Tumgik
#sana mı sorduk ulan
ahcocuk · 4 years
Text
Devamı burada öncekinin...
Neyse, bana güveni tamdı. Ben de onun ne mal olduğunu biliyordum. Sorumsuzdur, tembeldir. İyi niyetlidir ama. Zaten işi yapacak olan bendim. Bu yüzden kafam rahattı. Malı getirsin yeterdi. Annem endişelerini dile getirdi. Kendi babası bile uyardı beni. Dedim ki ya bir şans verin. Benimle yapacak işi. Annem hesap kitap diyor, yok sende 3 fıtık var o taşımaz etmez dikkat et diyor. Ana yüreği işte...
Zifiri karanlıkta pazara girdik. Sadece mal ve ellerimiz var. Dayım telaşlı, endişeli... Kapısının açılmasına alışkın o. Ayak işlerine değil. “Yer buluruz inşallah Enes.” dedi. “Sıkıntı yok dedim.” Geçerken hazırlanan pazarcılara sorduk. İki kişiye sorduk “kiralık yer var mı?” diye, yok dediler. Dayım belli etmemeye çalışsa da git gide endişeleniyordu. Bense rahattım. Çünkü yola ona güvenerek çıkmamıştım. “Ya dayı sen bi’ raad olsana ya dedim.” Beş on metre sonra sorduk ve yerimizi bulduk. Tahta tezgahımızı da kiraladık. Malları yerleştirdim. Dayım da şöyle mi yapsak falan dedi. Eyvallah dedim. Neticede ilk yaptığım haline geldi her şey. Bazı şeyleri öğretmek kolay değil. Yanlış olduğunu bilsen bile gösteriyorsun işte. Neyse. Tezgahtaki malın rengini bile göremiyoruz ışık kurmuş 1-2 pazarcı var biraz uzakta ama renkler seçilmiyor. Neyse bitirmeye yakın bir anda hava aydınlandı. Hiç gün doğumu izledin mi sen? İzlediysen bilirsin. Ufuktaki o çizgi uzunca bir süre orada durur durur. Heyecanla beklersin. Epeyce aheste aheste hareket eden güneş sonda bir anda doğuverir. Doldurulur işte. Kim bilir belki bir gün benle de seyredersin gün doğumunu. Neyse... Bir anda hava aydınlandı renklere göre de dizayn ettik. He bu arada mal deyip duruyorum. Boxer ve çorap satacağız. Renk, renk... Tezgah hazır artık. Oturduk. Dedim ki dayı dedim bak öğlene kadar iş bekleme. Sakin ol öğlen 12.30 gibi başlar 4’e kadar gider. Soğukta bekledikçe rengi değişmeye başladı. Benden yaşça büyük olmasına ve ticaret yapmasına rağmen zorlanıyordu. Nefs böyle bir şey... Ona birkaç iş verdim. Tezgahımdan da geçecekti öyle ya da böyle. Öğleye doğru hiç satış yapmamışken annem geldi. Kısa bir süre siftah yaptık. Ben kat kat ve kaliteli giyinmeme rağmen titriyordum. Hem gecenin hem sabahın ayazını yemiştik. Gece hiç uyumamıştım. Ve âşıktım. He bir de soğuktu tabi. Çok değişik şeyler yaşadım. Beni bulurdu çünkü. Ben çekerdim de müşteriyi. Sabahtan öğlene kadar oturdum. Kendimle az bir işim vardı onları hallettim. Sonra öğlene kadar seninle ilgilendim. Bir an titreyince aklıma en son ne zaman bu kadar üşüdüm geldi. Yağmur yağıyordu, sırılsıklamdık. Üşüyor musun demiştin, ben normalde hayır dedikçe inanmazdın çünkü bana.. İkimizin de dişleri takır takır birbirine vuruyordu. Ben sana hayır demiştim bilerek. Gülüşmüştük. Şimdi bakıyorum da yine o kadar da üşümemiştim. Neyse. Soğuk işte uzatmanın alemi yok. Dayım dedi ki ne oldu sakin sakin oturuyorsun sesin çıkmıyor dedi. Ben sakin bir insanım zaten dedim. Önüme döndüm öğlene kadar o sakinliğimi korudum. Pazar hareketlenmeye başlayınca ayağa kalktım. Ve başladım bağırmaya. Birkaç seferden sonra ufak tefek bir şeyler de doğaçlamaya başlamıştım. Şöyle bir şey oldu sonra “Pamuklu boxer, ne naylon ne polyester, vücudu sarar, terletmeez, eşine çocuğuna, hısım akrabana, gencine yaşlısına, yüreği yananlara, bağrı yanıklara...” değiştire değiştire söylüyordum. Yan tezgahta fizik tedavi mezunu Mehmet vardı. Elbise satıyordu o da. Tezgahın önündeki kadın ben bağırırken beni seyrediyordu. Bitince dedi ki “çok güzelsin sen”. O sizin güzelliğiniz dedim geçtim. Bana iş olmuyordu, belki sorsan ne dediğini o da hatırlamazdı, arada geçen dayılar gülüyordu. Yüreği yananlara diye bağırıyordum. Emin ol çok içten bağırıyordum. Çünkü bunu söylerken içimde, aklımda sen vardın. Bütün gün durmadan kısa aralarla bağırdım. Yan tezgahtaki Mehmet gençti ama yıllardır bu işi yapıyordu. Yorulmuştu. Ben ara ara kafa sesimi kullanıyordum. Dinlene dinlene bağırıyordum. Sesim onunki kadar kısılmadı. Annem diyordu ki, hiç konuşmayan çocuk sabahtan beri susmuyor. O an hatırladım: Bir gün çarşamba pazarında giderken bağıran pazarcıyı görmüştüm. Güzel maniler söylüyordu. Az kalmıştı böyle yeteneklisi. “Ulan ne güzel adam istediğini söylüyor kimse dönüp bakmıyor. İçindekini istediği gibi bağırıyor.” Senin hiç bağırmak gelmedi mi içinden? Geldi. Merak etme ben senin için de bağırdım. Belki en çok senin için bağırdım. Neyse demem o ki görüp bir şeyi merak ettin mi ona dikkat edeceksin. Ne varsa böyle bana geldi, beni buldu hayatta....
