Tumgik
#geleceği bilmek mümkün değil
falcibaba · 2 years
Text
Yıldızname Falı
Yıldızname Falı
Yıldızların kaderinizi nasıl etkilediğini ve sizin için neler söylediğini bilmek ister misiniz? Bunun için Falcı Baba'ya başvurmanız yeterli olacaktır. Yıldızname İnsan hayatı hiçbir zaman yıldızlardan bağımsız değildir. Yıldızların hareketleri, konumları her bireyin hayatını etkiler ve değiştirir. Yıldızlara ve doğum tarihinde yıldızların hangi konumda olduğuna bakarak bir insanın geleceğini görmek, hatta onun kaderini değiştirecek hamleler yapmak mümkündür. Bunu yıldızların konumu ve ebced hesabı ile yapan disipline yıldızname adı verilir. Ancak Yıldızname kesinlikle bir fal değildir. Daha çok insanın yıldızlar ile ilişkisini açıklayan bir disiplindir. Yıldızname, başlı başına bir fal olmamasına rağmen, bu yöntem ile geleceği görmek halk arasında yıldızname falı olarak anılır. Bu falda, kişinin ay ve güneş burçları çıkarılır. Yıldızname baktırmak dikkatli olunması gereken bir konudur. Fal bakacak kişinin bu konuda uzman olması, ebced hesabını iyi bilmesi ve yıldızları doğru bir şekilde yorumlayabilmesi gerekir. Bu konuda Falcı Baba'ya güvenebilirsiniz.
Yıldızname Nasıl Bakılır
Öncelikle yıldızname'nin astrolojiyle aynı şey olmadığını bilmek gerekir. Esas olan ebced hesabıdır. Kişinin sadece doğum tarihi değil, ismi de önemlidir. Bununla birlikte yıldızname baktırmak kişinin yalnızca geleceğini göstermez. Ruh hâlini, başından geçenleri, nasıl bir karaktere sahip olduğunu, yakınlarındaki insanların özelliklerini ve niyetlerini de gösterir. Bu yüzden yıldızname bakımı için uzman birini seçmek gerekir. Ebced hesabı, havas ilminin en önemli ögeleri arasındadır. Yıldız falı nasıl bakılır öğrenirken ebced hesabı bilmeniz gerekir. Bu falda kişinin ismi önemlidir. Her harfin sayı olarak bir karşılığı vardır. İsim ve soyisimdeki harflerin sayı olarak karşılıkları kişinin doğum tarihi ile işleme tabi tutulur. Bu işlem sonucunda yıldızların fal baktıran kişi için ne söyledikleri ve nasıl bir kader çizdikleri anlaşılabilir.
Tumblr media
Yıldız Name İle Ne Öğrenilir?
- Doğumdan ölüme kadar yaşanmış ve yaşanacak olaylar - Fal baktıran kişinin karakteri, mizacı, psikolojik yapısı - Kişinin anne babasıyla, kardeşleriyle, arkadaşlarıyla, çevresiyle olan ilişkileri - Hayranlık duyan, kıskanan, düşmanlık besleyen kişilerin var olup olmadığı - Kişinin cinlerin ya da herhangi bir gücün tesiri altında olup olmadığı - Partner ile var olan uyum ve ilişkinin geleceği - Varsa çocuklarla olan ilişkiler, yoksa çocuk olup olmayacağı ve kaç çocuk olacağı Ücretsiz yıldızname bak seçeneğinden yararlanarak bu gibi sorulara yanıt bulmak mümkündür. Yıldız falı baktırmak, kişinin evrende gizli kalan sırlarını öğrenmesini sağlar. Bunun için ise ücretsiz yıldız falı bakımı yapacak uzman bir kişi bulmak gerekir. Her ne kadar yıldız falı uygulamalarını kendi başınıza yapmanız mümkün olabilse de, bu konuda ruhani bir uzmanlığınız yoksa uzak durmanız gerekir. Nitekim kaderinizi ve geleceğinizi yanlış yorumlamak kötü bir etkiye sebep olacaktır. Bununla birlikte, bakımından sonra öğrenilen her  bilgi doğru olmayabilir. Nitekim yaratıcı dışında hiç kimse bir insanın bütün sırlarını bilecek kudrete sahip değildir. Ancak uzman birine bakım yaptırarak kader ve gelecek hakkında birçok şeyi öğrenmek mümkündür. - Falcı Baba, bu konuda oldukça güvenilir bir isim.-
Falcı Baba ile Yıldız Name
Türkiye'nin en büyük yıldızname falı bakma uzmanlarından biri olan Falcı Baba, sitesi üzerinden online hizmet sunuyor. Falcı Baba sitesine başvurarak yıldızların ve isminizdeki şifrelerin sizin için ne söylediğini öğrenebilirsiniz. Sitede yer alan fal yazılımları, gerçek ritüellere uygun bir biçimde hazırlanmıştır. Yıldızların sizin için ne söylediğini öğrenmek bir tık uzağınızda. Birçok kişi bebeğim olacak mı yıldız name falı bakma konusunda yardım almak için Falcı Baba sitesine başvurmaktadır. Sitedeki yıldız falı kısmına isminizi ve doğum tarihinizi yazdığınızda, evrende gizli olan kaderinizi öğrenmeniz mümkün olacaktır. Bununla birlikte site üzerinden ezoterik öğretilerle ve ritüellerle ilgili bilgiler de bulabilirsiniz. Benzer konu olan Yıldız Yükseltme konusuna bakabilirsiniz. Read the full article
0 notes
bungoustraydogs-tr · 4 years
Text
Dazai Osamu’nun Giriş Sınavı: Giriş
Tumblr media
“İdeal” nedir?
Bu sorunun sayısız cevabı vardır. Bahaneye dayalı, ideolojiye dayalı, “ideal”i tanımlayabilecek binlerce sözcük vardır.
Ama bana sorarsanız, cevap apaçık ortadır: “ideal”  defterimin üzerinde yazan kelimedir.
Defterim ise her şeyden üstündür.
Bir prensip, üstat ve peygamber olarak bana rehberlik eder. Zamanı gelince, bir silah veya anahtar olabilir.
İdealdir.
Defterimde hakkımdaki her şey yazılıdır. Her zaman yanımda taşıdığım bu defterle ayrıca tüm geleceğimi elimde tutarım.
Bugün akşam yemeğinde ne yiyeceğimden beş yıl sonra hangi eve taşınacağıma…
Yarının işinden bölgedeki en ucuz turpa kadar…
Programım, planlarım, hedeflerim ve rehberliklerim… her şeyi yazdım ve onları gerçekleştirmek için çabalıyorum.
Biraz abartırsam, bu "ideal"ler benim kahinim. "İdealler"im de kehanetlerim.
Onları takip edersem bir sorun çıkmaz.
Bu deftere uyduğum sürece geleceği kontrol edebilirim.
Geleceği kontrol etmek...
Ne kadar da güzel bir tabir...
Ancak-
Bu kavram ne kadar güzel olursa olsun, çözüm yolundaki asıl resmi göremiyorsanız, bu görkemin taklitten bir farkı kalmaz. İdealistlik de saçmalığa döner.
Her şeyden önce, defterimin ilk sayfasını açarsanız, idealizmin kısa bir açıklamasının yazıldığını görürsünüz.
"Yapman gerekeni yap."
Benim adım Kunikida Doppo.
Doğruların idealisti olarak, ideallerimin peşinde bir savunucuyum.
İdeallerimi gerçekleştirmeye çalışan birisiyim ve ideallerimi altüst etmek için doğmuş yeni bir üyeyle, eminim ki hoş olmayan anılarımız olacak.
000
7
Defterimin sayfalarını çevirdim ve son iki, üç günü gözden geçirdim.
Bu zaman içerisinde, benim hakkımda gerçekleşecek önemli olaylar altı çizili şeklinde yazılıdır.
Takekoshi-kun geldi. Ay ışığı altında yürüyüş yaptık.
·Hacker, Taguchi ile denizaşırıda gerçekleşen savaş hakkında bir telefon görüşmesi yaptım.
·Armut yedim, çok şekerliydi.
Başımı belaya sokma potansiyeline sahip önemsiz konulara takılma iznim yok.
Böylece yanlış yola düşmüyorum. Kahretsin! Bundan başka ne istemiştim ki?
"Bekle!"
Yokohoma caddelerinde takip ettiğim suçluya bağırdım.
