Tumgik
#ve anladık bu dünya geçici
kamu365 · 4 years
Text
Uzmanından 65 yaş üstü için ‘evde mutluluk’ önerileri
24 Mart 2020, Salı 12:16
İstanbul
Koronavirüsü salgını sonrası sokağa çıkma yasağı grubunda bulunan 65 yaş ve üstüne ruhsal dayanıklılıklarını artırmaları için 10 öneride bulunan Uzm. Klinik Psikolog Zozan Başçi, “Aslında farkına varmadığımız ne çok zenginliklerimizin olduğu yeni yeni kavramaya başladığımız bir süreç içerisindeyiz. ‘Ben’i değil ‘biz’ olmayı, başkasını düşünmeyi; ben demenin aslında biz olduğunu, bizi düşünmenin de aslında ben olduğunu, paylaşılan sorumluluğun ne kadar önemli olduğunu öğrendik” dedi.
Dünya’da hızla yayılmaya devam eden koronavirüs (Covid 19) salgını, tüm insanlar ve toplumlar üzerinde ciddi panik, korku ve kaygı uyandırmayı sürdürüyor. Bu durum aynı zamanda küresel bir travmayla karşı karşıya olduğumuzu da gösteriyor. Uzman Klinik Psikolog Zozan Başçi, içinde bulunduğumuz süreçte en riskli grup olarak bilinen 65 yaş ve üstünün, özellikle kronik hastalıkları da varsa, daha yoğun kaygı yaşadıklarına işaret ederek önemli uyarılarda bulundu.
HABERLERİ TEKRAR TEKRAR İZLEMEYİN!
Yaşlanmayla birlikte yaşlılarda ‘eski’ye aşırı bağlılık, ‘yeni’den korkma, sağlığa aşırı düşkünlük, yalnızlık duygusu, treni kaçırma duygusu, ölüm korkusu, çaresizlik duygusu gibi bir takım psikolojik süreçlerin belirginleştiğini ifade eden İAÜ VM Medical Park Florya Hastanesi’nden Uzman Klinik Psikolog Zozan Başçi, 65 yaş ve üstü kişilere medyada, haberlerde, dışarıda karşılaştıkları birçok uyaranda salgınla ilgili görüntüleri ve haberleri tekrar tekrar izlemelerinin hissettikleri kaygı duygularının artmasına neden olabileceğini söyledi.
VAR OLAN ÖLÜM KORKULARI ARTTI
65 yaş ve üstündeki kişilere bu zor günleri atlatmaları için önerilerde bulunan Uzm. Klinik Psikolog Zozan Başçi, “Bizler insan olarak öleceğini bilen ama öleceğine inanmayan canlılarız. Şu an her gün koronavirüsten ölüm haberleri izliyoruz, ‘biz de ölebiliriz’ diye korkuyoruz. Bu durum da yaşlıların ‘ölüm korkusunu’ daha belirgin şekilde yaşamalarını neden olmaktadır. Bu durumlarda yaşlıların depresyon yaşama, intihar düşünce ve davranışlarının görülmesini artırabilir. Aynı zamanda geniş aralıkta ruhsal bozukluklar yaşayabilirler. Özellikle; uyku ya da yeme düzeninde değişiklikler, uyumakta ya da konsantre olmakta zorluk, öfke kontrol sorunu, kronik sağlık sorunlarının kötüleşmesi, tütün ya da diğer ilaçların kullanımında artış olmaktadır. Bununla birlikte, eğer aralarında hekim raporuyla psikiyatrik ilaç tedavisi alan kişiler varsa, bu kişilerin tedavilerinin aksamamasının her zamankinden önemli olduğunu bilmekte fayda var. Yaşamış oldukları salgınla ilgili korku ve endişeleri, başa çıkabileceğinin üzerinde bir seviyede olan ve gündelik yaşamları ileri derecede etkilenen yaşlılar, ruhsal destek almak için başvurmaktan çekinilmemelidir” şeklinde konuştu.
