. Şevkiye’nin içeri birden girmesinin verdiği korku ve heyecanla yalan söylediğini sanmıştım ama belki de gerçekti bu.
“Evet, dün geldi. Seninle görüşmek istiyormuş!” dedi kuru bir sesle. “Bir şey söyledi mi peki?” dediğimdeyse, “Yok, bir şey demedi. Kolileri bile sormadı hiç. Seni sordu sadece, olmadığını söyleyince de içeri bile girmeden gitti!” dedi aynı kuru sesle. Kübra hanımdan hoşlanmamıştı belli ki. Büyük bir meraka kapıldım, neden gelmiş ve beni sormuştu? Benimle ne konuşacaktı?
Arabaya atlayıp Gonca’nın oturduğu pastanenin karşısında bir yere park ettim. Aradım, “Ben geldim, yolun karşısındayım!” dedim. Hiçbir şey demeden kapadı telefonu. Biraz sonra pastaneden çıktı. Arabaya binince, “Para nerede?” diye sordu hemen. Zarfı çıkardım, elini uzatıp almak isteyince geri çektim ve “Anlaşmamızı biliyorsun!” dedim. Gözlerime baktı sinirle, yutkundu. Dudakları titredi. “Parayı hastaneye götürmem gerek!” dedi öfkeyle.
“Tamam, kızmana gerek yok. Sadece hatırlatmak istedim!” dedim ve zarfı uzattım. Yatışır gibi oldu. “Ne kadar var?” diye sordu zarfı açmadan. “13 bin lira, Semanur o kadar lazım olacağını söylemişti!” dedim.
Zarfı çantasına koydu. İneceği sırada sol elini tuttum. “Müsait bir zamanda seni arayacağım. Eğer gelmezsen kardeşinin bebek aldırdığını dünya alem duyar!” dedim. Öfkeyle çekti elini, ama sözlerimden epey ürkmüştü. Bir şey demeden indi arabadan.
Şaheser anneyi almak için giderken bir mesaj geldi. Gonca göndermişti. “Kimseye söyleme sakın, ne dersen yaparım!” diye yazıyordu mesajda. Gonca yola gelmişti sonunda.
Şimdi tek yapmam gereken uygun bir fırsat yaratıp onu kanırta kanırta sikmekti
34 notes · View notes
Text
Bölüm 128
Sabah çalan telefonla uyandım. Saat sekizi geçiyordu. Özlem arıyordu. “Sabah sabah ne oldu gene?” diye söylenirken açtım telefonu. Özlem’in sesini beklerken Şaheser annenin heyecanlı ve gür sesi karşıladı beni. “Yavrum hayırlı sabahlar, neydiyon, gelecen mi beni almaya?” deyince bende jeton düştü. Birlikte müteahhidin yanına gidecektik. “Tamam, gelirim!” deyince sesindeki heyecan daha da arttı. “Hee, aslan oğlum benim, gurban olurum sana!” dedikten sonra pat diye suratıma kapadı telefonu.
Geç saatte uyumuştum, halen uykum vardı. Biraz daha uyumak istedim ama içerden gelen seslerden dolayı yatamadım. Mutfaktan sesler geliyordu. Kalkıp giyindim. Aysel bulaşık makinesini boşaltıyordu. Beni görünce, “Uyandırdım mı yoksa?” dedi özür diler gibi. “Yok, sen değil, kaynanam uyandırdı!” deyince, “Neymiş derdi sabah sabah?” diye sordu. “Ne bileyim, aradı işte...” dedim.
Aysel çoktan uyanmışa benziyordu. Çiçekli uzun basma bir etekle mor renkli uzun kollu bir bluz giymişti. Başını örtmemişti, saçları sırtına dökülüyordu. Yatak odasının kapısı aralıktı. “Annem nerede?” diye sordum. Aysel, “Teyzene gitti!” deyince, “Teyzeme mi?” diye sordum şaşırarak. “Niye gitti, bir şey söyledi mi sana?” dediğimde, “Senin teyzenin kızıyla evlenme meselesini konuşacaklarmış, onun için gitti!” diyerek yanıtladı. Devamında gülerek, “Millet bir taneyi bulamıyor bu senin üçüncü olacak!” dedi makinenin kapağını kapatırken. “Ya ne demezsin bir de bana sor, iki karım var ama kalacak yerim yok!” dediğimde, “Biraz akıllı davransaydın şimdi gül gibi karının koynunda uyuyor olurdun!” dedi bilgiç bir tavırla.
Sonra da, “Sen git yıkan, ben de kahvaltıyı hazırlayayım!” deyince banyoya geçtim. Soyunup sıcak duşun altına girdim, güzelce yıkandım. Salona geçtiğimde Aysel çekyatın önüne koyduğu büyükçe bir sehpanın üzerinde kahvaltıyı hazırlamıştı. Yanına oturunca hemen çay doldurdu.
“Gece annemin çayına ilaç attım dedin, ama tuvalete giderken içerden konuşmalarınızın sesi geliyordu!” dedim. Şaşırmış gibi baktı yüzüme, ama sonra, “Demek ki ilacın dozunu ayarlayamamışım!” dedi gülümseyerek.
“Annem ne yaptığımızı biliyordu değil mi?” diye sorduğumda, “Kimseye hesap vermek zorunda değilim!” dedi önce. Sonra da, “Bilmesinin senin için bir mahsuru var mı?” diye sordu. Çayımı yudumlarken, “Yok!” dedim. “İyi öyleyse, benim için de yok!” dedi cevabım üzerine.
O sırada telefonum çalınca konuşmamız yarım kaldı. Tanımadığım bir numaraydı. “Efendim?” dediğimde, karşıdan bir kadının çekingen sesi geldi. “Osman beyle mi görüşüyorum?” diye sorulan soruya, “Evet, benim siz kimsiniz?” diye yanıt verdim. “Şey, ben Gonca, Semanur’un ablası...” deyince bir an ne diyeceğimi şaşırdım, ama sonra, “Aa, merhaba!” dedim. Gonca beni ne diye aramıştı? Acaba Semanur’la mı ilgiliydi? Kafamda birden sorular birbirini kovalamaya başladı.
Halimi hatırımı sorduktan sonra titreyen bir sesle, “Şey, çok özür diliyorum, rahatsız ettim, ama sizinle görüşmem mümkün mü, bir konu hakkında konuşmak istiyordum...” deyince, konunun Semanur’la ilgili olduğunu anladım. “Tabii ki ne demek!” dedim. “Şey, biraz acil bir konu yalnız, yani bugün olabilir mi acaba?” diye sorunca, “Tamam, müsaidim bugün. Sabahtan bir işim vardı ama onu biraz erteleyebilirim. Nerede isterseniz buluşabiliriz!” dediğimde sesinin tonu değişti, heyecan ve mutlulukla bir AVM’nin adını söyledi. “Tamam, saat on gibi orada olurum!” dedim.
Telefonu kapatırken, Aysel, “Kim bu?” diye sorunca, “Sana dün dediğim kızın ablası. Hani çocuğunu aldırmak isteyen...” diyerek yanıtladım. “Seninle ne işi var ablasının?” diye sordu bu kez. Sanki rahatsız olmuş gibiydi. Yanağından öptüm, “Kıskandın mı yoksa?” dediğimde, “Yok daha neler, merak ettim sadece!” dedi. Bunu söylerken bıyık altından gülüyordu.
Aysel, “Dün gece konuşamadık. Şu Refiye konusunu konuşalım hazır fırsatımız varken!” dedi kahvaltı bitiminde. Sonra da heyecanla anlatmaya koyuldu. “Senin yapamayacağını bildiğim için ben dün konuyu açtım Refiye’ye, annen var diye çok konuşamadık ama odaya çekip söyledim gene de...”
“İstanbul’daki evlerle ilgili sıkıntı çıktı. Muhsine’yle Şakir İstanbul’da beş dairesi olduğunu, tapularının da çocuklarının üstüne olduğunu söylemişti, ama Refiye beş değil dört daire olduğunu, tapularının da halen ölen kocasının üstüne olduğunu söyledi. Bu nasıl iş anlamadım, ama muhtemelen Refiye’nin dediği doğru, bu salakların sözüne pek güvenilmez...”
“Refiye bu dairelere çocuklarından habersiz dokunamayacağını, onlarla ilgili bir şey yapamayacağını söyledi. Ben de doğrusu çok sıkıştırmadım bu konuda. O salaklara İstanbul fazla gelir zaten. Ama İstanbul’a karşılık olarak Konya’daki dairelerinden birini vermeye hazır olduğunu söyledi. Onlar da kocasının üstüneymiş, ama bir şekilde vekâlet yoluyla halledebileceğini söyledi...”
“İşte şimdi en önemli noktaya geldik... Refiye bu konuda senin de onayını alması gerektiğini söyledi. “Kocamın izni olmadan böyle bir şey yapamam!” dedi açık açık. Sana, “Eltimle kaynımın durumları kötü, zamanında kocam onlara yalan söylemişti, haklarını yemişti. Benim vicdanım rahat değil. Bu dairelerden birini onlara vermek istiyorum ama hangisi olacağına sen karar ver!” diyecek. Kendisi daha bu daireleri hiç görmemiş, onun için sen bakıp karar vereceksin hangisi olacağına. Sana diyeceği aynen bu, sen de, “Tamam, verelim!” diyeceksin...”
“Sen tamam dedikten sonra konu kapanıyor. Kadın senin ağzına bakıyor anlayacağın. Versin daireyi bunların üstüne, kendi de kurtulsun biz de kurtulalım. Bu işi daha fazla uzatmadan halledelim, herkes için en doğrusu bu olur!” diyerek bitirdi sözlerini.
“Yani bu iş bu kadar kolay halloldu mu, sen söyleyince Refiye tamam mı dedi hemen. Ben daha zor olur sanmıştım!” dediğimde Aysel katıla katıla güldü. Sonra da, “Dediklerimi yapmazsan çocuk aldırdığını en başta Osman, sonra da herkes öğrenir!” demeseydim dediğin gibi olurdu!” dedi gülerek.
“Yani kadını açık açık tehdit ettin, öyle mi?” dedim sabah sigaramı yakarken. “Aynen öyle oldu canım, herkese anlayacağı dilden konuşacaksın!” dedi. Çayımı tazeledikten sonra da, “Hemen çıkman gerek mi, biraz daha kalsan olmaz mı?” dedi dudaklarını bir çocuk gibi büzerek. “Niye, kalmamı mı istiyorsun?” dedim yan gözle bakarak. Sağ elini göğsümde dolaştırırken, “Çok özledim seni, hemen gitmeni istemiyorum!” dedi.
Sigaradan derin bir nefes çektim. “Gelen giden olmayacak mı, ya Melahat gelirse?” diye sordum. “Gelmez o, erkenden arayıp bugün gelme dedim. Başka da gelen olursa kusura bakmasınlar!” dedi. Göğsümde gezinen sağ elini aşağılara kaydırmış yarağımı pantolonun üstünden okşuyordu.
“Senin şu kocan ne oldu, sağır dilsiz kocan ne alemde, kaç zamandır görünmüyor?” diye sordum. “Nerden çıktı şimdi bu soru?” dedi tersler gibi. “Ne bileyim, kaç zamandır aklımdaydı sorayım diyordum kısmet olmadı...” dedim. “İstanbul’da ablasının yanına gitti. Daha doğrusu ablası gelip götürdü!” dedi tersler bir şekilde.
Sonra da, “Bırak zevzekliği de kalk hadi. Dün gece çekyatın üstünde bir şey anlamadım zaten, yatak odasına gidelim!” dedi elimi tutup. Sigaradan bir nefes daha çekip çay bardağının içine attım. “Kadına saat on gibi orda olurum dedim, bir saat var...” deyince, “Aman, beklesin biraz, patlamaz ya!” dedi ayağa kalkmam için çekiştirirken.
Elele yatak odasına geçtik. Perdeler çekiliydi. Salon gibi buradaki eşyalar da yenilenmişti. Eski demir karyola gitmiş yerine deri kaplı başlığı olan bazayla iki kişilik büyük bir yatak gelmişti. Sürgü kapaklı büyük bir gardırop da yatağın yanında duvara dayanmıştı. Kalın koyu renk perdeler yere kadar iniyordu.
Aysel yatağın üzerindeki pikeyi açtı. Mavi atlastan kalın bir yorgan vardı yatağın üzerinde, onu da çektikten sonra bir çırpıda soyunup yatağa girdi. “Hadi gel!” dedi yanını göstererek. Soyundum ve yatağa girdim. Soğuk yatak ve yorgan ilk anda üşümeme neden oldu, ama sonra Aysel’in çıplak bedeninin sıcaklığı ısıttı beni.
Onu altıma aldım ve ellerim memelerinde, kalçalarında gezinirken ateşli bir halde öpüşmeye başladık. Geniş yatağın üzerinde rahat rahat sevişme imkânımız doğmuştu ve bunu sonuna kadar kullanmak istiyorduk. Karşılıklı dudaklarımızı emiyor, dillerimizi uzatıp birbirine değdirirken tatlı bir zevkin hazzını yaşıyorduk. Aysel dudaklarımdan sonra kulaklarıma yumuldu. Elleri sırtımda gezinip beni kendine bastırırken kulaklarımı emiyor, kulak memelerimi ufak ufak ısırıyordu. Hoşuma gitmişti bu hareketi.
Dayanamayıp, “Nerden öğrendin bunu?” diye sorunca, “Melahat öğretti!” dedi gülümseyerek. Dilini kulağımın içine sokup çıkartıyor, köpek gibi yalıyordu hızlı hızlı. “Bazı erkeklerin çok hoşuna gidermiş bu!” dedi sonrasında.
Aysel kulaklarımla uğraşırken ellerim dolgun memelerini avuçlamakla meşguldü. Kahverengi etli meme uçlarını emdikçe şişiyorlardı ve Aysel, “Daha hızlı em, dilinle yala!” diyerek beni kışkırtıyordu. Dilimi çıkarıp meme uçlarını yaladım uzun uzun. Etli, siyah birer üzüm tanesine dönmüşlerdi. Aysel’in sağ eli altta yarağımda geziniyordu bu sırada. Sıkıca kavradığı yarağımı sıvazlıyordu. Her iki memesini sıkıp arasına yüzümü bastırıyordum. Sol elini sırtımda, saçlarımda gezdiriyordu Aysel. Zevk iniltileri çıkmaya başlamıştı dudaklarından. Sol elimle memelerini avuçlarken sağ elimi aşağılara kaydırdım. Karnını okşuyor, yağlı ve kalın etlerini sıkıyordum ufak ufak.
Tıraşlı, temiz amının üzerinde gezdirmeye başladım elimi daha sonra. Etli amı avucumu doldurmuştu. Çoktan ıslanmıştı amı, zevk sıvıları elime gelirken daha sıkı avuçladım amını. Aysel, “Ihhh!” diye derin bir inilti koyuverirken başparmağım haricindeki dört parmağımı yavaşça soktum amına. Geniş ve kaygan amı cömertçe karşıladı parmaklarımı ve kapılarını ardına dek açıp içine aldı.
Odanın serinliğine inat sıcacık amının içinde usulca gidip gelmeye başladı parmaklarım. Aysel kendini kasıyordu biraz. Bacaklarını biraz daha açtı iki yana. Gözlerini kapıyor, dudaklarını emiyor ve ısırıyordu. Kesik kesik aldığı sıcak nefesini hissediyordum. Memelerini emmeye devam ederken dişliyor, ısırıyordum da. Sağ elini çekti yarağımdan ve iki eliyle bastırdı sırtıma, güçlü kollarıyla beni kendine çekiyor, sırtımı ve belimi okşuyordu.
Ağır ağır sokup çıkartmaya devam ediyordum parmaklarımı. Aysel’in amı genişleyip daralıyordu her seferinde ve daha da ıslanıyor, sulanıyordu. Onu elimle sikiyordum ve bundan büyük bir mutluluk duyuyordu. Aysel’in kasılmaları ve iniltileri daha da artmaya başladı geçen zamanla. Hırıltılı sesler çıkartıyordu. “Ahhh, ımmmm, ıhhhh!” sesleri birbirini takip ediyordu.
Parmaklarımı daha hızlı hareket ettirmeye başlamamla beraber iniltileri küçük çığlıklara dönüştü. Kapalı gözlerini tavana dikmiş, “Devam et, devam et, çok güzelll, ıhhh, devam ettt!” deyip duruyordu şimdi. İyice şişmiş memeleri löpürdüyor, sallanıyordu. Vücudunun her bir noktası titriyordu. Vıcık vıcık hale gelen amının içinde hızla gidip gelen parmaklarım onu doyuma, hazzın doruklarına taşıyordu. Bacaklarını, kalçalarını sıkıyor ve parmaklarımı amında hapsediyordu. Sonunda iniltiler, hızlı ve sıcak nefes alıp vermeler eşliğinde boşalmıştı Aysel. Aldığı yoğun zevkle gözleri nemlenmişti.
Bir süre daha parmaklarımı sokup çıkarmaya devam ettikten sonra çıkardım elimi. Etli am dudakları şişmiş, büyümüştü tıpkı meme uçları gibi. Kasıkları da epey ıslanmıştı. Derin bir nefes alıp verdikten sonra sıkıca sarılıp kendine çekti beni, sırtımı okşadı uzun uzun.
“Hoşuna gitti mi?” diye sordum gözlerine bakarken. “Çok hoşuma gitti, sikmene gerek kalmadı!” dedi sıcak nefesi yüzümde gezinirken. Başımı memelerinin üzerine koydum. Aysel’in geniş göğsü aldığı derin nefesler eşliğinde kalkıp iniyordu dalgalı bir deniz gibi...
Bir süre o şekilde kaldık. Sonra, “Bana doğruyu söylemeni istiyorum, dün akşam Nurcan’ın koynuna girdin mi?” diye sordu. Bu soru karşısında şaşırdım. “Dün gece cevap verdim ya sana!” dediğimde, “Verdin ama bana kalırsa gerçeği söylemedin. Onun için gene soruyorum, Nurcan’ın koynuna girdin mi?” dedi karşılık olarak.
Başımı kaldırıp gözlerine baktım, o anda bana inanmadığını anladım. “Bunun ne önemi var?” dediğimde, “Sana kızmak, azarlamak değil niyetim. Sadece doğruyu söylemeni istiyorum. Bana karşı dürüst olmanı istiyorum!” dedi. O zaman daha fazla uzatmak istemedim ve “Evet, buraya gelmeden önce onunla beraber oldum!” dedim.
Bir süre sessiz kaldı. “Üzüldün mü?” diye sorunca, “Yok, niye üzüleyim. Sadece seni düşünüyorum. Kadınlara karşı zaafın var, zarar görmeni istemiyorum!” dedi. “Nurcan bana zarar verecek bir kadın mı ki?” dedim, sözlerinden tedirgin olmuştum.
“Onunla ilgili bilmen gereken şeyler var... Daha önce bir akrabasını karısından boşatmış, adamla dost hayatı yaşamış... Ama adamın karısı bırakmamış peşlerini, zor da olsa kocasını bunun elinden almış... Daha kocası yaşarken adamla kırıştırıyormuş... Tehlikeli bir kadın bu, erkek delisidir... Şimdi oğlundan dolayı içli dışlı olacaksın iyice, seni avucuna düşürmeye çalışabilir... Dikkatli ol diye söylüyorum bunları... Üstelik cinlere, büyülere meraklı bir kadındır... Sana bir muska vereceğim... Onu devamlı üzerinde bulundur... Seni elde etmek için bu yollara başvurabilir... Daha sonra zarar görmeni istemiyorum!” dedi.
Aysel’in sözlerinden korkmadım dersem yalan olur. Nurcan hakkında sandığımdan daha fazla şey biliyordu ve üstelik Nurcan’ın göründüğü gibi biri olmadığını söylüyordu. Akşam Nurcan’ın anlattıklarını söylesem mi söylemesem mi diye düşündüm, ama Aysel zaten biliyordu bunları. O yüzden gizlemeye gerek duymadım ve anlattım.
Aysel sessizce dinledi beni. Sonunda, “Bak, dediklerim çıktı ortaya. Kendini temize çıkarıyor aklı sıra, ama onu külahıma anlatsın. Oğlunu bahane edip erkek peşinde koşuyor. Şimdi gene aynısı olacak. Oğlu iyi olacak diye senin peşinde dolanacak devamlı. Dikkatli ol Osman. Kadın seni avucuna düşürmeye çalışacaktır. Hele de Refiye’nin zenginliğini de öğrendi ya, tamam işte. Dün Refiye büyü yapmam için kolundaki bileziği çıkarıp uzattığında ağzının suyunun nasıl aktığını görseydin bana hak verirdin. Her zaman tetikte ol. Vereceğim muskayı sakın yanından ayırma!” dedi.
Aysel üzerine basa basa söylemişti bunları. “Ondan korkuyor musun?” diye sordum. “Ne korkacağım, o benden korksun. Korkmasa geçmişini benden gizler miydi hiç. Bana anlatmadı diye onun hakkında bilgi sahibi olmadığımı sanıyor ama aldanıyor. Yediği naneleri biliyorum... Ha bu arada, aklıma takıldı, sen dün onun koynuna girdiğinde oğlu neredeydi?” diye sordu.
“Yoktu evde. Kavga etmiş oğluyla, o da bir akrabasına gitmiş kalmaya.” dediğimde Aysel gözlerini açtı ve “Kandırmış seni, yalan söylemiş!” dedi. “Ne kandırması, biz ikimizdik evde!” dedim, ancak Aysel, “Onun akrabası filan yok, kimmiş akrabası? Hiçbiri onunla görüşmüyor, adamı karısından boşattı diye hepsi selamı sabahı kesmiş, yalan söylüyor orospu. Belli ki oğlu o sırada evdeydi, ama sana söylemedi. Sen de çocuğu görmediğin için evde yok sandın. Korktuğum başıma geldi, orospu şimdiden çalışmalara başlamış!” deyince ne diyeceğimi şaşırdım.
Ben Nurcan’ı sikerken oğlu evde miydi? Bu nasıl olabilirdi? “Sen ciddi misin? Şaka yapmıyorsun değil mi?” diye sordum. Ancak Aysel, “Ne şakası, dedim ya sana onun akrabası falan yok, kimse suratına bakmıyor bunun, yalan söylemiş sana!” dedi yüksek sesle.
Nurcan’ın söyledikleri geldi aklıma o sırada. “Evlendikten sonra eş dost, akrabalar içinde beni yuva yıkan kadın diye görmeye başladılar. Karısından boşanmasına sebep diye beni gösterdiler...” demişti akşam.
Aysel’in sözleriyle Nurcan’ınkiler örtüşüyordu. İyi ama oğlu evdeyken benimle nasıl olur da sikişmişti? Hem o sırada oğlu evdeyse nerede ve ne yapıyordu? Tuhaf ama aynı zamanda mide bulandırıcı bir şeydi bu? Beraber sikişmiş, sonrasında yıkanmıştık. Ve oğlu Mehmet tüm bu süre boyunca evdeydi. Aklım almıyordu bunu...
Kısa bir zaman sessiz kaldık. Gonca ile saat 10:00’da buluşacaktım ve şimdi saat 09:30 olmuştu, yarım saatim vardı. Yarağımın sertliği geçmişti, ama bu noktaya geldikten sonra boşalmadan yataktan çıkmak, gitmek istemiyordum. Elimi amına attığımda, Aysel, “Hayırdır?” dedi gülerek. “Sen zevkini aldın nasılsa, ya ben ne olacağım?” dediğimde, “Seni yatağa boşuna getirmedim!” dedi kahkahayla.
Bacaklarını iki yana iyice açtı ve kabarmış am dudaklarını okşarken, “Gel bakalım!” dedi. Bacaklarının arasında yerimi aldım, inişe geçmiş yarağımı okşamaya başlarken, Aysel bir eliyle memelerini, diğeriyle de amını okşuyordu. Dudaklarını emip yalıyordu bu arada. Üzerine doğru eğildim ve yarağımı amına sürttüm bir süre. Etli am dudakları yarağımın kafası değdikçe yaprak gibi titriyordu. Nihayet amına girecek sertliğe ulaştığında yarağımı tuttum ve bastırdım amına.
Derin ve geniş amı rahatça aldı içine yarağımı. Uzandım üzerine iyice, tamamen altıma aldım onu. Aysel kollarını sırtıma attı, beni kendine çekerken ağır hareketlerle sikmeye başladım. Götümü ve belimi yavaş yavaş oynattıkça yarağım da amına ağır ağır girip çıkıyordu. Aysel gözlerini kapatıyor, dudaklarını emiyordu yine.
Sırtımda ve belimde gezinen elleri yavaş yavaş aşağılara kayıyordu. Derken götümün yanaklarını sıkıca tutup sıkmaya başladı. Hareketlerim gittikçe hızlanırken Aysel götümü okşuyordu sanki bir erkeğin kadınınkini okşaması gibi. Ancak hoşuma gitmişti bu yaptığı. “Bunu da mı Melahat’tan öğrendin?” diye sordum. İniltilerinin arasında, “Evet!” dedi.
Aysel’in büyük ve geniş yatağı rahat bir sikiş ortamı sunuyordu. Göğsümün altında dolgun memeleri yassılaşmış, ama deli gibi löpürdüyordu. Ellerimi yatağa bastırdım iyice ve doğruldum, daha güçlü halde sikmeye başladım. Aysel’in terli kasıklarına çarpan kasıklarım ve taşaklarımdan çıkan 'Şlop şlop şlop!' sesleri yatak odasının duvarlarında patlıyordu.
“Ahhh, ıhhhh, çok güzelll, devam ettt!” deyip duruyordu Aysel elleri belimde ve götümde gezinmeye devam ederken. Dizlerimin üzerinde doğruldum bu sefer ve bacaklarını kavradım dizlerinin arkasından. Havaya kaldırdığım bacaklarıyla beraber büyük bir güçle pompalamaya başladım. Aysel biraz önce boşalmıştı, ama sanki boşalmamış gibi büyük bir zevkle inliyordu. Yatağın ve evde kimsenin olmamasının verdiği rahatlıkla sikişimizin şiddeti her geçen saniye artıyordu. Yarağım amına dibine kadar girip çıkıyor, Aysel’in sağ eli amının üzerinde geziniyordu gene. Koca memeleri iyice şişmiş ve küçük birer karpuz gibi olmuşlardı sanki. Deli gibi sallanıp löpürdüyorlardı.
Bacaklarını omuzlarıma atarken Aysel ellerini yatağa koyup iki yana açtı iyice. Ellerimi kalçalarına attım ve deli gibi pompalamaya başladım. Aysel yarak darbelerimle beraber geriye kaymıştı ve başı yatak başlığına çarpıyordu. “Az dur!” dedi ve beyaz yastıklardan birini alıp başının arkasına koydu hızlıca. Kaldığım yerden devam ederken Aysel benimle yatak başlığı arasında sıkışmış haldeydi.
Var gücümle sikiyordum. İniltilerimiz birbirine karışıyordu. Terlemiştim, kalbim deli gibi çarpıyordu. Vücudumun her yeri, her bir kasım gerilmişti. Ellerimi yatak başlığına attım ve ondan aldığım destekle son bir güçle pompalamaya başladım. İniltilerimiz çığlıklara dönüşmüştü. Yarağımla onu delmek istiyor, amını parçalamak istiyordum sanki. Çıldırmış gibiydim.
Aysel’den zevkin yanı sıra acıyla karışık sesler geliyordu şimdi. Memeleri şahlanmış, vücudundan kopmak istiyormuş gibi sallanıyorlardı. Omuzlarımdaki bacakları da memeleri gibi sallanıp duruyordu. Şiddetli sikişimizin sesleri yatak odasından evin diğer odalarına yayılıyordu. Aysel’in yatağı ve bazası yeni de olsa sikişin şiddetiyle zangırdıyordu.
Deli gibi boşalmaya başlarken gözlerim karardı, bir şey göremezken kulaklarım da sağır olmuş gibiydi, hiçbir ses duyamıyordum, kendimden geçmiştim adeta. Boşalırken de sokup çıkarmaya devam ettim yarağımı. Sonunda kendime geldiğimde, Aysel’in, “Kapı, kapı, kapıya vuruyorlar!” dediğini duydum. Yüzünde keyif ve zevkin yerini endişe almıştı. Kendimi geriye çekip amından çıktım telaşla.
Gerçekten de kapıya birisi vuruyor ve zili de çalıyordu. Kimdi bu gelen? “Birini mi bekliyordun?” diye sordum, ama Aysel, “Yok, kimseyi beklediğim yok!” dedi doğrulup toparlanırken. “Ufff, kemiklerimi kırdın!” dedi ayağa kalkarken de. O sırada kapıdan ikimizi de büyük bir korkuya düşüren bir kadının sesi geldi. “Aysel Hanım, Aysel Hanım, evde kimse yok mu?” diyen ses Refiye’nindi.
“Nerden çıktı şimdi bu?” dedi korkuyla. “Sen mi çağırdın?” diye sordum giyinirken. “Yok be, ben niye çağırayım?” dedi Aysel. Göz açıp kapayana kadar giyinmişti. Bu arada Refiye yine, “Aysel Hanım, Aysel Hanım!” diye seslenirken salonun camını da tıklatıyordu. Allahtan yatak odası arka tarafta kalıyordu. Saniyeler önce boşalmış, büyük bir keyif almıştım, ama şimdi kalbim korkudan hızlı hızlı çarpıyordu. Her yanımı ateş basmıştı. Refiye Hüsniye ile basmıştı beni, şimdi bir de üzerine Aysel’le basarsa durum tam bir felaket olurdu.
Aysel fısıltıyla, “Sen burada bekle, sakın ses yapma!” dedi desenli parlak türbanını çenesinin altından bağlarken. Kapıda bekleyen Refiye’ye ise, “Geldim, geldim, az dur geliyorum!” diye bağırdı. Sonra da halen gece yatmam için verdiği yorganla yastığı yatağın üstüne fırlatıp hızla kapıyı kapattı, ama kapı çarpmanın etkisiyle açıldı ve aralık kaldı.
Aralık duran kapıyı kapatmama fırsat kalmadan demir kapının açılma sesi geldi, Aysel’in, “Kusura bakmayın, uyuya kalmışım!” dediğini duydum. Refiye, “Estağfurullah, bizim hatamız, habersiz geldik...” dedi buna karşılık. Tek başına gelmemişti demek ki. Ama yanındaki kimdi o zaman? Kapının arkasına saklanırken salona geçişlerini dinledim.
“Hoş geldiniz, kusura bakmayın. Sabah çok erken kalktım. Akşamdan misafirim vardı. Belki tanırsınız, Zehra Hoca adında. Onunla kahvaltı yaptım, sonra o gidince biraz uzanayım dedim, öyle içim geçmiş, kusura bakmayın tekrar...” dedi Aysel yalanlarını arka arkaya sıralayarak. Ancak bu yalanı Refiye yutmuştu. “Ne demek, olur mu öyle şey, biz hata ettik haber vermeden geldiğimiz için, keşke bir telefon etseydik...” dedi yanıt olarak.
Refiye’nin yanında bir kadın vardı ama kim? Ses çıkartmamaya azami dikkat ediyordum. Sonunda giyinmiştim, ama bu arada cep telefonumun üzerimde olmadığını fark ettim, salonda kalmıştı. Büyük bir korkuya kapıldım. O anda Refiye telefonumu görürse kıyamet kopabilirdi. Yapabileceğim bir şey yoktu konuşmalarını dinlemekten başka.
“Aysel Hanım bu benim yengem Emel. Kendisi abimin hanımıdır. İstanbul’da yaşıyor. Nikâhım için geldi sağ olsun...” dedi Refiye. Demek yanındaki yengesi Emel’di. Niye gelmişlerdi peki? Büyük bir merakla dinlemeye devam ettim. Aysel, “Memnun oldum, hoş geldiniz!” derken, Emel de, “Memnun oldum!” dedi.
Saat 10:00’a geliyordu. Gonca ile buluşacaktım, ama Aysel’in yatak odasında sıkışıp kalmıştım. “Emel yengemin bir sıkıntısı var Aysel Hanım, daha doğrusu isteği. Onun için geldik zaten. Sen yabancı olmadığın için anlatmamda sakınca yok. Yengemin abimle arası kötü, evliliği iyi gitmiyor, yürümüyor. Abim evi terk edip bir kadınla beraber yaşamaya başlamış. Yengem de boşanma kararı aldı. Boşanınca kızıyla beraber burada yaşayacak, zaten Konya'lıdır. Yengem çalışan bir kadındır, okumuş, kültürlüdür. İstanbul’da bir şirkette muhasebe müdürüydü. Şimdi ona göre uygun bir iş arıyoruz. Osman’a söylemek istemedim. Sen bu konuda yardımcı olursan çok makbule geçecek. Senin tanıdığın çoktur, hatırlı dostların olduğunu biliyorum. Herkese iyiliğin dokunuyor, yengem için de yaparsan inan dünyalar bizim olacak...” Refiye tane tane söylemişti bunları.
Aysel, “Ne demek, elbet yardımcı olurum. Sen de ailen de benim için değerlisiniz. Size iyilik yapmayacağım da kime yapacağım Allah aşkına?” dediğinde, Emel, “Çok teşekkür ederim, çok sağ olun, Allah ne muradınız varsa versin!” dedi heyecanla. Refiye, “Biz CV’sini de getirmiştik, onu da ver istersen Emel!” dediğinde, Aysel, “Tamam, ben en kısa zamanda güzel bir iş bulurum size, hiç üzülmeyin. Tanıdıklara haber salarım hemen. Boşanmak maalesef bazı kadınların kaderinde var. Ama güçlü olacaksanız, ayakta duracaksınız, hem kendiniz için hem çocuklarınız için. Bana her gün bir sürü kadın geliyor kocasının kendisini aldattığını söyleyen. Ama içlerinden bir iki tanesi hariç kimse boşanma lafı etmiyor. Çünkü boşansalar nasıl geçinecekler, nasıl yaşayacaklar. Hepsi sineye çekiyor, öylece yaşamaya devam ediyorlar. Ama Maşallah Emel Hanım aslan gibi bir kadın. Daha ilk görüşte belli oluyor bu. Kendi ayaklarının üstünde duran bir kadın. Allah her şeyin hayırlısını versin. Siz hiç merak etmeyin, ben sizin isteğinizi yerine getiririm!” dedi.
Aysel’in bu uzun konuşmasının ardından, Refiye, “Ben kaç zamandır abimle görüşmüyorum, konuşmuyoruz, ama Emel’le can ciğeriz, çok severiz birbirimizi. Yenge görümce değil de kardeş gibiyiz. Onun acı çekmesini, üzülmesini hiç istemem. Boşanmasını da ben ondan daha çok istiyorum. Bu iyiliğini de karşılıksız bırakmam Aysel Hanım!” deyince, Aysel, “Bırak Allah aşkına Refiye Hanım, bunun lafını etme. Çıkar aklından şu düşünceleri!” dedi yüksek bir tonda.
Biraz sonraysa, “Biz o zaman kalkalım, sizi de daha fazla rahatsız etmeyelim!” dedi Refiye. Bir dakika kadar sonra Emel ve Refiye çıkmış, evin demir kapısı arkalarından kapanmıştı. Derin bir soluk alırken Aysel içeri girdi. Yüzü kireç gibiydi, “Allah korudu, ucuz atlattık!” dedi. Elinde beyaz bir dosya vardı. “Abisinin karısı için iş bakıyormuş...” diye konuşmaya başlarken, “Duydum hepsini!” dedim. Elindeki dosyayı gösterip, “Bu da kadının şeyiymiş, bir şey dedi ama anlamadım!” deyince gülerek, “CV’si!” dedim. “Ne zıkkımsa!” dedi Aysel yüzünü buruşturarak.
“Sen bir an önce çık bence!” dedi heyecanla. “Cenabet halde nereye çıkayım?” dedim karşılığında. “Git yıkan o zaman!” dedi sinirli bir halde. “Benim telefonum salonda kalmış!” dediğimde, Aysel, “Ben yorganın içine koymuştum!” dedi ve salona geçti. Hemen yatağın üzerine attığı yorganı açtım, telefonum içindeydi. Bu arada montum da içindeydi yorganın. O heyecan ve korkuyla montumun da salonda kaldığını unutmuştum.
Gonca’yı aradım hemen. “Kusura bakmayın, ben biraz gecikeceğim.” dediğimde, “Önemli değil, ben de otobüsteyim daha, sıkmayın kendinizi...” dedi sıcak bir sesle. Banyoya geçip çabucak yıkandım, kurulanıp giyindim. Aysel’in salondaki sehpanın üzerine koyduğu beyaz dosyayı açtım. İçinde Emel’in her biri üçer sayfalık üç CV’si vardı.
En üsttekini aldım. Vesikalık bir resmini sağ üst köşeye ataçla tutturmuştu. Oldukça hoş ve bakımlı, güzel görünüyordu resimde. Bej renkli, desenli bir türbanla bağlamıştı başını, altından görünen beyaz sıkı bonesi geniş alnının üstünü kapatıyordu. Kahverengi gözlerini çevreleyen uzun siyah kirpikleri tek tek sayılıyordu nerdeyse. İnce siyah kaşlarının özenli bir şekilde alındığı belliydi. Açık pembe hafif bir ruj sürmüş gibiydi dudaklarına. Kapalı, üzeri yıldızlarla süslü bej bir bluzun üzerine koyu yeşil renkli bir ceket giymişti. Bluzun üzerindeki yıldızların rengiyle uyumlu olmuştu ceketi. Her yönüyle alımlı, çekici bir kadındı Emel.
Kızı Ecmel Açıköğretimde okuyordu. Ben onu da Açıköğretim mezunu sanırken Gazi Üniversitesi İşletme bölümünden mezun olduğu yazıyordu. İş hayatı boyunca pek çok mesleki kursa ve eğitime de katılmıştı.
Doğum tarihi de yazıyordu. Refiye’den sadece bir yaş büyüktü. 20 yıldır çalışıyordu, çalıştığı yerler de üst düzey ve çoğunlukla ithalat ihracat firmalarıydı. Muhasebe ve finansman müdürlükleri yapmıştı. En son çalıştığı yerde de görevi buydu. İngilizceyi çok iyi seviyede bildiği yazılıydı. Refiye’den ve şimdiye kadar tanıdığım kadınların hemen hepsinden birkaç gömlek üstün bir kadındı Emel.
Refiye’nin kalas abisi böyle bir kadını nereden bulmuştu ve nasıl olup da aldatmıştı. Üstelik aldatmakla da kalmamış, muhtemelen Esra’nın söylediği Emel’le aynı firmada çalışan sekreter kızla beraber yaşamaya başlamıştı. Emel kocasından boşanacak ve artık burada, yakınımızda olacaktı. O anda içimde bir şeylerin kıpırdadığını hissettim.
Bu sırada Aysel’in sesini duydum, “Bakıyorum kadının kâğıtlarına daldın!” dedi gülerek. “Kadın bayağı eğitimli, kültürlü, benim tahmin ettiğimden daha fazla hem de. İnşallah ona göre bir iş bulursun!” dedim. “Valla bakacağız artık, hayat ne getirir belli olmaz!” dedi. Aysel bunları söylerken aklıma Kübra Hanım geldi. Çok zengin ve büyük bir şirketin sahibinin kızıydı. Belki bu konuda bir yardımı dokunabilirdi. Elimdeki CV’yi gösterip, “Bunu alıyorum, tanıdık biri var, ona gösteririm!” dediğimde, Aysel, “İyi tamam!” dedi. Sonra da, “Bakıyorum kadını kanatlarının altına almaya niyetlisin!” dedi kahkahayla. Sözlerindeki imanın farkına vardım, ama gülmekle yetindim.
Yanağına ıslak bir öpücük kondururken basma eteğinin altındaki dolgun götünü avuçladım. “Eğer gelmeselerdi götünün de tadına bakacaktım!” dediğimde, “Hadi hadi çok konuşma da git, kaldıkça aptal aptal konuşuyorsun!” dedi sinirlenmiş gibi. Ama hemen ardından, “Bundan sonra çok aralık bırakma!” dedi gülümseyerek.
Tam çıkacakken, “A, dur bekle!” dedi telaşla. Az sonra elinde küçük, üçgen şeklinde kalın bir muska ile geldi. “Al bunu, boynuna tak, yada cebine koy!” diyerek elime sıkıştırdı. “Okunmuştur, her zaman üzerinde bulunsun, hele de Nurcan’ın yanındayken!” dedi. Muskayı montun iç cebine koydum.
Çıktığımda saat 10:30 olmuştu. Arabaya atladım, Gonca’nın dediği AVM’ye 20 dakika sonra vardım. Arabayı park ettikten sonra aradım, yeme içme katında olduğunu, ortadaki masalardan birinde oturduğunu söyledi. O kata çıktığımda bir süre aradım nerede olduğunu.
İlerdeki bir masadan kalkan el daha fazla aramama mani oldu. Gonca uzun zaman sonra karşımdaydı
36 notes · View notes
Text
Bölüm 127
Ben kapıyı kapatırken girişin ışığı yandı. Aysel karşımdaydı. Sinirli hali yüzünden kolayca anlaşılıyordu. “Nerde kaldın?” diye sordu hemen. “Arkadaşlarla takıldım.” dediğimde, “Hadi hadi, yalan söyleme, Nurcan’ın koynundan çıkıp da geldin değil mi?” dedi öfkeli, kısık bir sesle. Ona gerçeği söyleyemeyeceğim için, “Yok, daha neler... Evine bile girmedim, sokağın başına kadar götürdüm... Sonra da birkaç arkadaşla takıldım... Sen aradığında onların yanındaydım...” dedim.
Vişne rengi kadife bir eşofman takımı vardı üzerinde. Eşofmanın altı dar kalmış ve dolgun kalçalarına yapışmış gibiydi. Üst kısmı da altı kadar olmasa da dardı, içinde sutyen olmadığı belliydi, etli meme uçları altında belirmişti. Başını ise beyaz bir başörtüsüyle arkadan bağlamıştı.
Bakışlarından sözlerime pek inanmadığı belli oluyordu ama başka bir şey demedi. “Sen yatmış mıydın, uyandırdım mı yoksa?” diye sordum ortamı yumuşatmak için. Cevap vermeden önce bir an düşünür gibi oldu, “Yok, yeni girmiştim yatağa.” dedi başını sallayarak. Ardından da, “Sen salona geç, ben geliyorum.” dedi ve yatak odasına geçti. Salona geçip ışığı açtım.
Karşı çekyatın üzerinde bir kadının koyu gri renkli pardesüsü ile parlak siyah türbanı vardı. Aysel’in misafiri mi vardı yoksa? Yüzünde fark ettiğim telaşlı ve gelişimden rahatsız olmuşa benzeyen ifadenin sebebi belki de buydu.
İki üç dakika kadar salonda tek başıma oturdum. İçerisi serindi. Nurcan’la sikişmenin verdiği rehavet ve yorgunluk kendini belli etmeye başlamıştı. Başımı arkaya atıp gözlerimi kapamıştım ki Aysel girdi içeri. Uzun beyaz bir örgü yelek giymişti üstüne. Bir şey diyecek gibi oldu, ama ben, “Misafirin mi var?” diye sordum hemen. Koltuğun üzerindeki kıyafetlere baktı, sonra da bir şey demeden onları alıp çıktı.
Gecenin bu saatinde kimdi misafiri ve neredeydi? Merak ediyordum. Öylece otururken içeriye önce Aysel, arkasından da annem girince büyük bir şaşkınlık yaşadım. Bu saatte annemin burada ne işi vardı? Ayağa kalkıp, “Anne sen ne arıyorsun burada?” diye sordum. Annemin yüzünden düşen bin parçaydı. Hiçbir şey demeden karşıma oturdu. Aysel ise her zamanki tekli koltuğuna geçti. Yeniden yerime otururken, annem, “Baban dövdü beni, dışarı attı!” dedi titreyen ama aynı zamanda öfke dolu bir sesle. Sonra da sessizce ağlamaya başladı.
Annemin bu hali karşısında öylece kalakaldım, bir şey diyemedim. Annem sessiz sessiz ağlıyor, ara ara gözyaşlarını siliyordu elindeki kâğıt mendille. Aysel’e dönüp, “Ne olmuş, söylesene, sen biliyor musun?” diye sordum. Aysel önce kaş göz işareti ile yanıt vermek istemediğini belli etti, ama yeniden sorunca, “Annen anlatır zaten, tartışmışlar, baban da dövmüş!” dedi. Oldukça kısa bu yanıtın ardından anneme, “Ne oldu, anlat, nedir mesele?” diye üst üste sorular sordum. Annem titreyen dudaklarıyla bir şeyler anlatacak gibi oldu, ama ağlaması daha da şiddetlendi.
Daha önce bir keresinde dövmüştü babam annemi. Annem kıskançlık krizine girip olay çıkartmış, evde terör estirmişti. Sonunda babam dayanamamış ve gözümün önünde sağlam bir tokat atmıştı anneme. Annemi kıskançlık krizine sokan ise Şefika ablaydı.
Aradan yıllar geçmiş ve babam yine dövmüştü annemi. Gene kıskançlık krizine mi girmişti annem, yoksa başka bir şey mi vardı? Sonunda annem daha fazla sessiz kalamadı ve anlatmaya başladı: “Bugün Refiye ile beraber buraya geldik, Aysel hanımı ziyaret ettik. Çıktıktan sonra Refiye beni kahve içmeye davet etti, gittik bir yerde gelin kaynana kahve içip sohbet ettik. O ara baban aradı, (Nerde kaldın, niye gelmiyorsun?) dedi, sonra da kadının yanında bir sürü küfür edip kapadı telefonu. Kadına karşı çok mahcup olup utandım. Neyse ki anlayışlı kadın da ses etmedi, ama içtiğim kahve zehir oldu...”
“Eve gittiğimde saat sekizi geçiyordu. Baban hemen başladı, (Nerde kaldın, ne işin var dışarlarda, bu saate kadar neredesin?), bir dünya laf saydı, bağırıp çağırdı, küfretti gene. Önce bir şey demedim, ama ölmüş anama babama küfredince sinirlendim, ben de ona küfrettim. Küfrü duyunca vurdu birkaç sefer, sonra da çıktı gitti. Bir zaman oturup ağladım. Sonra evde kalmak istemedim, ablama gideyim dedim. Aradım ama Elif çıktı telefona, ablam yatmış erkenden. Elif’e de bir şey demek istemedim. Sonra Aysel Hanım geldi aklıma, arayıp gelebilir miyim dedim. O da sağ olsun davet etti, kırmadı beni, ben de atladım taksiye geldim...” dedi.
Derin bir iç geçirdim. Âdetim olmadığı halde annemin karşısında sigara içmek istedim, ama elimi montumun cebine atınca sigaramı Nurcan’ın evinde unuttuğumu anladım. Bu halim Aysel’in gözünden kaçmamıştı. Yerinden kalktı ve az sonra elinde bir paket açılmamış sigara ve çakmakla geldi. “Al bakalım!” diyerek uzattı. Annemin yüzüne baktım, ama beni görecek halde değildi. İçmediğim bir marka sigara olsa da bir tane yakıp derin bir nefes çektim.
“Ne olacak peki şimdi?” diye sordum. Annem bir süre sessiz kaldı, sonra da, “Sen hiç karışma oğlum, babana da bir şey deme. Sanki hiç haberin yokmuş gibi davran. Hele ki Refiye duymasın sakın. Ben bir zaman burada kalacam, Aysel hanımdan rica ettim kırmadı beni, birkaç gün kalırım öyle geçerim eve. Hele biraz sinirlerim yatışsın ondan sonra bilirim ne yapacağımı. Ben biliyorum onun asıl derdinin ne olduğunu, onun başka hesapları var. Geç kaldın lafları yalan dolan, sen onu bana sor!” diyerek yanıtladı.
Annemle babamın arasına girmek gibi bir düşüncem yoktu. Kendi aralarında halletmeleri daha iyi olacaktı. Benim zaten Refiye ile ilgili yeterince sıkıntım varken bir de anneme ayıracak zamanım ve aklım hiç yoktu. Annem sanki o an Refiye’yi düşündüğümü fark etmiş gibi birden, “Sen bırak şimdi beni de, asıl sen ne boklar yiyorsun? Biz seni o kadını boynuzlayasın, kavga edesin diye mi everdik? Sen Özlem mi sandın o kadını, her dediğine her yaptığına he desin, eyvallah desin, ha? Dangalak... Daha dün bir bugün iki, ne bok yemeye kadını boynuzladın hemen, öküz herif...” diyerek ağzına geleni söyleyip durdu.
Ve, “Kadının dünya kadar malı var mülkü var, bunları yemenin, cebe indirmenin hesabını yapacağına kendinden soğutuyorsun salak herif. Bana bak Osman ne yapıp edip o kadının gönlünü alacaksın yoksa seni boğarım, anladın mı beni?” dedi adeta kükreyerek. Annemin bu tepkisinden korkmadım dersem yalan olur. “Yaptık bir hata ne yapalım!” dediğimde, annem, “Kadının gözünün önünde yapman gerekir miydi a benim salak oğlum, o görmeden ne bok yersen ye, illa gözünün önünde yapman şart mı?” deyince kendimi tutamayıp, “Ya ne yapayım, oldu bir kere!” dedim.
Annem, “Bana bak benim tepemi attırma, oldu bir kere ne demek. Az sikine mukayyet ol. O kadın bizim başımıza konan devlet kuşudur devlet, sakın o kuşu kaçırayım deme gebertirim seni, kimse de alamaz elimden... Kadına bugün sırf senden yüz çevirmesin diye yapmadığım yalakalık kalmadı... Bula bula da o salak Hüsniye’yi mi buldun, tımarhane kaçkını orospuyu. Allah’ın manyağı, ne oturmasını bilir ne kalkmasını. Arada yengen olmasa selam bile verilmez ona...”
“Ne demiş sana, ne hikâyeler anlatmış... Ben hamile kalacam, çocuğu doğurup Refiye’ye vericem mi dedi sana? Bak bak, orospudaki hikâyelere bakar mısın Aysel Hanım? Aklı sıra bunu diyerek oğlumun aklını çelecek, yediği boku temize çıkaracak. Refiye Maşallah at gibi kadın, daha genç, sağlığı yerinde. Doğurursa Refiye doğurur, ona ne oluyormuş Allah aşkına... Sen de böyle salak salak hikâyelere inanma. Refiye sana gül gibi bir bebek verecek İnşallah. Özlem’in yapamadığını bu kadın yapacak Allah’ın izniyle...”
“Sakın sakın bir daha böyle şeyler yapma, aklına, sikine azıcık mukayyet ol. Tamam, iki karın da senden yaşlı, ben de isterim oğlumun eline erkek eli değmemiş gül gibi gencecik kızın koynuna girmesini ama bu da bizim kaderimizmiş oğlum ne yapalım? Allah büyüktür, o da olacak İnşallah. Sen sadece kadını kendinden soğutma, onu kendine yakın et her zaman, senin peşinde köpek gibi dolansın, anladın mı?” dedi.
Annem sanki dolmuş da birden yağmur gibi boşanıvermişti arka arkaya söylediği bu sözlerle. Yediği dayağı çoktan unutmuştu. “Benim de öyle bir niyetim yok zaten, ne diye onu kendimden uzaklaştırayım ki. O an nefsime hakim olamadım, hem Refiye’nin içerde yattığını sanıyordum, ben ne bileyim böyle olacağını?” dedim kendimi masum göstermeye çalışarak. “Ben bilmem, ne yap yap kadını kendine iyice âşık et. Zaten âşık ama kör kütük, deli divane olsun senin için. Hele ki bir de gebe kalır çocuk doğurursa gel keyfim gel. Ondan sonra biz de onun zenginliğinin sefasını süreriz!” dedi annem keyifle.
Annemin aklı fikri Refiye’nin zenginliğinde, parasında pulundaydı. Benim mutlu, huzurlu olmamla ilgilendiği yoktu. Varsa yoksa paraydı tek düşündüğü. “Sen hele kadını gebe bırak, ondan sonra ne edersen et. Ama o zamana kadar dikkatli ol, karda yürü ama izini belli etme!” dedi nasihatte bulunarak. Keyifle gülümsemekten de geri kalmıyordu bunları söylerken. Kendisi karda yürüyüp izini belli etmemeyi iyi biliyordu. Babamdan gizli yediği haltlar bini aşmıştı. Kendi gözlerimle Kerim’le sikiştiğini görmüş, Hüsniye’nin anlattıklarından rahmetli Yunus amcayla bile ilişkisi olduğunu öğrenmiştim. Her iki karımla lezbiyen ilişki yaşaması da cabasıydı.
O ana kadar sessiz kalmayı tercih eden Aysel başladı konuşmaya. “Sen merak etme Şerife Hanım, ben Refiye’yi kör kütük âşık etmesini bilirim. Biliyorsun Refiye benden bağlama büyüsü yapmamı istedi ya Osman için, ben de kabul etmedim. Hah, bunu konuşacaktım Osman’la. Tanıdığım, bildiğim bir hanım var, psikologdur kendisi. Karı koca ona gidip konuşsunlar, aralarındaki problemin çözümü bende değil, öyle büyüyle filan uğraşmaya gerek yok. Kadınla konuştum, üstü kapalı meseleyi de anlattım. Onlar gidip konuşacaklar, dertlerini anlatacaklar, kadın da onlara yol yordam gösterecek. İşinde başarılı bir hanımdır, belediyeye danışmanlık yapıyor zaten bu konularda.” diyerek yanındaki sehpaya uzandı. Üzerindeki kartı alıp bana uzattı.
Bahsettiği kadının Nurcan’ın oğlu için görüştüğü kadın olduğunu anladım. Adı Simge’ydi, yaşam koçu, aile ve evlilik danışmanı olduğu yazıyordu kartında. Aysel, “Ben sizin için randevu da aldım, yarın akşamüstü dörtte bekliyor sizi. Refiye ile beraber gidin, konuşun, çekinmeyin hiç, anlatın derdinizi güzel güzel, kadın zaten bu konularda uzman. Sizin derdinizin dermanı bu kadında, büyü müyü geçici işler bunlar, kalıcı çözüm lazım size!” dedi.
Aysel’e, “Refiye benimle konuşmuyor ki, nasıl olacak?” diye sorunca, annem araya girip, “Onu da sen düşün!” dedi tepkiyle. Aysel, “Merak etme Şerife Hanım, ben onu da hallettim. Refiye yarın seni bekliyor Osman. Güzel bir çiçek yaptır, ne bileyim çikolata yaptır, götür. Beraber gideceksiniz kadına. Hem zaten Refiye seni sevmese, benden büyü yapmamı ister miydi? Kadın seviyor ki seni gelip benden bunu istiyor. Ama sevgi de bir yere kadar. Kadının gururunu daha fazla incitme, öyle bir kadını bir daha bulamazsın. Annenin dedikleri doğru, sen de biliyorsun. Dünya kadar malı mülkü var. Sen hem kadını kullanıp hem de parasını yemenin hesabını yapman gereken yerde salak saçma işler yapıyorsun!” dedi gülümseyerek. Annem Aysel’in kendisine destek çıkan sözlerinden memnun kalmıştı.
Bu konuşmaların ardından Aysel bize ve kendine bitki çayı hazırladı. Bir süre havadan sudan, başka konulardan konuştuktan sonra saatin ikiye yaklaştığını fark ettik. Annem esneyerek, “Ben yatıyorum, uykum geldi...” deyince, “Sen yat Şerife Hanım, benim biraz Osman’la konuşacaklarım var.” dedi Aysel. Annem, “Aysel Hanım, şu salağa biraz akıl ver de böyle aptallıklar yapmasın bir daha. Bizi dinlediği yok, belki seni dinler!” dedi ayağa kalkarken.
“Sen nerde yatacaksın?” diye sordum anneme. Aysel, “Benim yanımda yatar, kocaman yatak, ikimiz sığarız. Sen de burada çekyatta yatarsın!” deyince, “Senin yanında niye yatıyor, ben bu çekyatta yatarım, annem de öbür çekyatta yatsın!” dedim. Ancak annem, “Oğlum, ben senin yanında niye yatayım, içerde yer var, hem benim belim ağrıyor çekyatta yatamam ben!” dedikten sonra çıktı.
O çıkınca da Aysel kalkıp kapıyı kapattı ve yerine oturdu tekrar ve “Sen hiç akıllanmayacak mısın?” dedi gülümseyerek. “Niye?” diye sordum. “Niye olacak, duydun annenin dediklerini. Kadının parasını yemek yerine onu kendinden uzaklaştırıyorsun!” diye cevapladı sorumu. “Niye büyü yapmak istemedin peki, niye bizi o psikoloğa gönderiyorsun, büyü yap olsun o zaman!” dediğimdeyse ilginç bir cevap verdi Aysel.
“Ben büyü yapsam bundan sen zarar görürsün. Hayattan zevk almaz olur hem de Refiye’nin avcunun içine düşersin. Onun bir dediğini iki etmezsin, onun lafından dışarı çıkmazsın, e tabi bu da bizim işimize gelmez. Biz onun parasını cebe indirmenin hesabındayız, o da bunu biliyor, az çakal değil, onun için benden büyü yapmamı istedi. Ben de savuşturdum başımdan...”