0 notes
mehmet6141 · 7 years
Text
Kırklareli Kampımız
Valla hiç kamp yapasımız yoktu. Öğlen kankim hüseyini aradım. Çalışıyodu ve kısa kestik konuşmayı.Haftasonunu değerlendirelim dedim.Oda olur dedi. Fakat ne bir seçeneğimiz vardı nede bir fikrimiz. Aklıma çantamızı alalım ve çıkalım fikri geldi. Hüseyini aradım ve çantamızı alıp çıkalım dedim oda kırklarelinde bir yer olduğunu ve ormanlarının muhteşem olduğunu söyledi. Bi bakalım dedim. Çokta umutlu değildim. Gün içinde baya araştırdım öven övene dedim Mehmet olum bu iş olur hazırlan… Longoz neydi.. Longoz sevgiydi Longoz Emekti 😂 Şaka şaka Longoz, denize doğru akan derelerin getirdiği kumların birikerek kıyıda set oluşturması ve dere ağzını kapatması sonucu akarsuyun biriktiği yerde oluşan bir özel ekosistemdir. Longoz ormanları nadir rastlanan ekosistemlerdir. Türkiye'de İğneada (Kırklareli), Acarlar (Sakarya) ve Sarıkum'daki (Sinop) longoz ormanlarının yanı sıra, Kızılırmak Deltası'nda da (Samsun) longoz niteliğine sahip ormanların çok küçük kalıntıları kalmıştır.​ Neyse aklıma Erdal diye bir arkadaşım geldi. Biraz üşengeç biridir kabul etmez "amaaaaan kim yapacak bu havada" diyebilecek bi tip. Ama adamın hasıdır. Yazımın devamında tanıyacaksınız:) Aradım aynen dediğim gibi ya boşver ev gibisi varmı ben bi bakim dönerim sana gibisinden konuştu. İkna kabiliyetim sayesinde bu işi yapabileceğimi düşündüm ve olduda :) ilerleyen saatlerde kabul etti. 4 kişilik çadır ve ayrıca 1 kişilik şahsi çadırımı alıp sabah saat 7 sularında istanbul arnavutköyden yola çıktık. Biraz uykusuz biraz yorgun kırklareli merkeze geldik :) açtık susuzduk dedik bi lahvaltı yapalım. Yol kenarında kahvaltı reklamları olur bilirsiniz tarihi mekan falan diye birine gidelim dedik tarihi çınaaaar ağacı ooowwwkulağa hoş geliyodu bulduk girdik içeri. Fiyata bakmadan oturduk. Allahın dağında kaç tl olabilirdiki 😏 Kişi başı 25 tl..😧😳💰 Ulan kampçıyız aç kalsak ağaç kemiririz 25 tl nedir. Garson gelmeden ışınlanmayı bulduk kaybolduk ortamdan. Az ilerde bir boşnak börekçisi gördük muhteşem di. Baya bi yedik fiyat sormadan 3 kişi hunharca yedik çay içtik toplam 30 tl. Yoka devam ettik. Yavaş yavaş yollar tek şeride ve kötü olmaya başlamıştı. Tarif almak Bir tane köyün kenarında durduk. Bu adama adres sormaz olaydım fakat bir kere sorduk. Longoz ormanları nasıl diye sorduk "orada çok iyi kamp yapılır mutlaka gidin hatta şu yoldan gidin" diye bir adres tarif etti. Hatta giderken Şuraya da mutlaka uğrayın dedi. Tamam dedik ve yola koyulduk . Yol gittikçe kötüleşiyordu ve her çukura girdiğimizde bu adama sövmemek için kendimizi zor tutuyorduk. Geldiğimiz nokta arabanın gidemeyecek kadar kötü bir yerdi. Sinirden yanımıza güvenlik amacıyla aldığımız kurusıKı tabancayı çıkarıp sağa sola ateş ettik :) ​​ ​ ​Neyse geldiğimiz yöne doğru yola çıktık Benzinin azaldığını görünce navigasyondan bir benzinci bulduk. Amerikan filmlerinde izlediğimiz benzin istasyonları ile aynıydı. İstasyonun önünde iki köpek olmasına rağmen kapıyı korkarak açtık dükkanın üzerinde aramamız için bir telefon numarası bırakılmıştı. Numarayı aradık ve abi birazdan geliyorum siz bekleyin dedi.birkaç dakika içinde adam geldi o benzini doldururken biz de bu muhteşem yerde fotoğraf çekmeye başladık tam gidiyorduk ki adam bize alacağınız bir şey var mı dedi bizde evet dedik o zaman merkezde bulunan markete giderek alışveriş yapmamızı sonrasındada kahvede çay ısmarlayacağını söyledi. Adam çok sıcakkanlıydı biz de bu adam bize yalan söylemez deyip marketten alışverişimizi yaptık daha sonra kahveye giderek adamı bekledik birkaç dakika içinde yanımıza geldi hemen oradan dört tane çay söyle di çaylarımızı yudumlarken bize Kırklareli longoz ormanları iğneada hakkında bilgiler vermeye başladı.adamı dinlemek güzeldi bize