Çocuğun gördüğü düştür barış.
Ananın gördüğü düştür barış.
Ağaçlar altında söylenen sevda sözleridir barış.
Akşam alacasında,
gözlerinde ferah bir gülümseyişle döner ya baba elinde yemiş dolu bir sepet; ve serinlesin diye su, pencere önüne konmuş toprak testi gibi ter damlalarıyla alnında...
barış budur işte.
Evrenin yüzündeki yara izleri kapandığı zaman ağaçlar dikildiğinde top mermilerinin açtığı çukurlara, yangının eritip tükettiği yüreklerde ilk tomurcukları belirdiği zaman umudun, ölüler rahatça uyuyabildiklerinde, kaygı duymaksızın artık,
boşa akmadığını bilerek, kanlarının, barış budur işte.
Barış sıcak yemeklerden tüten kokudur akşamda yüreği korkuyla ürpertmediğinde sokaktaki ani fren sesi ve çalınan kapı, arkadaşlar demek olduğunda sadece. Barış, açılan bir pencereden, ne zaman olursa olsun gökyüzünün dolmasıdır içeriye; gökyüzünün, renklerinden uzaklaşmış çanlarıyla bayram günlerini çalan gözlerimizde.
Barış budur işte.
Bir tas sıcak süttür barış ve uyanan bir çocuğun gözlerinin önüne tutulan kitaptır.
Başaklar uzanıp, ışık! Işık! - diye fısıldarlarken birbirlerine! Işık taşarken ufkun yalağından.
Barış budur işte.
Kitaplık yapıldığı zaman hapishaneler
Geceleyin kapı kapı dolaştığı zaman bir türkü ve dolunay, taptaze yüzünü gösterdiği zaman bir bulutun arkasından cumartesi akşamı berberden pırıl pırıl çıkan bir işçi; barış budur işte.
Geçen her gün yitirilmiş bir gün değil de bir kök olduğu zaman gecede sevincin yapraklarını canlandırmaya.
Geçen her gün kazanılmış bir gün olduğu zaman dürüst bir insanın deliksiz uykusunun ardı sıra.
Ve sonunda, hissettiğimiz zaman yeniden zamanın tüm köşe bucağında acıları kovmak için ışıktan çizmelerini çektiğini güneşin.
Barış budur işte.
Barış, ışın demetleridir yaz tarlalarında, iyilik alfabesidir o, dizlerinde şafağın.
Herkesin kardeşim demesidir birbirine, yarın yeni bir dünya kuracağız demesidir; ve kurmamızdır bu dünyayı türkülerle.
Barış budur işte.
Ölüm çok az yer tuttuğu için yüreklerde mutluluğu gösterdiğinde güven dolu parmağı yolların şair ve proleter eşitlikle çekebildiği gün içlerine büyük karanfilini alacakaranlığın...
barış budur işte.
Barış sımsıkı kenetlenmiş elleridir insanların sıcacık bir ekmektir o, masası üstünde dünyanın.
Barış, bir annenin gülümseyişinden başka bir şey değildir.
Ve toprakta derin izler açan sabanların tek bir sözcüktür yazdıkları: Barış Ve bir tren ilerler geleceğe doğru kayarak benim dizelerimin rayları üzerinden buğdayla ve güllerle yüklü bir tren.
Bu tren, barıştır işte.
Kardeşler, barış içinde ancak derin derin soluk alır evren. tüm evren, taşıyarak tüm düşlerini.
Kardeşler, uzatın ellerinizi.
Barış budur işte.
Yannis RITSOS
Cemalim türküsü aslında bir ağıttır. Cemal Ürgüp’ lü bir ailenin oğludur. Yiğitler, yapılı mert delikanlı yaşadığı zamanın sevilen sayılan gençlerindendir. Cemal iyi ve varlıklı bir ailenin tek oğlu olarak bilinir. Ürgüp te sayılan sevilen bir ailenin sayılan sevilen oğludur Cemal. Kader mi nazar mı denir hasetlik mi kıskançlık mı bilinmez ama gencecik yaşta da yitirilmiş acı bir kayıptır aynı zamanda Cemal. Üstelik ailesinin yani sıra arkasında gözü yaşlı bir eş küçücük bir çocuk bırakarak ayrılmıştır bu dünyadan. İşte o arkasında bıraktığı esin ağıtıdır şimdi Cemalim diye söylenen bu Türkü. Cemal Şerife nin “Cemalim” dediği Cemaldir.