“Bu psikolog hanım işinde uzmandır. Belediyede kadınlara dersler, eğitimler falan veriyor. Böyle Refiye gibi bir sürü kadın var ona giden, işinde uzmandır, iyi bir hanımdır. Nurcan’ın oğluna faydası olmadı ama size olacak İnşallah. Sizi bekliyor yarın, gidin konuşun, anlatın derdinizi, sizin ilacınız o kadında bende değil!” dedi gülümseyerek.
Sonrasında akşamki gibi geriye yaslanıp bacak bacak üstüne attı, dolgun kalçası eşofmanın altında daha bir belirirken kollarını göğsünde çaprazlamasına birleştirdi ve “Ne yaptınız peki Nurcan’la?” diye sordu başını hafifçe sallayıp bir gözünü de kırparak. Beni sorguya çeker gibiydi bu haliyle. “Ne olacak, konuştuk sadece!” dedim. “Ne konuştunuz?” diye sordu bu kez. Bu sorulardan sıkılmaya başlamıştım. Derin bir nefes alıp verdim ve “Havadan sudan konuştuk!” dedim. “Havadan sudan, ben de yedim bunu, değil mi?” deyince dayanamayıp, “Ya senin derdin ne, ne anlatmaya çalışıyorsun?” dedim biraz da sert bir tonda.
Kısa bir sessizliğin ardından, “Kusura bakma, o kadına pek güvenmiyorum!” dedi yanıt olarak. Nurcan’la arasında örtülü, adı konulmamış bir çekişme vardı. Birbirlerinden hoşlanmadıkları belliydi. “Neden?” diye sordum merakla. “Çok yalan söylüyor, benim işlerime de karışır oldu son zamanlarda. Bu psikolog hanım meselesini onun yanında açmak istemedim. Her boka maydanoz oluyor!” dedi yanıt olarak. Sonrasında kalktı ve kapıyı içerden kilitledi yavaşça.
Üzerindeki örgü yeleği çıkardı. Bu kez kendi koltuğuna değil de yanıma oturup bacak bacak üstüne attı yine. “Hayırdır?” deyince, “Hayırlı hayırlı, hem de çok hayırlı!” dedi gülümseyerek. “Kaç zamandır beni boşluyorsun. Yok Özlem, yok Refiye derken şimdi de anan çıktı piyasaya, ama yağma yok. Bu gece elime fırsat geçti bir kere, seni bırakmam!” dedi saçlarımı okşarken. “Deli olma, annem içerde, manyak mısın sen!” dediğimdeyse, “Korkma, annenin çayına uyku ilacı koydum, onun için hemen uykusu geldi. O şimdi top atsan uyanmaz!” dedi gülerek.
“Harbi sen manyaksın!” dedim kahkahayla. “Ama bak Hüsniye de Refiye’ye ilaç vermişti, ama işin ortasında birden uyanıverdi. Şimdi annem de aynısını yapmasın?” dediğimde, “Merak etme, ben atımı sağlam kazığa bağlarım her zaman!” dedi gülümseyerek. Ardından da sol elimi tuttu ve eşofmanının üzerinden memelerine götürdü. Dolgun memelerini avuçladım. Aysel ise önce yanaklarımı ardından boynumu öpmeye başladı.
Nurcan’ın koynundan çıkalı çok olmamıştı, ama içimde yeniden cinsel dürtüler belirmişti. Aysel ıslak dudaklarıyla boyun etlerimi vakumluyordu. Sol elimi eşofmanının altına sokup avuçladım memelerini. Elimin soğukluğu çıplak etinin yakıcı sıcaklığıyla buluşunca ürperdi ama hemen sonrasında keyifli iniltiler çıkmaya başladı dudaklarından.
Benden yana sokuldu biraz daha. Yanaklarımı ve boynumu deli gibi öperken birden dudaklarıma yumuldu ve emmeye başladı. Aysel azgınlığının doruğundaydı bu gece, her şekilde bunu belli ediyordu. İri memelerini avuçlayıp sıktıkça azgınlığı daha da çoğalıyordu. Onun ardından sıra bana gelmişti, etli dudaklarını emmeye başladım. Dilimi ağzına sokarken o da karşılığında dilini uzatıyordu.
Ne olduğunu bilmiyordum ama kendimi dinç ve istekli hissediyordum. Sanki Aysel bana sihirli bir dokunuş yapmış gibiydi. Yarağım sertleşmişti çoktan. Öpüşme faslını fazla uzatmadım. Eşofmanının üst kısmını çıkartmasını istediğimde Aysel büyük bir memnuniyetle yerine getirdi bunu. İlaveten ayağa kalktı ve altını da çıkarttı bir çırpıda. Sutyen giymediğini biliyordum ama altına külot da giymemişti. Bacakları, kalçaları bir genç kızınki gibi pürüzsüz görünürken amının etrafında ve üstünde de bir tek kıl bile yoktu. Amının büyük etli dudakları tertemiz bir şekilde karşımdaydı. Başörtüsünü de çıkarmıştı ve dalgalı, koyu kestane rengi saçları ışığın aydınlığında parlıyordu. Saçlarını boyatmış gibiydi.
“Tıraş mı oldun?” diye sordum manzarayı görünce. “Yok, lazere gittim, aldırdım hepsini, güzel olmuş mu?” diye sordu gülümseyerek. “Müthiş olmuşsun!” dedim neşeyle. Karşımda ayakta dururken ellerimi kalçalarında, götünün dolgun yanaklarında ve memelerinde gezdirdim. Dolgun, sarkık memelerinin etli kahverengi uçlarını emdim, yalayıp ısırdım uzun uzun.
Yarağım patlayacak hale gelmişti artık, üzerimde kıyafetlerle duracak halde değildim daha fazla. Aysel’in bakışları arasında kalktım ve bir çırpıda soyundum. Yarağım şaha kalkmış bir halde karşısındaydı. Bir süre ayakta öpüştük. Tabii bu sırada yarağımı okşamaktan geri durmuyordu Aysel. Bense onun etli amını parmaklıyordum. Odanın serinliğine inat amı yanıyordu.
Aysel omuzlarımdan iterek çekyata oturttu beni. Bacaklarımı ayırırken önümde dört ayaküstüne domaldı. Havaya dikili yarağımı okşadı bir süre, sonra da ağzına aldı. Yarağımın kafasını usulca emiyordu. Nurcan’a göre daha tecrübesiz görünüyordu ama fazlasıyla zevk vermesini de biliyordu. Ara ara dilini yarağımın başında gezdiriyor, sonra usulca emmeye devam ediyordu. Parlak, dalgalı saçlarını okşuyordum keyifle. Aysel’in narin saksosunun keyfini yaşıyordum ara sıra gözlerimi kapatıp dalarken.
Aysel’in dudakları yarağımda gezinirken bir eliyle de taşaklarımı avuçluyordu. Bakışları üzerimdeydi saksoya devam ederken. Yavaşça hızlanmaya ve yarağımı daha çok almaya başladı ağzına. Taşaklarımı top gibi sıkmaya da devam ediyordu. Yarağımı önce yarısına kadar aldı ağzına, bir süre o şekilde bekledikten sonra devam etti ve nerdeyse dibine kadar aldı bu kez. Yarağım ağzının derinliklerinde, sıcak bir mağaranın içindeydi. Aysel hiçbir sıkıntı çekmeden alıvermişti yarağımı. Yavaşça kaldırdı başını, dudaklarının kenarında biriken sıvıları, tükürükleri sildi eliyle ve (Bak nasıl yapıyorum!) der gibi baktı yüzüme.
Sonrasında yeniden dibine kadar aldı yarağımı ağzına. Boşalmamak için kendimi zor tutuyordum. Saçlarını çekiştiriyor, gözlerimi kapatıp inliyordum ara ara. Sonunda Aysel’in sakso faslı sona erdiğinde yarağımın kafası ve üzeri ağzının sıvıları ile kaplanmış, parlıyordu.
“Hadi artık, uzatma!” dediğimde, bir şey demeden kalktı ve sırtını bana döndü. Sırtımı geriye yaslayıp bacaklarımı biraz daha ayırdım. Ben yarağımı tutarken o da gerisin geri kucağıma oturur gibi yapıyordu. Tabii bu sırada yarağım onun etli ve derin amına giriyordu. Sonunda taşaklarıma kadar girmişti yarağım amına. Bacaklarını biraz daha açtı Aysel ve yarağım amında olduğu halde hareket etmeye, yaylanmaya başladı.
Derin bir inilti çıkıyordu dudaklarından bu sırada. Onun kalın, etli belinden tutmuş hareketlerine yardımcı oluyordum. Ayaklarından güç alarak oturup kalkıyordu yavaş hareketlerle. Yarağım amının içinde gidip gelirken iniltilerine hırıltılar karışıyor, sessiz geceyi sesleriyle boğuyordu. Hareketleri ağır ağır hızlanmaya başlarken dolgun kalçaları ve iri göt yanakları kasıklarıma çarpıyor tok ve güçlü 'Şlap, şlap, şlap!' sesleri zevk iniltilerimize karışıyordu. Eğer annem gerçekten derin bir uykuda değilse sikişimizin seslerini duymaması pek mümkün değildi.
Ellerim sırtında, belinde, göt yanaklarında geziniyor, yaşına karşın pürüzsüz tenini parmak uçlarımda hissediyordum. Memelerinin hoplamalarını seyrediyor, içi birer su dolu balonmuş gibi çıkardığı sesleri dinliyordum. Ara ara onları avuçlayıp sıkmaktan kendimi alamıyordum.
Zaman ilerledikçe sikişimiz hızlanmaya başladı. Başını yana çevirip, “Güzel mi böyle?” diye sorunca, “Çok güzel, devam et!” dedim. Çekyat yeni de olsa ikimizin ağırlığı altında eziliyor ve yaylarından sesler çıkıyordu. Yorulduğunu hissettiğimde belinden sıkıca tutup hareketlerine yardım ediyordum. Ancak Aysel bir süre sonra bu şekilde yorulduğunu ve devam etmek istemediğini söyleyince, “Tamam, kalk o zaman!” dedim.
Yavaşça kalktı, yarağımın üzeri amının sıvıları ile kaplanmıştı. Onun da amının etrafında ve kasıklarında ıslaklık vardı epeyce. Amının etli, sarkık dudakları içine dolan kanla şişmiş, büyümüştü. Bu kez yüzü bana dönük halde kucağıma oturur gibi çıktı üzerime, dizlerini kalçalarımın yanında çekyata dayadı. Yarağım yeniden amıyla buluşurken bu kez daha rahattı Aysel. Ellerini sırtıma atıp sıkıca sarılırken yaylanmaya, ileri geri gidip gelmeye başladı.
Amı yarağımı hapsetmişti içinde. İri memeleri şişkin bir yastık gibi göğsüme baskı yaparken ellerim dolgun göt yanaklarını sıkıca kavramıştı. Aysel’in zevk iniltilerine çekyatın yaylanmaları ve benim dudaklarımdan dökülen sesler karışıyordu. İleri geri hareketlerinin yerini dizlerinden destek alarak kalkıp inmesi alırken memeleri de hoplamaya başlamıştı. Etli, dolgun göt yanakları ve terli kasıklarının taşaklarıma ve terli kasıklarıma çarpmasının verdiği yoğun sesler odanın içini çınlatıyordu.
Aşağı yukarı hoplayıp löpürdeyen memelerini ağzıma sokuyor, bir bebek gibi uçlarını vakumluyor emiyordum. Her iki elimle göt yanaklarını sıkıyor, sanki parmaklarımı etine sokmaya çalışıyordum. Aysel ara ara yavaşlıyor sonra yeniden hızlanıyordu. Memelerini kendisi tutup ağzıma veriyor, onları uzun uzun emmem için söyleniyordu. Löpürdeyen göt yanaklarına şaplaklar attıkça bundan büyük keyif aldığını fark ettim. “Tokatla, işte böyle tokatla, sik beni, sik beni, daha güçlü, uhh, sik, sik...” derken bir yandan da boynumun etlerini süpürgenin tozu çekmesi gibi çekiyor, emiyordu. Nurcan’dan sonra müthiş bir sikişe imza atıyordum Aysel’le.
Yarağım vıcık vıcık hale gelmiş amının içinde sağa sola, ileri geri oynuyordu. Zeytinyağı sürülmüş gibi kaygan hale gelen ve her an genişleyen amından osuruk benzeri sesler gelir olmuştu. Aysel’in memelerinden hariç kalın, vücudunun yağlı etleri löpürdüyor, saçları rüzgâra tutulmuş gibi havalanıyordu. Sıkı sıkı sarılmış, bir bütün olmuş gibiydik. Şiddetli “şlap şlap şlap” sesleri odada yankılanırken Aysel’in bedeninin gerildiğini fark ettim. Kalçalarını var gücüyle sıkıyor, kendini bana yaslıyor, sırtımda gezinen ellerini bastırıyordu. Tırnakları uzun olsa etimi delmesi işten bile değildi bu bastırmaları sonucunda. İniltileri farklılaşmış tiz çığlıklara dönmüştü. Güçlü kollarıyla bir mengene gibi sıkıyordu beni. Aysel boşalırken elektriğe tutulmuş gibi titriyor, bir yandan da ağır ağır yavaşlıyordu.
Sonunda tamamen durduğunda başını omzuma koydu. Kan ter içinde kalmıştık. Saç diplerimiz terle dolmuştu. Aysel’in terli yüzü kızarmıştı iyice. Aysel boşalsa da ben daha yolun yarısındaydım. Nurcan’ın amına boşalmamın üstünden çok zaman geçmediği için erkenden boşalma durumum yoktu. Aysel, “Sen daha gelmedin mi?” diye sordu nefes nefese. “Yok, daha olmadı!” dedim. Biraz önce üzerimde bir tüy gibi hoplayıp zıplayan Aysel’in ağırlığını şimdi bir külçeymiş gibi hissediyordum.
“Hadi kalk üstümden!” dediğimde ağır ve yorgun hareketlerle kalktı. Yarağım biraz inmiş, sertliğini kaybetmişti. Taşaklarım ve kasıklarım Aysel’in amının sıvıları ve terle sıvanmıştı adeta. Aysel boşalmanın verdiği rehavetle kendini çekyata atıp oturdu. Soluk soluğa kalmış kısa aralıklarla nefes alıp veriyordu. Dağılan saçlarını arkada topladıktan sonra sağ elini attı yarağıma. Bense memelerine yumulup emmeye başladım. İyice şişip irileşen meme uçlarını ısırıp emdikçe Aysel zevke geliyor, yarağımı lastik gibi sıkıp çekmeye çalışıyordu. Kısa bir süre sonraysa kendini geri çekti ve eğilerek yarağımı ağzına aldı. Biraz önce amında gidip gelen yarağımı büyük bir iştahla emmeye, somurmaya başladı. Öncesinde acemi görünen Aysel bu kez kırk yıllık orospu gibi alıyordu yarağımı ağzına. Ağzını am gibi kullanıyordu sanki.
Sırtımı geriye yasladım, gözlerimi kapadım ve kendimi bu zevk dolu ana bıraktım. Saçlarını çekiyor, okşuyordum. Aysel’in ağzının içinde gidip geliyordu yarağım ve ılık bir sıcaklık her yanıma yayılıyordu yavaş yavaş. Aysel hızlı hareketlerle başını kaldırıp indirdikçe yarağım amına girip çıkıyormuş gibi gidip geliyordu ağzının içinde. Ancak, “Tamam, bu kadar yeter, kalk hadi!” deyince yavaşça doğruldu. Biraz daha devam etse ağzına boşalacaktım.
“Çekyatın üstüne çıkıp domal!” deyince kalktı ayağa ve dizlerini çekyatın üstüne koyarak domaldı hemen. Ellerini de çekyatın sırtına attı. Arkasında yerimi aldım, Aysel’in yeniden kaldırıp sertleştirdiği yarağımı sıvazladım ve derin göt yarığına sürttüm. Amı tertemiz olsa da göt yarığında ve göt deliğinin etrafında eskisi gibi kısa siyah kıllar vardı ancak tahrik edici bir görüntüydü bu.
Ayrık duran amına yavaşça bastırmam yeterli oldu. Yarağım kolayca içine girerken Aysel’den yükselen, “Iğhhh!” sesi odayı çınlattı. “Sessiz ol, annem duyacak!” dedim endişeyle, ama Aysel, “Konuşma da sik!” diyerek karşılık verdi. Başını eğerek çekyatın sırtına koyarken ben de ağır ağır sikmeye başladım. Yarağım kafasından dibine kadar gidip geliyordu amında. Aysel’in zevkten dört köşe halde çıkardığı seslere benimkiler eşlik ediyordu.
Dolgun göt yanakları yarak darbelerimle birlikte titriyor, denizin dalgaları gibi hareket ediyordu. Ellerim sırtında, göt yanaklarındaydı yine. Acelem yokmuş gibi sikiyordum Aysel’i. “Devam et, çok güzel!” derken bir yandan da, “Sik, sik, ohhh, sik!” demekten kendini alamıyordu. Terlemiş kıllı göt deliğinin üzerinde sağ başparmağımı gezdirirken yavaşça soktum içine. Aysel’in zevk iniltileri çoğalmış gibiydi bu anda. Götüne giren parmağım ona büyük bir zevk vermişti.
Yarağımı amında beklettim bir süre. İçinde sağa sola, ileri geri hareket ettirdim. Derin bir mağaraydı amı, yarağım sanki küçük kalmıştı amı için. Bu anda, “Siksene daha güçlü!” dedi başını kaldırıp. Sonra da, “Daha güçlü sik, annen uyanmaz korkma!” dedi başını geriye atarak. Göt yanaklarını kavradım sıkıca ve hızlıca sikmeye başladım bu sözlerinin ardından.
Yarağım ve taşaklarım etli amına, kasıklarına çarptıkça 'Şlap, şlap, şlap!” sesleri daha güçlü çıkmaya başladı. Bir yandan da 'Zort, zort!' diye osuruk benzeri sesler geliyordu amından. Dolgun memeleri sikişin etkisiyle dört bir yana sallanıp dururken Aysel de başını bir sağa bir sola çeviriyor, bazen alnını çekyatın sırtına dayıyordu aldığı zevkle. Kendini de bana yaslamaya başlamıştı bu arada. Ben pompaladıkça o da kendini bana yaslıyordu.
Aldığım zevkle hızlanmaya başladım. Sikişimizin sesleri, iniltilerimiz derken sesler gittikçe çoğalıyordu. Boşalmaya yaklaşıyordum git gide, o nedenle daha da hızlanıyordum. Biraz olsun gecikebilmek için yarağımı amından çıkardım tamamen. Aysel, “Boşaldın mı?” diye sordu başını kaldırıp. “Yok, daha değil!” dedim ve ayrık haldeki amına soktum yeniden. Bir süre içinde bekledikten sonra yeniden çıkardım. Birkaç kez yaptım bu şekilde, Aysel ise benim ne yaptığımı anlamaya çalışıyormuş gibi başını yana çevirip bana bakmaya çalışıyordu.
Kendimi hazır hissettiğimde soktum yarağımı amına ve var gücümle pompalamaya başladım. Deli gibi sikiyordum Aysel’i. Finiş çizgisine bütün enerjisiyle koşan bir koşucu gibiydim. Odanın içi 'Şlap, şlap, şlap!' sesleri ile yankılanıyor, Aysel’in zevk iniltilerine benimkiler eşlik ediyordu. Ancak bu sahne fazla uzun sürmedi. Birden vücudumdaki tüm enerji tükenmiş gibi oldu, ayakta duracak dermanım kalmamıştı sanki. Sonra da boşalmaya başladım. Yarağımda döl niyetine kalan ne varsa Aysel’in amına akıtırken gidip gelmeye devam ettim. Bir süre de amında bekledim.
Yarağımı çıkardığımda Aysel de doğrulup oturdu çekyata tekrar. Ter içinde kalmış, kızarmıştı yüzü yine. Döllerim ve amının sıvıları ile kaplı yarağıma bakarken elini uzatıp kavradı yarağımı ve eğilip ağzına aldı. Az önceki gibi ama şimdi usulca sakso çekiyordu. Yarağımın üzerinde ne var ne yoksa dondurma gibi yalayıp yuttu. “Hayırdır?” dediğimde ağzının kenarında kalan sıvıları temizledi eliyle. “Erkeğin dölünü az da olsa emmek sevaptır!” deyince, “Ya git işine!” dedim gülerek.
Yanına oturdum. Bir süre sarıldık birbirimize, öpüştük dudak dudağa. Başımı omzuna koydum. “Annem duymuş mudur?” diye sordum. “Git bak istersen bana inanmıyorsan!” dedi yanıt olarak. Saçlarımı okşarken ben de memelerini emdim uzun uzun.
Bir süre daha sessizce sarıldık birbirimize. Sonrasında Aysel kalktı ve yerde duran eşofmanlarını giyindi. “Sen şu çekyatı aç ben sana yastıkla yorgan getireyim!” diyerek kapıyı açıp çıktı. Holün ışığı yandı önce, bir iki dakika sonra da Aysel omzunda yastık ve yorganla geldi, açtığım çekyatın üzerine koydu.
Ben külotumu giyinirken fısıltıyla, “Refiye’nin öbür meselesini konuşamadık, annen buradayken açmak istemedim!” deyince, “Hangi öbür mesele?” dedim. “Şu ev meselesi var ya, geçen konuşmuştuk, unuttun mu?” dedi gözlerini açarak. Refiye’nin İstanbul’daki evlerinden birini Muhsine ve Şakir’e vermesi meselesiydi bahsettiği. “Daha sonra müsait bir zamanda konuşuruz bunu!” dedi sonrasında. “İyi, tamam!” dedim sadece. “Sabah kalkınca banyo yaparsın, hadi Allah rahatlık versin!” dedikten sonra çıktı. Aysel benimle sikişirken bile Refiye’nin evini, parasını düşünüyordu.
Işığı söndürüp uzandım çekyata, getirdiği naftalin kokulu kalın yorganı çektim üzerime. Yarım saat kadar bir o yana bir bu yana dönüp durdum ama sonra çişim geldiği için kalktım, kapıyı yavaşça açıp hole geçtim. Aysel’in yatak odasının kapısı kapalıydı. Evde derin bir sessizlik var gibi görünse de yatak odasından konuşma sesleri geldiğini işittim. Usulca yanaştım kapıya. Buzlu camdan beni fark etmesinler diye eğildim. Annemle Aysel konuşuyordu, ama tam olarak ne konuştuklarını duyamıyordum. Annem yatmamıştı, Aysel yalan söylemişti. Aysel’le sikiştiğimi annem biliyordu ve bu durumdan hiç rahatsız olmamıştı. Aysel de annemden ne utanmış ne de çekinmişti. Konuşmaları ara ara gülmelerle kesiliyordu.
Aysel’in evine geldiğimde annem Aysel’in yatak odasındaydı, şimdi de öyle. O an aklıma gelen ilk düşünce annemle Aysel arasında lezbiyen bir ilişkinin olduğuydu. Belki de tam ilişkilerinin üzerine gelmiştim. Ve şimdi birkaç metre ötemde lezbiyen bir sevişmenin ortasındalardı. Daha fazla duramadım, tuvalete gidip çişimi yaptım. Yeniden hole döndüğümde sesler kesilmişti.
Pencereyi açıp Aysel’in verdiği sigaradan bir tane yaktım. Sigaranın dumanıyla beraber soğuk gecenin ayazını da ciğerlerim de hissettim. Artık uykum gelmişti. Yorucu, sikiş dolu bir günü geride bırakmıştım. Yeni günün neler getireceğini ise bilmiyordum
39 notes · View notes
Text
Bölüm 126
Ayakuçlarımdan destek alarak ağır ağır sikmeye başladım Nurcan’ı. Elleri sırtımda geziniyor, boynuma ıslak öpücükler konduruyordu. Arada inlemekten de geri kalmıyordu. Dizlerinden büktüğü bacaklarını iyice geriye çekerek iki yana açmıştı. Yarağım yavaş yavaş girip çıkıyordu amına. İyice ıslanmış ve kayganlaşmış amı yarağımı kolayca, zorlanmadan alıyordu içine.
Gözlerim yavaş yavaş karanlığa alışmıştı artık. Nurcan’ın dolgun beyaz vücudunun löpürdemesini içerinin karanlığına rağmen görebiliyordum. İri, sarkık memeleri göğsümün altında yassılaşmıştı ve ileri geri, sağa sola oynuyordu durmadan. Yüzümü uzun siyah saçlarına gömdüm. Yağlı saçlarının kokusunu çektim içime. “Oğhh, ımmm, uhhh!” sesleri birbirine karışıyor, Nurcan’ın eski ahşap yatağından da gıcırdamalar geliyordu.
Nurcan’ın ikram ettiği bol cevizli ve şekerli baklavayla fıstıklı ve bademli kurabiyeler gündüz teyzemle yaşadığım sikişin ardından kaybettiğim enerjiyi fazlasıyla yerine getirmişti. Ama yine de enerjimi idareli kullanmaya çalışıyor, belimi ve götümü oynatarak acele etmeden, ağır bir tempoda sikiyordum.
Nurcan’ın sırtımda gezinen elleri belime ve götümün yanaklarına kayıyordu ara ara. “Ayyy, ıhhh, sik, ohhh, sik, daha hızlı, uhhh, daha hızlı!” demeye başladı biraz sonra. Yavaş yavaş sikiyor olmamdan hoşlanmamış, daha hızlı ve güçlü sikmemi istiyordu. Başımı kaldırdım, ellerimi yatağa bastırdım ve birden yüklendim amına. Yarağım dibine kadar amına girerken terlemiş kasıklarımızın çarpışmasından çıkan şiddetli 'Şlop!' sesi odada yankılandı. Aç bir kedi yavrusunun miyavlamasına benzer bir ses çıktı Nurcan’ın dudaklarından. Geniş, kaygan amında sağa sola oynattım yarağımı. Sonra yavaş yavaş çektim kendimi ve amından çıktım.
Yarağımı tuttum ve tıraşlı amının üzerine ve dudaklarına sürttüm bir müddet. Nurcan yeniden amına girmem için söylenirken benim hiç öyle bir acelem yoktu. Derken Nurcan’ın elini yarağımda hissettim. “Sok şunu, hadi!” diyerek söylenirken bunu kendisi yapmaya çalışıyordu. “Tamam, biraz daha aç bacaklarını!” dedim bunun üzerine. Nurcan bacaklarını iki yana ayırdı iyice. Ellerini dizlerinin altına koyarak bacaklarını kaldırdı havaya. Bu haliyle doğum masasındaki anne adayı gibiydi. Ama fazlasıyla cezbedici, tahripkâr bir görüntüydü bu.
Dizlerimin üzerinde doğruldum. Yarağımı sıvazladım. Ardından ayak bileklerinden kavradım ve bacaklarını biraz daha kaldırıp geriye attım. Nurcan ellerini bacaklarının arkasından çekerken sol elini memelerine sağ elini de amına attı. Amını ovalamaya başlamışken yarağımı sürttüm etli am dudaklarına. Hemen sonrasında yavaşça bastırdım. Nurcan’ın derin bir mağara gibi olan amı yarağımı içine aldı boydan boya. Amının sıcaklığını hissederken sokup çıkarmaya başladım yarağımı.
Hırıltılar, iniltiler çıkmaya başladı dudaklarından. İlk anda yavaş yavaş sikerken sonrasında hızlanmaya başladım. Altımızdaki yataktan gelen sesler artmaya başladı bu sırada. Nurcan’ın dolgun, beyaz memelerinin sallanışlarını görüyordum. Amındaki eli ara ara yarağıma değiyordu. Ayaklarını biraz daha kaldırıp omuzlarıma dayarken öne kaydım. Kalçalarını kavradım ve hızla pompalamaya başladım.
Yarağım amının içinde gidip gelirken sikişimizin sesleri yankılanmaya başladı odada. Nurcan’ın zevk iniltilerine benimkiler de karışıyordu. Evde bizden başka kimsenin olmamasının verdiği rahatlıkla ikimiz de kendimizi kasmadan, aldığımız zevki göstere göstere inliyor, ohluyorduk. Nurcan amındaki elini çekerken memelerini kavradı bu kez. Deli gibi sallanan memelerini tutuyor, sıkıyor, yoğuruyordu.
Yarağım kafasından taşaklarıma kadar girip çıkıyordu amına. Ayaklarının kalın bilekleri omzuma ağır bir yük bindirmişti, o nedenle yeniden ayaklarını tutup geriye attım. Nurcan’ın kalın ve uzun bacakları sanki bir sopa gibi havaya dikilmiş bir haldeydi şimdi. Alttan hızla pompaladıkça kasıklarım ve taşaklarım onun kasıklarına, kalçalarına çarpıyor, yoğun ve şiddetli 'Şlop, şlop, şlop!' sesleri karanlık odanın içini çınlatıyordu.
Karanlıkta bu işi yapmaktan hoşlanmasam da Nurcan’ı ikna edememiştim. Gittikçe hızlanan pompalamalarım nedeniyle yaylı yatağı çevreleyen ahşap kısımlardan, yatağın kendisinden ve duvara bitişik duran yatak başlığından ayrı ayrı sesler geliyordu. İniltilerimiz birbirine karışıyor, sikişimizin her anı zevk dalgasına dönüşüyordu.
Yediklerimden midir yoksa gündüz teyzemle sikiştiğimden midir bilmiyorum ama boşalmak gibi bir derdim yoktu hiç. Ama bu Nurcan’ın pek hoşuna gitmemiş gibiydi. “Geldin mi, boşaldın mı?” diye sorular sormaya başladı bir süre sonra. “Yok, ne oldu?” dedim sonunda dayanamayıp. İri memelerini tutmaya devam ederken, “Ayaklarım, belim ağrıdı...” dedi sıkıntılı bir sesle. Bir süre daha pompalamaya devam ettikten sonra, “İyi, tamam!” diyerek amından çıktım. Geriye doğru kaydım yatağın üzerinde. Nurcan havada dikili duran ayaklarını yere indirirken göğsüme vurdu topuğuyla. Bilerek yapmamıştı ama yine de yumruk yemiş gibi oldum. “Hay sikecem yapacağın işi!” dedim sinirle. Nurcan telaşla, “Acıdı mı?” diye sorunca, “Yok da, şu amına koyduğumun ışığını açsan ne olur sanki?” dedim.
Nurcan yatağın üzerinde doğrulurken, “Bunu açmayalım ama!” dedi. “Neyi açacaksın o zaman?” diye sordum. “Az bekle sen!” diyerek yataktan kalktı ve karanlığın içinde odadan çıktı. Biraz sonra yeniden odaya döndü. Elinde bir şey tutuyordu. Bir şeyler yaptı, eğildiğini gördüm. Derken yerden tavana doğru beyaz bir ışık huzmesi yayılırken odanın içi aydınlandı. Nurcan’ın getirdiği küçük bir masa lambasıydı. “Nerden buldun bunu?” diye sorunca, “Mehmet’in bu, masasında duruyordu!” dedi gülümseyerek.
Çırılçıplak halini ilk kez görüyordum. Amının koyu kahverengi etli dudakları sarkmıştı. Amının üzerinde ve kasıklarında terden kaynaklı ıslaklık vardı. Hareket ettikçe iri memeleri löpür löpür sallanıyordu. Onu böyle görünce yarağım yeniden sertleşmeye başladı. “Şöyle gel!” dedim yatağın üzerine vurarak.
Nurcan yatağın üzerine oturunca saçlarını okşadım. Dudaklarını, yanaklarını ve terli alnını öperken bir taraftan da yarağımı sıvazlıyordum. Sol elini yarağıma attı ve benim yerime sıvazlamaya başladı. Usul usul, hiç acelesi olmadan kafasından dibine kadar narin bir şekilde okşuyordu.
Yarağımdan çektiğim elimi memelerine attım. Dolgun ama yumuşak memelerini okşuyor, avuçluyor ve uçlarını parmak uçlarımla sıkıyordum. Bir elimse, uzun, yer yer beyazlıkların olduğu saçlarında geziniyordu. Nurcan ara ara başını kaldırıp bakıyordu bana. Yaptığından keyif aldığını ve herhangi bir pişmanlığının olmadığını görüyordum gözlerinde. Evli olmadığımız, aramızda nikâh olmadığı halde beraber olmamızdan dolayı bir suçluluk hissetmiyordu.
Biraz sonra bana bakıp, “Ağzıma alayım mı?” diye sorunca, “Al!” dedim eğilip yanağından öperken. “Şöyle gel o zaman!” diyerek yarağımı tutmayı bırakıp yatağın üzerine sol dirseğini dayayarak uzandı. Hemen yanındaki yastığın yüzünü çıkardı çabucak ve bununla yarağımı silerek temizledi. Ardından sağ elini attı yarağıma ve kafasını aldı ağzına. Yarağımın kafasını bir dondurma külahını emiyormuş gibi emmeye başladığında o ana kadar aldığım zevkten daha ötesini yaşamaya başladım. Derin derin nefes alıp veriyor, saçlarını okşuyordum.
Nurcan yarağım ağzında olduğu halde ara sıra gözlerini kaldırıp bakıyordu bana. Yaptığının hoşuma gidip gitmediğini kendi gözleriyle görmek istiyordu. Bana zevk verdiğini görmesi için, “Çok güzel, devam et!” diyordum bu anlarda. Ancak Nurcan’ın saksosu yarağımın kafasıyla sınırlı kalmıştı. Daha fazlasını ağzına almaya çalışmıyordu. “Daha çok yapsana!” dediğimde, “Nasıl yani?” dedi şaşkınca. “Daha fazlasını al ağzına!” dediğimde ıhlayıp doğruldu ve “O zaman karşıma geç!” diyerek yatağın kenarına oturdu. “Tamam!” diyerek kalktım yataktan ve ayakta, karşısındaki yerimi aldım.
Mehmet’in küçük masa lambasından tavana vuran ve oradan da odaya yayılan güçlü ve yoğun ışığın altında Nurcan yeniden ağzına aldı yarağımı. Bu kez istediğim gibi yapmaya başlamıştı. Yarağımı deli gibi somuruyordu. Sağ eliyle yarağımı tutmuş ağzına alırken sol eli taşaklarımdaydı. Büyük keyif alıyordum bu yaptığından. Başını ileri geri oynatarak yarağımı yarısına kadar alıyordu ağzına. Dilini yarağımın kafasında gezdiriyor bazen de dişleri değiyordu. Bir iki sefer yarağımı ısırır gibi yaptı. Sonra da başını kaldırıp, “Güzel mi?” dedi gülümseyerek. “Çok güzel, nerden öğrendin bunları?” diye sorduğumda, “Öğrendim işte!” dedi geçiştirir gibi.
“Immm, ommm!” sesleri eşliğinde ağzını dolduran yarağımı uzun uzun emmeye, dilleyip yalamaya devam ederken ben de uzun saçlarıyla oyun oynuyordum. Onları kıvırıyor, çekiyor, açıyordum. Sikişin zevkiyle şişmiş, löp birer yumurtaya dönmüş taşaklarımı sol eliyle sıkmaya devam ediyordu Nurcan.
Zaman zaman hızlanıyor, acelesi varmış gibi yarağımı emiyor sonra da yavaşlıyordu. Birkaç sefer yarağımı bırakıp taşaklarımı emdi, sanki onları yutmak istiyor gibi vakumluyordu. Nurcan kırk yıllık saksocuydu adeta. Kendi halinde, oğlu için her şeyi yapacak fedakâr bir anne gibi görünmüştü Aysel’in evinde, ama şimdi yatak odasında başka bir yüzünü gösteriyordu. Oğlu Mehmet kadın erkek ilişkileri konusunda isteksiz, ilgisiz iken, annesi fazlasıyla ilgili ve de bilgili çıkmıştı.
Başını iki yanından tuttum ve Nurcan büyük bir istekle saksoya devam ederken yarağımı ağzının daha derinlerine alması için bastırmaya başladım. Ben bunu yaparken o da taşaklarımdaki sol elini çekip belime attı. Biraz sonra da sağ eli belimde, kalçalarımda ve götümün yanaklarında gezinmeye başladı. Gözlerimi kapadım aldığım zevkle. “Çok güzel, devam et, işte böyle, çok iyi, harikasın, çok güzel!” diyordum inlemelerimin arasında.
Aldığım zevkle biraz fazla bastırmış olmalıyım ki Nurcan’dan boğuk sesler gelmeye başladı. Ellerimi çektiğimde başını attı geriye ve öksürdü, kusacak gibi oldu. Kızacağını sandım ama tek kelime etmedi. Onun yerine, “Yoruldum!” dedi gülümseyerek. Hemen ardından da, “Tamam mı, yeter mi?” diye sordu. Benim için pek tamam sayılmazdı ama gene de, “Tamam, çok güzeldi!” dedim onu daha fazla yormamak için.
Elinden tuttum ve kaldırdım. Gülerek, “Öpüşmesini bilmiyorsun, ama ağzına almasını biliyorsun!” dediğimde, “Ne yapayım, ben de böyleyim!” dedi omuz silkerek. Sarıldım sıkıca ve boynunu, yanaklarını öptüm doya doya. Boynunun etlerini emdim. Hemen sonrasında eğildim ve memelerini emmeye başladım. Nurcan saçlarımı okşuyor, “Çok güzel, çok güzel!” diyordu kısık bir sesle. Etli meme uçlarının emmelerimle birlikte iri birer üzüm tanesine dönüştüklerini görüyordum. Avuçladığım memelerini bütün halde emmek, yutmak istiyordum.
Memelerini emmeyi bıraktığımda yatağa oturdu Nurcan ve iki memesini avuçladı. “Arasına sürtsene!” dediğinde, bir iki adım atıp tam memelerinin önüne geldim. Kalkık yarağımı memelerinin arasına koyduğumda Nurcan ne yapacağını çok iyi biliyordu. Dolgun, yumuşak memelerini kavrayıp sıkarken yarağım memelerinin arasında kalmıştı bile. Yumuşak bir yastığa koymuştum sanki, pamuk gibi yumuşak memelerinin arasında ileri geri oynattım yarağımı. Nurcan kim bilir nerden öğrenmişti bunları, ama bana muhteşem bir zevk yaşattığı kesindi. Memelerinin arasındaki yarağımı zaman zaman tutup ağzına aldı, emdi, dilledi. Sonra yeniden memeleriyle kavradı yarağımı.
Sevişmemizin bu aşamasının bitişi, Nurcan’ın, “Tamam hadi, bu kadar yeter!” demesiyle sona ererken geriye çekildim. Nurcan ise kalktı ayağa ve yatağa ellerini dayayarak ayakta domalırken, “Böyle yap!” dedi emredici bir ses tonuyla. Karşımdaki manzara çok güzeldi. Bembeyaz, dolgun, yağlı göt yanaklarını tuttum sıkıca ve avuçladım, yoğurdum bir hamur gibi. İki yana ayırdım iyice. Karşımdaki görüntü daha da cezbediciydi. Altta etli dudakları iyice şişmiş, ayrık duran, ıslak ve kaygan amı dururken onun hemen üzerindeyse tertemiz, kılsız, ama terden epey ıslak görünen koyu renkli bir çukura benzeyen göt deliği duruyordu.
O anda eğildim arkasında ve dizlerimin üzerine çöktüm. “Bacaklarını aç!” dediğimde Nurcan bir pergel gibi ayırdı bacaklarını. Başını arkaya çevirip bana baktı ve “Ne yapıyorsun?” diye sordu merakla. “Biraz da ben seninkini emmek istiyorum!” dediğimde, “Az önce yaptın ya?” dedi heyecanla. “Olsun, çok zevkli!” dedim yanıt olarak ve amına yumuldum.
Amının ıslak ve sıcak boşluğuna dilimi sokarken Nurcan’ın dolgun göt yanaklarının sertleştiğini, kasıldığını gördüm. Her ne kadar istemiyormuş gibi görünse de bundan keyif alıyordu. Koyu, şişkin am dudaklarını emdim, amında gezdirdim dilimi. Nurcan’ın zevk iniltileri ufak çığlıklara dönüşmüştü bu anlarda. Avuçladığım göt yanaklarına ufak tokatlar atıyordum. Çıkan tok 'Şlop!' sesleri odayı yankılandırıyordu.
Amından sonra göt deliğine değdirdim dilimi. O anda, “Immm...” diye uzun bir inilti çıktı dudaklarından ve göt yanaklarındaki kasılma sertleşti. İyice ayırdım göt yanaklarını ve kılsız, terli göt deliğine dilimin ucunu değdirdim yeniden. Ardından da sanki bir dondurma gibi yalamaya başladım. Göt deliğinden hafif bir osuruk kokusu gelse de o anda bu koku bana sanki bir parfümmüş gibi geliyordu. Aldığım zevkin karşısında bu kokunun bir önemi yoktu. Göt deliğini uzun uzun yalarken deliğin ağzındaki kasılmaları görmek bana ayrı bir zevk veriyordu. Bir süre daha devam ettikten sonra bıraktım göt deliğini yalamayı. Yarağım kalın bir sopaya dönmüştü artık ve içine girmek için tutuşuyordum.
Doğruldum ve sıvazladım yarağımı. Göt yanaklarının arasına sürttüm. Nurcan başını geriye atıp, “Hadi artık!” dediğinde yarağımı yavaş yavaş amına sokmaya başladım. Nurcan bacaklarını sağa sola oynatıp kendine rahat bir pozisyon ayarlarken yarağım amında yol alıyordu. Saniyeler içinde dibine kadar girmişti amına. Nurcan’dan derin hırıltılar ve iniltiler gelirken benim de ondan aşağı kalır yanım yoktu. Göt yanaklarını tuttum sıkıca ve önce yavaş sonra hızlı hızlı sikmeye başladım amını.
Nurcan’ın dolgun göt yanakları kasıklarımın çarpmasıyla birlikte titriyor, löpürdüyordu durmadan. Çıkan 'Şlop, şlop, şlop!' sesleri iniltilerimizi bastırıyor, ama beni daha da gaza getiriyordu. Nurcan elleri yatağa dayalı halde başını sağa sola oynatıyor, bu arada uzun saçları da sallanıp duruyordu. Göt yanaklarından sonra kalın belinden kavradım ve kendime çektim onu. Daha hızlı ve daha güçlü pompalamaya başladım. O anda Nurcan’dan, “Ohhh, çok güzel, devam et, daha çok, sik, ohhhh, sik, sik!” sesleri çıkmaya başladı. Sert sikilmekten hoşlanıyordu Nurcan ve onu kıracak değildim.
Memeleri bir ineğinkine benzer sarkmış halde deli gibi sallanıyordu dairesel hareketlerle. Zevk iniltilerimiz birbirine karışıyordu. Kalbimin atışları çoğalmıştı, yüksek devirdeki bir motor gibiydi sanki kalbim. Ben onu kendime çekerken Nurcan da kendini bana yaslıyordu. Zaman zaman yavaşlayıp durduğumda Nurcan götünü yaslıyordu bana ve kendisi yarağımı amına alıyordu benim bir şey yapmama gerek kalmadan.
Uzun, yüzünü kapatan saçlarını kavradım ve çektim. Başı geriye gelirken var gücümle pompalamaya başladım. Kasıklarımın Nurcan’ın göt yanaklarındaki patlamaları neticesi oluşan çok yoğun ve şiddetli sesler bile o anda Nurcan’dan gelen zevk çığlıklarını bastırmaya yetmiyordu. “Ahhhh, ayyyy, ohhhh!” sesleri birbirine karışıyor benden de böğürtüler, iniltiler çıkıyordu. Tüm bu seslere Nurcan’ın iyice açılan, genişleyen ıslak amından gelen 'Zort, zort!' sesleri karışmaya başlamıştı.
Boşalmaya yaklaştıkça kendimi kaybediyordum. Her tarafım uyuşmaya başlarken gözlerimi bile açmakta zorlanıyordum. Sonunda sarsıla sarsıla boşalmaya başladığımda vücudumda enerji niyetine ne varsa hepsinin birden akmaya başladığını hissettim. Döllerimle birlikte beni ayakta tutan gücüm de akıyordu. Nurcan’dan ise boğuk ve hırıltılı iniltiler dışında ses çıkmaz olmuştu.
Boşalmam bittiğinde amından çıktım. Yarağımın üzeri döllerim ve Nurcan’ın amının zevk sıvıları ile kaplanmıştı. Ağzına almadan önce yarağımı silmek için kullandığı yastık yüzünü aldım ve sildim yarağımı. Az sonra Nurcan da ellerini çekti yataktan ve doğruldu. Göt yanakları ve kasıkları kıpkırmızı olmuştu. Benden yana döndü ve sarıldı sıkıca.
Nefes nefeseydik ikimiz de. Ellerimi sırtına attım, “Hoşuna gitti mi?” diye sordum. Kısık bir sesle, “Hem de çok!” dedi ve ardından da, “Şofbeni açayım...” diyerek çıktı odadan. Biraz sonra yandaki banyodan suyun akma sesi gelmeye başladı. Banyoya geçtiğimde Nurcan duş teknesinin içine koyduğu bir tabureye oturmuş duş başlığını da yanındaki bir kazanın içine koymuştu. Tüplü şofbenden gelen sıcak su kazanın içini doldururken ben de çişimi yaptım.
Dolgun göt yanakları oturduğu plastik tabureden taşmıştı. Un gibi beyazdı teni ve bir genç kızınki gibi pürüzsüz görünüyordu. Kazanın içi suyla dolduğunda, “Beni yıkar mısın?” dedi iyice sabunladığı lifi uzatarak. “Tabii!” dedim ve lifi aldım elime. Önce sırtını, sonra kollarını, gövdesini ve bacaklarını iyice sabunladım. Az önceki sikişimizi unutmuşçasına havadan sudan konuştuk bu sırada.
Bütün vücudunu sabunladıktan sonra, “Saçlarını da yıkayayım mı?” diye sorunca, “Gerek yok, sen istersen içeri geç, sen de benden sonra yıkanırsın!” dedi. Bunun üzerine yatak odasına geri döndüm ve yatağa uzandım. Nurcan’ın içerde yıkanma sesini dinlerken gözlerimi kapadım...
Biraz sonra Nurcan’ın dürtmesiyle uyandım. Başımda durmuş, “Hadi kalk, su sıcakken sen de yıkan!” diyordu gülümseyerek. Altında pembe bir pijama, üstünde ise önü fermuarlı kırmızı bir polar vardı. Başını ise arkadan beyaz bir tülbentle bağlamıştı. “Tamam!” diyerek banyoya geçtim. Kazanın içinde sıcak su vardı yine. Aynı Nurcan gibi oturdum tabureye ve kazandaki sıcak suyla yıkandım güzelce. Nurcan’ın çamaşır makinesinin üzerine bıraktığı havluyla kurulandım.
Yatak odasına döndüğümde Nurcan yatağa girmiş, yorganı da üzerine çekmişti. Mehmet’in masa lambası yanmaya devam ediyordu. Yerdeki külotumu ve atletimi giyinip yatağa girdim ve sarıldım Nurcan’a. Üzerinden yoğun bir sabun ve şampuan kokusu geliyordu, temizlenmiştik ikimiz de. Yanaklarından ve alnından öptüm birkaç kez.
Kısa bir sessizliğin ardından Nurcan, “Bu konuda deneyimli olduğunu duymuştum, gerçekten de öyleymişsin!” dedi göz ucuyla bakarak. “Hangi konuymuş o? Kimden duydun?” diye sordum ve dudağının kenarına bir öpücük kondurdum. Gülümseyerek, “Sikiş konusunda!” dedi ve boynuma ıslak bir öpücük kondurdu karşılık olarak. “Kimden duydun peki?” dediğimde aklımda birkaç isim vardı. İlki Aysel’di ama onun kalkıp böyle bir şey söyleyeceğinden emin değildim. Sonra Melahat geldi aklıma, o da olabilirdi. Ne de olsa oğlu için ayarlamıştı onu. Bu tip konularda konuşmuş olabilirlerdi. Onun dışında Refiye veya Özlem geliyordu aklıma, ama onların böyle bir konuşma yapabileceklerine pek ihtimal vermiyordum.
Nurcan’ın, “Mualla Hanım söyledi!” demesiyle büyük bir şaşkınlık yaşadım. “Mualla mı, şu öğretmen olan Mualla mı?” dedim ister istemez. “Evet, o söyledi!” dedi gülümseyerek. “Sen nerden tanıyorsun onu?” dediğimde, “Tanırım tabii, Mehmet’in ilkokul öğretmeniydi bir ara. O zamandan beri tanışırız. Hem komşum da sayılır, birkaç sokak ilerde oturuyor!” diyerek yanıt verdi. Mualla’nın kendi oturduğu evi uzak sayılmazdı Nurcan’ın evine.
Mualla ile değil sikişmek aynı yatağa bile girmemiştim, ama o benimle sikiştiğini söylemişti Nurcan’a. Bana Webcam’de şov yapmıştı Mualla, bundan ileri gitmemişti aramızdaki ilişki. Hem neden ve ne zaman söylemişti bunu? Nurcan’ın pek de göründüğü gibi olmadığı hakkındaki fikirlerimi kuvvetlendiriyordu bu sözler. Mualla Webcam'da şov yapan, soyunan bir kadındı ve benimle sikiştiğini anlatmıştı Nurcan’a. Nerden bakılırsa bakılsın tuhaf bir durumdu bu. Acaba Nurcan da onun gibi biri miydi?
Nurcan gözlerime bakıp gülümserken, “Senden çok memnun kalmış!” dedi. “Harbi mi?” dedim yanağından öperken. “Öyle söyledi, çok güzel zaman geçirmişsiniz. Seni öve öve bitiremedi!” dedi karşılık olarak. “Siz aranızda bu tip konular mı konuşursunuz?” dediğimde, “Eh, arada sırada konuşuruz!” dedi küçük bir kahkahayla. “Sen de fena sayılmazsın. O kadar yıldır dul olduğun halde küllenmemişsin!” dediğimde, “Öyle miyim gerçekten?” dedi hınzır bir gülümsemeyle. Dudağından öptüm, “Aynen öyle!” dedim ve üzerindeki poların fermuarını açıp elimi soktum içine. Poların altına bir şey giymemişti Nurcan ve elim çıplak etine değdiğinde hafifçe ürperdi. Yavaşça iri memelerini avuçlayıp sıkarken, “Nerden öğrendin bu numaraları?” dedim.
Nurcan utanmış gibi, “Deme öyle!” dedi gülerek, ama söylediklerim hoşuna gitmişti. Elini göğsümde gezdirirken, “Şey, bu saatten sonra sana dememde sakınca yok artık. Ben eşimi kaybettikten sonra yeniden evlenmiştim...” dediğinde, “Nasıl yani?” dedim şaşkınlıkla ve doğrulup gözlerine baktım, “Sen ciddi misin?” diye sordum. “Şaşırman normal, ama gerçek bu, ben iki defa evlendim!” dedi ve sonra da anlatmaya başladı...
“Eşim vefat ettikten sonra köye döndüğümü, ama daha sonra Mehmet’in yaşadıkları nedeniyle geri döndüğümü söylemiştim ya... Oğlumun babasız büyümesini istemedim. Hem evlenirsem belki bu durumu da düzelir, başımızda bir erkek olursa daha iyi olur diye düşündüm. En çok da Mehmet’in yaşadığı taciz olayı çok yaralamıştı beni. Bir daha böyle bir şey olursa nasıl başa çıkarım diye çok korkuyordum. Onun için de evlenmek istedim...”
“Dayımın oğlu vardı, adı Selim. Yirmi yıllık karısından boşanmıştı, dört çocuğu vardı, ama çocukları annelerinde kalmıştı. Çocukluğumdan beri bana ilgisinin olduğunu biliyordum. Evlenme meselesini açınca üzerine balıklama atladı hemen. Çok geçmeden de imam nikâhıyla evlendik...”
“Ama evlendikten sonra eş dost, akrabalar içinde beni yuva yıkan kadın diye görmeye başladılar. Karısından boşanmasına sebep diye beni gösterdiler. Oysa biz evlenmeden çok önce boşanmışlardı, ama millet böyle görmüyordu. Sonra öğrendim ki karısı benim hakkımda sağda solda (Biz daha evliyken kocamla kırıştırıyormuş!) diye laflar ediyormuş. Millet de onun sözlerine inanıp benim hakkımda öyle düşünüyordu...”
“Ben gene de bütün bunları sineye çektim. Evlenmemin en büyük sebebi oğlumdu. Benim bir kocadan çok oğlumun bir babaya ihtiyacı vardı çünkü. Selim’le araları çok iyiydi. Selim ona gerçekten bir baba gibi davranıyordu, Mehmet de onu babası gibi görüyordu...”
“Evliliğimiz iyi kötü giderken bir süre sonra karısı rahatsız etmeye başladı. Telefonumuzu bulmuş bir yerlerden, aklına estikçe arayıp hakaretler küfürler ediyordu. Telefon hattını iptal ettirdik, ama bu sefer de evin yerini öğrenmiş, yolumuza çıkmaya başladı. O zaman küçük bir daire tutmuştuk, orada oturuyorduk. (Kocamın peşini bırakmazsan seni öldürürüm!) falan diyordu. Benim için bu tehditlerin bir önemi yoktu. Havlayan köpek ısırmaz demişler. Ama bir keresinde oğlu Mehmet’i sıkıştırıp dövünce daha fazla devam etmek istemedim, ayrılmak istedim. Zaten Selim de karısıyla görüşmeye başlamıştı o sıralarda. Bana söylemese de anlamıştım bunu. O da karşı çıkmadı, kabul etti, bir senelik evlilikten sonra boşandık...” deyip sustu.
Sessiz sakin Nurcan’ın ilginç bir hikâyesi vardı. İki defa evlenmişti, ona bakıp böyle bir şeyi tahmin bile edemezdim. “İki kere evlenince de böyle deneyimli oldun yani?” dedim gülerek. “Biraz öyle oldu, çoğunu da Selim’den öğrendim...” dedi alt dudağını ısırarak. Liseli bir kız gibi utanmıştı.
“O zaman ikinci kocana teşekkür etmemiz gerek!” dedim ve dudağının kenarından öptüm. “Ne öğretti peki sana, en çok neyden hoşlandın?” diye sorduğumda, “Çok yaramazsın!” dedi küçük bir kahkahayla ve burnumun ucunu çekti. “Hadi söylesene, merak ediyorum!” dediğimde, “Şey işte, ağza almasını, sikini memelerimin arasında gezdirmeyi falan...” dedi yanıt olarak.
“69 yapar mıydınız peki?” diye sorduğumda, “Çok ahlaksızsın, bir kadınla böyle konuşulmaz!” dedi gülerek. “Yapar mıydınız, yapmaz mıydınız, hadi cevap versene!” diye üstelediğimde elini saçlarımda gezdirip, “Yapardık!” dedi. “Ben amını emmek istediğimde niye hoşuna gitmemiş gibi yaptın peki?” diye sormadan edemedim. Bir süre sessiz kaldıktan sonra alnımdan öptü ve “Seni bir an önce içimde hissetmek istedim çünkü!” dedi ciddi bir yüzle.
“En çok neyden hoşlanırdın peki, ne yapmayı severdin?” dediğimde, “Ağzıma almasını severdim. İlk kocamda öyle bir şey görmedim!” dedi gözlerimin içine bakarak. “Peki o ne severdi, yada şöyle sorayım, kocaların en çok neyden hoşlanırdı?” dediğimde gözlerime baktı bir süre. “Kocalarımdan konuşmak zorunda mıyız?” dedi elini saçlarımda gezdirirken. “Değiliz de, merak ettim sadece!” dedim.
Bir müddet sustuktan sonra, “İlk kocamın bildiği tek şey sikişti, başka bir şey yapmazdı. Üzerime çıkar, sikini sokar, içimde gider gelirdi, sonra da götünü döner yatardı. Amacı zevk almak filan olmadığı için anca horoz gibi sikerdi...”
“Ama Selim öyle değildi... Kadını mutlu etmesini bilirdi... Her şeyden önce bu işi zevk almak için yapardık, onun sayesinde öğrendim ben de... Haftada en az bir iki kere sikişirdik... Eve açık saçık dergiler alıp getirirdi, onlara bakmamı, okumamı isterdi... Bazen de filmler getirir, beraber izlerdik... Sonra da o dergilerdeki, filmlerdeki gibi yapmaya çalışırdık... İlk kocamla 16 sene evli kaldım ama Selim’le geçen bir senem 16 seneye değerdi, öyle söyleyeyim sana...” dedi.
Nurcan’ın bu sözlerinden sonra şaşkınlıktan ağzım açık kalmıştı. Görünüşe aldanmamalı sözünün ne kadar doğru olduğunu ortaya koyuyordu duyduklarım. “Dergi mi getirirdi eve, film mi izlerdiniz?” diye sorduğumda, “Evet!” dedi gülümseyerek. “Bakar mıydın peki? Günahtır, ayıptır filan demez miydin?” dediğimde, “Öyle, ama karı koca arasında olan şeyler bunlar sonuçta. Gene de Allah günah yazdıysa bozsun!” dedi ciddi bir sesle.
Sonra da, “Sen karılarınla neler yapıyorsun peki?” diye sordu merakla. “Her zamanki şeyler!” dediğimde, “Nasıl her zamanki şeyler, anlatsana!” dedi. Bir süre düşündüm konuşsam mı konuşmasam mı diye, ama Nurcan bana karşı dürüst davranırken benim davranmamam doğru olmayacaktı. O zaman kabaca Özlem ve Refiye ile yaptıklarımı, nelerden hoşlandığımızı anlattım. İlgiyle dinledi beni. Bu konuşmalar sırasında elim onun memelerinde iken onun eli de göğsümde geziniyordu.
