Kimse tamamen beyaz değildi, içinde nokta kadar da olsa kapkaranlık bir yer vardı. Bende de vardı ve bunu gün yüzüne çıkartmak için herkes sanki ona göre oynuyordu. Karanlığımı göstermemek için elimden geleni yaparken onlar da karanlığımı görmek için elinden geleni yapıyorlardı. Gösterecektim, karanlığımla boğacak içeriye sürükleyecektim. Kaçışı olmayacaktı, kaçamayacaklardı. Onları da o karanlığa hapsedecektim. Sıra bendeydi, intikam vakti gelip geçmişti. Ve sözler... Sözler tutulmak için vardı.
Geriye dön bir bak. Nerelere gelmişsin öyle, hayat denen bu rüzgar seni kimlerle muhatap etmiş küçüğüm. Senin kimseye kıyamayan kalbini nasıl da kırmışlar, çökmüş kalmışsın kaldırım kenarına, içindeki ateşi püskürtürcesine ağlamışsın. Sonra kalkmışsın o kaldırımdan, yalpalayarak yürümeye başlamışsın o sokakta. Hayat seni sarhoş etmiş küçüğüm. Sense anlamazcasına devam etmiş, seni kırmalarına izin vermişsin. Kimse de anlatmamış sana doğruyu. ‘Kimse anlatmıyorsa ben bulurum doğruyu’ demişsin ama bulamamışsın küçüğüm. Şimdi ise sadece yalnızlığın ve sen varsın. Tek başına düşünmüş, soru işaretleriyle savaşmış, sana zarar verenleri arkanda bırakmışsın. Sen çok güçlüsün küçüğüm ama.. ama hayat o kadar acımasız ki, gerçeği senin yüzüne bir kez daha vurmuş. Artık bunca şeyi atlattıktan sonra mutlu olacağını düşünmüşsün, olamamışsın. Nedeni anlayamamış, etrafına bakmışsın. Mutluluğu ararken her şeyi yok etmişsin, yakmışsın. Oturup kalmışsın yine, hiçbir şeyi bilmezcesine hayatta yalpalamaya devam ediyorsun.
Bazı anlar vardır, ve küçük detaylar. Sıradan insanların bile umursamadığı o ince aslında en önemli olan detaylardır. Üstünde evinin olduğu ayak bastığın buzda çatlaklar oluştuysa buna ince ama en önemli detay denir. Bir şeyler kırılmaya, çatlamaya başlamış... Ve bu benim elimde değil.