VİRÜS ‘BEN DEĞİL, BİZ OLMAYI’ ÖĞRETTİ
Virüsün hayata girişiyle yaşam şeklinin değiştiğine ve bu değişikliğe adapte olmakta sadece yaşlıların değil, her yaştan kişilerin güçlük yaşadığını ifade eden Uzm. Klinik Psikolog Zozan Başçi, şöyle devam etti: “Virüsün hayatımıza girmesiyle birlikte ilişkilerin, iletişimin ve sosyalleşmenin sosyal medyada olmasının ne kadar yapay olduğunu acı bir gerçek olarak öğrendik. Aslında yakın olduğumuzu sandığımız gerçekliğin tersine bir durumla karşı kaşıya kaldık. İnsanların birbirlerine dokunamaz, öpemez, sarılamaz hale geldiğini gördük. Birbirimize 1 metreden fazla yaklaşamamanın soğukluğuyla karşı karşıya kalmanın nasıl zor bir durum olduğunu anladık. Yakınlarımızla temas etmenin, onlarla geçen zamanın değerinin farkına vardık. Aslında farkına varmadığımız ne çok zenginliklerimizin olduğunu yeni yeni kavramaya başladığımız bir süreç içerisindeyiz. ‘Ben’i değil ‘biz’ olmayı, başkasını düşünmeyi; ‘ben’ demenin aslında ‘biz’ demek olduğunu, bizi düşünmenin de aslında ben olduğunu, paylaşılan sorumluluğun ne kadar önemli olduğunu öğrendik.”
GEÇİCİ BİR SÜREÇ OLDUĞUNU UNUTMAYIN!
Eve kapanmanın, teknolojik aletlere bağlı kalarak iletişim kurmaya çalışmanın ve sürekli elleri yıkama gerekliliğinin ilk etapta kulağa hoş gelmeyebileceğini ifade eden Uzm. Klinik Psikolog Zozan Başçi, ancak evde sevdiğimiz insanların hayatımızda olduğunu bilerek, panik yapmadan önlem almamız gereken geçici bir süreçte olduğumuzu kabul edersek psikolojik açıdan kendimizi rahatlatabileceğimizi vurguladı.
PUZZLE YAPIN, EL İŞİYLE UĞRAŞIN
Uzm. Klinik Psikolog Zozan Başçi, sokağa çıkma yasağı grubunda bulunan 65 yaş ve üstüne ruhsal dayanıklılıklarını artırmaları için 10 öneride bulundu.
O öneriler şöyle;
1- Sokağa çıkma yasağına uyun. Kalabalığa karışmayın ama yalnız da kalmayın. Yakınlarınızla iletişim kurmak için telefon ve internet gibi alternatif seçenekleri değerlendirin.
2- Beyin tıpkı makine gibi bir alettir. İyi bakılırsa ömrü uzun olur ve erken yıpranmaz. Son yapılan araştırmalar beynin sürekli yeni şeyler öğrenmesinin uyaran etkisi yaptığı ve hücre yaşlanmasını yavaşlattığını göstermektedir. Yaşlanmaktan korkan kişinin beynini iyi şekilde çalıştırması çok önemlidir. Beyin tıpkı bir kuyu gibidir. Suyu alındıkça açılır, bollaşır. Bu nedenle bol bol hafızanızı güçlendirecek kutu oyunları oynayın, bulmaca, puzzle, sudoku çözün.
3-Yemek yapma, temizlik, televizyon izleme, elişi yapma ve benzeri günlük aktivitelerinizi planlayın. Belli bir düzene uymak işleri kontrol ettiğinizi hissettirir, böylece kendinizi daha emniyette hissedersiniz.
4- Sevdiğiniz işlere zaman ayırın. Müzik dinlemek, hobilerle uğraşmak ve elişi yapın. Felaket senaryoları ile uğraşmak yerine motive edici kitaplar okuyun.
5-Sevdiğiniz kişileri telefonla arayın ve sık sık konuşun, böylece yalnızlık duygunuz azalır. Telefon veya internetle görüntülü de iletişim kurmanız mümkün. Bunu bilmiyorsanız, nasıl yapılacağını öğrenmeye çalışın.
6- Sağlığınız yerindeyse yakınlarınıza ve komşularınıza yardım edin. Örneğin, komşunuza çorba yapmak (ama verirken temas etmeyin, mesafenizi koruyun), çocuğunuza yemek yapmak gibi uğraşlar işe yaradığınızı hissettirir, kontrol duygusunu güçlendirir ve ruh sağlığınızı olumlu etkiler. 
