Tumgik
#helal gibi ülkelerde
basarili-insan · 2 years
Text
Başarılı insanların tecrübelerinden faydalanın
Evet arkadaşlar da araba bugün video çekecektim ama bir durum, cereyan etti o konu hakkında bir çok güzel mi , bu ediyorum bazen bunu yapıyor gideceğim de Avcıları. Eskişehir bilir orada , kolay gelsin dedim ya Ya kızım üniversite okuyor yetişemiyorum Yarın dedim yani tamam geçim sıkıntısı var mı, .
çok seviyorum ama yatırım yapmayı denedim ya hiç etmez Bilmem ve doğal bilgim, yok sor ya şu an çalıştığım için verdin mi O insan değil ama yatırım konusunda, tecrübeli çalışmamız. ve rahat açılımı tek sebebim yatırım alalı çalışmak kadar gerçek mi Şimdi durumlar Kaç metre, araştırıp doğru yani Yani, bu olduktan sonra belli.
Olur Ama niye bırakıyorsun söyleyeceksin nasıl yapacaksın diye suresi yeter Bir önceki videoda da bahsettiğim, gibi Abi bak bir insanın, yapamayacağı hiçbir, şey hiçbir şey Belki okula bıraktıktan sonra mesleği yalnız takip , değiştirdim yani baktım kendim yapamıyorum kendim yapamıyorum olmuyor yani o, değil , ama 25 25 26 ay falan oldu 100-500 günü bıraktıktan sonra. birkaç ay bırakma onu gittiği tescili var mı Sen ne. yaptın kafa yani satıcı ve yani, takvimi değiştirip kendimi soruyorlar bu olmuş oldu yatırım, konusunda çok beğenmiş, artık çalışmaktan daha fazla Önemli bir şey mi çalışacaklar belirli bir şey Ya sen bu dünyaya 37 yaşadım Şimdi. de idare ederek karar bahsettiğim gibi arkadaşlar. da bu.
yatırım çok önemli başkalarının tecrübelerinden faydalanmak önünüzde fıstıkların kaşık gitmesine izin vermeyin dalın bir başkaları yatırım yaparak sizin Hayal konumuz ve Pastanesi'nde çok rahat şimdi önümüze çıkan sıfatları kaçırmayın araştırmakta sormaktan sorgulamaktan birleştirmek ten korkmuyor araştırarak o bu hayatını baştan aşağı değiştiriliyor kapalı olmuyor sosyal medya Yarın nasıl haber aç Bu doğru olur olmaz ama bir sürpriz olur merak olmayan bir insan her zaman her ben kendimi bisküvi vücudu çalışma ve çok güzel yokmuş varmış da kitlemiş mi Diğer şey olur Sadece ama çalışma aşamasını geçtikten. sonra Aslında, ben çok, şey bilmiyormuşum ya o , Çok düşünme yok işte düşünme olmadığı zaman belki sevgili kalıyorsun Bu sefer de hiç şunu aramıyorsunuz bir çıkaramayız da Yusuf elindeki canım Bu, arada, ben devam edeceğim Benim kanalım, var bu, hayatım ya . ne, olduğunu kaydeden çocuğum ve çalışmak, zorunda olduğu halde bildirim kapattı bildirimde basıyor ama ile yok Burada yok Erol muyuz Neyse var yatırım yapmayı asla bırakma. gelişmeyi asla bırakma.
Yeni şeyler yapmayı asla kendinizi bakalım dediğim gibi bugün gidecektim çok yoğunum gün bayağı bastım , yani o abinin yolunda çıkmadan kendine geçmedi bu video yapmak istedim Şimdilik şimdi kutusu. kalıp mı
0 notes
finansca66 · 3 days
Text
Helal Sertifikasyon: Küresel Bir Standart
Helal sertifikasyon, özellikle Müslüman tüketiciler için hayati önem taşıyan bir kavramdır. Helal, İslam dini kurallarına uygun olarak üretilmiş, hazırlanmış veya sunulmuş ürünleri ifade eder. Bu kavram, sadece gıda ürünlerini değil, aynı zamanda kozmetik, ilaç, finansal hizmetler ve hatta seyahat gibi birçok sektörü kapsar. Helal sertifikasyon, bu ürünlerin İslami standartlara uygun olduğunu doğrulayan bir belgedir.
Helal sertifikasyonun önemi gün geçtikçe artmaktadır. Dünya genelinde Müslüman nüfusun artmasıyla birlikte, helal ürünlere olan talep de artmaktadır. Özellikle Müslüman çoğunluklu ülkelerde, helal gıda ve ürünlere erişim büyük bir endişe kaynağıdır. Bu nedenle, helal sertifikasyon, tüketiciler için güvence sağlar ve ürünlerin İslami prensiplere uygun olduğunu belgelemektedir.
Helal sertifikasyon süreci, ürünlerin üretim aşamasından tüketiciye ulaşana kadar olan her aşamayı kapsar. Üreticiler, helal sertifikası alabilmek için belirli standartlara uymak zorundadır. Bu standartlar genellikle İslam hukukuna dayanır ve belirli bir ürünün helal olup olmadığını belirlemek için detaylı bir incelemeyi içerir.
Helal sertifikasyonun faydaları sadece tüketicilerle sınırlı değildir. Aynı zamanda üreticilere ve işletmelere de avantajlar sağlar. Helal sertifikasyon, ürünlerin uluslararası pazarda rekabet edebilirliğini artırır ve ihracat olanaklarını genişletir. Ayrıca, üreticilere ve işletmelere, ürünlerinin kalitesini ve güvenilirliğini artırmak için bir fırsat sunar.
Sonuç olarak, helal sertifikasyon küresel bir standart haline gelmiştir ve giderek daha fazla sektörde uygulanmaktadır. Helal sertifikasyon, hem tüketicilere hem de işletmelere önemli faydalar sağlayarak, güvenilir bir tedarik zinciri oluşturulmasına katkıda bulunmaktadır. Bu nedenle, helal sertifikasyonun yaygınlaşmasıyla birlikte, İslami prensiplere uygun ürünlerin erişilebilirliği ve kalitesi artmaktadır.
0 notes
maymunlar-ulkesi · 2 years
Text
MAYMUNLAR ÜLKESİNDEN DERS ALMAK!
Bu maymunlar ülkesine Hoşgeldiniz bu videonun içerisinde herhangi bir şekilde helal gibi ülkelerde ya da herhangi bir ülkenin şartlarından asla bahsedilmemiştir ya da gönderi yapılmıyor dur olsa olsa en, fazla arjantin'den rahatsız size. Osmanlı dönemine gideceğim video. biraz bir parça uzun olabilir, ama maymunlar üzerine çok, geniş araştırmalardan bahsediyor bazı deneyler den bahsedeceğiz ilk önce Osmanlı'ya gidiyoruz Hani Karayip korsanlarında. Barbaros Hayrettin sırtındaki Bu arada Karayip Korsanları barbarossa denen kişi Barbaros Hayrettin , Paşa dır ne, kadar çirkin tanımlanmasında onun omuzuna, bir tane maymunu var ya işte o maymun. Osmanlı'da Gerçekten varmış biliyorsunuz Barbaros Hayrettin, daha. önceden, Bir Korsan ve Osmanlı .
Donanmasına katılıp kaptan-ı Derya olarak Osmanlı donanmasının başına geçiyor ama Osmanlı Dönemi'ndeki ve bütün korsanlarda sadece Osmanlı donanması değil bütün Korsanlar maymunları kullanıyorum maymunda bildiğin Hani, maaşlı bu. falan maaşını. alıyor tatil günleri var bu maymunlar en yüksek direğin tepesinde çıkıp gözleri, çok çok keskin oldukları, için ve yorulmadık lar için insanlar gibi yüksekte normal Windows maymunlar yukarı tırmanmayı sever hayvanlar. bir Eğer gemi ya da kara görürse Bağırıyorlar mış, İşte bu yüzden de gözler maymunlardan oluşmuş bazı gemilerde üç tane birden varmış Hatta İkinci Beyazıt döneminde Bunlar bugün bire zimmet deniyor ya bildiğiniz, her geminin var mı ayrı ayrı ve kıdemleri .
Var tabii ki yaşlandıktan Sonra dedim ki 30 yıl yaşıyor artık son beş yılında bir , şekilde kenara ayrılıyor yakin bazıları o kadar şans değil, bu donanmadan Ordu'dan mezun olanlar emekli olanlar , bazıları sarayda insan kıyafetleri giydirip haremde işte kadınları eğlendiriyor Galata'da pazar kuruluyor, bugünkü Galata dediğimiz yerde Galata'da pazar günü bu maymunlar belli fiyatlarla, satılıyor doğal olarak 1960'lı yıllara . kadar da bu maymun oynatıcıları , sokaklarda İstanbul ve iyi gidiyor Hatta ben hatırlıyorum Çocukluğumda 1980. 85 lira kadar İstanbul Sokaklarında ayı da oynatıyor ama konumuz maymunlar Yavuz döneminde bu Afrika'dan getirilen aşkını keşfi ile . üretilen maymunlar s Galata'da, falan satılırken zenginlerde bir, süre sonra seviyorum maymunları evlerinde besliyorlar oynuyorlar Peki.
Maymunların Osmanlı hikayesi Çok keyifli bitmiyor 3 Murat döneminde ol Abdülkerim Efendi diye, 3 Murat'ın sevdiği bir bir din adamı diyeceğim derse bu dönem yobazları gibi patates bu bayağı böyle. din üzerinden Osmanlı'ya fitness açan Birisi. bir gün bir cuma namazında aklına yaşıyor ve bir şey uyduruyor diyor ki kadınlar diyor maymunlar diyor cinsel amaçla kullanıyorlar ve cemaati.
Gaza getiriyor ve maalesef işte O gün İstanbul'da tarihçiler öyle halımı İstanbul'da dalında maymun asılmayan ağaç, kalmamış yani İstanbul'daki maymunları ilk önce Galata'yı basmışlar Galata'da maymun satanlardan almışlar ve evlerde o ağaçlarda sallandır mışlar biraz iyi. iri olanlar için ayrıca idam sehpası kurulmuş ve İşte bu dönemde, Osmanlı'nın maalesef, maymunları bakışı biraz .
Değişmiş Biz de böyleyken Sayın biraz daha farklı yanaşmış Rusya'da Tabii ki Rusya Sovyet, Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dönem Stadı maymunların orduda kullanabilecek düşmüş Hatta canavar bir ortaya atabileceğim düşünmüş, tarihte . böyle Hitler gibi Sanki gibi bazı saçma fikirler öten insanlar çıkıyor ve il yayan ol diye birini bu maymunlara nasıl Ordu üretebiliriz diye sana geniş bütün proje açıyorum demiş.
Batı Afrika'dan şempanzeler ve Goriller getirmiş ebatlarına göre sınıflandırılmış ve Gürcistan'da maymunların Eğitim Üzerine askeri kamp oluşturmuş Aslan laboratuvar, diye Üstelik de genliği üzerinde oynamaya çalışıyor üç tane dişi şempanzeyi İnsan spermi Ben, de zaten Afrikalılar daha iyi olur diye Afrikalı erkeklerin Süper Lig'e dönüyor TL ile başarısız oluyor ve sayıda cezalandırıyor Burada hep trafik, soru geliyor aklımıza Ya her şeyde. sosyal medya tartışmasına görürsünüz maymundan geliyorsak maymunlar diye insan olmuyor Bence çok yanlış bir düşünce Çünkü günümüzde de hala insan olmaya çalışan maymunlar görebiliyoruz maymunlar çoğu toplumda aramızda, dolaşıyor bunları, deneyi. Sadece, bu kadar diye Halo isimli bir şahıs bilim.
Insanı Sözde ya da gerçekten bilmiyoruz bir maymunu nerede Ne yapıyor Yenidoğan daha annesinden Yenidoğan maymunlar hemen çıkartıp bir odaya koyuyor, kafes, gibi, bir yere koyuyor Burada iki tane sahte anne var bir tanesi tellerden yapılmış. maymun viteste, tellerden yapılmış ama dışına kumaş ve yumuşak örtü giydirilmiş maymunlar doğal olarak küçük yeni doğmuş maymunlar gidip bu yumuşak olana yerleşiyorlar, ona sarılıyorlar anne sanıyorlar onu diğer tel olana ise hiç kimse gitmiyor kafese belli bir şey. sonra biberon koyuyorlar içerisinde süt olan biberonu ilk önce telefona koyuyorlar kimse gidip tel olan anneden biberonu almış eve. gidip, kumaş olarak koydukları zaman gidip Ondan alıp içiyorlar biberon Mehmet üzerine gibi sonra tekrar TL koyuyorlar ve maymunlar şekilde otelden olan biberona gitmiyorlar bazı açlıktan ölene kadar gitmiyorlar Yani siz Eğer. ki maymunlara beslenebilecek leri şey verirseniz o tarafta gerçekten beslenme ortamı olsa bile açlıktan ölene kadar bir kere alıştığı kapıdan ayrılmıyor bunu da tabi Üç Maymun oynamayı. bilmek lazım Peki üç maymun hikayesi nereden .
çıkmış Aslında bu klasik her yerde gösterdiğimiz video kapaklarında bile kullandığınız üç maymun hikayesi ta 17 yüzyılda gidiyor Japonya'nın Niko şehrindeki bir anı kapısında bugün oynarmış an ekranda gördüğünüz maymunlar , asla anlamıyorsa mi zaruki kazar oiva Zaro mizaru kötüye bakma kikazaru kötü dinlemeyi vazoyu sa kötü söyleme Tabii ki üç maymunu oynamak sonra biz de çok .
Daha farklı bir yere geliyor yani Türk toplumunun Türk bu konuşma sistemine üç maymunu oynamak işte karışma elleme Bırak orada istediğini yapsın orada versin ona bırak, onu götürsün hiç sorun değil Hz Ankara'da falan üç maymunu oynamak bayağı yerleşmiş durumda Bir de maymun Açgözlü var bir yani maymun Açgözlü böyle gördüm Başka bir şey .
Düşünemiyorsun s**** taşıyorsun ama insanlar ve maymunlar üzerine birden yapılıyor bir üniversitede bir cam tüp, yapıyorlar uzun bir tüp Bu tüpün içine , de bir tane fıstık atıyor ve odaya giren insanlardan şunu istiyor. diyorlar ki ya bu tüpten. bu fıstığı nasıl çıkartabilirsin masanın üzerinde Suar işte tabak var, çeşitli araçlara bir , sırayı su falan var İnsanlar bir şekilde masayı devirmeye çalışıyor ki yasak kurallar anlatılıyor insanlar yalnız, başına. bırakınca bunları yapmaya . çalışıyor tüpü emmeye çalışıyor tüpün , dibinde olduğu için fıstık bir şekilde kırmaya çalışıyorlar bu insana tek başına bıraktığınız zaman bütün yasak olanlar deneyip sonucu ulaşmaya çalışıyor ve maymun per4 maymun da aynı şeyi yapıyor ki araç kullanmayı biliyorlar ne yapıyorlar biliyor. musunuz sürerlik. suyu alıp küpe dolduruyor . fıstık yukarı çıkıyor fıstığı, alıyorlar zeka kullanılmadık çak ör ediyor hayvanlar dünyası çıplak oldukları için ve kapitalizm onları basit araçlarla tembelleştirmesi için çubuklusu Çubuk sokacaksın koyduğunuz fıstığı çıktığı için su, koyuyor Ama insanların bu düşünemiyorum cevap gözünün deyken bile göremiyor Çünkü, siz insanları bir fıstıkla kör leştir e biliyorsunuz ve zekasını kullanması engelleyebiliyor Çünkü benim başka bir deney ile. üniversiteye Üniversitesi Kate Şahin. isimli bilim insanı maymunlar, üzerinde bir deney yapmak istiyorum maymunlar para kullanmayı öğretmek istiyor kapuçin maymunları napara dediğimizi paraya benzer bir şey veriyor ve.
Hepsi aynı kağıt parçasını değilim kullanıyorlar Ama bu parayı geri getirdiği zaman yok, artık işte üzüm muz vesaire veriyor sonra bu parayı onların ekosistemini kullanılması için bırakıyor yani deney başına bir tane bir tane geri getir ondan sonra ortaya bırakıyor her maymuna belli bir miktar veriyor ve maymunlar para kullanmaya başlıyor ilk yaptıkları .
şey ne biliyor musunuz kendi aralarında Ticaret öğrenmek o kadar ki ilk tasarrufu öğreniyorlar tasarruf dediğimiz şey şu Ne diyelim ki parayla Jelibon oluyor Ve jelibonu çok seviyor artık faydalı olan, üzümlerden daha az yiyor ki parası atsın Jelibon alsın sonra hırsızlığı öğreniyorlar bir diğer maymunu yürürken diğer maymunu parasını çalıyor.
Sonra fuhuş öğreniyorlar para karşılığı seks yapan maymunlar çıkıyor sonra en son sa dolandırmaya öğreniyorlar birbirini kandırıp işte diyelim ki, bozuk fıstık bozuk bilmem ne , yediği kabuk boş kabuğu verip diyelim parasını çalıyor Eğer ki. bir toplumda bunu dengeleyen, bir sistem, olmazsa maalesef toplum, bir kesi var ya oluyor, ya oluyor.
Benim hoşuma giderse duruma başkasını bilen bazı İsyankar maymunlar bir tane şempanzeyi tanıştıracağım size bu şempanze dronla izlendiğini fark ediyor, sıkılıyor, ağacın tepesine çıkıyor, elinde, bir zop alıyor hadi sopa. alıyor ve duruma indirip aşağıya Ben gözetlenmek. istemiyorum. sistem beni gözetlemesi diyor bir başka isyankâr maymun saç içindeki galiba etmiş, enzu diye okunması lazım bu hayvanat bahçesinde.
Cam kafeste duran bir kapuçin maymunu tüm diğer maymunlar hali kabullenmiş kenbu maymun kendine verilen cevizleri falan taşla kırarak, yemeye başlıyor diğerleri ise ısırarak yemeye çalışıyor bir şekilde bir yere fırlatıyor taşla vurup duruyor Sonra maymun taşları yemeğine Hakkı edebildiğini, görünce How you ve kendini işaretten camı kırıyor ve insanlar çok, oluyor Daha, önce hiç bir maymun.
Camı kırarak çıkmayı çalışmıyor çünkü bu benim aklıma 8 maymun deneyi getir 38 maymun deneyi şöyle bir şey ilk önce iki tane maymunu alıyorlar bu eski 1940'ların Yanılmıyorsam Amerika'da, yapılan bir deney, Seyit idare maymun oluyor bir kafese koyuyorlar bu yedi maymunun kafeste bulunduğu kafesin en, üstüne çok, yukarıya da direk, zıplayarak ulaşamayacakları bir yere isem uzatıyorlar ve oraya ara ya. da sadece bir, tane merdiven. koyuyorlar tam ortada, bu merdiven Eğer ki. maymun tırmanır sağa ortadaki bir Fiske sistemi buz gibi su sıkıyor ve maymun üşüdü için aşağı yapıyor Hepsi ıslanıyor zaten bu daha sonra yedi. maymunda Eğer ki merdivene çıkıp, muz almak isterlerse buz gibi suyla ıslanacak lan öğrendikleri için hiçbir çıkmıyorlar sonra maymundan 7 Nolu Yani maymunlardan bir tanesini çıkartıp 8 maymun, koyuyorlar asla ile 7 maymun var O bir tane yeni geliyor yeni gelen maymun doğal olarak ıslanma olayını bilmediği için merdiven . öğreniyor muzu görüyor kimseniz herkes niye böyle.
Duruyor gidiyor kimse de soğuk suyu açmıyor yedi ya 8 aslında yeni gelen maymunlar ve çıktığı anda diğer Eskiden içeride olan maymunlar onu aşağı çekiyor bağıra çağıra çıkmaya, çalışıyor Bu sefer saldırıyorlar. zarar veriyorlar ki daha önce bunu yengeç. mantalitesi videosunu da anlatmıştım yengeçler üzerinden ne yapıyorlar biliyor musunuz Kafesteki maymunu tek tek.