Caddedeki kalabalık her zamanki gibi gürültüydü. Tezgahtarların gelip geçenleri çağıran gür sesleri, insanların caddede yürürken çıkardıkları gürültü, müşterilerin daha ucuz bir fiyat için pazarlık etmesi ve sağ ile sol taraftan trafiğe yakalanmış arabaların sesleri... Eğer bir tarafta kavga çıkarsa diğer tarafın bunu fark etmeyeceğine şüphe yok.
Kalabalığı itiştirerek suçlunun arkasından koştum.
Arkasından koştuğum adam küçük bir hırsızdı. Bir kuyumcuda curcuna yarattıktan sonra kuyumcuyu soymuş ve kaçmıştı. Büyük bir olay değil ancak bu üç kere gerçekleşmiş ve caddedeki mağaza sahiplerinin ihmal edemeyeceği bir konu haline gelince, hırsızı yakalama ricasıyla bize geldiler.
Dördüncü suç mahallinden ayrıldıktan sonra, hırsızın peşine düştük. O zamandan beri yorulmuş gibi gözükmüyor, yavaşlamıyor ve durmuyordu. Caddenin sonunda, dar bir arka sokağa girince izini kaybettim. Kargaşa ve gürültünün arasında koşuşturmayı bıraktım.
"Yavaş olma, yeni adam!"
Arkamdan bana yetişmeye çalışan iş arkadaşıma seslendim.
"Lütfen bir dakika bekle, Kunikida-kun. Ayaklarım mahvoldu."
"Umurumda değil. Acele et ve gel!"
Arkamdan beceriksizce beni takip eden kişi bir meslektaşım. Sadece bir kaç gün önce ajansa katılmış yeni bir çalışan.
Adı Dazai Osamu.
Bu isim olmadan ne yapılabilir ki?
"Ah, çok yorgunum. Kunikida-kun çok hızlı koşuyor. Biraz yavaşla. Biliyorsun, sağlığına zararlı."
"Ben koşmaya alışığım, tembel! Karnımın ağrımasının sebebi sensin!"
"Tebrikler."
"Kapa çeneni."
Bu Dazai adındaki adamın yeteneğinin ne olduğu belli değil, ayrıca geçmişi de bilinmiyor ve motivasyonu sıfır. İşleri her zaman kendi yolunda, hızında ve planlarımı bozarak hallediyor.
Daha kötüsü ise bu adamın hobisi-
-
"Bu arada, Kunikida-kun. Bizim arkadaş kaçacak."
Hiç düşünmeden, cık cıkladım.
ÇN: Buradaki cık cıklamak diliyle olumsuz manada çıkarılan ses olarak kullanılmış. Aklıma yazacak başka bir şey gelmedi.
Bulunduğumuz bölgenin haritasını hatırlamaya çalıştım. Hırsızın kaçtığı yer çitlerle çevrili bir yerleşim bölgesiydi. Orada saklanabileceği onlarca gizli yer ve ev vardı.
"Gördün mü, Dazai! Sırf sen ağır davrandın diye hırsız saklanacak baş belası bir yer buldu!"
"Mükemmel! Tıpkı planlandığı gibi. Daha da önemlisi az önce harika bir şey keşfettim. Bilmek ister misin?"
"Sonra söyle!"
"Anlatayım, 'İntihar El Kitabını Uygulamak' adında çok nadir bir kitap var. Bunca zamandır onu arıyordum ve antika bir kitapçının vitrininde sergilenirken gördüm-Ah, hemen geri dönmeliyiz yoksa satılacak!"
Beni dinlemeden, öylece konuşuyordu.
"Eğer bu kadar çok ölmek istiyorsan seni vurayım mı?" Bağırdım, o ise utangaç bir şekilde gülümsedi. "Eh? Gerçekten mi? Teşekkür ederim." Kendini tutma gereği duymadı bile.
Bu adam işini bile ciddiye almıyor ve ister uyuyor olsun ister uyanık olsun düşündüğü tek şey intihar etmek.  Benim anlayamayacağım bir dünyada yaşıyor, ama çözüm ne kadar kolay veya basit olursa olsun, gece ve gündüz boyunca yaptığı tek şey kendinin öldürmenin yollarını aramak. Diğer bir değişle, intihar manyağı.
İntihar manyağı mı?
Ne itici bir kelime.
Ancak bu kişinin hobisinin delice olması, ya da işini yapması için uğraşmam, bunlar tutuklama görevinin başarısızlığı için bahane olamaz.
Çünkü “başarısızlık” defterimde yazan bir kelime değil.
Suçlu köşeyi döndüğünde, takibimi sürdürmeye devam ettim.
Saptığım sokak sıkışık ve karanlık bir hal aldı. Bir seferde sadece tek bir insanın geçebileceği kadar dardı. İki taraf da çitlerle kaplıydı ve arka bahçeler ile eski evlerin su kuyuları görülebiliyordu. Evlerin ön taraflarında asılmış çamaşırlar, rüzgarda dalgalanıyordu.
Akıllı telefonla bölgenin haritasını açtım. Ekrandaki bir nokta bizi çevreleyen binaları ve etrafımızdaki yolları gösteriyordu. Bulunduğumuz yol yerleşim yeri boyunca devam ediyordu ve dahası suçlu düz gitmeye devam ederse birçok depo ve fabrikanın bulunduğu sanayi bölgesine girecekti. Eğer oraya ulaşırsa, onu saklandığı yerden çıkarmak imkansız hale gelirdi.
Yolun sonundaki diğer tarafta, küçük bir silueti koşarken gördüm. Cidden hedefi sanayi bölgesine gitmek miydi?
“Kahretsin!”
Kaba sözcükler söylendi. Aramızdaki bu mesafeyle onu yakalamak zor olacaktı. Onu tutuklamayı başaramazsak suç işlemeye devam edecekti. Ne yapmalıydık?
“Öyleyse, hızlıca bu işi bitirelim ve kitabı satın almaya gidelim. Sadece kaçmasını engellememiz yeterli, değil mi?”
Dazai büyük bir kahkaha attı.
Derin bir nefes aldı ve kulakları çınlatan sesiyle bağırdı:
“Yangın var!”
Suçlunun kaçış yoluna, paniklemiş insanlar çıkmaya başladı. Tencere kapağı taşıyan bir ev hanımı, uyku sersemi genç bir adam, elinde şogi tahtası bulunan yaşlı bir adam… Şaşırmış yerleşimcilerin hepsi dar sokağı dolduruyordu.
Suçlu artık telaşlanmıştı.
Kaçmak için kullanacağı yolda bir kalabalık vardı, ileri ya da geri gidemezdi. İnsanları tehdit etmeye kalkışsa bile yangınla uğraşmaktan çok meşgul olduklarından onu dinlemezlerdi bile. Kurtuluş yolu açılmış tahta kapılarla kapanmıştı.
“Nasıl yaptım ama?”
“Aptal! Düşman durdu ama biz de bir yere kıpırdayamıyoruz!”
“Endişelenme, ne de olsa yetenekli dedektif Kunikida Doppo yanımızda? Bu yüzden sana özel bir kargaşa yarattım, lütfen hallet.”
Sonra şu dilini susturmak için dudaklarını birbirine dikeceğim!
Aziz defterimi açtım ve sayfaya hızlıca "kanca silahı" yazdım. Kağıdı yırttıktan sonra bağırdım: "Doppo Şairi!"
Yeteneğim.
Böyle bir şey nasıl mümkün olabilirdi? Mantığa veya sebeplere dayandırarak açıklayamam. "Oluyor işte."den başka bir ifadeyle anlatmam mümkün değil. Neden bir defterin sayfası olmak zorunda? Neden normal bir sayfa fizik kurallarına karşı gelerek başka bir nesneye dönüşebiliyor? Bir açıklama sunmak imkansız. Yırtılmış kağıt, üzerine yazılan kelimeye uygun olarak, kanca silahına dönüştü. Çitlerin üstünden atlayarak silahımla suçluyu hedef aldım fakat o da arka cebindeki tabancayı çıkışını kapatan insanları tehdit etmek için kullanıyordu. Onun gibi dengesiz bir hırsızın elinde silah gibi bir alet... oldukça tehlikeliydi.
Ne olursa olsun, kalabalık bir alanda iken silahının ateş almasına izin veremezdim!
Nişan aldım ve ateş ettim. Silahımdan çıkan kanca hedefe doğru fırladı ve demir teli gerildi. Kanca, suçlunun arkasındaki duvara saplanmadan önce tişörtünün kolunu yırtmıştı.
"Bingo."