Sözlerim biterken, Nurcan, “Onları arkadan da yapıyorsun demek?” dedi gözlerini açarak. “Sen yapmıyor muydun?” diye sorduğumda, “Çok günah olduğunu bilmiyor musun?” dedi. “Biliyorum, ama ne yapayım, elimde değil!” dedim gülerek. Kısa bir sessizliğin ardından, “Ben hiç yapmadım!” dediğinde, “Ciddi misin?” dedim. Göt deliğine bakılırsa bu sözleri pek inandırıcı değildi.
“Bana pek doğru söylemiyorsun gibi geldi!” dediğimde hafifçe doğrulup gözlerime baktı ve “Hangi konuda?” diye sordu. “Arkadan yapma konusunda!” dedim. “Sana yalan borcum mu var?” dedi, sözlerimden alınmış gibiydi. “Kusura bakma seni kırmak istemedim. Yani bakınca, arka deliğin biraz genişlemiş!” dedim gülümseyerek. “Çok terbiyesizsin!” dedi küçük bir kahkahayla, hemen ardından da, “Senden korkulur vallahi!” diye ekledi.
Bir süre sessiz kaldık. Elimi memelerinden çekerken o göğsümde tutmaya devam ediyordu. Dışarıda ufaktan yağmaya devam eden yağmurun cama vuran sesleri geliyordu zaman zaman. İçerisi serinlemişti. Kalın yorgana rağmen çıplak kollarım üşüyordu.
Nurcan’ın gerçekten iki kere evlendiğine halen aklım ermiyordu. Üstelik porno dergilere bakan, filmler izleyen bir kadındı. “Aysel biliyor mu iki defa evlendiğini?” diye sordum merakla. “Yok, bilmiyor. Sadece Mehmet’in babasıyla evlendiğimi biliyor. Gerçi bilseydi de bir şey değişmezdi. Ben söylemedim, söylemek de istemedim!” diyerek yanıtladı sorumu.
“Peki Selim’le görüşüyor musun halen?” dediğimde, “Yeniden karısına döndükten sonra görüşmüştüm. Benden vazgeçmek istemediğini, eğer istersem benimle gene imam nikâhı yapmak istediğini söyledi. Kuma olacaktım yani, ama karısının haberi olmayacaktı. Kabul etmedim. Onun karısı değil, metresi olacaktım öyle bir durumda. Ondan sonra da bir daha görüşmedim!” dedi.
Geceyarısı olmak üzereydi artık. Yanaklarını, etli dudaklarını öptüm uzun uzun. “Gene yapalım mı?” dedim başındaki tülbendi açıp ıslak saçlarını okşarken. “Olmaz, artık gitsen iyi olur!” dediğinde, “Niye, Mehmet evde yok nasılsa, kalsam ne olur ki?” dedim. “Aysel’in ağzına sakız olmayalım şimdiden. Hem bu saatte gitsen daha iyi, kimselere görünmezsin. Sabah herkes görür seni!” dedi.
“İyi, tamam. Öyle olsun!” dedim gülümseyip. Sonra da, “Gelecek sefer arkadan olacak ama!” dedim bir gözümü kırparak. Nurcan, “Çok hınzırsın!” dedi gülerek ve “Hadi, kalk giyin artık!” diyerek sırtıma küçük bir şaplak attı. Ben kalkarken o da kalktı yataktan. Üzerimi giyindim. Kapının girişine geldi benimle beraber, “No’lur dikkat et, kimse görmesin seni!” dedi telaşlı bir sesle. “Sen merak etme, korkmana gerek yok!” dedim ve etli dudaklarından son bir kez öptüm uzun uzun. Sonra da dolgun götüne bir şaplak attım.
Kapıyı açıp çıktım dışarı. Nurcan arkamdan kapıyı büyük bir sessizlikle kapatırken etrafa baktım. Yağmur dinmişti, ama hava epey soğumuştu. Bahçe kapısını büyük bir dikkatle kapatıp sokağa çıktım. Evlerde tek tük ışıklar yanıyordu. Boş sokaklarda yürürken aklıma Nurcan’ın el falımda baktıkları takıldı. Söylediklerinden pek bir şey anlamamıştım. Birinin beni sevdiğini, ama zarar verebileceğini, başka bir kadınla ilgili haber alıp canımın sıkılacağını söylerken kimlerden bahsettiğini düşünsem de çıkartamıyordum bir türlü.
Sonra da Mualla’yı düşündüm. Neden böyle bir şey anlatmıştı Nurcan’a. Hem Nurcan’la arasındaki ilişkinin boyutu neydi, nasıl bir şeydi? Nurcan ise başka bir alemdi. Onun hakkında söylediklerinden hariç bilmediğim şeylerin de olduğuna emindim.
Yürüye yürüye Aysel’in evine geldiğimde vakit gece yarısını geçmişti. Aysel’in ışıkları yanmıyordu. Kapısına birkaç defa tıklattım ama açılmadı. Zile basmak istemediğim için biraz daha güçlü vurdum. Eğer yattıysa ne yapacağım diye düşünürken içerden sesler geldi. Az sonra Aysel’in, “Kim o?” diye sorması üzerine, “Benim, Osman!” dedim. “Az bekle!” deyince rahatladım. En azından geceyi evinde geçirebilecektim.
Bir dakika kadar sonra kilitli kapı açılırken içeri geçtim
36 notes · View notes
Text
Bölüm 125
“Acelem yok, işim de yok!” dedim. Sessiz kaldığını görünce, “Hayırdır, davet mi edeceksin yoksa?” diye sordum gülümseyerek. “Seninle konuşmam gereken bir mesele var.” dedi yan gözle bakarak. “Nedir?” diye sordum, ancak, “Burada olmaz, evde konuşalım.” dedi titreyen sesiyle.
Yavaş adımlarla yürümeye devam ediyorduk bu sırada. Sokak lambasının zayıf sarı ışığı arkamızda kalmıştı, evinin önü biraz karanlıkta kalıyordu. Evine 20-25 metre mesafe kalmıştı ki tedirgin gözlerle sağına soluna baktı önce. Oldukça kısık bir sesle, “Ben eve girdikten iki üç dakika sonra gelirsin. Kusura bakma, anlarsın ya. Seni gören olmasın. Sen şu köşede bekle!” dedikten sonra hızlı adımlarla yürümeye başladı. Bense gösterdiği yere geçtim. Evinin karşı çaprazında kalan iki bina arasındaki bir aralıktı burası. Nurcan’ın bahçe kapısını açmasını ve ardından eve girişini izledim.
Benimle ne konuşacağını merak ediyordum. Beni konuşmak için mi evine çağırıyordu? Oysa benim aklımda başka şeyler vardı... Bulunduğum yerden evini net bir şekilde görebiliyordum. İnşaat halindeki üst katının pencerelerine naylon çakılmıştı. Akşamın serin rüzgârıyla birlikte naylonlar haşır haşır sesler çıkartıyor, sallanıyordu sürekli.
O ara ilerden, bizim geldiğimiz yönden birilerinin geldiğini fark ettim. Ayak sesleri geldi önce, ardından da orta yaşlı bir adamla kadının bana doğru geldiklerini gördüm. İkisi de beni fark etmişti ve yaklaştıkça bakışlarının bana yöneldiğini daha net görüyordum. Cep telefonumu çıkardım, sanki telefonla uğraşıyormuşum gibi yaparken önümden yavaş yavaş geçmelerini izledim. Kadının şiveli bir sesle, “Bu herif kim gece vakti?” dediğini duydum, ama adamın buna ne cevap verdiğini duyamadım.
Mahallelerinde akşam vakti bir yabancının bulunmasından rahatsız olmuşlardı doğal olarak. Arkalarından baktım. Yavaş adımlarla yürüye yürüye uzaklaşmalarını izledim. Her ihtimale karşı bekledim. Nurcan iki üç dakika bekle demişti, ama ben beş dakikadan fazla bir zaman beklemek zorunda kaldım.
Bu arada Nurcan evinin ışıklarını açmamıştı henüz. Evine girdiğimi kimsenin görmemesini istiyordu çünkü. Etrafa baktım, kimsecikler yoktu artık. Sakin ama sessiz adımlarla evinin önüne geldim. Bahçe kapısını açıp aynı şekilde kapadım. Evin eski ve yer yer boyaları dökülmüş demir kapısını tıklattım birkaç kez. Bu sırada sokağa bakıyordum. Gelip geçen biri beni görecek diye endişelenmiyor değildim.
Az sonra kapı açıldı ağır ağır. Nurcan görünmüyordu, kapının arkasında kalmıştı. Ben içeri girince arkamdan kapattı kapıyı. Hemen ardından da girişin ışığı yandı. Nurcan önümde belirirken, “Kimse görmedi değil mi?” diye sordu usulca. Sesindeki endişe hemen anlaşılıyordu.
“Yok, merak etme kimse görmedi!” dedim. Onu korkutmamak için adamla kadının beni gördüğünü söylemedim. Ayakkabılarımı çıkarttım, montumu alıp askıya asarken gözüm üzerindeydi. Bordo eteği ve saten gömleği ile karşımdaydı. Başındaki kırmızı parlak türbanının uçlarını da gömleğinin yakasından çıkartmıştı.
“Şöyle içeri geç, rahatına bak.” diyerek beni bir odaya yönlendirirken kendisi mutfağa geçti. İçeri geçip ışığı açtım. Daha önce geldiğim odaydı burası. Perdeler çekilmişti. Her şey aynı şekilde duruyor gibiydi. Nurcan az sonra içeri gelip, “Çay koydum, 5-10 dakikaya olur, sen rahatına bak.” diyerek yeniden mutfağa döndü. Odada yalnız kalınca içeriye göz gezdirdim.
Köşede, küçük ahşap bir dolabın üstünde üzerine dantel örtülmüş tüplü bir televizyon duruyordu. Sanki uzun zamandır açılmamıştı televizyon. Onun yanındaki ufak bir kitaplıkta ise hikâyeler, romanlar gözüme ilişti. Mehmet okuyordu bunları belli ki. Sehpanın üzerinde, koltukların kollarında ve sırtında, telefonun üstüne örtülmüş halde dantellerden bol miktarda vardı.
Ancak bunlardan hariç asıl ilgimi çeken şeyi daha sonra gördüm. Tam karşımdaki duvarda bir resim asılıydı. Daha önce kocasının resmi vardı orada, ama şimdi başka bir resim vardı. Oğlu Mehmet’in sünnet zamanı çekilen büyük bir resimdi bu. Mehmet 7-8 yaşlarında görünüyordu. Anne ve babasının ortasında ayakta duruyordu. Nurcan ve kocası da oğullarının yanında bir ellerini onun omzuna koymuş şekilde ayaktaydı. Belki 14-15 sene öncesine ait bir resimdi bu.
Nurcan şimdikinden çok daha gençti elbette ve daha güzel görünüyordu. Mor renkli tek parça parlak bir elbise giymişti. Dizlerinin bir karış altına geliyordu elbisesi. Şimdiki haline kıyasla zayıf duruyordu resimde, ama buna rağmen elbisesi hafif göbeğini ve oldukça dik görünen memelerini epeyce belli ediyordu. Parlak ten rengi çoraplı bacakları, beyaz renkli yüksek topuklu ayakkabıları ile çok hoştu. Başını yine beyaz renkli büyük bir türbanla bağlamıştı. Yüzünde çok olmasa da hatırı sayılır ölçüde makyaj vardı. Oğlunun erkekliğe ilk adımını attığı bu anda Nurcan’ın da yüzünde güller açmış, dudaklarını hafifçe aralamış halde gülümsüyordu.
Yanındaki kocası ise koyu bir takım elbise giymişti. Nurcan topuklu ayakkabıları sayesinde kocasından uzun görünüyordu resimde. Saçlarının önü seyrelmiş, esmer, zayıf ve bıyıklı biriydi kocası. Takım elbisesinin içinde sanki rahatsız olmuş gibi görünüyordu. Bu haliyle kendi halinde, suya sabuna dokunmayan biri gibi bir izlenim yarattı kocası bende.
Mehmet ise pelerini, başındaki şapkası ve elinde tuttuğu asası ile aynı annesi gibi gülümsüyordu. Mutlu bir aile tablosuydu bu. Ama artık geçmişte kalmış, şimdi sadece duvardaki bir resimden ibaretti. Belki de Nurcan bu resme bakıp geçmişi hatırlıyordu.
Kafam bu düşüncelerle doluyken Nurcan belirdi önümde. Küçük bir sehpanın üzerine büyükçe bir tabak koymuştu. Tabakta börek, kurabiye ve ev baklavası vardı epeyce. “Bu ne böyle, çok fazla!” dedim şaşkınca. “Ne kadar istersen yiyebilirsin, daha var.” dedi çayımı da tabağın yanına koyarken. Kendisi ise karşımdaki koltuğa oturdu. “Sen yemiyor musun?” diye sorunca, “Yok, sen ye. Ben yemiştim zaten.” dedi gülümseyerek.
Geçen sefer geldiğimde de ev baklavası ikram etmişti, şimdi de vardı. “Baklava yapmayı çok seviyorsun herhalde?” dediğimde “Mehmet seviyor, arada böyle yapıyorum işte.” dedi cevap olarak. Baklavadan, bademli ve fıstıklı kurabiyelerden ve börekten aldım tek tek. Hepsi de çok lezzetliydi. Baklavanın da içinde epeyce ceviz vardı. Nurcan bunları yaparken oldukça cömert davranmıştı.
Ben tabağımdakileri afiyetle yerken, Nurcan, “Şeey, Osman, seninle konuşmam gereken bir konu var...” dedi heyecanla. İçimden acaba şu ödeme meselesi ile ilgili mi konuşacak diye düşündüm. “Tabii, nasıl istersen!” dedim baklava dilimini ağzıma atmadan önce.
Sözlerim üzerine Nurcan, “Aysel’in yanında söyleyemedim, söyleyemezdim de zaten... Bugün gelen psikolog hanım... Onunla yalnız görüştüm önce... Ben Mehmet’in durumunu anlattıktan sonra bana şey dedi... Anlattıklarımın tek başına bir neden olamayacağını söyledi... Hatta söylediklerime de pek inanmadı gibi... Yani oğlumun dedesiyle nenesinin yaptıklarını gördüğünü, ona zorla izlettiklerini söylemiştim ya, pek inandırıcı bulmadı... Direkt oğlumun geçmişte tacize uğrayıp uğramadığını sordu...” dedi ve sustu.
Nurcan’ın bu suskunluğunda bir şeyler vardı. Bana daha önce Mehmet’in başından geçenleri anlattığında böyle bir şeyin olmadığını söylemişti ısrarla. Ama şimdi karşımda susarken söylediklerinin doğru olmadığını anladım. “Oldu mu öyle bir şey peki, yaşandı mı?” diye sorduğumda Nurcan’ın gözlerinden ince ince yaşlar akmaya başladı. Dudakları titriyordu, zor da olsa kendini biraz topladıktan sonra anlatmaya başladı:
“Kocam öldükten sonra köye, kayınbabamların yanına döndüm. Köyde lise olmadığı için Mehmet’i yatılı bir liseye yazdırdık. Hafta sonları gelirdi eve. Ama o zaman da konuşması, hareketleri şimdiki gibiydi. Köy yerinde bunun haberi yayılır hemen, öyle de oldu. Burası beterse köy bin kere daha beter. Herkesin diline sakız oldu oğlumun durumu. Kayınbabamın bakkalı vardı, ben orada çalışıp yardım ediyordum. Köyde ne olup bittiğini ne konuşulduğunu da biliyordum o yüzden...”
“Hafta içi bir akşam bakkaldan eve dönünce kaynanam dedi Mehmet geldi, odasına girdi diye. Ben şaşırdım. Cuma akşamları gelirdi eve çünkü. Odaya kapatmış kendini. Ne benimle ne nenesiyle kimseyle konuşmadı. Yemek yemedi. En sonunda ben dayanamayıp zorla girdim yanına. Yüzü bi tuhaftı. Ağlamak istiyor ama ağlayamıyordu. Ne oldu anlat, söyle bana dedim ama konuşmadı. O zaman ilk defa el kaldırdım, dövdüm, zorladım konuşması için...”
“Okuldaki öğretmenlerinden biriyle arası iyiymiş. Adam iyi davranıyormuş kendisine, yakın davranıyormuş. Evine filan da götürmüş birkaç kez. Ders çalıştırıyormuş. Hatta harçlık falan da veriyormuş. Ama adamın davranışlarında, konuşmalarında normal olmayan şeyler varmı��. Sarılıp öpüyormuş falan. Mehmet bundan rahatsız olsa da adam öğretmeni olduğu için bir şey diyememiş. Bir gün evine gittiğinde istersen banyo yapabilirsin demiş. Mehmet banyo yaparken o da gelmiş, ben seni yıkarım filan demiş. Mehmet karşı çıkınca da gitmiş. En son o gün de evine çağırmış Mehmet’i. Orada otururlarken sarkıntılıkta bulunmuş oğluma. Nasıl desem, zorla tecavüz etmeye kalkmış ama Mehmet direnmiş, kaçmış...”
“Mehmet bunların hiçbirini dememişti bana. Ben de hem bakkalla hem evle ilgilendiğim için çocuğu ihmal etmiştim. Ne yapıp ne ettiğini kontrol edemedim. Şerefsizin biri oğluma bunları yaparken haberim olmadı hiç...”
“O günden sonra göndermedim okula. Kaydını sildirdim. Köyde de daha fazla kalmadım, geri döndüm. Ama ne nenesine ne dedesine anlatmadım bunu, anlatamazdım. Kimseye de söylemedim. Nasıl söylenir ki böyle bir şey. O gün sen de sormuştun, sana da söylememiştim. Ama kadın bugün beni dinledikten sonra hemen anladı. Senin gizlediğin bir şeyler var dedi bana. Eğer anlatmazsan, doğruları söylemezsen yardımcı olamam dedi. Ben de en sonunda utana sıkıla anlattım. Ama rica ettim, yalvardım kendisinden Aysel’e yada başkasına söylememesi için. O da sen korkma, böyle bir şey kimseye anlatılmaz dedi...”
“Ankara’daki hoca çocuk tacizi olayları konusunda uzmanmış. Onun için kadın hemen onunla bağlantıya geçmemiz gerektiğini söyledi. Sen bizi Ankara’ya götürüp getireceksin. Olur da oğlumun bu yaşadıklarını öğrenirsin belki diye en başından anlatmak istedim sana. Başkasından duyacağına benden duymanı istedim. Senden ricam lütfen bunları kimseye söyleme, hiç kimseye. Kaç zamandır içime attım attım ama öyle yada böyle bir şekilde dışarı çıktı artık. Kimseye söyleme Osman, yalvarırım ne Aysel’e ne Melahat’a ne başkasına... Hele de Mehmet’e... Bunu öğrendiğini, bildiğini bilmesin sakın... Bir anne olarak sana yalvarıyorum, oğlumun bu durumunu kimse bilmesin...”
Derin bir iç geçirdim. Nurcan’ın anlattıkları, Mehmet’in yaşadıkları için söyleyecek kelime bulamıyordum. Ama bütün bu olaylara sebep olan öğretmene en ağır küfürleri söylemekten geri kalmadım. Nurcan da, “Allah onun belasını versin, ocağı batsın!” dedi küfürlerimin ardından.
“Merak etme, bu ikimizin arasındaki bir sır olacak kalacak. Hiç kimse bilmeyecek. Benden yana çekincen, korkun olmasın!” dediğimde, “Allah senden razı olsun!” dedi yaşlı gözleriyle. Sonra da, “Bugün biraz patavatsızlık ettim orada bu kızın hamileliğiyle ilgili. Kusura bakma, özür dilerim senden. Sinirlerim çok bozuktu, onun için...” deyince, “Ya tamam, bırak, sen de bunu mu mesele ettin!” dedim gülümseyerek.
Nurcan senelerdir içinde biriken zehri dışarı atmış, rahatlamıştı. Hem psikolog kadına hem de bana ayrı ayrı anlatıp boşaltmıştı içini. Mehmet’in durumunun sebebi yaşadığı cinsel tacizdi. Şerefsizin birinin yaptıkları onu bu hale getirmişti. Çocuğa üzülmekten, acımaktan başka bir şey gelmiyordu elimden.
Peçete ile gözyaşlarını sildi önce. Sonra da, “Ben çay getireyim sana, soğumuştur o.” diyerek kalkıp mutfağa geçti, az sonra da sıcak bir bardak çayla döndü. Yerine oturup, “Bir mesele daha var söylemem gereken...” dediğinde yüzüne baktım. Pembeleşmişti yüzü bu kez. Dizlerinin üzerindeki ellerini ovuşturuyordu yavaş yavaş. Heyecan, tedirginlik ve hepsinden daha çok utanma vardı hal ve hareketlerinde. Ağzımdaki oldukça şekerli baklavayı ağır ağır çiğnerken Nurcan titreyen sesiyle tane tane konuşmaya başladı:
“Bu ödeme meselesiyle ilgili. Şeyy, biliyorum. Senin için de belki tuhaf olmuştur bu ama sana karşı borçlu kalmak istemedim. Yani yapacağın iyiliğin bir karşılığının olması gerekir diye düşündüm. Psikolog hanım bu işin epey uzun ve masraflı olacağını söylediğinde ne yapacağımı şaşırdım. Aysel senin adını söylemese hiç aklıma bile gelmezdin belki de. Seni büyük bir yükün altına soktuğumu biliyorum. Aysel senin bu yardımı belki karşılık beklemeden bile yapacağını söyledi ama ben gene de kabul etmedim...”
“Bütün bunlara oğlum için, onun iyiliği için katlanıyorum. Yeter ki o iyi olsun. Beni erkek delisi, iffetsiz bir kadın olarak görmeni istemem. Öyle biri değilim ben. Olsaydım şimdiye kadar çoktan olurdum. Beni öyle biri olarak görme sakın...” deyip sözlerini bitirince başını öne eğdi. Bu kısa konuşmanın başında pembeleşmiş olan yüzü konuşma biterken pancar gibi kızarmıştı. Ufak ufak ağlıyordu aynı zamanda. Bu sözlerinin üzerine ne diyeceğimi bilemedim. Elimdeki çatalı bıraktım tabağın kenarına. Geriye yaslandım.
“Yok, öyle bir düşüncem olmadı. O şekilde düşünmedim hiç. Bunun için kendini sıkıntıya sokma. Az çok tanıdım seni, öyle biri olsaydın anlardım zaten. Kendini üzme...” dedim. Nurcan sözlerim üzerine bir şey demedi. Sanki beni dinlememişti bile. Eliyle gözyaşlarını sildi, ardından da bir şey demeden hızlıca kalkıp odadan çıktı.
Bir iki dakika sonra döndüğünde daha iyi gibiydi. Yeniden karşıma geçip oturdu. “Kusura bakma...” deyince, “Böyle şeyler düşünme, ben senin nasıl biri olduğunu biliyorum!” dedim. Daha başka şeyler de söylemek istedim ama aklıma bir şey gelmedi. Nurcan da kendi halinde gibiydi. Sessizce çayını içiyordu şimdi. Çayım bitince yeniden doldurup getirdi.
Tabaktakilerin yarısından fazlasını yemiştim bu arada. “Çok güzelmiş, eline sağlık!” dediğimde, “Afiyet olsun, getireyim mi, daha var, başka ister misin?” dedi heyecanla. “Yok, sağ ol. Bunlar bile fazla!” dedim ağzımdakileri çiğnerken. Hüzünlü bir yüz ve sesle, “Bunları oğlum Melahat Hanım’la birlikte olacak diye sevinerek yapmıştım, ama kısmet sanaymış...” dedi tabakta kalanları göstererek. Bu sözlerine gülümsemekle yetindim, söyleyecek bir şey bulamadım.
Duvardaki resmi işaret edip, “Ne zaman çekildi?” diye sordum. Nurcan başını kaldırıp geriye, duvardaki resme baktı önce. Ardından da, “Mehmet ilkokul ikiye geçtiği yazdı, işte 7-8 yaşında mıydı ne...” dedi. “Şimdi kaç yaşında?” dediğimde, “22!” dedi çayından bir yudum alırken.
Konu resimden açılmışken, “Rahmetli ne iş yapardı?” diye sordum bu kez. Geçen sefer de sormuş ama yanıt alamamıştım. “Tekstil işindeydi, konfeksiyonlarda çalışırdı. Bir ara inşaatlarda çalıştı, hurdacılık, pazarcılık filan da yaptı. Ben de çalıştım bir zaman konfeksiyonda ama sonra bırakmıştım. Rahmetli çalışmamı istemiyordu.” diyerek yanıtladı sorumu.
Karnım iyice doymuştu. “Sigara içmemin mahzuru var mı?” diye sorunca, “Yok, kendi evin gibi davran!” dedi gülümseyerek. Sonra da kalkıp eski zamanlardan kalma, ağır kristal bir küllüğü önüme koydu. Ben sigaramı yakarken o da odanın camını açtı. “Yağmur yağıyor!” deyince, “Yağmur mu?” dedim pencereden dışarı bakıp. Gerçekten de yağmur yağıyordu. İçeriye serin ve temiz havayla beraber yağmurun huzur verici sesi geliyordu.
Sigaramı içerken telefonum çaldı. Baktım, Aysel’di arayan. Telefonu açar açmaz biraz sinirli bir tonda, “Hayırdır, nerde kaldın, gelmiyor musun?” dedi. Nurcan’ın anlamaması için bozuntuya vermemeye çalışarak, “Tamam, gelirim, biraz işim var. Halledip gelirim!” dedim. Aysel sözlerim karşısında bozulmuştu. “İyi, tamam. Öyle olsun!” dedi ve pat diye kapattı telefonu.
“Aysel mi?” dedi Nurcan, o olduğunu anlamıştı. Evet bile dememe kalmadan, “Neymiş derdi?” dedi gülümseyerek. “Benimle konuşacakları varmış.” dedim yanıt olarak. “Ne hakkındaymış?” dedi merakla. “Bilmiyorum, söylemedi.” dedim. Sigaram bitmişti. Nurcan kalkıp pencereyi kapattı, perdeyi çekti sıkı sıkı. Karşıma geçip oturunca, “Vardır gene bir kaşıntısı, ne çakaldır o!” dedi başını sallayarak. Aysel’den pek belki de hiç hoşlanmadığını anladım bu sözlerinden ama bununla ilgili bir şey demedim.
“Bugün Refiye Hanım geldi annenle beraber!” dediğinde, “Sen nerden biliyorsun?” dedim şaşkınca. Nurcan gülümseyerek, “Ben de oradaydım, benim yanımda konuştular. Karın senden şikâyet etti. Bağlama büyüsü istediler Aysel’den. O da büyüden önce Osman’la konuşmam lazım dedi. Bu işi büyüye başvurmadan konuşmayla halledelim dedi karına. Karın illa büyü yap büyü yap dedi ama Aysel olmaz dedi, kabul etmedi. Annen de çok ısrarcı oldu ama Aysel hiç oralı olmadı. Karın ikna olsun diye şu parmağım kalınlığında bir bilezik vermek istedi, onu bile kabul etmedi. Belli ki başka birtakım hesapları var, öyle olmasa benim tanıdığım Aysel o bileziği almadan durmazdı...” dedi.
Nurcan’ın bu sözleri üzerine, “Sen biliyor musun peki, ne hesabı varmış?” diye sordum. “Bilmem, onun gizli kapaklı işleri çoktur. Çoğunu bilmem ben, söylemez. Ama vardır bir şeyler mutlaka. Öyle olmasa bu saatte aramazdı seni!” dedi.
O kadar çay içip tatlı yedikten sonra epeyce çişim gelmişti. Bir süreden beri tutuyordum ama artık durabilecek halde değildim. “Kusura bakma, lavabo ne tarafta?” dedim çekinerek. Nurcan, “Hemen şu karşıdaki kapı, mutfağın yanında!” diyerek işaret edince banyoya geçtim. İçeri girer girmez hemen işemeye başladım. Deliğine plastik bir kapak takılmış alaturka bir tuvaletti bu, şırıl şırıl işerken rahatladım.
Yeniden yanına döndüğümde yüzümdeki ferahlamayı fark etmişti. “O kadar zamandır bunun için mi kıvranıyordun, söyleseydin ya!” dedi gülümseyerek. “Ne bileyim, tutarım sandım ama olmadı. Ama kabahat sende, o kadar çay içirmeyecektin!” dedim gülerek.
“İstersen kahve yapayım, hem falına da bakarım!” deyince, “Yok yok sağ ol, bu kadarı kâfi, zahmet etme!” dedim. Nurcan hem kahve yapmak hem de falıma bakmak için ısrarcı olsa da kabul etmedim. “O zaman el falına bakayım!” dedi bu kez. “Eh, o olur bak!” dedim gülümseyerek. İşaret edince kalkıp yanına oturdum.
Nurcan sağ elimi tuttu iki eliyle ve avucuma bakmaya başladı. Dikkatli gözlerle, sanki kaybettiği bir şeyi arıyormuş gibi bakıyordu. Bense ona bakıyordum. Uzun siyah kirpikleri koyu kahverengi gözlerini gizliyordu. Kalın kara kaşları ve alnında yaşının getirdiği derin çizgiler oynuyordu ara ara. Sanki avucumda bir şeyler görüyor, izliyordu. Bu kadar yakın olunca dudaklarının üzerindeki ve yanaklarındaki minik, ince, siyah tüyleri de görüyordum.
Eve geldiğimden beri ilk kez bu kadar yakın, yan yana idik. Büyük bir heyecanla gelmiştim eve ama konuşmalar birbirini izlemiş, Mehmet’in yaşadıklarını öğrendikten sonra heyecanım ve arzularım küllenmişti. Ama şimdi Nurcan elimi tutarken, sıcak nefesini hissederken ve üzerinden yayılan Aysel’in parfüm kokusunun bir benzerini ciğerlerime çekerken küllenen arzularım, isteklerim yeniden alevlenmeye başlamıştı.
Bu sırada aklım çok da uzak olmayan geçmişe gitti. Nurcan’ı bu kadar kendime yakın hissediyorken onu daha önce yarı çıplak bir halde gördüğümü anımsadım. Aysel’in evindeydik. Çırılçıplak soyunmuştum önünde, daha doğrusu karımla beraber soyunmuştuk ve Nurcan da sırayla yıkamıştı bizi. Kendisi de külotu ve atleti ile kalmıştı. Kalçalarını sıkan paçalı külotunun altında amının izini görmüştüm. Atletinin altındaysa iri, sarkık memelerini ve etli meme uçlarını sergilemişti Nurcan. Beni yıkarken elini kasıklarımda gezdirmiş, taşaklarımı ve yarağımı avuçlamıştı ama gerisini getirmemişti. O gün onunla Zehra hoca gibi sikişeceğimi sanmıştım ama olmamıştı. Yıkama faslının sonunda karımın amına koca bir mısır koçanını sokmuştu hatta. Bütün bunları da günahlarımızdan arınmamız için yapmıştı. Günahlarımızın sebebi ise Kapadokya’da yaşadıklarımızdı.
O günden sonra kendisini pek çok defa görmeme, konuşmama rağmen o gün olanlar aklımdan uçup gitmişti. Sanki bir el beynimden o güne ait hatıraları kazımıştı. Ama şimdi o anlar yeniden gözümün önünde canlanmaya başladı. Nurcan’ın eti etime değdikçe içim coşkuyla, istekle doluyor tabii bu arada yarağım da sertleşiyordu.
Sonunda Nurcan gördüklerini anlatmaya başladı: “Bak şurada bir yol var. Bu senin yolun ama ikiye ayrılmış. Biri şöyle gidiyor, diğeri de böyle. Ama sonra ikisi de birleşiyor gene. Bunlar iki karının yolu, bir zaman ayrı gidiyorlar ama sonra gene birleşiyorlar. Ayrılık gibi bir şey bu, yolların ayrılması yani ama korkma. Daha sonra dediğim gibi birleşecekler seninle...”
“Şurada küçük bir çizgi daha var bak, ufak. O da ayrı bir yol. O da seninle ilgili. Çizgi küçük çünkü bebek, çocuk gibi, yani bebek anlamında... Baba olacaksın demek bu... Şu büyük çizgi de iş hayatınla ilgili, kalın ve uzun dikkat edersen. Bu da başarılı olacaksın demek. Para yönünden rahata ereceksin anlamında. Bu elinde mutluluk, ferahlık var. Bir de diğerine bakalım...” dedi.
Sağ elimle işi bitmişti Nurcan’ın. Sol elimi tuttu bu sefer. Az önceki gibi uzun uzun bakmasına gerek kalmadan konuşmaya başladı: “Bir haber alacaksın, uzaklardan, hiç tahmin etmediğin birinden. Bir akraban yada bir tanıdığın mı diye bakıyorum... Ama yok... Yabancı biri bu ama bir kadınla ilgili... Onunla ilgili bir haber alacaksın bu da canını sıkacak... Seninle ilgili bir şey bu, işin içinde sen de varsın çünkü... Biraz canın sıkılacak ama hallolacak, çözülmeyecek bir şey değil...”
“Şurada bir çizgi var, biri yani, onunla ilgili... Nasıl desem, böyle seni kafaya takmış sanki, sürekli sana yakın olmak istiyor gibi... Ama sen soğuksun ona karşı. Ama daha önce iyiymiş aranız ama sonra bozulmuş, böyle bakınca o çıkıyor... Sabah akşam seni düşünüyor, sana yakın olmaya çalışıyor... Seni çok seviyor, bak hemen yanında kalp gibi bir şey var çünkü... Seni çok seviyor ama bu sevgisi zarar da verebilir... Sana zarar da verebilecek bir sevgi bu... Dikkatli olman lazım, en ufak bir hatanı kullanmaya kalkabilir, sana zarar verebilir...”
“Ailenle ilgili de karışık bir şeyler var... Yani Özlem veya Refiye Hanım değil de onun dışındakiler için söylüyorum bunu... Biraz karışık burası, canın sıkılabilir ama bunun için senin yapacağın bir şey yok, senin dışında olan şeyler bunlar... Annen yada baban da olabilir bu, başka bir yakın akraban da olabilir, tam seçemiyorum...”
“Genel olarak güzel, temiz bir fal ama bazı konularda dikkatli olmalısın. Seni sevenler çok ama zarar vermek isteyenler de çok. Sevgisiyle sana zarar verebilecek olanlar da var. Onun için dikkatli olmalısın. Bak burada da küçük bir çizgi var, bu da bebek demek. O konuda şanslısın, önün çok açık... Başka da bakıyorum... Sağlıkla ilgili, temiz görünüyor... Ufak tefek şeyler olacak gibi ama basit şeyler bunlar... Hımmm, bak, şurada bir çizgi var... Şuna bak, kadın bu, elinde de böyle büyük bir şey tutuyor sanki... Seni çağırıyor gibi, burası biraz karışık, tam çıkaramıyorum... İyi mi, kötü mü anlayamadım... Bir de yol görünüyor, bir yolculuk, yolculuk yapacaksın...” dedi.
Bunların ardından parmaklarıma baktı tek tek. Her birini bir doktor titizliğiyle inceledi. Parmaklarımdaki çizgilerden de bir şeyler bulmaya çalışıyordu. En sonunda, “Güzel, için rahat olsun. Sıkıntı görünmüyor ama bu sana bağlı tabii. Güvenmen gereken insanları seçmen lazım. Dostuna düşmanına dikkat etmen gerek...” dedi gülümseyerek.
“İyi o zaman, kalbimi ferah tutayım öyleyse!” dediğimde yeniden sağ elimi tuttu ve “Bak, bu senin kalp çizgin, gördün mü, ne kadar derin diğerlerine göre!” dedi. “Ne demek bu?” diye sorduğumda, “Yani kalbin çok geniş, çok kişiye yetecek kadar sevgin var!” dedi. Bu sırada iyice yaklaşmış, sokulmuştu. Şimdi sıcak nefesini yanağımda hissediyordum. Uzun kirpiklerinin ardından koyu gözleriyle baktı bana. Bir işaretti bu. Nurcan benden bir adım atmamı bekliyordu. Daha fazla beklememin, bu işi uzatmamın bir anlamı olmadığı çok açıktı.
Sağ yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Sesini çıkartmadı hiç, sadece elimi bıraktı. Ancak ben onun elini tuttum. Dudağının kenarından öptüm bu kez. Etli dudakları kıpırdadı, gözlerini kaçırmaya çalışıyordu. Ama aynı yerden bir kez daha öptüğümde baktı gözlerime. Sarıldım sıkıca, onu kollarımın arasına alıp çektim kendime. Yanaklarına öpücükler kondurmaya başladığımda ellerini sırtıma attı. Kayıtsız kalmamıştı Nurcan.
Az önce falına baktığı ellerim şimdi sırtında, omuzlarında geziniyordu. Parlak, saten gömleğinin üzerinde yağ sürülmüş gibi kayıyordu ellerim. Zayıf parfüm kokusuyla beraber Nurcan’ın teninin kendine has kokusu geliyordu burnuma. Dudaklarımın ucunaysa yanaklarının minik tüyleri değiyordu ama benim için sıkıntı değildi bu.
Sırtının kalın, yağlı etini, sutyeninin askısını gömleğine rağmen kolayca hissediyordum avuçlarımın altında. Nurcan ise tedirgin ve çekingendi. Ellerini korka korka gezdiriyordu sırtımda. Her iki yanağına, dudaklarının kenarına pek çok öpücük konduruyordum. Başındaki parlak türbanının kaygan kumaşı yanaklarımı okşuyordu. Göğsümün altında dolgun memelerinin yarattığı baskı vardı. Aysel’in evinde külot ve sutyenle görmüştüm onu, ama şimdi çırılçıplak görmek için sabırsızlanıyordum.
Öpmeyi bıraktım önce ardından da omuzlarından tutup geriye ittim yavaşça. “Bu gece gitmek istemiyorum Aysel’in yanına. Burada, yanında kalmak, seninle olmak istiyorum!” dedim gözlerine bakarak. Hiçbir şey söylemedi Nurcan. Gözbebekleri bir sağa bir sola hareket ediyordu durmadan. Sağ başparmağımı dudaklarında gezdirdim. “Gitmek istemiyorum!” dedim yeniden.
Sağ elimi tuttu, avcumun içini öptü ve usulca, “Gitmeni istemiyorum...” dedi. Sarıldık birbirimize yeniden. Nurcan’ın dudaklarını boynumda hissettim. Islak birkaç öpücük kondurdu boynuma. Onun da böyle istekli, arzulu olmasını görmek çok sevindirdi beni. Güzel bir gecenin bizi beklediğinin işaretiydi bu.
Sarılmayı bıraktık. Kısa bir süre birbirimizin gözlerine baktık, gözlerimizle konuşuyorduk sanki. Nurcan elimi tutup kalkınca ben de kalktım. El ele iki sevgili gibiydik. Odadan çıkarken, “Işığı kapat...” dedi usulca. Ben ışığı kapatırken o banyonun solunda kalan odanın kapısını açtı. Yatak odasıydı burası. Işığı açtı. Tavandaki plastikten yapılma küçük avizeden yayılan zayıf, sarı bir ışık aydınlattı içeriyi.
Ortada yatak başı duvara dayalı eski ve büyük ahşap bir yatak vardı. Büyük, beyaz ve kenarları dantellerle işlemeli bir örtü örtülmüştü yatağın üzerine. Kalın ve yere kadar inen beyaz perdeler sıkı sıkı çekilmişti. Yatağın yanında eski tipte iki kapaklı bir gardırop duruyordu. Gardırobun üzerinde ve hemen yanındaki sandığın üzerinde ise katlanmış halde yataklarla yorganlar vardı.
Nurcan yatağın kenarına geldi önce, kararsızmış gibi bir bakış attı bana. Sonra da yatağın üzerini kaplayan örtüyü ve onun altındaki ikinci bir örtüyü özenle kaldırdı, katlayarak sandığın kenarında yere bıraktı. Açık mavi kumaşla kaplı kalın bir yorgan vardı şimdi yatağın üzerinde.
Kısa bir süre ne yapacağımızı bilmiyormuş gibi birbirimizin yüzüne baktık. Sonrasında önüne geldim ve elini tutup öptüm. Gömleğinin kapanmakta zorlanan düğmelerini açmaya başladım daha sonra. Her bir düğmeyi aça aça aşağılara inerken Nurcan’ın süt gibi beyaz teni ve içine giydiği siyah sutyeni ortaya çıkıyordu. Sonunda en alttaki düğmeyi de açınca gömleği iki yana açtım iyice.
Hafif çıkıntı yapmış göbeği, göbeğinin ortasında derin bir çukura benzeyen göbek deliği, bembeyaz koynu, üst kısmı dantelli olan ve iri, sarkık memelerini tutmakta zorlanan siyah sutyeni tamamen ortaya çıktı.
Elini başındaki türbanına attı Nurcan. Renkli toplu iğneleri tek tek çıkardı önce. Türbanı açınca altından saçlarının uçları görünen yine kırmızı renkli bonesi ile kaldı. Onu da açınca uzun siyah saçları çıktı ortaya. Uzun, beline dökülen saçlarında yer yer beyazlıklar vardı. Bu haliyle az önceki hali arasında çok fark vardı Nurcan’ın. Ancak her iki haliyle de ayrı bir güzelliğe, çekiciliğe sahipti.
Gömleğinin yakasını tutup ayırdım. Saçlarını toplayıp arkasına attım. Boynuna uzun bir öpücük kondurdum. Boynundaki kalın damarların hareketlerini hissediyordum dudaklarımın ucunda. Nurcan’ın yaşadığı heyecan belli oluyordu her halinden. Derin ve sesli nefes alışverişini duyuyor, sıcak nefesini yüzümde hissediyordum. Boynunun her iki yanından uzun uzun öperken yarağımdaki sertlik de her geçen saniye artıyordu.
“Gömleğini çıkart!” dediğimde kol düğmelerini açtı ve gömleğini çıkardı uysal bir halde. Bordo eteğinin kalın lastiklerinin karnında yaptığı izler belli oluyordu. Parmak uçlarımı karnına değdirdiğimde ürperdiğini gördüm. Bembeyaz teni kadife gibi yumuşak ve pürüzsüzdü. Aysel’in yaşlarında gösteren bir kadın için çok güzel bir teni vardı.
Dayanamayıp, “Kaç yaşındasın?” diye sordum. İri, kahverengi gözlerini açtı biraz ve “46...” dedi fısıltıyla. “Tenin çok güzel, kaymak gibi!” dediğimde sessiz kaldı Nurcan. Sutyeninin üzerinden memelerini avuçladım. Dolgun ama yumuşak memelerini hissettim sutyene rağmen. “Sen de soyunsana...” dedi bu sırada kısık bir sesle. “İstiyor musun?” diye sordum gözlerine bakarak. Cevap vermek yerine başını salladı aşağı yukarı evet anlamında.
Yavaşça üzerimdekileri çıkartmaya başlarken Nurcan da bordo eteğinin lastiklerinden tutarak sıyırdı aşağı. Bir gram güneş görmemiş dolgun, beyaz kalçaları açığa çıkarken yarağım iyice sertleşmişti artık. Pantolonumu da indirirken Refiye’nin bana aldığı pahalı bir markaya ait olan külotumla kaldım.
Dizlerinin üzerine gelen ince siyah çoraplarını da indirdiğinde sadece bikini altına benzeyen beyaz külotu ve siyah sutyeni ile kalmıştı. Yanları ince külot kasıklarını sıkıyordu. O gün paçalı külot giyen Nurcan bugünse böyle bir külot giymişti. Amının derin izini görüyordum. Yarağım sertleşmiş, kalkmıştı iyice. Siyah külotumun önündeki şişkinlik, kabarıklık çok belliydi.
Nurcan’ın kaçamak bakışlarının aşağılara kaydığını görüyordum. Elini arkasına attı ve sutyenin kopçasını açtı. Sutyenden kurtulan memeleri löpür löpür sallanırken ben de külotumu indirip çıkardım. Tamamen çıplak bir halde karşısındaydım şimdi.
Etli ve pembe meme uçları, bir çay tabağı kadar büyüktü. Açık pembe meme başları ile Nurcan’ın memeleri yaşının gerisinde kalmış gibiydi. Tek eksiği sarkmış olmalarıydı ama o da normaldi. Yarağımı tuttum ve sıvazladım. Ona Aysel’in evinde olanları, karımla beni yıkadığını ve yarağımı tuttuğunu söylediğimde kızardı. “O gün öyle yapmamın bir sebebi vardı, cinsellikle ilgisi yoktu...” dedi utangaç bir sesle. “Biliyorum, ama çok hoşuma gitmişti. O günkü gibi yapsana!” dediğimdeyse ne yapacağını anlamıştı. Ben ayakta dururken önüme geldi ve sağ elini yarağıma attı hiç çekinmeden.
Elini yarağımda hissetmenin verdiği mutlulukla gözlerimi kapadım ve derin bir nefes alıp verdim. Nurcan yumuşak ve zarif hareketlerle yarağımı okşuyor, sanki bana 31 çektiriyordu. “Çok güzel, devam et böyle!” derken ben de ellerimi memelerine attım. Pamuk gibi yumuşak, dolgun memelerini sıktım, avuçladım, okşadım. Meme uçlarını parmak uçlarımla sıkarken bundan keyif aldığını gördüm.
Aşağı yukarı 1,65 boyunda vardı Nurcan, kısa sayılmazdı. O narince yarağımı okşamaya devam ederken yanaklarını ve boynunu öpmeye koyuldum. Ayakta sessizce birbirimizi tatmin ediyorduk.
Bir süre ayakta birbirimizi okşamaya devam ettik, ama bu şekilde bir yere varacağımız yoktu. “Yatağa geçelim!” dediğimde, “Tamam...” dedi fısıltıyla. Yarağımdaki elini çekti. Memelerini okşamayı bıraktım. “Işığı kapatayım...” dediğinde, “Niye, gerek yok, kalsın böyle!” dedim, ama Nurcan, “Olmaz, ayıp. Işık yanarken bu işi yapmak günahtır!” dedi karşılık olarak. “İyi, sen bilirsin!” dedim bunun üzerine. Ben yatağa uzanırken Nurcan da ışığı söndürdü ve içerisi birden zifiri karanlığa gömüldü.
Gözlerim karanlığa alışamamışken birden yanımda Nurcan’ı buldum. Yorganı üzerine çekerken, “Soyundun mu?” diye sordum. “Evet...” dedi kısık bir sesle. “Böyle nasıl olacak, çok karanlık!” dedim. Nurcan, “Olmaz, ışığı açamayız!” dedi sözüme karşılık olarak. Ancak ben yine “İyi de, çok karanlık!” dedim. Ama Nurcan için bir şey ifade etmiyordu bu sözler.
Yan döndüm ve onu tutup kendime çektim. Yorganı açtım biraz. Gözlerim yavaş yavaş karanlığa alışmaya başlamıştı şimdi ve Nurcan’ın bembeyaz dolgun vücudu karanlığın ortasında bir fener gibi belli oluyordu. Sağ elim aşağılara kayarken dudaklarım etli meme uçları ile buluştu.
Nurcan’ın ürperdiğini, titrediğini anladım. Dudaklarından belli belirsiz bir inleme çıkarken bir eli saçımda diğeri sırtımda gezinmeye başladı. Göbeğinin derin çukurunda gezdirdim parmak uçlarımı ardından daha aşağılara inmeye başladım.
Kasıklarında gezinen parmak uçlarıma hafiften minik kıllar gelmeye başladı. “Bacaklarını ayır!” dedim usulca. Yavaşça ayırdı bacaklarını. Sağ elim artık amının üzerindeydi. Karanlığın içinde, yorganın altında amının etli dudaklarını parmak uçlarımın arasına aldım. O minik kıl tanecikleri yine azar azar geliyordu parmaklarıma ama buna rağmen Nurcan’ın yeni tıraş olduğu belliydi. Memelerini emmeye başladım bu arada. Tabii elim yine amının üzerinde gezinmeye ve am dudaklarını okşamaya devam ediyordu.
Nurcan’dan ara ara küçük iniltilere benzeyen sesler haricinde ses çıkmıyordu. Saçlarımda gezinen eli bu kez omzuma kaymış, diğeri ise alta doğru inmişti. Sağ elini az sonra yarağımda hissettim. Narin parmaklarıyla az önceki gibi yarağımı okşamaya başlamıştı. Bense amıyla ilgilenmeye devam ediyordum.
Orta parmağımı yavaşça içine sokmaya başladığımda beklediğim tepki gelmekte gecikmedi. “Immmhhh!” diye uzun ve derinden gelen bir inilti yatak odasında küçük bir gürültüye neden olurken onun da zevk almaya başladığını görmek beni daha da heyecanlandırdı. Nurcan yarağımı çok güzel okşuyordu. Sanki hiç acelesi yokmuş gibi usul usul kafasından taşaklarıma kadar sıvazlıyordu.
Orta parmağım amının derin yarığından içeri girmeye başlamış ve içinin yakıcı sıcaklığıyla buluşmuştu. İlginç şekilde amında bir ıslaklık hissetmiyordum. İnlemesine bakılırsa zevk alıyordu, ama amında bir sulanma olmamıştı henüz. Çözemiyordum Nurcan’ı.
Orta parmağım dibine kadar girmişti içine. Kızgın bir fırın gibiydi amı. Bir süre o halde bekledikten sonra parmağımı içinde ileri geri oynatmaya başladım. Dudaklarımsa memelerinde gezinmeye devam ediyordu. Sol elimle avuçlayıp sıktığım memelerini emiyor, uçlarını küçük küçük ısırıyordum. Ancak Nurcan en çok dilimi meme uçlarında gezdirmemden hoşlanmıştı. Çıkardığı ufak, kesik kesik iniltiler ve nefes alışları bunu gösteriyordu. Dilimi çıkardım iyice ve her iki memesinin ucunu uzun uzun dillemeye başladım. Etli meme uçlarının gittikçe şiştiklerini ve irileştiklerini karanlığın içinde net göremesem de hissediyordum.
Amında gidip gelen parmağımın Nurcan’a ayrı bir keyif verdiğini fark ediyordum, ama halen amında bir sulanma, ıslanma olmamasına da bozuluyordum. “Sevmedin mi bunu?” diye sordum dayanamayıp. “Ne dedin?” diye başka bir soruyla karşılık verdi Nurcan. Sanki o anda orada değil gibiydi. “Parmağım, amında gidip gelirken hoşuna gitmiyor mu?” diye sordum. Kısa bir sessizliğin ardından, “Gidiyor!” diye cevap verdi. “İyi de amın halen kupkuru, ıslanmadın?” dedim.
Nurcan, “Tövbe tövbe, ne yapacaksın sen, devam etsene!” dedi bozulmuş gibi. “Niye ıslanmıyorsun?” diye sordum bu kez, onur meselesi yapmıştım sanki bu durumu. “Tamam sen devam et, yavaş yavaş oluyor benimki!” dedi başını hafifçe kaldırıp. Bir şey demedim bu sözünden sonra ve parmağımı amında oynatmaya devam ettim. Önce yavaş sonra hızlı hareketlerle parmağım amında gidip gelirken Nurcan’ın dudaklarından yapmacık mı yoksa doğal mı olduğunu anlayamadığım sesler çıkıyordu.
Orta parmağımdan sonra yüzük parmağımı da soktum. Şimdi iki parmağım birden amında gidip gelirken Nurcan’ın çıkardığı sesler de değişmeye başlamış gibiydi. Amının sıcaklığını hissediyordum parmaklarımda. Genişti amı ve henüz ıslanmamış olsa da iki parmağım içinde rahatça gidip geliyordu. Vakti zamanında kocasının Nurcan’ı epey siktiği amının genişliğinden anlaşılıyordu. Kocasının yarağını çok yediği belliydi.
Etli meme uçlarında dilimi gezdirmeye, onları vakumlayıp emmeye devam ediyordum bu arada. Zaman zaman da dudaklarını öpüyor, emiyordum ama Nurcan dudaktan öpüşme konusunda acemi olduğunu belli ediyordu hareketleriyle. “Dudaklarını arala!” dediğimde sanki bir şey yiyecekmiş gibi açtı ağzını. Dilimi uzattım ağız boşluğuna ve diline değdirdim. Ne olduğunu anlamaya çalıştı ilk önce, ama sonra dilini çekti geri. Uzatmak istemedim ve etli dudaklarını emdim kanırta kanırta.
Derken beklediğim şey olmaya başladı. Amında gidip gelen parmaklarımın yavaş yavaş ıslandığını fark ettim. Sonunda Nurcan’ın amı sulanmaya başlamıştı. “Yavaş yavaş oluyor benimki!” derken doğru söylediğini anladım. Amının ıslaklığı geç olmuş, ama yoğunluğu her geçen saniye artmaya başlamıştı. İki parmağımın da vıcık vıcık ıslanması için çok zaman geçmesine gerek kalmamıştı.
Bu arada Nurcan’ın sağ eli de yarağımda gezinmeye devam ediyordu. Dudaktan öpüşmesini bilmeyen Nurcan yarak sıvazlamasını gayet iyi biliyordu. Yarağım artık demir gibi sertleşmişti, bir an önce içine girmek için sabırsızlanıyordum. Artık daha fazla sabredecek halim kalmadığında parmaklarımı çıkardım amından ve “Uzan şöyle, ayır bacaklarını!” dedim. Nurcan da yarağımdaki elini çekti ve sırt üstü uzandı geniş yatağa. Kalın yorganı tamamen açtım üzerimizden. Nurcan’ın çıplak bedeni ilk kez gözlerimin önündeydi şimdi.
Onu sikmeye başlamadan önce biraz da amını emmek, yalamak istedim. Dizlerimin üzerinde yatağın ucuna doğru kaydım. Nurcan, “Ne oldu?” dedi fısıltıyla. “Amını emmek istiyorum!” dediğimde, “Anlamadım?” dedi hafifçe doğrulup. “Sen uzan, aç bacaklarını sadece!” dedim karşılık olarak. Nurcan bir şey demeden başını yastığa koydu ve bacaklarını dizlerinden bükerek ayırdı iyice. Kısık bir sesle, “Sikmeyecek misin?” diye sordu. “O da olacak, az sabret!” dedim heyecanla.
Bacaklarının arasına yerleştim ve eğildim iyice. Az sonra dudaklarım ve dilim amı ile buluştuğunda tarifsiz bir zevk dalgası yayıldı vücuduma. Nurcan’ın etli ve yoğun bir halde ıslanmış amının dudaklarını vakumladıkça aldığım keyif katlanıyordu. Tabii Nurcan’ın bu hareketime derin iniltilerle karşılık vermesi aldığım keyfin daha da artmasını sağlıyordu.
Amı temizdi, herhangi bir rahatsız edici ter veya sidik kokusu yoktu. Sadece amının zevk sıvısının kendine has kokusu ve yoğun tadı vardı. Karanlıkta görebildiğim kadar emiyor, dilliyordum amını. Etli bızırında gezinen dilim onu daha da keyiflendiriyordu. Az sonra parmaklarımla ayırdım amını ve derin, geniş boşluğuna dilimi soktum. Parmaklarımı yakan sıcaklık şimdi de dilimi yakıyordu. Dilimi amının içine sokabildiğim kadar sokmaya uğraşıyordum.
Nurcan bu anlarda aldığı zevkle ufak iniltilerine devam ederken bir taraftan da belini oynatıyor, kaldırıp indiriyordu. Dilimi geniş amının içinde gezdiriyor, am dudaklarını ve bızırını emiyor, dilliyordum. Bir süre de kasıklarını yaladım ve emdim. Amının üzerindeki gibi minik kıl kökleri kasıklarında da vardı ve dilimin, dudaklarımın ucuna geliyordu ama kesinlikle rahatsız olmuyordum.
Ellerimi alttan kalçalarına attım ve “Biraz daha belini kaldır!” dedim Nurcan’a. Ellerimle desteklediğim kalçalarını ve belini kaldırdığında daha rahattım. Ağzım amıyla bütünlemiş gibiydi şimdi. Dilimi içinde gezdiriyor, dudaklarımla da vakumluyordum amını. Nurcan’dan gelen zevk iniltileri bir azalıp bir çoğalarak devam ediyordu.
Bu pozisyonda Nurcan’ın amının hemen altında bir çukura benzeyen ve hafif bir osuruk kokusuna kaynaklık eden göt deliği de ortaya çıkmıştı. Amında gezinen dilimi bu derin çukura değdirdiğimde Nurcan’ın iniltisinin çoğaldığını gördüm. Dilim göt deliğinin ağzında gezinirken Nurcan’ın hareketleri iniltileri gibi artıyordu. Yatağa dirseklerini dayamış ve alttan belini destekliyordu. Ben de kalçalarını kavramış ve yukarı doğru kaldırıyordum. Dizlerinden büktüğü bacakları iyice havaya dikilmişti. Avuçlarımın arasındaki dolgun kalçalarının da tıpkı amı gibi yandığını hissediyordum. Nurcan’ın her yanı sevişmenin zevkiyle yanmaya başlamıştı adeta.
