Tumgik
#olsun ya olsun nolacak
beyazkral · 1 year
Text
Ünsiyet
Ne diyor Bozkırın Tezenesi Neşet Ertaş; “Dost elinden gel olmazsa varılmaz, Rızasız bahçanın gülü derilmez, Kalpten kalbe bir yol vardır görülmez, Gönülden gönüle gider yol gizli gizli” demek ki duygu alışverişinin sevkiyatının yapıldığı bir yol var, ama bunu sadece baş gözünüzle görülmediğini ne güzel ediyor kabri nur olsun. Hah işte bu yollar açılır da böyle bir artık rahat duygu membağnın aktığı bir yol olursa buna ünsiyet diyorlar. Nedendir günden günde kaybettiğimiz bir duygu, kalabalık, gürültülü, koca şişko yalan dünyanın meşgalesinden mi nedir bilinmez, sadece midemizi doyurmanın telaşında, gönlümüzü unuttuğumuzdan mıdır, yoksa bütün iyi niyet ve çabaların hüsranla sonuçlanmasından kaynaklı ağzımızın yandığındandır bilinmez netice olarak hep aynı yere çıkıyoruz unuttuk! “nolacak unuttuysak?” dediğinizi duyar gibiyim. Bakın azizim bu gönlü besleyen bağlar, bizim gönül membağımızdaki muhabbet bağımızı besleyen yollar aslında. Buda bizi biraz daha insan olma yolunda çeken duygu membağı. Hani basit bir öğünde bile olabildiğince en iyisi olsun içimizin almadığı şeyleri yiyemeyiz ya, afedersiniz çöplük gibi her bulduğunu yememek için elinden çabayı gayreti gösteren insan gönül ve ruh dünyasına gelince fazla duyarsız kalıyor. İnanıyorum ki biraz duyarlı insanlar, bu gönüldeki açlığın feryadını duyuyordur. Ama zamanın hastalığı artık, hep iyi niyet beslemek ve birşeyleri adım atmaktan öte, beklemek gibi bir marazımız var. 
4 notes · View notes
coplugunkiyameti · 2 years
Text
Bazen mutlu olduğuma o kadar kendimi indandırıyorum ki ortada bir problem bulamıyorum artık. Ya o öyle mi olmuş olsun düzeltiriz canım nolacak. Halatı mı koparmışız yenisini alırız bu sorun mu şimdi kafasında oluyorum hep.
2 notes · View notes
tegmen-drogo · 9 months
Text
Yazmamaliyim sana boyle.
Hakketmiyorsun zaten.
Cok bencilsin.
Anladigin fln yok hic birseyi de.
Anlasan degismen gerekirdi cunku.
Tutman gerekirdi sozlerini.
Guvenmem gerekirdi sana.
En son ney oldu anlamadim bile. Soylenmeyen neydi? Konusamiyorduk bile.
Sonra yok yalan yok sorumluluk. Isine gelmeyince tabi. Hos yapamiyorsundur belki de. Mizacin boyle belki. Yine de gitmelerin kolaymis. Hic zor deme. Seni kal diye ikna eden bendim sadece. Asil sorun zaten gidecektin biliyor musun? Kimsede kalmamissin benden de gidecektin. Iyi dusun. Agzimi sapirdatsam belki. Bu nasil biri ya diye o anda yabancilasiverecektin. Vicdanlari karsilastirman gibi. Iyi dusun yapmadin mi? Yapmicak miydin? Baskalarini yapmadin mi?
Dusunduklerimde yanilmam diyorsun ya. Zeki birisin. Hayranim sana zaten. Ama yanilmam dedigin kendi elinle insaa etmek gercekligi. O yuzden birlikte secimlere kizabilirdik salak diyordun ya. E kizabilirdik. Beni terk etmeseydin. Tam olarak ornegi o. Bir de beni anlaman saygi duyman cok iyi. Bu hikayeye ihtiyacin var ben de seni anliyorim. Red edilmis pozisyonuna ihtiyacin var ama oyle degil. Ayrilirsak bu sefer biter diyordun. Ee bu bitecek demekti zaten.
Yahu iliskiyi ilerletmek isteyen adam iliskiyi yikar durur mu? Durumu kendin yaratiyorsun. Bana bunca zaman neden boyle davrandin diyecegim de. Anlami yok. Zaten olsa yapmazdin.
O kadar yorgunum ki. Tum ruhumu ele gecirdin. sana asigim. Bilemezsin. Sana tutkun ve vurgunum. Surekli resimlerine bakiyorum. Boyle bir guzellik boyle bir asalet olamaz. Ses kayitlarin kalmis ya. Boyle naz boyle niyaz urkek neseli hallerin. Ama az sefkat azicik. Annelik yap demiyorum. Yaptiginda ( ki belki sadece bana oyle diyordun ki kanitlar oyle degildi ki yalancisin da ki icinden aslinda oyle degil diyorsun da icinde olanlardan cok disaridan naptigina baksan keske) ilgin kalmiyor. Iliskileri bitiren o zaten. Ama azicik olsun. Cok azcik bana sefkat duysan. Seviyorum kizim ben seni. Seni anliyorum dedigin, bitiriyorum demek. O sefkat degil. Bencillik ve kendi isine bakma. Anladigin falan yok. Azicik annelik ya azicik kiyamamak. Ekonomik seyler. Ya demedin bir kere bile. Yapariz evel allah diye Cocuk isi mesela. Istemeyen birisin. Ee var olan nolacak. Bakacak miydin sence. Tembel ve bencilsin. Deyilim deme oylesin. Nisanda ki yok olusun. Uc gun sonra senle ilgili degil deyip yine yok olusun. Hatirladikca oturuyor gogsumde.