Dazai etkilendiğini belli ederek ıslık çaldı.
Kırılmış çitle beraber kancayı tabancaya geri çektim. Sonra, dar yoldaki çitlerin birisi sayesinde yönünü değiştirdim ve insanların kafalarının üstünden geçirerek suçlunun önüne düşmesini sağladım.
Suçlu cebinden bıçağını çıkarıyorken kafamı kaldırdım.
Kısa bir an bıçağı salladı ve aşağıya sapladı.
Onun gibi bir amatörden gelen hareket, tabii ki hedefini tutturamazdı.
Başımı hafifçe yana eğdim ve bıçaktan kaçındım. Suçlunun dirseğini tuttuktan sonra bileğini aşağı çektim. Onu yere sermek için bileğini kıvırdım ve aşağıya doğru güç uyguladım. Diğer kolunu da tersi yönüne çekerek kolayca etkisiz hale getirdim.
Havada savruldu.
Suçlu boşlukta yuvarlandı ve yüzüstü düşmeden önce vücudu duvara çarptı. Düşüp bayılmadan önce ne olduğunu anlayamamış gibi duruyordu.
Bedenine güç uygularken rakibi fırlatmak: bunun adı “yukarı-aşağı at yöntemi”.
Şaşırmaktan dillerini yutmuş kalabalık bir bize bir suçluya bakıyordu.
Sonunda olan bitenin farkına varan Dazai, yerleşimcilere seslendi:
"Herkese selam! Kargaşa yarattığım için özür dilerim, şu an hiçbir sorun yok! Yangın yanlış alarmmış."
"S-siz kimsiniz?" diye sordu birisi.
Cebimden dedektif lisansımı çıkardım ve herkesin gördüğünden emin olacak şekilde kaldırdım. "Endişelenmenize gerek yok, biz Silahlı Dedektif Ajansı'ndanız."
@bungoustraydogs-tr (tumblr)
134 notes · View notes
Text
22.12.2019
yazıyorum, yazıyorum, siliyorum. tekrar yazıyorum tekrar ve tekrar, siliyorum. ne anlatacağımı ne yazacağımı kendime neleri itiraf edeceğimi bilmiyorum ve galiba bir şeylerle yüzleşmekten korkuyorum. ama buraya, kimsenin görmediği, beni tanımadığı bir bloğa içimi dökme fikri nedense mantıklı geldi. insan hiçbir şey yapamasa bile yazmak istiyor. nereden konuya girsem bilmiyorum. o kadar çok sekme açık ki kafamda. Ama o sekmelerden sabitlediklerimden bir tanesiyle başlamam gerek biliyorum. öyleyse en güncel en taze yaradan s��z edelim. Aslında yara taze değil, yılları var. ama hala ara ara kanıyor işte, kapanmıyor bir türlü. Dün 4 ay sonra ilk defa bilalle konuştum. uzun uzun konuştum, sanki iki gün önce de konuşuyormuşuz yarın da konuşacakmışız gibi öylesine gündelik öylesine sıradan konuştuk. ne geçmişi açtık ne geleceği sorguladık. hadi dedik varsayalım bu da bir rüya, nasıl geliyorsa içimizden öyle konuşalım telefonu kapatınca uyanalım, bu da rüyaymış diyip geçelim. bu da derken diğerleri gibi demek istedim. şöyle ki konuşurken bana bir haftadır seni rüyamda görüyorum yüzünü görmesem sesini duyuyorum demişti. normal değil mi olabilir böyle şeyler peki aynı hafta boyunca benim de onu rüyamda görmem de normal mi. nasıl oluyor bu her seferinde. her seferinde derken diğer bir çok şey gibi demek istedim. şöyle ki bilal mezun olmadan önce yani aynı şehirde yaşarken her nasıl mümkün oluyorsa -ki başkası böyle bir şeyi iddia etse güler geçerim- her neyse her nasıl mümkün oluyorsa bilalle hiçbir şekilde anlaşmamışken haberleşmemişken yanımdaki arkadaşıma ya da kendi kendime bilal geliyo dedikten beş dakika sonra karşıdan gelirdi. hiç sekmezdi. işin tuhaf tarafı da o da karşıdan gelmeden yanındakine ya da kendi kendine şeyda burada diyormuş. ve yanımızdaki insanlar buna defalarca şahit olduktan sonra nasıl oluyor bu kesin mesajlaşıyorsunuz bizi yiyorsunuz diyip durmuşlardı. nasıl oluyordu? nasıl mümkün olabiliyordu da onu görmeden saniyeler öncesinde kalbim yerinden sökülürmüşcesine atıyordu ve ben geliyor diyebiliyordum. böyle konuya direkt girince biraz anlamsız oldu öncesini en başını yazmam gerek biliyorum. onlara da gelicem. bugün sadece dün olanları biraz da olsun sindirebilmek için yazıyorum henüz hikayeye başlamadım yani. konu çok saptı ne diyordum dün 3 saat 8 dakika boyunca konuştuk, nasıl geçti zaman anlamadım bana sorsalar beş dakikalık bir muhabbetti. iyiymiş, öyle diyor. ama hala sitem var sesinin derinliklerinde, duyuyorum. o nasılsın gerçekten iyi misin diyor ben bunu bize niye yaptın dediğini duyuyorum. diyor çünkü o an içinden, yemin ederim diyor. napıyorsun günlerin nasıl geçiyor diyor, ben değdi mi bari gittiğine değdi mi bana yaşattıklarına dediğini duyuyorum, diyor çünkü içinden, yemin ederim diyor. her seferinde yutkunuyorum derin bi nefes alıyorum ve çoğunlukla güleç bir ses tonuyla cevaplıyorum. iyiyim, yolunda her şey. biliyor ne zaman böyle gülerek bir şey desem ya yalan söylüyorum ya geçiştiriyorum. tekrar tekrar soruyor o yüzden. konu değiştiriyorum. adımı sesinden duymayı özlemişim. bu nasıl bir duygu tarif et deseler edemem. adımı işte, öylece, sadece, başına sonuna bir şey getirmeden her zaman yaptığı gibi, ciddi bir şey söylemeden hemen önce yaptığı gibi. şşşeyda(4 saniye sessizlik) yemin ederim artık sadece mutlu olmanı istiyorum. kiminle nerede nasıl önemi yok. gerçekten mutlu olduğunu bilmek istiyorum. çok değiştim biliyor musun çok değişti düşüncelerim değişmeyen tek şey sana olan sevgim işte. ama az önce çok komik bir şey oldu eski bilal gibi hissettim kendimi. noldu dedim merakla, tam beni arayacağı sırada karşıdan bi erkek grubu geliyormuş, kapatmış hemen telefonu çocukların geçip uzaklaşmasını beklemiş. anlam veremedim başta neden dedim, uzaktan çok uzaktan da olsa sesini duysunlar istemedim dedi. sonra güldü saçmalık işte bi an düşünmüş oluverdim sonra silkelendim kendime geldim ve aradım. diyecek bir şey bulamadım sanki komik bir şey anlatmış gibi ki hiç komik değildi, güldüm. bayağı güldüm. bu kıskançlık değildi ama bu psikopatlık değildi, bu başka bir şeydi benim anlayamayacağım benim ulaşamayacağım kadar yüksek bir şey. demem o ki üç saat boyunca bana hiç seni seviyorum demedi ama bana defalarca seni seviyorum dedi. bense sadece zar zor utana sıkıla, canımdan can gidercesine özledim diyebildim. özledim çünkü inkar edemem ki, he belki bunu içimde tutmam lazımdı (çünkü bir ilişkim var) ama tutamadım. belki de gerçekten rüya olduğuna kaptırdım kendimi bilmiyorum. her neyse özlemişim işte, adımı söyleyiş tarzını gündelik bir olayını anlatırken ki heyecanını, hiç beklemediğin bir anda saçmasapan bir muhabbetin ortasında şşşeyda,,,,,,diyip kurduğu dokunaklı cümleleri, aslında kızdığı kıskandığı şeyleri gülerek geçiştirmeye çalışmasını. mesela üç saatte defalarca barandan bahsetmişim istemsiz en son fark edip ya kusura bakma sürekli ondan bahsettim ama napayım anlattığım olayların içinde o da var dediğimde o zoraki gülüşüyle yok yok sorun değil sen devam et demesini. ölümden bahsettiğim an o anlayışlı sabırlı güler yüzlü halini kontrol etmeyip sakın bir daha böyle bir cümle kurma şeyda sakın diyişini ama diye cümleye girince sus konuşma diye susturuşunu. ki bu konuda hiç şakası yoktu, herkes çevremdeki herkes ben gevşek gevşek gülerek  ölmek istiyom yaa dediğimde gülerek saçmalama yaa diyip geçerken o her seferinde gerçekten öylesine dalgasına kurduğum bir cümlede ölüm geçince alelacele susturur duymak istemez kızardı. dua saatine denk gelecek bir gün dile getirme düşünme şunu nolur derdi. dün de dediği gibi. öyle işte özlemişim yani bir çok şeyini, unutmak istiyorum desem de gülüşünü duyduğunda unuttuğumu farkedince yüreğim sızladı. istemiyormuşum meğer. öyle işte be, bugün olan biteni anlattım yarın ne hissettiğimden, barandan, ve baranın bu durumu nasıl karşıladığından bahsedicem. şimdilik kendine iyi bak kendim,hayatta kalacak kadar iyi bak.