Değiştirmeye başlıyorlar ve işin ilginci daha sonra su iç açılmasına rağmen bütün maymunlar değiştiğinde bile artık merdivene çıkıp da omuzu almaması gerektiğini, hepsi öğreniyor sürü psikolojisi şeklinde Dolayısıyla O maymunlardan bir grubun terbiye ederseniz Korkma öğretirseniz yeni. gelen Maymunlar ne, olduğunu bilmeden itaat etmeyi öğrenirler işte maymunlar böyle eğitiliyor maymunlardan öğrendiğimiz nedir istediğiniz kadar üç maymun oynayın bir tane maymun diğer maymunlar uyandırmaya yetiyor ve yersiz ilk sesleri yeterince cezalandırır sanız sonra yeni gelen yerler zehirler de maymunları itaat etmek zorunda kalıyorlar finalde Maymunlar Cehennemi filminden bahsetmeden olmaz ki ben orijinal ilizyonu çok güzel mesajlar vardır ama sonradan çıkan maymunlar. cehennemindeki maymun dönüyoruz Evet diyoruz onlara ayıplamayın varsa bir , fark var kuyrukları yoktur insana yakın bir türdür Dolayısıyla Umarım gerçekten dünya ve çeşitli ülkeler maymunlar ülkesine dönüşmez Çünkü maymunlar hak ettiği gibi yönetilmiyor lar bir sanki videoda görüşmek üzere
0 notes
uzaklarihtimal-blog · 4 years
Text
Sri Lanka Notları
Eğer planlarımız yolunda gitseydi bugünlerde buraya bir Malaga yazısı yazardım. Madem olmadı, ben de eski bir gezinin güncesini tutayım. Aralık 2018’de Sri Lanka’ya gittik. Aslında 2017’de planladık bu geziyi ama son anda fikir değiştirip kara yolu ile Umreye gittik.
Sri Lanka benim üniversite yıllarında Zeyno’yla beraber aldığımız terörizm dersinden beri aklımda olan bir ülkeydi. O derste temelde siyasi sorunları islesek de inanılmaz merak etmiştim. Sonra Doha’ya tasindik ve orda Sri Lanka’nin liste başı bir tatil rotası olduğunu gördüm. İki ay single-parenting tecrübemden de sonra, bir tatil iyi gelir dedik ve bir turizm acentesi ile bunu ayarladık. Katar Havayollarının çok güzel paketleri var ve bu da onlardan birisi. Hem istediğim şekilde paketi değiştirdiler hem de toplu taşıma kullanamadığımız ülkelerde acente ile gezmek daha kolay oluyor. Buna bir de Sri Lanka’nin şartlarını ve Kerim’in 9 aylık olmasını ekleyince, acente çok iyi bir seçenek oldu.
Doha- Kolombo arası 5 saat sürüyor uçakla. Bize gitmeden önce yanımıza kapalı su şişeleri, dezenfektan, sinek ilacı, Kerim’e mama almamızı söylediler. Aslında muson yağmurları mevsimi olmadığı için sinek olmuyormuş ama ben yine de Kerim için birkaç böcek ilacı ve spreyi aldım. Uyurken de odamıza sinek ilacı taktik. Su şişesi ve Ella’s kitchen’dan ek gida, mama vesaire Kerim için tam teçhizatlı gittik. Çünkü bunları orda bulamayacağımızı ve bir temizlik sorunu olduğunu söylediler. Önceden doktora da sordum ama Sri Lanka için bir asi gerekmiyor dedi.
Yola çıkacağımız gece, maalesef uçuş geceydi, Hicret Doha’daydı onun oteline uğrayıp güzel bir aksam vakti geçirdim. Sonra eve geldim, Kerim’e bir dokundum cayır cayır yanıyor. Hoppppaaa, ateşli! Duşa soktuk, zaten ilaçları el çantamızdaydı ve yola ciktik. Diş çıkarıyordu o yüzden endişe etmedik. Uçağa bindiğimizde bebekli olanların basinetli koltuklara verildiğini gördük ki uzun bir gece uçuşu için, 5-6 saat sürüyor, bu iyi bir seçenekti. Fakat iki üç bebek yan yana olunca birbirlerini uyandırıyorlar ve uçak azıcık türbülansa girsin hemen basinetleri kapatmanızı istiyorlar. Bebek uyanıyor, ağlıyor dehşet dakikalar başlıyor böylece.
Neyse biz de basinet kullandık ama Kerim ateşli olduğu için, kâh yere oturmalı kâh ayakta gezmeli süper yorucu bir gece oldu. Yan tarafta bir aile vardı, bebekleri uyudu ve uçak inince uyandı. Adam sabaha kadar calisti, kadın da sakin sakin şampanyasını içti. Ben yerde oturmuş uyumak üzereyken, o manzarayı gördükçe epey güldüm. Kolombo Sri Lanka’nın başkenti, uçak indi ve Kerim inanılmaz mutlu- diş patlamış. Havaalanı çok küçük ve pisti. Bizi rehber/şoför karşıladı ve boynumuza çiçekler astı çok hoş bir ani oldu. Sonra yola koyulduk.
İlk gecemiz Kolombodaydi, otele gittik. Ben hayatımda bu kadar yorgun, aç ve mutsuz nadir an hatırlıyorum. Çünkü otel restoranı kapalıydı, çok uykusuzdum ve Kerim zımba gibiydi. Onun ilk uyku vakti gelene kadar Erhan sağ olsun süper sandviçler buldu, elimde o sandviçle uyuyakalmışıma. Sonra ilk gezi vaktimiz geldi ve Kolombodaki Budist mabedine gittik. Başörtülü çoğu mabet almıyor, saygısızlık olarak görüyorlar başın kapalı olmasını ama bu kez şanslı idim ilk gittiğimiz mabet kabul etti. Benim putperest dinler içinde ilk gerçek tecrübem Sri Lanka oldu. Normalde belki camiden çok kilise gezdim-turistik manada-, bir suru sinagog gördüm ama putperest bir mabedi böyle yakından ilk kez gözlemledim.
Dekorları ustalıkla yapılmış inanılmaz sanatsal ama asla sade değil, oldukça kalabalık ve renkli figürleri var. Bir tiyatro sahnesi gibi ama hem de çok gerçekçi. Ayakkabılar girişte çıkarılıyor. Bizim girdiğimiz mabette bir fil vardı onu gezdiriyorlardı ve onun pislettiği yerlere basmadan gezip ciktik. Rehberimiz Budist’ti o da bize yerel anlayışları anlattı. Sonra bir Hindu mabedini disardan gördük ama kapalıydı. Kolombo’da epey kolonyal zamanlardan kalma bina ve sonrasında yapılan anıtlar var. Onları da yürüyerek gezdik ama bana, Kerim’e ve bebek arabasına insanlar çok garip bakıyordu fakat sunu belirtmeliyim kesinlikle güler yüzlüler ve sempatikler. Aksam olunca memurlar isten çıktılar ve resmi is kıyafetinin sari olması bana çok değişik ve güzel geldi. Yürürken internetten bir kafe buldum, Dilmah Çaylarının satıldığı hoş bir yerdi orda mola verdik. Muhtemelen Katar’dan gidenler pek rehberle oturmuyorlardı o yüzden rehberimizi de masaya davet edince adam epey sasirdi ama sonra 4 gün de buna alisti. Sonrasında bir deniz ürünleri lokantasında yemek yedik ve otelin yolunu tuttuk.
İkinci gün kahvaltıdan sonra yaklaşık arabayla 5 saat yol aldık ve Sigiriya kentine gittik. Eğer kafanızda bir Sri Lanka’yı gezme planı varsa, bol seyahatli ve birkaç şehirli bir plan olacağını unutmayın. Bebeksiz olsaydık belki buna güzel manzaralı tren yolculukları da dahil olurdu ama Kerimle o yola hiç girmedik. Sri Lanka’da trafik oldukça sıkıntılı. Hem soldan ilerliyor, İngiliz sömürgesi olduğu için, hem de inanılmaz hızlı sürüyorlar ve sürekli solluyorlar. Ama aralarında yazılı olmayan bir kural var mesela tek gidiş tek geliş bir yoldayız normalde hız en fazla 70 olmalı ama biz 110’la gidiyoruz, şoförün solladığıni gören karşı şeritteki sürücü ona yol veriyor. Birbirlerine sürekli yol verdikleri bir kaos. Kerim’in bebek arabasının ustunu koltuğa koyup onu güvene aldık ve oldukça alengirli bir 5 saat sonunda Lion Rock denilen yere geldik. 5. Yüzyıldan kalma bir kale, etrafında su olukları bahçeler var mükemmel bir yer. Fakat tam tepe noktasına yaklaşık 11 kg bir bebeği kanguruda taşıyarak çıkmak epey zor oldu. Yine de iyi ki yaptık. Bizi sürekli maymunların hırsızlığına karşı uyardılar ki çok haklılardı. Kerim’e yemek yedirirken, muz, etrafımızı sardılar inanılmaz komikti. Sri Lanka’ya giderken iki saçma şey yaptığımı orda fark ettim. Birisi muz püresi almak, her yan maymunken, birisi de Kerimin inek oyuncağını getirmek, ülkenin yarısından fazlası ineğe tapıyorken. Siz yapmayın.
Sigiriya’da bir de safari yaptık ama fil dışında nerdeyse hiçbir şey görmedik. Aksama kaldığımız ve kalabalık bir araba grubuyla girdiğimiz için bütün hayvanlar saklandı dediler. Ustu açık jeeple yaptık safariyi Kerim’i kanguruya aldık ama yine de bebekle yapılmaması gereken bir etkinlik. Derelerden tepelerden çamurdan hızlıca geçerken epey savruluyor insan. Bu yorucu günü mükemmel sakin ve dingin bir otele giderek bitirdik. Kandalama’da dağların, cay bahçelerinin içinde bir oteldi. Katar havayolları acentesi ile gitmek su açıdan da avantajlı oldu, otelde bos oda varsa hemen upgrade ettiler. Otelde odamızın camında lütfen maymunlara yem vermeyin cami açmayın içeri girerler uyarıları vardı ve her yer ağaçtı. Odaya giderken vahşi bir orman içinden geçtik adeta. Aksam yemeği yerken hem Sri Lanka mutfağından hem de Ortadoğu’dan bir şeyler denedik. Ne Budistler ne de Hindular et yemedikleri için, ülkedeki hemen hemen bütün kasaplar Müslümanların. Ve otellerde hep helal et var. Ama isterseniz vegan, vejetaryen bin bir çeşit soslu yemekler de var. Biz Asya mutfağını sevdiğimiz için zor olmadı ama kahvaltıda -continental- diye gecen Avrupa usulü ekmek ve kahvaltılık olanları tercih ettik çünkü o soslu kahvaltılıkların nasıl yendiğini bile bilmiyorum.
Bir sonraki yolculuğumuz eski başkent Candy’e idi. Yol üzerinde Baharat bahçelerinden, cay fabrikasından geçtik. Çoğunluğunu kadın isçilerin oluşturduğu yerel bir fabrikadan bir suru cay aldık. İçtiğimiz poşet çayların, kaliteli çaylar poşetlenirken havadan yere düşen tozlardan yapıldığını öğrendik. Odun ateşinde kavrulmuş çok taze ve organik çaylarımızı aldık ve eski başkente geçtik. Aslında burada çok büyük bir Budist mabedi vardı ama kesinlikle başörtülü kabul etmediler. Biz de şehir turu yaptık, yöresel dansları izledik, hediyelik aldık. Bir suru çocuk ve bebek olduğu halde hiç bebek arabası görmeyince bana ve Kerim’e neden öyle baktıklarını anladım, arabaya bakıyorlardı J Yöresel dansları izlediğimiz salon, 1980lerin tiyatro salonları gibi inanılmaz eskiydi. Danslar korkutucu geldi bana ama yerel bir şeyi görmek güzeldi. Arabayla bir yerden diğerine geçerken, tamamen peçeli ve siyahlar içinde Müslüman kadınlar gördüm. Maalesef radikallik burada da başlamış ki zaten biz Doha’ya döndükten birkaç ay sonra terör saldırısı gerçekleşti.
Son şehrimiz, okyanus kıyısında, Hollanda sömürge zamanlarından kalma, turistik bir sahil şehriydi, Negombo. Buraya giderken bir fil yetimhanesine gittik ve file bindik. Asla ama asla bunu bir bebekle yapmayın, biz koruma vesaire takacaklar sanarken kendimizi filin üstünde bulduk. Çok korkutucu ama elbette güzel bir ani oldu. Yolculuk boyunca her köse başında, bizdeki mescitler gibi ufak mabetler vardı. Aslında tam bir mabette değil ama resimlerde göreceksiniz Buda’lar ve diğer tanrılar var insanlar dua ediyorlar.
Negombo’da bir balık pazarı ve hemen yanında kolonyal zamanlardan kalma bir kilise var. Kaldığımız otel sahildeydi, biraz yüzdük sonra yürüdük. Deniz ürünleri, özellikle yengeç, inanılmaz lezzetliydi. Özel isteğiniz var mı konaklama için diye sorduklarında seccade ve bebek yatağı istemiştik, her otelde farklı tarz bir beşikte yattı Kerim, bazılarında Kuranı Kerim de koymuşlardı. Genelde Kerim’i tamamen uykuya hazır hale getirip pijamalarla falan yemeğe indirdim ve restoranda aksam uykusuna yatirdim. Ama bebekle gezerken, aksam erken uyudukları için odaya donuyor insan belli bir saatten sonra o yüzden oda seçiminizi balkonlu ve manzaralı yapmanızı öneririm. O içeride uyurken siz de balkonda keyif yapabilirsiniz.
Negombo sonrası Doha’ya geri donduk, güzel ve kolay bir uçuş oldu. Dönmeden önce, bir süpermarkete uğradık biraz yerli pirinç almak, neler var neler yok görmek için. Boy boy Budalar vardı, bin bir çeşit cay, pirinç ve Noel süsü, çok az sayıda Hristiyan olduğu halde. Rehberimize sorunca bu bir gelenek değil ama biz de kutluyoruz dedi. Yerel meyvelerden aldık ve böylece cebimizde tecrübelerle eve donduk.
Sri Lanka Türklere kapıda vize veriyor, ne kadar ödeme yaptık hatırlamıyorum. Gitmeden yanınıza -eğer yemek konusunda çok hassassanız- biraz bisküvi vesaire alabilirsiniz ama bence genel olarak yemekler enfes. Tabi mideyi bozmamak için sokaktan yemedik.  Muson yağmurları mevsiminde gitmeyin ve sineklere karşı tedbirli olun. Çok güzel sahil kasabaları, otelleri ve tren turları var. Böyle geziler öncesi yanıma bos bir defter alıyorum hem notları yazıyorum hem müze giriş biletlerini, fişleri yapıştırıyorum. Şimdi kim bilir Ankara’da hangi kolide o defter, haliyle bu yazıyı notlarıma bakmadan yazdım. Güzel bir pazar okuması olması dileğiyle!
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
4 notes · View notes
sirrihafi · 5 years
Text
Tumblr media
GENÇ KIZ VE GENÇ ERKEKLERE TENBİHNAME
“İnsanları düzeltebilmeniz için önce kendinizi ıslah etmeniz gerekir.”(Ömer Radıyallahu anh)
'Öyle gençler ki onlar; gayelerine ulaşmada cesur, davalarına sevdalı.
Nerede olursa olsunlar her mücadelede düşmanlarına kavgalı.
|Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) 'ın şairi, Ka'b b. Mâlik Radıyallahu anh
İhsan Şenocak Hoca Efendinin kaleminden gençlere tenbihname
KARDEŞİM! İFFETİN CİNSİYETİ YOKTUR
Kardeşim!
Belaların insan üzerine dev dalgalar halinde geldiği bir zamanda yaşıyorsun; Şehrinin sokaklarından şehvet akıyor, avmler masiyet mahşeri, ekranlar fuhuş albümü, sinema mankenlerin vücutlarını arz yeri, yöresel ürünlerin tanıtımı bahanesiyle tertiplenen festivallerdeki konserler ise teşhir arenası… Sokak, okul, çarşı, ekran, sinema, gazete “Züleyhalarla” dolu… Eğer sen “Yusuf” olamazsan yalnız Yakuplar değil, sana umut bağlayan bütün bir Ümmet ağlar. Nefsinin ruhunla kapıştığı anlarda, “Her şeyi gören ve duyan Rabbime sığınıyorum.” de! Gözlerin mağara olsun, Ashab-ı Kehf gibi gözlerinden gözlerinin sahibi olan Hâlik-ı Zülcelal’e iltica et.
Kardeşim!
İffetle, iffetsizlik arasında tercih yapmaya zorlandığında, iffetten yana tavır alma noktasında tereddüt etme! İmanını yaralayacak hiçbir davete icabet etme, mürûetini zedeleyecek hiçbir ekrana çıkma, Ahireti’ni yıkacak hiçbir makama talip olma! “Yemin ederim ki, kişinin başına demirden bir şişin, bir çivinin çakılması, yabancı bir kadına dokunmasından daha hafiftir.” diyen Peygamber-i Ekber’in buyruğunu hayat düsturu kabul et ve elini nâmahreme uzatma, helalinden başka bir kadınla tokalaşma!
Kardeşim!
Allah’ın dinine O’nun mahremiyet buyruklarını çiğneyerek hizmet etme iddian, bir gün mutlaka hezimetin olur. İslam’a rağmen İslam projenden dolayı istiğfar et. Unutma! Rabbimiz imhâl eder lakin ihmâl etmez.
Kardeşim!
Hayatına da mal olsa Allah Rasulü’nün iffet ve izzet yolundan ayrılma. Okuldan, yurttan, iş yerinden, köyden, kentten arkadaşların kendini teşhir eden bir kızın bedenine dair konuşurken, o kızın da birinin kız kardeşi olduğunu ve kendi kız kardeşin için erkeklerin aynı konuşmayı yaptığını düşün, irkil ve kendine gel. Mekke’nin en güzel kadınlarıyla bir arada yaşamayı bırakıp da Müslüman olan ve “Kalbim Allah Azze ve Celle’yi zikirden başka hiçbir şeyle tatmin olmaz.” diyen Allah Rasulü’nün gençlerini, Mus’ab b. Umeyr’i, Sa’d b. Ebî Vakkas’ı hayalinden hiç düşürme! Muallim, mühendis, doktor, esnaf, çiftçi ol fakat bütün bu olurlar içerisinde asıl Peygamber-i Ekber Hz. Muhammed’e layık bir genç ol.
Kardeşim!
Eşinden başka bir kadın senin arkadaşın olamaz. Okulda, sokakta, mağazada, işten, mahalleden kızlarla birlikte dolaşma, ders çalışma, yemeğe çıkma, cafede oturma! İster amirin, ister memurun olsun, ister hocan, isterse de taleben olsun, nâmahrem bir kadınla halvet olma! Nefsin sana, “Hangi zamanda yaşıyorsun, bu asırda bu kadar da takva olunmaz, nihayetinde bu kadın senin amirin ya da öğrencin veya arkadaşın, otur da onunla iki çift laf et” dediğinde; aynı nefsanî telkinlere muhatap olan bir başka adamın eşinle bir kafede karşılıklı oturup kahve içtiğini, nargile fokurdattığını düşün. Unutma ki, namussuzluğun cinsiyeti yoktur. Nâmahreme bir anlık bir bakış ikinizin de hayatını karartır.
Kardeşim!
Eşinin yüreğinde bir erkeğin bakışından “iz” olması nasıl seni tiksindiriyorsa, başkalarının kadınlarını etkilemek için duruştan duruşa, halden hale girmen de, başka vicdanlarda derin yaralar açacak, cinnete sebep olacaktır. Senden dolayı bir kızın alnına kara leke çalınırsa, yarın mahşer meydanına en onursuz lekeyle çıkacağını unutma!
Kardeşim!
Ayağın kaydığında etrafındaki insanların sana dair, “Genç adamsın, kafanı yorma, gençlikte olur böyle şeyler.” demelerine aldanma! Allah Azze ve Celle katında zinakâr bir kadının hükmü neyse erkeğinki de odur. Çünkü iffetin de, iffetsizliğin de cinsiyeti yoktur.