7- Beslenmenize dikkat edin, mutlaka sofra kurun ve sağlıklı yiyecekler tüketin. Bol sıvı almayı unutmayın, susuz kalmayın.
8- Her zamanki diyetinize uyun, tansiyon ve şeker kontrolünüzü ihmal etmeyin.
9- Evin içinde yürüyüş ve egzersiz yapın, tek seferde değil günün belli saatlerinde birkaç kez 5-10 dakikalık yürüyüş/ hareket yapmaya gayret edin.
 10-Uykunuzu ihmal etmeyin. Gece uyuyamıyorsanız, gündüz öğle saatlerinden önce kısa şekerlemeler yapabilirsiniz, böylece dinlenmiş hissedersiniz ve gece yine uyuyabilirsiniz.
BU SÜREÇTE ONLARLA DAHA ÇOK KONUŞUN!
Psikolog Başçi, 65 yaş ve üstü yakını olanlar için ise önerilerini şöyle sıraladı:
“Yaşlılar gençler kadar medyayı iyi takip edemiyor, bu nedenle salgından korunmayla ilgili yeni bilgileri onlara anlatmalılar. Ancak korunma ile ilgili neler yapmaları gerektiğini onları suçlu hissettirmeden, endişeye sevk etmeden olumlu ifadelerle öğretmeliler. Örneğin; “Ellerini yıkamazsan hasta olursun, seni hastaneye yatırırız” demek yerine, “Ellerini biraz uzun yıkaman bu hastalıktan korunman için çok önemli, yakında her şey daha iyi olacak” gibi bir cümle daha motive edicidir. Bu nedenle yaşlılarınızı telefonla arayın, kısa da olsa sohbet edin. Bu sohbetlerde mevcut durumla ilgili doğru bilgiler verin ama olumlu gelişmeleri de mutlaka iletin. Yaşlı bireylerden onların üstlenebileceği işlerde sizlere yardım etmesini isteyin. Böylelikle hareket etmiş olup, benlik duygularını dayanıklı hale getirebilirler. Yaşlı bireyler yakınlarını yormak istemedikleri için sıklıkla yardım istemezler, bu nedenle yakınınızın istemesini beklemeden aklınıza gelen tüm ihtiyaçlarını sorun. Yaşlılar kendi yaşadıkları geçmiş deneyimleri başkalarına anlatmaktan çok keyif alırlar. Bu süreçte size eski deneyimlerini, maceralarını, unutamadıklarını, hatta ilk aşklarını anlatmalarını isteyebilirsiniz. Bu onlara kendilerini mutlu hissettirecektir. Yakınlarınızın tüm sorumluluğunu tek başınıza üstlenmeyin, etrafınızdan yardım isteyin ve yükünüzü paylaşın, aksi takdirde tükenme belirtileri yaşayabilirsiniz.”
DHA
The post Uzmanından 65 yaş üstü için ‘evde mutluluk’ önerileri appeared first on Kamu365 | Dünya Gündemi.
from WordPress https://ift.tt/33Hh4Bt via IFTTT
0 notes
nihatlive · 6 years
Photo
Tumblr media
⚓ Bu yazı, Zarrab davasının arka planını ortaya koyuyor ve yapbozda eksik olan parçaları yerine koyarak büyük resmi netleştirmeyi hedefliyor. Reza Zarrab davası, Türkiye’nin Kıbrıs müdahalesinden bu yana dış politikasını ve ekonomisini en fazla tahribata uğratma potansiyeli olan bir sorundur. Kıbrıs davasından farklı olarak, Türkiye’nin hiçbir âli çıkarı olmaksızın, tümüyle a) basiretsiz ve konjonktürel (yani uzun vadeli etkileri hesaplanmadan yapılmış) siyasi kararlar ekseninde gerçekleşmiştir ve b) siyasi karar alıcıların (en tepeden aşağıya doğru siyaset ve bürokrasi hiyerarşisinin) bilgisi, onayı ve dahası bizzat kişisel çıkarları üzerine inşa edilmiştir. Yani ez cümle, ortada mili bir mesele nedeniyle alınmış bir risk nedeniyle karşılaşılan bir sorun bulunmamaktadır. ZARRAB NE SUÇ İŞLEDİ? Zarrab davasının konusu nedir? BM denetimi dışında nükleer program uygulayan ve uranyum zenginleştirmesi yapan İran’ın, nükleer