02,13
1 note · View note
İtalyanca Kursu – İtalyanca Özel Ders
Valentino, Versace ya da Armani, sizi İtalyanca öğrenmek için cesaretlendirmiyorsa, pek çok neden daha sıralayabiliriz. Unutmayın ki, az önce isimlerini saydıklarımız, saygın ve ünlü olmalarının yanı sıra iş dünyasının da önemli markalarıdır. İtalyanca kursu, moda dünyasının göz kamaştırıcı basamaklarını tırmanmak ve harika bir iş kariyeri yakalamak için oldukça uygun bir başlangıçtır. Ama İtalyanca kursu için tek neden bu değil? Bu sorunun cevabını vereceğiz ama önce neden yeni bir dil -İtalyanca ya da diğerleri- öğrenmeniz gerektiğinin üzerinde duralım.
Neden yeni bir dil öğrenmeliyiz?
Yeni bir dil öğrenmenin en büyük yararını gözle görmek mümkün değildir çünkü bu tamamen beyin fonksiyonarıyla ilgilidir.  Bazı araştırmacılar, iki dile sahip olan beynin, daha fazla etkileşimli, gelişmiş sinirsel bağlantılara sahip olduğunu belirtiyor. Şüphesiz hiçbirimiz bir, iki hatta daha fazla dili hiç de zorlanmadan konuşabiliriz. Aslında, birden çok dil, beyin için bir “egzersiz” işlevi görür ve araştırmalar, yeni bir dil öğrenmenin, zihinsel yeteneklerin artmasına yol açabileceğini göstermiştir. Örneğin, belleği geliştirebilir ve iki dil bilenler, diğerlerine göre pek çok konuda daha üstün performans gösterebilirler. Ayrıca yeni bir dil öğrenmenin karar vermeyi hızlandırdığı ve yetenekleri geliştirdiği de gözlenmiştir. Hatta yıllar önce edindiğiniz bir yeteneğiniz, dil eğitiminizle birlikte tekrar ortaya çıkabilir. İ
Bunlar genel olarak yeni bir dil öğrenmenin inanılmaz yararlarından sadece birkaçı. Bu dillerden biri de İtalyanca olabilir. Peki, neden İtalyanca kursuna gitmeliyiz?
İtalyanca öğrenin, dünyanın en iyi mesleklerine sahip olun!
Tur rehberi
İtalyanca kursu, size dünyanın en güzel mesleklerinden biri olan tur rehberliğinin yolunu açabilir ya da iyi bir gezgin olmanın! Belki de gezi dergilerinin vazgeçilmez editörü olabilirsiniz ve tabii turizmin birçok dalı, iyi İtalyanca konuşan birisi için daima sonsuza dek açık olacaktır. Bu vesileyle ya da uluslararası bir iş başvurusu için İtalya’ya gittiğinizde, insanların bu ülkeyi neden bu kadar çok sevdiklerini anlayacaksınız. İtalya, dünyanın en güzel köşelerinden bazılarına ve en nefes kesici manzaralara sahiptir. Örneğin, Amalfi Sahili, Sorrento, Positano ve Sicilya’yı ele alalım. İtalyanca biliyor olmak, bu şehirlerde yaşama ve çalışma olasılığınızı yüzde yüz artıracaktır.
İtalyan mutfağında Execusive Chef
İtalyanca öğrenmek için ikinci en önemli nedeniniz İtalyan mutfağıdır! Özellikle de aşçılığın, yalnızca geçmiş yüz yıllarda değil, günümüzün de en önemli -ve tabii en çok kazandıran- mesleklerinden biri olduğu düşünüldüğünde… Eğer İtalyancayı iyi derece konuşuyorsanız, bir İtalyan şefin yanından mesleki hayatınızın en değerli tecrübelerini kazanabilirsiniz. Sadece İtalyan mutfağı dahi öğrenmek, kariyerinizi tahmin edemeyeceğiniz kadar yükseğe fırlatacaktır.
İyi bir film yönetmeni olun
İtalyanca öğrenmek için ilk önemli neden dili kullanan insanların kültürel dünyasıdır çünkü her ikisinin de -dil ve kültür- “The Good Life” ya da “La Dolce Vita”, eğer Türkçe söylersek ‘iyi ve güzel bir hayatla, ilgisi vardır. (La Dolce Vita, aynı zamanda tüm zamanların en beğenilen filmlerinden birinin adıdır.) Filmlerden bahsederken Fellini, Antonioni ve Visconti gibi İtalyan yönetmenleri anmadan geçemeyiz. Bu isimler size İtalyanca kursu hakkında güzel fikirler verecektir. Sinema sektöründe kariyer yapmak için İngilizce bilmek olmazsa olmaz ise, İtalyanca ile Hoollywood’un çok daha ilerisine gitmeniz mümkündür. (Bu konuda aklınızda soru işaretleri varsa “I Cento Passi” (“One Hundred Steps”) ya da “La Grande Bellezza” (“The Great Beauty”) filmlerini izleyebilir ve neden İtalya’nın “En İyi Yabancı Film” Oscar’ını diğer ülkelerden daha fazla kazandığını anlayabilirsiniz.)
Ve kültürel etki ve katkılardan söz ederken konuyu İtalyan müziğine de getirebiliriz. İtalyanca öğrenmek, size, bu dilin ve tabii dünyanın en büyük müzisyenlerinin izinde gitme olanağı sağlayacaktır. Örneğin Alman besteci Mozart’ın birçok operasını İtalyanca yazdığını biliyor muydunuz? Fakat İtalyancanın müzik kültürü hakkında tarihte çok da gerilere gitmenize gerek yok, Pavarotti veya Bocelli ya da Pausini veya Mengoni mutlaka size bazı fikirler verecektir. Müzik dünyasında kariyer yapmak için asla yetenekleriniz göz ardı etmeyin.
İtalyanca öğrenmek
İtalyanca öğrenmek kolay mıdır? Bu sorunun cevabı yüzde yüz “Evet” olacaktır. Eğer İngilizce biliyorsanız ve ikinci bir dil olarak İtalyanca öğrenmek istiyorsanız, bu yüzdenin oranı, yüzde yüz kısa sürede öğrenebilirsiniz, şeklinde olacaktır. İngilizce bilenlerin, İtalyanca konuşmasını kolaylaştıran, her ikisinin de Latince kökenden geliyor olmasıdır. Ayrıca her iki dil arasında “agente”, “finale”, “impossibile”, “diligente” ve “melodia” gibi pek çok ortak kelime vardır.
İtalyancanın öğrenmesi kolay bir dil olarak görülmesinin bir başka nedeni, yazım ve telaffuz arasındaki bağdır. İtalyancada bir kelimeyi nasıl yazdığınız ve nasıl telaffuz edeceğiniz arasında güçlü bir ilişki vardır.
İtalyanca ile kariyer fırsatlarını yakalayın
İkinci bir dil -uluslararası iş başvurularınızda İngilizce bildiğiniz varsayılır- özgeçmişinizde sizi, diğerlerinden birkaç adım öne çıkartacaktır. Belki işveren için tek dil de yeterlidir ancak iki dili konuşanlar, muhtemelen daha çok ilgisini çekecektir. Bu da iki dil bilmenin iş dünyasındaki önemini gözler önüne seriyor. Peki, İtalyanca için de böyle mi? Evet ve hatta çok daha fazlası! İtalya, Euro bölgesinde ve dünyanın sekizinci en büyük üçüncü ekonomisidir. Ekonomik büyüklük önemlidir çünkü pazardaki fırsatları yansıtmaktadır.