1
Acı, bir ırmak gibi
Doluyor yüreğime
Bardaktan boşanırcasına ağlamak istiyorum
Beni arhk ne çiçekler,
Ne çocuklar kurtarır;
Ne de o her gün
Yinelenen doğum.
Fırtına ektim
Rüzgar biçtim şu dünyada.
Acı, tepeden tırnağa
Acı çekiyorum.
Ey, yüreğimden hep ölüme doğan İsa!
Haydi, yeniden çarmıha geril
Bu son ölümün olsun
Ve bir daha doğma!
2
Öldürmeyeceğim kendimi
Ama, keşke öldürseydi
Diyeceksin bana.
Öldürmeyeceğim kendimi
Ama, bir ağıt yakmak
Gelecek içinden;
Aklımı yakıyorum çünkü ben
Yaşanmış, yaşanacak
Bütün günlerimi.
İntihar diye bir şey
Yok bu dünyada.
Ölümle biten bir intihar yok.
Asıl intihar
Gün gün yaşamakta.
Öldürmeyeceğim kendimi
Ama, keşke öldürseydi
Diyeceksin bana.
3
Yüreğime bir tanım
Bulabilmek için
Yollara vurdum kendimi,
Dillere düştüm.
Ben hangi yalnızlığın tarihi,
Hangi umudun
Tarih öncesiyim?
Birbaşıma kalakalmışım uzak,
Uzak ufukların sonsuzluğunda
Kollarım ardına kadar
Dünyaya açık.
Ama yaşamımda ne bir esinti
Ne de bir
Yangın var artık.
4
Ey taşlar! Ey,
Karşımda susan dünya!
Ey, bütün ölümlerime
Gebe kalan deniz!
Yağmurun bile
İzi kalır toprakta.
Havada çiçeğin kokusu
Yel vurdukça tüter.
Değil mi ki
Ufuk çizgilerinin bile
Bir sının var
Değil mi ki
Artık ne topraklar, ne sular
Beni sarıp sarmalayacak.
Gitsem, kendime
Gideceğim bundan böyle;
Kalsam, bir uçurum
Kendi derinliğiyle dolacak.
Yaşamı da, ölümü de
Tutmayacak yüzüm benim
Yüzüm benim, yüzüm benim
Dalacak bir yol gibi
Kendi çizgilerine –
Kim bilir nereye?
5
Bütün kapıların
Dışına kovuldum.
Taşlandım kahve masalarında.
Şimdi ben, ıslak bir toprağın
Tüten buğusuyum;
Kendine bakan bir aynayım
Ben bu dünyada.
Bütün kapıların
Dışına kovuldum.
Yüreğim, kurtarılmış bir
Bölgedir şimdi.
Yaşamak eğer
Gerçekten bir savaşsa,
Kalkana ve mızrağa
Çevirdim de dilimi
Omuzlarımdaki
Apoletlerden oldum.
6
Her denizin bir kıyısı,
Her insanın
Bir boyutu varmış.
Ölüm araya girmeye görsün
Bütün hücrelerini
Bir kapıya döndürüp beklesen de
Açan olmazmış
Gel ey
Yalnızlığım benim!
Açıp da solmayan gülüm!
Doldurdum bir vazoyu seninle
Suyunu yeniledim,
Kokunu öptüm.
7
Beynimle yüreğimin
Arasında ırmaklar akar
Her sabah
Boğulurcasına uyanmam bundandır.
Azraili yoldaş bilip,
Yeniden doğanım ben.
Her susayışım çöl,
Her boğuntum
Çağlayanlar boyuncadır.
Çırpınsam da çıkamam
Kendi eksenimden.
8
Çiçeksiz bir dal gibiyim
Susuz ırmak yatağı …
Varlığım soyutlandı
Bütün anlamlarından.