nerede kamp yapacağımızı söyledi biz de Longoz olmalını içine girerek oradan iğne adaya gitmeye karar verdik. Artık yola çıkma zamanı gelmişti. Navigasyona göre kısa bir yol kalmıştı fakat git git yol bitmiyordu. İğne adaya yaklaştıkça heyecanımız biraz daha artmaya başladı nasıl bir manzarayla karşılaşacağımızı biz de bilmiyorduk. Denizi görmeye başlayınca içimiz biraz daha rahatladı. Sahile yakın bir yere Çadırımızı kurduk. deniz gayet güzel görünüyordu. Öğlen saatleri olmasına rağmen deniz ve hava gerçekten çok sıcaktı. Erdal dayanamadın üstüne çıkardı ve hemen denize koştun biz de baka kaldık.Erdal İlerliyordu fakat bir türlü boy veremiyordu neredeyse 100 metre gitti fakat su hala boğazına kadar geliyordu. Ben yüzme bilmediğim için sevincinden havalara Zıplıyordum. Ben de Hüseyin dayanamadık biz de suya girdik. Su gerçekten çok sıcaktı ve beklediğimizden daha iyiydi yarım saat durmadan yüzdük.Ben çadırımı kurdum zaten güneş çok sevmiyorum hemen Çadırımın içine girdim.artık yavaş yavaş akşam ne yapacağımıza karar vermek için konuşmaya başladık. Aklımızda mangal yapmak vardı fakat uygun yeri bulmamız gerekiyordu. Çadırı topladık malzemelerimizi Arabaya atıp iğne adanın merkezine doğru ilerlemeye başladık. En yakında bulunan bim marketin'e girdik kamçı adam herhangi bir marketten yapamazdı biz de bildiğimiz uygun olan market yani Bim'e girdik. Mangal alışverişimizi tamam dan sonra uygun yer aramaya başladık.bulduğumuz kamp alanında bizim dışımızda yaklaşık 20:30 tane kampçı vardı. Biz de denize yakın olan çimenlerin içinde kamp kurmaya karar verdik.​ ​ Gece ben uyudum erdal ve hüseyinde benden sonra uyumuş hatırlamıyorum :) sadece erdalın gece gezdiğini öğrendim okadar :) bize anlattıklarını yazmicam :) Hüseyin erkenden kalkıp namaz sonrası fotoğraf çekmiş iiide etmiş :) zaten ii çeker. Bnde 9-10 gibi kalktım erdalla beraber. Çadırı kaldırıp kahvaltı etmk için yola çıktık. Fiyat olarak ortalama biyerde lahvaltı yaptık(50tl-3kişi) Devamı sonraki hikayede....
0 notes
orhunural-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
GÖZALTINDAN NOTLAR / Dört yıl önce Ankara'da Gazi Üniversitesindeyken, fikirsel tartışmadan başka konu konuşmayan arkadaş çevrem ile sürekli olarak, üniversite yaşantısının monotonluğundan şikayet ediyorduk. Ne devamsızlığın olmaması, ne çok para harcama, ne sürekli il gezme, ne dersler ne gece yaşantısı umrumuzda değildi. Hep 68 ve 78 gecelik hareketlerini gıpta ile anıyor, daha sonra kendi üniversite ve gençlik yaşantımıza bakarak, şikayet ediyorduk. Bizler ortaokul sıralarından beri bugünleri beklemiştik. Ve günlerimiz ev, kantin, Kızılay arası geçip gidiyordu. Ne 1 Mayıs, ne 3 Mayıs zevkli geçmişti. Mayıs ayı içerisinde bu duranlıktan dem vuruken, ay sonunda hiç beklenmedik bir halk hareketi gelişti. Gezi Eylemleri. Bizden öncekilere dahi nasip olmamış, bizden sonrakilere de pek olacağını zannetmediğimiz bir tuhaflık. Cumhuriyet tarihinin görmüş olduğu en sistemli diktatöre karşı, cumhuriyet tarihinin en büyük, en uzun ve en etkin bir halk direnişi. Şahsen başlarda biraz karşıydım. Yine bir halt olmayacak konudan dolayı halk nazarında kötü anılacaktık. Fakat olayları takip etmemiz, yapılan hukuksuzluk ve vicdansızlık gelen toplumla birlikte beni de umutlandırmıştı. 