Bununla birlikte, İtalyan dil becerilerinizi kullanabilmek için İtalya’ya gitmeniz bile gerekmeyebilir. Özellikle e-ticaret sektörü olmak üzere Avrupa’ya yönelmek isteyen pek çok ABD şirketi vardır ve hedefleri büyümektir. Bu şirketlerden birinin genel müdürü neden siz olmayasınız ki! Eğer ileriki yıllarda size hizmet edecek bir dil öğrenmek istiyorsanız, İtalyanca listenin en üstünde tutmalısınız.
İtalyanca kursu
İtalyanca kursu, başlangıç, orta ve ileri seviyede olan her öğrenci için farklı öğrenme biçimleriyle başarılı bir eğitim süreci sunmaktadır. Danışman öğretmenlerimiz eşliğinde yapılacak seviye tespit sınavı, daha iyi bir başlangıç için size yön verecektir. Türk ve yabancı öğretmenlerle eş zamanlı sürdürülen eğitimler, istenildiği ya da danışman tarafından gerek görüldüğü takdirde, ek derslerle desteklenmektedir. İtalyanca kursu eğitim programı, hangi yaştan olursa olsun öğrencilerin eğitim, hedef, istek ve amaçlarına göre planlanmakta, böylece düzenli bir çalışma sistemiyle başarılı bir dönem geçirilmesi amaçlanmaktadır. Sunulan ders saatleri okuma, dinleme, konuşma ve diğer çeşitli aktivitelerle desteklenir. Alanında uzman, formasyon sahibi akademik eğitim kadrosu ile İtalyanca kursu sizin de gelecek hayallerinizi gerçekleştirmenizi sağlayacak.
İtalyanca Seviyeleri Nedir?
İtalyanca Seviye A1
Bu kursu alan öğrencilere, konuştuğu kişilerle basit düzeyde ihtiyaçlarını karşılayabilmek adına İtalyancada bilinen günlük ifadeleri dinleme, okuma, yazma, konuşma ve iletişim kurma bilgi ve becerisini kazandırmayı hedeflemektedir.
Günlük hayatta iletişim, aile ilişkileri ve çevre, alışkanlıklar ve tercihler, yiyecekler ve içecekler, geleceği planlama, geçmişi anlatma gibi konularda dinleme, okuma, konuşma ve yazma.
Toplam Saat 120
İtalyanca Seviye A2
Bu kursualan öğrencilere, günlük hayat, yaşanan deneyimler, sağlık ve beslenme, doğa, çevre ve kurallar, bilim, sanat ve teknoloji ile ilgili konularda İtalyanca günlük ifadeleri dinleme, okuma, yazma, konuşma, iletişim kurma bilgi ve becerisini kazandırmayı hedeflemektedir. Programa katılacak öğrencilerde, İtalyanca A1 Seviyesi’nden programından sertifika alma şartı aranmaktadır.
Hayat ve olaylar, deneyimler, giyim ve moda, sağlık ve beslenme, doğa, çevre ve kurallar, bilim, sanat ve teknoloji gibi konularda temel düzeyde okuma, yazma, dinleme ve konuşma.
Toplam Saat 160
İtalyanca Seviye B1
Kursu alan öğrenciler; sosyal ortamlarda karşılaşılması muhtemel diyalogları daha iyi algılayabilecek, becerileri (okuma, yazma, konuşma, dinleme, kelime ve gramer) etkin bir şekilde kullanabilecek, telaffuz yeteneğini kazanabilecek, güncel olaylar ile ilgili radyo ve televizyon programlarını anlayabilecektir. Öğrenciler ayrıca günlük dilde sık kullanılan sözcükleri içeren metinleri anlayabilecek, dilin konuşulduğu ülkede seyahat ederken ortaya çıkabilecek bir çok durumla başa çıkabilecek, yaşadığı deneyimleri ve izlenimleri metne dönüştürebilecektir.
Yazma, güncel olaylar, radyo ve televizyon dinleme, kişisel ilgi alanları, deneyimler, gelecek zamanda süreklilik, geçmiş zaman aktiviteleri gibi konularda dinleme, okuma, konuşma ve yazma.
Toplam Saat 120
1 note · View note
kivirciksacbakimi · 5 years
Text
Erkekleri Burçlara Göre Etkilemenin Yolları
Erkekleri Burçlara Göre Etkilemenin Yolları
Hoşlandığınız ya da sevdiğiniz erkeği etkileme, baştan çıkarma ya da tavlama konusunda astrolojinin gücünden faydalanarak, istediğiniz ilişkiyi yaşayabilirsiniz.
Koç burcu erkeğini etkilemenin yolları
Koç erkeği, kadında ilk olarak zeka ve sonra da sadeliğe bakar. Zekasına güvenen ve akıllı kadınlar koç erkeği için önceliklidir. Aynı zamanda kaliteli esprilerinizi sade ve şık bir görünümle birleştirerek etkilenme düzeyini arttırabilirsiniz.
Beraberken çok ilgi olun ama ayrı iken ulaşılmaz olun.
Hakimiyet onda gibi davranmakla birlikte yeri geldiğinde ben demeyi bilin.
Havalı ve soğuk biri gibi davranmayın ve her zaman aktif olun.
Ona güvendiğinizi hissettirin ve belirtin.
Sorun konuşacaksanız zamanını iyi ayarlayın.
Evlilik ya da nişan hayallerinizden sürekli bahsetmeyin.
Boğa burcu erkeğini etkilemenin yolları
Boğa burcu erkeği için cinsellik ve tutku vazgeçilmez olup, boğa erkeği midesine çok düşkün olur. Bu yüzden onun için hazırlayacağınız sofralar onu mutlu ederken, şık olmayı da ihmal etmeyin.
Parasına sahip çıkın ve çok savurgan olmayın.
Ani değişimler yapmayın, sarı saçlı sizi tanıdıysa görüş almadan birden siyah saçlarla karşısına çıkmayın.
Boğa erkeği sakin ortamları sever ve kibar olduğu için sizin disko teklifinizin ilkine ‘’evet’’ diyebilir ama sonrasında cevabı ‘’Hayır’’ olacaktır.
Sorduğunuz sorulara hemen cevap vermez, birkaç beklemeniz gerebilir.
Görünüşünüze önem vererek, her zaman şık ve güzel olun.
Nerdesin, niye aramadın gibi soruları sormayın, çünkü sizinle ilişki başladığı andan itibaren asla aldatma düşüncesinde dahi olmaz.
Düzen aşığı olan boğa erkeği dağınık ve karmaşık, nasıl davranacağı belli olan kadınlara tahammül edemez. Planlı olmayı unutmayın ve nerden nasıl davranacağınızı iyi öğrenin.
İkizler burcu erkeğini etkilemenin yolları
Dengesizlikleri ile ün salmış olan ikizler erkeği çok konuşan kadınlardan hoşlanır ama konuşmak için de konuşmayın. Aynı zamanda küçük sürprizler onu çok etkiler.
Çok duygusal olmayın ve mantıklı, çözümcü yaklaşmayı ihmal etmeyin.
Güçlü bir kadın olmayı ihmal etmeyin.
Siyah dediği bir şeye kısa süre sonra beyaz diyecektir, hazırlıklı olun.
Heyecana ve aksiyonlara hazırlıklı olun ve rutin bir hayat beklemeyin.
Görünüşünüzde sık sık değişiklik yapın. Yenilikçi kadınlardan hoşlandıklarını unutmayın.
Her şeyiyle sizin olmasını beklemeyin, bu mümkün değildir ve onu olduğu gibi sevip kabullenin.
Kendisini kısıtlanmış hissettirmeyin yoksa kısa süreli bir ilişki yaşarsınız.
Yengeç burcu erkeğini etkilemenin yolları
Bir yengeç erkeği güvenebileceği kadınlara karşı ilgi duyarlar. Çünkü kendileri de güvenilir ve sadıktır. Sizin güvenilir ve iyi bir hayat arkadaşı olmanız onu çok etkileyecektir.
Duygusal ve hassas olduğunu unutmayın ve duygusal yapısına anlayış gösterin.
Ona hissettiğiniz tutkuyu ve sevgiyi dile getirip, bunu hissetmesini sağlayın.
Ailesiyle özel olarak ilgilenin ve özel günleri unutmayın.
Anaç, koruyucu ve sahiplenici bir partner olun.
Sizi çok severse kendinizi kraliçe gibi hissedersiniz.
Kendisine güven duymasını sağlayın, başarısızlıklarından çok yaptığı güzel şeylerle takdir edin.