Kardeşim!
Kadın, kadındır; erkek de, erkek… Racûliyet vasfını yitirmeyen her adamda kadına karşı bir arzu vardır. “O, benim kardeşim, iş arkadaşım.” gibi sözlerin arkasında, güzel bir kadının bedenini temaşadan hasıl olan göz zevkinden mahrum olmama arzusunun olduğunu unutma!. Şeriat’ı şehvetine alet eden adamlardan uzak dur. Bir kadınla bir mekanda başbaşa kalır ya da karşılıklı bir masada oturur, senli benli konuşursan göz de, yürek de, ayak da kayar unutma!
Kardeşim!
Karma eğitimin kıza da, erkeğe de özgüven aşıladığını, terkedilmesinin ise pedagojik açıdan yanlış olduğunu söyleyenlerin, başkalarının kızlarını seyretmekten zevk aldıklarını izhar etmeye cesaret edemeyen, bu yüzden pedagojik yalanların ardına sığınan ahlak yobazları olduğunu bil. Unutma ki, karma eğitimin çağdaşlığın bir tezahürü olduğunu, muasır medeniyet seviyesinin ancak bu şekilde yakalanacağını söyleyenlerin başka hesapları vardır. Karma eğitimi en katı şekilde uygulayan Batılı ülkelerde, iffeti kirletilen kızların oranı %50’lerin çok üzerindedir; Amerika’da çok sayıda kız, tahsil esnasında hamile kaldığından eğitimine ara vermektedir.
Kardeşim!
Küresel ahlak yobazları eğer kurdukları bayan voleybol takımlarıyla gerçekten kız çocuklarının spor yapmalarını arzulamış olsalardı, bayan sporcuların kıyafetlerini erkeklerinkinden daha dar ve daha kısa olacak şekilde belirlemezlerdi. Onların asıl amacı, kadınların spor yapması değil, şehvetperestler tarafından vücutlarının seyredilmesidir.
Kardeşim!
İnsanlığın en kadim müessesesi olan aileye düşman, iffete hasım, namusa yabancı olan bir uygarlığın ardına düşenler seni sonsuza kadar acı çekeceğin bir dünyaya çağırıyor. Allah’a, Rasulü’ne ve iffete düşman olanları dost edinme. Bir amir, bir mürebbi olarak, bir kızın iffetinin korunmasına vesile olduğunda kendi kız kardeşinin iffeti korunmuş gibi sevin; bir kızın iffeti çiğnendiğinde de, kendi kardeşinin iffeti kirlenmiş gibi titre! Sen Müslümansın! Soysuzluğa çağdaşlık, iffetsiz hayata cinsel özgürlük diyen “belhum edal” yaratıklarla aynı safta olamazsın.
Kardeşim!
Allah Rasulü’nün, huzuruna gelen bir gençle arasında cereyan eden şu muhavere, şehvet ateşinin yangın yerine çevirdiği bir dünyada “Yanmadan nasıl yaşayabilirim?” diyenlere iffeti de, izzeti de nasıl koruyacaklarının yol ve yöntemini gösteriyor;
Ebû Ümame’nin rivayet ettiğine göre bir gün Allah Rasulüﷺashabıyla otururken yanına bir genç geldi ve
– Ey Allah’ın Rasulü! Zina yapmak için bana izin ver, dedi.
Orada bulunanlar gencin üzerine yürüdü, konuşmasını engelledi, “sus, sus” dediler. Allah Rasulü onlara karşı çıkıp, gence, “Yaklaş!” buyurdu. Genç de Allah Rasulü’ne yaklaştı ve yanına oturdu. Efendimiz’le ﷺ genç arasında şöyle bir konuşma geçti,
– Annenle zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ey Allah’ın Rasulü! Allah beni yoluna feda etsin ki istemem!
– Sâir insanlar da anneleriyle zina edilmesini istemez. Peki, kızınla zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ya Rasulellah ﷺ! Allah beni yoluna feda kılsın ki istemem.
– Diğer insanlar da kızlarıyla zina edilmesini istemez. Kız kardeşinle zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ya Rasulellah ﷺ! Allah beni yoluna feda etsin ki istemem.
– Diğer insanlar da kız kardeşleriyle zina edilmesini istemez. Halanla zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ya Rasulellah ﷺ! Allah beni yoluna feda etsin ki istemem.
– Diğer insanlar da halalarıyla zina edilmesini istemez. Peki teyzenle zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ya Raselellah! Allah beni yoluna feda etsin ki istemem.
– Diğer insanlar da teyzeleriyle zina edilmesini istemez.
Bunun üzerine Allah Rasulü ﷺ elini gencin omzuna koyup, “Allah’ım onun günahlarını bağışla! Kalbini kötülüklerden temizle ve iffetini koru!” diye dua etti. Bu hadiseyi anlatan sahabi şöyle demiştir, “Bundan sonra o genç bir daha böyle bir şeye yönelmedi.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 257).
Kardeşim!
Aldatılan bir kadının birinin ya annesi ya kızı ya kız kardeşi ya halası ya da teyzesi olduğunu unutma! Yakınların için ne istiyorsan bütün kadınlar için de ona talip ol!
Bir gölgede içtiğin soğuk suyun dahi hesabının sorulacağı Mahşer Günü mazeret üreten ağzın mühürlenecek, ellerin ve ayakların konuşacak. Gözlerin harama değmesin, ellerin, ayakların hesabını veremeyeceğin bir vebali yüklenmesin.
Kardeşim!
İffetsizlik altın çağını yaşıyor. Lakin alimler, arifler, mütefekkirler, babalar, anneler sessiz. Eğer sen de hevâna uyar, İslam’a sahip çıkmazsan, belki de 30 yıl sonra bu toprakların İslam beldesi olduğuna sadece okunan ezanlar şehadet edecek. “Bana ne, o açılıyorsa ben bakarım, o gel diyorsa ben giderim.” deme! Unutma ki, aşağıların en aşağısındaki sefiller, düşen bir kadını istismar eden alçaklardır. Sen, sahipsizlikten dolayı kötü yola düşen kadınların evine kızıyla para gönderip, “Size şimdiye kadar sahip çıkamadığımızdan dolayı hakkınızı helal edin.” deyip onların kurtuluşuna vesile olan bir ecdadın ahfadısın.
Kardeşim!
Ekranın, mektebin, kapitalin zehirlediği bir dünyaya şehvetle değil, ibretle bak; bak ki Allah Azze ve Celle de sana iman, irade, iffet, haya, vakar ve şahsiyet abidesi bir eş ihsan etsin, etsin ki, evin İslam karargâhı, hatunun da mazlumların beklediği Fatih’in ya da Ulubatlı Hasan’ın anası olsun!
Kardeşim!
Sana bu mektubu iki tane oğlu olan ve her sokağa çıktığında ülkesinin yarınlarına dair umudunu kaybeden, ardından Allah Azze ve Celle’nin kudretini tefekkür ederek kendine gelen bir mümin baba olarak yazıyorum. Eğer iffet tacirleri seni, bana karşı tahrik eder, “Bu adam yobazdır, bütün derdi, tesettür ve mahremiyettir.” der ve sen de onlara kanarsan, bu satırları Alime, Muhammedime yazılmış bir mektup olarak kabul et ve öyle oku!
Kardeşim!
Şehvet yangını her yeri sarmadan, ayağa kalk ve yarınlarımız adına bir şeyler yap, yap ki, İslam bu topraklarda azınlığın dini olmasın!
Allah’ın selamı üzerine olsun
1 note · View note
musstuffsworld · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
DÖRT KADINLA EVLİLİK İLE ILGİLİ KÜR ’AN AYETI VE ÇOK EŞLİLİĞİN IZAHI
Dört kadınla evlilik ile ilgili Kur’an ayeti ve ayetin izahı gösteriliyor ve dört kadınla evliliğin açıklamaları yapılıyor.
Dört kadınla evlilik ile ilgili Kur’an ayeti meali şöyledir:
“Eğer yetimlerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size helal edilen kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın ve eğer bu takdirde adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir kadın ile veya sahibi bulunduğunuz cariye ile yetinin. Bu, azmamanız, haksızlık yapmamanız için daha elverişlidir.”
Nisâ Suresi 3. Ayeti Meali
Erkeğe dört kadınla evli olma hakkı verilmesinin açıklamaları ve nedenleri
1- Erkek dörtten daha fazla sayıda kadınla aynı anda evli olamaz. Bu konuda erkeğe sınır getirilmiştir.
2- Dört kadınla evlilik farz veya vacip değildir. Yani bir emir değildir.
3- Nikah akdi yapılırken kadın evleneceği erkeğin başka bir kadınla evlenmemesi şartını koşma hakkına sahiptir.
4- Birden fazla kadınla evli olan erkeğin sorumluluğu artar. Kadınların hepsine adilce davranmak kolay değildir. Dört kadınla evli olmak günah değildir ancak kadınlara karşı güç yettiği halde adil olmamak, kadınlara haklarını vermemek haramdır. Birden fazla kadınla evli olan bir erkek sık sık kul hakkına girerek cehenneme gidebilir.
İnsanların en hayırlısı Hazreti Muhammed (Sav) şöyle buyurdu:
“İki karısı olup, birini diğerine tercih ederek, birini bırakıp diğerine büsbütün meyleden kimse kıyamet günü vücudunun düşük bir tarafını çekerek veya bir tarafı felçli olarak mahşere gelir.” Ahmed bin Hanbel
Görüldüğü gibi bir Müslüman erkek için emniyetli yol tek kadınla evli olmaktır.
5- İslam tek bir topluma, tek bir zamana hitap etmez. İslam evrensel bir dindir. Savaş durumlarında ülkelerde kadınların sayısı erkeklerin sayısından çok yüksek olabilmektedir. Kadınların muhafaza edilmesi, tecavüze uğramalarının önlenmesi, geçimlerinin sağlanması ve zinadan kaçınılması için erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi bir zaruret haline gelebilir. Zaten tarihte bu gibi durumlarda kadınların ülke yöneticilerinden erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesini talep ettikleri görülmüştür.
6- Evlilikteki en önemli gayelerden biri neslin devamının sağlanmasıdır. Kadınların hamilelik dönemi belli bir müddet sonra sona erer. Erkek yaşlandığı zaman çocuk sahibi olmak istediğinde karısı bunu yapamayacağı için erkek gayrimeşru yolları denemeye çalışabilir. Zinanın önüne geçilmesi için erkeklere birden fazla kadınla evli olma konusunda ruhsat verilmiştir.
7- Erkekler altmış, yetmiş yaşlarında bile cinsel olarak tahrik olabilirler. Kadınların ise bir süre sonra cinsel kudreti zayıflar. Bu nedenle bazı erkeklerin zinaya düşme tehlikesi olabilir. Ayrıca kadınlar erkekler kadar kolay tahrik olmadıkları için cinsel ilişkiye erkeklerden daha az ihtiyaç duyarlar. Kadınların adet günleri vardır ve bu zamanlarda karı koca cinsel ilişkiye giremez. Kocanın bu durumda zinaya düşme tehlikesi olabileceği için de erkeğe birden fazla kadınla evli olma hakkı verilmiştir.
8- Kadının kısır, cinsel ilişkiye giremeyecek derecede hasta veya engelli olması sebebiyle kocası karısından boşanmak isteyebilir veya kocası karısını aldatmaya çalışabilir. Ancak erkek bir başka kadın ile de evlenirse diğer karısından boşanmak zorunda kalmaz ve diğer karısı ile de evliliğini sürdürebilir ve o kadının zor durumda kalması da önlenmiş olunur.
9- Birden fazla kadınla evliliğe izin verilmesi bekar olup cinsel ilişkiye giremeyecek kadar hasta, engelli olan veya kısır olan bir kadın için rahmettir çünkü bu durumdaki kadın da evlenebilir ve kocası tarafından himaye edilebilir.
10- Birden fazla kadınla evliliğe itiraz eden Avrupa’da zinaların, fahişelerin sayısının yüksekliği de gösterir ki; İslam’da birden fazla kadınla evliliğe izin verilmesi insan fıtratına uygun bir hükümdür.
3 notes · View notes
Text
IHSAN ŞENOCAK HOCAEFENDININ GENÇLİĞE MEKTUBU.
Kardeşim!
Belaların insan üzerine dev dalgalar halinde geldiği bir zamanda yaşıyorsun; Şehrinin sokaklarından şehvet akıyor, avmler masiyet mahşeri, ekranlar fuhuş albümü, sinema mankenlerin vücutlarını arz yeri, yöresel ürünlerin tanıtımı bahanesiyle tertiplenen festivallerdeki konserler ise teşhir arenası… Sokak, okul, çarşı, ekran, sinema, gazete “Züleyhalarla” dolu… Eğer sen “Yusuf” olamazsan yalnız Yakuplar değil, sana umut bağlayan bütün bir Ümmet ağlar. Nefsinin ruhunla kapıştığı anlarda, “Her şeyi gören ve duyan Rabbime sığınıyorum.” de! Gözlerin mağara olsun, Ashab-ı Kehf gibi gözlerinden gözlerinin sahibi olan Hâlik-ı Zülcelal’e iltica et.
Kardeşim!
İffetle, iffetsizlik arasında tercih yapmaya zorlandığında, iffetten yana tavır alma noktasında tereddüt etme! İmanını yaralayacak hiçbir davete icabet etme, mürûetini zedeleyecek hiçbir ekrana çıkma, Ahireti’ni yıkacak hiçbir makama talip olma! “Yemin ederim ki, kişinin başına demirden bir şişin, bir çivinin çakılması, yabancı bir kadına dokunmasından daha hafiftir.” diyen Peygamber-i Ekber’in buyruğunu hayat düsturu kabul et ve elini nâmahreme uzatma, helalinden başka bir kadınla tokalaşma!
Kardeşim!
Allah’ın dinine O’nun mahremiyet buyruklarını çiğneyerek hizmet etme iddian, bir gün mutlaka hezimetin olur. İslam’a rağmen İslam projenden dolayı istiğfar et. Unutma! Rabbimiz imhâl eder lakin ihmâl etmez.
Kardeşim!
Hayatına da mal olsa Allah Rasulü’nün iffet ve izzet yolundan ayrılma. Okuldan, yurttan, iş yerinden, köyden, kentten arkadaşların kendini teşhir eden bir kızın bedenine dair konuşurken, o kızın da birinin kız kardeşi olduğunu ve kendi kız kardeşin için erkeklerin aynı konuşmayı yaptığını düşün, irkil ve kendine gel. Mekke’nin en güzel kadınlarıyla bir arada yaşamayı bırakıp da Müslüman olan ve “Kalbim Allah Azze ve Celle’yi zikirden başka hiçbir şeyle tatmin olmaz.” diyen Allah Rasulü’nün gençlerini, Mus’ab b. Umeyr’i, Sa’d b. Ebî Vakkas’ı hayalinden hiç düşürme! Muallim, mühendis, doktor, esnaf, çiftçi ol fakat bütün bu olurlar içerisinde asıl Peygamber-i Ekber Hz. Muhammed’e layık bir genç ol.
Kardeşim!
Eşinden başka bir kadın senin arkadaşın olamaz. Okulda, sokakta, mağazada, işten, mahalleden kızlarla birlikte dolaşma, ders çalışma, yemeğe çıkma, cafede oturma! İster amirin, ister memurun olsun, ister hocan, isterse de taleben olsun, nâmahrem bir kadınla halvet olma! Nefsin sana, “Hangi zamanda yaşıyorsun, bu asırda bu kadar da takva olunmaz, nihayetinde bu kadın senin amirin ya da öğrencin veya arkadaşın, otur da onunla iki çift laf et” dediğinde; aynı nefsanî telkinlere muhatap olan bir başka adamın eşinle bir kafede karşılıklı oturup kahve içtiğini, nargile fokurdattığını düşün. Unutma ki, namussuzluğun cinsiyeti yoktur. Nâmahreme bir anlık bir bakış ikinizin de hayatını karartır.
Kardeşim!
Eşinin yüreğinde bir erkeğin bakışından “iz” olması nasıl seni tiksindiriyorsa, başkalarının kadınlarını etkilemek için duruştan duruşa, halden hale girmen de, başka vicdanlarda derin yaralar açacak, cinnete sebep olacaktır. Senden dolayı bir kızın alnına kara leke çalınırsa, yarın mahşer meydanına en onursuz lekeyle çıkacağını unutma!
Kardeşim!
Ayağın kaydığında etrafındaki insanların sana dair, “Genç adamsın, kafanı yorma, gençlikte olur böyle şeyler.” demelerine aldanma! Allah Azze ve Celle katında zinakâr bir kadının hükmü neyse erkeğinki de odur. Çünkü iffetin de, iffetsizliğin de cinsiyeti yoktur.
Kardeşim!
Kadın, kadındır; erkek de, erkek… Racûliyet vasfını yitirmeyen her adamda kadına karşı bir arzu vardır. “O, benim kardeşim, iş arkadaşım.” gibi sözlerin arkasında, güzel bir kadının bedenini temaşadan hasıl olan göz zevkinden mahrum olmama arzusunun olduğunu unutma!. Şeriat’ı şehvetine alet eden adamlardan uzak dur. Bir kadınla bir mekanda başbaşa kalır ya da karşılıklı bir masada oturur, senli benli konuşursan göz de, yürek de, ayak da kayar unutma!
Kardeşim!
Karma eğitimin kıza da, erkeğe de özgüven aşıladığını, terkedilmesinin ise pedagojik açıdan yanlış olduğunu söyleyenlerin, başkalarının kızlarını seyretmekten zevk aldıklarını izhar etmeye cesaret edemeyen, bu yüzden pedagojik yalanların ardına sığınan ahlak yobazları olduğunu bil. Unutma ki, karma eğitimin çağdaşlığın bir tezahürü olduğunu, muasır medeniyet seviyesinin ancak bu şekilde yakalanacağını söyleyenlerin başka hesapları vardır. Karma eğitimi en katı şekilde uygulayan Batılı ülkelerde, iffeti kirletilen kızların oranı %50’lerin çok üzerindedir; Amerika’da çok sayıda kız, tahsil esnasında hamile kaldığından eğitimine ara vermektedir.
Kardeşim!
Küresel ahlak yobazları eğer kurdukları bayan voleybol takımlarıyla gerçekten kız çocuklarının spor yapmalarını arzulamış olsalardı, bayan sporcuların kıyafetlerini erkeklerinkinden daha dar ve daha kısa olacak şekilde belirlemezlerdi. Onların asıl amacı, kadınların spor yapması değil, şehvetperestler tarafından vücutlarının seyredilmesidir.
Kardeşim!
İnsanlığın en kadim müessesesi olan aileye düşman, iffete hasım, namusa yabancı olan bir uygarlığın ardına düşenler seni sonsuza kadar acı çekeceğin bir dünyaya çağırıyor. Allah’a, Rasulü’ne ve iffete düşman olanları dost edinme. Bir amir, bir mürebbi olarak, bir kızın iffetinin korunmasına vesile olduğunda kendi kız kardeşinin iffeti korunmuş gibi sevin; bir kızın iffeti çiğnendiğinde de, kendi kardeşinin iffeti kirlenmiş gibi titre! Sen Müslümansın! Soysuzluğa çağdaşlık, iffetsiz hayata cinsel özgürlük diyen “belhum edal” yaratıklarla aynı safta olamazsın.
Kardeşim!
Allah Rasulü’nün, huzuruna gelen bir gençle arasında cereyan eden şu muhavere, şehvet ateşinin yangın yerine çevirdiği bir dünyada “Yanmadan nasıl yaşayabilirim?” diyenlere iffeti de, izzeti de nasıl koruyacaklarının yol ve yöntemini gösteriyor;
Ebû Ümame’nin rivayet ettiğine göre bir gün Allah Rasulüﷺashabıyla otururken yanına bir genç geldi ve
– Ey Allah’ın Rasulü! Zina yapmak için bana izin ver, dedi.