31 Mayıs gecesi hiç uyamamıştım, sabah gün doğarken Emek den Kızılay'a yürüdüm. Orada arkadaşlar bulmuştum. Üniversitelilik belirtim olan uzun saçlarım, tişört, eşofman, maske ile koşuşturmaca başladı. Kızılay dan Kurtuluş Parkı, Meşrutiyet den Tunalı, Karanfil den Yüksel, Güven Park dan Tandoğan. Tanrım böyle bir mutluluk olamaz. Dikatör yurt dışında, sokaklar bizde, her yer Türk Bayrağı, kadınlı erkekli, yazılamalar, taşlamalar, çatışmalar, biber gazları, kapsül koleksiyonu, her şey. Bizimle gurur duyan Çankayanın Ulusalcı Laik teyzeleri, tıbbi malzeme dağıtan tibbiyeliler, Ulusalcılar, şerefsiz komünistler, birtakım İslamcılar, üç beş bozkurtçular... Binler, on binler, yüz binler. Biber gazı patlamalarını bastırıyor, Ya İstiklal Ya Ölüm sesleri. Anıtkabir'in duvarları titriyor Mustafa Kemal'in Askerleriyiz sloganlarıyla. Kolej de bir plastik mermi geldi dizime. Ayak bileğime de bir biber gazı, meşrutiyet de. Bilmem kaç kez düştüm, yere düşen kaç kişiyi kaldırdım. Arkadaşlarına ailesi katılma diye arardı, bizimkiler az kaldı oğlum biraz daha dayanın diye. Bir nevi bizimkiler için Çaldıranın rövanşıydı. Bir kaçının gözü çıkmıştı, kaç kadın dövüldü sayamadım. İki kere TOMAya yakalandım, tanzikli su o kadar da kötü değil. Sonuçta durmadan yüzünü limonla, sütle yıkıyor, kaç gündür orada burada yatıyorsun, iyi geliyor. Kaç gün sigara almadım, sigarasız da kalmadım. Ankara'nın bahçeli evlerinin arasında girip, salıncaklara oturup az sigara içmedim değil. Çok arkadaş edindim, çok yazı yazdım. Ateş yakıp, türkü söyledim. Sonra birbir düştü, Gezi Parkının çimenlerine canlar. Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş... Sonra kurtarılan bölgeler birbir düşmeye başladı. Meydan arsızlara kalmaya başladı. 6 yıldır hayalini kurduğumuz ihtilâle, 19 yaşımda ramak kala kavuşacakken, her şey hiç yaşanmamışa döndü. **** Tabii Gezi Eylemlerine bu kadar insanın katılması ne yazık ki bir popülerlik yarattı ve felsefesini anlayan, anlamayan, ciddi ve goygoycu herkes üşüştü. Bunun yaraları olduğu gibi zararları da vardı. Biz kendimiz hep o avamdan ayrı tutuyorduk, biz ölümüne çıkmıştık, ölmedik. Üstümüze ne düştüyse onu yaptık. Bu Gezi hassasiyetinde duyarlılar ile duyarsızlın ayrımını yıl dönümüne saklıyorduk. O gün Kızılay'a kim gelirse duyarlıydı. Diğerleri goygoycu. Biz yine üç arkadaş gittik. Şamil ve Caner. Şamil anarşistti, Caner ise Ulusalcı. Güven Park da toplanmıştık, bin kişi filan. Tabii emniyet direk müdahale, sonra hemen taşlar, sopalar, barikatlar. Çöp kovaladı devirme, yakma, ara sokaklara dağılma, sonra geri toplanma. Olaylar Olaylar. Polislerin kaskları, benim paramla alınmış Toma, akrep ve kirpikleri olduğu için bir çatışa çatışa geri çekilmeye başladık. Kızılay dan Kurtuluş metroya kadar çekildik. Bir biz bastırıyordu bir polis. Sonra çektiler gittiler. Tabii hemen reklam panolarını kırmalar, kaldırım taşlarını sökmeler, ateş yakmalar... Böyle devam ederken son bir dolaşalım, eve geçelim dedim. Hatta aramızda şakalaştık tutukluyorlarmış diye. Ankara Hukuka doğru giderken ara sokaklardan polisler kovalama başladı, hem bir yandan koşuyor hem öncekilere kaçmaları için bağırıyorduk. Böyle kargaşa anında biri tırnaklarını boynuma takarak, "Gel lan orospu çocuğu kaçma!" diyerek kendine çekti ve dengemi kaybettim. Yüz yüze gelmemizle yüzüme tokat yemem bir oldu tabi. Babam öyle vurmamıştı. Sonra saçlarımdan tutup biraz sürükledikten sonra elleri arkaya alarak, Ankara Hukukun önüne yüz üstü yatırdılar. O anı hiç unutmuyorum, başımdaki polis ayağını sırtıma koymuş beklerken, ben yüzümü yan çevirip arkaya başlamaya çalışıyordum. Bizden kimse var mı diye. Tam o sırada arkadan bir çevik, durduk yere, kalkan ve jopunu bırakarak, koşar adımlarla geldi, sırtıma, kalçama, bacaklarıma iki üç kere vurarak geri gitti. Sonra Ankara Hukukun duvarına sırtımızı dayadılar. Kadın polisler gelip su ikram etmişlerdi. Sonra başladılar, oğlum niye böyle yapıyorsunuz falan filan. Cevap vermedim tabii ki. Hiç tanımadığım kızlara erkeklere bakıp gülümsemek çok hoş oluyordu. Ekipler amiri geldi, bana seslenerek sen İspanyol musun dedi. Allah'a şükür Türküm diye cevap verdim. Neden bilmiyorum ordan bir Kürt polis bende Kürdüm dedi. Banane amk. diyemedim ya hala içimdedir. Amire dönerek ben