Gün gelir çekip giderim
Avuçlarıma alıp da aklımı
Çığlık çığlığa
Bu sokaklardan.
9
Yüreğimi dünyaya karşı
Bir kalkan bilirken
Son burcu da çökertildi
İçimde bir kalenin.
Aklımın ovalarını yeniden
Ölçüp biçmem gerekiyor şimdi
Kimsesiz ve dingin.
Bu sorular tufanında
Tutunacak dalım değil,
Bir tek yaprağım bile kalmadı sanki.
Ne bir kıpırh var havada
Ne de sularda
Yeniden doğuşların cenini.
10
Dünya kendine döner
Ben kendime dönerim.
Aklın dizginlerini çözdüm,
Yüreğin köprülerini athm
Savaşlara girdim
Yenik, umarsız
Bana bir yara kaldı
Bir de yaşama isteği
Belli belirsiz.
11
Bir şiire başlamadan önce
Noktayı koymayı öğrendim;
Yeni başlamış bir şeyi
Yitirilmiş görmeyi…
Tufanlar da istemiyorum artık
Bir dünya kuruyorum kendime
Devinimsiz, duruk.
Aklımı da kovuyorum cennetlerimden
Yüreğimi de şimdi.
Günışığıdır beni kör eden
Yağmurlardır yaralayan
Ve eve döner gibi yapıp,
Kendime döndüğüm her akşam
Anladım, yüreğimde doldurulmamış
Uçurumlar olduğunu.
Karşılıksız sorular göveriyordu
Aklımın geniş ovalarında.
İşte, bir zamanlar
Denize kavuşan ırmak
Şimdi gerisin geri dönüyor
Kaynağına.
12
Yalazlanıyor deniz
Önce usul usul
Sonra gürül gürül…
Uçurumlar açılıyor derin,
Dağlar yükseliyor yüce.
Oturmuşum bir kayanın üstüne
Akdeniz’e bakıyorum
Kendime bakar gibi
Mavi bir aynadaki gençliğime …
Ne söyledim, ne yazdımsa bu dünyada
Ne yitirdim, ne buldumsa
Bir derin iç çekişin
Bağrında eridi.
Bütün nesneler tek bir ses olarak
Bağırıyor bana:
Bitti arbk,
Artık her şey bitti!
13
Ardımda kalan
bütün köprüleri bir bir yakhm
Geri dönemem artık
Namludan çıktı kurşun.
Ne çok yürüdüm şu dünyada
Ne kadar az yol aldım
Acının alfabesindeyim daha.
Geri dönemem artık
Bir çizgi gibi uzar giderim
Anlamsız, kimsesiz
Ve soluk.
14
Aamı
Anlamıyor musun yüzümden?
Yüreğimi yansıtan
Bir aynaya döndü.
Aklımdan
Azat oldu da dilim
Yaşamın arkasından konuşarak
Özgürlüğünü kanıtlıyor şimdi.
Acımı
Anlamıyor musun yüzümden?
Bir kez olsun duy beni
Sözcükler
Araya girmeden!
15
Bir gün gelir de
Ölüme yenilirsem eğer
-Yenileceğim demiyorum
Yenilirsem eğer –
Deyin ki, erlerindendi
Eşit olmayan bir savaşın
Kılıcı sözcüklerdi,
Kalkanı sevgiler…
16
Dağlar sesimi tutar
Dağılıp, parçalar ovalar
Acılar niye benim
Üstüme kanat gerer?
Ne dünya kadar yaşım
Ne göklerden akranım var
Hüküm niye hep ölümüm?
Urganlar da kendini boğar
Göreceksiniz bir gün
Bütün uçurumları böler
Köprüleri sevginin.
17
Kendi rengini yadsıyan
Bir bayrak gibi
Dürüp, katlıyorum yüreğimi.
Ne kaldı konuşacak,
Ne vardı ki?
Yücelerde seyrettim
Uzun bir zaman;
Gönderlere çekildim
Ve anladım ki ,
Doruktur asıl uçurum
Odur insanı boğan.
18
Ben mi yanıldım,
Yoksa dünya mı bilmem?