Orada bulunanlar gencin üzerine yürüdü, konuşmasını engelledi, “sus, sus” dediler. Allah Rasulü onlara karşı çıkıp, gence, “Yaklaş!” buyurdu. Genç de Allah Rasulü’ne yaklaştı ve yanına oturdu. Efendimiz’le ﷺ genç arasında şöyle bir konuşma geçti,
– Annenle zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ey Allah’ın Rasulü! Allah beni yoluna feda etsin ki istemem!
– Sâir insanlar da anneleriyle zina edilmesini istemez. Peki, kızınla zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ya Rasulellah ﷺ! Allah beni yoluna feda kılsın ki istemem.
– Diğer insanlar da kızlarıyla zina edilmesini istemez. Kız kardeşinle zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ya Rasulellah ﷺ! Allah beni yoluna feda etsin ki istemem.
– Diğer insanlar da kız kardeşleriyle zina edilmesini istemez. Halanla zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ya Rasulellah ﷺ! Allah beni yoluna feda etsin ki istemem.
– Diğer insanlar da halalarıyla zina edilmesini istemez. Peki teyzenle zina edilmesini ister misin?
– Vallahi hayır Ya Raselellah! Allah beni yoluna feda etsin ki istemem.
– Diğer insanlar da teyzeleriyle zina edilmesini istemez.
Bunun üzerine Allah Rasulü ﷺ elini gencin omzuna koyup, “Allah’ım onun günahlarını bağışla! Kalbini kötülüklerden temizle ve iffetini koru!” diye dua etti. Bu hadiseyi anlatan sahabi şöyle demiştir, “Bundan sonra o genç bir daha böyle bir şeye yönelmedi.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 257).
Kardeşim!
Aldatılan bir kadının birinin ya annesi ya kızı ya kız kardeşi ya halası ya da teyzesi olduğunu unutma! Yakınların için ne istiyorsan bütün kadınlar için de ona talip ol!
Bir gölgede içtiğin soğuk suyun dahi hesabının sorulacağı Mahşer Günü mazeret üreten ağzın mühürlenecek, ellerin ve ayakların konuşacak. Gözlerin harama değmesin, ellerin, ayakların hesabını veremeyeceğin bir vebali yüklenmesin.
Kardeşim!
İffetsizlik altın çağını yaşıyor. Lakin alimler, arifler, mütefekkirler, babalar, anneler sessiz. Eğer sen de hevâna uyar, İslam’a sahip çıkmazsan, belki de 30 yıl sonra bu toprakların İslam beldesi olduğuna sadece okunan ezanlar şehadet edecek. “Bana ne, o açılıyorsa ben bakarım, o gel diyorsa ben giderim.” deme! Unutma ki, aşağıların en aşağısındaki sefiller, düşen bir kadını istismar eden alçaklardır. Sen, sahipsizlikten dolayı kötü yola düşen kadınların evine kızıyla para gönderip, “Size şimdiye kadar sahip çıkamadığımızdan dolayı hakkınızı helal edin.” deyip onların kurtuluşuna vesile olan bir ecdadın ahfadısın.
Kardeşim!
Ekranın, mektebin, kapitalin zehirlediği bir dünyaya şehvetle değil, ibretle bak; bak ki Allah Azze ve Celle de sana iman, irade, iffet, haya, vakar ve şahsiyet abidesi bir eş ihsan etsin, etsin ki, evin İslam karargâhı, hatunun da mazlumların beklediği Fatih’in ya da Ulubatlı Hasan’ın anası olsun!
Kardeşim!
Sana bu mektubu iki tane oğlu olan ve her sokağa çıktığında ülkesinin yarınlarına dair umudunu kaybeden, ardından Allah Azze ve Celle’nin kudretini tefekkür ederek kendine gelen bir mümin baba olarak yazıyorum. Eğer iffet tacirleri seni, bana karşı tahrik eder, “Bu adam yobazdır, bütün derdi, tesettür ve mahremiyettir.” der ve sen de onlara kanarsan, bu satırları Alime, Muhammedime yazılmış bir mektup olarak kabul et ve öyle oku!
Kardeşim!
Şehvet yangını her yeri sarmadan, ayağa kalk ve yarınlarımız adına bir şeyler yap, yap ki, İslam bu topraklarda azınlığın dini olmasın!
Allah’ın selamı üzerine olsun
46 notes · View notes
davetultevhid · 5 years
Text
Allah’u Teala’nın Rızası
‘Rahman ve Rahim olan Allâh’ın adı ile…’
Rabb olarak Allâh’tan razı olmuş muvahhid mü’minlerin yegâne Rabbleri olan Allâh’ı razı etmek için O’nun emrettiği gibi iman edip gereğince salih amel işlemeleri gerekir.
Gerek ferdi, gerek ailevi ve gerekse de toplumsal hayatın düzenlenmesi, Allâh’ın hükümlerine ve önderimiz Rasûlullâh (s.a.v)’ın sünnetine göre gerçekleşmelidir ki, Allâh’ın razı olduğu bir hayat yaşanılabilsin.
Bunun başarılabilmesi içinde öncelikle Allâh’u Teâlâ, tevhid edilmeli ve şirkin tüm türevlerinden kaçınılmalıdır. Allâh’a şirk koşmaya çağıran tağutlardan beri olunmalıdır.
Tağutun kabulü kalplerden, düşüncelerden hayatın her alanından sökülüp atılmadıkça tevhid gerçekleşmez ve iman sıhhat bulamaz. Allâh’u Teâlâ’nın rızası kendisinden başka hüküm koyucu ilah ve rabb tanımamak, yalnızca O’nun hükümlerine rıza gösterip, ona göre amel işlemek ile oluşur.
Allâh’ın veli kulları olan muvahhid mü’minler Allâh’ın rızasına uyar ve O’ndan razı olurlar. Onlar: “Allâh bize yeter, O ne güzel vekildir” (Al-i imran: 173-174) deyip, katıksız iman ederek O’na sığınanlardır.
Rabbimizde kendisini tevhid ederek sığınanları kurtuluş yollarına ulaştırıp onları dosdoğru olan yoluna iletir. Nitekim O, şöyle buyurmaktadır: “Allâh’ın rızasına uyanları bununla (Kur’an’ la) kurtuluş yollarına ulaştırır ve onları, dosdoğru yola yöneltip iletir.” (Maide: 16)
Ve Rabbimizde bu iman edenlerden razı olarak onları içinde ebedi kalacakları mekâna varis kılar. “İman edip salih amellerde bulunanlar ise işte onlarda yaratılmışların en hayırlılarıdır. Rablerinin katında onların ödülleri, içinde ebedi kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan Adn cennetleridir. Allâh, onlardan razı olmuştur, kendileri de O’ndan razı kalmışlardır. İşte bu, Rabbinin içi titreyerek korku duyan kimse içindir.” (Beyyine: 7-8)
Dünya hayatında, âlemlerin rabbi Allâh’u Teâlâ’nın rızasını kazanmanın dosdoğru yolunu apaçık bir şekilde gösteren yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.v)’in beyan buyurduğu gibi inanıp hareket edenler, Allâh’ın razı olduğu kulların safına girmiş olurlar. Nitekim Ebu Hureyre (r.a)’ın rivayetiyle, Rasûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Hiç şüphe yok ki Allâh, sizin için üç şeye razı olur, üç şeyi de size kerih görür. Kendisine ibadet etmenize, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanıza, toptan Allâh’ın ipine sarılıp ayrılığa düşmemenize razı olur.” (Müslim)
Aynı hadisi İmam Malik (r.h.a) “Muvatta” adlı meşhur eserinde de rivayet eder. Ebu Hureyre (r.a)’dan Rasûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Allâh sizden üç hususta razı olur ve üç hususta da size gazab eder. Sizin kendisine ibadet edip O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanıza, toptan Allâh’ın ipine yapışmanıza ve Allâh’ın başınıza geçirdiği kişilere (Ulu’l emre) itaat etmenize razı olur.”
Yine hayat kaynağımız Kur’an-ı Kerim’de Allâh’u Teâlâ, şöyle buyurmaktadır: “Deki: ‘Ben yalnızca sizin gibi bir beşerim. Ancak bana, sizin ilahınızın tek bir ilah olduğu vahy ediliyor. Onun için kim, Rabbine kavuşmayı arzu ederse, salih bir amel işlesin, Rabbine ibadette hiçbir şirk koşmasın!’” (Kehf: 110)
Bu ayet-i celileye baktığımıza Allâh’u Teâlâ’nın razı olacağı üç şeyi görebiliyoruz. O’nu rab olarak kabul edip, ilahlığa O’nun layık olduğunu ve ibadetlerimizi yalnız O’na has kılmamızı bizlerden istiyor.
Beşeriyete ve kendine fayda ve zarar veremeyen nesneleri ilahlaştırmak Allâh’u Teâlâ’ya yapılacak en büyük iftira ve haksızlıktır.
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.v)’in geliş gayesi de Rabbimiz Allâh’ın razı olduğu üç şeyin: ‘Tevhid’, ‘ibadet’ ve ‘teslimiyet’ olduğu apaçık anlaşılmaktadır.
Tehvid, Allâh’a hiçbir şeyi ortak koşmamak olduğu gibi sıfatlarına da hiçbir şeyi ortak koşmamaktır.
Tevhid, âlemlerin rabbi Allâh’ın zatına ve sıfatlarına hiçbir şeyi ortak koşmadan katıksız iman etmektir.
Allâh yegâne Hâlık, yani yaratıcı olduğu gibi, yegâne Hâkim’dir de. İnsan kullarını yaratan Allâh’tır ve O’ndan başka yaratan yoktur. İnsan kullarını yaratan Allâh’u Teâlâ, onlar için hükümler koymuş emir ve nehiyler buyurmuştur.
Hayatı yaratan Allâh, hayatın nasıl tanzim edileceğinin de ilkelerini emir buyurmuştur. Allâh’u Teâlâ, şöyle buyuruyor: “Gerçekten sizin rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allâh’tır. Gündüzü duraksamaksızın kendini kovalayan geceyle örten, Güneş’e Ay’a ve yıldızlara kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun yaratmak da emretmek de O’nundur. Âlemlerin rabbi olan Allâh ne yücedir!” (Araf: 54)
Bu ayeti celile de Allâh’u Teâlâ, yaratma ve emretmeyi bir zikretmiştir. Bu da göstermektedir ki ‘Ancak yaratan emreder.’
Dünyayı yaratan, gece ve gündüzü yaratan, tüm insanlığı yaratan kim ise ancak O, yönetir ve emreder. İnsan kullarının neleri yapıp neleri yapamayacaklarını karar veren yegâne zat; Allâh’u Teâlâ’dır. Helal ve haram, serbest ve yasak belirleyen onlara sınırlar koyan, bu yetki sadece kendine ait olan Rabbimiz Allâh’dır…
İnsanlar, ferdi, ailevi ve sosyal hayatlarını Rabbleri Allâh’ın hükümlerine göre düzenlemek zorundadırlar. Bu bağlamda önlerine çıkan, Allâh’tan başka hüküm koyucuları, helal ve haram belirleyicileri, yap veya yapma serbest veya yasak diyen sahte ilahları, onların azgın hükümlerini asla dinlemezler. Ve de onların teori ve pratiğiyle bütün düzenlerini reddeder.
Yalnızca Allâh’ın hükümlerini kabul edip önderi Rasûlullâh (s.a.v)’ın gösterdiği şekilde bu hükümleri hayatın her alanında uygularlar. İşte tevhid budur. Katıksız iman gereği böyle inanıp amel etmeyi gerektirir, aksi davranışlar tevhide zarar verdiği gibi amallerinde boşa çıkmasına sebep olur. Zira Rabbimizin ayet-i kerimesinde şöyle buyurmaktadır: “Hüküm yalnızca Allâh’ındır. O kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur. Velakin insanların çoğunluğu bunu bilmez.” (Yusuf: 40)
Allâh’u Teâlâ, bu ayet-i kerimede bizlere hükmün ancak kendisine ait olacağını bildiriyor ve zatı dışındakilere itaatin başkalarına kulluk olduğunu gösteriliyor. ‘Din, emir ve nehiydir.’ Kim Allâh’tan başkalarının emri altına giriyorsa onun dinine girmiş olur. Allâh’u Teâlâ, ayet-i celile de ‘dosdoğru olan din işte budur’ diye buyuruyor. Diğer bir ayetinde ise: “Âlemlerin Rabbi Allâh, göklerde de ilahtır, yerde de…” (Zuhruf: 83) buyurmaktadır.
Allâh’u Teâlâ’yı göklerde ilah olarak kabul edip, hüküm sahibi olduğuna inananlar, yeryüzünde Allâh’tan başkalarının hükümlerine inanır, kabul eder, razı olur, onlara karşı çıkıp reddetmez ve hayatı onların hükümlerine göre tanzim ederler ise, apaçık şirk işlemiş olurlar.
Yeryüzünde, Allâh’ın indirdikleriyle hükmetmeyen tağutların hükümlerini kabul etmek ve hayatı onların sistemlerine göre düzenlemek, onları yeryüzünün ilahları olarak görüp benimsemekten başka bir şey değildir.
Bu batıl zihniyet ve küfri inanışta olanlar, Allâh’ı göklerin ilahı(!), tağutları yerin ilahı(!) olarak benimsemekte, böylece yerlerin ve göklerin yegâne ilahı olan Allâh’a şirk koşmaktadırlar.
Allâh’ın mülkünde egemenliğini tağutlara verip, Allâh’ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyip, şirk ve küfür hükümleriyle hükmedenleri yetkili kılıp, vekil yapanlar, egemenliği onlarda görerek hâkimiyette onları Allâh’a ortak kabul etmişler ve de etmektedirler.
Tağutların egemen olduğu ülkelerde Allâh’ın hükümleri yasaklanmış, geçersiz kılınmış hatta teklif edilmesi bile suç sayılmıştır. Hüküm ve hikmet sahibi olan Allâh şöyle buyurmuştur: “Onlar hala cahiliye hükmünü mü arıyorlar. Kesin bilgiye inanan bir topluluk için hükmü, Allâh’tan güzel olan kimdir?” (Maide: 50)
Rabbimizin buyurduğu gibi; Allâh kullarına kâfiyken, yaratan ve emreden, en güzel hüküm koyucu O iken, insanlar nasıl olup da kendileri gibi aciz olanların, azgınca hükümlerini istemişler ve de istemektedirler?
Oysa tevhid inancı, insanları yaratma konusunda Allâh’a ortak koşmayı reddettiği gibi insanlara egemen olmak, onlara emir ve nehyetmek konusunda da Allâh’a ortak koşmayı reddetmeyi gerektirir.
İnsanların Halık’ı (yaratıcısı) Allâh’dır ve O’ndan başka Halık yoktur. İnsanların rabbi, meliki ve ilahı da yalnız ve yalnız Allâh’dır. O’ndan başka kanun koyucu rab, melik ve ilah da yoktur.
Rabbimiz Allâh, yarattığı insan kullarına kendi hükümleriyle hükmetmesini emretmekte ve kendi hükümleriyle hükmetmeyenlerin kâfirler, zalimler ve fasıklar olduğunu beyan buyurmaktadır… (Maide 44-45-47)
Allâh ve Rasulü (s.a.v)’nün hükmüne rıza göstermeyenler, Allâh ve Rasulü’nün hükmüne teslim olmayanlar iman etmemişlerdir. Rabbimiz Allâh şöyle buyurmuştur: “De ki: Allâh ve Rasulüne itaat edin eğer yüz çevirirlerse Allâh, kâfirleri sevmez.” (Al-i İmran: 32)
“Hayır, öyle değil. Rabbine andolsun, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem kılıp sonra senin verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı olmaksızın tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça, iman etmiş olmazlar.” (Nisa: 65)
Abdullah b. Amr b. el-As (r.a)’dan Rasûlullâh (s.a.v) şöyle buyurmuştur: “Sizden herhangi birinin hevası (gönlü) benim getirdiğime tabi olmadıkça iman etmiş olamaz.” (İbn Ebi Asım; İbn Batta)
Rahman ve Rahim olan, âlemlerin rabbi Allâh’ın affetmediği en korkunç suç; tevbe edilmeden ölünürse affedilmeyecek en büyük günah şirk koşmaktır. Bir muvahhid mü’minin şirk koşmadıkça işlediği günahlardan dilediğini affedeceğini buyuran Rabbimiz Allâh, şirk koşarak en büyük günahı işleyenleri affetmeyeceğini şu ayetiyle bildirir: “Doğrusu Allâh, kendisine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bunun dışındakileri, dilediğini bağışlar. Kim Allâh’a ortak koşarsa kesinlikle büyük bir günah işlemiş olur.” (Nisa: 48)
Muvahhid mü’minler yegâne Rabbleri Allâh’a karşı yapılan bu korkunç iftirayı ve tüm iftiraları reddeder. İftira sahipleri müşriklerle ilişkilerini keserler.
Tevhid ehli olan Mü’min Müslümanlar, yaratılış gayelerinin âlemlerin Rabbi Allâh’a şirksiz ibadet etmek olduğunun şuurunda ve idrakinde olarak dostluk ve düşmanlıklarını yine Allâh’ın rızasına göre tanzim ederler.
Tevhid konusunda sağlam, iman konusunda kâmil, amel konusunda salih olan muvahhid mü ’minler, diğer mü’min kardeşlerini Allâh’ın kendilerine kardeşler yaptığına iman etmişlerdir. Nitekim Rabbimiz Allâh şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler. Ancak Mü’minler kardeştir.” (Hucurat: 10) Allâh’u Teâlâ’nın bu ayetine katıksız iman edenler, kardeşliğin kan bağıyla değil, iman bağıyla gerçekleştiğinden herhangi bir şüpheleri yoktur.
Allâh’a itaat edene itaat edilir. Allâh’a isyan eden kimseye ne olursa olsun itaat edilmez. İşgal edilmiş İslam topraklarında egemen olan zalim tağutlar Allâh’ın indirdiği hükümleri yasaklamış ilahlaştırdıkları hevalarından kaynaklanan ve her halleri Allâh’a isyan hükümlerle insanları yönetiyorlar… Her halleri Allâh’a isyan olan tağutlara ve tağuti düzenlere asla itaat edilmemelidir.
“Eğer onlara (müşriklere) itaat ederseniz şüphesiz sizde müşriklerden olursunuz.” (En’ am: 122)
Emirul Mü’minin Ali (r.a)’dan rivayet edildiğine göre Rasulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Allâh’a isyan hakkında kula itaat yoktur. İtaat ancak İslam’a uygun olanadır.” (Buhari)
Ebu said el-Hudri (r.a)’dan Rasulullah (s.a.v) şöyle buyuruyor: “Onlardan (yani başındaki yöneticiler) kim size Allâh’a isyan etmeyi emrederse sakın o kimseye itaat etmeyiniz!” (İbni Mace)
Sonuç olarak yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.v) ’ın beyanlarına dikkat edecek olursak rabbimiz Allâh’ın razı olduğu üç şey’in; ‘tevhid’, ‘ibadet’ ve ‘teslimiyet’ olduğunu apaçık anlaşılmaktadır.
Doğrular Allâh’u Teâlâ’dan, yanlışlar nefsimdendir.
Hamd âlemlerin rabbi olan Allâh’a mahsustur. Salat ve selam O’nun Rasulü’nün, evladının, ezvacının, ashabının ve etbaının üzerine olsun.
2 notes · View notes
horozmehmetemin · 2 years
Text
DÖRT KADINLA EVLILIK İLE İLGİLİ KUR’AN AYETİ VE ÇOK EŞLİLİĞİN İZAHI
Dört kadınla evlilik ile ilgili Kur’an ayeti ve ayetin izahı gösteriliyor ve dört kadınla evliliğin açıklamaları yapılıyor.
DÖRT KADINLA EVLİLİK İLE İLGİLİ KUR’AN AYETİ MEALI ŞÖYLEDİR:
“Eğer yetimlerin haklarını gözetemeyeceğinizden korkarsanız, size helal edilen kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikahlayın ve eğer bu takdirde adaletli davranamayacağınızdan korkarsanız, o zaman bir kadın ile veya sahibi bulunduğunuz cariye ile yetinin. Bu, azmamanız, haksızlık yapmamanız için daha elverişlidir.”