yakıt (elektrik üretmek üzere kullanılan uranyum) seviyesinin çok üzerinde bir zenginleştirmeye gittiğinin fark edilmesi üzerine tüm dünya – başta ABD ve AB olmak üzere – buna tepki gösterdi. Neden? Çünkü yüksek seviyede uranyum üretiminin tek bir hedefi olabilirdi: nükleer silah üretmek. İran’ın nükleer silah üretmesi, bölgesel ve küresel dengeleri sarsacaktı. Dahası, kontrolsüz ve radikal İran yönetimi, dönemin İran lideri Ahmedinejat’ın İsrail’in haritadan silinmesi yönündeki beyanlarıyla beraber daha büyük bir zan altında kaldı. Nükleer silahlara sahip bir İran’ın İsrail ve Suudi Arabistan gibi düşmanları başta olmak üzere bölgesel ve küresel güç dengesine yıkıcı etkide bulunması ve büyük bir güç mücadelesi ile silahlanma yarışını tetiklemesi riski bulunuyordu. Bunun engellenmesi için, Türkiye’nin de üyesi olduğu NATO İran’ı tehdit algılaması kapsamına aldı. ABD ve AB İran’ın bomba yapımını engellemek için stratejiler geliştirdi ve diplomatik ve ekonomik araçları kullanmaya başladı. İşte bu çerçevede Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) 9 Haziran 2010 tarihli ve 1929 sayılı kararla İran’a belirli yaptırımlar uygulamaya başladı. Bunların içinde İran’la bankacılık ilişkilerini sonlandırmak ve para transferine (para aklama ve ticaret) engel olmak gibi önlemler de vardı. Bu kararın tüm dünya devletleri için bağlayıcı olması yanında, bu kararın alındığı BMGK’de Türkiye’nin de geçici üye olarak yer alması çok düşündürücü ve trajikomiktir. Bu karara sadece iki ülke itiraz etmiştir: Türkiye ve Brezilya. Karar oy çokluğuyla geçmiştir. Bilindiği üzere BMGK’de sadece daimi üyeler olan ABD, İngiltere, Fransa, Rusya ve Çin’in veto hakkı vardır. Bu 5 daimi üye dışında değişimli olarak ve seçimle 10 geçici üye dönemsel olarak BMGK üyeliği yapmaktadır. Bu üyelerin veto hakkı bulunmamaktadır. TÜRKİYE’NİN İRAN’A ‘KOŞULSUZ’ GÜVENİ 2010 yılında Türkiye anlaşılmaz bir biçimde İran nükleer programına destek oluyordu. Hiç kimse İran’a güvenmiyorken Erdoğan’ın ve AKP hükümetinin neden İran’a güvendiğini kimse anlamıyordu. 2008 yılında Hakan Fidan, BM bünyesinde bir kurum olan Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (IAEA) yönetim kurulu üyeliğine getirildi. Dönemin Başbakanlık Müsteşarı olan Fidan’ın bu göreve getirilmesi dikkat çekicidir. Neden onca tecrübeli ve BM uzmanı diplomat varken durup dururken Fidan bu göreve getirilmişti? Bu dönemden beri İran konusunda İran’a karşı son derece ılımlı bir tutum takınan Fidan’ın bu tutumu Erdoğan’dan ve AKP’deki genel temayülden bağımsız olarak yaptığını sanırım hiç kimse düşünmeyecektir. Erdoğan’ın sır küpü Fidan 12-13 Nisan 2010’da Washington’da yapılan Nükleer Güvenlik Zirvesi’nde de Türkiye’yi temsil etti. Türkiye’nin İran nükleer programına desteği o denli abartılı noktalara ulaştı ki, uluslararası medya ve akademi bunun nedenlerini araştırmaya başladı. Ben de Türkiye’nin İran’ın nükleer programına yönelik politikası hakkında “Iran’s Nuclear Program and Turkey. Changing Perceptions, Interests and Need for Revision” (İran’ın Nükleer Programı ve Türkiye. Değişen Algılar, Çıkarlar ve Revizyon İhtiyacı) başlıklı İngilizce bir makale yayımladım. Bu makalenin ortaya net şekilde koyduğu