Bir yerlerde tökezledim
Ama düştüm diyemem.
Yağmur boğulmaktan söz eder şimdi bana
Güneş çekip gitmekten.
Beni kurtarmak için
Pamuk iplikleri uzanır
Uçurumlanma …
Sevgili dünya,
Ne petekle balım kaldı,
Ne derilecek çiçeğim
Salıver arlık beni
Kopar dizginlerimden!
19
Gün akşama kavuşur
Dünyadan el ayak çekilir
Bütün görüntülerimi yitiririm birden.
Aynalara baka baka
Unuturum yüzümü.
Her şiirde biraz daha
Koparım sözcüklerden.
Gün akşama kavuşur
Kapılar sürgülenir
Evler mezar taşıdır arlık
Sokaklar teneşir …
Ey yankısız ses!
Ey devinimsiz tufan!
20
Uzun dinginliklerden
Sonra gelen fırtına
Taş taş üstünde koymamaya yeminli
Dönüp dolaşıp geldiğim
Bu kör noktada
Kırılıyor gülüşüm
Bir bardak gibi.
Ölüm kapıyı çalınca
Söylenmedik bir sözüm kalmayacak
Ve bu dünyada
Tepeden tırnağa yürek olmasını bilenler
Hep selden kaçarken
Tufana kapılacak
Batacak sulara yüzüm
Batacak sulara yüzün
Ağır bir taş gibi
Gömülüp susacak…
21
Yağmurun ardından
Kar geliyor;
Onun ardından sel…
Bir şeyleri tamamlamadan
Ölmek bana
Zor geliyor.
Bu şiir nerde biter
Gece güne ulanırken?
Çiçek tohum olur döner,
Su denize kavuşurken,
Yaşamın sonunda mı,
Başında mıyım bilmem?
Beni kim düşünür bu irinler dünyasında?
Herkes kendi yüreğini deşip,
Derin kuyular açarken
Sinmek, saklanmak için
Karanlıklarına.
Gülün ardından
Diken geliyor;
Sütün ardından irin…
Bir şeyleri bitirmeden
Ölmek bana
22
Sonun sonsuzluğundayım
Ufkun çok ötesinde.
Geçip giderim dünyanızdan
Bir yıldız gibi akarım
Yanarım kendimce.
Ok çıkınca yaydan
Artık beni aramayın
Ne mezar taşı dikin
Ne diriltin söylevlerle.
Ok çıkınca yaydan
Saplanacak bir yerler
Bulurum elbet
Gücümün yettiğince…
23
Bir kalenin
Ele geçirilemeyen
Son burcuyum ben;
Yeryüzünden silinmiş ırkların
Tek temsilcisi …
Ne söyledimse yele söyledim,
Sanki ne yazdımsa buza
Taşlandım adımbaşı
Taşlandıkça konuştum.
Ben acının dallarıysam
Yeryüzüydü gövdesi
Ben bir ırmaksam
Yaşam denizdi…
Bekleyen görecek.
Yanan sular,
Boğulan topraklar bana tanık.
Ben susarsam
Taşlar konuşacak artık.
24
Yağmurlar yağacak uzun
Yağmurlar ince
Dünya, bir alıcı kuş gibi
Üstüme çökünce
Ne bir sözcük kalacak,
Ne de bir çığlık. ..
Yine de gülsün isterim
Şu pencerelerde
Sokağı seyreden çocuk;
Gülsün artık!
25
Umut, o arslanın
Ağzında değil,
Midesindeyken şimdi
Gülümseyerek seyrediyorum
Tarihin sofralarında
Onu çiğneyenleri.
Varın taşlayın beni!
Yaralarım övüncümdür
Bu dünyadan olduğuma
Yaşadığıma dair.
Umutsuzluğun umudundayım
Karanlığın ışığında
Öyle derin, öyle yoğun
Uçurumların doruğundayım.
Varsın bir yanıt
Bulmasın sorularım;
Yalnızca soru sormaya
Bile razıyım…
26
Kişisel alacakaranlığın
Cephelerindeyim.
Yaralarım bedenimi yırtarcasına fırlıyor.