Yazicam buradan dedim. eh on yil mi yazicaksin dedin. Nasil bir kucumseme. Yazdiklarim klavye delikanliligi zaten. Sen ne yaptin allah askina. Beni terk edip gitmekten baska ne yaptin?
Ha bir de asil cok konusan sevmiyordur meselesi var. Sair adam sevmez demi. ask masasinda meze olmaktan baska yeri yoktur demi cok konusanin. Cok seven kisi konusmaz, konusiyorsa ya zaten sevmemistir ya da coktan sogumustur de mi? Sen seversin bak bunu. Oturdugun yerden. Asil seven benimcilik. Oysa cok konusuyorsam sevdigimden. Daha once sevmemistim konusmamistim. Simdi yalvariyorum. Buraya yaziyorum ki. Sana ben bakmadim gormedim diyebil ve arkasina saklan bunun diye. Saklanacaksin da. Biliyorum.
Umut aciyi da uzatiyor bir yandan. Sen bu isleri benden iyi biliyorsun. Dogrusu senin yaptigindir belki. Bir ihtimal okuyorsan bilmis bilmis yorumlarsin belki. Ben bilmiyorum iste.
.
0 notes
helelookatthegotum · 2 years
Text
1 hafta sürdü şaka mıdır o kadar öptü arkadaşlarıyla tanıştırdı mahallesine gittik gezdirdi kaç kere sarıldık ben anneme sarılmadığım kadat ona sarıldım ben babamı öpmediğim kadar onu öptüm dudaklarımı ve kalbimi ona emanet ettim bipolarım dedi ben her şeye hazırım dedim sonuna kadar varım dedim sürece bakalım dedi süreçten kastın 1 gün müydü her şeye rağmen karşında dimdik durup ayrılmayalım dedim kendine zarar da verme sakın ölme ben seni seviyorum dedim her sarıldığımızda çok güzel kokıyosun derdi sigara dışında aldığı ilk kokuydum ilk sarılmamızı hatırlıyorum eve dönüşte annem bile bana sarılmazdı dedi ben seni kabul etmiştim her şeyinle kabul etmiştim boğazıma bıçak dayasaydın da ayrılalım demeseydin senin için tüm gün bipolar yakınları nasıl davranmalı videoları izlemiştim en sonunda uyuya kalana dek şimdi bakış açım hangi yönde olmalı bilmiyorum tekrar gelse ne derim bilmiyorum tek bildiğim çok güzel sarılırdı çok narin severdi sarılınca boynumu öperdi dudaklarımla oynardı dudağın yumuşacık derdi şimdi o dudaklar paramparça bana kardeşinin fotoğraflarını atardı da küçük çocuklardan nefret ederim diyemezdim herkes kızın babası polis bide çocuğa bak derdi siz nasıl bi araya geldiniz derdi biz bir araya gelemedik galiba şimdi nasıl yüzüne bakıcam sesini duymak bile acı verir beni öptüğün yerlere tekrar gidebilecek miyim sarıldığımız yerlere gidebilecek miyim bu ilişkiden ders çıkaramadım ben hani çift kişilikliymişsin ya ben senin 1 kişiliğinden ayrıldım diğeri ile devam edebilir miyiz bana verdiğin ekşiyüz paketleri aldığın jelibon paketini ağzının değdiği su şişesinin kapağını napayım atmam lazım mı suyumu içerken dnan artık şişemde adam ol ayağını denk al demiştim sende senin dnanda dudaklarımda demiştin ben senşn yaranı öpmüştüm kaç arkadaşım ıyy demişti ben senin yaranı da sevmiştim boğazın ağrıyo diye çaylar getirmiştim kişiliğimden zamanımdan ödün vermiştim şimdi nolacak diğer kişiliğimdeydim yazıp geri mi döneceksin yüzüme bile bakmayacak mısın ilk sen kulağıma eğilip seni çok seviyorum demiştin bende seni seviyorum demiştim sen şimdi sevgilim mi oldun demiştin öyle oldu galiba hayırlı olsun demiştim hayırlı olmadı umarım ölmezsin sadece anılarımda ölü kal kendine hiç zarar verme seni benim gibi kabul edecek insanlar çıksın karşına onlara da beni hiç kimse sevmemişti deme, de ki biri vardı beni çok severdi benim karşıma geçip omzumda ölme diye ağlayıp sonra sonuna kadar yanındayım her şeye hazırım diyecek kadar beni seven biri vardı de beni onun kadar sev hatta ondan daha çok sev de hep sev hep sevil hiç ölme
1 note · View note
musfika-hanim · 2 years
Note
Haklısınız, teşekkür ederim. Düşünce yapım ve davranışlarım ne kadar bozulmaya müsait olmasa da zannedersem gönül işleri düşünceye, akla bakmıyor. Mesafemizi (her ikimizde) oldukça doğru bir şekilde koruyoruz. Bu olana ne denir bilmiyorum, kendime yakıştıramıyorum belki de, ondan isim veremedim. Ona karşı bir şeyler kıpırdamaya başladığında içimde konuşmayı kestim, yavaştan. Yaklaşık bir aydır konuşmuyoruz. Öyle birden kayboluverdim. Daha önce herhangi bir arkadaşımda böyle olmamıştı, zira karşı cinsle olan ilk arkadaşlığım değil bu, ilk defa böyle bir şeyle karşılaşınca affalladım. O seni arkadaş olarak görüyor, bilhassa oldukça yardımcı oluyor sana her konuda, nasıl olur böyle bir şey diyiyorum kendime. Sınırlarımı gayet iyi korurum, hanımefendiliğimi Allah'ın da izniyle bozmam. Ancak yaşanan şey her neyse neticesinde bir evliliğe ulaşmazsa pişmanlık duyarım. Bu yüzden korkuyorum ve sizin de cevabınız üzere emin oldum. Bu hislerim pek hayra alamet değil. Numarasını da sileceğim. Allah'ım sonumuzu hayırlı kılsın. O'nun rızasına uygun olsun her şey.