NİSÂ SÜRESİ 3. AYETİ MEALI
ERKEĞE DÖRT KADINLA EVLİ OLMA HAKKI VERİLMESİNİN AÇIKLAMALARI VE NEDENLERİ.
1- Erkek dörtten daha fazla sayıda kadınla aynı anda evli olamaz. Bu konuda erkeğe sınır getirilmiştir.
2- Dört kadınla evlilik farz veya vacip değildir. Yani bir emir değildir.
3- Nikah akdi yapılırken kadın evleneceği erkeğin başka bir kadınla evlenmemesi şartını koşma hakkına sahiptir.
4- Birden fazla kadınla evli olan erkeğin sorumluluğu artar. Kadınların hepsine adilce davranmak kolay değildir. Dört kadınla evli olmak günah değildir ancak kadınlara karşı güç yettiği halde adil olmamak, kadınlara haklarını vermemek haramdır. Birden fazla kadınla evli olan bir erkek sık sık kul hakkına girerek cehenneme gidebilir.
İnsanların en hayırlısı Hazreti Muhammed (Sav) şöyle buyurdu:
“İki karısı olup, birini diğerine tercih ederek, birini bırakıp diğerine büsbütün meyleden kimse kıyamet günü vücudunun düşük bir tarafını çekerek veya bir tarafı felçli olarak mahşere gelir.” Ahmed bin Hanbel
Görüldüğü gibi bir Müslüman erkek için emniyetli yol tek kadınla evli olmaktır.
5- İslam tek bir topluma, tek bir zamana hitap etmez. İslam evrensel bir dindir. Savaş durumlarında ülkelerde kadınların sayısı erkeklerin sayısından çok yüksek olabilmektedir. Kadınların muhafaza edilmesi, tecavüze uğramalarının önlenmesi, geçimlerinin sağlanması ve zinadan kaçınılması için erkeğin birden fazla kadınla evlenmesi bir zaruret haline gelebilir. Zaten tarihte bu gibi durumlarda kadınların ülke yöneticilerinden erkeklerin birden fazla kadınla evlenmesini talep ettikleri görülmüştür.
6- Evlilikteki en önemli gayelerden biri neslin devamının sağlanmasıdır. Kadınların hamilelik dönemi belli bir müddet sonra sona erer. Erkek yaşlandığı zaman çocuk sahibi olmak istediğinde karısı bunu yapamayacağı için erkek gayrimeşru yolları denemeye çalışabilir. Zinanın önüne geçilmesi için erkeklere birden fazla kadınla evli olma konusunda ruhsat verilmiştir.
7- Erkekler altmış, yetmiş yaşlarında bile cinsel olarak tahrik olabilirler. Kadınların ise bir süre sonra cinsel kudreti zayıflar. Bu nedenle bazı erkeklerin zinaya düşme tehlikesi olabilir. Ayrıca kadınlar erkekler kadar kolay tahrik olmadıkları için cinsel ilişkiye erkeklerden daha az ihtiyaç duyarlar. Kadınların adet günleri vardır ve bu zamanlarda karı koca cinsel ilişkiye giremez. Kocanın bu durumda zinaya düşme tehlikesi olabileceği için de erkeğe birden fazla kadınla evli olma hakkı verilmiştir.
8- Kadının kısır, cinsel ilişkiye giremeyecek derecede hasta veya engelli olması sebebiyle kocası karısından boşanmak isteyebilir veya kocası karısını aldatmaya çalışabilir. Ancak erkek bir başka kadın ile de evlenirse diğer karısından boşanmak zorunda kalmaz ve diğer karısı ile de evliliğini sürdürebilir ve o kadının zor durumda kalması da önlenmiş olunur.
9- Birden fazla kadınla evliliğe izin verilmesi bekar olup cinsel ilişkiye giremeyecek kadar hasta, engelli olan veya kısır olan bir kadın için rahmettir çünkü bu durumdaki kadın da evlenebilir ve kocası tarafından himaye edilebilir.
10- Birden fazla kadınla evliliğe itiraz eden Avrupa’da zinaların, fahişelerin sayısının yüksekliği de gösterir ki; İslam’da birden fazla kadınla evliliğe izin verilmesi insan fıtratına uygun bir hükümdür.
“HÂDİS ”İ İZLEYELİM.HZ.AİŞE ANLATIYOR:
- “VE BEN DOKUZ YAŞINDAYKEN HZ.MUHAMMET S.A.V. BENİMLE GERDEĞE GİRDİ.Medine’ye göçmüştük. Haris İbn Hazrec oğullarına konuk olduk. O sırada sıtmaya yakalandım.Saçlarım döküldü. Saçlarım yeniden geldi; bölükler oluştu. Annem Ümmü Ruman bana geldi. Arkadaşlarımla birlikte salıncakta (ya da tahterevallide) sallanıyorduk. Annem beni çağırdı. Yanına gittim. Benden ne istediğini bilmiyordum. Elimi tuttu (Alıp götürdü.). Evin kapısına gelince durdurdu.Soluk soluğa kalmıştım. Sonunda soluğum biraz yatıştı. Annem, sonra biraz su alıp yüzüme, başıma değdirdi. Sonra beni eve soktu. Bir de baktım ki birtakım Medineli kadınlar. Evdeler. Bana şöyle demeye başladılar: “Hayırlı, bereketli olsun. İyi şanslar. Annem beni bu kadınlara teslim etti. Bunlar benim saçımı başımı yıkadılar, beni güzel bir biçimde hazırladılar. Peygamber’le birden karşılaşmaktan başka hiçbir şey beni korkutmamıştı. Kadınlar, beni peygambere teslim ettiler. Ve ben o sıralar 9 yaşındaydım.” (Bkz. aynı hadis
Tumblr media Tumblr media
0 notes
Note
Şu dönemin insanlarının yıkması gereken tabuları nelerdir sence?
Burada oturup saysak söylenebilecek o kadar seçenek var ki... Üstelik bütün bu seçeneklerin gerçek olması ümidinin ütopik bir insanlık temeline dayanması da cabası. En azından uzun yüz yıllar boyunca ulaşılamayacak olan bir haldir. Fakat bir seçenek var ki günümüzde özellikle ülkemiz için en büyük sorunu yaratmakta. Cinsellik tabusu. Öncelikle söyleyeyim, bu konuya bu cümleleri sarfettiğim için bile kendimden utanıyorum çünkü ciddi anlamda üzerinde durulabilecek en gereksiz konu ama okuyacak bir kaç insan vardır diye yazıyorum.Klasik bir girişi dallandırıp budaklandırarak sunacağım ki laflar havada kalmasın. Bu hala bütün dünyada geçerli olsa da en ağır ve baskın halde hissedilen kısmı bizim gibi ülkelerde varlığını sürdürmekte. Bizim ülkemiz cinselliği öyle bir tabu haline getiriyor ki, bilinç altına nakış nakış işliyor ama onu asla yaşamamak, onu yaşamanın kötü olduğuna sahip olduğu inanç ile kendi kendini boka batırdığının farkında değil. Kızlarımız ayrı, erkeklerimiz ayrı bir tabuda. Kadının tabusu karşı cinsin güvenilmezliği ve eril sistemin getirisiyle oturmuş. Erkeğinki ise kıymete bindirdiği cinsellik ve bunu yaşaması için ihtiyaç duyduğu karşı cinsi yerin dibine vurması sonucu kendi bacağına sıkması ile oluşmuş bir tabu. Şimdi erkek cinsinden başlayarak ele alalım çünkü sorunun temeli buradan geliyor.Cinsellik, yaşanmadığı zaman kıymete binen bir şeydir. Özellikle küçüklükten beri yapma günah denilen her şeyin, insanın özünde bulundurduğu yasak olana yönelme arzusundan mütevellittir ki daha ergenliğin girişlerinde gerek çevre, gerekse dini baskı ile cinsellik zaten gözde büyütüldükçe büyütülür. İşin ironik yanı şu. Cinsellik büyütüldüğü süreçte, kadın gözden düşürülür. Erkek daima evrimin ve doğa kanunlarının temelinde bulunduğu ortamdaki dominant varlık olma arzusuna sahiptir. Kadın, kendisinin soyunu en iyi şekilde devam ettireceği en uygun eşi seçme eğiliminde olduğu için erkek ne kadar güçlü ise, o kadar çekiciydi bir kadın için. Fakat zaman içerisinde bir erkek çekici olduğu takdirde kendisi için kendini diğer erkeklerden üstün gösterecek özellikler bulmak için yol aradı. Dominantsan bunu herkes kabul etmeli, gibi gibi. Peki ne oldu? Erkek, kendisini isteyen kadınlarla birlikteliğini ifşa ederek diğer erkeklere "bakın, beni istiyorlar, demek ki ben güçlüyüm, çünkü kadınlar güçlü erkeği ister" mesajı vermeye odaklandı. Olayın patlak verdiği nokta burasıyken kar topu gibi bir de yığılma oldu. Erkekler, kendilerinden başkasını tercih eden bir kadın varsa, bunu gururlarına yediremeyerek kadını suçladılar. Oysa kadının tek yaptığı iç güdülerine uymak ve istediği insanla birlikte olmaktı. Bu kar topu yığılması nesiller aldı ve kültürler oturdu. Erkekler daima elde eden, kadınlar elde edilen olarak görüldü. Fakat acı yanı, kar topunda olduğu gibi bu büyüdü, büyüdü... Erkekler bir kadınla birlikte olmanın yolunun kadın tarafından da seçilmek olduğunu ve bunun önce güçlü bir birey olmaktan geçtiğini kabul etmek istemedi. Kendisinden daha güçlü erkeklerin olacağını kabullenemeyerek bütün varlığını yalanlar üzerine kurulu bir şekilde, karşı cinsi elde etmek üzerine kurdu. Sonuçta cinsellik artık, güçlü ve karakterli bir birey olarak sürdürülen hayatın artısı olmak yerine, hayatın kendisi oldu. Bu bağlamda geldiğimiz nokta o kadar iğrenç ki, erkeklerimiz artık bir kadını elde etmek için şekilden şekile girip yalanlar uyduruyor, dil döküyor, bocalıyor. Kadın da salak değil tabii. Binlerce yılın genetik hafızası zaten erkeğin aptallığını ve yapmaya çalıştığı şeyi çoğu zaman çözüyor. Erkek ise hayatını adadığı bu yanlış yolda kendisine kapılar kapanınca yine gururuna yediremiyor, kızdan da karşılık alamayınca etiket takıyor. Haliyle ele yüze bulaşmış bir eziklik, yapılan daha fazla hırs ve gözde büyütülmüş cinsellik temelli iyi hissetme amacı erkeği argo tabiriyle adeta düz duvara tırmandırıyor. Daha sonra ise olanlar daha ironik, oysa tarihin başında olduğu gibi erkek günümüz kriterlerine sahip olan bir birey olarak kendini geliştirse, aynı az önce söylediğim gibi kaliteli bir hayat ve karaktere sahip olduğu için diğer erkekleri eleyip kadın tarafından seçilen rolüne bürünecek. Fakat yapmıyor. Yapamıyor. Bu yüzden de cinsellik erkek kısmında inanılmaz bir şekilde gözde büyüyor ve elde edilemez hale geldiği için cinsellik adı altında kadın da tabulaşıyor. Kadınlara da geçmeden önce son olarak iki cinsi de birbirine bağlayan ara bağlantı cümlelerini de işleyeceğimi söyleyeyim.Kadına gelirsek;Kadının aslında tabulaştırdığı bir durum yok, kadın sadece öyleymiş gibi davranmak zorunda bırakılıyor. Kadın her şeyin farkında ama erkeği değiştiremediği için oyuna ayak uyduruyor. Erkekler kendi aralarında it dalaşı yaparken kimi zaman bazı kadın tarafından seçilebilir düzeyde erkekler (tabuyu yıkmayıp saklamiş ve ego tatmini için kenarıda tutanlar) sorunlar çıkarıyorlar. Örneğin bir kadın kendilerini seçtiğinde bu durumu çevresine hemen "bak görüyorsun, ben yaptım, ben elde ettim, ben yapıyorum" diye lanse ediyor. İronik olan durum da burada. Erkekler, seçilebilir düzeyde olup birazcık sıyrılanlar, bu durumu hemen yayma hevesine düşüyor. Hemen ardından seçilemeyenler ise, kadına olan öfkelerinden kadına etiket takıyor, erkeği de helal olsunlarla poh pohluyorlar. Sonuç ne oluyor? Bunu gören kadın içine kapanıyor. Kadın da cinselliği tabulaştırmak zorunda bırakılıyor çünkü yapmazsa etiket edileceğini biliyor. Bu şekilde hem kadının seçiciliği artıyor, hem de erkeğin seçilebilirliği her geçen gün azalirken arada artan büyük uçurum cinsel yaklaşımı tamamen engelliyor. Başında da söylediğim gibi, erkekler yüz yıllardır kurşunu kendi bacaklarına sıkıyor. Kadın da bu hale gelmenin etkisiyle yine oyuna devam ediyor. Bir erkekle birlikte olma kriterine sevgi ekleniyor. Güven ekleniyor. Var olan ve beklenen güven kat be kat artıyor. Erkek ise bunu sağlamak için cinselliğe çiçekli böcekli bir masa örtüsü sererek aşk ve sevgi adı altında cinselliği pazarlıyor. Kadın da bu durumun farkında ama inanmak için kendine bir yol ararken iki cinste yazılı olmayan bir anlaşma ile temelde cinsellik için birbirini kullanıyor. Fakat paravan görevi gören aşk ve sevgi işin içine girdiğinden beri işin içine olur olmadık karışıklıklar giriyor.Dürüst olamıyoruz. Aşkın, sevginin ve cinselliğin kesin sınırlarını ayırmamız gerekirken, cinsellik uğruna aşk ve sevgiyi ağıza sakız ediyoruz. Bu kesin sınırları koyan dürüst insanlara ise, '*rospu, ka*ar, yav*ak' gibi etiketler takıyoruz. Oysa ki yine kendi bacağımıza sıkıyoruz. Bütün etrafımızdaki bu olaylar bu tabudan dönüyor. Erkekler, bir kadının kendileriyle sevmeden birlikte olabileceklerini kabullenemiyorlar. Halbu ki istedikleri bu olmasına rağmen, kendileri için meşru gördüklerini kadınlar için gayri meşru gösteriyorlar. İki cinsin birbirini sevmeden de, sadece birbirini istediği için cinsellik yaşayabileceğini kabul edemiyoruz. Tinder'in ciddi ilişki arayan insanlar tarafından kullanıldığı tek ülkeyiz. Başında da dediğim gibi, hala bütün dünyada var olsa da en şiddetli hali bizim kültürümüzde var. Amerikalısı, ingilizi, hollandalısı, fransızı, biriyle sevişmek istediği zaman uygun gördüğü insana sağ tık yapıp geçiyor. Olay bu kadar basit. Evlenmek gibi ciddi duyguların döndüğü durumlarda ise sınırlar daha ilişkinin başında çözülüyor. Aşkın ve cinselliğin çizgisini çekmeyip, üstüne çekebilecek kadar cesur olana etiket takıp, bir de ikisini birbirine kattığımız sürece, bu ülke başta olmak üzere insan ilişkilerimizin hiç birinin özünde iyi gitmesi çok zor. Bu tabular yıkılıp insanlar birbirlerine karşı dürüst olduğu takdirde, bir kaç adım atmaya başlayabiliriz.
11 notes · View notes
gunchezi · 3 years
Text
17) Bakara(2)/29. O, yeryüzünde olanların hepsini sizin için yaratan, sonra göğe yönelip onları yedi gök halinde düzenleyendir. O, her şeyi hakkıyla bilendir.
İsra(17)/44. Yedi gök, yer ve bunların içinde bulunanlar Allah’ı tespih ederler. Her şey O’nu hamd ile tespih eder.
Fussilet(41)/12. Böylece onları, iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı ve her göğe kendi işini bildirdi.
Bazıları bu ayette atmosferin 7 kat olduğundan bahsedilir der. Halbuki atmosfer 5 ana katmandan oluşur: Troposfer, Stratosfer, Mezosfer(şemosfer), Termosfer, Ekzosfer. Ayrıca tüm farklı gök tabakalarını ayıracak olursak; 11 tabakadan oluşur: Troposfer, Tropopoz, Stratosfer, Stratopoz, Mezosfer, Mezopoz, Termosfer, İyonosfer, Homosfer, Heterosfer, Ekzosfer.
18) İsra(17)/33. Haklı bir sebep olmadıkça, Allah’ın, öldürülmesini haram kıldığı cana kıymayın. Kim haksız yere öldürülürse, biz onun velisine yetki vermişizdir. Ancak o da öldürmede meşru ölçüleri aşmasın.
Burada sanki Kuran’ın haksızlıkta, kan davasına alt yapı hazırladığı görünüyor. Ama sonraki çıkmazın nasıl halledilebileceği hakkında hiçbir bilgi yok.
19) Rahman(55)/19,20. (Suları acı ve tatlı olan) iki denizi salıvermiştir; birbirine kavuşuyorlar.
(Fakat) aralarında bir engel vardır, birbirine geçip karışmıyorlar.
Furkan(25)/53. O, birinin suyu lezzetli ve tatlı, diğerininki tuzlu ve acı olan iki denizi salıverip aralarına da görünmez bir perde ve karışmalarını önleyici bir engel koyandır.
İlginç… Bilime ve normal gözlemlere göre bu tip tüm denizler seyrelerek karışmaktadır. Yani aralarında bir engel varmış gibi karışmamaları kesinlikle yanlıştır.
20) Nisa(4)/156,157. Bir de inkarlarından ve Meryem’e büyük bir iftira atmalarından ve “Biz Allah’ın peygamberi Meryemoğlu İsa Mesih’i öldürdük” demelerinden dolayı kalplerini mühürledik. Oysa onu öldürmediler ve asmadılar.
Yahudiler “Allah’ın elçisi Meryemoğlu İsa Mesih” asla demez… Yanlışlıkla yazılmış galiba.
21) Nahl(16)/36. Andolsun biz, her ümmete, “Allah’a kulluk edin, tâğûttan kaçının” diye peygamber gönderdik.
Her ümmete (veya kavme) peygamber gönderildiği yazılı bu ayette, Kızılderililer unutulmuş olmalı. Kendilerine has farklı inançlara sahip ırk, Amerika Kıtası’nın keşfiyle bulunduklarında ne İslamiyet’i ne Hıristiyanlığı ne de benzer bir inancı duymuşlardı.
22) Tevbe(9)/5. Haram aylar çıkınca bu Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde öldürün, onları yakalayıp hapsedin ve her gözetleme yerine oturup onları gözetleyin. Eğer tövbe ederler, namazı kılıp zekâtı da verirlerse, kendilerini serbest bırakın.
Tevbe(9)/29. Kendilerine kitap verilenlerden Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyen, Allah’ın ve Resûlünün haram kıldığını haram saymayan ve hak din İslam’ı din edinmeyen kimselerle, küçülerek (boyun eğerek) kendi elleriyle cizyeyi verinceye kadar savaşın.
Bakara/256′ya göre ise dinde zorlama yoktur (birçok Kuran çelişkisinden sadece biri)… Fakat bu ayetlerden basitçe anlaşıldığı üzere, farklı dine mensup olanları Muhammet gerekirse öldürtüyor veya zorla müslüman yapmaya çalışıyor; yapamazsa da hapsediyor. Ayrıca müslüman olmayanları, günümüzde hoşgörü dini diye bahsedilen İslamiyet’e karşı boyun eğdirmeye çalışıyor. Ve direkt yazılana göre haramları sadece Allah değil; Muhammet de belirliyor…
23) Araf(7)/179. Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik…
Hac(22)/46. Yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, düşünecek kalpleri, işitecek kulakları olsun?…
Bilimsel olarak düşünme ve anlama organı kalp değil; beyindir. Fakat Orta Çağ’da kalbin bir görevinin de düşünme olduğu sanılırdı. Bu ayetlerde de diğer organlarla beraber ele alınan kalbin, mecazen (duygusallık yönünden) değil direkt organ olarak ele alındığı görülüyor. Zaten ayetlerde duygusallık da işlenmemiştir.