İspanyola mı benziyorum dedim. Yok da bir İspanyol da tutuklanmış ondan soruyorum dedi. Amire sizden bir şey rica edebilir miyim dedim. Buyur dedi. Bakın memur bey, istediğiniz kadar dövün, ama anneme küfretmeyin dedim. Yok canım ne küfürü, kim ediyor filan dedi. Tek tek gösterdim, bir daha olmaz dedi. Sonra ekip arabaları geldi adli tıp için hastaneye götürdüler. Tabii arabaya biner binmez hemen polislerle muhabbeti kurdum. Onlar da başladı yanlış yapıyorsunuz, okuyun adam olun faso fiso. Açtım çözüm sürecini bir anda hepsi benden taraf oldular. Dedim PKKlılar her yerde cirit atıyor siz Türkleri topluyorsunuz filan. Haklısın ama işte emir kulu filan ayaklarına girdiler. Hastaneye ilk ben girdim. Genç bir doktor vardı, ne oldu sana dedi. Ben de korkarak ne olmuş dedim. Aynaya bak dedi. Baktım, boynum yırtılmış, kan filan akıyor kollarımın derisi filan soyulmuş. Sonra dediler anlat ne oldu, başladım uzun uzun anlatmaya zaten yakalanmışım. ******** Ordan sonra nezarethaneye götürdüler. İşte üsttekileri filan teslim ettik. O kadar dedim bir dal sigara içiy yok. Ne su ne bir şey. Neyse o sırada iki tane örgütçü kız getirdiler. Mallar hala direniyor. Yoksa bırakın, siz kimsiniz lan diye bağırıyorlar. Ulan itiş kakış yaşanıyor, ben yerde yüz üstü yatıyorum. Bu kızları zorla odaya bir soktular. Ağız burun pata küte girdiler. Ben sadece sesleri duyuyordum ama öyle bir dayak olamaz. Helal olsun kızlara iyi dayandı amk dişi ayıları. Kızlar içerden bağırıyordu insanlık onuru işkenceyi yenecek diye. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Sonra beni erkekler koğuşuna koydular. Yirmi tane şap. Biri zaten bütün polisleri tanıyor. Devamlısı. Birinin ağzı burnu yer değiştirmiş. Tabi tanıştık. Üç kişi hariç herkes Ankara Üniversitesinden, biri ODTÜ, biri o İspanyol, biri de ben. Zaten Gazi Üniversitesi deyince herkes reis senin ne işin var burda filan demeye başlamıştı. İspanyolla filan konuşmaya başladım. Dil sınavları için Türkiye ye gelmiş yarın sınavı varmış. Olaylar olunca fotoğraf çekeyim diye dışarı çıkmış enayi. Onu da o arada almışlar. Madrid de yaşıyormuş. Sorduk Real mı Atletico mu? Barcelona dedi. Tabii PKKlılar dört köşe. Başladık geyiğe derken. Kadınlar koğuşundan sesler gelmeye başladı. 'Başımda saçlarım kardır' 'Deli rüzgarlarım vardır' 'Ovalar bana çok dardır' 'Benim meskenim dağlardır!' Sonra karşılıklı söylemeye döndü. Şehirler bana, bana bir tuzak! İnsan sohbetleri, sohbeti yasak! Uzak olun benden benden uzak! Benim meskenim dağlardır, dağlardır, dağlardır! Ardından özgürlük mahkumları, dağlara gel filan. Tabii Alevi aileden gelmenin yararları sayesinde hiç sırıtmadan eşlik ettim. Genç ve yavşak kişilikli bir polis memuru vardı. Diğerleri kendi halindeyken o sandalye çekmiş bizimle fikir tartışıyor, bir haltta biliyordu. Tartışmalara aşık olduğum için genellikle ikimiz tartışıyordu. Marxdan Mustafa Kemal'e Abdülhamid den Erbakan'a, Herlz den Humeyniye kadar geniş yelpazede her şeyi tartışıyoduk. Diğer arkadaşlar da araya girerek bana destek çıkıyordu. İğrenç, tam bir gevşek gülüşü vardı. O gece aynen şu cümleleri kurmuştu: "Siz okuyorsunuz ama okuduklarınızı düşünmüyorsunuz. Siz gerçekliği hep arka plana itiyorsunuz. Belli ki sizin yöntemlerinizle bu adamı deviremiyorsunuz. Bakın göreceksiniz devrimi biz yapacağız. Naptı Tayyip, her yeri tek tek yavaş yavaş ele aldı. Sizde aynı yolu denemelisiniz. Önce bir makamınız olacak ki bir şeyleri değiştirebilseniz. Siz sokak da yüz kişi ile bir şeyleri değiştireceğinize inanıyorsunuz. Ha illaki Erdoğan da gidecek ama mesele Erdoğan değil mesele fikrin devletleşmesi. Siz yakın zamanda kimin devrimci olduğunu göreceksiniz." Cemaat geçmişim de olduğu, 17-25 Aralık da yaşandığı için bu dallamanın cemaatçi olduğunu hemen anlamıştım. İşin