üzere, Türkiye’nin İran’a bu kadar aleni şekilde destek olmasını gerektiren hiçbir çıkarı yoktu. Gaz ve petrol ticareti de dâhildi buna. Türkiye doğal gazının yüzde 18’ini ve petrolünün yüzde 22’sini İran’dan almaktaydı ve bu ticaret Türkiye İran nükleer programına desteğe başlamadan önce de bu seviyedeydi. O halde mesele neydi? YENİ TÜRKİYE’YE UYANMAK İşte 17 Aralık’ta hepimiz Reza Zarrab adlı İranlı bir “iş adamının” Türkiye’deki üst seviye siyasetçileri nasıl parmağında oynattığını, bakanların onun önüne yatacak kadar kendisine (aslında İran’a yani!) bağımlı hale geldiğini, bakanlara ve muhtemelen daha üst seviyelere verdiği rüşvetlerin astronomik seviyesini ve daha birçok kokuşmuşluğun ve vatana ihanetin ortalığa saçıldığı bir “yeni Türkiye’ye” uyandık. Anladık ki, İran’a uygulanan BM ve ABD yaptırımlarını bilerek ve isteyerek delen bir Türkiye Cumhuriyeti hükümeti var ve uygulanmakta olan bu politikanın motivasyonunun milletle ve devletle falan alakası yok. Türkiye’nin bilakis bu uygulanan politikadan korkunç zararlara uğradığı açıktı. Nükleer bir silaha ulaşmak isteyen İran’a destek oluyorduk. Bunun akılla ve mantıkla izahı olanaksızdı. Dahası, bunun vatana ihanete uzanan bir boyutu vardı. Çünkü Kasrı Şirin Antlaşması’ndan bugüne dek değişmemiş Türkiye-İran sınırının, yani iki ülkenin asla savaşmamalarının sebebi, aralarındaki güç dengesiydi. Şimdi İran nükleer silah geliştirerek bu dengeyi bozmak istiyordu. Ve Türkiye’de Başbakan Erdoğan ve hükümeti buna destek oluyordu. Tüm dünya İran’a ekonomik yaptırımlar uygulayarak onu nükleer silah emelinden vazgeçirmeye uğraşırken, Türkiye İran’ın nükleer programının çarkları dönmeye devam etsin diye para musluklarını açıyor, illegal (yani gizli-saklı) bir şekilde, yaptığını örtbas ederek İran’ı destekliyordu. Bu işin İran’daki ayağı Babek Zencani üzerine inşa edilmişti. Türkiye ayağını ise yine bir başka İranlı Reza Zarrab üstlenmişti. Türkiye bir taraftan BMGK üyeliği esnasında, diğer taraftan Hakan Fidan’ın BM’ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’ndaki görevi ve sonrasında katıldığı uluslararası toplantılarda sürekli olarak İran yanlısı bir tutum takınıyordu. TÜRK DIŞ POLİTİKASI VE İRAN Esasında Türk dış politikası daima İran ile denge siyaseti takip etmeyi kendisine şiar edinmişti. Yüzlerce yıllık Türk diplomasi geleneği ve yaşanan acı deneyimler bunu Türkiye’ye öğretmişti. Fakat Erdoğan ve AKP hükümetleri bu geleneği yıkarak uluslararası tüm platformlarda İran’ın avukatlığına soyundular. Tüm halka da bu politikayı vatan-millet-Sakarya çerçevesinde “ver mehteri” şeklinde yutturdular. Esasında kendi şahsi çıkarlarını memleketin âli menfaatlerinin önüne koyarak hem Türkiye’ye ihanet ettiler, hem de Türkiye’yi uluslararası arenada utanç verici haydut bir devlet konumuna düşürdüler. 