amin. estağfirullah. tüm yaşantımız, attığımız her adım, çektiğimiz çile, ömrümüze biçilen her şey; sonunda onun rızasına varmak için. gönlümüz bazen yanıltır, nefsimiz ruhumuzun, vicdanımızın uyarısını dinlemek istemez. aman sende nolacak der, yanıltır bizi. ya da kendimiz yine kendimizi kandırırız, ya iyi geldiğinden ya ihtiyacımız olduğundan. rabbim doğruya yöneltsin, çizgisinden kaydırmasın, sanırım doğru olanı yaptınız, yapacaksınız. Allah doğru olanın kararını kalbimize inandırtsın.
selametle 🌸
0 notes
icdokmeseansi · 3 years
Text
irade(sizlik)
iradesizlik nedir? benim değerlendireceğim açıdan; insanın kendine karşı koyamadığı anlar, olaylar ya da duygulardır. birçok insanın kendine yenik düştüğü anlar vardır, iradesine dur diyemediği anlar. bu bazen bir duygudur ya da bir davranıştır. örneğin size ne kadar kötü şey yaparsa yapsın, hayatınızdan çıkaramadığınız insanları merak edip mesaj atmak. beyniniz bunun mantıksız olduğunu bilir ve direnir fakat duygularınız beyni pek dikkate almaz ve iradesizlik burada başlar. diğer yandan iradesizlik keyif düşkünlüğünüzden ortaya çıkar, ders çalışmanız gerekir fakat arkadaşlarınızla buluşmak daha keyif vericidir, bunun pişmanlığını son dakika ödev yüklerken hissedersiniz. bu bazen iradesizlikten çok sorumluluktan kaçmak da olabilir tabii. diğer bir örnek ise, diyetteyken iradenize yenik düşüp yanlış beslenmenizdir. diğer yandan keyif düşkünlüğünüz bağımlılığa evrilir, sigarayı bırakmak istersiniz ama iradesizlik işte bir türlü olmaz. şimdi diyeceksiniz ee tamam güzelce saydın nolacak şimdi? bir şey olacağı yok, yapacak bir çok işim varken geldim burada yazı yazıyorum işte. size motivasyon yazıları yazmayacağım maalesef ya da bu iradesizliğe bir çözüm yolu. evet insan çok isterse bir şeyleri gerçekleştirebilir buna ben de inanıyorum, ama bazen insanın enerjisi kalmaz, zamanı kalmaz en önemlisi isteği kırılır, azalır. bu iradesizlikleri yaşayanlar beni çok iyi anlayacaktır. mesela bu yılbaşı herkes birçok karar verdi, gerçekleştirdiniz mi o kararlarınızı sık sık spor, her ay kitap bitirme gibi gibi, eğer gerçekleştirdiyseniz ne güzel ama biliyorum birçok insan bazı amaçlarını yerine getiremiyor bazen kendi iradesizlikleri yüzünden bazense hayat şartları ama bence çoğunlukla iradesizlik yüzünden çünkü çoğunlukla iradesiz olduğumuzu kabul etmek yerine kader ya da hayat şartı deyip bahaneler üretip dururuz. şimdi bu kadar irademize yenik düşüp durduğumuzda insan bazen belki de bu benim istemediğim bir şey diye düşünüyor. örneğin, sürekli hayat tarzımızı değiştirmek istiyoruz, belki de biz o hayat tarzına uygun değiliz de toplumda bize dayatılan iyi yaşam algısı için kendimizi zorluyoruzdur. ya da işte bu iradesizliğimizi örtmek için bulduğumuz nedenlerdendir. pek dolu bir dolu yazı olmadı sanki, daha yazılacak çok şey var ama şimdilik bu kadar olsun. kendimce bir şeyler karaladım, biraz da kendimden şikayet ettim. şerefe kendine yenik düşüp iradelerini kontrol edemeyenler. şarkımı bırakıp gidiyorum işte.  
şarkı: sertap erener-kendime yeni bir ben lazım
yirmi beş ocak iki bin yirmi bir saat bir elli dokuz
11 notes · View notes
alikum · 3 years
Text
Ne var misal biliyor musunuz?
Hayatımda cidden ya hiç yönlendirilmedim ya da kötü yönlendirildim. Rehberdir, akıl verendir vs 0.
Yanımda olan kimse yok. Bazıları olamadı şimdi hak yemeyeyim. Ama total yok, sıfır.
Şu halime kendi kendime geldim, işe yarar ne öğrendiysem kendim öğrendim. Hayat nedir cidden hâlâ anlayabilmiş değilim ama çoğu kişinin düşündüğü şey olmadığına da eminim.
Bazen kendimden tiksiniyorum. Çok kötü, aşağılık biri olduğumdan değil. Hep ufak şeyler, ufacık. Kimsenin sikine takmayacağı şeyler. Bir an sadece güzel olsun istiyorum bazı şeyler. Olmuyor. Ben de bırakmıyorum. Gerizekalılık ve inat da diyebilirsiniz, ne derseniz de diyin.
Bu tekliğin alışkanlık haline geliyor olması canımı en çok sıkan şeylerden biri. Hissizleşiyorum. Ağlayamıyorum misal. Ben olduğum yerde kalıyorum, dünya dönüyor, bir şeyler gelip gidiyor. Bir şeyin arkasından ağlamak istemiyorum ama giden olursa ağlayabilmek istiyorum.
Değer vermediğimden değil, vermemek değil bu. Beni tanıyan 3-5 kişi zaten bunu da biliyor. Bu her şeyin biteceği hissi beni umursamaz yapıyor. Umursamaz olunca ekstra sinirlendiğim bir şey daha oldu tabii.