Kimi zaman karmaşa ve tedirginlik yaşar ve sizin tarafınızdan destek gördüğü anda her türlü olumsuzluk ile mücadele edebilir.
Kibar olun ve huzur bulmasını sağlayın ama dişiliğinizi de hissettirin.
Onun mantığına değil, duygularına değer verin.
Aslan burcu erkeğini etkilemenin yolları
Egolu aslan burcu erkeği pohpohlanmaktan çok hoşlanır. Bakımlı kadınlar dikkatlerini çeker ve ilgi onlar için olmazsa olmazdır.
Özel bir kadın olduğunuzu hissettirin ve onun güçlü kadınlarına layık olduğunu hissettirin ki arada egemen davranışlarınıza ses çıkarmasın.
Bakımlı olurken, dişi yanlarınızı da mutlaka hissettirin. Toplumda beğenilmeniz onu etkileyecektir.
Onun hobileriyle yakından ilgilenin ve tuttuğu takım dahil hobilerine yönelik bilgi edinin.
Sorunların çözüm yolu olarak kavgayı seçmeyin. Anlaşma yolunu tercih edin.
Sizi üzdüğünde geri çekilerek bekleyin ve size yaklaştığı zaman gururlu bir kadın olduğunuzu hissettirin ama çok da uzatmayın.
Kaba davranmayın ve sık boğaz etmeyin.
Sadık olun ve bunu hissettirin.
Esprili olmayı ihmal etmeyin ve her zaman şirin olun.
İsteklerinizi belirtin ama ısrarcı olmayın, o zaten bunları yerine getirmekten zevk alacaktır.
Cinselliği önemseyin, yatakta sıcak, sevgi dolu ve tutkulu olun.
Başak burcu erkeğini etkilemenin yolları
Başak burcu bir erkekle beraber olacaksanız, işiniz gerçekten zor çünkü zor beğenen bir erkekle berabersiniz. Çok düşünür ve çok zor beğenir. Eğlenceli ama bir o kadar çekici kadınlardan hoşlanır.
Kendinizi uzun uzun anlamanızdan zevk alır. Detaycı olduğu için sizinle ilgili her şeyi bilmek hoşuna gidecektir. Açık olmanız, bağlanmasına neden olacaktır.
Dürüstlük ve doğallık vazgeçilmezlerindendir.
Size aşıksa, gelecek planlarını içinde siz de varsınızdır ve sizi rahat ettirmek için tüm gücünü harcar.
Değişken halleri vardır ve bunu kabullenmeniz gerekir ama üretmeyi çok sever ve paylaşımdır.
Giyiminizle her açıdan ilgilenir ve temiz, titiz kadınlardan hoşlanır.
Maceracı değildir ve böyle kişileri eleştirir. Bu nedenle çok sadıktır.
Hatalarınızı yüzünüze söyler ve bazen çok ağır eleştirilerde de bulunabilir ve verdiğiniz sözler onun için çok önemlidir.
Terazi burcu erkeğini etkilemenin yolları
Terazi burcu erkeklerinin en belirgin özelliği hep takdir beklerler. Küçücük bir şey bile yapsalar teşekkür etmek zorundasınız çünkü beklerler. İlgi alanlarını öğrenerek, saatlerce bunun üzerinden konuşabilirsiniz. Bu onu çok etkileyecektir.
Sıkıntılarında onun yanında oldu��unuzu hissettirin ve kendisini özgürce ifade etmesini sağlayın.
Beğenildiğini bilmek hoşuna gider ve sizinle sohbet etmeyi sever. Kadınlar tarafından beğenilmek hoşuna gider. Sohbet etmekten hoşlanır.
Size güvenmesini sağlayın ve söylediklerini asla kimseyle paylaşmayın.
Güçlü kadınlardan hoşlandığı için güçlü olduğunuzu hissettirin.
Romantizme önem verin ve baş başa böyle ortamlarda kalmaktan zevk aldığını unutmayın.
Akrep burcu erkeğini etkilemenin yolları
Cinsel performansları ile bilinen akrep erkeklerini fantezilerinizle etkileyebilirsiniz. Ama akrep erkeğinin acımasız tavırlarına da hazırlıklı olmalısınız.
İlginiz hoşuna gider ve tutkularınızla da onu büyüleyebilirsiniz. Sadakatiniz de onun size aşık olmasını sağlayacaktır.
Mahremiyet önemli olduğu için onun sırlarını iyi saklamalısınız.
Her şeyinizi paylaşmaya hazırlıklı olun çünkü gizlemeye çalışsanız dahi sizinle ilgili her şeyi öğrenecektir.
Güç ve kontrolüne önem verir ve ipleri bu nedenle size bırakmayabilir. Liderlikten vazgeçmez.
Erotizm ve fanteziler vazgeçilmezleridir. Ona dokunarak sevginizi hissettirmeniz hoşuna gider.
Dişi yanlarınızı ortaya koymanız ve hissettirmenizden zevk alır.
Rekabetten hoşlanmaz. Bu nedenle yönetimi ele geçirmenize izin vermez.
Gururu çok önemlidir ve ters bir şey yaparsanız hemen ayrılabilir ve geri dönmesi de mümkün olmaz.
Yay burcu erkeğini etkilemenin yolları
Yay burcu erkekleri maceracıdır. Bu nedenle her zaman valizinizi hazır bulundurun. İstekleriniz sırasında onu şaşırtıp etkileyebilirsiniz.  Sadakat konusunda sorun yaşayabilir ve sakin biriyseniz yay burcundan baştan uzak durun.
Aşkta fiziksel açıdan uyarılmak onu çok etkiler.
Bulunduğu ortamı şenlendiren biri olduğu için sizden de bunu bekler.
Sorunlarla uğraşmayı sevmez ve hayatın her anı onun yaşamaya değerdir ve sıkıcı ortamları ya da sorunları sevmez.
Fazla duygusal, kontrolcü ya da baskıcı kadınları sevmez.
Kurallardan nefret ettiği için kural koyan kadınlardan da hoşlanmaz.
Kıskançlıktan hoşlanmaz ve ilişkinin bitme nedeni olabilir.
Oğlak burcu erkeğini etkilemenin yolları
Oğlak burcu erkekleri kontrollü kadınları sever. Çalışma hayatı ile birlikte evinin kontrolünü de sağlayan kadınlar daima onlar için ön plandadır.
Plansız davranan ve yaşayan kadınlardan hoşlanmaz.
Sadakatsizlik en nefret ettiği davranıştır.
Zor güvenen bir yapısı olduğu için zor kadınlar ilgisini çekmez.
Klasik giyimden hoşlanır ve abartılı giyinen kadınları beğenmez.
Temizliğe önem verdiği için pasaklı bir kadınla da yapamaz.
Güçlü kadınları sever ve kendi yalan söylemez. Bu nedenle yalan söyleyen bir kadın ilişkinin bitmesine neden olabilir.
Eleştirilmekten hoşlanmaz, mantıklıdır ve kimsenin işine karışmaz. Ama onun işine de karışılmasını sevmez.
İlişkide fazla söz hakkı tanımaz, buna alışmanız gerekir.
Aile kurma arzusunu çok taşır ve güvenilir bir kadın bulduğunda geleceği düşünür.
Kova burcu erkeğini etkilemenin yolları
Bir kova erkeği çok titizdir. Bakımlı ve titiz olursanız ve uyumlu iseniz, baş tacı olabilirsiniz.
Aşırı duygusal biri ile yapamaz ve üzerine çok düşülmesini sevmez.
Klasik düşünemez ve düşünceleri çok geniş, aynı zamanda farklıdır.
Duyguları ile hareket etmediği için hassas olmanız onu sıkabilir.
Çok iyi dost ve arkadaş olur ama aşık olması zaman ister.
Sabit görüşlüdür ve kendi düşünceleri eşsizdir.
Orijinal keşif adamıdır ve pek sıcakkanlı olmadığı için sevgisini de belli edemez.
Onunla sohbet zevklidir aöa iş konularının konuşulmasını pek sevmez.
Ne onunla ne de onsuz yaşamak zordur, özellikleri ile kabul eder ona göre davranırsanız uzun süreli ilişki yaşayabilirsiniz.
Balık burcu erkeğini etkilemenin yolları
Balık erkeği için hayalleri çok önemlidir ve hiç kimsenin kendisini derinlemesine çözmesine izin vermez. Hep kendine özeli kalmalıdır. Siz de hassas bir kadınsanız, balık erkeği sizi üzer.