Göt deliği şaşırtıcı şekilde tertemizdi. Tek bir kıl tanesi, kıl kökü bile yoktu. Göt deliğinin ağzındaki sinir uçları dil darbelerimle uyarılırken Nurcan’ın koca bedeni elektrik yemiş gibi titriyordu. Dilim göt deliğinin ağzından içeri girecek gibi oluyordu. Karanlıkta göremesem de Nurcan’ın amı gibi götünün de geniş olduğu belliydi. Kocası sadece amını değil götünü de ihmal etmemişti belli ki senelerce.
O anda, “Işığı açayım mı?” diye sordum, ama Nurcan’dan şiddetli bir itiraz gelince geri adım atmak zorunda kaldım. Hemen ardından da, “Tamam artık, hadi siksene!” diye söylenince yalama, emme faslının da bitişi belli olmuştu. Zaten bu işe daha fazla devam edemeyeceğimi fark ettim. Artık yarağımın sertliği rahatsızlık vermeye başlamıştı.
“Tamam, uzan sen!” dedim. Ellerimi kalçalarından çekerken Nurcan yatağa koydu belini ve bacaklarını yeniden ayırdı. Bacaklarının arasındaki yerimi aldım. Yarağımı sıvazlarken Nurcan’ın bana baktığını görüyordum. “Ağzına almasını biliyor musun?” diye sorduğumda ilginç bir cevap verdi Nurcan. “Şimdi sırası değil, sonra yaparım. Hadi sik artık!” dediğinde öpüşmesini bilmeyen kadının sakso çekmesini bilmesine şaşırdım. “Niye daha önce yapmadın peki?” diye sordum bu sözlerinden sonra. “Sen söylemedin ki!” dedi kendini haklı çıkartmaya çalışarak.
Yarağım artık amına girmek için hazırdı. Yavaşça eğildim üzerine. Bacaklarının arasına iyice yerleştim. Bir süre yarağımı amının üzerine ve kasıklarına sürttüm. Karanlıkta amını bulmakta zorlanmadım. Geniş amı birden açıldı ve adeta yarağımı içine çekti. O anda Nurcan’dan gelen şiddetli, “Oğhhhh!” sesiyle beraber yarağımın taşaklarıma kadar amına girmesi bir oldu...
62 notes · View notes
Text
Bölüm 124
Aysel’i birkaç gündür değil de daha uzun zamandır görmüyordum sanki. Beni görünce gülümsedi, “Gel bakalım, neymiş derdin anlayalım...” dedi içeriyi göstererek. Ardımdan kapıyı kapattı. Üzerinden güzel bir parfümün kokusu geliyordu. Genellikle bu tip kokular kullanmazdı Aysel ama ne hikmetse şimdi kullanmıştı. Montumu çıkarıp askıya asarken bir gözünü kırptı, “Hayırdır, iyi misin?” dedi başını 'Naber?' gibilerden sallayarak.
“Bir mesele var halledilmesi gereken, sana danışmam lazım.” dedim. “İyi, hadi bakalım!” dedi bir eliyle omzuma vurarak. Koyu yeşil renkli uzun ve tek parça penye bir elbise vardı üzerinde. Vücudunu saran ve hatlarını belirginleştiren elbisenin önü boydan boya düğmeliydi. Başını ise açık mavi, desenli büyük bir türbanla bağlamıştı.
Ayakkabılarımı çıkarıp arkasından salona geçtiğimde bir sürpriz karşıladı beni. Nurcan içerdeydi. Yeni alınmışa benzeyen bir çekyatta oturuyordu. İçerisi de değişmişti. Daha önce sadece Aysel’in koltuğu vardı ve gelenler yerdeki büyük minderlerin üzerine yada halıya oturuyordu. Yerde yine minderler vardı ama şimdi iki yeni çekyat karşı karşıya konmuştu. Aysel’in oturduğu koltuk ikisinin ortasında kalmıştı.
Nurcan beni görünce kalktı ayağa, gülümseyerek, “Hoş geldin!” dedi. Geçen gün kızmıştım kendisine, Aysel’in para pul işlerinde yancılığını yapmış, ona destek çıkmıştı. Ama şimdi mesele başkaydı ve kendi ayağımla gelmiştim buraya ne de olsa.
“Hoş bulduk!” dedim gülümseyerek ve karşısındaki çekyata oturdum. Uzun, bordo renkli bir etekle açık kahverengi bir gömlek vardı Nurcan’ın üzerinde. Uzun kollu saten gömlek üzerine yapışmış gibi dururken memeleri ve göbeğini belli ediyordu. Gömleğin düğmeleri zar zor iliklenmiş gibiydi. Başına sıkıca bağladığı kırmızı renkli parlak türbanının uçlarını gömleğin yakasının içine sokmuştu.
Aysel her zamanki koltuğuna geçip oturdu. Kısa bir sessizliğin ardından Aysel, “Ee, Osman Bey, neymiş senin şu meselen, anlat bakalım!” deyince, Nurcan’ı işaret ederek, “Yalnız olacağımızı sanmıştım, özel bir mesele çünkü!” dedim. Nurcan’ın sözlerim karşısında yüzü gerilirken, Aysel, “Benim Nurcan hanımdan gizleyecek bir şeyim yoktur, onun için rahat ol. Hem bu zamana kadar öğrenemedin mi sen bunu?” dedi azarlar gibi.
“Öyle de, konu benimle ilgili değil, o yüzden...” dedim önce. Sonra da meseleyi anlattım. İkisi de ilgiyle dinledi beni. Ancak benden çok genç bir kızla ilişki yaşadığımı öğrenmelerine verdikleri tepkiler farklıydı. Aysel daha sakindi, beni daha iyi tanıyordu sonuçta. Ancak Nurcan’ın bakışları, yüzünün aldığı şekil, kaşlarının bir kalkıp bir inmesi Aysel’inkinden çok farklıydı. Sanki bir kıskançlık vardı bakışlarında. Konuşmam bittiğinde yüzü de pembeleşmişti biraz.
Aysel, “Ee, ne yapmak lazım Nurcan Hanım, sen söyle...” diyerek Nurcan’a döndü. Nurcan, “Valla ne desem, kolay iş değil bu. Doğmamış bir yavrunun hayatı söz konusu sonuçta!” dedi. “Öyle öyle!” dedi Aysel ve bir elini çenesine götürüp derin bir meseleyi düşünür gibi yaptı.
Aysel düşünürken Nurcan’la birbirimize kaçamak bakışlar attık. Nurcan’ın gerginliği her halinden belli oluyordu. Ellerini dizlerinin üzerinde kenetlemiş, Aysel’in ne diyeceğini merak ediyor gibiydi. Bense içeriyi inceliyordum bu sırada. Derken Aysel, “Osman, şimdi bu meselede yalan söylemiyorsun değil mi? Yani bu kız senden hamile değil, başkasından hamile?” dedi bakışlarını üzerimde gezdirerek.
“Evet, aynen. Başkasından hamile ve onunla evlenmemek için çocuğu aldırmak istiyor. Çocuğun durumu iyi değil, yani bebeğin babasının. Evlenirse hem kendisi hem çocuk sıkıntı çekecek. Kız da bunu istemediği için aldırmak istiyor. Bana da bunun için geldi. Gereken parayı benden istiyor. Ben de kararsız kaldım...” dedim.
Sözlerimden sonra Aysel bir süre daha aynı şekilde düşünmeye daldı. Az sonra, “Osman, sen hele az dışarı çık, içerdeki odada bekle, ben Nurcan hanımla konuşayım!” deyince kalkıp odaya geçtim. Işığı yakmadım. Perdeler çekilmemişti ve sokak lambasının zayıf ışığı içeriyi biraz olsun aydınlatıyordu. Duvardaki saatin tik taklarından hariç herhangi bir ses seda yoktu. Cep telefonumu çıkardım. Arayan eden olmamıştı.
Semanur’a yazdığım mesaja da cevap gelmemişti. Acaba Refiye şimdi ne yapıyor diye düşündüm. Teyzemin sözleri geldi aklıma. O seni arasın, sen onu arama diye akıl vermekten geri durmamıştı bugün. O zaman karımı aradım, yani Özlem’i. Aramama çok sevindiği sesinin tonundan belliydi. Refiye ile nikâhım olduğundan beri ilk kez birbirimizin sesini duyuyorduk. Soğuk bir sesle, “Refiye nasıl?” diye sorunca ne diyeceğimi bilemedim önce.
Durumumuzu bilmiyordu ve öğrenmemesi gerekliydi. “İyi ne olsun, banyoda o da...” dedim. Ben bu cevapla durumu geçiştirmeye çalıştığımı sanırken, karımın, “Demek banyoda olmasa arayamayacaksın?” demesiyle şaşırdım. “Ne alakası var?” dedim, ama verdiği cevaplardan alındığı belliydi. “Bak ben seni seviyorum tamam mı, yalan yanlış fikirlere kapılma. Senin yerin ayrı benim gönlümde!” dedim ama nafile. Yine de, “Seni çok özledim!” deyince biraz yelkenleri suya indirir gibi oldu, “Ben de!” dedi sıcak bir sesle.
Ardından, “Annem seninle konuşmak istiyor...” dedi ve telefonu Şaheser anneye verdi. “Nasılsın benim aslan oğlum?” dedi sert bir sesle. “Sağ ol Şaheser anne, sen nasılsın?” deyince, “Hee, ne ediyim yavrum, ha bu senin salak karınla uğraşıyom...” dedi, karımı şikâyet ediyordu. “Ne var, ne oldu gene?” dediğimde önemsiz, ufak tefek meseleler hakkında bir şeyler anlatıp durdu.
“Hee, yavrum, ha bu anlatmıştım ya geçen hani, bi mesele vardı, onu yarın senle yapalım mı, he mi aslanım?” dediğinde, “Şu müteahhit mi?” diye sordum. “He he o, kayınbaban aradı bugün, senle beraber gidip halledek şu işi aslanım, he mi benim yavrum?” dedi neşeyle. “Tamam, hallederiz. Ben sabah gelir alırım seni!” dediğimdeyse uzun uzun dua edip durdu. Telefonu kapattım, köşedeki eski bir koltuğa oturup geriye yaslandım ve gözlerimi kapadım.
Tatlı bir uykunun ortasında, “Osman Bey, Osman Bey!” diyen Nurcan’ın sesiyle kendime geldim. “Efendim?” dedim heyecanla. “Hadi gelin, konuşacaklarımız var!” dedikten sonra içeri geçince ben de kalkıp salona geçtim. Sehpanın üzerinde çay vardı, saatime baktım. Yarım saatten fazla olmuştu ben odaya geçeli. O süre boyunca konuşmuşlar ve bu arada çay demlemişlerdi anlaşılan.
Sıcak çaydan bir yudum aldım hemen. İçim ısınıp kendime gelirken Aysel girdi söze. “Osman, bu meselede senin yapacağın bir şey yok. Yani şöyle, parayı verip vermemekte serbestsin. İster ver ister verme... Kızın sen parayı verip de çocuğunu aldırması halinde bu işin günahı sana yazılmaz. Sen vermesen bile belki gidip bir başkasından alacak bu parayı. Onun için senin kendini sıkıntıya sokmana gerek yok... Kızın çocuğunu aldırması elbette büyük bir günah, ama bunun seninle ilgisi yok... Söyle bakalım, sen ne diyorsun, parayı verecek misin, vermeyecek misin?” dedi.
Çaydan bir yudum daha aldıktan sonra, “Bilmiyorum, yani kararsızım. Yok yere cebimden o kadar para çıkacak, bu elbette problem ama bir taraftan da kızın durumu var... Yani o kızın üzülmesini, sıkıntı çekmesini istemiyorum... Çocuğu doğurursa evlenmek zorunda kalacak, mutsuz bir evliliği olacak. Hem kendi mutsuz olacak hem de çocuğu. Yani düşününce, nasıl desem, çocuğu aldırması daha mantıklı geliyor bana...” dedim.
O ana kadar sessiz kalan Nurcan söze girdi ve “Bu kız neyin ne olduğunu bilecek yaşta. Böyle bir işi yapmadan önce sonuçlarına katlanmak zorundaydı, ama şimdi kendini kurtarmanın hesabını yapıyor. Günahsız bir yavrunun kanına giriyor. Niye? Sadece kendi rahatı için. Allah her yavrunun rızkını beraberinde verir. Ama bu kızın bunları düşündüğü yok, o sadece kendini kurtarmanın hesabını yapıyor. Bunun için de seni kullanmayı, senden yararlanmayı seçiyor. Sen de bu işe gönüllü olmuşsun!” dedi sanki sitem eder daha doğrusu azarlar gibi.
Ben, “İyi de bu işin benle ne ilgisi var?” deyince, Nurcan, “Geçmişte o kızla aranda geçenlerden sonra halen daha unutmamışsın onu. Belki de çocuğun babası sensin ama söylemiyorsun bize!” dedi. Nurcan’ın bu sözleri beni kızdırdı ister istemez. “Yalan borcum yok size, Aysel hoca iyi tanır beni, yalan söylemeyeceğimi bilir!” dedim. Nurcan sözlerim karşısında susarken, Aysel, “Osman’ı tanırım uzun zamandır. Hem kendisini hem ailesini tanırım. Şimdiye kadar bir yanlışlarını görmedim. O yüzden senin için rahat olsun Nurcan Hanım, sıkıntı yapma. Osman’ın yalan söylemediğine ben kefilim!” dedi.
Aysel’in bana destek çıkması Nurcan’ın geri adım atmasına neden oldu. “Yok hocam, yani bir an için aklımdan geçti öyle, yoksa Osman Bey’i ben de tanırım, bilirim...” dedi kısık ve titrek bir sesle. Ancak bakışları ile sözleri birbirine uymuyordu. Çayım biterken Nurcan kalkıp bardağımı aldı, yeniden çay getirmek için mutfağa giderken Aysel bana doğru eğildi, eliyle dudaklarını kapatıp oldukça kısık bir sesle, “Sen bakma buna, kıskançlık yapıyor aklı sıra!” dedi gülümseyerek. “Niye, bana âşık mı olmuş?” dedim bir gözümü kırparak. “Gergin bu aralar fazlasıyla, anlatacağım zaten merak etme...” dedi ama kapıda beliren Nurcan’ı görünce sustu.
Nurcan çayımı sehpanın üzerine bırakıp yeniden karşıma geçip oturdu. Çayımdan bir yudum aldım. “Siz içmiyor musunuz?” diye sorduğumda, Aysel, “Sen gelmeden önce içmiştik, sen keyfine bak.” dedi. Ardından da, “Şimdi bu meselede senin parayı vereceğin aşağı yukarı belli oldu, yani konuşmandan bu anlaşılıyor, doğru mu?” deyince, “Yani, öyle aslında...” dedim.
Aysel, “Senin işini hallettiğimize göre şimdi sıra bizimkinde. Bizim de senden bir ricamız olacak. Sen beni aramasaydın bile ben arayacaktım zaten seni. Sana işimiz düştü. Hep senin bize işin düşecek değil elbet. Neyse, bir meselede yardımını istiyoruz Osman. Anca senin yardım edebileceğin bir şey bu!” dedi ve Nurcan’a baktı. Nurcan bu sırada başını öne eğince, ben, “Ne oldu, hayırdır?” dedim. Aysel Nurcan’a, “Nurcan Hanım, sen istersen az içerde bekle!” deyince Nurcan bir şey demeden kalktı ve salonun kapısını kapatıp çıktı.
“Hayırdır, ne oldu, nedir mesele?” dedim bardaktaki son çayımı yudumlarken. Aysel geriye yaslandı ve pek âdeti olmadığı halde bacak bacak üstüne attı. Dolgun sağ kalçası dar kalan elbisenin altında tüm haşmetiyle belli olurken gözüm oraya takıldı ister istemez. Aysel de bunun farkındaydı elbet.
Aysel, “Biliyorsun bizim Nurcan hanımın bir oğlu var. Bu çocuğun da bir derdi var. Yaşı büyük, ama kadınlara, kızlara karşı bir soğukluğu var bu çocuğun. Hareketleri de biraz kadınsı, efemine derler ya, öyle. İşte Nurcan hanımın senelerden beri gönlünü dağlayan mesele bu... Bu çocuğun hali Nurcan hanımın gündüzünü geceye çeviriyor kaç zamandır. Bu işi çözmek için gitmediği hoca kalmadı, bunun için senden de yardım istediğini biliyorum. Yani hanımınla ilgili olan mesele... O iş olmadı, biliyorum... Sağ olsun bizim Melahat Hanım da yardımcı olmayı kabul etti, ama çocuk Nuh diyor peygamber demiyor. Yani anlarsın, Melahat Hanım da fayda etmedi...”
“Neyse, çok uzatmayayım. Bu işi başka türlü nasıl çözebiliriz diye tanıdık bir psikoloğa danıştım bugün. Ne de olsa onlar da bir hocadır aynı bizim gibi... Bu çocuk geçmişinde bir sorun yaşamış, ne dedi ya, acayip bir şey dedi, hah travma, travma... Kendisini çok kötü etkilemiş, senelerden beri de kendine gelemiyormuş bu yüzden...” dediğinde araya girdim ve “Neymiş bu travma?” diye sordum.
Aysel, “Bu çocuk küçükken nenesiyle dedesinin yanında yatarmış. Onların da gece vakti af buyur, şey yapmalarını görürmüş, daha doğrusu zorla izletirlermiş çocuğa...” derken yeniden araya girip, “Haa, biliyorum bu meseleyi, Nurcan Hanım anlatmıştı...” dedim. Aysel, “Hah, işte bu meseleden dolayı, yani bu travmadan dolayı bu çocuk kadın erkek münasebetinden soğumuş. Nurcan Hanım bunu anlatınca psikolog hanım böyle söyledi bize. Biz de sorduk, bunun çözümü nedir, ilacı nedir diye, o da bu işin derinine inmek gerektiğini, terapi yapmak gerektiğini söyledi!” diyerek yanıt verdi sözlerime.
“Ne güzel işte, gitsin çocuk, psikolog iyileştirir onu!” dedim. Ancak Aysel, “Bu öyle bir psikolog değil. Kadın belediyede çalışıyor, daha doğrusu danışmanlık yapıyor dışardan, bu tip işleri yok. Bize başka birinin adını verdi, ona gidebilirsiniz dedi, ama bunun da hem uzun hem de masraflı bir yol olduğunu söyledi. Hah, senin de yardımın bu noktada gerekiyor bize...”
“Bize tavsiye ettiği kişi Ankara’daki bir üniversitede hocaymış, profesörmüş. Ona gitmemizi söyledi. Hoca saatlik danışmanlık veriyormuş, o da epey pahalıymış. Sağ olsun kendisi konuşacağını, fiyatta indirim yaptıracağını söyledi. Çocuk nerden baksan en az haftada bir gün Ankara’ya gidip gelecek bu durumda. Ne kadar gideceği de belli değil, ama bizim psikolog hanıma bakarsan birkaç ayı bulabilirmiş...”
“Tabii bunun da epey bir külfeti olacak Nurcan Hanım için. Kendisi rahmetli kocasından kalan dul maaşıyla geçinen bir gariptir. Bir de sağ olsun dostlarımız vasıtasıyla belediyeden yardım ayarladık kendisine. Ama bu da öyle atla deve değil elbette. Buradan da az çok bir şeyler kazanıyor, ama gene de hepsini toplasan bu hocanın açacağı masrafı karşılamaz...”
“İşte senin de yardımın bu noktada gerekli bize. Bu çocuğun masraflarını karşılamanı istiyoruz. Senin hem kendi ailen hem de iki karın açısından durumunun epey iyi olduğunu biliyoruz. Ha, Allah daha fazlasını versin, gözümüz yok, neticede sen de bizim bir kardeşimizsin. Karıların olsun, annen olsun bana çokça gelip giderler, hepsini de sever sayarım. Onun için senden bu gariban çocuğun durumuna bir el atmanı ona Allah için bir iyilikte bulunmanı istiyorum...” dedi.
Aysel’in anlattıklarını dinledikten sonra, “Senin yardım dediğin bu muydu? Gene beni söğüşlemenin yolunu bulmuşsun!” dedim. Ayrıca aklıma takılan bir şey de (iki karın açısından durumunun iyi olduğu) derken neyi kastettiğiydi. Refiye’nin durumunu biliyordu, ama Özlem’le ilgili bildiği bir şey mi vardı?
Bunu sorunca gülümsedi Aysel ve “Bilirsin benim ahbabım çoktur. Kaynananın epey bir zenginliğe konduğunu öğrendim. Gerçi daha ortada bir şey yok, her şey kâğıt üzerinde ama olsun. Allah daha fazlasını versin, gözümüz yok. Bütün bunları düşününce senin yapacağın yardımın dişinin kovuğunu doldurmayacağını görüyoruz. Ama yine de bunun bir karşılığı olacak. Yani yapacağın yardımın karşılığını alacaksın. Senden bedava iyilik istemiyoruz, geri ödemesi mutlaka olacaktır...”
“Evvela şu Refiye Hanım meselesinde seni sıkıştırmayacağım. Yani geçen söylediklerimi duydun. Sana onu ikna et, dairelerden birini versin filan demiştim ya, o konuda seni sıkıştırmayacağım. Ayrıca şu kamera olayı vardı hani, o konuda da gönlün ferah olsun. Hiçbir şekilde bundan zarar görmeyeceksin, bunun garantisini veriyorum sana. Bana inanman için de kamerayı sana vereceğim, ben de kaydı kuydu, kopyası olmayacak...”
“Bundan başka bir de bebek meselesi vardı. Refiye hanımın aldırdığı bebek yani. Korkmana gerek yok, Muhsine’yle Şakir’in bunu bildiği yok, o sadece benimle Refiye Hanım arasında olan bir olay, bir de tabii annen var işin içinde. Bu konuda da gönlün rahat olsun, sıkılmana korkmana gerek yok. Ama tabii tüm bunların olabilmesi için senin evet demen gerekli. Yok eğer dersen ki benim cevabım hayırdır, ben Nurcan hanımın oğluna yardım etmem diyorsan bu dediklerim de geçerli olmayacak...” dedi.
Aysel bu dedikleriyle bana iyilik mi yapıyordu yoksa üstü kapalı tehdit mi ediyordu anlayamadım. Gerçi ikisi birden vardı, hem yardım hem de tehdit. “Peki senin geri ödeme olacak dediklerin bunlar mı, benim cebime giren bir şey yok bu dediklerine bakınca. Nasıl olacak bunun geri ödemesi?” diye sordum.
Aysel, “Ben de oraya geliyorum zaten şimdi. Elbette bu iyiliğinin bir ödemesi olacak. Bu dediklerimin ödeme yerine geçmediğini ben de biliyorum. Şimdi beni iyi dinle. Nurcan Hanım oğlunun iyiliğe, sağlığına ve feraha kavuşması için elinden gelen her şeyi yapmaya hazır fedakâr bir annedir. Yıllardır tanırım kendisini, ehli namus, dürüst, temiz bir hanımdır. Şu dünyada oğlu için yapmayacağı şey yoktur. Şimdi bu bahsettiğim geri ödemeyi sana Nurcan Hanım yapacak. Dediğim gibi her şeyi göze aldı bunun için. Ödemeleri kendisi yapacak, sana yapacak. Sana verebileceği en değerli şeyini verecek, bu zamana kadar özenle sakladığı, bir gram leke olmayan ırzını, namusunu verecek...” dedi.
Bunu duyunca, “Nasıl yani, ne demek bu?” dedim ama ne olduğunu anlamıştım aslında. Aysel, “Kadınlığını verecek a salak Osman, kadınlığını. Kadının parası olsa senden yardım mı isteriz. Benim de bunu karşılayacak durumum yok, benim de kendime göre yardım ettiğim, baktığım insanlar var, kendime göre giderlerim var. Kadının sana verebileceği başka bir şeyi yok. Durum bu. Kocası rahmetli olduğundan beri kadın sıkıntı içinde. Evine gidip gördün, daha üst katı inşaat halinde, oturduğu yer de öyle ahım şahım değil, bir sürü eksiği var orada bile. Kadıncağızın durumu iyi değil, keşke iyi olsaydı ama değil. Sana en değerli varlığını vermekten çekinmiyor yavrusu için. Yeter ki o iyi olsun istiyor. Bu işin bizim gibi hocalarla çözülemeyeceğini anladık artık. Hayat kadını falan filan da kar etmiyor. Artık işin içine tıbbın girmesi gerek ama o da bizim boyumuzu aşıyor. Ondan dolayı da senin yardımını istedik. Sen şimdi kararını ver. Ne diyorsun bu konuda...”
“Bak. Senden gebe olmayan bir kızın çocuğunu aldırması için o kadar para ödeyeceksin, hem de tek kalemde. Karşılığında bir şey alacak mısın, bunun geri ödemesi olacak mı, yok. Havaya saçtığın bir para bu sonuçta. Ama bu öyle olmayacak. Belki de bu çocuğa o kadar bile para vermeyeceksin. Daha bile az tutacak ama arada bir fark da var. Bunun geri ödemesini de alacaksın. Şunu da unutma bu teklif bizzat Nurcan hanımdan çıktı. Yani senden yardım istemeyi, karşılığında da ödemeyi yapmayı söyleyen bizzat Nurcan Hanım. Kadın bu kadar göze almış her şeyi...”
“Şimdi senin de iyice düşünüp taşınmanı istiyorum. İster şimdi söyle kararını, ister birkaç gün sonra. Ama ne olursa olsun iyice düşün. Evet dersen karşılığını alacaksın, hem benden yana hem de Nurcan hanımdan yana...” dedi. Bu son sözü söylerken benden yana eğilip elini dizimin üzerine koymuştu Aysel. “Sen de mi ödeme yapacaksın yoksa?” diye sordum. Aysel de, “Eğer istersen o da olur!” dedi gülümseyerek.
Psikoloğun masraflarını üstlenmem karşılığında Nurcan benimle birlikte olacaktı. Eğer istersem Aysel de işe dahil olacak, o da birlikte olacaktı benimle. Doğrusu Nurcan’ı ilk andan beri sikmek için büyük bir istek duyuyordum, ama işin bu türlü gelişeceği hiç aklıma gelmemişti.
“Peki, geri ödeme verdiğim paranın karşılığına değecek mi?” diye sordum. Aysel dizimdeki elini geri çekti ve koltukta geriye yaslandı. Ciddi bir sesle, “Ne demek bu?” diye sordu. “O kadar para veriyorum, karşılığında yaşını başını almış bir kadının vereceği şey değecek mi buna?” dedim.
Aysel, “Hayatta en kötü günahlardan biri de kibirdir, açgözlülüktür Osman. Bunu bilmeyecek değilsin. Senden, zavallı, aciz bir kadına ve oğluna yardım etmeni istiyoruz. Elimizden geldiğince karşılığını geri alacaksın, ama daha fazlasını istemeye kalkarsan elindekilerden de olursun, bunu unutma!” dedi. Bunu derken ne demek istediğini biliyordum. Ama Aysel bana hatırlatmak ister gibi, “Refiye hanımın bebek meselesini unutma sakın. Bunun sağda solda duyulmasının ne gibi sonuçları olacağını tahmin edersin herhalde!” dedi.
Derin bir iç geçirdim. Beni iyilik yapmak için ikna etmeye çalışıyor, ama ikna olmadığımı gördüğünde de tehdit etmekten geri kalmıyordu. Bu durumda teklife evet demekten başka çarem yoktu. Tek tesellim kaç zamandır sikmek için büyük bir istek duyduğum Nurcan’ı sikecek olmaktı.
“İyi, tamam. Öyle olsun. Senin dediğin gibi yapalım!” dediğimde gülümsedi. “Senin insanlara iyilik etmek için bu kadar gönüllü olmanı seviyorum!” dedi peşinden de. “Ya, ne demezsin, yakında kanatlarım çıkacak!” dedim gülerek. Aysel, “İstersen şimdi Nurcan hanımı çağırayım, durumu öğrensin!” dedi ve Nurcan’a seslendi.
Az sonra Nurcan kapıyı açıp geldi ve karşıma geçip oturdu. Bana ve Aysel’e bakmadan gözlerini yere dikti, ellerini yine dizlerinin üzerinde birleştirdi. Aysel, “Nurcan Hanım, meseleyi Osman’la konuştum. Enine boyuna her şeyi anlattım. O da sağ olsun kabul etti. Bu işi aramızda dediğimiz gibi halledeceğiz, tabii senin bir itirazın yada ne bileyim başka bir şeyin yoksa?” dedi.
Kısa bir sessizliğin ardından Nurcan, “Yok, itirazım filan yok. Daha önce ne konuştuysak odur...” dedi titreyen bir sesle. Başını kaldırmadan söylemişti bunu. “İyi o zaman, herkes için hayırlısı olsun” dedi Aysel. Koltukta geriye yaslanmış ve bacak bacak üstüne atmış haldeydi halen.
Heyecanlıydım. Nurcan yakında benim olacaktı, onu istediğim gibi sikebilecektim. Bunun verdiği heyecanla yarağım sertleşmeye başlamıştı bile. Aysel doğruldu koltukta ve bana hitaben, “Bu masraflar hem psikolog hocanın ödemesini, hem Ankara’ya gidiş geliş masraflarını hem de başka şeyler olursa ilaçtır, şudur budur vesaire onların hepsini kapsayacaktır. Hepsini en başında peşin peşin söyleyelim. Sonra yarın öbür gün caymak falan filan olmasın. Anlaşıldı di mi?” diye sorunca, “Tamam, her şey benden!” dedim. “O zaman anlaştık!” dedi Aysel gülümseyerek.
Aysel devamında, “Bizim bu psikolog hanım hocayla konuşacak bu hafta içinde, bize de haber verecek. Ona göre randevu filan ayarlanacak. Nurcan Hanım oğluyla beraber gider sonra. Sen gidebilirsin di mi Nurcan Hanım, Ankara’ya gittin mi daha önce, bulabilir misin?” deyince, Nurcan, “Yok, nerden gideyim. Konya’dan dışarı çıkmadım hiç!” dedi başını hafiften sallayarak.
Ben de, “Bu adamın adresi olmayacak mı sonuçta? Otogarda inip taksiye binersiniz!” dedim. Ancak Nurcan, “Ben nasıl ederim kadın başıma. Hem oğlanla gitmeye de utanıyorum!” diyerek cevap verdi. “Utanma, niye utanıyorsun, oğlun sonuçta o senin!” dedi Aysel azarlar gibi. Nurcan, “Yok, öyle değil, tam anlatamadım. Yani ben bilmiyorum oraları. İnsanları da tanımıyorum. Kalkıp oğlumun o halini görüp dalga geçerler, alay ederler, bir şey derler, ondan çekiniyorum, ondan korkuyorum!” dedi ağlamaklı bir sesle.
Aysel derin bir iç geçirdi bana bakarak. Nurcan oğlunun efemine hareketleri nedeniyle alay edilip aşağılanabileceği korkusu yaşıyordu. “Nasıl olacak peki?” diye sordum. Aysel bana bakıp dudaklarını büzdü, çözümün ne olduğunu o da bilmiyordu. Nurcan bu sırada Aysel’e dönüp, “Bizi Osman götürüp getirse, hem arabası da var. Ankara çok da uzak değil. Ben oğlumla alay ederler diye korkuyorum. Yoksa iyi kötü hallederim, ama ondan korkuyorum. Dermanını bulmak için gidiyoruz oralara, bir de oğlumu alaya alırlarsa nasıl olacak bu? Senelerdir burada hakkında bir sürü laf edip duruyorlar. Sağdan soldan kulağıma geldikçe kahroluyorum. Bir de oralarda bunları görürsem, işitirsem iyice kötü olurum!” dedi.
Nurcan sözlerini bitirdiğinde ufaktan ağlamaya başlamıştı. Gözlerinde biriken yaşlar ince bir sicim gibi yanaklarından süzülüyordu. Aysel, “Ne dersin Osman, Nurcan Hanım’ı dinledin. Onları götürüp getirir misin Ankara’ya?” diye sordu. Ankara’ya daha önce pek çok kez gidip gelmiştim. İyi kötü bildiğim bir yerdi, ayrıca akrabalarımız da vardı. Uzak da sayılmazdı Konya’ya. Hem benim için de değişiklik olur, biraz olsun buradan uzaklaşmam için fırsat olurdu bu. “Olur, hallederim.” dedim.
Nurcan öne eğdiği başını kaldırıp, “Allah razı olsun senden!” dedi titreyen dudaklarıyla. “Bari bir iyilik yapıyoruz, tam olsun o zaman!” dedim Aysel’e dönüp. Nurcan’ın iyi dilek temennilerine Aysel de katıldı. Elini dizime koyup, “Seni boşuna çağırmadım ben!” dedi. Sonra Nurcan’a dönüp, “Nurcan Hanım, sen o zaman bize şöyle güzel birer Türk kahvesi yap da içelim!” deyince Nurcan sanki onun bu sözlerini bekliyormuş gibi birden ayağa kalkarak, “Tabii, ne demek!” dedi neşeyle. Hızlı adımlarla odadan çıkıp mutfağa giderken, Aysel kısık bir sesle, “Bu yeni karınla kavga etmişsin, hayırdır?” dedi bir gözünü kırparak.
“Nerden duydun?” diye sordum, ama Melahat’ın söylediğinden emindim. Ancak Aysel’in, “Annenle beraber geldi bugün. Hatta sen telefon açtığında onlar buradaydı, onun için bir saat sonra gel dedim sana. Karın anlattı. Daha yeni evlendin ama yaramazlık yapmışsın hemen!” dedi gülümseyerek. Bir taraftan da dizimdeki elini biraz daha yukarı kaydırmakla meşguldü bunları söylerken.
“Ne anlattı sana?” diye sordum büyük bir merakla. “Daha ilk günden boynuzlamışsın kadını. Gerdek gecesi memnun edemedi mi yoksa seni?” dedi yine bir gözünü kırparak. Bacağımdaki eli kasıklarıma doğru çıkmaya başlamıştı aynı zamanda. Yarağım sertleşiyordu Aysel’in okşamalarıyla, ama bir yandan da Refiye’nin hem de yanına annemi de alıp buraya gelmesini ve olan biteni anlatmış olmasına inanamıyordum.
Bacağımdaki elini tuttum ve “Ne dedi başka peki, ne için gelmiş, bunları söylemek için mi?” dedim gözlerine bakarak. “Bağlama büyüsü yapmamı istedi!” dedi Aysel yanıt olarak. “Bağlama büyüsü mü?” dedim şaşkınca. “Evet, bağlama büyüsü!” dedi dudaklarında hafif bir gülümsemeyle. Aysel şaşkınlığımı anlamıştı. “Bana en çok bunun için gelir kadınlar. Kocalarına bağlama büyüsü yapmam için. Seninki de Almanyalarda yaşamış ama diğerlerinden pek farkı yok bu konuda. Neyse, şu gitsin konuşuruz uzun uzun!” dedi ve elini çekti bacağımdan.
Az sonra Nurcan elinde bir tepsi ve üç fincan kahve ile geldi. Sehpanın üzerine bıraktığı tepsiden kahvemi aldım. Havadan sudan konuşarak içtik kahvelerimizi. Nurcan’ın neşesi yerine gelmişti. Oğlunun tedavisinin yapılacak olmasından dolayı mutluydu. Onun gibi ben de mutluydum. Tedavi masrafları karşılığında sikecektim Nurcan’ı. Ama bir taraftan da Aysel’in sözlerinden dolayı garip bir şaşkınlık ve tedirginlik yaşıyordum. Günün her anı bana yeni sürprizler getiriyordu. Ben Melahat’tan şüphelenmişken taşın altından Refiye ve annem çıkmıştı.
Kahveler bitince Nurcan saati sordu. “Dokuza geliyor...” dediğimde, “Ooo, ben kalkayım, Mehmet bekler beni!” dedi. “Ben bırakırım seni!” dedim, ancak, “Ne gereği var, uzak değil ki!” diyerek karşılık verdi Nurcan. Ben, “Olsun, bu saatte tek başına gitmen doğru olmaz!” diyerek diretince, Aysel de, “Osman haklı Nurcan Hanım, bu saatte tek başına gitme, iti var, kopuğu var!” diyerek bana destek verdi. Bunun üzerine Nurcan, “İyi, öyle olsun.” dedi gülümseyerek. Aysel, “Ben bunları toplarım, sen daha fazla geç kalma!” deyince beraber kalktık. Ancak bu arada Aysel bir fırsatını bulup kulağıma, “Bunu bırakıp gel, seninle başka konuşacaklarım var!” demeyi ihmal etmedi.
Az sonra dışarı çıktık. Üzerine krem renkli uzun bir pardesü giymişti Nurcan. Ayağında ise alçak topuklu siyah ayakkabılar vardı. Benim arabaya doğru gittiğimi görünce, “Arabaya gerek yok, yürüsek de olur...” dedi usulca. “Olur mu canım, hava serin, üşürüz, iki dakikada bırakırım!” dedim yanıt olarak. Ancak Nurcan yürüme konusunda ısrarcıydı. “İyi, tamam o zaman!” dedim ve yürümeye başladık.
Hava epey serinlemişti, aynı zamanda hafif bir sis çökmüştü. Sokaklarda tek tük evlerine giden insanlar vardı sadece. Nurcan’ın topuklu ayakkabılarının sesleri boş sokaklarda yankılanıyordu. Epey bir süre konuşmadan yan yana yürüdükten sonra bana doğru biraz sokularak, “Aysel ödeme konusundan bahsetti mi?” diye sordu usulca. Doğrusu böyle bir soruyu beklemediğim için şaşırdım, aynı zamanda heyecanlandım.
Ona bakıp, “Evet, bahsetti!” dedim. “Sen ne dedin?” diye sordu bu sefer. “Bir şey demedim!” diyerek yanıtladım. “Kabul ettin mi, etmedin mi?” deyince kısa bir duraksamanın ardından heyecanlı bir sesle, “Evet, kabul ettim!” dedim. Nurcan’ın bunları neden sorduğunu anlamadım. “Niye soruyorsun?” diye sordum. Ancak Nurcan cevap vermedi soruma. Onun yerine gülümsemekle yetindi ve sakin adımlarla yürümeyi tercih etti.
15-20 dakika sonunda evine yaklaştığımızda evin pencerelerinde ışık olmadığını gördüm. “Mehmet evde yok mu?” diye sordum merakla. “Yok, benimle kavga etti bu Melahat Hanım meselesi yüzünden. Onun için de bu gece bir akrabamızda kalacak!” dedi yan gözle bakarak. Peşinden de, “İşin var mı, hemen gitmen gerekli mi?” diye sordu adımlarını yavaşlatarak.
O anda beynimde şimşekler çakmaya başladı. Sorduğu sorular... Mehmet’in evde olmaması... Yoksa tahmin ettiğim şey mi olacaktı
26 notes · View notes
Text
Bölüm 123
“Sen şaka mı yapıyorsun, yoksa benimle kafa mı buluyorsun?” dedim. Semanur bir süre daha ağladıktan sonra, “Hayır, şaka yapacak halim mi var benim!” dedi. Çantasından kâğıt mendil çıkarıp gözyaşlarını sildi ama ufak ufak ağlamaya devam ediyordu.
“Bana bak, benimle dalga geçme. Önce Cem’den hamileyim dedin, şimdi de kalkmış senden hamileyim diyorsun. Kiminle ne bok yediğin umurumda değil, ama beni kullanmaya, kazıklamaya kalkma seni fena yaparım!” dedim sinirimden dişlerimi sıkarak.
Semanur sözlerim üzerine bir şey demedi. Derin bir nefes alıp verdim. Bir sigara yaktım sıkıntıyla. Hiç konuşmadan sigaramı içerken elini çantasına attı yine ve küçük bir kâğıt çıkarıp uzattı.
“Ne bu?” diye sordum kâğıdı açarken. Az çok ne olduğunu anlamıştım gerçi. Küçük parlak kâğıtta siyah beyaz fotoğrafa benzer bir şey vardı. Kâğıdın köşelerinde farklı farklı harfler ve rakamlar yazıyordu. Ultrason görüntüsüydü bu. Semanur elini uzatıp, “Bak, şurada yazıyor... Dokuz hafta bir günlük...” dedi titreyen sesiyle.
Bir süre baktıktan sonra kâğıdı avucumda sıktım. “Her şeyin yalan... Önce Cem’den hamileyim diyorsun şimdi de benden olduğunu söylüyorsun... Daha önce bebeğin 3-4 haftalık olduğunu söylemiştin, ne çabuk dokuz haftalık oldu?” dedim öfkeyle.
“Sana yalan söyledim çünkü başka çarem yoktu. Bunu sana söyleyemezdim. Söylesem de bir şeyin değişmeyeceğini düşündüm çünkü. Sen evlisin. Hem seninle aramda bir şeyler olduğunu bilen kimse de yok. Söylesem bu sefer işler daha da karışırdı...”
“Şu tarihe bak, dokuz hafta bir gün... Seninle arkadaşının evinde beraber olmuştum. Oysa Cem’le çok daha sonra ilişkiye girmiştim ve o zaman da hamile olduğumu bilmiyordum. Adetlerim düzensizdi, günleri değişiyordu çoğu zaman. Onun için yine öyle bir şey olduğunu sanmıştım ama gerçekte hamileymişim...”
“O gün korunmamıştık hatırlarsan... Sana söylemekten başka çarem kalmadı artık... Anneme yada ablama söyleyemedim... Onlar bebeğin babası diye Cem’i biliyorlar halen...” dedi kısık sesle, adeta fısıldar gibi.
Dokuz hafta bir gün... İki aydan fazla bir zaman demekti bu. Kafamdan bir hesap yaptım kabaca. Sedat’ın evinde sikmiştim Semanur’u. Dediği gibi korunmamıştık. Aşağı yukarı o zamanlara denk geliyordu, ama yine de tam emin olamıyordum.
“Bana daha önce yalan söyledin, bu kâğıdın yalan olmadığını nerden bileyim. Hem bebeğin benden olduğunu göstermez bu. Senden her şey beklenir!” dedim sinirle ve kâğıdı attım yere. Semanur sert tepkime rağmen bir şey demedi. Kâğıdı yerden alıp açtı tekrar ve bana doğru uzattı yine.
“Bak, inan yalan söylemiyorum. Burada yazıyor zaten, dokuz hafta bir gün. Son adet olduğum tarihten hesaplayınca bu çıkıyor. Seninle beraber olduğum zamanlara denk geliyor. Bebeğin babası sensin, karnımdaki senin bebeğin!” dedi ve elimi tuttu. Elimi çekip, “Ya bi siktir git, manyak mısın sen? Neyi benim çocuğum, ne anlatıyorsun sen, adam mı kandırıyorsun?” dedim öfkeyle.
“Eğer inanmıyorsan doktora gidelim, muayene etsin beni!” dedi sonrasında. Onun bu kendinden emin, kararlı sözleri beni korkuturken bu işi güvenebileceğim bir doktorla halletmem gerektiğini düşündüm. Aklıma gelen ilk ve tek isim de Kadriye’ydi. “Hadi kalk doktora gidiyoruz...” dedim ve ayağa kalktım.
Ancak Semanur elimi tuttu yine ve “Dur dinle, diyeceklerim var daha...” dedi ağlamaklı sesiyle. Elimi çekmeye çalışınca, “Lütfen, dinle beni...” diyerek iki eliyle bileğime sarıldı bu kez. Elimi çektim hızlıca ve oturdum yeniden. Sinirden elim ayağım titriyordu. Semanur zor duyulan, ağlamaklı ve fısıltıyı andırır şekilde konuşmaya başladı tekrardan...
“İlk başta çocuğu doğurmak istiyordum, çünkü Cem’in benimle evleneceğini düşünüyordum. Onu kandırabileceğimi sanmıştım. Cem de Ahmet kadar olmasa bile saf bir çocuktur çünkü. Ama geçen akşamki konuşması ipleri tamamen kopardı. Şimdi çocuğu aldırmaktan başka çarem kalmadı. Onun için de seni aradım...”
“Annemle ablam bu meseleyi henüz bilmiyorlar. Onlara söyleyemedim. Hamile olduğumu da bir tek sen biliyorsun zaten. Bu çocuğu aldırmamız lazım, zamanımız kalmadı. 10 hafta olduktan sonra çocuğu almazlar, kalırım öyle. Babasız bir çocuk doğurmak istemiyorum...”
“Bugün özel bir doktora gittim. Ona çocuğu aldırmak istediğimi söyledim (Eğer istemiyorsan alırız, hiç problem değil) dedi. Ama bunun için 10.000 lira para istedi benden. Bu işi devlet hastanesinde de yaptırabilirim, ama orada çocuğun babasının da olmasını istiyorlar. Biz evli bile değiliz. Öyle bir şey yapamam. Kimsenin bilmemesi, duymaması lazım, mecburen bu doktora yaptırmak zorundayım. Ona evli olmadığımı söyledim, (Evli olup olmaman benim için problem değil. Ama 10 hafta olmadan almamız lazım) dedi...”
“Zamanımız kalmadı. Bu işi hemen yapmamız lazım. Benim biraz birikmiş param var ama doktorun istediğine yetmez. Hem hastane masrafı da olacak. Onun için aradım seni. Eğer param olsaydı seni hiç aramaz, bu işten haberdar etmezdim. Ne olur, bu çocuğu doğuramam, aldırmamız lazım. Ne kadar günah olduğunu biliyorum ama başka çarem yok. Yardım et bana...” dedikten sonra elimi tuttu sıkıca yine. Yanakları gözyaşlarıyla ıslanmıştı iyice. Titreyen dudaklarıyla, “Ne olur, lütfen...” derken sanki kalbime çivi çakılır gibi oldu.
Elini bıraktım ve ayağa kalktım. Derin derin birkaç nefes alıp verdim. Çocuk gerçekten benim miydi? Eğer öyleyse baba olmayı bu kadar çok isterken nasıl olup da kendi çocuğumun kanına girebilirdim? Nasıl olabilirdi böyle bir şey? Yada Semanur yine yalan mı söylüyordu? Benden para koparmak için uydurduğu bir yalan mıydı bütün bunlar?
Birkaç dakika yan yana oturduğumuz halde hiç konuşmadık. Semanur’un ağlaması kesilmiş, uzaklara dalıp gitmişti. Bense ne yapacağımı, ne edeceğimi düşünüyordum. Ama aklıma hiçbir şey gelmiyordu bir türlü. Beynim donmuştu sanki. Semanur’un çocuğu aldırmak istemesi işleri büsbütün değiştirmişti. Şimdi onu doktora götürüp muayene ettirmenin de pek bir önemi kalmamıştı.
Semanur’un, “Bu çocuğu aldırmaktan başka çaremiz yok, eğer doğurursam hayatım mahvolur!” demesiyle kendime geldim. “Kim bu doktor, dediği gibi halledecek mi gerçekten?” diye sordum. “Evet, o konuda sıkıntı yok. Daha önce bir arkadaşım da ona gidip çocuk aldırmıştı, tanıyorum kendisini daha önceden yani...”
“Hem doktor hem hastane parası derken 12-13 bin lira para lazım olacak. Parayı bulmuş olsam seni hiç arayıp sormazdım bile. Ama başka çarem kalmadı. Senin için de benim için de başka çare yok. Eğer bu çocuğu doğurursam senden olduğunu söylemekten başka çarem kalmaz. Hem yapılacak testle de kanıtlanır bu. O zaman daha büyük kıyamet kopacak. Senin de hayatını mahvetmek istemiyorum, senin de üzülmeni, sıkıntı çekmeni istemiyorum. Lütfen, yardım et, bu işi halledelim. Daha sonra ne istersen yaparım, lütfen...”
Bir süre daha hiç konuşmadan öylece durdum. Çocuk aldırmanın günahına ortak olmak istemiyordum, ama Semanur’un sözleri de bir gerçeğe işaret ediyordu. Bu durum ilerde hem Özlem’i hem de Refiye’yi kaybetmeme neden olabilirdi. Özlem giderse Şaheser annenin bahsettiği 50 daire yalan olurdu. Refiye’nin gitmesi demekse daha ne kadar olduğunu bile bilmediğim zenginlik ve servetin kuş olup uçması anlamına gelirdi.
“Ne yapmak lazım peki?” diye sordum. “Bir şey gerekmiyor, yeter ki para tamam olsun. Doktor her şeyi ayarlayacak. Para hazır olursa hemen hastaneye yatışımı yapacak, aynı gün çocuğu alacak. Bu işin uzamaması lazım, 10 hafta olursa almazlar, doğurmaktan başka çarem kalmaz. Ondan sonra ne olur bilmem...” diyerek cevapladı.
“Peki en başında niye bana söylemedin bunu. Niye Cem’i ortaya attın?” dediğimde, “Aslında onun adını söyleyen ben değildim. Annem beni o kadar zorlayıp dövse de isim vermedim ona. Ama geçmişte Cem’le ilişkim olduğunu biliyordu. Hem askerden izne geldiğinde beni görmek için mağazaya geldiğini de söylemiştim. Annem kendiliğinden onun adını ortaya attı, ben de itiraz etmedim. Senin adını verirsem işler daha da karışır diye düşündüm...”
“Ama sonra annemin benim haberim olmadan onun ailesiyle görüşmesi işin rengini büsbütün değiştirdi. Aslında öyle bir şey yapmasa daha başında aldırırdım bebeği, ama annem öyle davranınca ben de karşı gelemedim. Annem bebeği doğurmamı benden daha çok istiyor çünkü. Ablamın onca zaman evli kalıp da çocuğu olmuyor diye boşanması onu çok derinden etkiledi. Bir de çocukla birlikte benim de evlenip yuva kurmam onun deyimiyle kötü yola düşmemi önlemiş olacak, namusumuz yara almamış olacak...”
“Hem sonra belki de bunun daha doğru olacağı düşüncesi geldi aklıma, yani Cem’le evlenip çocuğu doğurmamın. O benim ilk aşkım, ilk göz ağrımdı. İzne geldiğinde de isteyerek birlikte olmuştum onunla. Ama işler umduğum gibi yürümedi, bu noktaya geldi. Sana Cem beni kabul etmezse bebeği aldırmaktan başka çarem yok demiştim hatırlarsan. İşte şimdi o duruma geldim. Cem beni kabul etmiyor ve benim de bebeği aldırmaktan başka çarem yok...”
“Nasıl yapabildin böyle bir şeyi? Bu kadar kolay mı? Yani aklım almıyor... Benden hamile kalıyorsun ama bunu bana söylemiyorsun, işin içine bir anda Cem diye bir herif giriyor. Bir de utanmadan bana onunla konuşmamı söylüyorsun. İşlerim olmasa herifin yanına gitmiş olacaktım şimdiye kadar... Hadi bütün bunları geçtim de, şu çocuk dünyaya gelmiş olsa onu benden gizlemiş, saklamış olacaksın, haberin var mı? Ve çocuk da gerçek babasının kim olduğunu bilmeden büyüyecek. Cem de çocuğun kendisinden olduğunu sanacak. İlerde çocuğun kendisinden olmadığını anlarsa ne olacak? Nasıl bir iştir bu? Hangi akıl, hangi cesaretle böyle bir işe girdin sen?” dedim sözlerine karşılık olarak.
Semanur sözlerim karşısında yeniden ağlamaya başladı. Titreyen dudaklarıyla, “Haklısın, hangi akılla yaptım bunları bilmiyorum... Ama dediğim gibi annem karışmasa iş bu noktaya gelmezdi... Artık olan oldu, bundan sonrasını düşünmemiz gerek...” dedi.
Kalkıp bankın etrafında biraz yürüdüm. Hafiften esen serin rüzgârın getirdiği temiz havayı çektim ciğerlerime. Artık yavaş yavaş akşamın karanlığı çökmeye başlıyordu. Parktaki kalabalık da azalmaya başlamıştı.
Bu arada aklım halen dokuz hafta bir gün meselesindeydi. Bana dokuz haftadan daha fazla bir zaman önce sikişmişiz gibi geliyordu. Aklımdan hesaplar yapmaya, geçmişi hatırlamaya çalıştım. Ancak son zamanlarda o kadar çok şeyi üst üste yaşamıştım ki aklımı toplamakta zorlanıyordum.
Sikiştiğimiz gün çay bahçesinde buluşmuştuk önce. Oradan Sedat’ın evine gitmiştik. Ama ayın kaçıydı, hangi gündü hatırlayamıyordum. Onun öncesinde veya sonrasında olup bitenleri hatırlamaya çalıştım bu kez. En azından bu şekilde bir tarih belirleyebilirdim...
Biraz düşününce yavaş yavaş hatırlamaya başladım. Karım kızlarla birlikte ablasının evine gitmişti. Aynı gün Elif çıkagelmişti hatta. Kesinlikle daha sonraki bir gün sikmiştim Semanur’u. Ve hatta ondan bir gün önce annesi Dilber’i sikmiştim yine Sedat’ın evinde. Semanur’la eve gittiğimizde yatak dağınık bir haldeydi. Semanur’dan sonra Refiye’yi götürmüştüm Sedat’ın evine... Evet, şimdi her şey açığa çıkıyordu. Semanur’un söylediği dokuz hafta bir gün yanlış bir tarihti. Açık açık yalan söylüyordu...
“Sen yalan söylüyorsun. Şimdi hatırladım. Dokuz haftadan daha önceye denk geliyor bizim bu işi yapmamız...” derken ayağa kalktı birden. Ağlamaklı sesi ve titreyen dudaklarıyla, “Hayır, yalan değil, yanlış düşünüyorsun!” dedi adeta haykırarak. Bu kadar sert tepki göstermesi yalan söylediğine işaretti. “Benimle oynamaya kalkma, sikerim belanı!” dedim sinirden dişlerimi sıka sıka.
Elime yapışıp, “Ne olur, yanlış düşünüyorsun, lütfen, bak...” dedi ama cümlesini tamamlamasına izin vermedim. Çenesine yapıştım. “Senin gelmişini geçmişini sikerim amcık. Adam mı kandırıyorsun lan sen?” dedim öfkeyle. Semanur korku dolu gözleriyle bakarken bir taraftan da elleriyle beni geri itmeye çalışıyordu. O sıra kendime geldim ve çektim elimi. Deliye dönmüş gibiydim. Bu kadar aleni şekilde yalan söylemesini aklım almıyordu.
Banka oturdum tekrar. Bir sigara yaktım. Sinirden sigaranın filtresini ısırıyordum. Semanur da biraz sonra yanıma oturdu. Yan yan bakıyordum ona. Ellerini dizlerinin üstünde kenetlemişti. Titriyordu elleri. Sessizce ağlıyordu. Öfkem yavaş yavaş azalırken, “Niye yalan söyledin, amacın ne?” diye sordum. Birkaç saniyelik suskunluktan sonra, “Cem’le evlenmek istemiyorum!” dedi. Gözyaşları yanaklarından çenesine akıyor, pardesüsüne damlıyordu. Parmaklarıyla oynuyordu ama ne yaptığını bilmez haldeydi.
Derin bir nefes çektim sigaradan. “Çocuk Cem’den. Ama sen onunla evlenmek istemediğin için çocuğu aldırmak istiyorsun. Eğer doğurursan evlenmekten başka çaren kalmaz çünkü. Aklın sıra çocuk senden diyerek beni korkutmaya kalktın. Ben de gereken parayı verince hemen çocuğu aldıracaksın. Böylece Cem’le evlenmen için bir sebep de kalmamış olacak. Öyle değil mi, gerçek bu!” dedim sinirle.
Semanur derin bir iç geçirdi önce. Sonra da başını salladı 'evet' anlamında. Bir süre sessiz kaldı. “Cem seninle beraber olduktan bir iki hafta sonra gelmişti mağazaya. Seninle beraber olduktan sonra adet görmüştüm. Yani çocuğun babası olman mümkün değil. Bir haftalık izne gelmişti Cem. O süre boyunca birkaç kez ilişkiye girdik, yani tek seferlik bir şey değildi. Ahmet’ten sıkılmıştım, çok iyi biriydi ama çok saftı...”
“İlk başta Cem’le evlenmek istemiştim, ama sonra bunun yanlış bir karar olacağını anladım. Cem’in ailesinin durumunun da bizden bir farkı yok çünkü. Olsaydı zaten daha başında evlenirdik. Onunla evlenirsem hayatım gene yoksullukla, sıkıntıyla geçecek. Çocuğumun da bu yoksulluğu yaşamasını istemiyorum. Cem benimle evlenmek istiyor, benden kaçmıyor ama ben istemiyorum. Onunla aramdaki tek bağ karnımdaki bebek... Eğer o olmazsa evlenmem için bir sebep de olmaz. Çocuğu aldırdıktan sonra Cem’e düşürdüğümü söyleyecektim daha sonra...”
“Lazım olan para fazla olunca istesem de vermeyeceğini düşündüm. Ama eğer seni korkutursam da vereceğini... Çaresiz kalmasam böyle bir oyuna başvurmazdım inan ki... Senden başka bana yardım edebilecek kimse yok etrafımda... Artık yalanım açığa çıktığına göre çekinmeme gerek yok söylemem için... Bana bu parayı verecek misin?” dedi bana bakarak.
Böylesi bir oyunun içine düşmüş olmak canımı sıktı. Ama rahatlamıştım da. Çocuk benden değildi. “Çaresiz kalmasam yapmazdım böyle bir şey... Lütfen, sana yalvarıyorum... Ne istersen yaparım, ne istersen...” dedi ve elimi tuttu iki eliyle.