Beni mutsuz eden şeyler gitmiyor bir tek, benimle kalan bi onlar var. Ortak kesişim kümesini görüyorsunuz di mi? Tam bir şerefsizlik. Aşk ve nefret alev alev.
Özünde mutluyum, içim parıl parıl parlıyor. Ve bunu seviyorum. Sıkıntı biraz da bunu gösterememekten. Ufaklığımdan beri heyecan duyduğum şeyleri paylaşmayı istiyorum. Bazen çok uzatıyorum, bazen daldan dala atlıyorum. Sosyal şeyler çok boktan işte. Ağzına sıçayım sanki hitabet kasıyoruz, nolacak 10 saniyenizi bana yemiş olsanız.
Ama olmuyor.
Ben yine de bundan vazgeçemiyorum o ayrı. Huy işte çıkmıyor candan. Ama kişi bazlı eliyorum, çizgiyi çek direkt üstüne. Nolacak ki?
Ağlasam rahatlarım sanıyorum. Ama sanıyorum işte, bi boka yaramadığı da söyleniyor.
Bilmiyorum, canım sıkılmasın artık. Salak boşluklar düşmeyeyim, kendimden nefret etmeyeyim. Zaten şunun şurasında ne kadar ömrümüz kaldı? Bana kalsa 120'ye kadar gitme niyetim var, hadi tuttursak onu kaldı 93 sene.
Meh, yarından itibaren olsa yine yetmez. Bu hayatın güzelliklerine doyabileceğimi sanmıyorum.
4 notes · View notes
epifizz · 3 years
Note
içimi biraz dökmek istedim buraya anonim kimliğine sığınarak daha kolay oluyor böylesi müthiş derecede yorgunum canımın acısını hissedemiyorum birçok seyi hissedemiyorum aslında hissetiklerimden şikayetçiydim şimdiyse hissedemediklerimden şikayetçiyim belki anlamsız kopuk gelecek yazdıklarım bana da öyle geliyor ruhum hasta ben hastayım düşüncelerim hastalıklı hayatını ilaçlarla amaçlarla düzene sokmaya çalışan yirmi iki yaşında bipolar biriyim çoğu kişinin içini bilmeden dışarıdan gördüğü kadarıyla imrendiği bir hayatım var bir de güzelliğim öyle derler ya daha genceciksin çok güzelsin yolun başındasın vs en mutlu anında en üzgün en hırçın en umutlu anında kafanda sürekli ertelediğin bir intiharla yasamak nasıl yorucu biliyor musun ama ben kurtaracağım kendimi diyorsun iyi de nasıl hangi parayla nereye gitsem ne yapsam nerden başlasam nasıl bir yol cizsem kendime ben oturduğum yerden hicbir şey yapmayarak bir şeylerin yoluna girmesini de beklemiyorum ee nolacak şimdi diyorsun annen evde hayvan yetistiriyorum bu hastalığı sana yakistiramiyorum diyor biri delilige vurdu kendini diyor en ufak bir öfkemde dilaltı hapını almayı mı unuttun diye alay ediliyor kimseye demiyorum utanıyorum biliyorum utanılacak bir şey de yok ortada ben seçmedim sonuçta ben de isterdim her şey çok başka türlü olsun istemez miydim artık krize girmiyorum sabaha kadar aglamıyorum gizlice ama insanlar hala çok anlayışsız hala cok utanıyorum başım öne eğik hala çok yalnızım hala ifade edemiyorum kendime kızıyorum ne bu böyle çocuksu sitemler diye ama olmuyor bu gece biraz sitem etmek biraz ağlamak istedim belki çocukça belki yersiz belki anlamsız umrumda değil öyleyse öyle olsun sadece içimi dökmek istedim teşekkür ederim
İnsanlar anlayışsız evet ve biz de bir insan olarak kendimize karşı bir hayli anlayışsız olabiliyor ve hatta bize sergilenen anlayışsızlığı içselleştirebiliyoruz. Asıl mesele herkes tek bir şey derken, içten içe bildiğin ama herkese tezat oluşturan o aksi olana inanmanın güçlüğü sanırım. 
İnsanlar konuşur, insanlar her yerde konuşuyor her şeye laf atıyor benim bloğumdaki tavrıma bile dil uzatan var. Uzatabilir ben eleştirilemez değilim en nihayetinde ama yapılanın eleştiri olması önemli tabi. Hatayı belki de anlaşılmayı bekleyerek yapıyoruz ve onların anladığına ikna olup biz öyleyiz demeye meyilliyiz belki de. Ama bu beklenti nafile, genel anlamıyla insanlar anlamak falan istemiyor, insanlar sadece kendilerini doğrulayan noktaları görmek istiyor ve bunu görüyor ve bunu kullanıyor. 
İnsanlar... İnsanlar... İnsanlar... Kim bu insanlar sürekli ağzımızda? O, bu, şu ama gerçekten bir özne mi? Sadece kişi adılı, ötekine çuvallanmaktan kendileri olamamış ve buna kızgın olup daha da saldırganlaşmış birer yük sadece. Utanmak bir saklanma istemidir en nihayetinde ve seni bu isteme iten aslında senin oluşun değil sana dönük bakışlardır, Erikson’un da açıkladığı gibi kişi temelde tüm gözleri kör etmek ister de bunu yapamadığı için kendini saklamaya çalışır. Ama utanacak bir şey yok bu anlayışsızların bakışları zaten kör, sadece bakmak istediğini görüyorlar. İnsanlar... İnsanlar... İnsanlar... Kendilerini önemli sanıyorlar, sanıyoruz ama kimsenin umurunda değiliz, kimse kimsenin tam anlamıyla umurunda değil bu önemsizliğin verdiği yargısızlık konforunu yaşamak lazım çünkü ben de insanım ve sanırım artık umrumda değil.