tuhafı o zaman pek dikkat etmemiştim, bu adam bu konuları herkesin için de diğer polisleri arasında söylüyordu. Demek ki onlarda cemaatten. Örgütlenmeye bak. Adamın dediği doğru çıkıyordu ama devrim değil darbe yaptılar. Acaba o zamandan kafaya koyulmuş muydu? Bilinmez.. Neyse tan atınca tekrar adlı tıpa götürüp, tekrar muayene ettiler. Sonra avukatlar geldi, ifadelerimizi yazdırdık. Herkes başladı anama dövdü, babama sövdü, taciz etti, zevk için öptü filan. Sonra serbest bıraktılar, Gazi Mahallesinden Emeğe kadar yürüdüm. Eve vardığımda Şamil ile Caner yataklarında beni bekliyorlardı. Sonra başımdan geçenleri anlattım. Gülmeler, goygoylar sonra yatış. Mahkeme hala sürüyor. Üç yıllık mahkeme mi olur? Gözaltına alıyorsun, niçin dövüyorsun, hadi dövdün, niye yargılıyorsunuz, yargıladınız niçin uzatıyorsunuz? Bürokratik bürokratik işler ya. Şimdi dört yıl önceye bakınca davanın ne derece haklı, ne derece doğru tarafta yer almışım. Ne güzel anılar biriktirmiş diyorum kendi kendime.
0 notes
orhunural-blog · 7 years
Photo
Tumblr media
GÖZALTINDAN NOTLAR / Dört yıl önce Ankara'da Gazi Üniversitesindeyken, fikirsel tartışmadan başka konu konuşmayan arkadaş çevrem ile sürekli olarak, üniversite yaşantısının monotonluğundan şikayet ediyorduk. Ne devamsızlığın olmaması, ne çok para harcama, ne sürekli il gezme, ne dersler ne gece yaşantısı umrumuzda değildi. Hep 68 ve 78 gecelik hareketlerini gıpta ile anıyor, daha sonra kendi üniversite ve gençlik yaşantımıza bakarak, şikayet ediyorduk. Bizler ortaokul sıralarından beri bugünleri beklemiştik. Ve günlerimiz ev, kantin, Kızılay arası geçip gidiyordu. Ne 1 Mayıs, ne 3 Mayıs zevkli geçmişti. Mayıs ayı içerisinde bu duranlıktan dem vuruken, ay sonunda hiç beklenmedik bir halk hareketi gelişti. Gezi Eylemleri. Bizden öncekilere dahi nasip olmamış, bizden sonrakilere de pek olacağını zannetmediğimiz bir tuhaflık. Cumhuriyet tarihinin görmüş olduğu en sistemli diktatöre karşı, cumhuriyet tarihinin en büyük, en uzun ve en etkin bir halk direnişi. Şahsen başlarda biraz karşıydım. Yine bir halt olmayacak konudan dolayı halk nazarında kötü anılacaktık. Fakat olayları takip etmemiz, yapılan hukuksuzluk ve vicdansızlık gelen toplumla birlikte beni de umutlandırmıştı. 31 Mayıs gecesi hiç uyamamıştım, sabah gün doğarken Emek den Kızılay'a yürüdüm. Orada arkadaşlar bulmuştum. Üniversitelilik belirtim olan uzun saçlarım, tişört, eşofman, maske ile koşuşturmaca başladı. Kızılay dan Kurtuluş Parkı, Meşrutiyet den Tunalı, Karanfil den Yüksel, Güven Park dan Tandoğan. Tanrım böyle bir mutluluk olamaz. Dikatör yurt dışında, sokaklar bizde, her yer Türk Bayrağı, kadınlı erkekli, yazılamalar, taşlamalar, çatışmalar, biber gazları, kapsül koleksiyonu, her şey. Bizimle gurur duyan Çankayanın Ulusalcı Laik teyzeleri, tıbbi malzeme dağıtan tibbiyeliler, Ulusalcılar, şerefsiz komünistler, birtakım İslamcılar, üç beş bozkurtçular... Binler, on binler, yüz binler. Biber gazı patlamalarını bastırıyor, Ya İstiklal Ya Ölüm sesleri. Anıtkabir'in duvarları titriyor Mustafa Kemal'in Askerleriyiz sloganlarıyla. Kolej de bir plastik mermi geldi dizime. Ayak bileğime de bir biber gazı, meşrutiyet de. Bilmem kaç kez düştüm, yere düşen kaç kişiyi kaldırdım. Arkadaşlarına ailesi katılma diye arardı, bizimkiler az kaldı oğlum biraz daha dayanın diye. Bir nevi bizimkiler için Çaldıranın rövanşıydı. Bir kaçının gözü çıkmıştı, kaç kadın dövüldü sayamadım. İki kere TOMAya yakalandım, tanzikli su o kadar da kötü değil. Sonuçta durmadan yüzünü limonla, sütle yıkıyor, kaç gündür orada burada yatıyorsun, iyi geliyor. Kaç gün sigara almadım, sigarasız da kalmadım. Ankara'nın bahçeli evlerinin arasında girip, salıncaklara oturup az sigara içmedim değil. Çok arkadaş edindim, çok yazı yazdım. Ateş yakıp, türkü söyledim. Sonra birbir düştü, Gezi Parkının çimenlerine canlar. Ethem Sarısülük, Abdullah Cömert, Ali İsmail Korkmaz, Mehmet Ayvalıtaş... Sonra kurtarılan bölgeler birbir düşmeye başladı. Meydan arsızlara kalmaya başladı. 