Güzel, ela gözlerini yüzümde dolaştırırken, “Ne istersen yaparım, yeter ki beni bu dertten kurtar...” dedi kısık sesle. Sigaramı söndürüp attım ve “Yalan söylemene gerek yoktu. En başında gerçeği söylemen yeterliydi. Para az olmuş fazla olmuş bunun önemi yok. Bana yalan söyleme demedim mi sana?” dedim.
Bir süre sessiz kaldım. Semanur bebeğini aldıracaktı, bunun için gereken parayı da ben verecektim. Bir günaha ortak olacaktım böylece, daha doğmamış bir insanın hayatına mal olacak bir günahtı bu. Çok ağır bir yüktü. Tek başıma verebileceğim bir karar değildi bu, bir bilene danışmam gerekliydi.
Elimi çekince Semanur’un yüzünden kara bulutlar geçer gibi oldu. Parayı vermeyeceğimi düşündüğünü anladım. Ama vermek yada vermemek kararını hemen alabilecek durumda değildim. “Düşünmem lazım, bana biraz zaman ver!” dediğimde, “Vermeyecek misin?” dedi dudakları titreyerek.
“Öyle bir şey demiyorum. Düşünmem gerek dedim sadece. Büyük bir günah bu... Öyle hemen tamam denecek bir şey değil. Mesele para değil, onda sıkıntı yok. Ama bu, yani nasıl desem, çok canımı sıkıyor, kafamı toparlamam lazım!” dedim sorusuna karşılık olarak.
Semanur, “Ne kadar sürecek kafanı toparlaman peki, bu işin şakası yok. Bu hafta halletmem lazım, yoksa mahvolurum!” deyince, “Ben ne yapayım, en başında düşünseydin o zaman!” dedim sinirle. Semanur yeniden ağlamaya başlamıştı.
“Herifin altına yatmadan önce düşünseydin bunları... Bu işin sorumlusu ben miyim...” derken Semanur ayağa kalktı birden ve koşar adımlarla hızla uzaklaştı. Son dediklerimin ağır kaçtığını o an anladım, ama yapacak bir şeyim yoktu artık. Gözden kaybolana kadar baktım arkasından.
Öfkem geçmiş yerini derin bir hüzün kaplamıştı. Cem’le evlenmemek için bebeğini aldırmaktan başka çaresi yoktu. Böylesi bir karar alabilecek kadar gözünü karartmıştı. Semanur hep gözü yüksekte olan bir kızdı ve bu nedenle de önünde bir engel olarak gördüğü bebeğini aldırmak için akla hayale gelmedik yollara, oyunlara başvurmaktan çekinmiyordu.
Benden istediği maddi olarak değil ama manevi yönden büyük bir yüktü. Bu yükü tek başıma kaldıramazdım. Danışabileceğim, bana yol gösterecek, akıl verecek birine ihtiyacım vardı. İster istemez Aysel geldi aklıma. Nikâh günü görmüştüm kendisini en son. Refiye ile ilgili söyledikleri halen aklımdaydı. Ne kadar gitmek istemesem de ondan başka gidebileceğim kimse yoktu.
Aradım kendisini. Birkaç kez çaldıktan sonra açtı telefonu. “Ooo, damat bey, hayırdır. Kalp kalbe karşıymış vallahi, ben de tam seni düşünüyordum, hatta arayacaktım ama sen benden önce davrandın!” dedi. “Seninle konuşmam gereken bir mesele var. Kafam çok karışık, bana akıl ver!” dedim. “Seninki tükendi mi yoksa?” dedi kahkahayla. Hemen ardından da, “Tamam, gel bakalım, nasıl bir akıl lazımmış sana görelim. Zaten konuşacaklarım da var seninle. Ama şimdi misafirlerim var, bir saat sonra gel!” dedi. “İyi tamam!” dedim ve kapadım telefonu.
Arabaya doğru giderken Semanur’u aradım. Telefon uzun uzun çalmasına rağmen açılmayınca ben de mesaj yazıp gönderdim. “Parayı dert etme, yarın seni ararım. Takma kafana, bir yolunu buluruz...” diye.
Bir lokantaya gidip yemek yedim, biraz dışarlarda gezip oyalandım. Aysel’in benimle ne konuşacağını bilmiyordum, ama büyük ihtimalle geçen gün evinde söyledikleriyle ilgili olacağını tahmin ediyordum. Aysel’in evine yaklaşırken Melahat aradı. “Neredesin, gelmiyor musun?” diye sordu. Cevap vermemi beklemeden de, “Kadını gönderdim, bir akrabasında kalacak, bu gece yok anlayacağın. Gelirken rakı al, sana güzel bir sofra hazırlayayım!” dedi neşeyle.
“İşim var biraz...” dediğimde, “Karınla mı barıştın yoksa?” dedi bozulmuş gibi. “Yok be ne barışması, başka bir işim var, halledebilirsem gelirim!” dedim. Soğuk bir sesle, “İyi, sen bilirsin, ev senin, ne zaman istersen gelebilirsin!” diyerek kapadı telefonu. Şu hengâmenin içinde Melahat’ı unutmuştum.
Aysel’in evinin önüne geldiğimde saat 19:00’u geçiyordu. Hava iyice kararmıştı artık. Kapıya vurdum bir iki sefer. Az sonra Aysel karşımdaydı
22 notes · View notes
Text
Bölüm 122 devamı
Şeyy, Cem aradı beni Pazar günü. Benden test istedi...” deyince araya girip, “Ne testi?” dedim. “Babalık testi!” diyerek yanıtladı Semanur. “Daha çocuk doğmadı ki, ne babalığı?” deyince, “Yok, şimdi anne karnındaki bebeklere de yapıyorlar bu testleri... Şeyy, dediğim gibi benden test istedi...” dedi ve sustu. Aklıma ilk gelen şey paraydı, test için para mı lazımdı acaba?
“Para mı lazım?” diye sordum. Semanur elimi tuttu ve ela gözleriyle baktı bir süre. “Yok ağbi, para değil mesele!” dediğinde merakım ve heyecanım daha da arttı. “Ne o zaman?” dedim heyecanla. Semanur elini çekti elimden, “Ben kabul etmedim!” dedi uzaklara bakarak. “Neden, ne oldu ki?” dedim. O sırada önümüzden kapalı bir kadın bebek arabasıyla geçiyordu. Yan yan bize baktığını gördüm.
Semanur kadın uzaklaşana kadar konuşmadı. Kadın gidince, “Ben istemedim çünkü...” dedi ve sustu. “Çünkü, yani, söylesene, neymiş mesele?” diye ısrar ettim konuşması için. Semanur bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Çünkü yalanımın ortaya çıkmasından korktum!” dediğinde olduğum yerde titredim birden.
Bu işte bir şeyler vardı ama ne? “Semanur, bu işin aslını anlatsana bana. Sen demedin mi bana ben Cem’den hamileyim, çocuğumun babası o. Telefonda konuştum ama kabul etmedi dedin. Sonra benden onunla konuşmamı istedin, ben de tamam dedim. Nerde askerlik yaptığını buldum. Annen onun ailesiyle gidip konuşmuş, hatta kovmuşlar anneni!” derken elimi tuttu sıkıca.
Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Yanaştım biraz ve “Sen bana çocuğun babası Cem derken yalan mı söyledin?” dedim. Hiç cevap vermeyince aynı soruyu yeniden sordum. Kısa bir sessizlikten sonra başını evet anlamında aşağı yukarı salladı. Derin bir nefes alıp verdim. Elimi tutmayı bırakmış siyah çantasının kemerini sıkıyordu şimdi. Başını öne eğmiş, ağlıyordu. Gözyaşları yanaklarından çenesine süzülüyor, pardesüsüne damlıyordu.
“Bu çocuğun babası kim Semanur?” diye sordum. Hiçbir şey söylemedi. “Semanur, yüzüme bak. Bu çocuğun babası kim. Korkma, kimse söyle bana. Benden çekinme!” dedim onu konuşmaya ikna etmek için.
Semanur başını kaldırıp bana baktı. Yanakları gözyaşlarıyla ıslanmıştı epeyce. Gözlerini dikti üzerime. Dudakları titriyordu. “Semanur, bu çocuğun babası kim?” diye yeniden ve son kez sordum.
Titreyen dudaklarından fısıltı halinde bir cümle döküldüğünde başımdan aşağı kaynar sular döküldü.
“Osman ağbi, bebeğimin babası sensin...”
17 notes · View notes
Text
Bölüm 122
Teyzem annemden üç yaş büyüktü, 54 yaşındaydı. Orta boylu ve hafif kilolu, etine dolgun ve yaşına rağmen güzel sayılacak bir kadındı. Anneminki gibi maviydi gözleri ve beyaz tenliydi. Her zaman bol ve kapalı giysiler giyer, başını örtmeden sokağa çıkmazdı. Ancak annem benim yanımdayken bile başını açmazken teyzem öyle değildi. Ben yanındayken rahat davranırdı. Evde onu eşofman veya pijama altıyla pek çok kez görmüştüm. Başı da açık olurdu bu zamanlarda. Kumral, uzun saçları vardı. 18 yaşındayken eniştemle evlenmişti. Evlendiklerinde eniştem 25 yaşındaymış, yani aralarında 7 yaş fark vardı.
Memelerini avuçlamaya devam ederken teyzemin hafiften iniltileri devam ediyordu. Yarağımdaki hareketlilikse son sürat bir hızla ilerliyordu. “Nerde büyüttün sen bu memeleri böyle?” diye sorunca, teyzem, “Senin gavat enişten şimdi elini sürmez oldu ama eskiden ellemesini çok severdi!” dedi. Etli meme uçlarını parmak uçlarımın arasına alıp sıktım. Meme uçları sıktıkça irileşmeye başlamıştı. Bembeyaz memelerinin içindeki mavi damarları tek tek sayılabilecek gibi görünüyordu.
“Kızım senden çok memnun kalmış!” dedi memelerinde gezinen elimi tutarken. “Nasıl yani?” dedim şaşkınca. “Çok memnun kalmış, çok rahatlatmışsın onu!” dedi ve elime bastırdı. İri ve dolgun memeleri avucumdan taşıyordu. Teyzemin isteğiyle daha çok bastırmaya başladığımda, “Ihhh, ımmm...” diye derinden iniltiler çıkarttı gözleri kapalı halde. Dudaklarını ısırıyor, inliyor, elimi sıkı sıkı tutup kendine bastırıyordu durmadan. “Kızımı memnun etmişsin, beni de memnun et, benim de ihtiyacım var...” deyip duruyordu fısıltılı bir sesle.
Elif onu nasıl siktiğimi anlatmıştı annesine belki de. Teyzemin göğsü şiddetli bir halde inip kalkıyor, gözleri kapalı halde, “Sen beni memnun et ben de seni ederim aslanım... Boş göndermem seni merak etme... Teyzen kurban olsun sana... Boş bırakma beni... Enişten çok boşladı beni, çok boşladı yavrum... Yanıyo teyzen aslanım, yanıyo...” diyerek sanki uykusunda sayıklıyordu.
Omzundan tutup geriye doğru bastırdığımda gözlerini açtı. “Uzan şöyle!” dediğimde kendini biraz geri çekip sırtüstü uzandı çekyata. Gri pardesüsünü yakasından tutup açtım iyice ve bluzunu da yukarı sıyırdım. Üzerine uzanır gibi eğildim ve meme uçlarını emmeye başladım. Teyzemden derin ve hırıltılı bir, “Ohhh...” iniltisi gelirken dilim ve dudaklarım etli meme uçlarıyla meşguldü. Koyu kahve meme uçlarını emdikçe teyzem aldığı hazla kendinden geçiyordu. Sol eli saçlarımda, sırtımda gezinirken hırıltılı iniltileri de azalmadan sürüyordu.
Memelerini alttan kavradım her iki elimle, bir sağ memesini bir sol memesini emiyordum. Dilimin ucu meme uçlarında gezindikçe teyzem zevkten uçuşa geçmiş gibiydi. Açık kahve meme başlarında küçük küçük, bir genç kızınkine benzer şekilde tomurcuklar vardı. Uzun uzun emdiğim memelerini tutup yüzüme sürdüm sonrasında. Memelerinin arasındaki derin bir vadiye benzeyen boşluğa gömdüm yüzümü. Hüsniye’nin parfümünün kokusunu net bir şekilde alıyordum. Teyzem sanki parfümü sadece boynuna değil memelerine de sıkmıştı.
İki elini ensemde hissettim. Güçlü elleriyle bastırıyordu, başımı kaldırmamı istemiyor, memelerini emmeye, yalamaya devam etmemi istiyordu. Onu kıracak değildim. Bembeyaz memeleri biber gibi kızarana kadar emdim, dilledim, yaladım, meme uçlarını ısırdım. Teyzemin zevk dolu inlemeleri çekyattan ara ara gelen gıcırtılara karışıyordu. Her şey güzel giderken evin kapısının vurulma sesiyle irkildik.
Ben doğrulurken teyzem de kalktı. “Kim bu şimdi?” dedi endişeli bir sesle. Yarağım şişmiş, sertleşmiş ve pantolonumu zorlar hale gelmişti. Teyzem çabucak üstünü başını topladı, pardesünün düğmelerini kapattı ve fısıltılı bir sesle, “Sen içeriye geç!” dedi ve kapıyı açmaya gitti. Kapıdan vurulma sesleriyle birlikte, “Sabriye Hanım, aç hele şu kapıyı!” diye bir kadının sesi geliyordu bu sırada.
Hızlıca arka odalardan birine dalıp kapıyı kapattım. Burası teyzemin yatak odasıydı. Bizim evin salonundan bile daha büyüktü oda. Odada her şey yerli yerinde duruyordu. Kapakları açık olan eski tip gardırobun içi boştu. Yatak sanki sabah yapılmış gibiydi. Eski zamanlardan kalma sarı pirinçten bir karyolaydı teyzemin yatağı. Köşede, pencerenin yanında tekli bir koltuk vardı yüksek arkalıklı. Pencerelerde salondakiler gibi kalın kadife perdeler vardı, içerisi yarı karanlık ve serindi.
Bu sırada içerden teyzemle kadının sesi geliyordu. Teyzemin eve girdiğini gören eski komşularından biriydi bu gelen kadın. “Baktım pencereden dedim Allah Allah bu bizim Sabriye değil mi? Yanında genç bir herif vardı, kimdi o?” diye kadının merakla sorduğu soruya, teyzem, “Benim yeğenim, bacımın oğlu. Sağ olsun o getirdi...” diyerek karşılık verdi. “Hee, şeyin oğlu mu, bizim Şerife’nin he mi?” dediğinde kadının annemi tanıdığını öğrenmiş oldum. “Nerde peki, çağır hele de bi göreyim!” dediğinde, teyzem, “Ne yapacan abla sen onu, içerde çocuk, sen rahatsız olma diye içeri geçti!” dedi.
Kulağımı kapıya vermiş onları dinlemeye çalışıyordum. Havadan sudan konuşmaları bazen fısıltıya dönüşüyor bazen yüksek sesle devam ediyordu. Birbirlerini uzun zaman sonra gören iki kadının dedikodusuydu bu aslında. Mahalledeki diğer kadınlardan, onların kocalarından ve çocuklarından bahsediyorlardı. Aralarda eniştemin, Elif’in ve ayrıldığı kocasının isimleri geçiyordu. Ancak en çok kadının gelininden duyduğu şikâyetlerden bahsedilen bir konuşmaydı bu. Sanki kadın geliniyle yaşadığı sıkıntıları söylemek için gelmişti teyzemin yanına. Teyzemin de kendini konuşmaya fazlasıyla kaptırıp beni unuttuğunu anladım. Teyzem kadının gelinini tanıyordu ve kadın konuşup şikâyetlerini sıraladıkça ismi geçen geline ağza alınmayacak küfürler savuruyordu.
Konuşma uzayınca dinlemeyi bırakıp teyzemin yatağına uzandım. İçerinin serinliğinde üşümemek için kalın pikeyi çektim üzerime. İçerden teyzemle kadının konuşmaları gelmeye devam ederken gözlerimi kapadım...
Teyzemin dürtmesiyle uyandım. Saate bakınca en az yarım saattir uyuduğumu fark ettim. “Kadın gitti mi?” diye sordum. “Gitti gitti!” dedi teyzem sinirli bir sesle. “Lafı uzattıkça uzattı, uzattıkça uzattı, kalk git de diyemiyorum, yaşlı kadın... Neyse, sen boş ver şimdi onu da az kay hele!” dedi neşeyle. Geniş yatağın ucuna doğru kaydım, teyzem yanıma uzandı. Bir eli göğsümde gezinmeye başladı hemen sonra. Karşılık vermediğimi görünce, “Ee, ne oldu yavrum, niye öyle odun gibi duruyon?” dedi şaşırmış gibi.
“Yok, üşümüşüm biraz, ondandır...” dedim. Üzerime örttüğüm pikeye ve halen çıkarmadığım montuma rağmen üşümüştüm. “Ben seni ısıtırım yavrum, sen hiç merak etme!” dedi teyzem hafiften sararmış dişlerini göstererek. Ardından pardesünün bir düğmesini açtı ve elimi tutup iki düğme arasında kalan boşluktan içeri soktu. Elimin yeniden memeleriyle buluşmasının verdiği hazla teyzemden hafif bir inilti çıktı. İri memeleri sol elimin avucundaydı, ince bluzun altındaki meme uçlarını kolayca hissedebiliyordum.
Yan döndüm biraz, bluzunu yukarı sıyırdım. Elim çıplak etine değdiği anda teyzemin inlemesi çoğaldı. Gözleri kapalı halde dudaklarını ısırıp emiyordu. Sağ memesini pardesünün iki düğmesi arasındaki bir karışlık boşluktan çıkardım dışarı ve deli gibi emmeye başladım. “Ahhh, ımmm, uhhhh...” şeklindeki yüksek perdeden inlemeleri büyük ama sessiz yatak odasını çınlattı.
Meme ucunu vakumlayıp içime çekiyordum durmadan. Teyzemin sol eli saçlarımda, ensemde gezinirken sağ elini aşağıda, yarağımda hissettim. Kot pantolonun üzerinden sertleşmiş yarağımı okşuyordu. Büyük yatağın üzerinde yan yana yatmış halde teyzemle sevişiyordum. Dolgun sağ memesi ağız boşluğumu dolduruyordu. Etli meme ucu daha da şişmiş, büyümüştü kısa sürede.
Bu arada teyzemin sağ eli kasıklarımda, yarağımın üzerinde gezinip duruyordu. İniltileri de çoğalmış, ara ara, “Sik beni, sik, hadi, gir içime, sik...” demeye başlamıştı. Teyzem çok sabırsızdı, beklemeye, sevişmeye vakti yoktu sanki. Bir an önce yarağımı amına sokmamı istiyordu. Saniyeler birbirini kovalarken, “Immm, ahhh, hadi sok artık, sok şunu, hadi...” dedi emreden ve yüksek bir sesle.
Yarağım pantolonun altında sertleşmişti iyice. Memesini emmeyi bıraktım. Pantolonun kemerini çözüm. Yataktan kalkmadan pantolonu çıkardım ayağımdan. Yarağımın kafası külotumdan dışarı çıkmıştı. Teyzem yarağımı görür görmez sağ elini külotumun içine soktu. “Uhhh, çok güzel, devam et, okşa, okşa...” dedim heyecanla. Ben de açıkta duran sağ memesini emmeye başladım yeniden.
Teyzemin hırıltılı ve derinden iniltilerinin arasında fısıltıyla söylediği, “Demir gibi olmuş sikin, demir gibi...” sözleri geliyordu kulağıma. Azgınlık her ikimizin de başına vurmuştu. Teyze ve yeğen değil, bir erkekle bir kadındık o anda. Birbirimizi doyuma ulaştırmaktı tek amacımız. Birazdan yarağım amına girecek, onu çatır çatır hayvan gibi sikecektim. Montum halen üzerimdeydi ve engel yapıyordu. Memesini emmeyi bırakıp dizlerimin üzerinde doğruldum. Ben montumu çıkartırken külotumdan taşıp öne doğru uzamış kalın bir sopaya benzeyen sikimi tuttu teyzem. Külotumu aşağı sıyırdı biraz, sağ eli yarağımın üzerinde gidip geldi bir süre. Bu sırada mavi gözlerini gözlerime dikmişti.
“Ağzıma alayım mı?” dediğinde şaşırdım. “Sen biliyor musun ağzına almasını?” diye sorduğumda, “Ne sandın sen beni?” dedi soruma kızmış gibi. Teyzem hafifçe doğruldu, biraz öne kaydı ve sol dirseğiyle yataktan destek alıp yarağımı aldı ağzına. Dudakları yarağımın kafasına değdiği anda derin bir inilti çıkardım. Teyzemin etli dudakları yarağımın kafasında geziniyordu. Harika bir duyguydu bu. Öz teyzem yarağımı deli gibi emiyordu.
Ancak Refiye, Hüsniye veya Melahat gibi işin ustası olmadığını anladım hemen. Teyzem sadece yarağımın kafasını alıyordu ağzına. Onlar gibi gırtlağına kadar sokup çıkartmıyordu. Yine de çok güzeldi, çok hoşuma gidiyordu. Açıkta duran sağ memesini tutup sıkmaya başladığımda teyzem yarağımı emmeyi bırakıp, “Yapsana böyle, çok güzel!” dedi. Memesinin ucunu parmak uçlarımın arasında sıkarken yeniden yarağımın kafasını aldı ağzına.
“Iğmmm, oğmmm, aoğmmm...” diye diye çıkardığı sesler eşliğinde güzel bir sakso çekiyordu teyzem. Memesinin ucunu sıkmaya, memesini avuçlamaya devam ediyordum onu daha çok memnun edebilmek için. Teyzemin sadece yarağımın kafasında gezinen dudakları, zaman zaman değdirdiği dili beni patlamaya hazır bir bombaya çevirmişti kısa sürede.
Sol elim memelerinde gezinirken sağ elimle başını, yanaklarını okşuyordum. Büyük ve parlak siyah türbanının üzerinde renkli toplu iğneler vardı. Pahalı ipek türbanının üzerinde elim yağ gibi akıyordu. İnlemelerimin arasında, “Devam et, çok güzel, çok iyisin, çok güzel...” deyip duruyordum. Teyzem sözlerimden memnun kalmış gibi hızlı hareketlerle başını öne arkaya oynatıyordu.
Kendimi kasıyor, erkenden boşalmamak için zorluyordum. Ama teyzem yarağımı ağzına almaya devam ettikçe bunun pek de mümkün olmadığını biliyordum. “Bu kadar yeter!” dedim ama teyzem beni duymamış gibiydi. Başını hızlı hızlı oynatmaya başlamıştı şimdi. “Teyze tamam, bu kadar yeter hadi!” dedim biraz daha yüksek sesle. O zaman başını kaldırıp baktı, “Ne oldu yavrum?” dedi. Yarıda bıraktığı işe devam etmek istediği çok belliydi. Yarağımdan akan zevk sıvıları tükürüğüyle birleşip dudaklarını ve çenesini ıslatmıştı.
“Tamam, yeter bu kadar. Sen şimdi uzan, ben seninkini yalayayım!” dediğimde şaşkın ama neşeli bir halde baktı. “Nasıl olacak o yavrum?” diye sordu. “Sen uzan şimdi, bana bırak!” dedim ve ayağa kalktım. Teyzem de kalktı hızlıca ve üzerindeki pardesünün kalan düğmelerini açtı tek tek. Altına kahverengi, ayak bileklerinin üzerine gelen pileli bol bir etek giymişti. Lastikli eteğini sıyırdı aşağı ve çıkardı ayağından.
Ten renkli, tül gibi ince ve kalçalarına kadar gelen bir çorap giymişti. Çorabın kalın ve sıkı lastikleri kalçalarını sıkmıştı. Çorabı sıyırdı bacaklarından ve çıkardı. Un gibi beyaz, dolgun ve parlak kalçaları, bacakları çıktı meydana. 54 yaşında bir kadın için hiç de fena sayılmayacak fiziği vardı teyzemin. Kırmızı, pamuklu bir külot giymişti. Öyle durduğunu görünce, “Hadi, onu da çıkarsana, ne duruyorsun?” dediğimde gülümsedi. “Utandım!” dedi ama külotunu indirmekten de geri kalmadı. Kırmızı külotunu ayaklarından çıkardığında belden aşağısı çıplak halde karşımda duruyordu öz teyzem.
Amında ve kasıklarında bir gram kıl yoktu. Amının derin yarığı, etli ve sarkık ama bir genç kızınki gibi pembe am dudaklarıyla teyzem tam sikilmelik bir kadındı. “Tıraş olmuşsun?” dediğimde, “Ben her zaman tıraşlıyım!” dedi gülerek. Sonra da ben bir şey demeden etrafında döndü. Dolgun göt yanakları sallanıyordu bu dönüşü esnasında. Sağ kalçasının arkasında nerdeyse bir karışlık ameliyat izi vardı. Birkaç sene önce düşüp kırmıştı kalçasını ve ameliyat olmuştu.
Şimdi üzerinde sadece mor renkli uzun kollu bluzu ve siyah türbanı kalmıştı. Türbanın ucunu tutup, “Bunu da açayım mı?” diye sorduğunda, “Gerek yok, boş ver, uzan sen!” dedim. “Zaten açsam da geri bağlayamam. Sabah Elif bağladı bunu, ben beceremiyorum böyle sıkı sıkı bağlamasını...” dedi. Elif’in adı geçince, “Elif biliyor mu buraya geldiğini?” diye sordum. “Yok, Hanife var benim arkadaşım, ona gittiğimi sanıyor, öyle söyledim. Buraya geleceğimi bilse kendi de gelmek isterdi çünkü!” diye cevap verdi.
Ardından yatağın üzerindeki pikeyi ve onun altına serdiği kalın battaniyeyi kaldırdı. Parlak mavi kumaşla kaplı kalın yorganı da kaldırınca yün yatak çıktı meydana. Nerdeyse bir buçuk metrelik kalın bir yastık vardı yatağın üzerinde. Kenarları yorganınki gibi parlak mavi, üzeri ise beyaz işlemeli kumaştandı. Senelerce bu uzun yastıkla yatmışlardı eniştemle beraber. Şimdiyse kısmet benimdi. Teyzem yatağa uzanıp yorganı üzerine çekerken ben de çırılçıplak kalmıştım. Çıplak olunca içerinin serinliğini daha fazla hissettim. Hemen yatağa girdim ve yorganı üzerime çektim.
“Nasıl yapacan yavrum?” dedi teyzem merakla. “Daha önce eniştem yapmadı mı hiç?” diye sorduğumda, “Köyde eşeğini siken adam ne bilsin öyle şeyi yavrum?” dedi sıkıntılı bir sesle. “Sen ağzına almasını nerden öğrendin peki?” diye sorduğumdaysa ilginç bir cevap verdi teyzem. “Senin kancık anan öğretti!” dedi. “Elif’e de o öğretmiş!” dediğimde, “Hee, herkese her bir şeyi öğretir o kancık!” dedi bu kez. Bu sözlerinden sanki annemden hoşlanmıyormuş gibi bir hava çıkıyordu.
“Niye böyle söyledin, annemi sevmiyor musun?” diye sordum merakla. “Siktir et ananı yavrum, buraya ananı konuşmak için mi geldik?” dedi. Sonra da, “Hadi nasıl yapacaksın?” diye merakla sordu. “Bak şimdi!” dedim ve kalın yorganı kaldırdım. “Şu bacaklarını aç, ayır iyice!” dediğimde teyzem iki yana açtı bacaklarını ve dizlerinden bükerek kendine çekti. Manzara çok güzeldi. Teyzemin tıraşlı, kılsız amı tam ağzıma layıktı.
Bacaklarının arasına uzandım boylu boyunca. Ayaklarımı karyolanın demirleri arasından ��ıkardım rahat edebilmek için. Teyzem meraklı ve şaşkın gözleriyle bakıyordu. Üzerindeki mor bluzunu yukarı sıyırdı yeniden ve memelerini çıkardı meydana. Eğildim ve tıraşlı amının derin yarığına dilimin ucuyla dokundum. O anda teyzemden, “Iğhhh...” diye derin bir inilti çıktı. İki elimle kavradım kasıklarını ve başparmaklarımla amının yarığını ayırdım. Etli, pembe am dudakları tüm ihtişamıyla bir çiçek gibi açılıverdi. Dilim am dudaklarıyla buluştu bu kez. Teyzemin derinden gelen iniltisi küçük bir çığlığa dönüştü bu hareketimle.
Bir dondurmayı yalar gibi amını yalamaya başladım. Şampuan kokusunu alıyordum kolayca. Teyzemin amı gerdeğe girecek bir gelininki gibi tertemizdi. Melahat’ın kılsız amından sonra teyzeminki başka bir güzellikti benim için. İkisi de 54 yaşındaydı, ikisinin de amı tertemizdi. Ama Melahat senelerce kerhanelerde çalışmış, binlerce kez sikilmiş, yarak yemişti. Oysa teyzemin amına eniştemin yarağından başka giren bir yarak olmamıştı. Üstelik son altı yıldır o bile girmiyordu. O nedenle Melahat’ın çuval gibi olmuş amına göre nerdeyse bakire sayılacak bir amı vardı teyzemin.
Ve şimdi o bakire amını dilimle yalıyordum. Etli ve pembe am dudaklarını vakumladıkça aynı meme uçları gibi şiştiklerini, büyüdüklerini fark ediyordum. Teyzemin bu yaşına kadar, 36 senelik evliliğinde böyle bir deneyimi yaşamadığını çıkardığı seslerden, hareketlerden çok rahatça anlıyordum. Annemle aralarında 3 yaş fark vardı, ama sikiş hayatlarındaki fark bundan çok daha büyüktü. Konu sikişmeye geldiğinde annem teyzemin nenesi gibi yaşlı ve deneyimli kalırdı. Ama teyzemin amının tazeliğini korumasına yardımcı olan bir tecrübesizlikti bu.
Amının içi pembe, kızıl bir renkteydi. Am dudaklarını vakumlamayı, amının yarığını emmeyi bıraktım ve sulu bir şeftaliye benzeyen içine yönelttim dilimi. Teyzemin, “Yanıyorum!” derken ne kadar haklı olduğunu dilimin amının içiyle ilk temasında anladım. Bir volkan gibiydi amının içi ve sanki içinden kızgın lavlar çıkacaktı her an.
Dilimi olabildiği kadar ileriye uzatıyordum amının içinde. Teyzemin yüksek perdeden, derin derin çıkardığı iniltiler odanın içini çınlatıyordu. “Ağhhh, ohhhh, uhhhh...” sesleri birbirine karışıyordu durmadan. Amının ince, sinirlerle örülü duvarlarını dilimle dövüyordum. Amının içi sıcaklığının yanında aynı zamanda bir sünger gibi ıslaktı. Ve dilim içinde gidip geldikçe, sağa sola hareket ettikçe bu ıslaklığı fazlasıyla hissediyordum.
Her ne kadar bu halde rahat olsam da amını emmekte biraz olsun güçlük çekiyordum. “Teyze şu yastığı versene!” dediğimde, teyzem, “Ne teyzesi ulan, sikerim teyzeni senin!” dedi iniltilerinin arasında. Sözleri beni güldürürken başını kaldırıp altındaki uzun ve kalın yastığı uzattı. Yastık kalın bir ağaç kütüğü gibiydi. İki elimle tutmak zorunda kaldım, “Şu götünü kaldır!” dedim teyzeme. İki eliyle yataktan destek aldı ve götünü kaldırdı epeyce. Hemen yastığı belinin altına koydum. Teyzem o halde durmaya devam ederken, “Tamam, indir!” dedim. Götünü yavaşça indirdiğinde yastık tam belinin altına gelmiş ve götünü havaya kaldırmıştı. İstediğim pozisyon tam olarak buydu.
Yeniden başparmaklarımla ayırdım amını. Açılan boşluktan soktum dilimi. Teyzem, “Ağhhhh...” diye güçlü ve hırıltılı bir inilti çıkardı o anda. Köz gibi sıcak, sünger gibi ıslak amını dillemeye, dilimle sikmeye başladım. Ağzım amıyla bir bütün olmuştu bu pozisyonda. Dilimi içinde oynatırken dudaklarını ve etli bızırını vakumlayıp içime çekiyordum. Teyzemin amının yapışkan ve koyu kıvamlı zevk sıvıları küçük bir çeşme gibi ağzıma akıyordu sanki.
Bu pozisyonda amına nazaran küçük ve sert siyah kıllarla kaplı göt deliği de görünüyordu. Kalçalarından tuttum ve biraz kaldırdım geriye doğru. Göt deliği daha da açığa çıkmıştı şimdi. Amı ile göt deliği arasındaki küçük boşluğu da tıraş etmişti teyzem ama göt deliğinin kıllarına bir şey yapamamıştı. Aynı şampuan kokusunu alıyordum götünden de. Buna ilave olarak hafif bir osuruk kokusu da geliyordu ama beni iğrendirecek kadar değildi. Şampuan kokusu bu kokuyu bastırıyordu. Dakikalardır amıyla uğraşan dilimi bu kez göt deliğine dokundurdum. “Ne ediyon yavrum?” dedi iniltilerinin arasında.
“Götünü dilliyorum!” dediğimde, “Niye?” dedi. Bunu yapmama şaşırmıştı. “Hoşuma gidiyor, senin gitmiyor mu?” dedim ve yeniden göt deliğini dillemeye başladım. “Gidiyor ulan, gidiyor, çok gidiyor...” dedi uykusunda sayıklar gibi. Kısa ve sert kıllar dilimin ucuna minik birer iğne gibi battıkça aldığım zevk, keyif azalmak yerine katlanıyordu. Bu kıllar teyzemin göt deliğini bir kirpinin dikenleri gibi koruyordu sanki. Başparmaklarımla amından sonra göt deliğini ayırdım. Göt deliğinin ağzı hafiften kararmıştı ama içi tıpkı amında olduğu gibi kızıl bir renkteydi. Teyzem renkli renkli giyinmişti bugün. Gri pardesü, siyah türban, kahverengi etek, mor bluz ve kırmızı külot. Amı ve göt deliği de bu renk cümbüşünden nasibini almıştı.
Dilimin ucu göt deliğine girdikçe kızgın bir demirle dövülmüş gibi yanmaya başladı. Teyzemin içinde kızgın lavlar kaynıyordu. Amı ve göt deliği bir volkan ağzıydı, kızgın lavlar o deliklerden dışarıya, dilime ve dudaklarıma akıyordu. Boylu boyunca uzanmıştım, teyzemin kalçalarını kavramış ve onu havaya kaldırmıştım biraz. Böyle olunca hem zorlanıyor hem de yoruluyordum. O nedenle dizlerimin üzerinde dörtayak pozisyonu aldım ve o halde kaldığım yerden devam ettim.
Teyzemin amı ve göt deliğiyle meşgul olunca erkenden boşalmak benim için sıkıntı olmaktan çıkmıştı. Aklım sadece ağzımın, dilimin ucundakilerdeydi. Bir amını bir göt deliğini dilliyor, emiyordum durmadan. Amının koyu, yapışkan sıvıları ile ıslanan dilimi göt deliğine sokup temizliyordum. İkisi arasındaki ince boşlukta gezdirdim dilimi. Bir dondurma gibi yaladım. Teyzem bundan büyük keyif alıyordu. Zaman zaman belini ve götünü oynatıyor, iniltilerinin arasında bana küfürler ediyordu. Ama bunlar tatlı, hoşuma giden küfürlerdi. Beni daha da gaza getiriyordu teyzem ettiği küfürlerle.
Karyoladan gıcırtılar geliyordu ama rahatsız edecek kadar değildi. Am dudakları su çekmiş pirinç tanesi gibi şişmişti. Bızırını dilledikçe teyzem belini kaldırıp indirerek altındaki kalın yastığa şiddetle vurdu birkaç kez. İçerinin serinliğine karşın sevişmenin zevki ve ateşiyle ısınmıştım. Teyzem de aynı benim gibiydi, üşüme gibi bir derdimiz yoktu.
Bu pozisyonda artık yapacak bir şeyim kalmamıştı. “Domalsana, biraz da öyle yapayım!” dediğimde teyzem ses etmeden çabucak doğruldu ve dörtayak üstüne domaldı hemen önümde. Büyüleyici, nefes kesen bir manzaranın karşısındaydım. Teyzemin süt gibi beyaz, dolgun göt yanaklarının arasında derin göt yarığı uzanıyordu. Amının, kasıklarının temizliğine karşın göt yarığı ise kıllarla kaplı bir orman gibiydi. Göt deliğinin ağzındakilere kıyasla daha uzun siyah kıllar kapatmıştı bu vadiyi.
Ellerimle ayırdım göt yanaklarını. Küçük göt deliği karşımdaydı yine. Teyzemin heyecanlı olduğunu göt deliğinin ağzındaki kasılmalardan görebiliyordum. Deliğin ağzı kıpır kıpırdı, bir açılıyor, bir daralıyordu. Ağız dolusu tükürüğümü bıraktım deliğin üzerine. Tükürüğün bir kısmı delikten içeri girerken büyük kısmı amına doğru akıyordu. Göt deliğinin ağzında kalan tükürüğümü suya hasret kalmış gibi emmeye başladığımda teyzemin dolgun göt yanakları taş kesildi bir anda. “Teyze rahat ol, kasma kendini!” dediğimde, “Ne teyzesi ulan pezevenk!” dedi sinirle. Kendisine o anda teyze dememden hoşlanmıyordu ama sonuçta o benim teyzemdi. İsmiyle hitap edecek değildim. Bu küfürleri beni neşelendiriyordu.
Dilimi çıkardım iyice ve göt deliğine sokup çıkartmaya başladım. Amın içine giren bir yarak misali dilimi teyzemin göt deliğine sokuyordum. Teyzem deli gibi, hırıltılar eşliğinde inliyordu. İki eliyle yataktan destek almıştı ve zaman zaman başını yana çevirip bana bakmaya çalışıyordu. Ama halen başında duran türbanı beni görmesine engeldi. Ben de burnunun ucunu yada çenesini görebiliyordum sadece.
Koca memeleri sarkmıştı bu pozisyonda. Sağa sola hareket ettikçe, götünü oynattıkça memeleri içi sütle dolu inek memeleri misali oynuyor, sallanıyordu. Azgınlığım her geçen saniye artmaya, çoğalmaya başlamıştı. Dilimin ucundan sonra ağzımı götüyle buluşturdum. Göt deliğini ağzımla ısırıp parçalamak, yutmak istiyordum sanki. Yarağım kalın bir sopa gibi sallanıyordu önümde. Zevk sıvıları akıyordu kafasından. Teyzemin saksosuyla da epeyce ıslanmıştı zaten. O ara teyzemin, “Sik ulan artık orospu çocuğu, bırak emmeyi, yalamayı!” demesiyle bu fasla son vermenin zamanının geldiğini anladım.
Götüne sağlam bir şaplak attım. Göt yanakları deli gibi löpürderken çıkan ses odayı çınlattı resmen. “Napıyosun?” dedi teyzem sinirli bir sesle. “Sen şimdi görürsün orospu çocuğunu!” dedim neşeyle. Artık teyzemi sikme vakti gelmişti...
“Bacaklarını az aç!” dedim. Teyzem dediğimi yaparken ben de yarağımı sıvazlıyordum. Dizlerimin üzerinde öne doğru kaydım biraz. Ellerimle göt yanaklarını ayırdığımda teyzemin tıraşlı ve sulu amcığı çıktı ortaya. Zevk sıvılarının ıslattığı yarağımın kafasını amına değdirmemle birlikte teyzem de, “Uğhhhh...” diye ulumayı andıran bir ses çıktı. Yarağım ayrık duran amına girmeye başladığında inleme sırası bana gelmişti.
Zevk iniltilerimin arasında yarağım gözden kaybolurken teyzemin yanan amına giriyordu ağır ağır. Bu anda teyzemin dolgun vücudunun elektrik çarpılmış gibi titrediğini görüyordum. Kalın belini tuttum, öne doğru biraz daha kaydığımda yarağım taşaklarıma kadar girmişti amına. Teyzemin amı tamamen almıştı yarağımı.
Melahat’ın çuval gibi olmuş amına kıyasla teyzeminki genç bir kızınki gibi dardı. Oysa ikisi de aynı yaştaydı. Yarağımı yavaş hareketlerle amına sokup çıkarıyordum. Teyzemin amı yarağımı içinde sıkıştırıyordu sanki. “Ohhh, sik, sik, uhhh, sik, daha çok, sik, kökle, kökle ulan, kökle...” diye diye söyleniyor, inliyor, beni gaza getirmeye çalışıyordu. Yarağımın üzeri amında gide gele koyu kıvamlı bir sıvıyla kaplanmıştı. Teyzemin amının zevk sıvılarıydı bunlar ve yarağım içinde gidip geldikçe daha da sulanıyordu amı.
Hareketlerimi hızlandırmaya başladığımda teyzemin iniltileri aynı oranda artmaya başlamıştı. Durmadan, “Sik, sik, daha çok, sik...” demeye devam ediyordu. “Amın daracık, genç kız mısın sen, ha, dapdar amın var, eniştem hiç mi sikmedi seni, ha, söylesene, hiç mi sikmedi?” diyordum aldığım zevkle. Son altı yıldır eniştem hiç sikmemiş, sikememişti teyzemi ama ondan önce de pek fazla sikmemişti anlaşılan. Amının böylesine dar olmasını başka türlü anlayamıyordum.
Daha da hızlanmaya başladığımda teyzemin göt yanakları löpürdemeye başladı. Kasıklarım ve taşaklarım çarptıkça şiddetli ses patlamaları oluşuyor, büyük ve boş odanın içini çınlatıyordu. Karyoladan da sesler gelmeye başlamıştı bu arada. “Ahhh, ahhh, ayyyy, ahhhh...” sesleri teyzemin ağzından sanki bir şarkı söylüyormuşçasına çıkıyordu. Göt yanakları ve belinin yağlı, kalın etleri suyun dalgalanması gibi dalgalanıyor, sallanıyordu. 'Şlop, şlop, şlop!' sesleri terlemiş kasıklarımızın çarpışmasından çıkan bir nağme gibi yayılıyordu odada.
“Özledin mi yarak yemeyi, ha, söylesene, özledin mi?” diyordum dişlerimi sıkarak. Aldığım keyifle bütün her yanım uyuşmuş, gıdıklanıyor gibiydim. Teyzemin soruma cevabı iniltili sesiyle uzun bir, “Eveeettt!” oluyordu her seferinde. Teyzem yarak yemeyi özlemişti ve ben de onun bu özlemini gideriyordum. Teyze amı sikmenin ayrıcalığını yaşıyordum aynı zamanda.
Kıllı göt deliğine sağ elimin başparmağını bastırdım. İlk boğumuna kadar girdiğinde teyzemden hırıltıyı andıran sesler çıkmaya başladı inlemesinden hariç. Sol elim belinde, göt yanaklarında, kalçalarında geziniyordu. Teyzemin inlemeleri her geçen saniye çoğalmaya, küçük birer çığlığa dönüşmeye başlamıştı artık. Harika bir sikiş ziyafeti çekiyordum 54 yaşındaki öz teyzemle. Aldığım zevkle daha hızlı ve daha güçlü pompalamaya başladım. Teyzem yatağın üzerindeki ellerini iki yana daha çok açarken belini de indirdi bu sırada. Benim için en uygun pozisyonu ayarlamaya çalışıyordu sanki.
Parmağımı çıkardım göt deliğinden. Kıllı deliğin ağzı küçük bir madeni para kadar açık haldeydi şimdi. Yarağım amının en diplerine, derinlerine girip çıkıyordu hiç durmadan. Bir ara boşalacak gibi oldum. Hemen çıkardım yarağımı. Teyzem, “Geldin mi yavrum?” diye sordu başını yana doğru çevirerek. “Yok, daha değil, biraz bekle!” dedim. Yarağımı tutup göt yanaklarına ve göt deliğine sürttüm.
Teyzem kendisini götünden sikeceğimi sandı bu sırada ve “Arkadan olmaz yavrum, arkadan olmaz!” dedi heyecanlı bir sesle. “Tamam tamam, korkma!” dedim gülerek. İçerinin serinliğine karşın terlemiştim. Göğsüm ve karnım terden ıslanmıştı. Aynı şekilde teyzemin göt yanakları ve beli de ıslanmış, loş karanlıkta parlıyor gibiydi. Bembeyaz göt yanakları ve kasıkları kızarmıştı.
Kısa duraksama boşalmama engel olmuştu. Yarağımı sıvazladım, üzeri vıcık vıcık olmuştu. Teyzemin amının yoğun sıvılarına benim zevk sıvılarım karışmıştı. Amına sürttüm yarağımı tekrar sokmadan önce. Teyzem bundan çok memnun kalmıştı. “Az öyle yapsana!” deyince, “Hoşuna mı gitti?” dedim. Teyzem bana cevap vermek yerine sol dirseğini yatağa dayayarak destek alırken sağ elini alttan amına attı. Parmakları amının üzerindeydi, yarağımın kafasına değdiriyordu bu arada. Teyzemin sikilmeye olan açlığı ortaya çıkıyordu bu hareketleriyle.
Amının sarkık, etli dudaklarına sürtüyordum yarağımı. Teyzemse hızlı hareketlerle amını ovalıyordu. Bu sırada inlemeyi de ihmal etmiyordu. Sonunda amı yeniden kıvama gelmişti. “Elini çek!” dediğimde bir köle misali çekti elini ve yeniden iki eliyle yataktan destek alarak doğruldu. Ellerini iki yana açarken amına sokmaya başladım yarağımı. Kısa sürede amıyla bütünleşmişti yarağım.
Bir süre o halde kaldım. Derin derin birkaç nefes aldım. Bu sırada teyzemden, “Sik, sik, daha çok, daha çok!” sözleri çıkmaya başlamıştı yine. Ellerimle belini kavradım ve yarağımı çıkardım yavaşça amından. Sonra da büyük bir güçle soktum amına. Teyzemden, “Iğhhh...” diye küçük bir çığlık çıkarken yarağımı yeniden yavaş yavaş çıkardım. Ardından yeniden büyük bir güçle soktum. Kasıklarıma kadar girmişti yarağım ve birkaç saniye bekledim o halde.
Yavaş hareketlerle yarağımı amının içinde oynatırken teyzem, “Uhhhh, uhhhh, çok güzel, çok güzel...” diyordu inilti sesleri eşliğinde. Yarağım teyzemin daracık amının içinde döne döne ilerleyen bir beton delme makinesiydi sanki. Amının duvarlarına sürte sürte kendine yol açıyordu. Kısa bir süre devam ettim bu hareketlerime. Ardından hızlı hızlı sikmeye başladım. Terli kasıklarım, taşaklarım çarptıkça göt yanakları deli gibi löpürdüyor, titriyordu.
Karyoladan gelen gıcırtılara teyzemin inlemeleri, benim zevk sözcüklerim, sikişimizin sesleri karışıyordu. Artık sona doğru yaklaşıyordum. Daha fazla kendimi kasmama gerek yoktu. Hem dayanacak, sabredecek gücüm de kalmamıştı. Her yerim uyuşmaya, karıncalanmaya başlamıştı. Teyzemin beline doğru inen bluzunu sıyırdım yukarı. Öne doğru eğildim ve deli gibi sallanan iri memelerini kavradım ellerimle. Onları sıkıp yoğururken daha güçlü şekilde pompalıyordum. Boşalmaya yaklaştıkça hareketlerim hızlanmıştı.
Teyzemin memeleri ellerimin arasından kurtulmaya çalışıyor gibiydi. Avuçlarımdan taşıyordu, onları tutmakta güçlük çekiyordum. “Sik, sik, kökle, daha çok, kökle, sik, ohhh, sik, ahhhh...” teyzemin durmadan çıkardığı sesler, söylediği sözler beni daha da gaza getiriyordu. Var gücümle sikiyordum, ama teyzem durmadan, “Kökle, kökle!” dedikçe sanki yetersiz kalıyormuşum gibi bir his uyanıyordu içimde. Sikişmenin şiddetiyle başından çıkarmadığı türbanın uçları oluşan rüzgârda sallanıp duruyordu.
Derken daha fazla gidecek, kökleyecek gücüm, takatim kalmadığında deli gibi boşalmaya başladım. Ellerim teyzemin memeleriyle doluydu, yarağımsa onun amını dolduruyordu. Boşalırken de yarağımı sokup çıkarmaya devam ettim amına.
Kalbim deli gibi çarpıyordu. Yüzümün terden sırılsıklam olduğunu biliyordum. Göğsümün kılları sanki banyodan yeni çıkmışım gibi ıslak bir haldeydi. Teyzemin bembeyaz göt yanakları nar gibi olmuştu. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum. Teyzemin de benden farkı yoktu bu konuda. Aldığı güçlü nefeslerin sesi kulaklarımda çınlıyordu. Saniyeler sonra kendime gelirken teyzemi kendime doğru çektim. Ellerini çekti yataktan ve dizleri üzerinde doğruldu. Yarağım halen amındaydı.
Yumuşacık ipek gibi türbanı yanaklarımı okşarken omuzlarını öptüm. Koca memelerini avuçlayıp sıkıyordum yine. Deli gibi boşalmış, müthiş keyif almıştım. “Harikasın teyze, fena boşalttın beni!” dedim memelerini hamur gibi yoğururken. Memelerindeki ellerimi tuttu sıkı sıkı, “Geldin mi yavrum?” dedi nefes nefese kalmış halde. “Geldim, hem de çok pis geldim!” dedim ve yine çıplak omuzlarını öptüm uzun uzun. Tuzlu terini emdim. Üzerinden halen parfümün güzel kokusu geliyor olsa da aynı zamanda koltuk altlarından da yoğun bir ter kokusu alıyordum. Ama o anda bunu düşünecek halde değildim.
Teyzemin yaşına rağmen daracık amı yarağımı sıkıyordu bu halde. “Az öne doğru eğil!” dediğimde ellerini koydu yeniden yatağa. O böyle yapınca çıkardım yarağımı amından. Yarağım sırılsıklam bir haldeydi. Sırtüstü bıraktım kendimi yatağa. Teyzem de ahlayıp ıhlarken yanıma uzandı. Sağ elini yarağıma attı, “Hoşuna gitti mi?” diye sordu. “Çok, çok mutlu ettin beni!” dedim. Sonra da, “Senin hoşuna gitti mi?” diye sordum. “Çok gitti yavrum, onca zaman sonra ilaç gibi geldin vallahi. Elif senin için az bile demiş, bu işleri iyi biliyorsun!” dedi dudaklarını ısırarak. “Elif sana anlattı mı olanı biteni, yani Refiye’nin evinde olanları?” diye sordum bu sözlerinden sonra. “Yok, Elif öyle şeyleri bana der mi hiç yavrum, aklın alıyor mu senin. Anana söylemiş, o sorunca anlatmış işte. Ben de anandan duydum...” diyerek yanıt verdi. Bir süre sessiz kaldık.
“Elif mi daha çok hoşuna gitti, ben mi?” diye sorduğunda, “Niye sordun?” dedim. “Hiiç, öyle merak ettim işte!” dedi yarağımdaki elimi göğsümde gezdirmeye başlarken. “Ana kız ikiniz de çok iyisiniz!” dediğimde başını kaldırdı birden ve sinirlenmiş gibi bir ifade takındı. “Seni eşşoğleşşek, ne şiş yansın ne kebap misali cevap veriyorsun!” dedi ve sonra da gülmeye başladı. Sararmış dişlerini göstere göstere gülerken, “Ne yapayım teyze, mecburen orta yolu bulmam lazım!” dedim.
Teyzemin gülmesi bitince, “Ben banyo edecem yavrum!” diyerek kalktı. “İyi, tamam!” dedim ve kalın yorganı çektim üzerime. Teyzem banyoya geçerken boşalmanın verdiği rehavet ve yorgunlukla gözlerimi kapayıp uykuya daldım. Ancak 10-15 dakika kadar sonra teyzemin, “Osman, hadi kalk git yıkan, öyle yatma, git yıkan aslanım, su sıcak, hadi git yıkan!” demesiyle uyandım.
Teyzem karşımda çırılçıplak bir haldeydi. Başındaki türbanı da açmıştı. Halen uzun olduğunu sandığım saçlarını omuzlarına kadar kestirdiğini gördüm. Ve ıslak saçları kumral değil kestane rengiydi. Bu haliyle çok ilginç görünüyordu teyzem. “Hayırdır teyze, bu saçlarının hali ne böyle?” diye sordum ister istemez.
“Niye, ne oldu ki yavrum?” dedi şaşırmış gibi. “Kestirmişsin, hem bu renk ne böyle?” dediğimde, “Dökülüyordu yavrum, ne edeyim. Ha bu tepem açıldı döküle döküle, bak!” dedi ve bana doğru birkaç adım atıp eğildi, başının üzerindeki bir yeri gösterdi. Saçlarını tutup ayırınca gerçekten de gösterdiği yerin kelleştiğini gördüm. “Niye boyadın peki?” diye soruncaysa, “Senin ananın bok yemezliği, illa boyatalım deyip durdu. Senin bu Refiye yaptı zaten, o boyadı!” dedi.
Yatmaya devam ettiğimi görünce, “Hadi oğlum git yıkan, durma öyle cenabet cenabet. Su akıyor sıcak sıcak. Havlu da var, sabun da, git yıkan hadi!” dedi. Bu sırada kendisi giyiniyordu. Yataktan kalkıp banyoya geçtim. İçerisi buharla dolmuştu. Duvarda büyük bir termosifon vardı. Uzun, eskiden kalma küvete girdim ve sıcak suyu açıp yıkandım güzelce. Kurulanıp odaya geçtim.
Teyzem yoktu, mutfaktan sesler geliyordu. Giyinip mutfağa geçtiğimde masanın üzerinde yiyecek bir şeyler olduğunu gördüm. Teyzem marketten alışveriş yapmıştı. Birkaç çeşit peynir, zeytin, kaymak, bal, meyve suyu vs. derken mükellef bir kahvaltı sofrası vardı karşımda.
“Gel aslanım, yorulmuşsundur, senin beslenmen lazım ki güçlenesin!” dedi gülerek. Hemen ardından da yarım ekmeğin arasını kaymak ve peynirle doldurup üzerine epeyce bal döktü. Sabah Melahat’ın evinde yaptığım basit kahvaltıdan sonra bir ziyafetti bu. Büyük bir iştahla yedim hepsini. Karnımı doyurduktan sonra bir sigara yaktım. Saat 14:00 olmak üzereydi. Teyzem de büyük bir iştahla arasını peynirle doldurduğu yarım ekmeği midesine indirdi.
“Eniştem çok boşlamış seni teyze, çok yalnız bırakmış. Amın daracıktı!” dedim sigaramdan derin bir nefes çekerken. “Hee, çok boşladı aslanım, dedim ya sana. Elini bile sürmüyor artık, siki kalkmaz olunca sanki hayata küstü herif. Ellemeye bile yanaşmıyor artık. Hiç olmazsa biraz ellese mellese böyle olmam ben. Gavat artık bıraktı hepsini!” dedi gülerek.
“İyi siker miydi peki eskiden?” diye sorduğumda, “Tövbe tövbe!” dedi başını sağa sola sallayarak. Ama aynı zamanda gülüyordu. O gülünce ben de gülmeye başladım. “Ha, söylesene, iyi siker miydi eskiden?” diye sordum yeniden. “İyi iyi, iyi sikerdi ama bıraktı artık. Ben onun için yanıyorum diyom sana aslanım. Herif alıştırdı onca zaman, bırakınca da bütün dengem şaştı!” dedi kahkahayla.
“Kaç posta atardı peki?” diye sorduğumda işaret parmağıyla bir işareti yaptı. “İki olmaz mıydı?” dedim sigaramdan bir nefes daha çekerken. Teyzem kendine meyve suyu doldururken “İlk zamanlarda olurdu, iki, üç... Allah ne verdiyse yani... Ama sonraları teke düştü!” dedi bir gözünü kırparak.
Teyzem, “Dün gece nerde kaldın sen?” diye sorduğunda konuyu Refiye’ye getireceğini anladım. Lafı hiç dolandırmadan, “Bir arkadaşın evinde kaldım!” dedim. “O karı seni evden attı değil mi?” dediğinde derin bir iç geçirip, “Biraz tartıştık, ben de eve gitmedim!” dedim yanıt olarak. Teyzem bir süre sessiz kaldıktan sonra Refiye’ye küfür etti.
Ve “O karı Özlem’in tırnağı olamaz. Ben anana elli kere dedim, bu karıyı alıp da ailenin içine sokma dedim, bu karının ne bok olduğu belli değil dedim ama beni dinlemedi anan. Aklı fikri karının malında, mülkünde, parasında. Yanlış anlama yavrum, artık senin karındır, helalindir ama söylemesem de içimde kalır. Bu karıya dikkat et aslanım, adamı suya götürür susuz götürür cinsten bir karı bu. Almanya yüzü görmüş, anasının gözü, çok dikkat et aslanım. Seni evden mi attı, ne ara ne sor. Siktir et, arayıp da onu adam yerine koyma. Öyle yaparsan daha çok sikmek isteyecektir seni. Zaten karı milleti öyledir yavrum. Erkek onu adam yerine koymazsa köpek gibi peşinden koşar, yok erkek bunu prenses ederse de onu sikmek için kırk takla atar...”