Kimi zaman sizi kızdırıp canınızdan bezdirirken, kimi zamanda ki çoğunlukla sizi kendine daha çok bağlayan bir adamdır ama gerçek dünyadaki zorlukları paylaşmak balık erkeği ile zordur. Masalsı bu erkeği ya çok sever kabullenirsin ya da baştan bu ilişkiye hiç girmeyin.
Genellikle sakin bir yapıya sahip olan balık erkeği, bazen de kendinden beklenilmedik tavırlarda bulunur. Bu nedenle onunla iyi anlaşabilmenin sırrı sabırlı olmaktan geçer.
Eğer hayatı düzende ve birazda parası varsa, balık erkeği ilişki adamı olur. Ama hayatında sorunları varsa kesinlikle anlayışlı olmak zorundasınız.
Balık erkeği kararlı olamaz. Yani bir sınırda bir ilişki yaşamak onunla zordur ve tek çare onu öyle kabullenmektir.
Kararları ve düşünceleri konusunda çok inatçıdır. Sizi iyi dinler ama dinlerken bile kendi düşüncelerinin ne kadar doğru olduğunu düşünür. O nedenle balık erkeğini bağlamak için sert olmayın ve mümkünse anaç davranın.
Asla akıl vermeye çalışmayın ve anlattıklarını sadece sakince dinleyin.
Balık erkeği hediye almaktan ve vermekten çok hoşlanır.
Sizi asla arkadan vurmaz ve oyunları yoktur. Çok kibar bir erkek olduğu için siz de kibar olduğunuz sürece onu kazanabilirsiniz.
  Erkekleri Burçlara Göre Etkilemenin Yolları
2 notes · View notes
cranklyn · 2 years
Text
Dip
Marjinal faydayla başlamak istiyorum. Bir insanın istek ve ihtiyaçları doğrultusunda ihtiyacı olduğu anda, o an ihtiyacı olduğu şeye erişme zorluğu ve ihtiyaç oranı, o nesnenin değerini yani marjinal faydasını arttırır. Örneğin çölde bir bardak su gibi. Su içme ihtiyacı doğrultusunda ilk bardakta aldığın hazzı ikinci bardakta alamazsın çünkü ilk bardakta aldığın marjinal fayda ikinicisine göre çok daha yüksektir.
Bende daha önceleri yazmak istiyordum, düşüncelerimi sadece kelimelere dökmek ve bir nebze olsun rahatlamak için. Şuan marjinal faydam tavan noktasında değil ama yinede içimde büyük bir huzur oluşacağı inancındayım.
Diyorsun ki bir insan daha ne kadar dibe gidebilir? Daha ne kadar düşebilir? Daha ne kadar kopabilir, kırılabilir? Ama bunun bir sonu yok. Gideceğin nokta nihayetinde zihninde ve olmak istediğin yer olmak zorunda olmadığın yerdir. Yapmak zorunda olduğum şeyler ve zorunluluklar devam ettiği müddetçe olmak istediğim yerde olmam mümkün değil. Tüm olanlara rağmen yine de ayakta durup, savaşıp mücadele etmek zorundayım.
Hayatımda çokça yeni sayfa açılıyor ve beni mutlu etmeyen, huzurumu kaçıran çok fazla şey var. Sesli düşünmek, yazmak, paylaşmak beni rahatlatmıyor bazen çünkü çözüm yok. Bir çözüm olduğuna inanmak yani kısaca umut diyebiliriz. Bir umut olduğuna inanmadığım müddetçe kendimi doğru yola koymak ve savaşmak mücadele etmek çok güç. Çünkü sonunda yenik düşeceğine şartlamış kendini beyin. Herhangi bir sonuçta galip geleceği inancı sıfır.
Yinede her olumsuz sonuca ve kötü düşünceye rağmen mücadeleyi bırakmak çok aptalca olurdu. Ben inatçı bir insanım, sonunu görmeden gittiğim ve girdiğim çokça yollar oldu. Şuanda da rüzgarlı bir havada savrulan boş bir sayfa kağıttan farkım yok, olsun isterdim ama yok.
Nedensizce içimde oluşan ve beni terketmeyen bir ağırlık var, bu ağırlık gidiyor gibi bazen, ama genelde orda olduğunu bilmek beni hep huzursuz ediyor. Bunca zaman nelerin üstesinden geldim. Mücadele etmeyi hiç bırakmayacağım.
1 note · View note
onderkaracay · 2 years
Text
Tumblr media
🗣️ Son Düzlüğe Girildi
Bütün cephanesini tek bir kişinin geleceği için harcayan ülkemiz de asıl yıkım bundan sonra yaşanacak.
Kriz yeni başladı. Ekonomide ki çıkmazın boyutu krizin siyasi ve yönetim boyutunu ortaya çıkardı.
Ortaçağ kalıntısı inanç ideolojisi iflas etti. Sorun iflas ettiğini kabul etmeyerek yönetme inadını dayatmasıdır.
2002 yılında iktidar olduklarında ülkede şeker, un, yağ herşey vardı. Sorun helva yapmak ve bu helvayı adil bölüşmekti.
Bırakın helva yapmayı yirmi yıla yakın iktidar dönemlerinde ülkemiz bugün şeker, un ve yağından oldu.
Bu örnek durumun ne kadar vahim olduğunu göstermeye yeter.
Küresel destekli gerici saldırı devlet aygıtlarını da paslı bir çark haline dönüştürdü.
Şimdi ne yama tutuyor ne de yama yetiyor.
Astarı yüzünden pahalıya mal oldu.
Klişe bir hikayedir hep anlatılır. Yeniden yazmakta fayda var.
Adamın birinin evinde bir cihaz arıza yapar. Kime götürse yapamaz.
Sonra bir usta daha gelir cihazın sağına soluna çekiç vurur ve cihaz çalışmaya başlar.
Sonra ücretini sorar;
Usta bin lira der.
Olur mu der iki çekiç vurdun nasıl bir lira eder. Etse etse on lira eder.
Usta doğru der. Çekiç vurmak on lira eder. Bin lira çekici nereye vurulacağını bilmenin bedelidir der.
Ülkemiz de referandum ile rejim tek bir kişiye emanet edildi. Ülkeyi hurdaya çeviren bir ustaya teslim etmiş olmanın bedelini ödeyeceğiz.
Kuruluş savaşı sırasında İngilizler ile bir olup bizi sırtımızdan vuran Araplar ile bugün ikinci kurtuluş savaşı vermesine ne dersiniz?
Ülkemiz 12 Eylül askeri darbesinin ardından sermaye için dikensiz gül bahçesine dönmüştü.
Ciasal ideoloji dikensiz gül bahçesinin tamamını sermayeye verdi.
Giresun Aksu'da bulunan Seka fabrikasının değeri 60 milyon lira iken 5 milyon liraya yandaş birine satıldı.
Şu anda burada üretim yok. Arsasının yerine TOKİ inşaat yaptı.
Bunun gibi sayısızca kurumlarımız, topraklarımız ve maden ruhsatları yandaşlara, yerli işbirlikçi sermayeye ve küresel istilacılara yok pahasına haraç mezat satıldı.
Dünya tarihinde devrimle kurulmuş bir ülke bugüne kadar bu şekilde bir talan yaşamış değil.
Tarım yok edildi.
Bugün karne ile satılacak noktaya gelen şekeri işleyen şeker fabrikaları küresel istilacı şirketin talebi üzerine kapatıldı. Şekerpancarı ekilmez oldu.
Buğday ithal eden ülke haline geldik. Un üreten bir çok firma yabancılara satıldı.
Alışveriş merkezleri ile ithalat yoluyla ülke yabancılar lehine mal pazarına döndü.
Halkın geliri düşük tutularak bankalara müşteri çoğaltılarak aşırı borçlanmanın yolu açıldı.
Merkez Bankası rezervleri yandaş firma kurtarmak amacıyla hukuksuz yok edildi.
Yirmi yıldır faiz lobisine beton ve tüketim ekonomisi ile kaynak aktaran bu çağdışı zihniyet kur vurgununun önünü açmak için faiz dinimiz gereği haramdır diye dini ekonomiye de alet etmeye kalktı.
Ve fiyat güncellemesi diye halkı kandıran zam yağmuru başlayınca halk adeta felç oldu.
Dinci ve işbirlikçi ideoloji kendi sonunu getirdi ve son düzlüğe girdi.
Daha fazla ne kadar zarar verir bilmek mümkün değil.