6 yıldır hayalini kurduğumuz ihtilâle, 19 yaşımda ramak kala kavuşacakken, her şey hiç yaşanmamışa döndü. **** Tabii Gezi Eylemlerine bu kadar insanın katılması ne yazık ki bir popülerlik yarattı ve felsefesini anlayan, anlamayan, ciddi ve goygoycu herkes üşüştü. Bunun yaraları olduğu gibi zararları da vardı. Biz kendimiz hep o avamdan ayrı tutuyorduk, biz ölümüne çıkmıştık, ölmedik. Üstümüze ne düştüyse onu yaptık. Bu Gezi hassasiyetinde duyarlılar ile duyarsızlın ayrımını yıl dönümüne saklıyorduk. O gün Kızılay'a kim gelirse duyarlıydı. Diğerleri goygoycu. Biz yine üç arkadaş gittik. Şamil ve Caner. Şamil anarşistti, Caner ise Ulusalcı. Güven Park da toplanmıştık, bin kişi filan. Tabii emniyet direk müdahale, sonra hemen taşlar, sopalar, barikatlar. Çöp kovaladı devirme, yakma, ara sokaklara dağılma, sonra geri toplanma. Olaylar Olaylar. Polislerin kaskları, benim paramla alınmış Toma, akrep ve kirpikleri olduğu için bir çatışa çatışa geri çekilmeye başladık. Kızılay dan Kurtuluş metroya kadar çekildik. Bir biz bastırıyordu bir polis. Sonra çektiler gittiler. Tabii hemen reklam panolarını kırmalar, kaldırım taşlarını sökmeler, ateş yakmalar... Böyle devam ederken son bir dolaşalım, eve geçelim dedim. Hatta aramızda şakalaştık tutukluyorlarmış diye. Ankara Hukuka doğru giderken ara sokaklardan polisler kovalama başladı, hem bir yandan koşuyor hem öncekilere kaçmaları için bağırıyorduk. Böyle kargaşa anında biri tırnaklarını boynuma takarak, "Gel lan orospu çocuğu kaçma!" diyerek kendine çekti ve dengemi kaybettim. Yüz yüze gelmemizle yüzüme tokat yemem bir oldu tabi. Babam öyle vurmamıştı. Sonra saçlarımdan tutup biraz sürükledikten sonra elleri arkaya alarak, Ankara Hukukun önüne yüz üstü yatırdılar. O anı hiç unutmuyorum, başımdaki polis ayağını sırtıma koymuş beklerken, ben yüzümü yan çevirip arkaya başlamaya çalışıyordum. Bizden kimse var mı diye. Tam o sırada arkadan bir çevik, durduk yere, kalkan ve jopunu bırakarak, koşar adımlarla geldi, sırtıma, kalçama, bacaklarıma iki üç kere vurarak geri gitti. Sonra Ankara Hukukun duvarına sırtımızı dayadılar. Kadın polisler gelip su ikram etmişlerdi. Sonra başladılar, oğlum niye böyle yapıyorsunuz falan filan. Cevap vermedim tabii ki. Hiç tanımadığım kızlara erkeklere bakıp gülümsemek çok hoş oluyordu. Ekipler amiri geldi, bana seslenerek sen İspanyol musun dedi. Allah'a şükür Türküm diye cevap verdim. Neden bilmiyorum ordan bir Kürt polis bende Kürdüm dedi. Banane amk. diyemedim ya hala içimdedir. Amire dönerek ben İspanyola mı benziyorum dedim. Yok da bir İspanyol da tutuklanmış ondan soruyorum dedi. Amire sizden bir şey rica edebilir miyim dedim. Buyur dedi. Bakın memur bey, istediğiniz kadar dövün, ama anneme küfretmeyin dedim. Yok canım ne küfürü, kim ediyor filan dedi. Tek tek gösterdim, bir daha olmaz dedi. Sonra ekip arabaları geldi adli tıp için hastaneye götürdüler. Tabii arabaya biner binmez hemen polislerle muhabbeti kurdum. Onlar da başladı yanlış yapıyorsunuz, okuyun adam olun faso fiso. Açtım çözüm sürecini bir anda hepsi benden taraf oldular. Dedim PKKlılar her yerde cirit atıyor siz Türkleri topluyorsunuz filan. Haklısın ama işte emir kulu filan ayaklarına girdiler. Hastaneye ilk ben girdim. Genç bir doktor vardı, ne oldu sana dedi. Ben de korkarak ne olmuş dedim. Aynaya bak dedi. Baktım, boynum yırtılmış, kan filan akıyor kollarımın derisi filan soyulmuş. Sonra dediler anlat ne oldu, başladım uzun uzun anlatmaya zaten yakalanmışım. ******** Ordan sonra nezarethaneye götürdüler. İşte üsttekileri filan teslim ettik. O kadar dedim bir dal sigara içiy yok. Ne su ne bir şey. Neyse o sırada iki tane örgütçü kız getirdiler. Mallar hala direniyor. Yoksa bırakın, siz kimsiniz lan diye bağırıyorlar. Ulan itiş kakış yaşanıyor, ben yerde yüz üstü yatıyorum. Bu kızları zorla odaya bir soktular. Ağız burun pata küte girdiler. Ben sadece sesleri duyuyordum ama öyle bir dayak olamaz. Helal olsun kızlara iyi dayandı amk dişi ayıları. Kızlar içerden bağırıyordu insanlık onuru işkenceyi yenecek diye. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Sonra beni erkekler koğuşuna koydular. Yirmi tane şap. Biri zaten bütün polisleri tanıyor. Devamlısı. Birinin ağzı burnu yer değiştirmiş. Tabi tanıştık. Üç kişi hariç herkes Ankara Üniversitesinden, biri ODTÜ, biri o İspanyol, biri de ben. Zaten Gazi Üniversitesi deyince herkes reis senin ne işin var burda filan demeye başlamıştı. İspanyolla filan konuşmaya başladım. Dil sınavları için Türkiye ye gelmiş yarın sınavı varmış. Olaylar olunca fotoğraf çekeyim diye dışarı çıkmış enayi. Onu da o arada almışlar. Madrid de yaşıyormuş. Sorduk Real mı Atletico mu? Barcelona dedi. Tabii PKKlılar dört köşe. Başladık geyiğe derken. Kadınlar koğuşundan sesler gelmeye başladı. 'Başımda saçlarım kardır' 'Deli rüzgarlarım vardır' 'Ovalar bana çok dardır' 'Benim meskenim dağlardır!' Sonra karşılıklı söylemeye döndü. Şehirler bana, bana bir tuzak! İnsan sohbetleri, sohbeti yasak! Uzak olun benden benden uzak! Benim meskenim dağlardır, dağlardır, dağlardır! Ardından özgürlük mahkumları, dağlara gel filan. Tabii Alevi aileden gelmenin yararları sayesinde hiç sırıtmadan eşlik ettim. Genç ve yavşak kişilikli bir polis memuru vardı. Diğerleri kendi halindeyken o sandalye çekmiş bizimle fikir tartışıyor, bir haltta biliyordu. Tartışmalara aşık olduğum için genellikle ikimiz tartışıyordu. Marxdan Mustafa Kemal'e Abdülhamid den Erbakan'a, Herlz den Humeyniye kadar geniş yelpazede her şeyi tartışıyoduk. Diğer arkadaşlar da araya girerek bana destek çıkıyordu. İğrenç, tam bir gevşek gülüşü vardı. O gece aynen şu cümleleri kurmuştu: "Siz okuyorsunuz ama okuduklarınızı düşünmüyorsunuz. Siz gerçekliği hep arka plana itiyorsunuz. Belli ki sizin yöntemlerinizle bu adamı deviremiyorsunuz. Bakın göreceksiniz devrimi biz yapacağız. Naptı Tayyip, her yeri tek tek yavaş yavaş ele aldı. Sizde aynı yolu denemelisiniz. Önce bir makamınız olacak ki bir şeyleri değiştirebilseniz. Siz sokak da yüz kişi ile bir şeyleri değiştireceğinize inanıyorsunuz. Ha illaki Erdoğan da gidecek ama mesele Erdoğan değil mesele fikrin devletleşmesi. Siz yakın zamanda kimin devrimci olduğunu göreceksiniz." Cemaat geçmişim de olduğu, 17-25 Aralık da yaşandığı için bu dallamanın cemaatçi olduğunu hemen anlamıştım. İşin tuhafı o zaman pek dikkat etmemiştim, bu adam bu konuları herkesin için de diğer polisleri arasında söylüyordu. Demek ki onlarda cemaatten. Örgütlenmeye bak. Adamın dediği doğru çıkıyordu ama devrim değil darbe yaptılar. Acaba o zamandan kafaya koyulmuş muydu? Bilinmez.. Neyse tan atınca tekrar adlı tıpa götürüp, tekrar muayene ettiler. Sonra avukatlar geldi, ifadelerimizi yazdırdık. Herkes başladı anama dövdü, babama sövdü, taciz etti, zevk için öptü filan. Sonra serbest bıraktılar, Gazi Mahallesinden Emeğe kadar yürüdüm. Eve vardığımda Şamil ile Caner yataklarında beni bekliyorlardı. Sonra başımdan geçenleri anlattım. Gülmeler, goygoylar sonra yatış. Mahkeme hala sürüyor. Üç yıllık mahkeme mi olur? Gözaltına alıyorsun, niçin dövüyorsun, hadi dövdün, niye yargılıyorsunuz, yargıladınız niçin uzatıyorsunuz? Bürokratik bürokratik işler ya. Şimdi dört yıl önceye bakınca davanın ne derece haklı, ne derece doğru tarafta yer almışım. Ne güzel anılar biriktirmiş diyorum kendi kendime.
0 notes