“Senin anan kancığın tekidir, para için götünü siktirir. Böyle diyorum diye kızma bana, sonuçta senin anansa benim de bacımdır kaç senelik ama işin gerçeği de bu yavrum. Baban desen anandan daha beterdir o gavat. İkisi birbirini iyi bulmuş zamanında. Senin bu Özlem esaslı kadındır yavrum, kocaman gelinlik iki kız büyütmüş. Maşallah ikisi de birbirinden güzel. Özlem ne de olsa bizim kızımız, kaç senedir ailemizin içinde. İyi kötü tanıyoruz kendisini ama bu Refiye karısı kimdir necidir bilen eden yok. Anan gidip de nerden buldu bunu bilmiyorum...”
“Allah için karı güzel, on numara... Kaşı, gözü, götü mötü on numara... Ama başka ne numaraları var belli değil. Onun için yavrum sen bu karıya dikkat et her zaman. O aramazsa sen de arama, köpek gibi yalvart onu, bırak o senin peşinden koşsun. Sen kaç yaşındasın o kaç yaşında. Sonuçta birkaç sene sonra o da götü göbeği salmaya başlar bizim gibi, ama sen daha aslan gibi delikanlısın...”
“Erkek kısmının gücü siki kalktıkça vardır yavrum. Bir adamın siki kalkmaz olunca ondan artık adamlık, kocalık bekleme. Senin daha önünde uzun senelerin var aslanım, daha çok kaldıracaksın o sikini. Onun için kendini aciz gösterme o karıya karşı. Erkek gibi ol. Sikmen gerekirse sik, ama dövmen gerekirse de döv...” dedi.
Teyzem verdiği nasihatlerden sonra sigara paketine uzanıp bir sigarayla çakmak aldı. Sigarasını yakıp derin birkaç nefes çekip dumanını suratıma üfledi. “Ben seni sigara içmez biliyordum?” dediğimde, “Arada sırada içerim bir iki tane...” dedi.
Başını bağlamamıştı. Tam kurutmadığı halen ıslak görünen kestane rengi yakışmıştı teyzeme. “Güzel olmuşun bu saçlarla!” deyince, “Senelerce uzattık da ne oldu, daha kısaydı aslında da uzadı biraz. Bu yaştan sonra saçla, kılla mılla uğraşacak halim kalmadı...” dedi sigarasını söndürürken.
“Elif gerçekten hamile mi yoksa beni mi kandırdın?” diye sorduğumda, “Ne bileyim yavrum doktor değilim ki ben. Ama gebe karıdan anlarım. Öbür iki gebeliği de böyle başlamıştı. Daha ilk günden öğürmeye, kusmaya başlamıştı. Kimi karınınki böyledir, ilk günden belli eder kendini. Kimininki de hiç belli olmaz. Misal ben üç aylık gebeyken öğrenmiştim. Doğurana kadar da ne ağrım sancım olmuştu ne de bulantı mulantı... Sen gene de emin olmak istiyorsan al kızı götür bir doktora muayene ettir...” diyerek yanıt verdi.
Bir sigara daha alıp yaktım. Teyzem sofrayı toplarken ben de kalkıp evin içinde gezindim. Diğer odalara baktım. Evin altı odası bir de kocaman salonu vardı. Mutfağı ve banyosu çok büyüktü. Bahçesi de epey genişti, yüksek ve kalın beton duvarlarla çevirmişti eniştem bahçeyi. Eniştem bu evi seneler evvel kendisi yapmıştı. Kendi zevkine göre yaptığı ev bu kadar büyük olunca hem temizliği zor, hem de ısınması masraflı olduğu için teyzem hep şikâyet eder dururdu. Bu şikâyetler neticesinde şu an oturdukları daireyi almıştı eniştem. Elif’le evlenince burası benim yuvam olacaktı.
Teyzem mutfaktan sonra yatak odasına geçmiş yatağı topluyordu. “Bu çarşaf da kirlenmiş, ama neyse siktir et!” dedi bana bakıp gülerek. Köşedeki koltuğa oturdum. Teyzem eğilip kalktıkça, hareket ettikçe bluzunun altındaki koca memeleri sallanıp duruyordu. “Niye sutyen giymedin?” diye sorduğumda, “Çok sıkıyor, bu memelerimin altı yara oldu hep!” diyerek yanıtladı. “Peki Elif bir şey demedi mi dışarı çıkarken?” diye merakla sordum. “Ne soracak yavrum, kadının yanına gidiyorum dedim. Pardesüm üzerimde, dışardan bakınca belli mi oluyor sanki. Bu zamana kadar sutyen giyip mi çıkıyorduk dışarı, bazen sıcaklarda külot bile giymiyorum ben!” dedi gülerek.
Teyzem yatağı toplamayı bitirip yanıma gelince elini tuttum, “Şöyle gelsene!” dedim ve dizlerimin üzerine oturmasını istedim. Teyzem bir şey demeden dediğimi yapıp oturdu dizlerime. Sağ elimi bluzunun altından soktum ve memelerini avuçladım. “Ne oldu yavrum, azdın mı gene?” deyince, “Çok azdım hem de, balla kaymakla besliyorsun beni, kim olursa azar onları yiyince!” dedim ve bluzunu yukarı sıyırdım iyice.
Meme uçlarını emmeye başladım. Teyzem saçlarımı okşarken, “Osman gidelim artık yavrum, başka zaman gene geliriz!” deyince, “Bırak başka zamanı, şimdi yapalım. Bekleyecek halim yok!” dedim. Memelerini tutup sıkıyor, yoğuruyor, deli gibi emiyordum. Teyzemin sağ eli sırtımda, ensemde geziniyordu bu sırada. “Şunu çıkarsana!” dedim ve bluzunu çıkarmasını istedim. Teyzem bluzunu başının üzerinden çıkardı. Bu sırada oldukça kıllı olan koltuk altlarını gördüm. “Amını tıraş etmişsin ama bu kıllar ne böyle?” diye sorduğumda, “Bunlara jilet vurmam ben yavrum, bunları kremle alıyorum, ama o da bitmiş...” dedi.
Sikişmemizin sonrasında burnuma gelen yoğun ter kokusunun kaynağıydı bu kıllar. Şimdi de terden dolayı hafif bir ter kokusu geliyordu koltuk altından. Yeniden memelerini emdim, bembeyaz koynunu ve boynunu öptüm, yaladım. Teyzem ilk başta gidelim dese de şimdi tava gelmişti. Enseme bastırıyordu bir eliyle. Meme uçlarını ufak ufak ısırırken, “Yala, yala, öyle daha güzel!” dedi fısıltılı bir sesle.
Dilimi çıkardım ve onun isteğini yerine getirmeye başladım. Dondurma gibi yalamaya başladım meme uçlarını. “Daha hızlı, daha hızlı!” dedi bu sefer de. Daha hızlı ve yoğun şekilde yalamaya başladım. Teyzemden hırıltılı inlemeler gelmeye başlamıştı. İki koca memesini alttan tutup kaldırıyor, sıkıyor, yoğuruyordum durmadan. “Ohhh, ohhh...” sesleri eşliğinde enseme var gücüyle bastırıyordu.
Biraz sonra, “Az dur hele!” diyerek kalktı ayağa ve eteğini yukarı çekti epeyce. Bembeyaz kalçaları açığa çıkarken kucağıma oturdu. Bu halde daha rahattı onun için de benim için de. Memelerinde gezinen ellerim bu kez arkaya uzandı, göt yanaklarını kavradım. Kırmızı pamuklu külotunun içine soktum ve avuçladım dolgun göt yanaklarını.
Teyzem enseme bastırmaya devam ederken ben de memelerini emiyor, yalıyordum yine. Sol eli ensemdeyken sağ eliyle memelerini sırayla tutup ağzıma hizalıyor, emmem için yardımcı oluyordu. Bu arada arkada sağ elimin orta parmağı derin göt yarığının içinde gezinmeye başlamıştı. Parmak uçlarıma kıllar geliyor, batıyordu. Teyzemin iniltilerine benim memelerini emerken çıkardığım sesler karışıyordu. Oturduğumuz tek kişilik koltuktan da gıcırdama sesleri gelmeye başlamıştı.
Göt yarığında gezinen orta parmağım kıllı göt deliğinin ağzına gelmişti artık. Yavaş yavaş bastırmaya başladığımda göt deliğinin darlığını ilk anda hissettim. Parmağım ilk boğumuna kadar içine girmiş ama büyük bir basınç hissediyordum parmak ucumda. Yine de ağır ağır sokmaya devam ettim parmağımı. Teyzem göt deliğine parmağımın girdiğini anlamamış gibiydi sanki, yine enseme bastırmaya ve memelerini tutup ağzıma vermeye devam ediyordu.
Parmağımı zorlaya zorlaya sokuyordum götüne. İkinci boğumuna geldiğinde teyzem fısıltılı bir şekilde, “Neydiyon yavrum?” dedi. Kucağımda oturuyordu ve ileri geri yaylanmaya başlamıştı bu sırada. Koynunu, boynunu öpmeye başladım bu sözlerinden sonra. Cevap vermek yerine parmağımı daha da sokmaya uğraşıyordum. Derken sonunda dibine kadar girmişti parmağım göt deliğine. O anda teyzemden, “Hıhh, hıhhh...” sesleri çıkmaya başladı. Hareketleri ve yaylanması da çoğalmıştı.
Parmağım göt deliğindeydi ve ilk baştaki büyük basıncı hissetmiyordum şimdi. Hatta parmağımı ileri geri oynatmaya başladım içinde. Kıllı göt deliği bir misafir kabul eder gibi kabul etmişti parmağımı. Teyzemin hırıltılı inlemeleri ve yaylanmaları bundandı. Yarağım pantolonun altında sertleşmişti iyice. İkinci postayı atmak için sabırsızlanıyordum.
Teyzemin vücudu gittikçe katılaşmaya başlamıştı. Kendini fazlasıyla kasıyordu. Bu kasılmalardan göt deliğindeki parmağım da nasibini almaya başlamıştı. İlk andaki rahatlık şimdi yerini sıkıntı ve hatta acıya bırakmıştı. Teyzemin göt deliği sanki bir jilet gibi kesecekti parmağımı, o kadar sıkıyordu kendini. Ama bu arada delirmiş gibi ileri geri yaylanıyordu kucağımda. Tek kişilik koltuktan çatır çutur sesler geliyor ve koltuk eski marley yüzeyin üzerinde geriye doğru kayıyordu.
Saniyeler içinde teyzemin iniltileri, sallanışları tavan yaptı. Parmağım zonkluyordu götünün içinde olduğu halde. “Sik, sik, ohhh, sik, sik, ohh, sik!” demeye başlamıştı teyzem. Parmağımı götüne sokmamdan keyif almış gibiydi. İki elini boynuma doladı sıkıca ve kendini bana bastırmaya, yaslamaya başladı. Teyzem götüne giren parmağım sayesinde boşalıyordu. Onu amından sikerken bile böylesine zevke gelmemişti.
Hareketleri yavaş yavaş azalmaya başladığında parmağım da rahatladı biraz olsun. Götünün içinde hızlı hızlı ileri geri hareket ettirmeye başladım. Teyzem bu anda inlemekle, ahlayıp ıhlamakla meşguldü. Elleri sırtımda geziniyordu, sırtıma masaj yapıyordu sanki. “Geldin mi?” diye sordum. Yüzü terden sırılsıklam olmuş aynı zamanda kızarmıştı. “Hee, geldim yavrum!” dedi boynumu öperken. Onu götüne parmağımı sokarak boşaltmıştım.
Bu arada parmağım genişlemiş ve kayganlaşmış sımsıcak göt deliğinin içinde çok rahatça gidip geliyordu. Oturduğum yerde boşalacak hale gelmiştim aldığım zevkle. Bir an önce amına girmezsem o halde boşalacaktım. “Az kalk hele, kalk!” dedim ve parmağımı çıkardım göt deliğinden. Teyzem yavaş hareketlerle kalktı kucağımdan. Parmağımdan yoğun bir osuruk kokusu geliyordu, aynı zamanda epeyce kızarmıştı.
Teyzem ayağa kalkınca ben de kalktım hemen ve soyundum çabucak. Yarağım sertleşmişti iyice ve zonkluyordu sanki. “Şöyle gel, otur koltuğa!” dediğimde, teyzem, “Nasıl olacak yavrum?” dedi merakla. “Sen otur, dediğimi yap!” dedim. Teyzem oturmadan önce eteğinin altına elini sokup kırmızı külotunu indirdi aşağı ve ayağından çıkardı. Külotu yatağın üzerine atıp oturdu koltuğa. “Az geri yaslan!” dediğimde teyzem koltuğun arkasına yasladı kendini iyice. Ayak bileklerinden kavradım ve kaldırdım bacaklarını. Eteği kalçalarına doğru sıyrılırken tıraşlı amı çıktı ortaya. Öne doğru çektim, böyle olunca götü biraz havaya kalkmış gibiydi.
Eğildim öne doğru ve kalın bir sopaya dönmüş yarağımı amına hizaladım. Teyzemin bacaklarını biraz daha kaldırdım geriye doğru. Teyzem ellerini koltuğun kollarına attı bu pozisyonda. Yarağım yavaş yavaş amına girmeye başlarken, “Immm...” diye derin bir inilti çıkardı. Biraz daha eğildiğimde yarağım amına daha çok giriyordu. Teyzemin aldığı zevk de çoğalıyordu elbette. Sonunda dibine kadar almıştı yarağımı. O halde bir süre bekledim. Amının içi fırın gibiydi yine.
Önce yavaş sonra hızlı hızlı sikmeye başladım. Ayaklarını omzuma atarken koltuğun kenarlarından tuttum sıkıca. Bu arada teyzem de ellerini arkaya, koltuğun sırtına atmıştı. Benimle koltuğun sırtı arasında sıkışmış, iki büklüm olmuş vaziyetteydi. Hızlı hızlı pompaladıkça kasıklarım ve taşaklarım onun terli kasıklarına çarpıyor ve oldukça şiddetli 'Şlop, şlop, şlop!' sesleri yatak odasında yankılanıyordu.
Koltuk geriye doğru daha çok kaymaya başlamış, bu arada çıkan şiddetli sesler daha da artarak devam ediyordu. Bacaklarımı dizlerimden bükmüş haldeydim, var gücümle sikiyordum teyzemi. Koca memeleri pompaladıkça deli gibi sallanıyordu her yöne. Dolgun, yağlı vücudu, etleri de kat kat olmuş bir halde löpürdeyip duruyordu. Teyzemin başı memeleriyle aynı hizaya gelmişti ve memeleri zaman zaman yüzüne çarpıyor, değiyordu.
Omzumdaki bacakları dik bir sopa gibiydi ve hareketlerimle birlikte sallanıyorlar, omzuma vurup duruyorlardı. Teyzemin iniltileri kesilmeden devam ederken devamlı olarak, “Kökle, kökle, sik, sik, daha çok, daha çok, sik...” deyip duruyor beni gaza getirmeye çalışıyor gibiydi. Sözleri gerçekten de beni gaza getirecek bir etki yaratıyordu. Var gücümle pompalıyor, adeta amını delmeye çalışıyordum. Terlemiş kasıklarımızın çarpmasından çıkan yoğun sesler her şeyi bastırır olmuştu. Yatağın üzerindeki montumun cebinde telefonumun çaldığını zor duyuyordum. Tam sikişme sırasında arayan kimdi bilmiyorum ama hiç umurumda değildi.
“Sik, ohhh, sikkk, sikkk!” teyzemden başka ses çıkmıyordu, sanki başka kelime bilmiyordu. “Ha, iyi mi böyle, yetmiyor mu sana, haa, söylesene, yetmiyor mu?” diyordum o sürekli, “Sik sik!” dedikçe. Teyzemin suratı ve kasıkları pancar gibi kızarmıştı. Kızıl kestane boyalı saç diplerinde ter damlacıkları oluşmuş, alnına akıyordu. Dudaklarını emiyor, ısırıyordu. Bir ara ağzını açtı epeyce, sanki burnundan nefes alamıyor gibiydi ve ağzını onun için açmıştı. Mavi gözlerini dikmişti gözlerime.
Koltuk kaya kaya arkasındaki duvara yaslanmıştı artık ve artık ne kadar gücüm kaldıysa köklemeye, pompalamaya başlamıştım. Sikişin şiddetiyle teyzemin omzumdaki sağ bacağı birden kayıp hemen yanımızdaki perdeye değdiğinde kalın kadife perde dalgalandı. Şimdi sadece sol bacağı omzumdaydı ve sağ ayağı perdeye değip duruyordu. Tabii perde rüzgârda sallanan bir yaprak gibi sallanıyor, dalgalanıyordu. Artık kendimi kaybetmiş, delirmiş gibiydim. Teyzemi var gücümle sikiyordum.
O anda hiç ummadığım bir şey oldu. Bacaklarımda ve karnımda bir ıslaklık hissettim. Ne olduğunu anlamaya çalışırken teyzemin amından çıkanla şaşkınlığım daha da arttı. Teyzem amında yarağım gidip geldiği halde işiyordu. Çişi bir fıskiyeden akan su gibi üzerime akıyordu. Karnım ve kasıklarım teyzemin çişiyle kaplanmıştı. O anda sikişmenin heyecanı ve zevkiyle bir şey diyemedim. Teyzemin işemesi saniyelerce bir azalıp bir çoğalarak bazen kesilip sonra yeniden başlayarak devam etti. Sadece karnım ve kasıklarım değil, teyzemin halen üzerinde olan kahverengi eteğiyle koltuğun üzeri de çişe bulanmıştı. Aynı zamanda yerdeki eski halı ve marley zemin de çişten payına düşeni almıştı.
Çok geçmeden boşalmaya başladım. Bugünkü üçüncü, ama en yoğun ve şiddetli boşalmamdı. Yarağımda döl niyetine ne kalmışsa hepsini akıttım teyzemin amına. Bir süre daha kaldım amında ve çıkardım yarağımı. Teyzemin halen havada duran bacaklarını tutup indirdim yere. “Teyze bu ne böyle?” dedim karnımı ve yeri göstererek.
Teyzem cevap verecek halde değildi. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu, göğsü de deli gibi inip kalkıyordu bu sırada. Bir ara nefesi kesilir gibi oldu. “Teyze ne oldu, iyi misin?” dediğimde, “İlacım, çantamda ilacım var...” diyebildi. Çantası salondaydı, çabucak koştum ve çantasını kaptım. Odaya döndüğümde onu koltuğun arkasına yaslanmış ve bir eliyle göğsünü tutarken gördüm. Korkuya kapıldım, “Teyze ne oldu, iyi misin?” dedim ama sanki beni duymuyor gibiydi.
Birkaç kez, “İyi misin?” diye sordum. Korkudan elim ayağım birbirine dolanmış haldeydi. Sonunda kekeleyerek, “Mavi kutu, mavi kutu...” dedi elimdeki çantasını göstererek. Hemen açtım çantayı, içinde birkaç kutu ilaç vardı. “Hangisi, hangisi?” diye sordum ilaç kutularını göstererek. İşaret ettiği bir kutuyu açtım ve içinden bir hap alıp uzattım. Elimi tuttu sıkıca, hapı almaya çalışıyor ama yapamıyordu. “Aç ağzını, aç ağzını!” dedim. Belli belirsiz ağzını açınca hapı attım ağzına. “Yut şunu, ben su getireyim, bekle!” dedim ve koşa koşa mutfağa gittim. Musluktan doldurduğum bardağı hemen götürdüm. Suyu içmesine yardım ettim.
Teyzem suyu içti kana kana. Ardından elini uzatıp onu kaldırmamı istedi. Koltuktan kaldırıp yatağa uzandırdım. Pikeyi açtım ve üzerine örttüm. Biraz kendine gelir gibi olmuştu en sonunda. Sikişin zevki üzerine böylesi bir korku yaşayınca neye uğradığımı şaşırmıştım. Halen çırılçıplak bir haldeydim.
Başında bekledim birkaç dakika. Bana bakıp gülümsedi. “Seni de korkuttum, kusura bakma...” dedi titreyen bir sesle. “Yok, o değil de ne oldu birdenbire böyle, neyin var?” dedim merakla. Elini göğsüne götürüp, “Kalbim... Arada sıkıştırıyor böyle... Çok heyecana gelemiyorum...” dedi. “Üzerine işedin, farkında mısın?” dediğimde dudaklarını emdi bir süre. Sonra da, “Siktir et, boş ver... Sen git yıkan...” dedi. “Olmaz, seni bırakmam böyle!” dediğimde, “Ne diyorsam onu yap, ben iyiyim oğlum, sen git yıkan, ilacımı aldım, bir şey olmaz artık, korkma, sen git yıkan!” dedi.
Banyoya geçtim ve küvete girip yıkandım. Odaya döndüğümde teyzem kalkmış giyiniyordu. Beni görünce güldü ve “Az kalsın beni sike sike öldürecektin!” dedi. “Valla öyle olacaktı şu ilaç olmasaydı!” dedim kahkahayla. Teyzemin kahverengi eteği epey ıslanmıştı çişiyle. “Ben hallederim bundan sonrasını, sen git!” deyince, “Nereye, seni bırakmam böyle!” dedim. Ancak teyzem gitmem konusunda ısrar etti. “Ben iyiyim yavrum, sen git, işinden gücünden olma!” dedi. Sanki az önce benimle sikişen o değilmiş gibiydi bunu söylerken. “Komşulara uğrarım, sen git, görmesinler seni!” dedikten sonra sıkı sıkı sarıldı bana. Yanaklarıma ıslak birer öpücük kondurdu. “Aslanım, teyzesinin bir tanesi, kurban olurum sana!” dedi peş peşe.
Sonra da çantasını açtı, içinden cüzdanını çıkardı. Cüzdanın içinden para çıkarıp uzatınca, “Bu ne teyze?” dedim. “Al yavrum, cebine koy!” dedi. Cebine koy dediği 200 dolardı. “Ne parası bu?” diye sordum. “Al yavrum, hakkın bu senin, koy cebine hadi soru sorma!” deyince, “Teyze ben jigolo muyum, bu ne böyle?” dedim ve parayı alıp yatağın üzerine fırlattım.
“O ne demek oğlum, cigolo neymiş? Tövbe tövbe, al şu parayı. Bununla Elif’i yemeğe götürürsün, koy cebine!” dedi. Teyzem beni para karşılığında tutmuştu sanki. Böyle davranması zoruma gitti. “Sıçarım senin parana, benim param yok mu?” dedim ve üzerimi giyinmeye başladım. Ancak teyzem parayı verme konusunda ısrarcıydı. “Abuk sabuk düşünme lan, al diyorsam al işte. Kendine bir şey al, kıza al, yemeğe götür, yap bir şeyler işte onu da ben mi diyecem sana!” dedi parayı pantolonumun cebine sıkıştırırken.
Giyindim ve hiçbir şey demeden çıktım evden. Teyzemle iki müthiş sikiş yaşamıştım, ama o beni parayla tuttuğu bir jigolo gibi görmüştü. Arabaya giderken telefonum çalmaya başladı. “Kim bu amına koyduğum?” dedim sinirle. Telefonu elime alınca ekranda Semanur’un adını gördüm. Telefonu meşgule attım ve arabaya bindim.
Teyzemi sikerken de arayanın Semanur olduğunu gördüm. Üst üste aramıştı, bir şey mi olmuştu acaba? Sonra birden aklıma Cem denen çocuk geldi. Onun yanına gidip konuşacak ve Semanur’la evlenmesi için ikna edecektim, ama araya benim nikâh işleri girince öylece kalmıştı. Belki de bunun için arıyordu beni. Mahcup olmuştum kıza karşı.
Aradım hemen. Birkaç sefer çaldıktan sonra açıldı telefon. “Osman ağbi, nasılsın?” dedi ilk başta. “İyiyim Semanur, sen nasılsın?” dedim. Kelimeleri yaya yaya, “İyiyim ben de ağbi, bir arayıp sorayım dedim. Bu arada tebrik ederim, Refiye abla ile evlenmişsin, Allah bir ömür mutluluk versin size!” dedi soruma karşılık olarak. “Teşekkür ederim. Sen nasılsın, nasıl gidiyor hamilelik, bebek nasıl?” diye sorduktan sonra cevap vermesini beklemeden, “Ya kusura bakma, senin işini de halledemedim. İnan şu nikâh işleri filan çok yoğundum. Ama ilk fırsatta bu çocuğun yanına giderim, söz sana!” dedim.
Telefonun ucundan cevap yerine önce sessizlik, sonra da ağlama sesleri gelince, “Semanur ne oldu, bir şey mi oldu, niye ağlıyorsun?” diye sordum. Ağlama seslerinin arasında, “O iş olmadı ağbi!” dedi Semanur. “Hangi iş, ne oldu, bebeğe mi bir şey oldu?” diye sordum heyecanla. “Yok, Allah göstermesin. Bebeğim iyi çok şükür. Cem, Cem’le ilgili mesele, o iş olmadı!” dedi karşılık olarak.
“Hayırdır, ne oldu?” diye sordum arabayı çalıştırıp yola koyulurken. “Ben de seni bunun için aradım zaten. Müsait misin, konuşmamız mümkün mü? Ama telefonda olmaz!” deyince daha da meraklandım. “Tamam, olur. Nerde istersen!” dediğimde bana bir parkın adını verdi. “Tamam, biliyorum orayı. 15-20 dakikaya ordayım!” dedim ve telefonu kapatıp gaza bastım.
Parka geldiğimde Semanur henüz gelmemişti. Hava serindi, etrafta dolaşanlar vardı ama çok değildi. Bir banka oturdum. Birkaç dakika sonra telefonum çaldı. Semanur arıyordu, ona bulunduğum yeri tarif ettim. İki dakika kadar sonra Semanur uzaktan göründü. Ağır adımlarla yürüyordu bana doğru. Koyu yeşil renkli uzun bir pardesü vardı üzerinde. Başını ise koyu mavi bir şalla bağlamıştı. Onu topuklu ayakkabılarla görmeye alışmıştım, ama şimdi beyaz renkli bez spor ayakkabılar vardı ayağında. Siyah çantasını omzuna atmıştı. Yaklaştıkça beyaz yüzündeki kederi, üzüntüyü görüyordum. Karnında henüz bir şişkinlik, hamile olduğunu gösteren bir belirti yoktu. Ayağa kalktım, “Osman ağbi, nasılsın?” dedi uzun uzun. Etrafta insanlar olduğundan yanağından öpemezdim. Elini sıktım sadece. Alçak sesle, “Annelik sana yaramış, çok güzelleşmişsin!” dediğimde yanakları kızardı hafiften. “Yürüyelim mi?” diye sorunca, “Olur!” dedim. Yürürken havadan sudan konuştuk. Semanur beni buraya çağırma nedeni olan konuya bir türlü gelmiyordu. Ben de ne oldu diye soramıyordum. İlerdeki boş bir bankı gösterip, “Şuraya oturalım mı?” deyince, “Tamam!” dedim.Etrafında insanların seyrek olduğu, ağaçların altındaki bir banktı bu, geçip oturduk. Oturur oturmaz, “Ee, ne oldu?” dedim merakla. “Şeyy, nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum aslında, ama bunu senden başkasına söyleyemem. Hem seni de ilgilendiren bir konu...” dedi yan gözle bakarak. “Seni dinliyorum?” dedim geriye yaslanarak, ama konunun benimle ne ilgisi olduğunu da çok merak ediyordum.
29 notes · View notes
Text
Bölüm 121
Gözlerimi açtığımda saat 06.00’yı biraz geçiyordu. Prizdeki küçük lambanın sarı ışığı halen yanmaya devam ediyor ve sabahın ilk ışıklarıyla birlikte içeriyi daha da aydınlatıyordu. Melahat sırtı bana dönük halde uyuyor, hafiften horultular çıkartıyordu. Yavaşça kalktım. Yerde duran külotumu ve atletimi giyindim. Lambayı prizden çıkardım, kapıyı açıp banyoya geçtim. Çişimi yaptıktan sonra odaya dönecekken salona bakmak istedim.
Salonun kapısı hafif aralıktı. Yavaşça itip biraz daha açtım. Kızlar tam karşıdaki çekyatta yatarken, Nermin’in yattığı çekyat hemen solumda kalıyordu. Üzerindeki battaniyenin altında iri bedeni bir tümsek gibi belirmişti. Nefes alıp verdikçe koca vücudu sanki bir balon gibi şişip sönüyordu.
Yatak odasına döndüğümde Melahat’ı uyanmış gördüm. Uykulu gözlerle bakıp, “Kalktın mı?” diye sorunca, “Çişimi yaptım, uykum var gene.” dedim. Yatağa girince Melahat başını göğsüme koydu. Kumral ve diplerinde beyazlıklar olan saçlarını okşadım. “Ne yapacaksın bugün, işe gidecek misin?” diye sordu. “Bilmiyorum, canım pek istemiyor.” dedim. “Karın eve almıyorsa sen de öbürüne git o zaman, ne de olsa iki karın var.” deyince, “Niye, beni evden mi kovuyorsun yoksa?” diye sordum.
“Öyle şey olur mu, istediğin kadar kalabilirsin. Benim için sıkıntı yok!” dedi. “Sen ne yapacaksın peki bugün?” diye sorduğumdaysa, “Ben Nermin’le beraber Aysel hocanın evine giderim, sen kalırsın. İster yat uyu, ister dışarı çık. Anahtarı bırakırım sana.” dedikten sonra, “Gitmeden önce biraz yaramazlık yapalım mı?” dedi gülerek. “Olur, hem de çok iyi olur!” dedim ve alnını, yanaklarını öpmeye başladım.
Melahat’ın elleri sırtımda, omuzlarımda gezinmeye başlamıştı. Yanaklarını, boynunu, çenesini öptüm, kadife gibi yumuşak tenini emdim uzun uzun. Sonrasında dudaklarından öpmeye başladım. Etli dudaklarını emerken Melahat’ın sağ eli alttan külotumun içine giriverdi. Sertleşen yarağımı okşamaya başlamıştı.
Dilimi ağzının içine soktum. Melahat dilimi aç bir hayvan yavrusunun anasının memesini emmesi gibi emerken büyük bir haz alıyordum bundan. Sağ elim memelerini avuçlamaya başlamıştı bu arada. Her iki dolgun memesini hamur gibi sıkıp yoğurdukça aldığım keyif katlanıyordu.
Öpüşme faslında sıra Melahat’a gelmişti. Bu kez ben ağzımı araladım. Melahat o boşluktan dilini soktu ve adeta bir yılan gibi oynatmaya başladı ağzımın içinde. Uzun, sıcak dilini ağız boşluğumda ileri geri, sağa sola oynatıp duruyordu. Sanki bir amın içine giren yarak misaliydi. Az sonra kendimi geriye çekip dilimi çıkardım ve onun halen dışarda duran diline dokundum. Dillerimizin ucu birbirine değdikçe sanki elektrik akımına kapılır gibi oluyordum. Bu arada Melahat’ın maharetli sağ eli yarağımı kısa sürede demir gibi yapıvermişti. Melahat bu işi çok iyi biliyordu.
Yorganı açtım iyice. Dün gece avuçlamakla, yoğurmakla yetindiğim memelerine sıra geliyordu yavaş yavaş. Dilleme faslından sonra çenesini, boynunu emdim ve öptüm yine. Sonra da memelerini emmeye ve öpmeye başladım. Etli, kahverengi meme uçlarını emdikçe şişmeye ve büyümeye başladılar. Hafiften pembeye çalan meme başlarını emdim, yaladım, parlattım. Her iki memesini alttan kavrayıp sıkıyordum. Su dolu balonu sıkınca diğer tarafın şişip büyümesi, taşması gibi memeleri şişiyor, büyüyor ve ağız boşluğumu dolduruyordu.
Sevişmemiz devam ederken yatağın gıcırtıları başlamıştı yine. Memelerini uzun uzun emdim. Büyük bir keyif ve mutluluk alıyordum bundan. Derken sağ elim yavaş yavaş aşağılara kaymaya başladı. Melahat’ın kılsız, tıraşlı amının üzerinde gezindi önce. Parmak uçlarıma pütür pütür gelen kıl kökü bile yoktu amının üzerinde. Etli, sarkık am dudaklarını parmak uçlarımla sıkıyordum.
Bızırı da aynı am dudakları gibi etliydi. Baş ve işaret parmaklarımın arasına aldığım bızırını ufak ufak sıktıkça Melahat’ın koca gövdesi yatağın üzerinde aşağı yukarı kalkıp iniyordu. “Hoşuna gidiyor mu?” diye sordum fısıltıyla. “Devam ettt...” dedi iniltili bir sesle. Bir taraftan memelerini öpüp emerken elimle bızırını okşamaya, sıkmaya devam ettim. Melahat’ın iniltileri sürüyordu bu sırada. Yatağın gıcırdaması da durmadan devam ediyordu yine.
Sağ elimin orta parmağını amının içine sokmaya başladığımda Melahat’ın keyifli iniltileri daha da artmaya başladı. Amının derin ve geniş boşluğunun içinde incecik kalıyordu parmağım ama ona zevk vermeye yetiyordu. Parmağımı bir yarak gibi hızlı hızlı sokup çıkarıyor, amının içinde sanki daire çiziyordum. Sabah serinliğine inat sıcacık, ıslak ve kaygandı amı.
Orta parmağımdan sonra işaret ve yüzük parmaklarımı soktum amına. Üç parmağımın verdiği zevk tek parmağımınkinden daha fazlaydı elbette ve Melahat’ın uzun uzun ve derinden gelen inlemeleri bunu doğruluyordu. Hızlı hareketlerle amına girip çıkıyordu parmaklarım. Daha rahat olması için bacaklarını iki yana ayırdı ve dizlerinden büküp kendine doğru çekti. Şimdi kasıklarının arasında oluşan boşlukta elim daha rahat hareket eder olmuştu.
Vahşi bir hayvan gibi memelerini emiyor ve dişliyordum. Meme uçlarını vakumlayıp emdikçe etli, iri birer üzüm tanesine dönüşmüşlerdi. O etli üzümleri dişleyip koparmak ve içindeki suyunu içmek istiyordum. Melahat hızlı hızlı belini kaldırıp indirmeye başlamıştı bu sırada. Onu yarağımla değil parmaklarımla sikiyordum. Bu sırada başparmağımla bızırını okşamaya, ovalamaya de devam ediyordum.
“Ihhh, ahhhh, ayyyy, ohhh...” sesleri birbirine karışıyor ve küçük odanın içini dolduruyordu. Salonda yatan Nermin ve kızları umurumuzda değildi o anda. Düşündüğümüz tek şey alacağımız zevkti. Kalbimin atışları hızlanmıştı, kanım damarlarımda daha hızlı akıyor gibiydi. Yarağım külotumdan taşmış, kafasını dışarı çıkarmıştı. Melahat’ın maharetli eli aldığım zevkle birleşince yarağımı kalın bir sopaya çevirmişti. Bir an önce onu sikmek, içine girmek ama bir taraftan da bu durumu devam ettirme isteği arasında gidip geliyordum.
Ancak Melahat’ın yarağımın amına girmesini bekleyecek kadar sabrının olmadığını daha da hızlanan hareketlerinden, aldığı güçlü nefeslerden ve hırıltılı inlemelerinden anladım. Boşalmaya adım adım yaklaşıyordu Melahat. Amının içindeki parmaklarım vıcık vıcık olmuş bir haldeydi artık. Belini kaldırıp indirmesi saniyeler içinde tavan yaptı, kendini kasıyordu durmadan. Parmaklarımı var gücümle ve en hızlı şekilde sokup çıkartıyordum amına. Elim çarptıkça tok ve dolgun sesler geliyordu terlemiş, ıslak kasıklarından.
“Ahh, ıhhh, ayyy...” sesleri eşliğinde boşaldığındaysa sanki bedenindeki tüm enerji tükenmiş gibi yığılı kaldı. Yorulmuştu Melahat ve aldığı güçlü nefeslerle göğsü kalkıp iniyordu durmadan. Kalp atışlarını şişen boyun damarlarında görebiliyordum. Terlemiştik. Alnında ve saç diplerinde minik ter damlacıkları vardı. Alnını ve yanaklarını öptüm, ter damlacıklarını emdim.
Parmaklarımı çıkardığımda Melahat’ın amının zevk sıvıları ile kaplanmış olduğunu gördüm. Çarşafa sürttüm parmaklarımı, temizlemeye çalıştım. Melahat bu sırada ağırlaşan, kapanan gözleriyle bakıyordu bana. “Şimdi sıra bende!” dediğimde, “Uykum geldiii!” dedi gülerek. “Mızıkçılık yapma!” dedim gülümseyip, sonra bir süre daha memelerini öpüp emdim. Melahat saçlarımı okşarken, “Götten yapalım mı?” diye sordum.
Melahat işaret parmağını dudağıma değdirip, “Çok ayıp, böyle konuşmak sana yakışmıyor!” dedi. “Niye?” diye sordum gülerek. “Ona götten yapalım denmez, çocuk olmayan yerden yapalım denir!” dedi küçük bir kahkahayla. “Sen daha önce öyle söylememiştin ama?” dediğim zamansa, “Sen geçmişi boş ver, şimdiye bak!” dedi ve ardından da, “İçerde kadın var, sen şimdilik amımla idare et, yalnız kaldığımız zaman yaparsın!” diyerek dudağıma bir öpücük kondurdu. “İyi, ne yapalım, biz de idare ederiz o zaman!” dedim ve atletle külotumu çıkardım.
Melahat bacaklarını iki yana açtı iyice ve dizlerinden bükerek kendine çekti. Ben bacaklarının arasına girerken o da amını ovalıyordu. Yarağımı sıvazladım bir süre, sonra da üzerine eğilip yarağımı etli amının dudaklarına sürtmeye başladım. Melahat, “Çok güzel, böyle devam et!” dedi dudaklarını ısırırken. Amının etli, kararmış dudakları yarağımın kafası değdikçe rüzgârda sallanan yaprak gibi titriyor, oynuyordu.
Bir süre devam ettim bu şekilde, ama sonra yavaş yavaş amına girmeye başladım. Daha birkaç saat önce deli gibi sikişmiştik, ama sabahın ilk ışıklarıyla birlikte azgınlığımız tavan yapmıştı. Amının içi sımsıcaktı yine. Kısa sürede yarağım taşaklarıma kadar girmişti amına. Bir süre o şekilde bekledim. Bu esnada dudak dudağa ateşli bir halde öpüşüyorduk. Ellerimse memelerini avuçlayıp sıkmakla meşguldü.
Ağır ağır amında gidip gelmeye başladım. Melahat’ın amı yanardağ gibi yanarken dün geceden amına boşalttığım döllerimle ıslak bir sünger gibiydi. Amı oldukça genişti, ama gene de zevk veriyordu, erkeğini memnun etmesini biliyordu Melahat. Ben gittikçe hızlanmaya başlarken Melahat’ın elleri popomda gezinmeye başladı. Kaslı göt yanaklarımı okşuyor, sıkıyor, avuçluyordu. Bir kadının götünü avuçluyormuşum gibi o da benimkini avuçlamıştı. Ama rahatsız olmak yerine keyif aldığımı hissettim bundan.
Daha da hızlanmaya başladığımda altımızdaki yataktan yine şiddetli gıcırtılar gelmeye başladı. Aynı zamanda deli gibi yaylanıyordu yatak. Büyük bir güçle pompaladıkça yatak aynı güçle bizi havaya atıyordu. Terli, ıslak kasıklarımızın çarpışmasından şiddetli 'Şlop, şlop, şlop!' sesleri çıkmaya başlamıştı tekrar. Gece içerdeki Nermin’in bizi duyabileceği endişesini yaşarken şimdi öyle bir çekincem yoktu.
Belimi ve götümü kaldırıp indirdikçe yarağım kafasından dibine kadar girip çıkıyordu Melahat’ın amına. Yıllarca yarak yemiş olsa da çıkardığı iniltilerden, seslerden zevk aldığını görüyordum Melahat’ın. Ve bu da bana tarifsiz bir zevk veriyordu. Sevdiği erkekle birlikte olmanın zevkini duyuyor, tadını çıkarıyordu.
Ellerimi yatağa bastırıp o şekilde sikerken Melahat bacaklarını havaya kaldırıp geriye doğru çektiğinde hızla pompalamaya başladım. Havadaki bacaklarının sallanışlarını görmek daha büyük bir gaz ve şevk veriyor ve o gazla daha da bastırıyordum. Tabii bu esnada yatağın sesleri ve yaylanmaları en tepeye ulaşmıştı. Ama bundan hariç yatağın duvara bitişikmiş gibi duran suntadan yapılma başlığı duvara vurmaya başlamıştı. Küçük odanın içi şiddetli sikiş sesleriyle çınlıyordu resmen.
Melahat’ın iri, sarkık memeleri deli gibi sallanıyordu pompaladıkça. Memelerinin sallanışları, hareketleri tıpkı bacaklarının sallanması gibi bana şevk veriyordu. Melahat ara ara memelerini tutarken bazen de bacaklarını dizlerinin arkasından tutuyordu. Yatak başının duvara 'Güm güm!' vuruşları benim hareketlerimle birlikte bir azalıyor, bir çoğalıyordu.
Melahat’ın dudaklarından dökülen zevk iniltilerine benimkiler de eklenmişti artık. Yarağım amında olduğu halde doğruldum ve ellerimi dizlerinin arkasına attım. Bacaklarını biraz daha havaya kaldırıp geriye atarken var gücümle sikmeye, yarağımı koca amının en derinlerine sokmaya başladım. Bu pozisyonda Melahat’ın sol eli memelerinde gezinirken sağ eliyle de amını ovalıyordu.
Zaman ilerlerken sabahın bu erken saatinde yaşadığımız sikiş beni gitgide yormaya başlamıştı. Aynı zamanda fena halde terlemiştim. Melahat’ın saç dipleri ve alnında boncuk boncuk ter damlacıkları vardı yine. Bembeyaz kasıkları ise yarak ve kasık darbelerimle nar gibi kızarmıştı. Yavaş yavaş boşalmaya yaklaşıyordum. Ellerimi bacaklarından çekip yeniden yatağa dayadım, tempomu düşürüp belimi ve götümü oynatarak o halde sikmeye devam ettim. Melahat’ın bacakları yeniden yaylanmaya, elleri de götümde gezinmeye başlamıştı.
Ancak bu sırada hiç tahmin etmediğim bir şey oldu ve birdenbire odanın kapısı açıldı. Kapı sol tarafımızda kalıyordu, bakınca Nermin’in büyük kızını gördüm. Kız kapının kolundan tutmuş ve gözlerini kocaman açmış halde bize bakıyordu. Anlayamadığım bir nedenle arkasına bakıp, “Annee, sikişiyolaarrr!” diye bağırdı. Melahat, “Kız kapat kapıyı!” derken kız öylece durmuş bize bakmaya devam ediyordu. Bense o şaşkınlıkla Melahat’ın amında gidip gelmeye devam ediyordum.
Kız 4-5 saniye boyunca orada durup bizi izlediği halde Nermin ortalarda yoktu. Melahat yine, “Kapat kız kapıyı!” derken kız bu sözlere gülerek karşılık veriyordu. Derken Nermin’in sesi geldi önce, sonra da kendisi göründü. Yüzü mosmor olmuş gibiydi. Bize hiç bakmamaya çalışıp doğulu şivesiyle, “Kız gel buraya!” dedi ve büyük bir hızla kızını tutup geri çekti, kapıyı kapattı. Hemen ardından da kızına küfredip vurduğunu ve kızının da ağlamalarını işittik.
Sikişmenin zevki, kızın birden ortaya çıkması derken yaşadığım heyecanla birleşince deli gibi boşalmaya başladım. Yarağım halen Melahat’ın amındaydı ve gidip gelmeye devam ediyordum boşalırken. Melahat’ın elleri yine götümdeydi bu esnada. İniltilerim böğürtülere dönüşürken döllerim oluk oluk Melahat’ın amına akıyordu. Boşalmam bittiğinde vücudumda bir gram enerji kalmamıştı sanki. Yarağımı amından çıkardım, son kalan döllerimi amının üzerine akıtırken Melahat gülüyordu. “Hayırdır, niye gülüyorsun?” dedim ve üzerine bıraktım kendimi.
Melahat’ın kolları sırtımda gezinirken, “Ne yapayım, sabah sabah başımıza gelene bak. Gerçi ben alışkınım böyle şeylere de sen değilsin!” diyerek yanıtladı. Saçlarımı okşuyor, yanaklarımı öpüyordu. Bana, “Hoşuna gitti mi?” diye sorunca, “Gitti!” dedim uykulu bir sesle. Boşalmanın verdiği rehavetle uykum gelmişti hemen.
Bu sırada içerde Nermin’in kızının ağlama sesleri geliyordu. “Kıza bak, o yaşta bizim sikiştiğimizi biliyor!” dediğimde, “Ee, bu zamanın çocukları başka!” dedi gülerek. Sonra da, “Az müsaade et...” diyerek beni üzerinden atıp kalkarken ben de sırt üstü uzandım. Melahat giyinirken yorganı üzerime çektim.
Melahat, “Ben bakayım şuna!” deyince, “Ne diyeceksin kadına?” diye sordum. Melahat yaşanan olaya rağmen çok sakin ve soğukkanlı görünüyordu. “Ne diyeyim, kalkıp çocuğa kızacak halim yok. Yaptığının saygısızlık olduğunu anlayacak yaşta değil. Anasına da kızamam, kızsam çocuğu daha çok dövecek. Olan oldu, ne yapalım. Sonuçta karı kocayız değil mi, ayıp bir şey yapmadık ki yüzümüz kızarsın!” dedikten sonra kapıyı açıp çıktı.
İçerde kızın ağlamaları bir süre daha devam ettikten sonra kesildi. Uyku ağır basmaya başlamıştı bu sırada. Göz kapaklarım ağırlaşmaya başlarken tatlı bir uyku beni esir aldı. Melahat’ın dürtmesiyle uyandığımda saat 07.30 olmuştu. “Osman biz Aysel hocanın evine gidiyoruz. Sen uyumana devam et. Anahtarın birini masanın üstüne koydum. Keyfine bak, dolapta bir şeyler var, kahvaltı yaparsın!” dedikten sonra yanağımdan öptü.
“Hayırdır, ne oldu, konuştun mu kadınla?” diye sordum. “Konuştum konuştum, özür diledi!” deyince, “Özür mü, Allah Allah, niye?” diye sordum. “Kızın yaptığı için, niye olacak? Kendi evlerinde de böyleymiş bu kız, kocasıyla iş tutarken bile kapıyı açıp dalıyormuş içeriye. Kızın o yaşta sikişmenin ne olduğunu bilmesi de bundanmış!” dedi gülerek. “Ulan neler var ya, Allah Allah...” deyip başımı yeniden yastığa koydum.
Melahat sıkıntılı bir sesle, “Osman, şey diyecektim kızmazsan eğer...” deyince, “Hayırdır, ne oldu?” dedim. “Ya bu kadının cebine biraz para koyayım diyorum ama bende yok. Acaba sende var mı, yanlış anlama, istemezsen vermezsin...” diyerek nedenini söyledi. “Ya bırak, pantolonun cebinde cüzdan var, aç oradan ne kadar almak istiyorsan al, kendine de al!” dedim. “Çok sağ ol, çok iyisin, Allah senden razı olsun!” diyerek cüzdanımdan para alırken ben de gözlerimi kapatıp uykuya daldım...
Yukardan gelen bir sesle uyandığımda saat 10:00 olmak üzereydi. Yere düşen bir şeyin çıkardığı sesti bu. Kendime gelir gibi olduğumda üst kattan yabancısı olmadığım sesler gelmeye başladı kulağıma. Yatak gıcırtılarıydı bu sesler. Bu saatte bu ne böyle dedim kendi kendime. Yatakta doğrulup gözlerimi tavana diktim ve birkaç metre üzerimden gelen seslere kulak kabarttım.
Yatağın şiddetli gıcırdamalarını çok rahatlıkla duyuyordum. Sesler o kadar yoğun ve şiddetliydi ki, elimi yarağıma atıp sıvazlamaya başladım. Son gaz devam eden gıcırtılara ara ara 'Tak tuk tak tuk!' sesleri karışıyordu. Üst katta çok sağlam bir sikiş dönüyordu, ama bu saatte böylesine sikişenler kimdi? Bunun cevabını ancak Melahat verebilirdi. Yataktan kalktım ve Melahat’ı aradım. Birkaç kez çaldıktan sonra açıldı telefonu. “Ne oldu?” diyerek yanıtladı. Fısıltılı bir sesle, “Senin bu üst katında kim oturuyor?” diye sordum. Bunu sorarken bile yoğun yatak gıcırtılarını duyuyordum. “Niye sordun?” dedi Melahat.
“Valla yukarda çok sağlam bir sikiş dönüyor, kim bunlar diye merak ettim!” dedim. Melahat’ın gülme sesleri geldi kulağıma. “Allah iyiliğini versin, bunun için mi aradın beni?” deyince, “Ne yapayım, yatıyordum birden bunların sesiyle uyandım!” dedim gülerek. Melahat, “Saliha adında bir kadınla kocası oturuyor, ama kocasının adını bilmiyorum!” dedi. Bu ara sesler epey artmıştı. “Senin Saliha’yı fena sikiyor kocası!” dedim, yüksek sesle gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Tabii bu arada bir elimle telefonu tutarken diğeriyle yarağımı okşamaktan da geri durmuyordum.
Melahat, “Kocası şehir dışında çalışıyor diye duymuştum. Belki de izne filan gelmiştir...” deyince, “Olabilir, adam bunun acısını çıkartıyor herhalde!” dedim gülerek. Melahat, “Onun üst katındaki daire boş, benim de bu saatte evde olmadığımı sanıyor, onun için azıttılar herhalde. Yoksa öyle bir kadın değildir, kapalı, çok tutucudur...” dediğinde, “Valla bilmiyorum, ama fena azıttıkları kesin!” dedim.
Telefonu kapatınca kulağımı yatak başının nerdeyse bitişik olduğu duvara dayadım. Nefesimi tutup sesleri duymaya çalıştım. Ancak çok uğraşmama, kendimi kasmama gerek yoktu sesleri duyabilmek için. Duvarın içinden gümbür gümbür geliyordu sesler.
Çok yoğun ve şiddetli gıcırtıların arasında kadının ve kocasının inlemelerini duyabiliyordum. “Ayy, ahhh, ıhhh...” seslerine adamın böğürtüyü andıran sesleri karışıyordu. Yatağın çıkardığı gıcırtıların yanında Melahat’ın dandik yatağınınkiler solda sıfır kalırdı resmen. Yarağım kazık gibi olmuştu bu arada. Saliha’nın kocası izne gelmiş ve karısını çatır çatır hayvan gibi sikiyordu. Saniyeler saniyeleri dakikalar dakikaları kovalarken adamın temposu hiç düşmüyordu. Bu işi iyi bildiği kesindi. Saliha adlı kadının kedi yavrusunun seslerini andıran iniltileri de hiç durmadan devam ediyordu.
Bir ara çok şiddetli, duvara çivi çakılıyormuş gibi sesler gelmeye başladı. İkisinin de iniltilerinin arasında ara ara kadının, “Sik, sik, sik!” seslerini rahatlıkla duyuyordum. Seslerin en tepe noktasında adamın şiddetli böğürtüleri, “Ağhhh, ağhhh, ığhhh...” şeklinde haykırmalara dönüştüğünde yarağımdan zevk sıvıları geliyordu. Çok sağlam bir sikişmenin zevk çığlıkları yükseliyordu üst kattaki yatak odasında. Yatağın yaylanmaları ve gıcırdamaları devam ederken yoğunluğu ve şiddeti gittikçe azalıyordu. Sonunda tamamen kesildiğinde uyanmamın üzerinden yirmi dakikayı aşkın bir zaman geçmişti. Adam bu süre boyunca hiç durmadan sikmişti Saliha’yı.
Yeniden yatağa uzandım. Birkaç dakika sonra zeminden gelen yürüme seslerini duydum. Yarağımı okşadım sesleri dinlerken. Nermin’e gitti aklım bu ara. Evde kocasıyla sikişirken kızı kapıyı açıp odaya dalıyormuş. Düşündükçe gülesim geliyor, ama aynı zamanda Nermin için üzülüyordum. Nermin yukardaki Saliha gibi bir sikiş yaşamış mıydı hiç? Aldığı zevkle inlemiş, ahlayıp ohlamış mıydı? Muhtemelen bu sorunun cevabı hayırdı. Kadının böyle bir deneyim ve zevk yaşadığını tahmin etmiyordum. Oysa bütün bunlara fazlasıyla layık bir kadındı.
Aklım bu düşüncelerle doluyken yukarda çekmece ve dolap kapaklarının sesleri geldi kulağıma. Sikişme ve sonrasında yıkanma faslı bitmiş şimdi de giyiniyorlardı anlaşılan. Ne konuştuklarını duymuyordum, ama kulağıma her ikisinin, özellikle kadının gülme sesleri ve kahkahaları geliyordu. Saliha kim bilir kaç zaman beklemişti kocasını? Yarak yemek onu mutlu etmiş şimdi de kahkahalar atıyordu.
Karnım acıkmıştı. Mutfağa gidip buzdolabını açtım. Şansıma biraz peynir, zeytinle birkaç parça bayat ekmek vardı. Bunlarla kendime küçük bir sandviç yapıp yedim. Bir sigara yaktım. Sigaramı bitirecekken cep telefonumun çaldığını duydum. İçimi bir sevinç kapladı. Refiye mi arıyordu yoksa? Ama ekrandaki numarayı görünce bütün sevincim uçuverdi. Arayan Refiye değil teyzemdi.
Yine de merakla açtım telefonu. “Osman, nasılsın oğlum?” dedi teyzem keyifli bir sesle. “İyiyim teyze, sen nasılsın?” diyerek yanıtladım. “İyiyim oğlum. Aradın mı Elif’i, merak ettim...” deyince, “Dün aradım teyze, sana söylemedi mi?” dedim şaşkınca. “Ha, yok, söylemedi. Öyle şeyleri pek söylemez o, sen de bilirsin. Ben şey diyecektim sana, sen bugün müsait misin, işte misin yoksa?” diye sordu. “Yok teyze, daha başlamadım işe, hayırdır, bir şey mi lazım?” dediğimde, “Hee, senle bugün bizim eski eve gidelim diyecektim...” dedi.
“Olur teyze gideriz, ben evin oraya gelince ararım seni, Elif de gelecek mi peki?” diye sorunca, teyzem, “Yok oğlum, Elif’lik bir iş yok, biz gider geliriz. Hem sen şimdi gelme zaten. Ben seni ararım, öyle çıkarsın!” dedi. “Tamam teyze, sen nasıl istersen!” diyerek kapadım telefonu.
Teyzem arayana kadar yıkanayım diyerek banyoya geçtim. Sıcak ve tazyikli suyun altında yıkandım güzelce. Kurulanıp giyinirken teyzem aradı. “Osman, sen bizim evin orada market var ya, onun oraya gelirsin. Gelince beni ara, ben de gelirim!” dedi. “Tamam teyze, sen nasıl istersen!” dedim ve kapadım telefonu.
Melahat’ın masanın üzerine bıraktığı anahtarları alıp çıktım dışarı. Kap��yı kilitlerken merdivenlerden bir adamla kadının indiğini gördüm. Dönüp bakınca birden şaşkına döndüm. Karşımdaki Gamze’ydi, yani liseden kız arkadaşım olan Gamze. Ama daha ilginç bir şey vardı, o da Gamze’nin ikinci isminin Saliha olmasıydı. Adı Gamze Saliha idi. Okulda herkes ona ilk ismi olan Gamze diye hitap eder, o da Gamze ismini kullanırdı. Ama ailesinin ona hep babaannesinin adı olan Saliha diye hitap ettiğini, Gamze’yi kullanmadıklarını söylerdi.
Lise ikinci sınıftayken birkaç ay çıkmıştık. Gamze ile farklı sınıflardaydık, ama sevgili olmuştuk. Ama daha sonra başka bir kıza ilgi duyduğumu öğrendiğinde beni terk etmişti. Ancak bunun için kendime göre haklı sebeplerim vardı. Gamze güzel sayılacak olsa da biraz bakımsız bir kızdı. Yanaklarında, çenesinde ve dudaklarının üzerinde her zaman siyah tüyler olurdu. Her zaman kalın siyah külotlu çoraplar giyerdi. Diğer kızlar havalar ısındıkça kısa çoraplar giyip bacaklarını göstermeye çalışırken Gamze hiç öyle giyinmezdi. Yada bacaklarını gösteren ince külotlu çoraplar bile giymezdi. Yüzündeki sivilcelerden dolayı erkeklerin ve diğer kızların alaylarına maruz kalırdı bazen. Hatta sevgili olduğumuz dönemde yine kendisiyle bunun için alay eden bir çocuğun biriyle kavga etmiş, kızlardan birinin üzerine yürümüştüm.
O kısacık anda beynimde şimşekler çaktı. Melahat’ın söylediği ve üst katımda çatır çatır sikişen Saliha yoksa benim eski kız arkadaşım mıydı? O zamandan bugüne pek değişmemişti Gamze ve görür görmez tanımıştım. Sadece o zamanlar yüzünde epeyce olan sivilceleri yok olmuş, onun dışında her şeyiyle aynı kalmış gibiydi. Orta boylu, ne kilolu ne zayıftı ve şimdi de öyleydi. Ancak o zamanlar başı açıkken şimdi kapanmıştı. Uzun siyah saçları vardı Gamze’nin. Şimdiyse başını büyük bir türbanla bağlamıştı. Koyu lacivert renkli, uzun ve bol bir pardesü giymişti. Ayağında ise siyah, topuklu ayakkabılar vardı.