Geride kalan
Yalnızca kan ve irin…
27
Sabaha yakın görülen düşlerde
Bilinci körelten
Bir karabasan yoğunluğu,
Biraz da aa vardır.
Güneşin alhnda kararan şeyden
Korkun, derim ben
Kül alhnda yanan kordan …
Ve ışık, uzun bir karanlığın
Ardından gelirse eğer
Asıl anlamını bulur.
28
Güneşin öte yüzünü gördüm
O sonsuz karanlığı …
Doğadaki her şeyin
İkinci adı yalnızlıktı,
Ölümdü, suskunluktu.
Bir çiçek ki, taşırmış
İçinde hep solgunluğu,
Suyun akışında bir
Boğulma korkusu varmış
Yanan topraktan
Yükselen buğu…
Güneşin öte yüzünü gördüm
Ki, orada her şey
Önce kendini yadsıyordu.
29
Belki kendini boğan
Biri değilim
Yağmur, ne biliyorsun?
Belki bir beklediğim var yaşamdan.
Bir bardak mıyım sanki
Kendiyle dolup taşan?
Belki bir sıcaklık
Kaldı bir yerlerimde
Güneş, ne biliyorsun?
Belki gecelerimizden sızan bir ışık. ..
Bir kum saati miyim?
Boşalıp kaldım mı artık?
Belki açacak
Bir şeylerim vardır
Çiçek, ne biliyorsun?
Belki konuşacak birkaç söz kalmıştır
Bir gün karşıma çıkacak olanla
Geçmişe, geleceğe dair…
30
Akdeniz susuyor.
Susuyor turuncu. Susuyor yeşil.
Bir yaşam ki nasıl
Ancak kendiyle tanımlanır;
Bir insan ki nerede
Artık her şeye razıdır
Orada dursun dünya!
Ölü deniz,
Güneşli, puslu deniz
Sularını rahim, taşlarını cenin
Kıldığın çağlardan kalmış
Bir gülümsemeydim bir zamanlar
Belli belirsiz …
Cebimde kelebek ölüleri,
Ağzımda tütün kokusu
Turuncu sokaklardan denize uçan
Soluk bir gölgeydim
Dalgın ve kimsesiz …
Köşkerin kızının
Memelerine dolan iyot kokusunda,
Gülüşünde bir işçinin
Bir payım vardı
Hiç kuşkusuz…
Akdeniz susuyor.
Yaralı bir balık gibi;
Çağın zıpkınlarıyla delik deşik.
Akdeniz susuyor.
Suları kirli şimdi,
Mavisi soluk…
31
Beni doğuracak rahim,
Beni sallayacak beşik yok!
Dünyaya düştü yolum
Bir görümlük
Konuk geldim.
Tek bir soru sordum
Bin yanıt aldım;
Ama hiçbirine bende yanıt yok!
Uçurumlara itildim,
Doruklara çekildim.
Çaprazlama çiçekler astım da göğsüme
Şaire çıktı adım.
Dinsiz bir peygamberim şimdi
Ateş olsam bir kendimi yakarım.
Kendi karanlığından korkan
Bir geceyim ben,
Kendi sınırlarına düşman
Bir ülke;
Kuşablmış, yorgun …
Ey dünyalıklar, ey tarihçiler!
Oysa hepsi topu topu iki kelime:
Yaşadım ve öldüm.
32
Bu şiir burda biter
Yaşam benimle bitmiyor
Umutsuz değil, umarsızım şu anda
Ne çiçeklerde payım var,
Ne şu suskun taşlarda…
Acıdan kurtulmaya yeltendiğim zamanlar
Acı olduğumu anladım
Dünya bunu bilmiyor…
Ben insanlığın çocukluğuyum
Ve yaşlılığıyım sırasında.
Bu şiir hurda biter
Hiçbir dayanak bulmadan
Doğanın avuntusu nedir?
Gece günle tanımlanırken?
Işığın kaynağında hep
Bir karanlığın donduğu
Bilmem nasıl kanıtlanır?
Y ıllar yılı sorulara yaslanıp
Yaşarken ölüme doğdum ben
Hiç kimseyi öldüremem
Kendimi bile artık.