6 notes · View notes
httpsfxs · 3 years
Note
Ya sen bi söyle nolacak tahminde bulunacaksın sadece
rezil olurum daha ne olsun
1 note · View note
lovelyspiderpunk · 3 years
Text
18.12.2020
naber lan napıyon burda. bataklık olum burası çık burdan. fena düşen ha tutun bi yere ibo. düşmedim de öyle bi bakıp çıktım. eskilere indim. duygulanmadım değil. arkada ne çalıyor bak. unutursan veya sıkılırsan diye ismini buraya bırakıyorum bak. ihanet itme. “Lost but Won” by Patrik Pietschmann.Bence yine bunu aç acayip nostaljik olur. Eski yazılarımın altına not olarak ekledim 23′ün son anlarını yaşayan Cüneyt olarak. Uzuuuun bir süre de girmem. Bi şey de yazmam. Pişman olabilirim yazmadığıma çünkü şimdi eskileri okurken iyi hissettim aslında yani güzel bir şey yapmışım bir nevi anılarımı tazeledim. tabi çoğu duygusaldı hatta hepsi ama olsun şu an beni ben yapan şeyler onlar. 1 yıl içinde kafa olarak çok gelişme var ama fiziksel olarak yok. bu benim için eksi oldu. acaba 1 yıl sonra nolacak. bence nolacak bak hadi tahmin yürütelim okuyunca aşağı not atarsın tuttu mu tutmadı mi diye sonra açıklama yazarsın. bence senin şu an kafanda olan bu gençlik meseleleri var ya. onlar yatacak moruq ben sana diyorum. kendimi marshall eriksen gibi hissettim. devam ediyorum. fazla değer verme dedik o kadar sana. 22 yaşındaki çocuk yazmış ya 22. sen 24i bitirince belki de veya 25 bilmiyorum. yani aradaki fark olması lazım anla artık olmuyor bu işler öyle. ağırdan satman lazım. bu kulağımıza hoş gelmiyor biliyorum ama maalesef yani bu dilden anlıyorlar çoğu napalım ki bizim de kaderimiz bu. eğer hayatındaysa muhtemelen uzun süredir hayatındadır. umarım bir sorun yoktur. varsa kafanı kurcalayan bir şey. kimse senden 1 gram önemli değil bak 1. bunu kaaaaç senedir biliyorum da işte. duygusal çocuğuz kendimizi kaybediyoruz arada. neyse. sorun varsa kendine odaklan. işine veya hobine fark etmez. daha çıtırsın ya çıtırsın. çıt kıt pıt gibisin yani. devam et sen hayatına olacağına varsın hep öyle oluyor zaten. sen istediğin kadar emek harca çaba sarf et falan filan boş bu. karşıdaki kişinin istediği veya arzuladığı kadar onun hayatında yer edersin. eğer yolunda gidiyorsa Allah nazarlardan saklasın diyelim. şaşırırım ama yolunda giderse bunu da diyim çünkü zorlu bir yapımız var ve karşımızdakinin de bizden kolay yanı yok yani asdkjasjda. Eğer ki hayatında değilse dediğim gibi devam. harbiden şekil çocuksun sadece bunu kendine hatırlatacak ortamlara girmen gerekiyor. eğer bunu hatırlatacak kişilerle veya “kişiyle” takılmıyorsan bence bi sorun vardır diyebiliriz. bence 1 yıl sonra iş bulmuş olabilirsin. maaşın bence beklediğinden bi tık düşük ama memnunsun çünkü sen şanslı bi çocuksun. güzel bir ortama denk gelirsin eminim ben. arkadaş çevren bence hiç değişmedi biliyor musun. yani bi aksilik olmadıysa eğer -ki yani şimdi sövsem yeridir ama arkadaşlık konusunda aksilikler geliyor ya benim başıma ama umarım gelmemiştir ne diyelim- kilon umarım güzel bir seviyeye gelmiştir ki bence gelecek. çünkü yoğun olacaksın. sen yoğun olunca çalışan, daha çok gaza gelen bi tipsin. boş durunca daha boş oluyorsun. umarım istanbulda değilsindir ama galiba orada olacaksın. bu yazıyı oradan okuma ya. okuduysan nota maalesef yaz orada okumadıysan sıkıntı yok yaz. şu an yaptığın hatayı yazıyorum şimdi. düzeltmişsindir umarım. fazla değer. fazla beklenti. bunlar hep vardı. düzelt artık ya valla sıkıldık be. şarkı hüzünlü moruq. şarkı etkiledi beni şu an. başka da yazacak bi şey bulamadım gibi. zorlamanın lüzumu yok. hem ne demişler: ihtimaldir padişahım belki derya tutuşa. ne alaka diyeceksin sıfır alaka. ama güzel söz. müzikler ve özellikle Lost senin kurtarıcın. gerekirse onlara sarıl. bu arada örümcek adam evreni falan muhabbeti var ya hatırlarsın. şu an çok hype durumdayım mesela. umarım beklentini karşılar. çünkü tam tam tam 1 yıl sonra çıkacak diye okudum. maaşınla blurayini falan alırsın artık değerli parça olur senin için. bi de eğer bunu okuduysan, yanında değer verdiğin kim varsa git öp ya seni seviyorum falan de. bugün varız yarın yokuz. veya kimse yoksa yani umarım vardır da ara veya mesaj at. değerini hissettir. mutlu olsunlar. son olarak, hakkımızda hayırlısı olsun Cüneyt. 