24) Nebe(78)/31,32,33,34. Şüphesiz Allah’a karşı gelmekten sakınanlara bir kurtuluş, bahçeler, üzümler, kendileriyle bir yaşta, göğüsleri çıkmış genç kızlar ve dolu dolu kadehler vardır.
Bu ayetlerin Diyanet Vakfı çevirisi ise şöyledir: “Şüphesiz takvâ sahipleri için de başarı ödülü vardır. Bahçeler, bağlar, göğüsleri tomurcuk gibi kabarmış yaşıt kızlar ve içki dolu kâse(ler).” Belki de bazılarına göre ayıp bulunabilebilecek bu ifadelerde, karşı gelmekten sakınanlara birtakım nimetlerle birlikte özellikle göğüslerine değinilmiş genç kızların bahşedileceği belirtilmiş. Yorumsuz.
25) Nisa(4)/34. Erkekler, kadınların koruyup kollayıcılarıdırlar. Çünkü Allah insanların kimini kiminden üstün kılmıştır. Bir de erkekler kendi mallarından harcamakta (ve ailenin geçimini sağlamakta)dırlar. İyi kadınlar, itaatkârdırlar. Allah’ın (kendilerini) koruması sayesinde onlar da “gayb”ı korurlar. (Evlilik yükümlülüklerini reddederek) başkaldırdıklarını gördüğünüz kadınlara öğüt verin, onları yataklarında yalnız bırakın. (Bunlar fayda vermez de mecbur kalırsanız) onları (hafifçe) dövün.
Bu ayette erkekler kadınlardan bazı yönlerden üstün olduğundan kadının erkek sözü dinlemesi ve itaat etmesi gerektiği belirtilmiş. Ayrıca son cümlede başkaldıran, itaatkâr olmayan kadını dövmeye de değinilmiş. Parantez içlerinin Diyanet yorumlaması olduğunu biliyoruz. Fakat parantezlerle birlikte bile bu ayet, modern hukuka aykırıdır; gelişmiş ülkelerde bu tür ifadeler ve uygulamalar, bireysel özgürlüğe ve kadın erkek eşitliğine ters düştüğünden suç teşkil eder.
26) Maide(5)/38,39. Yaptıklarına bir karşılık ve Allah’tan caydırıcı bir müeyyide olmak üzere hırsız erkek ile hırsız kadının ellerini kesin. Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Her kim de işlediği zulmünün arkasından tövbe edip durumunu düzeltirse kuşkusuz, Allah onun tövbesini kabul eder. şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.
Nur(24)/2. Zina eden kadın ve zina eden erkekten her birine yüzer değnek vurun. Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dini(nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Mü’minlerden bir topluluk da onların cezalandırılmasına şahit olsun.
Tövbe edilmezse, tekrar edilirse (kişi durumunu düzeltmezse) anlaşıldığı üzere el kesin kesilecek. Diğer suredeki ayette ise zina için direkt darp uygulamasından bahsedilmiş. Bu uygulamalarla anlaşılıyor ki ağır fiziksel şiddet gerektiğinde önerilen bir ceza tarzı. Fakat bu tarz uygulamalar, modern toplumlarda uygulanmıyor ve zaten insani de bulunmuyor; hele ki böyle sebeplerle sanırım asla da bulunamaz.
27) İnfitar(82)/2. Yıldızlar saçıldığı zaman,
Bu ayet eski Diyanet İşleri mealinde ise böyle: “Yıldızlar dağılıp döküldüğü zaman,”. Pek çok başka çeviri (örn: Elmalılı Hamdi Yazır, Diyanet Vakfı, vb. çevirileri) de buna benzer şekilde. Bu eski çeviri bilimsel olarak imkansız olduğundan Diyanet’in üstteki yeni çeviriyi yaptığı, akla gelmiyor değil. Çünkü devasa yıldızlar Dünya’ya (yere) dökülemez. Zaten evrende dökülebilecekleri bir başka yer de olamaz.
28) Tevbe(9)/30. Yahudiler, “Üzeyr Allah’ın oğludur” dediler. Hırıstiyanlar ise, “İsa Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu onların ağızlarıyla söyledikleri (gerçeği yansıtmayan) sözleridir. Onların bu sözleri daha önce inkar etmiş kimselerin söylediklerine benziyor. Allah onları kahretsin. Nasıl da haktan çevriliyorlar!
Şura(42)/10. Hakkında ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyin hükmü Allah’a aittir. İşte bu, Rabbim Allah’tır. Yalnız O’na tevekkül ettim ve ancak O’na yöneliyorum.
Fatiha(1)/5. (Allahım!) Yalnız sana ibadet ederiz ve yalnız senden yardım dileriz.
Direkt tanrının kendi ağzından olduğunu bildiğimiz Kuran’nın yukarıdaki ayetlerinin bir tanrı tarafından söylenemeyeceği göze çarpıyor. Ayrıca “de ki” sözü başka birçok ayette hazır yazılı olduğu halde, Hud/2 ayetinin orijinalinde ise bu sözün yazımı bulunmadığından (Diyanet kendi ek düzenlemesiyle parantez içine sonradan yazmıştır) o ayetin de direkt tanrı tarafından söylenemeyeceği anlaşılabiliyor.
29) Bakara(2)/117. O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmetti mi ona sadece “ol” der, o da hemen oluverir.
Kaf(50)/38. Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasında bulunanları altı günde (altı evrede) yarattık. Bize bir yorgunluk da dokunmadı.
Bilimsel olarak göklerin ve gezegenlerin (dünya dahil), bütünü veya herhangi bir bölümü hemen oluvermemiştir. Çünkü günümüzde başka yıldız sistemlerinin oluşum aşaması bizzat gözlemlenmiştir. Yıldız ve gezegenlerin evrimi (oluşumu), anlık oluveren bölümlerle (evrelerle) veya altı günde değil; uzun yıllarda (milyonlarca yılda) yavaşça gerçekleşir. Ayrıca çeşitli tarihi yazıtlarda belirtildiği gibi İslamiyet’ten önce de evrenin 6 günde yaratıldığına inanılırdı. 6 evre ifadesi ise bilim ilerledikçe parantezle yorum olarak sonradan düşünülmüştür.
30) Fussilet(41)/10. O, dört gün içinde (dört evrede), yeryüzünde yükselen sabit dağlar yarattı, orada bolluk ve bereket meydana getirdi ve …
Neml(27)/88. Dağları görürsün, onları hareketsiz sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi gibi hareket ederler …
Çeliştiği söylenebilecek iki ifade daha; dağlar sabit mi yoksa hareketli mi yaratıldı? Ve dağlar, yukarıdaki ayette söylendiği gibi bir kereye mahsus, dört gün veya dört evre içinde oluşmuş değillerdir; çünkü her zaman diliminde oluşmaya ve değişmeye sürekli devam etmektedirler.
31) Ahzab(33)/50. Ey Peygamber! Biz sana mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verdiklerinden elinin altında bulunan kadınları; seninle beraber hicret eden, amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını sana helal kıldık. Ayrıca, diğer mü’minlere değil de, sana has olmak üzere, mehirsiz olarak kendini Peygamber’e bağışlayan, Peygamber’in de kendisini nikahlamak istediği herhangi bir mü’min kadını da (sana helal kıldık.) Mü’minlere eşleri ve sahip oldukları cariyeleri hakkında farz kıldığımız şeyleri elbette bilmekteyiz. Bütün bunlar, sana herhangi bir zorluk olmaması içindir. Allah çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.
Hicret’te yalnız Hz. Muhammet’e tanınmış çok tuhaf bir helallikten ve uç bir nikah anlayışından bahsedilmiş. Yorumsuz.
32) Müminun(23)/5,6. Onlar ki, ırzlarını korurlar.
Ancak eşleri ve ellerinin altında bulunan cariyeleri bunun dışındadır. Onlarla ilişkilerinden dolayı kınanmazlar.
Bu surede genelde müminlerin özelliklerinden bahsedilmektedir. Bu ayetlerde de müminlerin sadece eşleriyle değil, cariyelerle ilişkilerinde de ırzlarının korunduğu ve kınanmayacakları belirtiliyor.
Ek Bilgi: Eskiden putlara veya gök cisimlerine tapanlar, bunlara namaza benzer veya farklı şekillerde secde ederlerdi. Ve put inancına sahip olanlar put tapınaklarını tavaf ederlerdi. (Örneğin; günümüzde de Budist tapınakları hala aynen 7 kez tavaf edilmektedir).
Putlar tanrıya ulaşmada birer aracıydı ve gerektiğinde önünde secde edilen nesnelerdi. Günümüzde ise namazda secde için yönelinen şey bildiğimiz üzere Kabe’dir. Eskiden Kabe’de bulunan putlar sonradan kaldırılmış ve onların yerine yönelinecek şey, günümüzde artık putlardan arındırılmış bir Kabe olmuştur. Fakat putlar kadırılmış olduğu halde tavaf da hala edilmektedir. Yani dinde Arapların eski gelenek ve ibadetlerinin sürdüğü görülebilmektedir.
Bu arada tarihi kayıtlardan edinilen bilgilere göre tavaf, İslamiyet’ten önce de Kabe’de bulunan putlar için edilirdi. Bu kayıtlara göre o zamanlar Kabe’de bulunan tanrı aracısı putlardan biri de Ay Tanrısı putuydu. Adı Mısır’da “Sin” (Ya-Sin ismi veya suresinin bu ada seslenme olduğunu düşünenler vardır), sıfatı ise nurlu (aydınlatan) kader tanrısı olan bu Ay Tanrısı putu baş tanrıyı temsil ediyordu. Bu Ay Tanrısı’nın, sembolü ise hilal Ay’dı; merak edenler British Müzesi’nde bulunan Ay Tanrısı’nı tasvir eden: bu tarihi kalıntıya bakabilir.
Bir anlatıya göre ise bu putun Araplardaki adı El-ilah’mış (Elilah-Alilah kimdir: 1, 2). Bu sava göre Hz. Muhammet ile, Ay Tanrısı’na inanma şekli önceki tek tanrılı dinlere benzemiş. Fakat dini ibadetler (uygulamalar) ve Ay sembolü hilal ise aynı kalmıştır… Bu arada İslamiyet’ten önceki tek tanrılı Hıristiyanlık ve Musevilik dinlerinde namaz(secde)’a benzer hareketler veya tavafa rastlanmaz; fakat putlara inananlarda veya Güneş, Ay, vb. gök cisimlerini putlar gibi aracı sembol edinmiş inançlarda rastlanır.
Bazılarına ilginç gelebilecek diğer bir ek bilgi de Arapların çoğunun sahih hadis olarak kabul ettiği Arap kaynaklarında; Hz. Muhammet’in 50′li yaşlarda ergenlik çağına girmiş 9 yaşındaki eşi Hz. Ayşe’yle ilişkiye girdiğinin, hayatında da Ahzab/37 ayetinde de belirtildiği gibi evlatlığı Zeyd Bin Hârise’nin eski eşi Zeynep ile de evlendiğinin ve de ayrıca o dönemde cariyelerle ilişkiye girmenin günah olmadığının belirtilmiş olmasıdır.
Buradaki konudan farklı bir bilgi de verecek olursak; Hristiyanlığın da değişmeyeceği ve kıyamete kadar baki kalacağı kutsal metinlerinde defalarca geçmektedir. Zaten bu sebeple, onların inancına göre Hz. İsa tüm peygamberlerden sonra özel ve son olarak dünyaya gelmiştir. (Esinlenme 22:18, Matta 5:18, Matta 24:35, vs.)
-Benim eklentilerim: Zaten bu uzun yazıda her şey tam anlamıyla anlatılmasa bile çoğu yazılı. Bu yazıları kendim yazmadım. Güvenilir birkaç siteden doğruluğunu araştırıp, yazım yanlışlarını düzeltmeye çalışarak birleştirdim. Ki islam "Hoşgörü/hak" dinidir diyen insanlar olursa emin olun kendi kitaplarını okumamıştır. Çünkü islam ekmek çalan çocuğun bile elinin kesilmesini, kadının dövülmesini ve daha nicelerini emreden bir din. Ateist değilim ve allah'ın varlığını reddetmiyorum. Bana göre ve inandığım dine göre allah'tan başka Tanrılar var, ve Allah aslında kötü olan Tanrı. Buna konuya çok girmeyeceğim, kimsenin dini beni ilgilendirmez benim dinimde aynı şekilde kimseyi. Yine de linçleyecek bir sürü cahil olacaktır. Eğer size hakaret eden islam doğru diyen bir müslüman olursa bu yazıyı atarsınız, gerçi muhtemelen okumadan "Bu yüzden islamdan çıktıysanız yazık kafanıza" der. Neyse, sevgilerle
1 note · View note
musstuffsworld · 5 years
Text
Tumblr media Tumblr media
TAĞUTA MUHAKEME OLMANIN HÜKMÜ VE ŞÜPHELERİN GİDERİLMESİ
MUKADDİME
TAĞUTA MUHAKEME MESELESİNİN DİNİN ASLINDAN OLMASI NE ANLAMA GELİR?
“TAĞUTA MUHAKEME” NE DEMEKTİR?
TAĞUTA MUHAKEMENİN KÜFÜR OLMA SEBEBİ
TAĞUTA MUHAKEMENİN KÜFÜR OLDUĞU ALİMLERİN İCMASIYLA SABİTTİR
TAĞUTA MUHAKEME OLMANIN HÜKMÜYLE ALAKALI GELEN BAZI HABER VE ESERLER
TAĞUTA MUHAKEME OLMANIN HÜKMÜYLE ALAKALI ŞÜPHELERİN GİDERİLMESİ
1. Şüphe: İslama aykırı olmayan idari kanunlara muhakeme olmanın küfür olmadığını veyahut da bu fiili işleyenlerin tekfirinde tafsilat ve kapalılık olduğunu, bu meselenin açık olmadığını iddia edenlerin görüşü
2. Şüphe: Dar’ul Harp’te yani İslam Mahkemesi bulunmayan bir yerde tağuta muhakeme olunabileceği iddiası (Çift mahkeme şüphesi)
Musa (as)’a atılan Tağuta Muhakeme iftirasının reddi
Yusuf (as)’a atılan Tağuta Muhakeme iftirasının reddi
İman eden sihirbazlara ve de İbrahim (as)'a atılan tağuta muhakeme iftirasının reddi
بسم الله الرحمن الرحيم
الحمد لله رب العالمين
والصلاة والسلام على محمد، وعلى آله وصحبه أجمعين.
MUKADDİME
Bu risalede gayemiz Allahın izniyle tağuta muhakeme olma fiilinin bizzat dinin aslı olan "la ilahe illallah" şehadetiyle çeliştiğine dair delilleri ortaya koymak ve konuyla alakalı ortaya atılan şüpheleri Allahın izni ve yardımıyla gidermeye çalışmaktır. Zira günümüzde tağuta muhakemenin dinin aslını bozan bir fiil mi olduğu yoksa sıradan bir günah ve de hakkında çeşitli ihtilaf ve kapalılıklar bulunan, dinin furusuyla alakalı bir mesele mi olduğu noktasında birçok muhtelif görüş ve şüphe etrafta gezmektedir. Bu risalenin gayesi tağuta muhakeme meselesinin bir kısmının da olsa tevhidin aslına girmediğini iddia eden bütün görüş sahiplerini reddetmektir. Şimdi bu muhalif görüşleri kısaca özetleyeceğiz. Ancak bundan önce şu hususun altını çizmek gerekir ki tağuta muhakeme konusunda aşağıda zikredeceğimiz batıl görüşlerin sahipleri görüşleri kale alınmayacak olan muasır bir takım cahillerdir. Hiçbir muteber alimden bu görüşler nakledilemez. Bizim burada bu görüşleri tafsilatlı olarak zikretmemizin sebebi bunları ciddiye aldığımızdan dolayı değil batılın batıllığının iyice açığa çıkması içindir. Çünkü birçok kişi meseleleri ancak tafsilatına inildiği zaman fıkh edebilmektedir ve bu tip batıl usullerin kendilerinin de kabul etmiş olduğu genel kaidelere muhalif olduğunu idrak edememektedirler. Biz de bu tip kimselerin hidayetine vesile olabilmek ümidiyle bu batıl görüşleri zikredeceğiz ve bu görüşlerin hepsinin tağuta muhakeme’nin dinin aslını bozacağı şeklindeki genel kaideye muhalif olduğunu açığa çıkartacağız inşaallah;
- Bazı kimselerin iddiasına göre tağuta muhakeme dinden çıkartan bir küfür olmayıp sadece haramdır! Hatta tağuta muhakeme küfürdür diyenler Ehli sünnetten uzaklaşarak Haricilerin görüşüne yaklaşmıştır!
- Bazılarına göre ise tağuta muhakeme bir kısım alimler nezdinde küfür iken alimlerin bir kısmına göre haramdır! Kısacası bu kimseler tağutun hükmüne başvurmanın küfür oluşunun alimler arasında ihtilaflı olduğunu iddia etmektedir. Bunlara göre helal sayarak ve tağutun hükmünü üstün tutarak tağuta muhakeme olan kişi, icma ile kafir olurken helal saymadan ve de kalben benimsemeden şirk ahkamını hakem tayin eden kişilerin küfründe icma yoktur, bilakis bu konu alimler arasında ihtilaflıdır!
Tağuta muhakemenin küfür olduğunu kabul edenler de aralarında çeşitli fırkalara ayrılmıştır:
- Bunlardan bazıları tağutun İslama doğrudan zıd olan hükümlerine muhakeme olmanın küfür olduğunu, içeriği açısından İslama muhalif olmayan idari kanunlara muhakeme olmanın küfür olmayacağını ileri sürmektedirler. Yine bu görüşün devamı olarak, idari kanunların sahasına giren meselelerde mahkemeye çıkartılan bir müslüman bu kanunlar çerçevesinde savunma ve ifade verebilir, aynı şekilde bu durumda olan bir kişinin mahkemeyi reddetmesi gerekmez. Misal verecek olursak bu kimselere göre boşanma, miras gibi hakkında şeriatın açık hükmü olan meselelerde veya doğrudan haramı helal helali haram kılma niteliğinde olan kanunlara başvurarak şeriatın zıddı olan hükümleri taleb edenler kafir olurken, sadece hakkını almak için görünüşte şeriata aykırı olmayan hükümleri kafirlerden taleb etmekte bir sakınca yoktur. Bu kimseler bazen de şunu iddia ederler: İnancını yaşayıp tebliğ ettiği için mahkemeye sevkedilen bir müslüman, mevcut mahkeme prosedürü çerçevesinde kafirlerden kendisini serbest bırakmalarını isteyebilir ve yapılan yargılamayı reddetmesi gerekmez. Zira müslümanın akidesini yaşayıp buna davet etmesi İslam’ın da tanıdığı bir hak hatta emrettiği bir husustur, kafirlerin kanunlarında bunun serbest olduğuna atıf yapan hükümler varsa bunların uygulanmasını talep etmekte bir sakınca olmaz, çünkü bu kanunların içeriği İslama aykırı değildir!