17 Aralık’ta tuzun bile koktuğu meydana saçılınca, Erdoğan Avrasyacı derin yapıyla işbirliği kurdu ve Ergenekoncuları serbest bıraktı. Yargıya müdahale ederek 17 Aralık soruşturmalarını ve yargı sürecini baltaladı. Tüm delilleri kararttı ve karalayarak halk nezdinde inandırıcılıklarının altını oydu. Yargıyı kontrolüne alarak bir istibdat rejimine geçti. Avrasyacılar 15 Temmuz sonrasında kontrolü iyice ele geçirdi ve Erdoğan’ı “vitrindeki Reis’e” indirgedi. Bugün herkesin gördüğü üzere Avrasyacılar ülkenin en kilit pozisyonlarındadırlar. Avrasyacılar da İrancıdır. İran Rusya’nın en önemli stratejik ortağıdır. Ruslar için önemli olan ABD karşıtlığıdır. İran ideolojik nedenlerle ABD karşıtı. Rusya da öyle. Şimdi Türkiye de ABD’deki Zarrab davası sonrasında ABD karşıtı hale gelmek mecburiyetinde. Çünkü Erdoğan için hukuk yolu kapandı. Türkiye’de hukuksal sorunlarını hukuku ve hukuk devletini bitirerek çözen Erdoğan’ın bunu ABD’de ve uluslararası arenada yapma gücü olmadığını en katıksız havuz yazarları bile kabul ediyor. Kalan seçenek, ABD’nin düşman ilan edilmesi. İşte Rusya’nın Türkiye’yi düşürdüğü tuzak tam da bu. Çünkü ABD ile köprülerin atılması, NATO güvenlik şemsiyesinin ortadan kalkması anlamına gelecek. Rusya bunu son 250 yılın en önemli stratejik fırsatı olarak görüyor ve ellerini ovuşturuyor. İşte temiz siyasetten uzaklaşan Türkiye bu şekilde güçsüzleştirildi. Bu satırların yazarının realist bir uluslararası ilişkilerci olduğunu bilenler, yazılanların şu ya da bu ülkeye sempati-antipati temelinde yazılmadığını bilirler. Dış siyaset dostluk-düşmanlık değil, ulusal çıkar hesaplarına dayanır. Bugün NATO şemsiyesi olmadan Türkiye’nin kendisini Rusya karşısında koruması imkânı yoktur. ABD İÇ HUKUKU MU, ULUSLARARASI HUKUK MU? ABD iç hukuku Türkiye’yi bağlamaz ifadeleri hem acı bir itiraf, hem de cehalet örneğidir. İnanmayan Deutsche Bank’a ABD adalet bakanlığınca kesilen cezaları Almanya’nın nasıl ödemek durumunda kaldığına bakmasını öneririm. Kaldı ki Deutsche Bank vakası uluslararası piyasaların sarsılması ve 2008 krizi ile alakalıydı. Zarrab’ın davasından çıkan çorap söküğü ise çok daha ciddi, ABD yaptırımlarının bizzat siyasi otoritenin emri altında gerçekleşmesi bakımından çok daha büyük yaptırımlara gebe. Zarrab’ın serbest bırakıldığı iddiası üzerine için Dışişlerinin ABD’ye iki defa diplomatik nota vermesi, Erdoğan’ın danışmanlarının durumun ciddiyetinin farkında olduklarını gösteriyor. Zarrab’ın suçunu kabullenmesi ve itirafçı olması anlaşılır bir durum. ABD de zaten küçük balığın peşinde değil! Bu içler acısı ve utanç verici dönem kapandıktan sonra bu dönemin tarihi yazılırken, ülkeye ihanet edenlerin kimler olduğu elbette ki tarihçiler tarafından yazılacak. Ben buradan tarihe not düşeyim: Reza Zarrab’ın “önüne yatanlar” ve bir suç şebekesi şeklinde milyarlarca dolarlık rüşvet ilişkilerine girenler sadece adi suç işlememişlerdir. Vatanlarına ihanet etmiş, ülkelerinin güvenliğini değiş-tokuş unsuru olarak paraya çevirmişlerdir. Ayrıca tüm dünyanın güvenliğini de ciddi risklere sokmuş ve tehlikeye atmışlar, uluslararası güvenlik ve barışın altını oyarak uluslararası suç işlemişlerdir. Bir değil, on defa da, yüz defa da, bin defa da, milyon defa da gerçekleri inkâr etseniz gerçek gerçektir ve bir gün ortaya çıkmak gibi kötü bir huyu vardır. Yolsuzluğa bulaşmış siyasetçilerin kendilerini kurtarmak için ülkeyi ateşe atması, herkesin kısa vadeli beklentilerini bir kenara koyarak kendi çoluk-çocuklarının geleceği bakımından yeni bir değerlendirme yapmalarını gerektirmektedir kanısındayım. Mehmet Efe Çaman
0 notes