15 notes · View notes
alternatifsonlar · 4 years
Text
Plajdaki Ayna
Sonradan deli olduğuna karar verilen bir adam plâjın aynasını kırdı. Bu, insanı yemyeşil gösteren, altının sırı dökülmüş, camlaşmış aynanın, insanları çirkin göstermesine içerledi, diye tefsir ettiler. Hayır ondan değil, evvelce aynacı imiş. İtalya’dan ayna ithal edermiş, sonra iflâs etmiş, az buçuk oynatmış, ayna görünce kırmamazlık edemezmiş diye uydurdular. İşin aslını bir ben biliyorum, bir de ayna.
O halde aynayı kıran da sensin diyeceksiniz, bize numara yapıyorsun. Pek âlâ! Aynayı kıran benim. Deli olduğuma karar verildi. Ama zararsızmışım, pek zararsızmışım. Öcümü aynalardan alırmışım. Bunlar doğru değil! Doğrusu şu:
Aynayı kırmamın hiç bir sebebi yoktur. Sebepsiz yere kırdım. Canım sıkıldı, eğlenmek için kırdım bile diyemem. Güzel insanları çirkin gösteriyormuş; ne münasebet efendim. Güzel insanları çirkin gösteren ayna onların derununu tefriş eder. Böyle aynayı plâjlara asamazlar. Yoksa aynada insanların çirkin taraflarını mı görmeğe başladın da… Hani nasıl yazılar aynada ters çıkarsa insanların da tersleri mi gözüküyordu sana, derseniz ben de size felsefeden hiç hoşlanmadığımı, hele böyle dâhiyanesinden iğrendiğimi arzederim.
Hayır ayna, aynaydı. Böyle haltlar karıştırmazdı. Hangi enayi, onu hangi zamanda icat etmişse etmiş; saçımızı taramak, suratımızda kara var mı diye bakmak burnumuzu silerken biraz sümük kalmış mı diye göz atmak, yahut da:
– Ulan! benim gözlerim fena değilmiş be! Hele şu ağzımın kenarına inen çizgiye bak! Vay anasını! İfade veriyor suratıma! Şu karılar da erkekten anlamıyorlar vesselâm… Diyebilmek için işe yarar. Her nevi kendi kendine konuşmalar istediğimiz kadar ayna vesilesile uzatabiliriz. Aynaya bir genç kız baktırır. Bir erkek düşündürtür. Kendi kendine vurgunlara ayna öptürür. İhtiyarlara ölüm, tabut kefen gösterir, veremlilere korkunç ateşlerinin ışığını aynadaki gözlerinde yakalarız. Aynaya düşman kesilmek, onunla dost olmak da mümkün. İnsan isterse pek âlâ bir aynayı kırma sebebini felsefeye edebiyata, ruhiyata, tıbba, sinire yükleyebilir. Benim plâjdaki aynayı kırmamın sebebi ise kat’iyen yoktur. Ama size günümü yazacağım. Oradan bir sebep bulmağa çalışmak pek mânasız olacak ama:
Zeytin ağacının altında bir küçük çocuk oynuyordu. Yanına yaklaştım. Yeşil zeytinleri korku ile bana uzattı.
– Sizin mi bunlar? dedi. – Benim ya, dedim. – Ben taş atmadım, dedi, kendi kendilerine düştü bunlar. – Onlar ne? dedim. – Acı şeyler, dedi.
Açık mavi gözlerinin kırmızı kirpikleri yanıp yanıp sönüyordu.
– Bunlar ne biliyor musun? dedim. – Bilmem, dedi. – Sen zeytin nedir bilir misin? – Bilirim elbette. – İşte bunlar zeytin. – Sabahleyin yediğimiz mi ? – Siz sabahları zeytin mi yersiniz? – Yeriz ya. – Senin baban kim, dedim. – Benim babam yok, dedi.
Mavi gözlerine beyazlıktan mavileşmiş bir göz kapağı altın ışıklarıyla indi. Büyük büyük dudaklarını uzata uzata:
– Benim babam ölmüş, dedi. – Nerede ölmüş. – Muharebede? – Hangi muharebede? – İstiklâl muharebesinde.
İçimden dostum, kardeşim, canım, ruhum, evlâdım, ciğerim benim, dedim.
– Oyna zeytinlerle ama, dedim, sakın, taş atma emi! – Sizin mi bu zeytinler? – Hayır, benim değil. Bu zeytinler kimsenin değil. – Eve götüreyim mi bunları? – Bunlar düşmüş; buruşmuş, iyi değil, kurtludur. – Öyleyse oynarım, dedi. – Oyna ama; sakın yine ısırma. Hepsi acıdır. – İyileri de mi acıdır? – İyileri de acı olur. – Sonra nasıl tatlılaşır? – Onu ben de pek iyi bilmem. – Kim bilir bunu peki? – Ne yapacaksın? – Sabahleyin yemek için zeytin yaparım. – Annen var mı senin? – Var tabiî. – Ne iş yapar? – Çamaşıra gidiyor. – Sen ne olacaksın büyüyünce? – Ben mi? dedi.
Gözlerini gözüme kaldırdı. İkimiz de mavi mavi baktık.