- Diğer bazı kimseler ise tağutun her türlü hükmüne müracaatın küfür olduğunu kabul ettikleri halde bilhassa muhtevası İslama aykırı olmayan meselelerde tağuta muhakeme olmanın küfür oluşunda bir kapalılık olduğunu ve çoğu insanın bunu çözemeyeceğini söyleyerek bu hususta cehaleti özür görmektedirler. Bu bahsettiğimiz çevreler tağuta muhakeme ile alakalı Nisa: 60 ayetinin Medine İslam devletinde İslam mahkemesi var olduğu halde Rasulun hükmünden yüz çevirerek kendi istekleriyle tağuta başvuran kimseler hakkında nazil olduğunu, İslam mahkemesi olmayan küfür diyarlarında hakkında dinin açık hükmü olmayan konularda hakkını almak için tağuta başvuran kimseler için ayetin delaletinin zanni olduğunu ileri sürmektedir. Bunlar ayrıca iki müslüman arasındaki ihtilafta tağuta başvurmanın kesinlikle küfür olduğunu, ancak kafirle müslüman arasındaki ihtilafta tağuti mahkemeye müracaat etmenin küfür oluşunda kapalılık bulunduğunu iddia ederler. Bu iddiada bulunan çevrelerden bir kısmı yukarda bahsettiğimiz gibi, günümüzde bu zikredilen çerçevede tağuta başvuran kimselerin tekfir edilmeyeceğini savunurken, bazıları da bu kimselerin hüccet ikamesinden sonra tekfir edileceğini söylemektedir. Bunlar, bilhassa da idari kanunlar adını verebileceğimiz, kaynak itibariyle Allahtan başkasına teşri yetkisi vererek ihdas edildiği halde, muhteva itibariyle İslama aykırılık içermeyen kanunlara muhakeme olmanın küfür olmadığı veyahut da küfür dahi olsa bunun zahir (açık) meselelerden değil de kapalı (hafi) meselelerden olduğunu ve dolayısıyla bu kimselerin ancak hüccet ikamesinden sonra tekfir edilebileceğini iddia etmektedirler.
- Yine tağuta muhakeme küfürdür dedikleri halde bu hükme batıl istisnalar getiren bir kesim de yine aynı şekilde Nisa: 60 ayetinin dar’ul harpte yaşayanlar için delaletinin zanni olduğunu iddia etmektedir. Bunlar bu ayetin dar’ul islamda İslam mahkemesinin varlığına rağmen başka kanunlara müracaat edenlerle alakalı nazil olduğunu ileri sürerek, dar’ul harpte hakkını alabilmek veya kendilerine yapılan haksızlığı gidermek için küfri kanunlara müracaat edenlerin kafir olmayacağını iddia etmektedirler. Ayrıca bunlara göre tağuta ancak kendi isteğiyle başvuran kişi kafirdir, mecbur kaldığı için mahkemeye giden veyahut da mahkemeye çıkartıldığı zaman kendisini savunan kimse bu kapsama girmez.
- Kendisini ilme nisbet eden bazı kimseler ise tağuta muhakemenin şirk olduğunu kabul ettikten sonra İslam mahkemesi olmayan ülkelerde kişinin hakkını alabilmesi için başka alternatifinin olmadığını, dolayısıyla bunun zaruret hali içerisinde değerlendirileceğini söylemişlerdir. Zaruretler haramları mübah kılacağından dolayı bu kimselere göre küfür diyarında yaşayan kimselerin şirk kanunlarına başvurmasının bir mahzuru yoktur!
- Bazı alimlerin mal kaybı, hapis gibi şeylerin ikrah sayılacağına dair fetvalarının zahirini alan birtakım kimselerin mahkemeye gidilmediği zaman bu tip zararlar doğacağı iddiasıyla tağuta muhakemeye cevaz vermeleri de yine bir öncekine benzer bir görüş olarak değerlendirilebilir.
- Tağuta muhakeme her zaman ve mekanda küfürdür deyip zahirde net bir akideye sahipmiş izlenimi veren bazı fırkalar, tağuta muhakeme kapsamında olduğu gerek aklen gerek örfen belli olan avukat tutmak, temyize müracaat etmek, yargılamaya iştirak ederek savunma yapmak, ifade vermek gibi fiillerin tağuta muhakeme sayılmayacağını iddia etmişler; keza mahkemeye zorla çıkartılmış bir kimsenin mahkemeyi reddetmesine gerek olmadığını ileri sürmüşlerdir. Bunların yaptığı ise hile-i şer’iyye denilen şeriata muhalif hilelerle ve kelime oyunlarıyla şeriatı devre dışı bırakmaktan ibarettir.
- Tağuta muhakeme konusunda herhangi bir ayrıma gitmeksizin küfür hükmü veren bazı kişiler ise buna rağmen, yukarda saydığımız görüşleri muteber bir ihtilaf veya en azından kişinin te’vilinden dolayı mazur sayılacağı bir mesele olarak değerlendirmişler ve de “kafire kafir demeyen kafirdir” kaidesinin veya yaygın tabirle “silsile tekfir”in bu konularda uygulanmayacağını iddia etmişlerdir. Bundan dolayı, bu kimselerin de tağuta muhakemeyi dinin aslından kabul ettikleri söylenemez. Aynı şekilde tağuta muhakemenin küfür olduğu noktasında cehaleti kısmen veya tamamen özür gören hiç kimsenin dinin aslını yerine getirdiği söylenemez.
Günümüzde tağuta muhakeme meselesi etrafında yaygın olan batıl mezhepler, görüşler toparlayabildiğimiz kadarıyla bunlardır. Elbette İslama nisbet edilen çevrelerde bunların haricinde daha da başka görüşler bulunabilir hatta bu konuda –diğer İslami meselelerde olduğu gibi- insan sayısı kadar farklı görüş mevcuttur. Neredeyse her ferdin tağuta muhakeme meselesiyle alakalı farklı bir mezhebi vardır, desek mübalağa yapmış olmayız. Yerine göre aynı cemaatin içinde bulunan fertlerde bile gerek bu konuda gerekse başka itikadi konularda farklı farklı usullere ve akidelere raslamak mümkündür. Bu görüş farklılıkları ve ihtilaflar asla rahmet değildir, bilakis azabın ve gazabın kaynağıdır. Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah'a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” (En’am: 159)
Zira tağuta muhakeme gibi açık bir konuda düşülen ihtilafların sebebi hevaya tabi olup nasslardan yüz çevirmekten kaynaklanmaktadır. Bu muhtelif görüşlerin sahipleri yerine göre birbirlerini tekfir etse dahi, dikkatle incelendiğinde bu görüşlerin çoğunun aynı minvalde olduğu ve aralarında çok az fark olduğu görülür. Bu hususta dikkat çeken başka bir nokta da tağuta muhakeme konusundaki bu batıl mezheplerden herhangi birisine sahip olan kimselerin bir kararda durmamalarıdır. Öyle ki bir kimse bir gün bu görüşlerden birisini savunurken, ertesi gün başka bir batıl mezhebin savunuculuğunu yapabilmektedir. Hatta aynı konuşmanın içersinde diyelim ki başta tağuta muhakemenin küfür olduğunun alimler arasında ihtilaflı olduğunu savunan birisi, bu görüşü çürütüldüğünde hemen bunun küfür olduğunu ancak dar’ul harpte buna ruhsat tanındığını iddia etmekte, bu da çürütüldüğünde kendi yaptıkları fiillerin aslında tağuta muhakeme olmadığını, taleb-i nusra (yardım talebi) veya himaye kapsamında olduğunu savunmaya başlamaktadırlar. İşte bütün bunlar tağuta muhakeme konusunda birtakım batıl istisnalarda bulunan kişi ve cemaatlerin samimiyetsizliğini göstermektedir. Çünkü burada amaç, çoğunlukla hakkı aramak değil bilakis kişilerin kendi dünyevi maslahatları için yaptıkları birtakım küfür fiillerini meşrulaştırmaktır. Zira bu kimseler bu teorileri tağuta muhakeme olmaktan kaçınmanın doğuracağı zorluklardan kurtulmak için ihdas etmişlerdir. Başka bazı kimseler ise kendileri yapmamış olsa da bu fiilleri yapan kimseleri tekfir etmemek için bu batıl teorileri ihdas etmektedir. Bu teorileri ortaya atanların ortak özelliği rasullerin ortak daveti olan tevhidi anlamamaları ve akide edinmemeleri, hatta bizzat tağuta muhakeme kavramının ne manaya geldiğini bilmemeleri ve bu hususta tefekkür etmemeleridir. Bu kimseler Kitap ve Sünnetin açık nasslarını tahsis ederken hiçbir şer’i delile dayanmazlar. Bunların dayanakları ya mücerred heva ve şahsi görüşleri veyahut da alimlerin bazı sözlerinden yine şahsi reylerine dayanarak çıkarttıkları birtakım neticelerdir. İlerde konuyla alakalı deliller ortaya konulduğunda bu hususlar daha net olarak görülecektir.
Tağuta muhakeme konusunda Kitap ve Sünnetin muhkem nasslarının delalet ettiği ve Selefi salihinin ve onlara güzellikle tabi olan halef alimlerinin hatta kıble ehlinden olan bütün muvahhidlerin sahip olduğu hak akide ise şöyledir: Bütün bu saydığımız muhtelif görüşlerin aksine, tağuta muhakeme her çeşidiyle küfür ve şirktir. Kişi, bunu ister helalliğine itikad ederek, bu kanunları benimseyerek yapsın isterse haram olduğuna inanarak ve kalben bu kanunlara buğzettiğini iddia ederek yapsın kafir olur. Aynı şekilde ister muhakeme olduğu kanun, muhtevası itibariyle İslama zıd bir hüküm içersin veyahut da görünüşte İslama aykırılık içermeyen bir kanun olsun fark etmez. Keza bu kişi ister İslam mahkemesinin bulunduğu bir İslam diyarında yaşasın isterse de hakkını alabileceği bir İslam mahkemesi olmayan küfür diyarında bulunsun, hüküm değişmez. Bu kimsenin bunun küfür olduğunu bilmemesi yani cehaleti veyahut da kendince bir tevile dayanarak tağuta muhakeme fiilini işlemesi mazeret olmaz ve bu şekilde tağutun hükmüne müracaat eden herkes istisnasız olarak kafirdir. Bu kimselerin tekfirinde duraksayan, şüphe eden, bu konularda cehaletin veya tevilin mazeret olabileceğini iddia eden kimse de aynı diğer şirk çeşitlerini tekfir etmeyen kimse gibi kafir ve müşriktir. Yani “kafiri tekfir etmeyen kafirdir��� kaidesi, tağuta muhakeme kapsamındaki bütün fiillerle alakalı geçerlidir. Bütün bu hükümlerin sebebi ise şudur: Tağuta muhakemenin küfür oluşu dinin icma ile sabit, zahir (açık), muhkem meselelerinden birisidir. Bu, bizzat dinin aslını ilgilendiren bir mevzudur ve tağutun hükmüne müracaat eden kişi bu surette imanın aslını ortadan kaldırmış olur.
TAĞUTA MUHAKEME MESELESİNİN DİNİN ASLINDAN OLMASI NE ANLAMA GELİR?
Tağuta muhakeme meselesinin veya başka herhangi bir meselenin dinin aslından olması, imanın kemal şartı değil, bizzat sıhhat şartı olması manasına gelir. Yani tağuta muhakeme olmak, sadece haram değil aynı zamanda şirktir. Şirk ise malum olduğu üzere affı olmayan bir günahtır.
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
“Allah kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz, bunun dışındakileri dilediğine bağışlar” (Nisa: 48)
Bundan dolayı Tağuta muhakeme olarak Allaha ortak koşan kişinin dille kelime-i şehadet getirmesinin kendisine bir faydası yoktur. Bu ayet ve benzerleri göstermektedir ki Allaha şirk koşarak tevhidin aslını ihlal eden bir kimse cehalet, tevil veya başka bir şeyden ötürü mazeretli olmaz. Bu hususta tek mazeret ikrahtır.
“Kalbi imanla dolu olduğu ikraha, zorlamaya tabi tutulanlar hariç, her kim Allahı inkar eder ve kalbini küfre açarsa işte ona Allah’tan bir gazab ve büyük bir azab vardır. Bu, onların dünya hayatını ahirete tercih etmelerinden ve Allahın kafirler kavmine hidayet vermemesinden ötürüdür” (Nahl: 106-107)
Tağuta muhakeme gibi fiillerle Allaha şirk koşan kimse müşrik olduğu gibi, onu tekfir etmeyen de aynı şekilde müşrik ve kafirdir. Zira, bizzat hüküm ve teşride Allaha ortak koşan birisine müslüman ismini vermiştir.
Alimler şirk hakkında ihtilaf etmezler. Şirk olan bir amelin işlenmesine Allahu Teala hiçbir zaman ve mekanda müsaade etmez, ister küfür diyarı olsun, ister İslam diyarı:
“O size melekleri ve peygamberleri rabb edinmenizi emretmez. Müslüman olduktan sonra size küfrü emreder mi hiç?” (Ali İmran: 80)
“O, kulları için küfre razı olmaz.” (Zümer: 7)
Şirke dair bir meselede nasih-mensuh cereyan etmez. Tağuta muhakeme gibi şirk fiilleri bütün peygamberlerin şeriatlarında ve de Muhammed (as)’ın şeriatında ister Mekke dönemi isterse de Medine dönemi olsun küfür hükmünü almıştır. Zira tağutu, Allahtan başka ibadet edilen, Allahın hükmüne zıd hükümler koyan mercileri reddetmek bütün rasullerin ortak davetidir.
“Andolsun ki biz her ümmete Allah’a ibadet edin, tağuttan kaçının diye (emretmesi için) bir elçi gönderdik” (Nahl: 36)
Tağutu reddetmeyen bir kimsenin imanı yoktur:
“Her kim, tağutu reddedip Allah’a iman ederse, kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa sarılmış olur”(Bakara: 256)
Tağuta muhakeme olma ise tağutu reddetme iddiasına zıt bir ameldir.
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
أَلَمْ تَرَ إِلَى الَّذِينَ يَزْعُمُونَ أَنَّهُمْ آمَنُوا بِمَا أُنْزِلَ إِلَيْكَ وَمَا أُنْزِلَ مِنْ قَبْلِكَ يُرِيدُونَ أَنْ يَتَحَاكَمُوا إِلَى الطَّاغُوتِ وَقَدْ أُمِرُوا أَنْ يَكْفُرُوا بِهِ وَيُرِيدُ الشَّيْطَانُ أَنْ يُضِلَّهُمْ ضَلَالًا بَعِيدًا
"Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan ise onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor." (Nisa: 4/60)
“TAĞUTA MUHAKEME” NE DEMEKTİR?
Şimdi, müzakere ettiğimiz meselenin daha iyi anlaşılabilmesi için “tağuta muhakeme” kavramı ne manaya gelmektedir, bunun üzerinde durmak istiyoruz. Bu terkip, iki kelimeden oluşmaktadır. “Tağut” ve “Muhakeme”
İmam Malik (r.h.) tağutu şöyle tanımlamıştır:
"Allah'tan (celle celaluhu) başka kendisine kulluk edilen herşey tağuttur"
Bunu Kurtubi, Nisa: 51. Ayetin tefsirinde nakletmiştir.
En iyi ve en kapsamlı tanımı ise Allame İbni Kayyım (r.h.) yapmıştır:
"Tağut; kulun kendisi sayesinde haddi aştığı her ma'bud, uyulan ve itaat olunan her şeydir. Her kavmin ya da toplumun tağutu; Allah (celle celaluhu) ve Rasulü'nden başka kendisine muhakeme olunan, Allah'ın (celle celaluhu) dışında kendisine ibadet edilip, körü körüne tabi olunan veya Allah'ın (celle celaluhu) emri olup olmadığını bilmeden itaat ettikleri şeydir.İşte bunlar bu alemin tağutlarıdır. Tağut kapsamına giren şeyler konusunda ve insanların onlarla olan durumu dikkatle düşünülecek olursa onların büyük bir çoğunluğunun Allaha kulluktan yüz çevirip tağutlara kul oldukları Allah (celle celaluhu) ve Rasulüne (sallallahu aleyhi ve sellem) itaatten yüz çevirip tağutlara itaat ettikleri görülür." (İ’lam’ul Muvakkiin, 1/40)
Buna göre Kitap ve Sünnetin dışında beşeri kanunlarla insanlara hükmeden her türlü otorite ve mahkeme tağut statüsündedir.
Muhakeme kelimesi Buhari ve Muslim’in ortaklaşa rivayet ettikleri bir hadiste, Allah Rasulu’nun (sallallahu aleyhi ve sellem) gece namazında yaptığı bir duada şu şekilde geçmektedir:
وَإِلَيْكَ حَاكَمْتُ “Sana muhakeme oldum” (Buhari, Teheccüd: 1)
Ayni, Buhari’ye yazmış olduğu “Umdet’ul Kari” adlı şerhte bu ibareyi şöyle açıklamaktadır:
“Sana muhakeme oldum yani Hakkı inkar eden herkesin hükmünü sana havale ettim ve benimle onlar arasında hakim olarak seni seçtim. Senden başka cahiliye ehlinin hükmüne müracaat ettikleri put, kahin, ateş ve benzeri şeyleri değil…Muhakeme, meseleyi hakime götürmek demektir” Bedruddin el-Ayni’nin sözleri burada sona erdi. (Umdet’ul Kari, 7/167)
Nisa: 60 ayetinde geçen “yetehakemu” ibaresi ise “tehakum” masdarından alınmadır ki muhakeme ile aynı manadadır. Bu ikisi de müşareket babındadır, yani en az iki tarafın karşılıklı hüküm istemesini, davalaşmasını ifade eder. Bu açıklamalara göre tağuta muhakeme olmak demek; ihtilaf edilen bir meseleyi çözmesi için tağuta götürmek manasına gelir.
TAĞUTA MUHAKEMENİN KÜFÜR OLMA SEBEBİ
İhtilaf halinde tağutu hakem tayin etmek, Allahu teala’nın ihtilaf halinde Kitap ve Sünneti hakem tayin etme emrine zıttır. Zira Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا
“Rabbine andolsun ki aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem tayin etmedikçe, sonra da verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olamazlar.” (Nisa: 65)
İbnu Hazm (rh.a) bu ayet hakkında şunları söylemektedir:
Allah Subhanehu ve Teala, nefsine yemin ederek ortaya çıkan herşeyde Resulu hakem tayin etmeden ve Sonra da onun verdiği hükme nefsinde hiçbir sıkıntı duymadan tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman edemeyeceklerini açıkça beyan etti. Şurası kesindir ki hakem tayin etmek, kalbin teslimiyetinin dışında başka bir şeydir. İşte bu, kendisi olmaksızın imanın gerçekleşmeyeceği imandır.” (El-Fisal, 3/109)
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ إِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلًا
Ey iman edenler, Allah ve Resulüne itaat edin. Sizden olan emir sahiplerine de. Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz Allah’a ve ahiret gününe iman ediyorsanız onu Allah’a ve Resulüne döndürün. İşte bu daha hayırlı ve netice bakımından daha güzeldir.” (Nisa: 59)
İbn Kesir (rh.a) bu ayetin tefsirinde şöyle demektedir:
“Bu ayet, ihtilaf halinde Kitap ve Sünnet’e muhakeme olmayan ve bu ikisine müracaat etmeyenlerin Allah’a ve ahiret gününe iman etmediklerini göstermektedir.”
İbn’ul Kayyım (rh.a) ise şöyle demektedir:
“Her kim husumetlerini Allah ve Rasulunden başkasına götürür, ona muhakeme olursa bu kimse tağuta muhakeme olmuştur. Halbuki onu reddetmek emredilmiştir. Kul, hükmü Allah’a has kılmadıkça tağutu reddetmiş olmaz…” (Tarik’ul hicreteyn, sf 37)
Alimlerin yaptığı bu açıklamalar, tağuta muhakemenin küfür olma illetini ortaya koymaktadır. Tağuta muhakeme olan kimse, öncelikle ihtilaf halinde Allah ve Rasulunu hakem tayin etmemiş, sonra da bu ikisine zıt bir merciyi hakem tayin etmiştir. İhtilafı Allah ve Rasulune götürmek, her zaman ve her mekanda farz olan bir fiildir ve bu, kulun imanının geçerli olması için mutlaka gerekli olan bir şarttır. Bu genel hükümden hiç kimse istisna edilemez, buna dair hiçbir delil yoktur . İşte bütün bunlar, tağutu hakem tayin etmenin bizzat dinin aslını ortadan kaldıran bir fiil olduğunu, bunun Allaha ve Rasulune iman eden bir kimseden sadır olmayacağını ve dindeki birtakım kapalı meselelerle asla mukayese edilemeyeceğini açıkça ortaya koymaktadır. Ama biz yine de meselenin dinin aslıyla bağlantısının iyice ortaya çıkması için birkaç nakil daha yapmak istiyoruz.