Yanındaki adam, yani kocası ise uzun boylu ve yapılıydı. Sinekkaydı tıraşlı ve kısa saçlı esmer biriydi. Bana yan gözle (Ne bakıyorsun?) der gibilerden bakarken, arkasında kalan Gamze’nin beni görür görmez tanıdığını suratının aldığı şekilden anladım. Koridorun ışığı altında bembeyaz yüzünün hafiften kızardığını fark ettim. Eskiden de utandığı zamanlarda hemen böyle kızarırdı yüzü.
Kocasıyla birlikte dışarı çıktıklarında ben de peşlerinden çıktım. Birkaç metre ötemde topuklu ayakkabılarına basa basa yürüyordu Gamze. Ona seslenmek, merhaba demek istiyordum, ama kocasının yanında yapamazdım bunu. Uzun ve bol pardesüsünün alt kısmı adım attıkça bir pelerin gibi açılıyor, genişliyordu. Biraz ilerdeki bir arabaya bindi kocası, Gamze de peşinden. Ancak Gamze’nin arabaya binerken bakışları bendeydi. Yıllar sonra karşılaşmıştık, birbirimizi öyle kolay kolay unutacak halimiz yoktu.
Gamze ilk cinsel deneyimlerimi yaşadığım kızdı, aynı zamanda ben de onun ilk erkeğiydim. Okulun aşağısında kalan fidanlıkta, yada üst katlardaki boş sınıflarda bir araya geldiğimizde memelerini ve bacaklarını ellerdim. Kalın külotlu çoraplar giymesinin sebebini de o zaman öğrenmiştim. Bacaklarında ve kalçalarında tıpkı yüzünde olduğu gibi siyah tüyler, hatta kıllar vardı.
“Bunları niye temizlemiyorsun?” diye sorduğumda her zaman, “Annem istemiyor!” diye cevap verirdi. Annesinin oldukça tutucu bir kadın olduğunu ve bu yüzden yüzündeki ve bacaklarındaki tüyleri, kılları aldırmadığını, hatta onun kendi tüylerini ve kıllarını bile almadığını söylerdi. Babasının annesinin bu halinden rahatsız olduğunu, bu yüzden evde her zaman bir gerginlik olduğunu anlatırdı. Annesinin tüm ısrarları ve baskılarına rağmen kapanmamasının sebebinin babası olduğunu söylerdi.
Annesinin aşırıya varan tutuculuğuna rağmen Gamze baş başa olduğumuz zamanlarda oldukça rahat davranışlar sergiliyordu. Öyle ki ben onun yeni yeni büyümeye başlayan memelerini okşarken o da pantolonumun içine elini sokup yarağımı tutuyordu. Birkaç kez ısrar etsem de amını göstermemişti hiç. “Memelerimle idare et işte!” derdi alt dudağını ısırarak.
Yaz kış sürekli süveter giyerdi gömleğinin üzerine. Süveterini yukarı sıyırıp gömleğinin düğmelerini açardım. İçinde her zaman erkek atletine benzer bir atlet olurdu. Niye devamlı süveter giydiği de o zaman belli olurdu, çünkü Gamze sutyen takmazdı hiç. Meme başları bembeyazdı. Kızıl, küçük bir eriğe benzeyen meme uçlarını sıkardım parmak uçlarımla, sonra da emerdim. Bu sırada Gamzenin ince uzun parmakları yarağımda olurdu.
Memelerinden hariç dudaklarını öperdim. Dudaktan öpüşme konusunda ikimiz de cahildik, ama yine de hoşumuza giderdi. Dudaklarının üzerindeki tüyleri gelirdi dilime, ama o heyecanla bir şey demezdim. Ellerimi eteğinin altına sokup kalın külotlu çorabının üzerinden bacaklarını, kalçalarını okşardım. Sonra da elimi çorabın içine sokardım. Un gibi beyaz kalçalarını, bacaklarını okşardım. Siyah tüyleri, kılları olmasa Gamze’nin bacakları pek çok kızınkinden daha güzel ve biçimliydi. Ona hep söylerdim bunu, ama o da her seferinde, “Beni seveceksen böyle sev!” derdi gülerek. Birine yakalanma korkusuyla en fazla 2-3 dakika bir arada kalabiliyorduk. Ama her seferinde yarağım kazık gibi oluyordu.
Ne zamanki başka bir kız bana ilgi duyup ben de ona karşılık verince Gamze beni bırakmıştı. Ben de, “Niye beni terk ettin?” diye sormamıştım hiç. Çünkü Gamze’den sonra beraber olduğum kız okulun en güzel kızlarından biriydi. Ama o kadar güzel olmasına rağmen Gamze’nin rahatlığı yoktu onda. Değil memelerini emmek, bir kere bile elletmemişti.
Gamze benden sonra başka bir erkekle çıkmamıştı. Mezun olduktan sonra da ne yaptığını hiç bilmiyordum. Ve şimdi seneler sonra karşıma çıkmıştı. Arabayla önümden geçtikleri sırada bana bakıyordu yine. Derin bir iç geçirdim. Seneler evvel öpüp kokladığım, memelerini emdiğim, kalçalarını avuçladığım lise aşkımın şimdi bir kadın olarak kocasıyla sikişmesine şahit olmuş, ardından onu görmüştüm. Tanımıştık birbirimizi, ama bir merhaba bile diyemiyorduk...
15-20 dakika sonra teyzemin bahsettiği marketin oraya geldim ve aradım kendisini. “Ha, tamam yavrum, ben de geliyorum!” dedi teyzem. Beş dakika kadar arabanın içinde bekledim. Az sonra teyzem elinde bir torbayla marketten çıktı. Ön kapıyı açıp koltuğa otururken, “Teyze, bunlar ne?” dedim. Elindeki torbayı alıp arka koltuğa koydum. “Hiç yavrum, öteberi aldım biraz...” dedi gülümseyerek.
Arabanın içini hafif bir parfüm kaplamıştı. Dün Hüsniye’den gelen kokunun bir benzeriydi. “Parfümün de çok güzelmiş!” dediğimde, “Kamer’in üvey kızı verdi!” dedi. Dünkü açık gri renkli ince pardesüsü vardı üzerinde. Başını ise büyük ve parlak siyah bir türbanla bağlamıştı. “Hayırdır teyze, niye gidiyoruz şimdi?” dedim arabayı çalıştırırken. “Bir gidip bakayım eve oğlum, ne var ne yok. O camları açıp havalandırayım içeriyi, biraz temizlik yapayım...” diyerek yanıtladı.
“Refiye ile kavga mı ettin yavrum?” diye sorunca, “Yok teyze, niye sordun?” dedim bir şey belli etmemeye çalışıp. Ama teyzem yılların kurduydu. “Ben anlarım oğlum, sen teyzeni başkalarıyla karıştırma!” dedi sağ bacağıma ufak bir şaplak atıp. Ara ara bana yan gözle bakıyordu, bu bakışlarında bir şeyler vardı. Sonunda dayanamayıp, “Hayırdır teyze, niye öyle bakıyorsun?” dedim gülerek.
“Sana bir şey diyecem ama bana yalan söyleme!” deyince heyecanlandım. Ne diyecekti kim bilir? “Niye, ne diyeceksin?” diye sordum. Kısa bir sessizliğin ardından, “Biz dün gelmeden önce siz yukarda ne yapıyordunuz?” diye sordu. Şimdi yandık dedim içimden. “Ne olacak teyze, muhabbet ediyorduk. Sonra ben sıkıldım çıktım dışarı...” dedim.
Teyzem, “Viski mi içiyordunuz muhabbet ederken?” diye sorunca, “Hüsniye Hanım ısrar edince kıramadım...” dedim. “Yok oğlum, ben ona bir şey demiyorum zaten. İstediğini iç, ben ona karışmıyorum, ama başka şeyler var gibi geliyor bana...” dedi başını sağa sola sallayarak. Bu arada gülümsüyordu. Teyzem olan biteni anlamıştı anlaşılan. Hiç cevap vermedim, söyleyecek bir şeyim de yoktu zaten. Ben sessiz kalınca teyzem de başka bir şey demedi.
Teyzemler ilk önceleri bizim mahallede oturuyordu. Elif evlenip gittikten sonraysa şimdi gittiğimiz eve taşınmışlardı, iki sene kadar önce de şu anda oturdukları daireye. Evde halen daha eşyaları vardı. Evi kiraya vermemişlerdi, öylece duruyordu. Teyzem parayı bulunca eski evden birkaç parça dışında hiç eşya getirmemiş, mutfaktaki tabak çanak dahil hepsini sıfır almıştı.
Evin önüne geldik. Burası bahçe içinde tek katlı ve bayağı büyük bir evdi. Sarı renkli boyaları yer yer dökülmüştü. Evde iki yıla yakındır oturan olmayınca bahçe de ev de bakımsız kalmıştı. Pencerelerde kalın perdeler vardı. Teyzem anahtarı sokup kilidi açtı. Demir kapı gıcırdayarak açılırken, “Osman, şu sigortaları açsana!” dedi. İçerisi oldukça serindi ve rutubet kokuyordu. Bir sandalye bulup üstüne çıktım, sigortaları açtım. Teyzem salonun ışığını açtı sonrasında.
Eşyalar yerli yerindeydi. Hatta duvardaki resimler ve saat bile yerinde duruyordu. Boya badana ve genel bir temizlikten sonra oturulacak durumdaydı. Teyzem salondaki çekyata oturdu, “Gel şöyle hele!” dedi yanını gösterip. Yanına oturdum, teyzem anlamsızca gülümsüyordu. “Ne oldu teyze, hayırdır?” dedim. Bir elini omzuma koydu, “Burası senin evin olacak yavrum. Elif’le evlendikten sonra burada oturursunuz. Bu eşyaların hepsi yeni gibi, bir de eşya alma derdiyle uğraşmanıza gerek yok. Eğer istemezsen de ben hepsini alırım sana, sen yeter ki kızımla mutlu ol. Hem başka diyeceklerim de var sana...” dedi yine gülümseyerek.
“Bunu önce benden duymanı istedim. Elif’im iki canlıdır yavrum!” dediğinde heyecandan ne yapacağımı şaşırdım. “Kızım senden gebe, daha doktora gitmedik ama çok belli gebe olduğu. Durup dururken midesi bulanmaya, başı dönmeye başladı. Onun için dün sana kızımı ara sor dedim. Daha kimseye demedim bunu, annen de bilmiyor. Kamer’e bile söylemedim. Herkesten önce benden duy istedim. Hem oğlum hem damadım oldun artık...” dedi.
Demek sonunda baba olacaktım, Elif hamileydi, karnında çocuğumu taşıyordu. İnanılmaz bir mutluluk duyuyordum. Kaç zamandır karımla çocuğumuz olsun diye uğraşıyorduk ama olmamıştı. Şimdiyse Elif’in çocuğuma hamile olduğunu öğreniyordum. “Emin misin teyze, doğru mu bu dediklerin?” dedim heyecanla. “Doğru tabi yavrum, yanlış olur mu, gebe kadın hemen belli eder kendini!” diyerek yanıt verdi soruma.
Bunları söylerken sol eli göğsümdeydi. Benden yana biraz daha kaydığında koca çekyatta göt göte oturur hale gelmiştik. Teyzemin davranışlarında bir tuhaflık vardı, ama başka türlü bir tuhaflıktı. Bu hareketleriyle Zekiye’ye benziyordu. “Hayırdır teyze?” dedim göğsümdeki elini tutup çekerken. “Sana iyi para veririm!” dedi titreyen bir sesle. “Ne parası teyze, ne diyorsun sen?” dedim.
“İyi para veririm yavrum, ne istersen veririm!” dedi yine ve elini göğsüme koydu tekrar. “Ne demek bu?” dedim karşılık olarak. Teyzem mavi gözlerini gözlerime dikip, “Eniştenle artık karı koca değil bacı kardeş olduk yavrum. Senelerden beri bana elini sürdüğü yok. İyi para veririm sana, ne istersen alırım!” dediğinde işin rengi açığa çıkmıştı.
“Teyze salak salak konuşma, manyak mısın sen?” dedim ve elini geriye ittim yine. Ancak teyzem çok sakindi. “Niye yavrum, beğenmedin mi yoksa beni?” dedi. “Ya delirdin mi sen, hasta mısın?” dedim sinirle. Ancak bu esnada yarağımın sertleştiğini fark ettim.
Teyzem, “Önceden sadece yeğenimdin, oğlum sayılırdın, ama şimdi damadım oldun. Beni teyzen değil, kaynanan gibi gör artık. Para veririm sana, hem de çok para. Yeter ki beni geri çevirme. Seni bunun için getirdim buraya. Bak, kimse yok, bir Allah’ın kulu yok, kimse bilmeyecek, duymayacak. Aramızda kalacak anladın mı? Artık kocamdan yana şansım yok, ama içimdeki yangınım çok büyük oğlum, çok büyük. Duramıyom artık, yanıyom, anladın mı yanıyom!” dedi ve yeniden elimi tutup pardesünün üstünden memelerine götürdü.
Dün asansörün önünde bana sarıldığında göğsümde hissettiğim memeleri şimdi avucumdaydı. İnce pardesünün altında sanki bir şey yoktu, dolgun ve yumuşak memelerini olduğu gibi hissediyordum. Bu dokunuşlarla birlikte yarağımdaki hareketlilik daha da artmıştı. “Kimse bilmez yavrum, kim bilecek burda, sadece ikimiz varız. Beni boş gönderme, sen yapmazsan başkası yapacak yavrum. Çok günah olduğunu biliyom, ama dayanamıyom artık yavrum, bu yangın beni yaktı kor etti!” dediğinde elimi çektim hızla, “Sen kafayı yemişsin!” dedim.
Ayağa kalkmak isterken elimi tuttu yeniden, “Hee, yedim yavrum, kafayı yedim. Erkeksizlikten kafayı yedim!” dedi gülümseyerek. Ardından da elimi bırakıp pardesünün üst düğmelerini açtı tek tek. İçine mor renkli bir bluz giymişti. Bluzun altında memelerinin şişkinliği daha da belliydi. Bluzu alttan tutup yukarı çektiğinde iki koca memesi çıktı meydana, sutyen takmamıştı.
Memeleri pamuk gibi beyazdı, yaşından dolayı sarkmış iki koca inek memesini andırıyordu. Açık kahve renkli büyük meme başlarının ortasında etli üzüm tanelerine benzeyen koyu kahve meme uçları vardı. Yarağımın sertliği kot pantolonun önünde şişkinlik yaratmıştı artık. Kalbimin atışları tavan yapmıştı.
Öz teyzem benden kendisini sikmemi istiyordu. İçimde iyi ile kötünün savaşı vardı resmen. Bir yanım (O senin teyzen, sakın yapma!) diyor, öbür yanımsa (Sonuçta o da bir kadın, ona istediğini ver!) diyordu.
Teyzem bluzunu açmış o halde bana bakıyor ve memelerini göstermeye devam ediyor, beni ikna etmeye çalışıp konuşuyor, “Altı sene oldu yavrum, altı sene. Altı senedir eniştenin eli elime değmedi. Götürmediğim hoca, yedirmediğim macun kalmadı, ama hiçbiri kar etmedi. Hiçbiri işe yaramadı. Eczaneden ilaç aldım, o utanıp alamadığı halde ben kadın başıma gidip aldım. Ama gene de olmadı yavrum, gene de olmadı. Tık yok adamda. Yandım kavruldum artık, anladın mı yandım kavruldum...” diyordu.
İstesem de gözlerimi memelerinden alamıyordum. Derin derin birkaç nefes alıp verdim. İçimde kötü taraf ağır basmaya başlamıştı. Kadınlara karşı zaafım vardı, karşımdaki teyzemdi ama karşı gelemiyordum. Yanına oturduğumda teyzem sonucun nereye gideceğini anlamıştı. İsteği galip gelmiş, beni yenmişti.
Sağ elimi tuttu ve çıplak memelerine götürdü. Elim memelerine değdiği anda, “Ohhh...” diye derin bir inilti çıktı dudaklarından. Yıllardan beri böyle bir anı beklediği çok belliydi. Eniştemin ihmali ve iktidarsızlığı teyzemi bu hale getirmişti. Memeleri ateş gibiydi. Teyzem, “Yanıyorum!” derken doğru söylüyordu.
Benim yapabileceğim tek şey o ateşi söndürmek olacaktı
27 notes · View notes
Text
Bölüm 120
Refiye’nin bakışlarından o anda ne düşündüğünü çıkartamıyordum. Herhangi bir tepki vermiyordu. Sadece o şekilde sessizce durmuş bizi izliyordu. Gözleri bir bana bir Hüsniye’ye yöneliyordu.
Tabii Hüsniye Refiye’nin arkasında olduğundan habersizdi. Müthiş saksosuna devam ediyordu. Yarağımı boğazının en derinlerine kadar sokup çıkartıyor, emiyor, yalıyordu sürekli. Ancak bir ara yarağımı emmeyi bıraktı ve başını kaldırıp baktı bana. Yüzümdeki ifadeden bir şeyler anlamış olacak ki geriye dönüp baktı bu kez.
“Refiye!” dedi yüksek sesle. O ana kadar sessiz sessiz duran Refiye, “Allah belanızı versin!” diyerek yattığı odaya geri dönünce birbirimizin yüzüne baktık. Hüsniye, “Osman sen git daha fazla gerginlik olmadan. Ben onunla konuşurum!” dedi. “Ne konuşacaksın?” diye sordum. “Ben hallederim sen merak etme. Daha fazla gerginlik olmasın. Sen burada kalırsan Refiye daha da sinirlenir, ben bilirim onun huyunu. Sen git, ben ararım seni sonra!” dedi. “İyi tamam. Öyle diyorsan öyle olsun. Ama bana bir şey ver de içeyim, kafam kazan gibi!” dedim.
Dizlerime sıyrılan pantolonumu ve külotumu çektim. Yarağım halen sertliğini koruyordu ve Hüsniye’nin ıslak saksosuyla yağlanmış gibi parlıyordu salonun loş karanlığında. Ayağa kalkıp üstümü başımı düzeltirken Hüsniye de giyiniyordu. Tatlı sarhoşluğun üstüne böyle bir durumla karşılaşınca gerildim. Evliliğimizin daha ikinci gününde böyle bir olayla karşılaşmıştım ve ne yapacağımı da bilmiyordum.
Az sonra Hüsniye mutfaktan bir soda getirdi. “Sen iç bunu, ben Refiye’ye bakayım!” dedi ve içeriye gitti. Sodayı içtim yavaşça. Viskinin yarattığı sarhoşluğu en azından bir nebze olsun azaltmalıydım. Durup içeriyi dinledim bir süre, ama hiçbir ses gelmiyordu. Çıktım evden. Salonun loş karanlığından koridorun aydınlığına çıkınca gözlerim kamaştı. Tavandaki güçlü, parlak ışık gözlerimi alıyordu. Üstüne bir de sarhoşluk ve mide bulantısı eklenince asansörün kapısına çarptım.
Düğmeye basıp asansörün gelmesini bekledim. O ara binanın alt katlarından kadın ve çocuk sesleri geliyordu. Az sonra asansör gelince bindim. Düğmeye bastım, asansör ağır ağır inmeye başladı. İki kat sonra durdu asansör ve kapısı açıldı. Küçük bir kız çocuğu ile genç bir kadın göründü.
Kız içeri girmeye çalışınca, annesi, “Ecrin hayır, biz sonra bineriz!” dedi. Ama kız, “Ya anne hadi!” dedi sevimli bir ses tonuyla. Geriye çekildim ve “Buyurun lütfen!” dedim. Kadın tanımadığı, yabancı bir erkekle aynı asansörde olmak istemiyordu, ama küçük kızının bu durumdan haberi yoktu. Kız içeri girince annesi de mecburen bindi asansöre ve sırtını bana döndü.
Dizlerine kadar inen krem renkli bir pardesü vardı kadının üzerinde, altında ise kırmızı bir kot pantolon. Yüksek topuklu krem renkli bir ayakkabı giymişti. Başını ise desenli büyük bir türbanla bağlamıştı. Üzerinden güzel bir parfüm kokusu yükseliyordu, öyle ki küçük asansörün içini birkaç saniyede kaplamıştı bu koku. Kadının kalın baldırlarına yapışık gibi görünüyordu kırmızı kot pantolon. Elinde siyah, parlak bir çanta tutuyordu. Kalın yüksek topuklu ayakkabılarıyla uzun olan boyu daha da uzamıştı.
Kız elinde tuttuğu bebeğini bana gösterip, “Baaak, babam aldı bunu!” dedi gülümseyerek. Çok sevimli bir kızdı. “Ne güzel bebek. Bana verir misin?” diye sordum. “Olmaz, babam bunu bana aldı!” dedi neşeyle. “Kaç yaşındasın sen?” diye sordum. Kız, “Dört!” deyince annesi yan gözle baktı kızına, “Beş oldun ya kızım, geçen ay kutlamadık mı doğum gününü?” dedi. Bunun üzerine küçük kız, “Eveet, beeş!” diyerek parmaklarıyla da işaret yaptı.
Bu sırada asansör giriş katına gelmişti. Kadın kapıyı açıp dışarı adım atacakken yengemle teyzem belirdi birden. Yengem şaşkınca, “Osman, sen ne arıyorsun burada?” derken, teyzem, “Oo, benim oğlum buradaymış!” diyerek sarıldı bana sıkı sıkı. Teyzemin iri, yumuşak memelerini göğsümde hissediyordum. Teyzemin sarılması biterken sıra yengeme gelmişti. “Nasılmış benim aslan oğlum?” diyerek o da sarıldı sıkıca.
Teyzeminkilerden sonra yengemin dolgun memelerini hissettim göğsümde. Bu arada kadın karşısında cereyan eden olayın ne olduğunu anlamaya çalışıyor gibi kenarda durmuş bizi izliyordu.
Yengem sarılmayı bırakıp, “Hilal, bak bu benim oğlum, yani aslında yeğenim de, oğlumdan daha ötedir benim için!” dedi. O ana kadar varlığımdan rahatsızmış gibi davranan kadın benim kim olduğumu öğrenince birden gülümseyerek baktı bana. “Nereye böyle, bu cimcimeyi de almışsın yanına?” diye sordu yengem. “Annemlere gelmiştim, şimdi de eve gidiyorum...” dedi kızının elinden tutarken. Yengem, “Bana bak, Osman bıraksın seni!” deyince, “Yok, eşim dışarda, sağ olun!” dedi kadın, yani Hilal. Sonra, “Hayırlı akşamlar!” dedi üçümüze birden ve kızının elinden tutup kapıdan çıktı.
Yengem, “Nereye oğlum, sen ne arıyorsun burada, Refiye nerde, kadını evde bırakıp buraya mı geldin?” dedi heyecanla. “Yok, yukarda. Hüsniye hanımın yanında...” dedim. Daha dakikalar önce bana sakso çeken Hüsniye’den şimdi hanım diye bahsediyordum.
Teyzem, “Nereye oğlum, gel yukarı, oturalım, konuşalım!” dediğinde, “Yok teyze, biraz işlerim var, sonra gelirim...” dedim. Yengem de, “Oğlum karını daha ilk günden yalnız bırakma, gel hadi bizimle. Bırak şimdi işlerini filan!” deyince, “Yok yenge, başka zaman. Şimdi onlar kadın kadına dedikodu yapıyorlar. Ben de sıkılırım bu tip muhabbetlerden...” diye yanıtladım. Yengem, “İyi, tamam sen bilirsin. Ama en kısa zamanda geleceksin bana, ona göre. Yoksa bu kulağını çekerim!” dedi ve kulağımı hafifçe çekti gerçekten de.
Yengem asansöre binerken, “Sabriye, hadi bu meret yukarı çıkmadan bin!” dedi teyzeme. Teyzem, “Sen çık, ben gelirim!” deyince, yengem, “İyi be, ne bok yersen ye!” diyerek asansörün kapısını kapatıp yukarı çıktı. Asansör yukarı çıkarken teyzem yeniden sarıldı sıkıca, altın bileziklerle dolu kolları sırtımda geziniyordu. Üzerindeki ince açık gri pardesünün altındaki iri memelerini hissettim yine göğsümde. Sanki özellikle bu şekilde sarılıyor, beni kendine bastırıyordu. O anda yarağımın hafiften sertleştiğini fark ettim.
Teyzem yanaklarıma iki ıslak öpücük kondururken, “Elif’i niye arayıp sormuyorsun oğlum?” dedi. “Teyze biliyorsun bu evlilik işleri filan...” derken kesti sözümü, “Oğlum biz bu kızı niye boşattık kocasından. Genç yaşında dul kalsın diye mi. A benim salak oğlum. İki yaşlı dul karıyı aldın, tamam bir şey demedik ama böyle de olmaz...”
“Bugün annen babanla konuştuk zaten, oradan geliyoruz. Bu nikâhınızı en kısa zamanda yapacağız. O kız daha ne kadar öyle kalacak. Ara sor o kızı, bir dışarı çıkar, o çocuklarıyla ilgilen, onlara babalık yap. O ibne kocasından bir hayır görmedik senelerce, anca bizi sömürüp durdu. O çocuklarını ne arıyor, ne soruyor pezevenk...”
“Oğlum biliyorsun ben ta en başından beri senin kızımla evlenmeni istiyordum. Elif zaten senelerdir sana sevdalı. Ha, sen o zaman istemedin, Elif benim bacımdır dedin, ablamdır dedin istemedin. Kız da gitti ibnenin birine kaçtı o sinirle, üzüntüyle. Ama şimdi işler değişti yavrum, zaman değişti. O kızı yalnız bırakma, her zaman ara, halini hatırını sor. Görmesen bile ara sor en azından. O seni seviyor oğlum, hem de çok seviyor. Aldın iki kartlaşmış karıyı gözün başka bir şey görmez oldu!” dedi.
Teyzem bana sitem ediyordu, ama haklıydı. Refiye’nin evinde siktiğim günden beri Elif’i ne aramış ne sormuştum. Nikâh gecesi de somurtkan bir suratla oturmuş, hiç konuşmamıştı. Teyzem kulağıma yanaştı ve fısıltılı bir sesle, “Oğlum ben her şeyi biliyorum. Benim haberim, iznim olmasa o kız öyle bir şey yapar mı sanıyorsun sen?” dedi. Refiye’nin evinde olanlardan bahsediyordu. Anneminki gibi mavi gözlerini birkaç saniye boyunca hiç kırpmadan baktı bana.
“Tamam mı oğlum, anlaştık mı?” dedi omuzlarımdan tutup. “Tamam teyze, anlaştık. Ararım ben şimdi onu!” dediğimde yeniden yanağıma ıslak bir öpücük kondurdu. “Söz mü?” diye sorunca, “Tamam, söz!” dedim. Teyzem asansöre binerken ben de kapıdan çıktım. Dışarının serin ve temiz havasını çektim ciğerlerime. Viskinin etkisi yavaş yavaş azalmaya başlamıştı. Bir sigara yaktım ve derin birkaç nefes çektikten sonra söndürdüm. Arabaya bindim ve teyzeme verdiğim sözü yerine getirmek için Elif’i aradım.
Birkaç kez çaldıktan sonra açıldı telefon. Elif benim aramamı beklemiyordu. Sesindeki heyecanı anlamamak mümkün değildi. Biraz havadan sudan konuştuk, çocuklarını sordum. “Müsait bir zamanda dışarı çıkalım, güzel bir yemek yiyelim...” dedim. “Sen bilirsin...” dedi heyecandan titreyen sesiyle. Biraz daha konuştuktan sonra kapattım telefonu.
Arabayı daha yeni çalıştırmıştım ki telefonum çaldı. Artık tanıdığım sabit numara vardı ekranda. Hüsniye’nin aradığını zannederken telefonu açınca Refiye’nin sakin sesi geldi kulağıma. “Canım, yengenle teyzen geldiler. Bırakmak istemiyorlar beni, sağ olsun Hüsniye de öyle. Ben biraz daha kalırım burada. Senin için mahsuru var mı hayatım?” deyince, “Yok, ne mahsuru, sen keyfine bak...” dedim. “Tamam canım, ben haber veririm sana!” diyerek kapattı.
Anlaşılan Hüsniye’nin konuşması işe yaramıştı yada Refiye yengemle teyzemin yanında durumu çaktırmak istemiyordu. Refiye’nin bizi yakalaması belki de iyi olmuştu. Aksi halde yengem ve teyzem bizi o halde görebilirdi. Refiye’nin bizi görmesinden daha büyük problem olurdu bu durumda.
Bir süre nereye gitsem, ne yapsam diye düşünüp durdum. Evin anahtarları Refiye’deydi, eve gidemezdim. Karnım acıkmıştı üstelik. Sonra aklıma Zümrüt geldi. Daha doğrusu gerçek ismiyle Beyza. Hem onu görmek, hem de bir şeyler yemek için çalıştığı alışveriş merkezine sürdüm arabayı...
Bir şeyler yedikten sonra çalıştığı kozmetik mağazasına gittim. Birkaç müşteri vardı ve hepsi kadındı. Rafların arasında gezinirken bir taraftan da onu görmek için bakınıyordum. Sonunda kasada durduğunu gördüm. Müşterilerden biriyle ilgileniyordu. Kadının işlemi bitince kasaya yöneldim. Zümrüt, yani Beyza önündeki deftere bir şeyler yazıyordu. “Af edersiniz, erkek parfümleri ne tarafta acaba?” dediğimde başını kaldırdı.
Beni görür görmez hafiften irkildiğini, tedirgin olduğunu fark ettim hemen. Kısa bir duraksamanın ardından, “Şu ilerde, solda!” dedi soğuk bir sesle. “Teşekkür ederim!” diyerek oraya geçtim. Bir deodorant alıp kasaya gittim yeniden. Yanında kimse yoktu. Deodorantı alıp işlem yaparken, “O gece için özür dilerim!” dedim fısıltılı bir sesle. Hiç cevap vermedi bu sözüme.
“Kendimi affettirmek istiyorum!” dedim bu kez. Ancak Beyza, “9,90. Kart mı, nakit mi?” dedi karşılık olarak. “Nakit...” dedim ve cüzdanımı çıkardım. İçinden parayla birlikte kartımı da alıp uzattım. Beyza kartımı elinin tersiyle itip parayı aldı, fişi kesip verdi. “Teşekkür ederiz!” dedi yine soğuk bir sesle. Bu sırada arkama bir kadın gelmişti, bu yüzden başka bir şey diyemeden çıktım mağazadan. Beyza’nın beni aramasını umut ediyordum, ama arar mıydı bilmiyordum.
Mağazaların vitrinlerine baka baka ilerlerken telefonuma bir mesaj geldi. Refiye göndermişti. “Seni görmek istemiyorum, eve gelme sakın!” diye yazmıştı. Canım sıkıldı. Aradım kendisini, birkaç kez çaldıktan sonra meşgule attı. Yeniden aradığımdaysa kapatmıştı telefonu. Yengemi aradım bu kez, Refiye’yi sordum. “Çıktı oğlum, sana haber vermedi mi?” dedi şaşırmış gibi. “Yok!” dedim ve kapattım. Yeniden Refiye’yi aradım ama gene kapalıydı telefonu.
Bir süre boş boş gezindim öylece. Telefonum çalınca Refiye arıyor mutlaka diyerek bir heyecanla açtım telefonu. Ama arayan Refiye değil Hüsniye’ydi. “Refiye aradı mı?” diye sordu ilk önce. “Yok, ama mesaj gönderdi. Beni görmek istemiyormuş, eve gitmemi de istemiyor. Aradım ama açmadı, sonra da kapattı telefonunu!” dedim. Hüsniye’nin güçlü nefes alışverişlerini duydum bir süre.
“Zamana bırakmamız lazım. Refiye sana dediğim gibi çok kıskanç bir kadındır ve fazlasıyla kıskançlık yapıyor şu anda da. Hamile kalabilmem için seninle yatmama ses etmezken bu işi zevk için yapmamızdan nefret ediyor. Neyse, yapacak bir şeyimiz yok...” dedi.
“Bu durum ne kadar sürecek peki, ne kadar daha böyle davranacak?” diye sorduğumda, “Bilmiyorum, ama senin açından fazla uzun sürmez. Ama beni ne zaman affeder onu bilmiyorum. Seni ayarttığımı düşünüyor. Zaten daha önce de bu konuda kapışmıştık. Sen bu gece hiç eve gitme bence, otele falan git, yada Özlem’in yanına...” diyerek yanıtladı.
“Özlem’in yanına gidemem. Daha ilk günden kavga ettiğimizi anlar, aynı şekilde annemin yanına da gidemem. Mecburen bir otel filan bulmam gerek...” dedim. “Bilmiyorum hayatım. Yani biraz sıkıntı olacak senin için, ama uzun sürmez bu durum. Seni çok seviyor, senden ayrı kalamaz. Merak etme, birkaç güne kadar her şey düzelir. Hem o şekilde bizi görmesi de iyi oldu. Öbür türlü Kamer anneyle teyzen bizi iş üstünde yakalayacaktı!” dedi kahkahayla ve sonra da kapattı telefonu.
Kendime geceyi geçirebileceğim bir yer bulmam gerekiyordu. Yeni karım evliliğimizin ikinci gününde beni evden atmıştı. Gülsem mi ağlasam mı bilemedim. Hangi otele gitsem, nereye gitsem diye düşünüp dururken aklıma Melahat geldi. Daha Pazar günü Aysel’in evinde kolumdan tutup, “Ben senin karınım!” diyerek kendisini ihmal ettiğimi söylemiş, onda kalmam için ısrarcı olmuştu.
Arabaya atlayıp Melahat’ın evine doğru yola çıktım. Binanın önüne geldiğimde Melahat’ın giriş kattaki dairesinin ışıklarının yandığını gördüm. Buraya gelmeyeli epey olmuştu, üstelik kirasını ben ödediğim halde. Melahat taşındığında binanın bir iki dairesinde oturan vardı, ama şimdi nerdeyse bütün daireler dolmuştu. Her birinin ışıkları yanıyordu.
Zile bastım. Birkaç saniye sonra zilin yanındaki hoparlörden Melahat’ın, “Kim o?” diyen sesi geldi. “Benim, Osman!” dediğimde, “Osman?” dedi heyecanla ve o anda demir kapı cızırdadı. Kapıyı açıp içeri geçerken Melahat’ın daire kapısı açıldı bu kez. Melahat kapının önündeydi. “Misafir kabul ediyor musun?” diye sordum. “Ne misafiri, sen ev sahibisin!” dedi gülümseyerek ve içeri geçmemi işaret etti.
Kapıyı kapatırken, “Hayırdır, hangi rüzgâr attı seni böyle?” diye sorunca, “Anlatırım...” dedim. Melahat yılların kurduydu, insan sarrafıydı. Bir şeylerin olduğunu anlamıştı. Salona geçtiğimde bir sürpriz bekliyordu beni. Salonda bir kadınla iki kız çocuğu vardı. Kadın çekyatta otururken kızlar ayağının dibinde oturmuş oyun oynuyordu. Kadın beni görünce tedirgin oldu ve ayağa kalktı. Kadının yüzü tanıdık geliyordu, ama nerden olduğunu çıkartamıyordum. Ama sonra Cumartesi günü Keriman’ın evinde gördüğüm kadın olduğunu anladım. Bir akşam vakti Melahat’ın evinde ne arıyor diye düşünmeden edemedim.
Arkamdan gelen Melahat, “Nermin, bak sana bahsettiğim eşim, Osman!” dedi. Kadın ürkek bir sesle, “Hoş geldiniz...” deyince, “Hoş bulduk!” dedim. Yerde oyun oynayan kızların biri 4-5 yaşlarında iken diğeri 2-3 yaşlarında görünüyordu. İkisi de sarı saçlı ve çok sevimliydi. Nermin bana yan gözle ve çekinerek bakıyordu. Keriman’ın evinden sonra burada da karşılaşmıştık.
Kısa bir sessizliğin ardından Melahat, “Osman az gelsene...” diyerek bana seslenince kalktım. Melahat beni yatak odasına sokup, “Hayırdır, ne oldu?” diye sordu. “Karım evden attı, gidecek bir yerim yoktu, sana geldim!” dediğimde gülmemek için kendini zor tuttu. “Ne yaptın da evden attı?” diye sorunca, “Beni arkadaşıyla bastı!” dedim gülerek. Melahat, “Tövbe tövbe!” diye başını sağa sola salladı birkaç kez.
Başını örtmemişti. Uzun, dalgalı ve kumral saçları beline dökülüyordu. Parmak uçlarımı saçlarında gezdirirken, “Sen bırak şimdi beni, bu kadın ne arıyor burada?” diye sordum. “Sorma, şerefsiz kocası dövmüş. Bu da bıçak çekmiş o sinirle, herifi elinden yaralamış. Sonra da çocuklarını alıp kaçmış. İki büyük kızı var, onlar bir akrabasında kalıyor. Bu küçükleri de bunlar. Aysel hocanın yanına geldi bugün. O da benim yanıma yerleştirdi...” dedi.
“Peki ben nerde kalacağım, bu kadın buradaysa...” derken kesti sözümü ve “Sen boş ver onu. Bu evin kirasını sen veriyorsun, o değil. Hem devamlı kalmayacak zaten, bakarsın yarın öbür gün barışır kocasıyla, çeker gider!” dedi. Sonra da, “Aç mısın, bir şeyler yer misin?” diye sordu. “Yok, sağ ol, doyurdum karnımı!” dedim. “İyi o zaman, çay koyayım ben...” diyerek mutfağa geçince ben de salona geri döndüm.
Nermin orta yaşlı, 34-35 yaşlarında gösteriyordu, ama aklımda kaldığı kadarıyla Tuğba onun 27 yaşında olduğunu söylemişti. Çok küçük yaşta evlenmiş ve dört kız çocuk doğurmuştu. Hatta Keriman onun yine hamile olduğunu söylemişti. Kocası erkek çocuk doğurana kadar onu sikmeye, hamile bırakmaya devam edecekti.
Orta boylu, etine dolgun bir kadındı. Uzun çiçekli bir basma etek giymişti Nermin. Üzerinde ise uzun kollu yeşil bir bluz vardı. İri ve dolgun memeleri bluzun altında kendini belli ediyordu. Geçen gün Keriman’ın evinde gördüğümde üzerinde örgü bir yelek vardı ve memelerinin bu kadar büyük olduğunu fark etmemiştim. Hafif çıkıntı yapmış göbeği de belli oluyordu aynı zamanda. Ne de olsa hamileydi. Başını beyaz ve kenarları işlemeli büyük bir türbanla bağlamıştı.
Melahat çay koyup yanımıza döndüğünde havadan sudan konuştuk. Ancak ne Nermin ne de ben daha önce karşılaştığımızdan bahsetmedik. Nermin daha 2-3 gün önce ev sahibinin evinde gördüğü adamın yanına sığındığı kadının kocası olduğunu öğrenmenin şaşkınlığını yaşıyordu. Bu her halinden belli oluyordu. Kaçamak bakışlarını görüyordum. Ben de aynı şekilde onu yeniden görmenin şaşkınlığı içindeydim. Belki onun kadar değilse bile şaşkındım.
Çaylarımızı içerken servis işini Nermin yapıyordu. Bense onun dolgun ve genç vücudunu inceliyordum. Bir ara mutfağa giderken eteğinin götünün arasına girdiğini gördüm. Etek koca göt yanaklarının arasında kalmış sanki bir mengenenin arasındaymış gibi sıkışmıştı. Göt yanakları adım attıkça löpürdüyordu.
Tabii yanımda oturan Melahat da benim gördüğümü görmüştü. Koluma hafifçe dokunup kızların duyamayacağı bir sesle, “Hişş, ne yapıyorsun?” dedi bir gözünü kırparak. “Ne yapayım, elimde değil!” dedim gülerek. Melahat’ın buna cevabı, “Ben senin karınım, o değil. Sen benim götüme bakacaksın, onunkine değil!” dedi sinirlenmiş gibi. Nermin yeniden salona döndüğünde eteğini düzeltmişti.
Bir süre daha oturmaya devam ettik. Nermin’in çekingen, ürkek hali yavaş yavaş kaybolmaya başlamış gibiydi. Kocasından dayak yediği için buraya sığınmış biri gibi değil de, dedikodu yapmaya gelmiş gibiydi ve hafif doğulu şivesiyle konuşuyordu Melahat’la. Gözü karardığında kocasına bıçak çekip onu yaralayan bir kadından ziyade kendi halinde birine benziyordu bu haliyle.
Ben de bu sırada yerdeki kızlarla oyun oynuyordum. Büyüğünün adı Şeyma, küçüğününki ise Seda idi. İkisi de çok şeker ve güzeldi. Kızların sarı saçlarına bakılırsa anneleri de büyük ihtimalle sarı saçlıydı. Nermin’in başına örttüğü büyük türbanının altında sarı saçları olduğuna emindim.
Kızların uykusu geldiğinde saat gece 12’ye geliyordu. Melahat, “Nermin şu çekyatı açalım da kızlar yatsın, sen de bunda yat!” deyince, “Olur abla, sen nasıl istersen!” dedi. Melahat, “Osman sen de içeri geç, ben de birazdan gelirim...” dediğinde, “Tamam!” dedim. Ne de olsa Melahat benim karımdı. Aysel’in uyduruk nikâhıyla evlenmiştik. Nermin bu sırada göz ucuyla bakıyordu bana. Kendisi kocasının dayağından kaçıp buraya sığınmıştı ve yanına sığındığı kadının birazdan kocasıyla çatır çatır sikişeceğini de iyi biliyordu. “Allah rahatlık versin...” dedi çekingen bir sesle. “Size de!” dedim ve yatak odasına geçtim.
Çok ilginç bir gün olmuştu benim için. Güne ikinci karımın evinde uyanmıştım. Sevişmiş, kahvaltı yapıp gezip tozmuş, alışveriş yapmıştık. Hatta alışveriş poşetleri halen arabanın bagajındaydı. Ama sonra işler ters gitmeye başlamıştı. Önce Natalya ve Fikriye Hanım yüzünden bir kıyamet kopmuştu. Bu kıyameti Hüsniye ile yaşadığım güzel bir sikiş takip etmiş, ama sonra yeniden sahneye Refiye çıkmış ve işler berbat olmuştu. En sonunda gün bitip de yeni güne girerken Melahat’ın evindeydim.
Refiye’yi arasam mı diye düşündüm, ama sonra vazgeçtim. Hüsniye onu benden daha iyi tanıyordu, birkaç güne her şey düzelir derken haklıydı belki de. Çırılçıplak soyunup yatağa girdim. Beş dakika kadar sonra Melahat geldi. Kapıyı kapatır kapatmaz, “Soyundun mu?” diye sorduğunda üzerimdeki yorganı kaldırdım. Melahat çıplak vücuduma bakıp, “Aferin, işte hep böyle ol!” dedi gülerek ve ardından soyunmaya başladı.
Siyah uzun eteğini sıyırıp çıkardığında beyaz, dolgun kalçaları ve bacakları çıktı ortaya. Üzerindeki çiçekli gömleğini yukarı kaldırıp döndü kendi etrafında birkaç kez. Siyah bir tanga giymişti ve tanganın ipli arkası göt yarığının içinde kaybolmuş gibiydi. Önce tangasını ardından uzun kollu gömleğinin düğmelerini tek tek açıp çıkartırken kendi kendine dans ediyor ve bir şeyler mırıldanıyordu. Sanki bana striptiz yapıyordu. Gömleği çıkardığında beyaz atleti ile kaldı. Sutyen giymemişti ve atletin altından iri, sarkık memeleri tüm haşmetiyle belli oluyordu. Atletini de başının üzerinden çıkardığında memeleri löpürdedi tıpkı Nermin’in götünün yanakları gibi. Aklım halen onun götünün arasına giren eteğindeydi.
Bembeyaz ve yaşına rağmen genç görünen vücuduyla karşımdaydı Melahat. Amının üzeri ve etrafı tertemizdi yine. Bacaklarında, kollarında kıldan ve tüyden eser yoktu. Küçük striptiz şovuna ve mırıldanmaya devam ediyordu. Memeleri sallandıkça memelerinin üzerindeki çiçek dövmeleri sanki gerçek bir çiçeğin rüzgârda sallanması gibi sallanıyordu. Bir elini amına atıp yoğururken diğeriyle de memelerini avuçluyordu. İri, sarkık memelerinin etli ve koyu kahve uçlarını emiyor, beyaz meme başlarını yalıyordu.
Yıllarca kerhanelerde çalışmış, binlerce yarak yemiş ve erkek tanımıştı. Bunun dışında porno filmlerde oynamış ve yine porno dergilere poz vermişti. Feleğin çemberinden geçmiş bir kadındı. Çıplak vücuduna bakarken jilet izlerinin olduğu kollarını, bıçak yaralarını ve karnındaki sezaryen izine de bakıyordum.
Sırtını döndü bana ve götünün yanaklarını avuçladı. Onları hamur gibi sıkıp yoğururken bir taraftan da hafif hafif öne doğru eğilip domalıyordu. Sonunda iyice domalmış bir hale geldiğinde bacaklarını ayırdı iki yana. Sağ elini amına atmış ovalarken geniş ve derin bir çukuru andıran göt deliği göt yanaklarının arasında belirdi. Bir süre bu halde dizlerini kırıp doğrularak kendince dans etmeye devam etti. Bense film izler gibi izliyordum.
Sonunda kendi kendine yaptığı dans sona erdiğinde, “Hoşuna gitti mi?” diye sordu. “Çok!” dedim. Melahat ışığı söndürmeden önce küçük bir gece lambasını prize taktı. Lambayı söndürünce odanın içi küçük lambanın sarı renkli ışığıyla dolarken yanıma uzandı. “Kadın yattı mı?” diye sordum. “Bilmiyorum, ben açtım çekyatı. Yatarsa yatar...” dedi. “Hayırdır, kadının gelmesinden pek hoşlanmamışsın herhalde?” dediğim zaman, “Yok, hoşlanmamak değil de... Bunlar doğulu, sağı solu belli olmaz bunların. Kocası da zaten dayısının oğluymuş. Bakarsın yarın öbür gün herif benim kapımı keser, sen benim karımı alıkoydun, senin yüzünden oldu da diyebilir. Olmayacak şeyler değil bunlar...”
“Ee, ne olacak peki, kadını gönderecek misin?” diye sordum. “Yok, ne göndermesi. Aysel hoca bir şey demeden yapamam. Kadından yana sıkıntım yok, ama kocası yada akrabaları filan bir pislik yapabilirler, yoksa kadının da çocukların da bana zararları yok!” dedi başını göğsüme koyup. Memelerini karnımda, etimde hissediyordum. Hüsniye’den sonra Melahat ile güzel bir sikiş yaşayacaktım, ama öncesinde bir süre o şekilde kalıp hasret gidermek istiyordum. Ancak Melahat benim gibi düşünmüyordu herhalde ki sol elini yarağıma atmıştı yorganın altından.
Yarağımı sıvazlarken, “Senin şu milli forma işi ne oldu?” diye sordum. Başını kaldırıp, “Ne milli forması?” dedi, ama hemen sonra, “Haa, şu mesele mi?” dedi gülerek. “Sorma, güya kadın bugün oğlunu getirecekti. Ama sonra bu Nermin meselesi ortaya çıkınca öyle kaldı. Garibim bugün milli olacaktı şu kadın gelmese. Neyse o yoksa sen varsın. Zaten bana öyle acemiler değil, senin gibi uzmanlar lazım!” dedi göğsümü öperken.
Melahat bu şekilde yarağımı sıvazlayıp beni öpmeye başlamışken daha fazla tepkisiz kalamazdım. Dudaklarına yumuldum. Her iki dudağını emerken Melahat’ın maharetli eli yarağımı kazık gibi yapmıştı bile. Sağ elim memelerinde geziniyor, onları sıkıp yoğuruyordu. Dilimi ağzının içine soktuğumda Melahat sıcak ve ıslak diliyle karşılık verdi buna. Hemen ardından da ağzını araladı ve dilini çıkardı dışarı. Küçük, sarı lambanın ışığında dillerimiz adeta birbiriyle kenetlenmiş gibiydi. Yarağımın amıyla buluşmasından önce dillerimizin sikişiyle zevke geliyorduk. Engel oluşturan üzerimizdeki yorganı açtım iyice, çıplak vücudum odanın serinliğiyle ilk anda üşüse de sevişmenin sıcaklığı baskın çıkmaya başladı.
Memelerini deli gibi sıkıp yoğururken bir taraftan da karnını okşuyordum. Karnındaki ameliyat izini parmak uçlarımda hissediyordum. 54 yaşındaydı, ama yaşına rağmen kaymak gibi pürüzsüz ve kadife gibi yumuşak bir teni vardı Melahat’ın. Ve sonuçta uyduruktan bir nikâhla da olsa karımdı, benim helalimdi. Hiç düşünmeden beni evine almış, gece vakti dışarda kalmamı önlemişti.
Melahat’ın ucuz ve dandik çift kişilik yatağından hafif gıcırtılar gelmeye başlamıştı bile. Zaman zaman yatağın yaylarından tok seslerin geldiği de oluyordu. “Kadın şimdi işkillenmesin, biraz beklese miydik?” dediğimde Melahat, “Siktir et kadını, sen onu bırak benimle ilgilen!” dedi ve ardından dudaklarıma yumuldu. Kontrolü ona bıraktım. Melahat üzerime uzanıp dudaklarımı emmeye başladı bu kez. Her iki dudağımı vakumluyordu resmen. Ara ara, “Hımm, hımm...” sesleri çıkartıyor, aç bir kurt gibi saldırıyordu.
“Hişş, sakin ol. Bak kadın duyabilir!” dediğimde, “İstersen onu da çağırayım aramıza?” dedi sinirle. Gülerek, “İyi olur!” dediğimde hiç cevap vermedi ve dudaklarımı emmeye devam etti. Ellerim sırtında, belinde ve göt yanaklarında geziniyordu bu sırada. İri memeleri çıplak göğsümün üzerinde baskı oluşturuyor ve sallanıyordu. Uzun saçları yüzümü yalıyordu sürekli ve lambanın zayıf ışığını görmeme engel olan bir perde oluşturuyordu. Karanlık bir odadaydım sanki ve Melahat’ın sıcak ve şiddetli nefesini yüzümde hissediyordum saçlarından ayrı olarak.
O dudaklarımı emerken ben de boş durmayıp göt yanaklarını sıkıp yoğurdum. Birkaç şaplak attığımdaysa ummadığım kadar ses çıktı. Melahat, “Ses yapma diyorsun, ama sen ses yapıyorsun!” dedi dudaklarımı emmeyi bırakıp. “Ne bileyim bu kadar ses çıkacağını?” dediğimde, “Benim götüm halen taş gibidir, sen ne sandın beni?” dedi küçük bir kahkahayla. Yılların orospusuydu Melahat, ama bu yaşında bile sevdiği erkekle birlikte olabilmenin açlığını çekiyordu.
Melahat yeniden dudaklarıma yumulmak istediğinde onu omuzlarından tutup durdurdum. “Bırak şimdi öpmeyi, ağzına al biraz da!” dedim. “İyi, tamam!” dedi saçlarını sırtına atarak ve ardından ayakuçlarıma doğru kaydı dizleri üzerinde. Dörtayak üstüne domalmış halde yarağımı ağzına aldığında tarifsiz bir zevk dalgası gezindi vücudumda. Melahat’ın yoğun ve müthiş saksosu Hüsniye’ninkini aratmıyordu, hatta onunkinden bile iyiydi.
Yarağımı gırtlağına kadar sokup çıkartıyordu. Lambanın sarı ışığında yarağımın ağız boşluğunu doldurduğunu görüyor ve bundan büyük mutluluk duyuyordum. Melahat’ın ıslak ve sesli saksosu zaten sertleşmiş yarağımı daha da şişirmiş ve sopa gibi yapmıştı kısa sürede. Yarağımdan akan zevk sıvıları onun tükürüğüyle birleşip taşaklarıma doğru akıyordu. Melahat’ın başı aşağı yukarı kalkıp indikçe yarağım ağzının içinde makinenin içindeki piston gibi gidip geliyordu.
Bütün bunlar olurken altımızdaki yataktan sesler gelmeye de devam ediyordu. Melahat’la iki kez sikişmiştim şimdiye kadar. İlki Aysel’in evinde olmuştu. Aysel’in nikâhının ardından onun yatağında gerdeğe girmiştik. İkinci sikişmemiz ise bu evde, evi tuttuğum gün olmuştu. Ayaküstü yaptığımız o sikişin üzerinden uzun zaman geçmişti ve o zamandan beri Melahat’ın eline erkek değmemişti.
Melahat öpüşme faslı gibi sakso faslını da uzatmak istiyordu, ama artık buna son vermesi gerektiğini söyledim. Yoksa ağzına patlayacaktım. Melahat, “İyi tamam!” diyerek doğrulurken yarağım füze gibi havaya dikiliydi. Melahat yatağın üzerinde ayağa kalktı, ayaklarını kalçalarımın yanından bastırdı yatağa iyice. Bu sırada yatağın yayları gıcırdamıyor sanki feryat ediyor, avaz avaz bağırıyordu.
“Nerden aldın bu amına koyduğumun yatağını?” dediğimde, “Param buna yetti, ne yapayım?” dedi. Sonra da işer gibi çömelirken yarağımı kavradı sağ eliyle ve amına soktu. Amı senelerce sikile sikile genişlediğinden öyle çok uğraşmasına gerek yoktu. Ayrıca Melahat amını iyi tanıyordu. Onun nerde olduğunu iyi biliyordu. Karım bazı zamanlarda bu şekilde üste çıktığında yarağımı amına hizalamak için biraz uğraşmak zorunda kalıyordu. Oysa Melahat çok deneyimliydi.
Yarağımın kafası amının dudaklarıyla buluşurken saniye bile geçmeden amının derin ve geniş boşluğuna girivermişti. Amı sımsıcaktı ve ıslak yarağımı kaplamıştı bu sıcaklık. Hemen ardından Melahat ellerini göğsüme attı, dizlerini de yatağa dayadı. İleri geri yaylanmaya başladığında yarağım amına girip çıkmaya başlamıştı.
“Immm, oğhh, uhhh, ağhhh, ıhhh...” sesleri dökülüyordu dudaklarından. Yatağın yaylanmaları ve gıcırdamaları da son sürat devam ediyordu yine. İri memeleri sallanıyordu bu hareketleriyle. İki elimle kavradım memelerini ve okşamaya, yoğurmaya başladım. Etli uçlarını parmak uçlarımla sıkıyordum. Melahat ise iniltilerini devam ettiriyor, atın üstündeki jokey gibi yaylanmayı sürdürüyordu.
Zaman zaman duruyor, kendini kasar gibi hareketler yapıyordu. Bu anlarda karnının etlerinin, kalçalarının sertleştiğini görüyordum. Birkaç saniyelik bu duraklamaların ardından yine aynı hızla ve şiddetle yaylanmaya devam ediyordu. Yarağım taşaklarıma kadar amındaydı. Bir ara şiddetli bir, “Offf...” sesi çıkardı Melahat. “Yavaş ol!” dediğimde, “Sen karışma!” dedi ve ardından ellerini göğsümden çekip dik bir hale geldi.
Bu şekilde götünü sağa sola, ileri geri sanki bir daire çiziyormuş gibi hareket ettirmeye başladı. Derin ve geniş amının içinde kaybolan yarağım da bir kalem gibi daire çiziyordu bu sırada. Melahat’ın iniltileri devam ederken benden de inlemeler, zevk sözcükleri çıkmaya başlamıştı. Yatağın şiddetli gıcırdamaları eşlik ediyordu inlemelerimize. Ellerim Melahat’ın karnında, kalçalarında ve memelerinde geziniyordu. Sallanan iri memelerini avuçlayıp sıkıyordum durmadan.
Melahat bir süre sonra ellerini kalçalarıma atarak kendini biraz daha geriye yasladı. Sürekli olarak ileri geri yaylanıyordu. Yarağımı amının içinde hapsetmişti. “Uhh, çok güzel, çok iyi, işte böyle, devam et, devam et...” deyip duruyordum. Refiye’nin ortaya çıkmasıyla beraber Hüsniye’yi ikinci kez sikme şansını kaçırmıştım, ama şimdi Hüsniye’nin yerini Melahat almıştı. Melahat’ın uzun saçları hareketleriyle birlikte sallanıyordu tıpkı memeleri gibi. Memelerini avuçlamayı bırakmış şimdi onların sallanışlarını sinema izler gibi izliyordum.
Melahat’ın hareketleri gittikçe hızlanmaya başladığında dudaklarından iniltilerle karışık hırıltılar çıkmaya başladı. Boşalmaya yaklaşıyordu gitgide. Yatağın gıcırtıları bu anlarda öylesine artmıştı ki içerdeki Nermin’in duymaması mümkün değildi. Eğer üst katta da yatak odası varsa oradakilerin de duymaması aynı şekilde mümkün değildi. Ama bunların hiç birini önemseyecek, düşünecek halde değildik. Sikişmenin olağan ve doğal zevkini sonuna kadar yaşıyorduk. 54 yaşındaki bir kadınla 30 yaşındaki bir adamın onca yaş farkına rağmen birbirlerine duydukların özlemin ve sevginin işaretiydi inlemelerimiz ve çıkan sesler.