– Ben, dedi, boyacı olacağım. – Ne boyacısı? – Kundura boyacısı. – Neden kundura boyacısı? – Ya ne olayım? – Doktor ol, dedim. – Olmam, dedi. – Neden? – Olmam işte. – Neden ama? – Doktoru sevmem ki. – Olur mu ya? Bak, dedim. Doktor sevilmez olur mu? – Tabiî sevmem, dedi. Annem hasta oldu. Evimize geldi. Kumbaramızı kırdık. Bütün yirmi beşlikleri ona verdik. Sonra çeyrekler kaldı. Onlarla da reçeteyi yaptırdık. O da zorlan. – Ama annen iyileşti. – Annem iyileşti ama paramız gitti. İki gün, yemek yemedim ben. – Peki, dedim, öğretmen ol. – Ben mektebe gitmiyorum ki. – Neden? – Öğretmen beni dövüyor. – Neden? – Yaramazlık ediyorum da ondan. – Sen de yaramazlık yapma. – Ben yaramazlık ne demek bilmiyorum ki. – Öğretmenin yapma dediği şey, dedim. – Belli olmuyor ki!.. Bir gün arkadaşımın biri “Çamaşırcının piçi!” dedi. Ben de döğdüm onu. Öğretmen de beni döğdü. Ondan sonra hep çamaşırcının piçi diye çağırdılar. Hiç kimseyi döğmedim. Yaramazlıkmış diye. Birkaç gün sonra yanımdaki arkadaşın iki kalemi vardı. Birini aldım. Hırsızsın sen, diye döğdüler. Benim kalemim yoktu aldım. Sonra o da yaramazlıkmış, hem de çok fena bir şeymiş. Bir daha kimsenin kalemini almam dedim. Defterini aldım. Bu sefer hem döğdüler, hem mektepten koğdular. – Çok fena yapmışsın. – Fena yaptım. Ben adam olmak istemiyorum ki. – Ne olmak istiyorsun ya? – Boyacı olacağım dedim ya. Ahmet ağabeyim de boyacı. – Sever misin Ahmet ağabeyini? – Tabiî severim. Annem de sever. Bazı gece bizde kalır. Para verir bize. Aç bile kalsak o bulur bize ekmek. – Asıl ağabeyin değil mi? – Nasıl asıl ağabeyim? – Bayağı asıl ağabeyin, babanın oğlu değil mi o da? – Değil tabiî. – O kimin oğlu? – Bilmem. – Kaç yaşında? – Benden büyük. – Sen kaç yaşındasın? – Dokuz. – O? – Büyük işte. – Ne kadar? – Senin kadar var. – Ha şu mesele. Peki boyacı olunca nolacak? – Para kazanacağım. – Sonra? – Sonra rakı içeceğim. – Sonra? – Sonram yine potin boyayacağım. – Sonra? – Sonra sigara içeceğim. – Sonra? – Elinin körü! – Bu lâf ayıp işte. Senin kulaklarını çekerim. – Anneme söylersem seni. – Bir de selâm söyle. Öteden baş örtülü, yüzü yuvarlak, tatarımsı bir kadın geldi. Çocuk ona doğru koştu. – Anne, bak zeytin, dedi. Kadın: – At onları elinden. Çocuk bir dakika atıp atmamak için düşündü. Bana doğru ilerledi. Zeytinleri kadının: – Ne yapıyorsun hınzır? Demesine vakit kalmadan suratıma attı. Ben güldüm: – Üzülme hanım, dedim, çocuktur. Çocuk: – Anne be, dedi, iki saattir beni lâfa, tutuyordu. Kadın: – Seni sevmiş de konuşuyor oğlum, öyle nobran olma. – Ben onu sevmedim ki… Ahmet ağabeyim gibi boyacı olacağım dedim. Bana doktor olacaksın sen diyor. – Bak ne güzel söylüyor. – O kendisi olsun doktor. Sen bana demiyor muydun? Allah kahretsin o herifleri! Gözlerini toprak doyursun! diye. – Öyle mi dedim? Allah muhtaç etmesin demedim mi? – Öyle dedin.
Kadın bana döndü:
– Değil mi beyefendi, dedi. Allah hekime, hâkime muhtaç etmesin. – Doğru, etmesin dedim.
Çocuk şimdi arsızlaşmıştı. Annesinin eteklerinde idi. Düşmanca bakıyordu. – Anne be, dedi, ben boyacı olacağım değil mi?
Kadın: – Başka ne olabilirsin ki?
Çocuk: – Benim babam neciydi anne? dedi.
Kadın: – Boyacıydı.
Çocuk bana: – Na gördün mü ? Babam da boyacı imiş işte.
Kadına: – Öyle mi? dedim.
Kadın – Evet, dedi.
– Muharebede ölmüş, hangisinde? dedim.
Kadın: – Muharebede ölmedi, dedi.
Çocuk: – Sen bana öyle söylemedin miydi anne?
– Kim söylemiş sana muharebede öldü diye? – Ahmet ağabeyim. – Ahmet ağabeyinin Allah belâsını versin. – Ama ekmeği o getiriyor. – Sus artık, hadi şuradan!
Çocuk yeniden zeytinler toplamıştı. Kadın:
– At o zehir gibi şeyleri, dedi.
Çocuk yine suratıma attı. Anası bu sefer suratına tokadı yapıştırınca hızlı hızlı viraneliğe doğru uzaklaştı. Orada yıkık bir mescit duvarının kenarından:
– Al, herifi de götürsene mahzene, dedi. Annesi: – Utanmaz, hınzır.
Diyerek çocuğa doğru koştu. Bana da bir göz atmağı unutmadı. Büyülenmiş gibi kadını takip ettim. Kapı yerine takılmış bir çuvalın yırtığından içeriye girdik. Arkasında hamamlarda olduğu gibi bir tokmağı olan bir kapı açtık. İçerisi yıkanmamış bir sefil insan kokusu ile aptesane kokuyordu. Muşamba ile örtülü masanın üstünde iki domates, iki hıyar vardı. Kadın:
– Rakı alalım mı? dedi. – İstemez, dedim. – Paran yok galiba?
İçimi ezen bir şehvet havasını kaçıracağımdan korkar gibi:
– Var var, dedim, ama rakı içmek istemiyorum öğle sıcağında.
Gözlerini gözüme dikti. Eliyle cüzdan cebime vurdu. Bir iki buçukluk çıkardım. Beğenmedi. Bir ikinciyi zorla buldum.
– Başka meteliğim yok, dedim.