Şevkani Nisa: 60 ayetinin tefsirinde şöyle demektedir:
"Sana indirilene de, senden önce indirilmiş olanlara da iman etmiş olduklarını iddia edenleri görmez misin? " kavlinde Rasulullah (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şu kimselere hayret etmesi istenmektedir ki bunlar kendilerinin hem Rasulullah’a indirilen Kuran’a ve hem de diğer peygamberlere indirilenlere iman ettiklerini iddia etmekte, ondan sonra da bu iddialarıyla çelişen ve hatta bu iman iddiasını temelinden ortadan kaldıran bir amel ortaya koymaktadırlar. İşte Allahu teala’nın bu kavli onların bu imandan hiçbir asla sahip olmadıklarını izah etmektedir. (İmanı ortadan kaldıran) bu fiil onların tağuta muhakeme olmayı istemeleridir. Halbuki onlar gerek Rasulullah’a indirilen kitapta, gerekse ondan önce indirilen kitaplarda tağutu reddetmekle emrolunmuşlardı” (Feth’ul Kadir tefsiri)
Fahruddin Razi ise ilgili ayetin tefsirinde şöyle demektedir:
“Bil ki müfessirler bu âyetin, münafıklardan birisi hakkında nazil olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Sonra Ebu Müslim şöyle demiştir: "Bu âyetin zahiri, daha önce yahudi iken, münafıkça müslüman olan bir ehl-i kitap hakkında olduğuna delalet etmektedir. Çünkü Allah Teâlâ'nın, "Sana indirilene de, senden önce indirilmiş olanlara da iman etmiş olduklarını yalan yere iddia edenler..." ifadesi ancak bu durumda olan bir münafığa uyar." Bu ifadeden murad şudur: Bazı kimseler, ehl-i tuğyandan (azgın kimselerden) bazısı huzurunda muhakeme olmayı istemiş, Hz, Muhammed (s.a.s)'in huzurunda muhakeme olmayı istememişlerdir. Kâdî şöyle demiştir: "Tâğutların huzurunda muhakeme olmanın bir küfür gibi; Hz. Muhammed (s.a.s)'in hükmüne razı olmamanın ise bir küfür olması gerekir. Buna şunlar delalet eder:
a) Allah Teâlâ, 'Onlar onu inkâr etmekle emrolundukları halde, yine de tâgutun huzurunda muhakeme olunmalarını İsterler" buyurmuş ve tâğutun huzurunda muhakeme olunmayı, ona iman saymıştır. Halbuki nasıl tâğutu inkâr etme Allah'a iman manasına geliyorsa, tâğuta iman etmenin de Allah'ı inkâr manasına geleceğinde şüphe yoktur.
b) Hak Teâlâ, "Öyle değil rabbine andolsun ki onlar, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükümden yürekleri hiç bir sıkıntı duymadan, tam bir teslimiyetle teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar" (Nisa,65) buyurmuştur. Bu, Allah'ın Resûlü'nün hükmüne razı olmayanların kâfir sayılacakları hususunda bir nasstır.
c) Allah Teâlâ, "Artık Onun emrinden uzaklaşıp gidenler, kendilerini bir fitne (belâ) çarpmasından, yahut onlara pek acıklı bir azab çatmasından çekinsinler" (Nûr, 63) buyurmuştur. Bu âyet, Hz. Peygambere muhalefet etmenin, büyük bir günah olduğuna delalet ediyor. Bütün bu âyetlerde, Allah'ın ve peygamberin herhangi bir emrini reddeden kimsenin, bu reddi ister şüphesi yönünden, isterse inadı yönünden olsun, İslâm'dan çıkmış olacağı hususunda deliller vardır ki bu durum da, sahabe-i kiramın, zekatını vermeyenlerin mürted olduklarına, öldürülmeleri gerektiğine ve çocuklarının esir edileceklerine dair verdikleri hükmün doğru olduğunu gösterir." (Fahruddin Er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları: 8/121-122)
Razi’nin sözleri burada sona erdi. Yeri gelmişken şunu da belirtelim. Fahruddin er-Razi, Eş’ari kelamcılarından olup Allahın isim ve sıfatlarını te’vil etmesi vb bazı meselelerde Ehli sünnete muhalefet etmiştir. Ancak onun böyle olması bizzat dinin aslı olan meselelerde hata etmesini gerektirmez. Bilakis onun bu ayetin tefsirinde el-Kadı ünvanlı bir zattan –ki bu zatın Kadı Ebu Ya’la el-Hanbeli olduğu söylenmektedir- yaptığı nakil belki de tağuta muhakemenin küfür oluşu hususunda alimlerden gelen en sarih ibarelerden birisidir. Zira bazıları Allah Rasulu’nun hükmüne itiraz etmenin küfür olduğunu idrak ettikleri halde, tağuta muhakemenin küfür oluşunu idrak edememektedirler. Bundan dolayı zahirde Allah rasulunu tasdik eder gibi görünen bir kimsenin sırf tağuta muhakeme olduğu için kafir olmasının sebebini bir türlü anlayamazlar. Halbuki Razi’nin de beyan ettiği gibi bir kimsenin tağuta muhakeme olması, ona iman ettiğini gösterir. Tağuta iman etmeyen birisi onun hükmünü kabul etmez. Tağuta iman ise Allah’a imanla bir arada olmaz. Dolayısıyla tağuta muhakeme olan birisi Allah’a iman etmediğini, yani kafir olduğunu ortaya koymuştur. Razi’nin bu açıklamaları Ehli sünnet alimlerinin yaptığı açıklamalara da muvafıktır.
Şeyh Süleyman bin Abdillah al’uş Şeyh, ceddi Muhammed bin Abdilvehhab (rh.a)’ın telif etmiş olduğu “Kitab’ut Tevhid”e yazmış olduğu şerhte "Sana ve senden öncekilere indirilenlere inandıklarını iddia edenleri görmüyor musun? Tağuta muhakeme olmak istiyorlar. Halbuki onu reddetmekle emrolunmuşlardı. Şeytan onları uzak bir sapıklıkla saptırmak istiyor." (Nisa: 4/60) ayetiyle alakalı babı şu şekilde izah etmektedir:
“La ilahe illallah”şehadetinin manası olan tevhid, aynı zamanda Rasul (sallallahu aleyhi ve sellem)’e imanı da ihtiva ettiği ve gerektirdiği için –ki böylece bu ikisi kelime-i şehadeti oluşturur- Nebi (sallallahu aleyhi ve sellem) bu iki şehadeti tek bir rukun olarak açıklamıştır. Şu hadiste olduğu gibi:
"İslâm beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın Rasûl'ü olduğuna şehâdet etmek, namaz kılmak, zekât vermek, hacc etmek, ramazân orucunu tutmak"
İşte bundan dolayı musannif (Muhammed bin Abdilvehhab) bu bab başlığı altında tevhidin içerdiği ve gerektirdiği bir husus olan ihtilaf halinde Rasul’u hakem tayin etme meselesine dikkat çekmiştir. Madem ki bu, “la ilahe illallah” şehadetinin hem muktezası (gereği) hem de lazımıdır, o halde her mü’minin bunu yerine getirmesi gerekir. La ilahe illallahın manasını bilen herkesin Allah’ın hükmüne boyun eğip Onun katından Rasulu (sallallahu aleyhi ve sellem) vasıtasıyla gelen emirlerine teslim olması şarttır.
Allah’tan başka ilah olmadığına şehadet eden bir kimse ihtilaf halinde Allah ve Rasulunden başkasını hakem tayin ettiği takdirde bu şehadetinde yalancı konumuna düşmüş olur.”
Ardından şöyle devam etmektedir:
“Allahu teala’nın “Onlar tağutu reddetmekle emrolunmuşlardı” ibaresi şu manaya gelmektedir: Tağuta muhakeme olmak, imanı yok etmektedir ve ona zıddır. Zira tağutu inkar etmeyen ve ona muhakeme olmayı terk etmeyen kimsenin imanı sahih ve geçerli olmaz. Tağutu reddetmeyen birisi Allah’a iman etmiş sayılmaz.”
Alimlerin yaptığı bu izahlardan şu hususlar anlaşılmaktadır:
1- Tağuta muhakeme fiili kelime-i şehadetin 1. Rüknü olan “la ilahe illallah” kelimesiyle çelişmektedir. Zira bu kelime Allah’tan başka hüküm koyucuların reddini içermektedir. Tağutun hükmüne müracaat eden kişi hükmünde Allah’a ortak koşmaktadır.
2- Tağutun kanunlarına başvuran kişi kelime-i şehadetin ikinci rüknü olan “Muhammedun Rasulullah” şehadetini de ihlal etmiş olur. Zira bu kelime, bütün ihtilaflı işlerde Rasulu hakem tayin etmeyi ve onun verdiği hükme teslim olmayı içermektedir.
3- Tağuta muhakeme olan kişi tağutu reddetmemiş demektir. Tağutu yani Allahtan başka ilahlık iddiasında bulunanları reddetmeyen kişi ise Allaha iman etmiş sayılmaz.
İşte alimlerin zikrettiği bu üç madde üzerinde düşünen kimse tağuttan hüküm taleb eden kimsenin imanının olmadığını, çünkü yaptığı fiilin imana zıd bir fiil olduğunu ve dolayısıyla nasıl ki İslam diniyle alay edenlerin iman iddiası reddolunduysa tağuti hükümlere müracaat edenlerin de iman iddiasının aynı şekilde reddolunacağını açıkça görür. Bu durumda olan bir kişinin cehaleti, tevili veya yaptığı işi helal saymaması gibi bahanelerin bu kimsenin kafir olduğu gerçeğini değiştirmeyeceği ortadadır. Keza tağuta muhakeme olarak dinin aslını ihlal etmiş olan birisinin küfür diyarında ya da İslam diyarında bulunmasının da bu hükmü değiştirmeyeceği aklı başında olan herkesin göreceği bir husustur.
Tağuta muhakemenin bizzat tevhidle çelişen bir amel olduğu ortaya çıktıktan sonra geriye şu mesele kalıyor: Tağuta muhakemenin küfür oluş illeti nedir? Aslında yukarda saydığımız üç madde tağuta muhakemenin küfür olma illetini ortaya koymaktadır. Ancak aşağıda alimlerden yapacağımız nakiller bu sebeblerin hepsini bir araya getirip ortak bir illette birleştirmektedir ki o da şudur: Allah ve Rasulu’nun şeriatı dışında bir kanuna muhakeme olan kişi, bu ameliyle İslam şeriatından yüz çevirmiş, ona iltizamı yani bağlanmayı reddetmiş ve Allahın dininden başka bir dine, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şeriatından başka bir şeriata tabi olmuştur. Bunun küfür olduğu ise icma ile sabittir, bunda hiçbir alimin ihtilafı sözkonusu değildir.
TAĞUTA MUHAKEMENİN KÜFÜR OLDUĞU ALİMLERİN İCMASIYLA SABİTTİR
Şimdi Allahın izniyle tağuta muhakemenin, beşeri kanunlarla hükmeden hakimlere ve mahkemelere müracaat etmenin İslam dininden çıkartan bir küfür ve şirk ameli olduğu hususunda alimlerin ittifak halinde olduklarını ve bunun İslam dininden zaruri olarak bilinen bir mesele olduğuna dair alimlerin kavillerini zikretmek istiyoruz:
İbnu Hazm şöyle diyor:
“İslam şeriatında Hakkında bir nass ve vahiy gelmemiş olan İncil kaynaklı bir hükümle hükmeden kimsenin kafir ve müşrik olacağı ve İslam dininden çıkmış olacağı hususunda Müslümanlardan iki kimse arasında dahi ihtilaf yoktur.” (El-İhkam fi Usul’il Ahkam, 5/173)
İbnu Teymiyye (rh.a) ise şöyle demektedir:
"Şu elimizdeki tahrif edilmiş Tevrat nüshalarıyla amel etmek caiz değildir. Bugün her kim Tevrat’ın değiştirilmiş ve neshedilmiş hükümleriyle amel ederse o kimse kafirdir." (Mecmu’ul Fetava, 35/200)
Hafız İbn Kesir (rh.a) “el-Bidaye ve’n Nihaye” adlı eserinin Tatar hükümdarı Cengizhan’dan bahsettiği bir bölümünde şunları zikretmektedir:
“Onun “Yesak” (yasa) kitabına gelince, bu, kalın bir yazıyla iki cilde yazılmıştı. Çok hacimli olan bu iki ciltlik eser, yanlarındaki bir deve üzerinde taşınırdı. Bazılarının anlattıklarına göre Cengizhan dağa çıkar, sonra iner, tekrar çıkar, sonra iner, bu iniş çıkışı defalarca tekrarlar, nihayet yorulup bayılır ve yere düşerdi. O esnada da yanındaki katibe, söyleyeceklerini yazmasını emreder ve söylediklerini kanun olarak yazdırırdı. Eğer durum böyleyse demek ki içindeki şeytan konuşur ve konuştuklarını kanun haline getirirmiş. Cüveynî'nin anlattıklarına göre Tatarlar'dan bir kişi çok şiddetli soğuklarda ibadet için dağa çıkarmış. Bir defasında yine dağa çıkmış iken görünmezlerden bir sesin kendisine, «Biz Cengizhan'ı ve çocuklarını yeryüzüne hakim kıldık» dediğini işitmişti. Moğol ihtiyarları ve âlimleri bu sözü tasdik ederler ve doğru kabul ederlerdi.
Bundan sonraki kısımda Cüveynî, Cengizhan'ın yasasından bazı maddeler aktarmıştır. Şöyle ki:
«Zina eden kişi, evli olsa da olmasa da öldürülür. Aynı şekilde homoseksüellik yapan da öldürülür. Kasten yalan söyleyen öldürülür. Büyü yapan öldürülür. Casusluk yapan öldürülür. Çekişmekte olan iki kişinin arasına giren ve bu iki kişiden birisine yardım eden öldürülür. Durgun suya bevleden öldürülür. Durgun suya dalan öldürülür. Sahibinin izni olmaksızın bir esire yemek yediren veya su içiren veya birşey giydiren öldürülür. Kaçak birini görüp de sahiplerine veya hükümete teslim etmeyen öldürülür. Bir esire yemek yediren veya yiyecek birşeyi bir kimsenin önüne atan öldürülür. Çünkü yiyeceği önüne atılmamalı, aksine bizzat eliyle ona vermelidir. Bir kimse bir başkasına yemek yedirecekse önce kendisi o yemekten tatmalıdır. Misafir emir olsa bile, böyle yapmalıdır. Ama esire yedirmemelidir. Bir kimse yemek yer de yanındakine yedirmezse öldürülür. Bir hayvanı boğazlayan kimse o hayvan gibi boğazlanır. Hayvanı boğazlamamalı, aksine karnını yarmalı ve içinden önce eliyle kalbini tutup çıkarmalıdır...» Bütün bu hükümler Allah'ın, kulları olan peygamberlere indirmiş olduğu şeriatlerine muhaliftir. Son peygamber Muhammed b. Abdullah'a (sallallahu aleyhi ve sellem) indirilen muhkem şeriatı terk edip neshedilmiş, başka şeriatlere muhakeme olan kimse kafir olduğuna göre Cengizhan'ın yasalarına muhakeme olan kimse nasıl kâfir olmasın?! Böyle bir kimse Müslümanların icmaıyla kâfir olur.
Zira Allahu teala buyuruyor ki:
«Cahiliye devri hükmünü mü istiyorlar? Yakînen bilen bir millet için Allah'tan daha iyi hüküm veren kim vardır?» (el-Mâide, 50)
«Hayır; Rabbine and olsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip, sonra senin verdiğin hükmü içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen kabul etmedikçe inanmış olmazlar.» (en-Nisâ; 65)
Allahu Teala doğru söylemiştir." (İbn Kesîr, El Bidaye Ve'n-Nihaye, 13/139, Dar'u İhya'it Turas'il Arabi, 1408/1988 türkçesi için bkz. El-Bidaye ve'n Nihaye, Çağrı Yayınları: 13/244)
Allahu Teala şöyle buyuruyor:
Câhiliyet hükmünü mü istiyorlar? Ama yakinen inanan bir kavim için, Allah'tan daha iyi hüküm veren kimdir?» (Maide: 50)
İbn Kesir (rh.a) bu ayetin tefsirinde ise şunları zikretmektedir:
“Bütün hayırları ihtiva eden, bütün kötülükleri yasaklayan, uydurma heves ve arzulara meyilden alıkoyan Allah'ın hükmünün dışına çıkanları Hak Teâlâ reddediyor. Kulların kendi elleriyle koydukları ve Allah'ın şeriatına dayanmayan câhiliyyet hükümlerinin Sapıklıklarını ve bilgisizliklerini reddediyor. Bu sapıklıkları; kendi görüş ve hevesleri sonucu ortaya çıkardıklarını bildiriyor. Söz gelimi Tatarların, Cengiz Han diye bilinen krallarından alınma krallık buyrukları vardır ve bununla hüküm verirler. Nitekim bu yasayı onlara kral koymuştur. Bu yasalar Yahûdî, Hıristiyan ve İslâm dinine mensûb muhtelif milletlerden iktibas yoluyla tanzim edilmiş kanunlar topluluğudur. Ancak bu yasalar içerisinde birçoğu, Cengiz Han'ın mücerred görüş ve heveslerinden ibarettir. O bunu, çocukları için izlenen bir hüküm haline getirmiştir ki; onlar, Allah'ın kitabından ve Rasûlullah'ın sünnetinden önce bu yasaya uyarlar. Onlardan böyle davrananlar kâfirdir, öldürülmeleri vâcibtir. Az veya çok hiçbir konuda Allah'tan başkasının hükmüne müracaat edilemez. Bunun için Allah Teâlâ; onlar, Allah'ın hükmünden vazgeçip câhiliyyetin hükmünü mü tercih ediyor ve istiyorlar? buyuruyor. Halbuki Allah'ın şeriatından daha adaletli hüküm verecek kim vardır? Allah'ın şeriatına inanıp yakîn ve bilgi sahibi olanlar; Allah'ın hüküm verenlerin en iyisi olduğunu, mahlûkatına karşı annenin çocuğuna merhametinden daha merhametli davrandığını bilirler. Zîrâ Allah Teâlâ; her şeyi bilendir, her şeye kadir olandır, her şeyde âdil olandır.” (İbn Kesir, Tefsir'ul Kur'an'il Azim, 3/131, Thk: M. Selame, Dar'u Tayyibe, 1420/ 1999. Türkçesi için bkz. Ebu’l-Fida İsmail İbn Kesir, Hadislerle Kur’an-ı Kerim Tefsiri, Çağrı Yayınları: 5/2364)
Şeyhulislam İbn Teymiye ise bu Tatarların durumundan bahsederken şöyle demektedir:
“Müslümanların dininden zaruri olarak olarak bilindiği gibi ve de bütün Müslümanların ittifakıyla her kim İslam dininden başka bir dine tabi olmaya veyahut da Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem)’in şeriatından başka bir şeriata uymaya müsaade ederse bu kimse kafirdir. Ve bunun küfrü kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar edenin küfrü gibidir.”
Aynı fetvanın başka bir yerinde ise şöyle demektedir:
“Onlar yani Tatarlar kendi aralarında Allahın hükmüyle hükmetmezler, bilakis kendilerine ait uydurmalarla hükmederler ki bu hükümler bazen İslama uygun olur, bazen uygun olmaz.”
Ardından şöyle devam etmektedir:
“Bu kesimle savaşmak Müslümanların icması ile vacibtir. İslam dinini bilen ve de bu kimselerin iç yüzünü bilen bir kimse bu hususta şüphe etmez.” (Bkz. Mecmu’ul Fetava, 28/501-553)
Allahu Teala şöyle buyurmaktadır:
وَمَنْ لَمْ يَحْكُمْ بِمَا أَنْزَلَ اللَّهُ فَأُولَئِكَ هُمُ الْكَافِرُونَ
1 note · View note