Bu şiir burda biter
Nasılsa anlaşılmaz
Çünkü bir sese, yankısından başka
Kulak veren çıkmaz
-Çoktan biliyorum bunu…
Karanlıkta gülümsüyorum son kez
Böyle anımsa beni…
Gaseyân. Gözlerimdeki kırığı saklamanın yolunu bul. Ben inanmak istiyorumlu cümleler geçmiyor yüreğimden. Ben diyince, aklıma; yitirmiş gitmiş'ten, yitirilmiş gitmiş'ten fazlası gelmiyor. Al şu huzursuzluğu içimden. İnsanım. Yoruluyorum hâlâ, nasır değil kalbim. Zaten düştüm, o acıyı ezbere biliyorum diyip görmezden gelemiyorum. Nasılsa ağladım artık, ağlamama gerek yok diyememek gibi bir şey bu. Çok öldüm, bugün biraz yaşayayım diyememek gibi. Gaseyân, incinmeden yok olmayı öğrendim.
Günaydınlar, güzel ülkemin yürekleri sevgi dolu, can ve candan olan güzel insanları. Dünyanın en güzel çiçekleri sizler için açsın ve 2024 yılının, her bir gününün sabahında, her birinize armağanım olsun.
2024 yılına girerken dualarımız, dileklerimiz, temennilerimiz, umutlarımız ve beklentilerimiz arasında çok şey varda, ne yazıktır ki bütün bunlar arasında gerçekleşme ihtimali olanlar hemen hemen yok gibi, şeklinde düşünüyorum. Zira, bu konuda gidişat, şartlar hiç de olumlu emareler sunmuyor. Hal böyle oluncada, 2024 yılının öncelikle, tüm dünyada nezdinde kayıp, yada yitirilmiş vede yitirilmekte olan, tükenme noktasına ulaşan insanlığı, geri getirmesini diliyorum. 2024 yılının tüm insanlığa ve ülkemize, barış, sağlık ve mutluluklar getirmesini diliyorum. 2024 yılında, yüce Allah’tan, bütün insanları erdemlikli kılmasını, yönetenlerimize ise yeterince ve gereğince akıl ve fikir vermesini, yönetilenlerimize ise birlik beraberlik ruhu, vatan ve millet sevgisi vermesini diliyorum. Ulusumuzun varlığının da sonsuza dek sapasağlam, dimdik ayakta kalmasını diliyorum. Yüceler yücesi Allah’tan Mehmetçik’lerimizi korumasını, esigemesini, yar ve yardımcısı olmasını ve tüm güvenlik güçlerimizi de, yedi cihanda, her daim galip ve muzaffer kılmasını içtenlikle diliyorum. Allah’tan vatanımıza, milletimize veya ulusumuza, birlik vede beraberliğimize kast edenlere fırsat vermemesini ve bütün düşmanlarımızı, tez zamanda helak etmesini, mahvı perişan etmesini ve yok etmesini, canı gönülden diliyorum. Vatandaşlarımızın her birinin tüm arzu, istek, dilek, temenni ve hayallerinin eksiksiz olarak gerçek olmasını ve her şeyin gönüllerince olmasını diliyorum. En güzel, en içtenlikli dilek ve temennilerimle, her bir iyi, temiz kalpli, vicdan, merhamet sahibi ve her türlü erdemlikler ile donatılmış, güzel insanlarımıza selamlarımı, saygılarımı ve sevgilerimi gönderiyorum.
Yüreklerini nice umutların kıyısına bırakan, yürekleri umut ve sevgi dolu olan, güzel yurdumun güzel insanları,❗sizlere de, sağlıklı, mutlu, hayırlı, huzurlu ve gönlünüzce geçecek nice seneler diliyorum... 🙋♂️ 👏👍🙏 🇹🇷
Bilinenden koptuğum şuanda varlığım daha çok yitirilmiş olana dair bir izaha dönüşüyor. Tarihsizliğin katran gibi üzerime dökülmesini mi düşüneyim yoksa geçmiş olarak eşilmiş belleği mi kavrayayım bilmiyorum. Şu noktada bilmek bana yok oluşa sığınmak gibi geliyor.