Güldü. Kollarını boynuma doladı. Dizlerime oturmuştu. Küçük çocuk kulübenin kenarına yığılmış taşlardan yukarda bir deliğe sıkışmıştı. Kafasını uzatmış mavi mavi bize bakıyordu.
– Çocuk? dedim. Kadın: – Aldırma, dedi. Alışıktır.
Belki yarım saat çocuk sabit gözlerle bize baktı. İkide bir ne zaman cebine koyduğunu hatırlamadığım yeşil zeytin tanelerini kafamıza atıyordu.
Birdenbire kafasını ellerime aldı. Bir hayvan çığlığı ile kıpkırmızı bağırmağa başladı: Kadın ısılık gibi bir sesle:
– Beş on para at ona sussun. Yoksa susmaz, diyordu.
Evvelâ iki çeyrek attım. Olmadı. Bir çeyrek daha attım. Sonra bir yirmi beşlik attım. Beş dakika bir sükût oldu. Sonra mahzenin içini çın çın öttüren bir zil gibi öttü. Şimendifer düdüğü sesi çıkardı. Gözleri bende idi.
– Şimdi Ahmet ağabeyim yetişsin de görürsün sen, diyordu.
Bir yirmi beşlik daha attım.
– Bir tane daha atmazsan…
Demeğe kalmadı, anası dizlerimden kalktı. Beni bile yere yıkacak bir tokat aşketti. Bana:
– Ver bir yirmi beşlik daha şimdi, dedi.
Çocuğun küçük kara eli uzandı. Yirmi beşi aldı. Bize arkasını döndü. Şimdi kulakları seslerimize dikilmiş bir köpek gibi yatıyordu.
Oradan âdeta erimiş bir öğle aydınlığına çıktığım zaman şakaklarında bir zonklama vardı. Hemen plâja koştum.
Plâja temizlenmek, bir şeyden silkinmek, ferahlanmak için mi koştum. Hayır, yalnız mahzenden çıkar çıkmaz kuyudan sıcağa çıkarılmış bir testi gibi terlemiştim. En çok kafam terlemişti, parmaklarımı şakaklarımın diplerine sürdüm. Tırnaklarımın ucu tarafından emilen, yahut bana emilir gibi gelen bir ıslaklık duymuştum. Elime baksam bu ıslaklığın ter olmadığını, tepemden kan sızdığını anlayacakmış gibi oldum.
İşte o zaman tepemden kan sızdığını sanarak denize koşmuştum. Yolumun üzerinde denize girinceye kadar hiç bir şey görmediğimi sanıyordum. Halbuki serinlik vücudumu kaplar kaplamaz bir yeşil ot, bir harabe, bir çocuk, bir duman, bir tren yolu, bir köpek gördüğümü hatırladım. Sonra kadının çocuğunun gözlerini gördüm. Sırtımda idiler. Piç ne biçim bakıyordu adama.
Deniz suyu iyi geldi. İyi gelmesi de mühim bir şey değil. Yalnız şunu anladım da rahatladım ki kafamdan sızan kan değil, termiş. Öyle olsa deniz kıpkırmızı kesilirdi. İşte deniz suyunun yalnız bu faydası oldu. Yoksa hâlâ şakaklarım zonkluyordu. Hâlâ serinliğin; denizin içinde terliyordum. Hâlâ o abdesthane kokulu, serin, çok serin bir mahzen havası, gözlerini bize dikmiş mavi gözlü, elleri arpa ekmeği gibi kara ve çatlak çocuk bir duman halinde, ama; ne zaman istesem vücut haline getirebileceğim bir ruh halinde beynimle gözüm arasında bir yerde uçuyordu. Durmadan geziniyordu.
Şimdi size aynayı kırmamın sebebini buldum gibi gelir. Bana sen aynada kendini apaçık bütün vüzuhiyle, çirkinliğiyle, pisliği adiliği ile görmüşsün. İşte onun için de… Şiddetle hayır, derim. Siz gülümser aynada bütün insanlığı, bütün çirkinliği ile kendi vasıtanla sezer gibi olduğun için, insanların bütün denaetlerini, sefaletlerini… Vallahi de hayır, billâhi de hayır.
O halde sen bayağı delirmişsin, diyeceksiniz. Neden böyle söylüyorsunuz canım? Bir plâjın pis aynasını hiçbir şey düşünmeden, şuursuzca eğilip yerden bir taş alarak, hatta o taşı denizin durgun yüzünde dört beş kere sektirmek içinmiş gibi alarak, aynayı isteyerek bile değil kazara da denemez, şöylece kırıvermek… Neden olmasın?
Herifler koştu Ben koştum. Yakalayamadılar. Neden sonra ben döndüm, plâjı apaçık gören bir ağacın altına yüzükoyun yattım. Hepsi plâj sahibinin kulübesi önüne toplanmışlardı. Yarım saat geçtiği halde hâlâ benden bahsediliyordu. Daha bir saat öyle ayakta durdular, konuştular, gülüştüler, fikir beyan ettiler. Sonra bir polis geldi. Mesele ona da anlatıldı. O da dinledi. O da fikrini söyler gibi idi.
Ben başka yoldan vapur iskelesine gitmek için yolu çok uzun, kendimi çok yorgun buldum. Ağacın altında geceyi bekledim, sarı bir ay doğdu. Gazinolardan sesler, kahkahalar, şarkılar gelmeğe başladı. O zaman elimi saçlarıma attım ki karmakarışıklar. Tarağımı çıkarıp saçlarımı taradım. Bir cigara yaktım. Dudağıma bir vals yapıştırdım. Pantolonumun cebine ellerimi soktum. Plâjın önünden ıslık çalarak, herkes gibi, mesut bir adam gibi, aynayı kıran ben değilmişim gibi geçtim.
Tüm Öyküleri, YKY, Delta
5 notes · View notes