Melahat’la beraber ben de boşalmaya yaklaşıyordum. Her yerim, kaslarım gerilmeye başlamıştı. Melahat’ın karnının etleri, kalçaları kasılıp duruyordu sürekli. Saniyeler içinde şiddetli bir boşalmanın verdiği zevk her yanımı kapladı. Coşkun bir dere gibi döllerimin Melahat’ın amına aktığını, amını suladığını hissediyordum. Melahat’ın hareketleri yaylanmadan çok zıplamaya dönüşmüştü. Şiddetli ve tok 'Şlop, şlop, şlop...' sesleri terli kasıklarımızdan odanın içine yayılıyordu. Yatağın gıcırtıları son sürat devam ederken dudaklarımızdan istemsizce çıkan iniltiler, ahlamalar ve ıhlamalarla küçük oda bir konser salonuna dönüşmüştü adeta.
54 yaşında, yıllarca kerhanelerde çalışmış bir kadın sevdiği genç adamla sikişirken zevk almış, boşalmış, mutlu olmuştu. Bunun benim için gurur verici olduğunu düşünüyordum. Odanın serinliğine karşın ter içinde kalmıştık. Yorgun ve bitkin bir durumdaydık aynı zamanda. Melahat yavaşça sol bacağını kaldırdı, ardından sağ bacağını da kaldırınca işer gibi çömelmiş bir hal aldı. Melahat’ın etli, şişmiş ve sarkık amının dudaklarını bir gölge gibi gördüm küçük lambanın sarı zayıf ışığında. Yarağım döllerim ve amının zevk sıvıları ile kaplanmıştı.
Az sonra Melahat yanıma uzanmış, başını göğsüme koymuştu. Derin ve hırıltılı nefes alışverişlerinin arasında birkaç kez şiddetle öksürdü. Oda öksürük sesleriyle çınlarken, “Ayyy, ahhh... Çok güzeldi, çok teşekkür ederim...” dedi ve çıplak göğsümü öptü. Islak yarağım ışığın altında parlıyordu. Kafası şişmiş ve büyümüş gibiydi sanki.
“Nermin duymuş mudur?” diye sordum. “Duyduysa duydu, ne yapalım. Sonuçta sen benim kocamsın, o da biliyor bunu. Benim evime gelen kendisi. Hem ne demişler, misafir umduğunu değil bulduğunu yer... Kaç zaman sonra sana kavuşmuşum, değil Nermin içerdeki Aysel hoca olsaydı bile aynısını yapardım...” diyerek yanıtladı.
Saçlarını okşadım. Terli alnını öptüm uzun uzun. Sürprizlerle dolu bir günü geride bırakmış, Melahat sayesinde yeni güne güzel bir açılış yapmıştım. İkimizin de gözlerinden yorgunluk akıyordu artık. Yorganı çektim üzerimize ve tıpkı gerçek bir karı koca gibi sarılıp derin ve tatlı bir uykuya daldık
27 notes · View notes
Text
Bölüm 119
“Anlat, neymiş bu aşk, nasıl bir şeymiş?” dedim viskimden bir yudum alırken. “Yalnız en baştan söyleyeyim, ben bunları Refiye’den duydum. Yani onun söylediklerini söyleyeceğim!” diyerek bir giriş yaptı Hüsniye. Ardından da anlatmaya başladı...
“Annen kadının biriyle lezbiyen ilişki yaşamaya başladıktan sonra bunu ilerletmiş. Yani gözüne kestirdiği kadınlara teklifte bulunmaya başlamış. Pek çoğu reddetmiş, ama kabul edenler de olmuş. İşte o kabul edenlerden biri de Özlem’miş. Epey zaman sürdürmüşler bu ilişkilerini. Gizli kapaklı tabii hepsi...” diyerek devam ederken elimi kaldırdım durmasını işaret ederek.
Hüsniye’nin sözleri viskinin etkisiyle bulanıklaşan beynimde yankılanıyordu. Annem ve karım arasında lezbiyen bir ilişki yaşanmıştı tıpkı Refiye ile aralarında olduğu gibi. “Ne zaman olmuş bu, ne zaman başlamışlar, ne zamana kadar sürmüş?” dedim başımı tavana dikerek.
“Ne zaman başlamış bilmiyorum, ama Özlem o dönem senin amcanın oğluyla evliymiş henüz. Annenle araları çok iyiymiş o zamanlar. İyiymiş derken yani öyle lezbiyenlik falan anlamında değil, normal iki yakın akraba kadın arasındaki ilişki nasılsa onlarınki de öyleymiş. Sürekli birbirlerine gider gelirlermiş, severlermiş birbirlerini yani...” diye devam ederken yeniden elimi kaldırdım.
Hüsniye susarken, “Biliyorum biliyorum, Özlem o zamanlar çok gelirdi bize. Annem ona giderdi. Özge ve Esra daha küçüktü, ben de liseye filan gidiyordum. Hatta annem banyo yapacağı zamanlarda Özlem’i çağırırdı sırtını ovalaması için. O geldiğinde ben çıkardım dışarı, çıkmak istemediğim zaman da annem zorla çıkartırdı!” dedim.
Hüsniye bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Demek ki o dönemlerde başlamış aşağı yukarı, yada daha sonra, bilemiyorum. Ama bu söylediğin sırt ovalama mevzusu önemli. Sana söylediğim lezbiyen ilişkilerinin temelinde de bu beraber banyoya girme, banyo yapma durumu var. Bu işi evlerde, işte böyle sırt ovalama falan filan adı altında gizli kapaklı yapıyorlar...”
“Birlikte giriyorlar banyoya, karı koca gibi, duşun altında, sıcak suyun altında işte memelerini elliyorlar, dokunuyorlar, öpüyorlar, birbirlerini parmaklıyorlar falan. Bu kadınların pek çoğu evli barklı, çoluk çocuk sahibi, bazıları kapalı. Her şey gizli kapaklı yaşanıyor. Ha, Özlemle annen arasında aşk yaşanmış dediğim de bu işi diğerlerine göre daha fazla, daha sık yapmaları anlamında. Bu yüzden bir ara dedikodusu bile çıkmış kadınlar arasında...”
Hüsniye susunca, “Refiye bu kadar ayrıntıyı nerden öğrenmiş, annem mi anlatmış?” diye sordum. Hüsniye, “Hayır, annen değil!” diyerek cevapladığında başka bir şeyler olduğunu anladım. “Özlem mi anlatmış?” diye sorduğumdaysa cevap vermek yerine başını salladı 'Evet!' anlamında. Derin bir iç geçirip viskiden bir yudum daha aldım. Aklıma gelen şeyi sordum Hüsniye’ye. “Refiye ve Özlem arasında da bu tip bir şey olmuş mu, yani onlarda mı lezbiyen ilişki yaşamışlar?” dediğimde Hüsniye mavi gözlerini kocaman açarak, “Evet, ama geçmişte kalmış bir şey bu!” dedi.
Acayip bir durumdu. Annemin her iki karımla da lezbiyen ilişkisi olmuştu, ancak bu yetmiyormuş gibi iki karım arasında da böyle bir durum vardı. Bunun geçmişte kalması bir şey değiştirmiyordu. Viskiden bir yudum alıp, “Devam et!” dedim. Hüsniye bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Bir zaman sonra Özlem artık bunu yapmak istemediğini, pişman olduğunu, tövbe ettiğini söylemiş. Annen de tamam demiş buna, ama işin altında bir çapanoğlu olduğunu sezmiş...”
“Özlem o dönem görümcesinin kocasıyla ilişki yaşıyormuş. Hatta adamdan hamile de kalmış. Meseleyi en yakını olarak gördüğü annene açmış, Abla bu çocuğu aldırmamız lazım yoksa kocam beni öldürür demiş ağlaya ağlaya. Annen de tamam demiş, beraber gitmişler doktora. Doktorun parasını da annen vermiş hatta. Neyse, çocuğu almış doktor...”
“Ama tabii annen Özlem’e baskı yapmaya başlamış bu olaydan sonra. Benim istediklerimi yapmazsan kocan da başkaları da her şeyi öğrenir diye tehdit etmeye başlamış...” derken girdim araya ve “Tehdit mi etmiş?” dedim. “Evet, tehdit etmiş!” dedi Hüsniye başını sallayıp inandırıcılık katmaya çalışır gibi. “Bunu bilmiyordum, yani o verdiği parayı geri istemiş diye biliyordum, karım öyle söylemişti bana. Hatta beraber doktora gittiklerini de söylememişti. Tek başına gittiğini, olayı sonradan annem sıkıştırınca anlattığını söylemişti!” dedim.
“Valla dediğim gibi benim duyduklarım bunlar. Yani şunu da söyleyeyim, Özlem’le Refiye’nin arası eskiden çok iyiymiş. Refiye’nin seninle ilişkisi başlayana kadar yani. O zamana kadar her şey güllük gülistanlık gitmiş. Özlem de bunları o dönem anlatmış Refiye’ye. Zaten aralarındaki yakın ilişki de o zamanlarda yaşanmış, lezbiyen ilişkileri yani. Devam etmemi istiyor musun?” diye sordu.
“Evet evet, devam et!” dedim. Viskinin etkisi her geçen dakika daha da artmaya başlamıştı. “Annen tehdit etmeye başlamış Özlem’i ve onu erkeklerle birlikte olmaya zorlamış!” deyince, “Ne demek bu, nasıl yani?” dedim koltukta doğrularak.
“Dediğim gibi hayatım, bunlar Refiye’nin bana anlattıkları. Ona da anlatan Özlem. Ben sana duyduklarımı söylüyorum. Yalan söylememi istemediğini kendin söyledin. Ben de yalansız gerçekleri söylüyorum sana. Fransa’dan emekli olup buraya yerleşen bir akrabanız varmış sizin, yaşlı bir adam...” dediğinde, “Bi dakka, bi dakka, bunun ne ilgisi var konuyla?” dedim. Çünkü bahsettiği adamı biliyordum, uzaktan akrabamız gelen rahmetli Yunus amcaydı. Derin bir iç geçirdim yeniden ve kadehte kalan son viskiyi kafama diktim.
Yunus amca senelerce Fransa’da yaşadıktan sonra Konya’ya dönmüş ve büyük bir daire alıp orada yaşamaya başlamıştı. Karısı yıllar önce ölmüştü ve çocuğu da olmamıştı. Kimi kimsesi olmayan kendi halinde biriydi. Arada sırada benim yanıma da uğrar laflardı. İki sene kadar önce seksen yaşındayken kalp krizi geçirip ölmüştü. Hatta ölüsünü yatak odasında çırılçıplak bir halde bulmuşlardı.
“Onun konuyla ne ilgisi var?” diye yeniden sordum. “Hayatım bir dakika sakin ol, anlatıyorum!” dedi Hüsniye gülümseyerek ve devam etti. “Bu sizin akraba, yaşlı kimi kimsesi olmayan biriymiş...” deyince, “Yunus amca, iki sene kadar oldu öleli!” dedim. “Hah, ben adını bilmiyordum, neyse işte bu sizin Yunus amcanın kimi kimsesi yokmuş. Bunun ihtiyaçlarını, evinin temizliğini filan annen yapıyormuş...” deyince, “Doğru, hem sevap olsun hem de üç beş kuruş para kazanmak için haftada bir iki gün giderdi, temizliğini, yemeğini filan yapardı!” dedim araya girip.
“Tamam hayatım, ben de onu diyorum işte zaten. Annen adamın ihtiyaçlarını gideriyormuş, ama bunlar sadece yemekle, temizlikle filan sınırlı kalmıyormuş!” dediğinde kalbimin atışları hızlanmaya başladı. Hüsniye’nin devamında söyleyeceklerini tahmin ediyordum. “Bu adamın epey bir parası varmış. Annen de adamla birlikte olup onun parasını aşırıyormuş...”
“Sonra annen Özlem’i de bu işe ortak etmeye başlamış. Özlem’i tehdit edip adamla birlikte olmaya zorlamış. Özlem karşı gelememiş buna. Adam annenden hariç Özlem’le de birlikte olmaya başlamış yani. Annen bu sayede daha çok parasını çarpmış adamın. Özlem annene göre genç olduğu için adam daha çok para ödüyormuş. Bir nevi Özlem’in sırtından para kazanmış annen anlayacağın...”
“O dönem Özlem’in kocası hastalanmış. Bu işi bırakmak istediğini söylemiş annene, ama annen kabul etmemiş, benim dediğimi yapmazsan herkes her şeyi öğrenir demiş. Özlem, Öyleyse ben de kocana anlatırım adamla yattığını! demiş, ama annen, Kocamın her şeyden haberi var! deyince geri adım atmış, mecburen devam etmiş buna. Yani babanın olan bitenden haberi varmış. Ama sonra bir gün bu adam Özlem’le birlikte olurken kalp krizi geçirmiş. Özlem korktuğu için kaçmış. Adamı sonradan bulmuşlar tabii, ama iş işten geçmiş. O olaydan sonra da annenle Özlem’in ortaklığı bozulmuş. Sonrasında da Özlem’in kocasının durumu ağırlaşmış bir zaman sonra da ölmüş...”
“Kocasının ölümünden sonra Özlem’le annenin arası bir iyileşip bir düzelmiş. Ama ne zamanki Özlem’in seninle evlenmesi gündeme gelmiş, o zaman kıyamet kopmuş. Annen Özlem’in seninle evlenmesine karşı çıkmış. Ancak aile meclisinin aldığı karara karşı gelememiş elbette. Ama yine de sadece imam nikâhı yapılmasına karar verdiren o olmuş. Benim bildiklerim bunlar. Bundan hariç aralarında bir şey geçmiş mi, geçmemiş mi bilmiyorum...” deyip sustu.
Hüsniye susarken ben de gözlerimi tavana diktim yeniden. Güneşin son, kızıl ışıkları tavana vuruyordu. Karım Yunus amcayla para için yatmıştı. Aynısını annem de yapmıştı. Babamın bundan haberi vardı. Derin bir iç geçirdim, midem bulanıyordu. Boş viski kadehini sehpanın üzerine bıraktım. Başımı Hüsniye’nin göğsüne yasladım. Saçlarımı okşadı bir süre...
Yunus amcayı yatak odasında çırılçıplak bir halde bulmuşlardı. Hatta o haldeyken yarağının sert ve kalkık olduğunu duymuştum. Sertleştirici haplardan bulunmuştu evinde ve kalp krizine de bunlardan fazlaca almasının sebep olduğunu öğrenmiştim. Seksen yaşında bir adam için bu şekilde ölmenin ne kadar utanç verici olduğunu konuşmuş, kendi aramızda işin dalgasını geçmiştik. Oysa şimdi o kalkık yarağının ölümünden önce Özlem’in yani karımın amına girip çıktığını öğreniyordum. Nasıl bir şeydi bu?
Annemin durumu ise bambaşkaydı. Para için yapmayacağı pislik yoktu. Refiye’yi dolandırmak, parası için yaşlı başlı Yunus amcayla yatmak... Kim bilir daha bilmediğim, duymadığım neleri vardı. Babamın bundan haberinin olması ise ayrı bir rezillikti. Kendi karısını pazarlamıştı resmen. Karısının yaşlı bir adamla yatmasına, sikişmesine ses çıkartmamış, onun paralarını söğüşlemenin hesabını yapmıştı.
“Ne kadar çarpmışlar Yunus amcayı, onu biliyor musun?” diye sordum. “Bunu mu merak ediyorsun?” dedi Hüsniye gülümseyerek. “Evet!” dedim gözlerimi kapatıp. “Valla Özlem’in söylemesine bakılırsa adam iki dairesini annene vermiş!” deyince gözlerimi açtım ve doğruldum. Hızlıca kalkınca başım döndü birden. Kafam kazan gibiydi. Hüsniye’nin viskisi bizim buraların şu ucuz, dandik viskilerinden değildi. Alkole karşı dayanıklı olsam da birkaç kadehten sonra çarpılmıştım.
“Adamın oturduğu dairesi, bir de başka bir yerde daha varmış, onu da annenin üzerine vermiş. Yürüttüğü paraları filan bilmiyorum ama!” dedi Hüsniye. “Sen ciddi misin, şaka yapmıyorsun değil mi?” dediğimde, “Ay vallahi, ne şakası. Dedim ya hayatım bunları anlatan Özlem, işin birebir içinde olan kişi o. Hatta Refiye’ye demesine göre adam o öbür daireyi Özlem’e verecekmiş, ama annen bunu öğrenince hemen araya girmiş, Özlem’e sen kenara çekil demiş. Onu da kendi üstüne almış. Özlem de epey bir para cukkalamış gerçi. Yani öyle söylemiş Refiye’ye. O paralarla kocasının borçları varmış, onları ödemiş. Kalanlarla da altın almış. Adam yaşlı moruğun teki, hap atıp sikini kaldırmış, ama beyne bir faydası olmamış bu hapların. Durum bu yani...” dedi gülümseyerek.
“Başım çatlıyor, sen anlatıyorsun, ama beynim çorbaya döndü. Nasıl bir içki bu Allah aşkına, ne kattın sen bunun içine?” dedim. “Hiçbir şey hayatım, ne katacağım. Sek içtiğin için böyle oldu, sert bir içkidir bu. Bak ben içine su kattım biraz, kafam çok rahat!” dedi kahkahayla.
Bir süre bekleyip kafamı toparlamaya çalıştım ama aklım bir gelip bir gidiyordu. “Peki annemle senin şu dediğin seks birlikteliklerine gitmiş mi, yani Özlem?” diye sorduğumdaysa kesin bir dille, “Hayır!” dedi Hüsniye. “Annen onu bu tip işlere bulaştırmamış, sadece bu yaşlı moruğun parasını yürütmüşler birlikte, o kadar!” diye devam etti. “Özlem mi söylemiş böyle, kim demiş bunu?” diye sorunca, “Yok, bunları annen anlatmış Refiye’ye. Özlem’in bu tip şeylerden haberi yok!” dedi.
“Peki babamla Özlem arasında bir şeyler olmuş mu?” diye sordum. Hüsniye cevap vermedi soruma. “Olmuş mu, olmamış mı, biliyor musun?” diye sordum yeniden. “Yani, annenin anlatmasına bakılırsa olmuş. Kocasının ölümünden sonra olmuş. Babanı onun evine girerken mi çıkarken mi ne görmüş bir komşusu. Ondan sonra da Özlem’in seninle evlenmesinin önü açılmış. Ama annen gene de aranızda resmi nikâh olmaması için çok çabalamış ve başarmış...” derken araya girdim ve “Biliyorum bunları, başka bildiklerin varsa onları anlat!” dedim.
Hüsniye, “Yani bunlardan hariç Kamer annenin söyledikleri var!” dedi yanıt olarak. “O ne söyledi?” diye sordum. Yengemin de karım hakkında olumsuz görüşleri olduğunu biliyordum, ama bilmediğim bir şeyler biliyor olabilirdi. Hüsniye bir süre sustuktan sonra daha önce Refiye’den duyduğum şeyleri anlattı. Yani Özlem’in bir lisede temizlikçi olarak çalıştığı dönemde öğretmenlerden biriyle ilişki yaşadığını, öğrencilerle para karşılığı ilişkiye girdiğini anlattı. Ancak Refiye’nin söylemediği birkaç ayrıntıdan bahsetti...
“Öğrencilerle para karşılığı ilişkiye girdiği ortaya çıktığında bunu atmışlar okuldan. Sonradan araştırma yapmışlar okulda, bu öğretmenle de arasında bir şeyler geçtiğini öğrenmişler. Öğretmen de tayinini istemiş, başka bir okula gitmiş. Ama öğretmenle arasındaki ilişkisi kesilmemiş bunun. Birkaç kez bunu öğretmenle baş başa görenler olmuş. Görenlerden biri de bizzat Kamer anneymiş...”
“Kamer anne birkaç arkadaşıyla dışardayken bunu bir pastanede bu öğretmenle otururken görmüş. Tabii o zamanlar olayın ne olduğunu, bu adamın kim olduğunu bilmediği için yanlarına gitmiş. Özlem Kamer anneyi görünce çok heyecanlanmış, korkmuş. Kamer anneye adamı bir akrabası diye tanıtmış, ama işin ne olduğunu anlamış Kamer anne, yine de belli etmemiş. O zamanlar kocası halen hayatta bunun...”
“Neyse aradan zaman geçtikten sonra öğreniyor Kamer anne bu adamın kim olduğunu. Rabia diye bir kadın var. Bu okulda beraber çalışıyorlarmış. Özlem’le öğretmenin ilişkilerini kaydetmiş birkaç sefer. Kamer anne bu resimleri, videoları filan görünce o gördüğü adamın bu öğretmen olduğunu anlamış hemen...”
Hüsniye’nin konuşması bittiğinde boş gözlerle baktım etrafıma bir süre. “Gerçekten var mıymış bu görüntüler, ben pek inanmamıştım!” dediğimde, “Var hayatım, hatta ben de gördüm!” dedi. “Sende mi gördün, nerde peki?” diye sordum. “Refiye izlettirdi bana, kayıtlar ondaydı!” diye cevap verdi.
“Ne olmuş peki sonra, bu öğretmen ne olmuş, nereye kaybolmuş, halen var mı bu adam, devam mı ediyor halen ilişkileri?” dedim. “Bilmiyorum hayatım. Adam nerde, kimdir, necidir bilen yok...” dedikten sonra, “Haa, pardon pardon, bu kayıtları çeken kadın, Rabia, o biliyor adamın kim olduğunu. Yani şimdi nerde olduğunu bilmese de en azından adını, ne bileyim branşını filan biliyordur!” dedi.
“Benim için o kadarı da yeterli. Ben bulurum onu!” dedim. Sedat’ın eli her yere uzanıyordu. Bu adamı da kolayca bulacağından şüphem yoktu. “O zaman bu Rabia ile konuşmak gerek!” dediğimde, “Aynen öyle hayatım, istersen ben konuşurum kendisiyle!” dedi. “Yok, gerek yok. Ben kendim hallederim, benim konuşmam daha iyi olur!” dedim.
Doğrusu göğsüme yumruk yemiş gibiydim. Karım bu öğretmenle mi aldatıyordu beni? Kimdi bu adam? Neredeydi? Onu mutlaka bulmalıydım. Rabia ile konuşmam şarttı. “Sence Özlem beni aldatıyor mudur bu adamla?” diye sorduğumda gülümsedi Hüsniye. Alnımı ve saçlarımı okşarken, “O gece, yani kına gecesinde biraz konuşma fırsatımız oldu Özlem’le. Daha önce baş başa kalamamıştık hiç. Hoşsohbet, hanım bir kadın. Tamam, öyle eğitimli, kültürlü bir kadın değil belki ama sevdiklerine ve özellikle de sana çok bağlı olduğunu gördüm. Seni çok seviyor. Geçmişinde bir şeyler yaşamış kabul, ama şu an için soruyorsan bence hayır, seni aldatmadığına inanıyorum, hem de tüm kalbimle...”
“Seninle evlendiğinden beri gözünün senden başkasını görmediğine eminim. Üstelik kızıyla aranda geçenleri bilmesine rağmen. Özlem’i yakın buluyorum kendime. O da aynı benim gibi. Kızıyla sevdiği adamın ilişkisi var. O konuda ortağız. Ama fark şu ki, ben bunu öğrendiğimde derhal terk ettim Klaus’u, ama Özlem halen senin yanında. Bunun da nedeni sana duyduğu büyük aşktan başka bir şey değil. Kızı kendisinden çok daha genç, güzel, alımlı, çekici olmasına rağmen pes etmiyor kadın. Seni ona vermemek için uğraşıyor, çabalıyor. Ama tabii bunda senin de katkın var. Sen şimdiye kadar Özge’yi hamile bırakmış olsaydın her şey çok başka olurdu. Ama kendine hakimsin, bunun başına neler açacağını biliyorsun. Senin bu iradenin sağlamlığına da ayrı bir hayranlığım var...” dedi Özlem’i üstü kapalı savunuyormuş gibi.
Hüsniye’nin bu sözlerinin ardından bir süre sessiz kaldık. Sessizliği yine duvardaki saatin tik takları bozuyordu. Hüsniye’nin küçük masajı işe yaramış gibiydi. Biraz daha iyiydim sanki. “Ben Refiye’ye bakayım!” diyerek kalktı Hüsniye. Biraz sonra da geri döndü. “Uyuyor halen. İlacın yarısını verdim, ama bu akşam uyanacak gibi görünmüyor!” dedi. “Olmadı ben giderim!” dedim. “Nereye, uyanmasa da kal burada. Gidip ne yapacaksın, hem bu halde nasıl gideceksin?” dedi ve başını göğsüme koydu.
“İnşallah senden hamile kalırım, bir çocuk doğururum. O kadar çok istiyorum ki anne olmayı!” dediğinde, “Peki, farz edelim hamile kaldın. Doğurduktan sonra gerçekten verecek misin çocuğu Refiye’ye?” dediğimde başını kaldırıp gözlerime baktı. Mavi gözlerini kırpmadan baktı uzun uzun. Hüzünlenmiş gibiydi. “Bilmiyorum, bunu şimdiden söylemem zor. Refiye’ye bir söz verdim, ama çocuk doğduğunda ne yaparım bilmiyorum!” dedi.
Elini göğsümde gezdirdi bir süre. “Hamile kalmasam da benimle birlikte olur musun?” diye sordu. “Nasıl yani?” dedim. “Yani seninle sadece hamile kalabilmek için birlikte olmak istemiyorum. Senden hoşlanıyorum. Bir erkeğin ilgisine, sevgisine ihtiyacım var. Konya gibi bir yerde senden başka bir erkekte bu ilgiyi bulacağımı da sanmıyorum...” dedi.
Saçlarını okşadım ve alnından öptüm. “Bana yalan söylemediğin müddetçe benden ilgi görme konusunda sıkıntı çekmezsin!” dedim. Sözlerim hoşuna giderken, “Teşekkür ederim!” dedi yanağıma bir öpücük kondurarak. Yine bir süre sessiz kaldık. Kuytu bir yerde buluşmuş birbirine hasret liseli aşıklar gibiydik. Saçlarını okşuyor, başını öpüyordum Hüsniye’nin.
Ne anlatsam, ne söylesem diye düşünüp dururken ona Refiye ile ilk baş başa geçirdiğimiz geceyi anlatmaya karar verdim. Daha doğrusu beraber porno film izlememizi, laptopunda gördüğüm çıplak ve yarı çıplak resimlerini anlattım. Bunları anlattıkça hafızam yerine gelmeye başlamıştı. Kocasının kendisini grup seks yapmaya zorladığını, ama kendisinin bunu reddettiğini söylemişti Refiye. Aynı zamanda aldatıldığını, bunu bildiği halde çocukları için katlandığını da söylemişti ve şimdi ben de bunları Hüsniye’ye anlatıyordum.
Hüsniye ilgiyle dinledikten sonra, “Çok da yanlış değil bu söylediklerin. Evet, Refiye’yi bu tür işlere bulaştıran Mehmet’tir!” dedi. “Nasıl biriydi bu Mehmet?” diye sordum. “Aslında çok iyi biriydi. Normal haliyle bu anlattıklarımız arasında dağ kadar fark var. Klaus ve Melisa arasında olan biteni öğrendikten sonra çok net olarak Klaus’a cephe almıştı. İyi biriydi, ama herkesin zayıf bir noktası vardır elbet. Sekse aşırı düşkün bir adamdı. Konu seks olduğunda gözü başka bir şey görmezdi. Başkalarının çılgınlık olarak gördüğü şeyler onun için çok sıradandı...” derken içerden bir ses gelir gibi oldu.
Hüsniye aceleyle kalktı ve içeriye gitti. Bir dakika kadar sonra döndüğünde, “Yok bir şey, banyoda leğen vardı, o devrilmiş. Refiye uyuyor halen!” dedi gülerek. Yanıma yeniden oturduğunda, “Refiye’nin hamile kalıp çocuk aldırdığını bilmiyor musun gerçekten?” diye sordum. “Dediğim gibi bunu ilk kez senden duydum. Eğer inanmıyorsan bildiğim, inandığım her şey üzerine yemin ederim!” dedi. Bir süre sessiz kaldı, sonra, “Ben sana yalan söylemiyorum Osman, ama senin de bana söylemeni istemem!” dediğinde, “Ne demek şimdi bu?” dedim.
“Kamer anne ile ilgili!” deyince, acaba geçmişte yengemle aramızda geçenlerle ilgili bir şey mi söyleyecek diye endişelendim. Gerçi bunu bilmesi imkânsızdı, kendisi o zaman Almanya’daydı, ama yine de her şey olabilirdi. “Hayırdır, ne oldu, bir şey mi var?” dedim çekine çekine. “Evet, galiba Kamer annenin bir ilişkisi var!” deyince, “Nasıl yani, bunu da nerden çıkardın?” dedim. Konunun benimle ilgili olmamasına sevindim, ama böyle bir şeyi duymak hoşuma gitmedi.
“Bir adamla görüştüğünü biliyorum. Geçmişinden kalan bir ilişki, dayınla evliliği zamanından kalan...” dediğinde doğruldum. “Anlat, neymiş bu, ilk defa duyuyorum!” dedim. “Yanlış anlama, Kamer anneyi sever sayarım, ama basit bir köylü karısıyken babamın parasıyla şimdi sefahat sürmesini, onu da geçtim, bu zenginliğini erkeklerle paylaşmasını kabul edemiyorum!” dedi.
“Ne demek bütün bunlar Hüsniye, açık konuş. Yengem adamın biriyle mi ilişki yaşıyor, kimmiş bu, sen tanıyor musun?” dedim. “Hayır tanımıyorum. Birkaç kez telefonla konuşmasına şahit oldum sadece, o kadar. Ama çok samimi, nasıl desem, yani aralarında bir şeyler var belli ki, konuşmasından bunu çıkardım. O yaşta bir kadının hem de babamın parasıyla bu tip bir işin içinde olması sinirimi bozuyor!” dedi titreyen sesiyle.
“Kim bu adam, adı ne, yeri yurdu yok mu, kimmiş?” dedim sinirle. “Dedim ya tanımıyorum adamı, hiç görmedim, ama adını duydum...” derken, “Kimmiş, adamı delirtmesene!” dedim sinirle. “Kerim, adı Kerim, duyduğum isim buydu!” dedi. İçimden öfkeyle (Amına koyduğumun çocuğu, her taşın altından çıkıyor!) dedim.
Derin birkaç nefes alıp verdim. Bu arada Hüsniye yengem hakkında sorular sormaya başladı. “Sen tanımıyor musun üvey anneni?” dediğimde, “Tanıyorum, ama bugünkü halini yalnızca, geçmişini değil!” dedi sert bir ifadeyle.
Kerim’i tanıdığımı söyleyemezdim. “Bu kadar pimpirikli olma, ben araştırırım bu meseleyi. Yengemin öyle bir şey yapacağını sanmam. Merak etme sen, ben hallederim...” dedim. Başını göğsüme yasladı yeniden. “Bilmiyorum, yani korkuyorum. İnsanlar açgözlü, kalkıp onu kandırabilirler. Kadın yaşlı, cahil, parası pulu tonla var. Her gün neler görüyoruz, izliyoruz. Parasını çalarlar, ne bileyim dolandırırlar. Yani, yanlış anlama ama Kamer annenin de erkeklere karşı biraz fazla ilgili olduğunu görüyorum. O yaşta bile, nasıl desem, aklı cinsellikle dolu kadının. Bazen konuşuyoruz aramızda mesela, konuyu hep cinselliğe getiriyor. Hatta senden de pek fazla bahsediyor...” dediğinde başımı çevirip baktım, “Nasıl yani?” dedim.
“Yanlış anlama, seni oğlu gibi görüyor, çok seviyor seni. Hani bir anne oğluyla ilgili konuşur ya, o da senin hakkında öyle konuşuyor. Yani, tam anlatamadım galiba. Geçen kına gecesine sen bizi götürürken arabadaki konuşması, ne bileyim nikâh gecesi eve döndüğümüzde söyledikleri filan... Sizin gerdek gecenizle ilgili ağza alınmayacak laflar etti... Dediğim gibi cinsellik konusunda biraz takık gibi geliyor bana. Gerçi normal de karşılıyorum bunu, ama onun yaşındaki diğer kadınlara bakınca bana öyle geliyor. O konuda benim yengeme benziyor, hani babamın altına yatan amcamın karısı...” dedi.
Viskinin etkisi dalgaların sahile vurması gibi beynimi, aklımı vuruyordu. Sürekli bir gidiyor bir geliyordu. Salona, eşyalara baktım. Her şey lüks, her şey pahalıydı. Köyde hayvanların bokunu temizleyen yengem şimdi bu lüksün ve şatafatın içinde yaşıyordu. “Bütün bu malın mülkün yarısı yengeme mi kalacak gerçekten?” diye sordum. “Aynen öyle, ama kendi payının yarısını da bana verecek, kendisine sadece yüzde yirmi beş kalacak. Ama o bile yedi sülalesini doyurmaya yeter!” dedi.
“Bunu bilmiyordum!” dediğimde, “Kendisi böyle bir teklifte bulundu. Kızım ben senelerce köyde yaşadım. Bu zenginliğin içinde benim bir gram payım yok, onun için kendi payımın yarısını da sana vereceğim dedi geçen gün. Aslında babamın onunla evlenmesinin sebebi de bu. Babamla evlenmek isteyen çok kadın olmuştu, ama her biri bu zenginliğe ortak olmak istemişti en başından. Babam da reddetmişti hepsini. Annemin o şekilde ölmesi onu çok etkilemişti. Kamer anne herhangi bir pay, mal mülk vesaire istemedi evlenirken. Hatta babam ölmeden bir sene önce resmi nikâh yaptı, ondan önce sadece imam nikâhlıydılar...”
“Rahmetli babam epey bir iş yapmıştı kısa zamanda. Çok titiz adamdı, senelerce Almanya’da inşaatlarda çalışmıştı. Onun için adamda Alman disiplini vardı çokça. Yaptığı inşaatlar çok güzel, kaliteli olunca millet kapış kapış satın almış daireleri. Oradan kazandıklarını da işine yatırmış, ama bu arada bankalarda değerlendirmeyi de unutmamış. Senelerce faizin haram olduğunu söyler dururdu, ama ölünce bankalarda trilyonları çıktı!” dedi küçük bir kahkahayla.
Trilyon lafını duyduğumda yutkundum. Yengem dayımdan sonra tahminimden daha büyük bir zenginliğin üzerine oturmuştu Hüsniye’nin babasıyla evlenerek. Hüsniye, “Kamer anne ile ilgili söylediklerini yapacaksın değil mi, onun kimle konuştuğunu bulacaksın?” deyince, “Tamam, hallederim dedim ya, sıkıntı yapma!” dedim sarılarak. Refiye’nin boşluğunu şimdi Hüsniye dolduruyordu. Teninin kendine has güzel kokusunu alıyordum, saçlarından da güzel bir koku geliyordu burnuma...
“Neler yapardınız dördünüz?” diye sordum. “Hangi dördümüz?” dedi şaşırmış gibi. “Siz işte, grup seks yapardık dedin ya!” dediğimde, “Haa, sen onu mu diyorsun?” dedi kahkahayla. “Yapardık işte bir şeyler, merak mı ediyorsun?” dedi sıkı sıkı sarılıp. “Evet!” dedim başını öperken. “Ayrıntılı mı anlatmamı istersin, yoksa özet mi geçeyim?” diye sorunca, “Ayrıntılı!” dedim dudağının kenarından öperek. “Her türlü numara vardı...” diyerek anlatmaya başlayınca kapadım gözlerimi ve Hüsniye’yi dinlemeye başladım...
“Mehmet’in bu işler için kiraladığı bir ev vardı. İki katlı müstakil bir evdi, böyle villa gibi. Oraya giderdik, diğer tanıdıkları da oraya gelirdi. Tabii çocuklarımızın bu evden filan haberi yoktu. Üst kattaki yatak odasında büyük bir yatak vardı. Dördümüz o yatağın üzerinde yan yana yapardık, yani sikişirdik. Ben Mehmet’le sikişirken Refiye de Klaus’la yani...”
“Sonra yer değişirdik. Yada bazen Mehmet kendisini sikmemizi isterdi. Klaus bunu istemediği için takma yarakla ben yapardım yada Refiye. Kadın çamaşırları, yani böyle seksi iç çamaşırları, çoraplar giyerdi Mehmet, makyaj yapardı, kadın gibi görünmek isterdi öyle durumlarda. İlk zamanlarda iğrenmiştim bundan, ama sonra zamanla hoşuma gitmeye başlamıştı. Takma yarağı dibine kadar sokardım götüne. Osurta osurta sikerdim onu. Sado mazo takılmayı severdi. Değişik bir adamdı, onun gibisini hiç görmemiştim, bir daha görmek de istemem zaten...”
“Bazen de, daha doğrusu hemen her zaman tost yapardık. Yani aynı anda Klaus’la birlikte sikerlerdi bizi. Biri amdan, diğeri götten anlayacağın. İlk başlarda çok acı çekmiştim, çok zorlanmıştım, ama sonraları alıştım, acının yerini tarifsiz bir zevk aldı. Aynı anda amımda ve götümde makine gibi çalışan iki kocaman yarak, düşüncesi bile halen heyecanlandırıyor beni...”
“Mehmet yatağa uzanırdı, üzerine çıkar onu amımdan alırdım. Klaus’ta arkama geçip götümden sokardı. Klaus tabi sünnetsiz, Mehmet’inkine göre daha büyüktü onun yarağı. Refiye de önümde ayakta dikilirdi, takma yarağı ağzıma verirdi. Aynı anda üç deliğimi birden doldururlardı. Sürekli yer değiştirirlerdi. O şekilde yapardık, tabii bu dediklerim Refiye için de geçerliydi...”
“Ununu elemiş, eleğini asmış karı kocalar gelirdi çoğunlukla. Yani orta yaşlı olanları çoğunluktaydı. Ama genç olanları da vardı. Hatta Mehmet birkaç kez gencecik kızlar bile getirmişti, onları parayla getiriyordu. Travestiler eksik olmazdı, Mehmet’in çok arkadaşı vardı o tiplerden. İçki zaten her zaman vardı, ama uyuşturucu kullananlar da olurdu gelenler içinde. Tabii boş gelmezlerdi. Birkaç kez ben de denedim, kafam leyla olmuştu her seferinde. O zamanlarda iş artık partiye dönerdi, kimin kimi siktiği belli olmazdı. Kendime gelir gibi olduğumda hiç tanımadığım erkeklerle sikiştiğimi görürdüm. Kimisi de elinde kamerayla ortalarda dolaşır bizi filme çekerdi...”
“Klaus’u terk edip, ikinci kez hastaneden çıktıktan sonra yani, Refiye’nin yanına taşındığımda her şey kaldığı yerden başladı. Ama eski hızını kaybetmişti. Mehmet o eski evin yerine göl kıyısında ahşap bir ev kiralamıştı bu kez. Gözlerden uzak, cennet gibi bir yerdi. Tabii artık Klaus yoktu, onun yerini farklı erkekler alıyordu. Sürekli gelen İtalyan bir çift vardı mesela. Karı koca çok iyi insanlardı. İkisi de üniversitede hocaydı. Yani öyle sokaktan tipler gelmezdi, eskiden de öyleydi zaten. Hep elit, seçkin insanlardı, belli bir seviyenin üstünde kişilerdi. Onlarla beraber çok güzel zamanlar geçirdik. Sadece seks anlamında değil...”
“Sonra Türk bir karı koca vardı, Samsunluydu bunlar. Daha doğrusu adam buralı, ama karısı Samsunlu. Kadın sana çok tuhaf gelecek belki ama, kapalı, türbanlıydı. O halde bir kadının bizim yanımızda ne işi var demiştim ilk başta, ama sonra görünce gelmesinin sebebini anladım. Kadının adı Meliha’ydı ve acayip oral seks yapardı, sakso çekerdi yani. Hatta resmi de vardı, bir saniye...”
Hüsniye doğrulurken gözlerimi açtım. İlk gösterdiği albümü aldığı konsolun çekmecesinden bu kez daha büyük bir albüm alıp yanıma oturdu. Sayfaları çevirip resimlere bakmaya başladı tek tek. Az sonra, “Bak işte bu kadın!” diyerek bir resim gösterdi. Resimde kendisinin ve Refiye’nin yanında görülen kırklı yaşlarda bir kadın vardı. Kafe gibi bir yerde çekilmişti resim. Kadın koltukta hafif kaykılmış, ayaklarını uzatmıştı. Uzun ve bol siyah bir pardesü giymiş, başını büyük bir türbanla çenesini de kapayacak şekilde bağlamıştı.
“Hakikaten bu kadın mı?” diye sordum. “Evet, işte bu, Meliha. Kocasının adı Servet, herif çok zengin. Kadının şu haliyle yaptıkları arasında dağlar kadar fark var. Arada sırada konuşuyoruz, yanıma gelmek istiyor kaç zamandır. Burada kocasının akrabaları var zaten. İşte böyle yani, çok değişik güzel zamanlardı. Bana çok değişik, farklı şeyler, deneyimler kattı. Çok şey öğrendim. Olaya sadece seks anlamında bakmamak lazım yani...”
Sonra da albümdeki resimleri göstermeye başladı. “Bak şunlar da bahsettiğim İtalyan karı koca!” dedi. Bir masa başında çekilmişti resim. Bir şarap şişesi ve tabaklar vardı masada. Kadın orta yaşlı, ama çok güzeldi. Yeşil gözlüydü ve omuzlarına dökülen kumral saçları vardı. Yanındaki kocası ondan biraz daha yaşlı gösteren esmer, gözlüklü, sıradan bir adamdı.
Başka bir sayfa açtı bu kez. Yaşlıca bir kadınla ondan daha genç bir adam vardı resimde. “Bunlar kim peki?” diye sordum. “Bunlar mı, bunlar da karı koca!” diye yanıtladı. “Nasıl yani, bunlar karı koca mı şimdi. Kadın daha çok adamın annesi gibi görünüyor!” dedim şaşkınca. Hüsniye kahkahayla karşılık verdi önce. “Yok hayatım, gerçek karı koca bunlar. Kadının adı Ulrike, adam da Andreas. Kadın 55 yaşında, adam da 40. Acayip bir aşk var aralarında onca yaş farkına rağmen!” diye yanıtladı sorumu.
Sayfaları çevirirken kadınla adamın başka resimleri de çıktı. Birlikte çekildikleri epeyce resimleri vardı. Çok yakın oldukları belliydi. Kadının uzun platin sarısı denilen renkte saçları vardı. Dudaklarına kırmızı ruj sürmüş, göz kenarlarına makyaj yapmıştı. O yaşta bir kadın için oldukça güzeldi. Bu haliyle Kapadokya tatilindeki Erika’yı anımsatıyordu. Kalın askılı siyah bir bluz vardı üzerinde, memelerinin çatalı meydandaydı. Boynuna bir kolye asmıştı. Kolyenin ucunda çıplak, çilli göğsünün ortasında kocaman görünen büyük bir haç vardı. Adamsa kel ve top sakallıydı. Onun da gözleri karısınınki gibi maviydi.
“Bunlar da mı göl kıyısındaki eve gelirdi?” diye sorduğumda başını salladı aşağı yukarı. “Bunlar da gelirdi, ama aynı zamanda komşumuzdu ikisi de. Tanışıklığımız iki şekilde yani. Çok iyi insanlardır karı koca. Gerçek bir Türk dostudur ikisi de. Bizim Türklerden çok kişiye yardımı dokunmuştur Andreas’ın. Marketi var ve çalışanların büyük çoğunluğu Türk. Melisa da şu an onun marketinde çalışıyor zaten. Kızımın patronu yani. Ulrike de kimsesiz çocuklar adına bir vakıfta yöneticilik yapıyor. İyilik timsali bir kadındır. Bana sayısız iyiliği dokunmuştur...”
“Melisa’nın mektubunu aldıktan sonra aradım Ulrike’yi. Ona destek olmasını, sahip çıkmasını istedim. Sen hiç merak etme, ben kendi çocuklarımdan ayırmam onu! dedi. Kendisinin ilk kocasından üç çocuğu hatta iki de torunu var. Andreas’la da konuştum, o da aynı şeyleri söyledi. Yani gözüm arkada değil en azından, Ulrike ve Andreas gibi iki dostumun olduğunu bilmek bana güven veriyor...”
“Alanya da evleri var, büyük bir villa. Her sene oraya giderler. Ama Konya’ya bir türlü gelemediler. Biz de Refiye ile senelerce oraya gidip tatil yaptık. İnşallah çok kısa bir zaman sonra gelecekler buraya. Andreas gelemese de Ulrike gelecek mutlaka. Gelmesinin sebebi de seninle tanışmak istemesi!” dediğinde şaşırdım ve “Benimle mi?” dedim. “Evet, seninle. Refiye’yi de en az benim kadar sever. Nikâhında bulunmak istedi, ama gelemedi işleri nedeniyle. Hatta kendisi adına Refiye’ye hediye vermemi istedi. Ben de onun adına bir altın taktım. Refiye’nin de kendisi gibi genç bir adamla evlenmesine hem şaşırmış, hem de çok mutlu olmuş. O nedenle buraya gelip tanışmak istiyor bir an önce!” dedi heyecanla.
Sarıldı tekrar ve başını göğsüme yasladı. “Mehmet o kadar parayı nerden kazanmış peki, villalar, göl kıyısında ev kiralamalar filan, nerden gelmiş bu değirmenin suyu?” diye sordum. “Mehmet borsada oynardı. Risk almayı, macera yaşamayı seven bir yapısı vardı. Borsadan kazanıyordu. Bir de Refiye pek bunu kabul etmek istemiyor belki, ama gizliden gizliye tefecilik yapıyordu. Almanya’da yaşayan Türklere yüksek faizle para veriyordu. Bankadan para alamayanlar onun kapısını çalıyordu. Her şeyi kitabına uydurmuştu. Onların yanına taşındığımda daha bir farkına vardım bunun. Ama o öldükten sonra o kadar para pul ne oldu, ne yaptı Refiye bilmiyorum. Aldığı tazminat bile ona ömrünün sonuna kadar yeter, ama o paralara ne oldu hiç bilmiyorum...”
Daha sonra konuyu değiştirip, “Bence bu tip bir deneyimi sen de yaşamalısın. Yani grup seks deneyimi!” dedi mavi gözlerini gözlerime dikerek. “Sen de olacak mısın işin içinde?” diye sorunca gülümsedi, “Bilmem, sence olmalı mıyım?” dedi bir gözünü kırparak. “Olursan iyi olur, üçümüz birlikte güzel zamanlar geçiririz!” dedim çıplak omzunda elimi gezdirirken. “Refiye kabul eder mi, seni paylaşmak ister mi ki?” deyince, “Geçmişte yapmadığı şey kalmamış, sence şimdi reddeder mi?” dedim soruyla.
“Bilemiyorum, Refiye’dir bu. Senden hamile kalmam için seninle sikişmeme sesini çıkartmaz, ama bu işi sırf zevk olsun diye yapmamıza razı olur mu bilmem. Götü başı oynar zaman zaman. Seni çok seviyor, Mehmet gibi değilsin sen. Tam bir erkeksin. Onun gibi götünü siktiren bir kocadan sonra sen onun için bulunmaz Hint kumaşı gibi gibisin...” dedi.
“Refiye’nin evinde belden bağlamalı bir de titreşimli yarak buldum. Birkaç kutu kondom, seksi iç çamaşırları, masaj yağı, kayganlaştırıcı krem... Bunları sen biliyor musun, nerden gelmiş bunlar?” diye sordum. Hüsniye’nin gözleri fal taşı gibi açılırken, “Demek ki halen devam ediyor eski zamanlardaki gibi!” dedi. “Senin haberin yok mu?” diye sordum yine. “Yok, vallahi yok. Onları nerden bulmuş peki, nerden almış?” diye sorunca, “Ne bileyim, ben de sana soruyorum işte. Kocasından filan mı kaldı yoksa?” dedim.
“Sanmam. Mehmet tamam manyağın biriydi, ama bu tip işleri kendi memleketinde yapacak kadar da değildi. Bilmiyorum, ama artık internet denen bir şey var. Oradan almış olabilir belki de?” dedi. “Kadın haliyle nasıl alacak, anlaşılmayacak mı?” dediğimde, “Nerden anlaşılsın hayatım, belki de kendini erkek olarak tanıtmıştır, öyle sipariş vermiştir. Zaten gelen kutunun üstünde içinde ne olduğu yazmaz ki, ona çok dikkat ederler bu tip şeylerde...” dedi. “Haklısın, o dediğin doğru. Ben de üç tane plastik yarak almıştım, siyah bir torbaya sarmışlardı kutuyu, üstünde sadece adım adresim yazıyordu!” dedim yanıt olarak.
Hüsniye gözlerini kocaman açarak, “Vaaay, sen de az değilmişsin!” dedi kahkahayla. Sonra da, “E ne yaptın peki onları, kendi götüne sokmadın herhalde?” deyince, “Aptal aptal konuşma. Birini Özlem için aldım, birini de Refiye için. Öbürünü de senin gibi üçüncü kadınlar için!” dedim. “Vay, sen de az hınzır değilmişsin. Ne yapıyorsun plastik yarakla mı sikiyorsun?” diye sorunca, “Öyle, çift taraflı, amından sikerken götüne sokuyorum, götünden sikerken de amına!” dedim gülümseyip.
“Vay, demek o kapalı Özlem’de bile ne numaralar varmış. Doğrusunu istersen bu kapalılar beni acayip şaşırtıyor. Amcamın karısı, Meliha, Kamer anne, senin annen, Özlem filan hepsi yani düşünsene... Her şey gizli kapaklı, her şey gözlerden uzak. Ama aldatma olayı desen tonla. İşin içinde olmadığın zaman hiçbir şeyden haberin olmuyor. Evli barklı, kendi halinde dediğin kadınlardan ne numaralar çıkıyor...”
“Şu bizim aşağıda oturan bir komşu var, o mesela. Kadını görsen var ya, acayip. Böyle çarşaflı marşaflı bir şey, gözleri zor görünüyor. Kadınlara, kızlara hocalık ediyor, Kamer anneyle ben de gidiyorum ara sıra. Kadın hoca, ama iş sikişmeye gelince her şey değişiyor. Kocası bunu götünden sikiyormuş, kadının bu götünün deliği kocaman açılmış sikile sikile. Af buyur sıkıştığı zamanlarda kakasını tutamıyormuş artık. Bana anlattı, bunun için koca karı ilaçları filan kullanmış, ama işe yaramamış. Bana, Sen Avrupa görmüş okumuş etmiş kadınsın, deyip tanıdığım doktor olup olmadığını sordu. Ben de buraya yeni taşındığımı, kimseyi tanımadığımı söyledim. Ha bir de illa ki doktor kadın olacakmış. Erkek olursa çok günahmış...” derken araya girdim ve “Kadriye’ye gitsin o zaman!” dedim.
“Kim bu Kadriye?” dedi merakla. “Eski bir dost!” dedim gözümü kırparken. “Haa, anladım, eski bir dost!” dedi kahkahayla. “Kadın doğum doktoru kendisi, bu işin uzmanı değil belki, ama başka bir doktora yönlendirebilir. Sana veririm numarasını, adresini filan, gidersiniz. Hatta sen bile kendinle ilgili gidebilirsin!” dedim. “Çok iyi olur, amımın kenarında zaman zaman siğiller çıkıyor, bir türlü çözüm bulamadım. Hem bu hamile kalma meselesiyle ilgili de bir doktora görünmem şart!” dedi.
Bir süre daha birbirimize sarılı halde kaldık. Viskinin etkisi geçiyor gibi oluyor ama sonra şiddetli bir sarsıntı yaratıyor ve kafam allak bullak oluyordu. “Sana bir soru soracağım ama dürüst ol. Daha önce hiç grup seks yaptın mı?” diye sordu. “Niye soruyorsun?” dediğimde, “Demek ki yapmışsın soruma soruyla karşılık verdiğine göre. Hadi anlatsana, ne zaman, kiminle yaptın, bilmek istiyorum!” dedi yanağıma birkaç öpücük kondururken. “Bugün hiç yalan söylemedim sana, sen de aynısını bana karşı yap. Aramızda yalan olmasın, her şeyi açığa çıkartalım, yalansız, çırılçıplak gerçekleri konuşalım!” dedi devamında. Bu sırada sol eliyle pantolonumun üzerinden yarağımı okşamaya başlamıştı. İyice yaslanmıştı aynı zamanda, sutyen takmamıştı ve dolgun memelerini göğsümde hissediyordum.
Ona Kapadokya’da Özlem’le yaşadıklarımı anlatıp anlatmama konusunda kararsızdım. Ama sonra ısrarları karşısında dayanamadım ve hepsini anlattım. Sadece Rahmi ve Meryem’i değil, aynı zamanda Aydan’la Erika’yı, temizlikçi Hülya ve idari işler şefi Hamide’yi de anlattım. Hüsniye can kulağıyla ve gözlerini koca koca açarak dinledi beni. Viski dilimi de çözmüştü. Ona en sonuncusu nikâh gününde olan karımla yaşadığım içinde plastik yarakların olduğu sikişmelerimizi, Nalan, Pakize ve Nurgül’le yaşadıklarımı da anlattım. Hüsniye beni dinlemeye devam ederken sol elini pantolonumun içine sokmuş ve yarağımı o şekilde okşamaya başlamıştı. Yarağım sertleşmişti okşamalarıyla.
Konuşmam bittiğinde, “İnanamıyorum, yani gerçekten inanamıyorum. Harikasın, gerçekten. Sen ve Özlem, grup seks yaptınız öyle mi? Hem de İstanbullu bir karı kocayla? Üstelik kapalı bir kadınla, tıpkı Meliha gibi. Sen, yani müthiş, tahminimden çok öte bir şeysin sen, gerçekten. Refiye’nin seni neden seçtiğini şimdi çok daha iyi anlıyorum. İnanılmaz. Düşündükçe tuhaf oluyorum... Beni çıldırtıyorsun, amım şelale gibi oldu resmen, götüm kaşınıyor. Çıldıracak gibiyim, dayanamıyorum!” dedi ve yarağımdaki elini çekti.
Şaşkın bakışlarım arasında kalkıp soyunmaya başladı. Pembe ip askılı bluzunu çıkardığında memeleri löpürdedi. Taytını indirdi hızlıca. Altına siyah minik bir tanga giymişti. Onu da ayaklarından sıyırıp çıkardığında çırılçıplak karşımdaydı yeniden.
Pantolonumu çözdüm ve yarağımı çıkardım. Hüsniye’nin bakışları karşısında sertleşen yarağımı sıvazladım bir süre. Az sonra Hüsniye önümde dörtayak üstüne domaldı ve aç bir köpeğin ete, kemiğe saldırması gibi yarağıma saldırdı. İştahla ağzına aldı yarağımı ve deli gibi emmeye, somurmaya başladı.
Bir taraftan da güçlü nefesler alıp veriyordu. Ellerini dizlerime koymuş, başını sürekli indirip kaldırıyor ve her seferinde yarağımı boğazına kadar alıyordu. Müthiş bir zevk veriyordu. Saçlarını çekiyor, okşuyordum. Hüsniye zaman zaman başını kaldırıyor, ağzına, diline ve dudaklarına bulaşan yapışkan zevk sıvılarımı siliyordu parmak uçlarıyla.
Başımı tavana dikiyordum bir süre. Sonra da onu izliyordum. İlkinden daha iyiydi sakso konusunda, daha iştahlı ve heyecanlıydı. Bu heyecanı bana da geçmişti. Yarağım füze gibi dikilmiş, demir gibi sertleşmişti. İnlemelerim arasında, “Ohhh, devam et, çok güzel, çok güzel, devam et... Çok iyi, işte böyle, çok güzel... Al hepsini, dibine kadar, daha çok, daha çok...” diye diye çınlatıyordum salonu.
Sırtımı yasladım koltuğa iyice, ellerimi koltuğun arkasına koyup iki yana açtım. Hüsniye’nin müthiş saksosu eşliğinde inlerken gözlerimi kapadım. Sıcak bir yaz günü çarşaf gibi mavi bir denizde sırtüstü yattığımı, suyun üzerinde olduğumu hayal ettim. Suyun tatlı dalgaları vücudumu yalıyordu. Üzerimdeki kavurucu güneşe rağmen denizin serinliğiyle keyifleniyordum. Yarı sarhoş halimle mutluluktan uçuyordum.
Bir dakika kadar belki de daha uzun süre o halde kaldım. Bu muhteşem anın hiç bitmemesini istiyordum. Gözlerimi açtım ve bir süre tavanı izledim. Güneşin ışıkları gitmiş, yerini karşı dairelerin ışıklarının zayıf yansımaları almıştı. Tül perdeleri aşıp içeri vuruyordu lambaların ışığı. Salon o zayıf ışıkla loş bir karanlığa bürünmüştü. Tavana bakmayı bırakıp gözlerimi karşıya çevirdiğimdeyse bir sürpriz bekliyordu beni.
Refiye tam karşımızda ayakta durmuş bizi izliyordu
23 notes · View notes