İnsanın geçmişinde artık kımıldamayan ne de çok nesne, ne de çok kişi var öyle, ürkütücü. Zamanın mahzenlerinde yitirilmiş canlılar ölülerle birlikte o kadar uyumla uyuyorlar ki daha şimdiden aynı gölge örtüyor gibi onları.
tanrı'nın bıraktığı yerden biz başlayalım. üç milyar insanın yarısını sen öldür, yarısını ben. üç kişi kalsak yetişir yeryüzünde. yaklaş bana, seninle kardeş değiliz. hüzünle karışık sevinçlerinden kurtul artık, arzuların o belli belirsiz sıcaklığını sev. biliyorsun; önce tanrı insanı yarattı, sonra insan sevgiyi. ne yapsak boş, ne kadar çabalasak faydasız; geriye dönemeyiz. olanlar oldu, iş işten geçti. çamurumuza sevgi karışmış bir kere. kim bu şarkıları söyleyen? karcığar faslından düm tek üzere. aklım bir yere erişti durdu. susun. şimdi üçgenlerle oynuyorum. kaldırın bu daireleri. bir model kız geldi, soyundu karşımda. saçlarından üç fırça yaptım, üç tüp boyam vardı; veronez yeşili, zümrüt yeşili, krom yeşili. hepsini kattım birbirine. senin yeşilini buldum. senin yeşilinde orkestralar debussy'den çalıyordu, senin yeşilinde unuttum siyahlığımı. bu deli eden uğultu nerden geliyor, kim kırdı bu aynaları? toplayın, yüzümüzü görelim. çirkin değiliz artık. bir kapı açıldı önümüzde ölümsüzlüğe. güzeliz. sabahlar bizimle dolu. ışık diyordun, al işte kör kuyular kadar ışıdı yeryüzü. renk diyordun, al işte bak, çarşılar dolusu kırmızı. süt beyazından geceler, sarı güneşler ortasında turuncu bir gün. yitirilmiş saadetlerin bahçesinde mor çiçekler. kardeş değiliz diyorum, inanmıyorsun. yalan bunca faziletler, yalan. bizi bu ciğeri beş para etmez insanlar mahvediyor. aldırma diyorum sana, dünya ikimiz için yaratıldı. üç milyar insan iş olsun diye geldi yeryüzüne. verdiğin her kederin yüreğimde yeri var, hangi kitabı açtıysam seni okudum yıllardır, hangi aynaya baktıysam seni gördüm. gel desen gelemem, git desen gidemem, öl desen kanım akmaz. anladım artık, seni sevmek yüce bir şey. anladım, seni sevmek tanrı'ya yaklaşmak gibi. insanlar içinde bir sana inandım, bir seni sevdim kendimden başka. uykularımın bölündüğü saatlerde, sendin düşündüğüm soluk soluk. sivri bıçaklar gibiydin karanlığımda, gözümü yumsam seni görüyordum. oynak türkülere benziyen yürüyüşünle sen çıkıyordun karşıma. karanlığımda iki yıldızdı ellerin görülmedik. karanlığımda bir orman yangınıydı dudakların. istesen hayat verirdim bu karanlıklara, istesen gökyüzünü bir mendil gibi yırtardım. denizlerden, göllerden, nehirlerden sana görmediğin renkler yaratırdım. zamanın ötesinde yeni bir dünya kurardım sana. insansız, tanrı'sız, kedersiz... severdin, dağ rüzgarlarının serinliğince yaşardın bu sefil dünyamızdan uzak. bir yanıp bir sönen ışıklar gibiyim, yumruk kadar yüreğimde sen varsın. kutsal kederler içinde seninleyim artık, sarı badanalı evlerde başbaşayız. bütün duvarlara gölgen vurmuş, kokun sinmiş bütün perdelere, kapılarda parmakların beyaz beyaz, sokaklarda ayaklarının izi. ben bu sokaklarda ölsem kaldırımlar çekmez ağırlığımı. söylesem aşkımı asırlar boyunca bu iki yüzlü insanlar anlamaz beni.