Evet hayır referandumu ile bir toplumun geleceğii işte böyle bir kişinin iki dudağı ve niyeti ile karartıldı.
Yine de enseyi karartmadan Mustafa Kemal Atatürk'ün yolundan giderek aşacağız bu zorluğu.
Çünkü;
Yeryüzünde hiçbir otoriter ve dayatmacı güç, kendine ait kalıcı bir gelecek inşaa edememiştir.
[] Önder Karaçay []
1 note · View note
marmalaise · 3 years
Photo
Tumblr media
Trabzonspor'un en istikrarlı oyuncusu olan Edgar le, kulüp dergisinin 184s. sayısına röportaj verdi. Hayat hikayesinin Gine Bissau'da başladığını belirten Edgar le, "Ailemle birlikte Gine Bissau'dayken babam Avrupa'ya gitmiş ve çalışmaya başlamıştı. Daha sonra bizi de yanına aldı. İlk başlarda alışamamıştık, çok ağlamıştım. Yeni bir hayat, yeni bir yer ve her şey yeniden başlıyordu. Dolayısıyla kolay olmamıştı ilk zamanlar. Futbola ise çok küçük yaşlarda başladım.
Çocukken futbol en sevdiğim spordu dolayısıyla futbol oynamayı hep istemiştim. Portekiz'e gittiğimizde orada küçük bir turnuva düzenlenmişti. Ben de bu turnuvaya katılmak istedim. Turnuvada Sporting ve Benfica gibi takımların genç takımları da vardı. Ayrıca onların futbolcu izleyen ekipleri de turnuvayı takip ediyordu. İyi bir turnuva geçirdim, iyi bir performans ortaya koydum, iyi de sonuçlar aldık. O turnuvadan sonra Sporting benimle ilgilendi. Altyapıya aldılar ve futbol hikayem böylelikle başlamış oldu" dedi.
İlginç bir futbol hikayesine sahip olduğunu belirten başarılı savunma oyuncusu, "Turnuvada ben bir kanat oyuncusuydum. Futbola kanat oyuncusu olarak başladım, başka bir hoca beni bek olarak oynattı, daha sonra da şu an Süper Lig'de teknik direktör olarak görev yapan Ricardo Sa Pinto beni stoper olarak oynatmaya başladı. Stoperliğe direkt defans oyuncusu olarak başlamadım. Bahsettiğim turnuvadan sonra Sporting altyapısına gittim ve gerçekten çok farklı bir altyapıydı.
Çok iyi bir eğitim alıyorsunuz. Sporting'de oynadığımız maçların ve turnuvaların ardından Inter ve Barcelona'nın benimle ciddi olarak ilgilendiğini duydum. Ardından Barcelona'ya transferim gerçekleşti. Barcelona'ya gittikten sonra, oradan içeri girdiğinizde aslında futbolun ne kadar farklı olduğunu görüyorsunuz. Çünkü orası bambaşka bir yer. Oraya alışmanız gerekiyor ve bana da alışmam için gereken süreyi tanıdılar. Alışma sürecini de çabuk atlatarak Barcelona'ya da adapte olabildim" diye konuştu.
"Adanmışlık"
Kendi futbolunu 'adanmışlık' olarak tanımlayan Portekizli oyuncu, "Hangi takımda olursam olayım, ne yapıyor olursam olayım o işi adanmış bir şekilde yapmaya çalışıyorum. Tabii ki bunun gururunu da yaşıyorum. Yaptığınız işi bir adanmışlıkla yaparsanız eğer hem izleyen kişiler oynadığınız oyundan gurur duyacaklar hem de futbolunuzdan keyif alacaklardır. Dolayısıyla ben de kendi futbol tarzımı böyle tanımlayabilirim" ifadelerini kullandı.
"Stoper bölgesinde kendimi daha rahat his ediyorum"
Kanat oyuncusu olarak oynama döneminin geçmişte kaldığını belirten Edgar le, "Kanat oyuncusu olarak oynadım ama bu geçmişte kaldı. Biraz gençlik dönemlerimdeydi. Şu an kendimi en rahat hissettiğim pozisyon stoper pozisyonu. Fakat maç içinde, maçın gereğine göre, o anki ihtiyaca yönelik bek oynamam gerekirse tabii ki elimden geleni yapmaya çalışırım. Ancak mutlaka bir pozisyon soruyorsanız, kendini en çok nerede rahat hissediyorsun diye soracak olursanız 'en iyi hissettiğim yer stoper pozisyonu' diyebilirim" açıklamasında bulundu.
"Trabzonspor yetenekli oyunculara sahip"
Yetenekli oyunculara sahip olduklarını belirten 26 yaşındaki futbolcu, "Trabzonspor'a ilk geldiğim günden itibaren çok çalışkan ve yetenekli bir oyuncu grubumuzun olduğunu gördüm. Onların içlerine dahil olmak benim için çok zor olmadı. Beni hemen sahiplendiler ve hemen takıma dahil olmam için ellerinden geleni yaptılar. İlk günden itibaren sanki yıllardır buradaymışım gibi ve uzun zamandır birlikte antrenman yapıyormuşuz gibi hissettim. Ben topla oynamayı seven birisiyimdir, bu özelliğimle beni fark ettiler ve kısıtlamadılar. Bu da çok hoşuma giden bir özellik oldu. Takım arkadaşlarımın kalitesinden çok etkilendiğimi söyleyebilirim" şeklinde konuştu.
"Ligler arasında çok büyük farklılıklar yok"
Fransa, İspanya, Portekiz ve Hollanda liglerinde oynadığını Süper Lig ile aralarında çok büyük bir fark göremediğini söyleyen Edgar le, "Çok büyük bir fark göremiyorum çünkü benzer kalitede ve benzer yetenekte oyuncular oynuyor bu liglerde. Tabii ki büyük takımlar ve büyük oyuncular da var hem burada hem de bahsettiğiniz liglerde. Küçük farklılıklar, minimal farklılıklar elbette var ama bunun çok büyük bir fark olduğunu düşünmüyorum. Bu liglerin hepsi birbirine yakın ligler. Burası kesinlikle yarışmacı bir lig. Maçlar hep ortada geçiyor. Maç başlamadan önce bir tarafın kesinlikle kazanacağını düşündüğünüz maçlar pek olmuyor. Dolayısıyla birbirine yakın takımlar ve kalite ile yetenek olarak birbirine yakın oyuncuların yer aldığı bir lig. İzlemesi zevkli, bir yandan da yarışma seviyesi de yüksek bir lig olduğunu düşünüyorum" dedi.
"Anı yaşayan biriyim"
Geleceği çok fazla düşünen biri olmadığını belirten başarılı defans oyuncusu, "Gelecek hakkında düşünen biri de değilim. Anı yaşıyorum ve yaşadığım bu anı da yüzde yüzümle yaşamayı tercih eden biriyim. Şu anda Trabzonspor'da işler benim için iyi gidiyor. Burada oynuyorum ve oynadıkça da takımıma yardımcı oluyorum. Umarım bu böyle devam eder. Takımımızı daha da üstlere çıkartırsak zaten başarılı olmuş sayılırız. O yüzden bu anı yaşamak, en iyi şekilde yaşamak benim için daha önemli" diye konuştu.
"En büyük hayallerimden birisi milli takım"
"Bütün futbolcuların hayali milli takımda oynamaktır" diyen Portekizli futbolcu, sözlerini şöyle sürdürdü: "Dolayısıyla benim de en büyük hayallerimden biri milli takımda forma giymek. Ancak bu hayalim şu anda veya yarın gerçekleşecek diye kendimi zorlamıyorum. Ben takımım adına en iyisini yapmaya çalışıyorum, zaten takımımız iyi giderse ve birlikte başarılı olursak milli takımın kapıları da hem bana hem de doğru şekilde işini yapan tüm arkadaşlarımıza açılacaktır. O yüzden bunu çok fazla düşünmeye çalışmıyorum ama tabii ki en büyük hayallerimden bir tanesi olduğunu da söylemeliyim."
"Abdullah Avcı ile çalışmaktan mutluyum"
Teknik Direktör Abdullah Avcı'nın çok tecrübeli bir antrenör olduğunu söyleyen Edgar le, "Geldiği ilk andan itibaren savunma üzerine pek çok çalışma yaptı. Bizler de savunma oyuncuları olarak elimizden geleni yaptık ve takımımızın savunma olarak toparladığını görebiliyoruz. Geldiği anda takımızın savunma anlayışının doğru olmadığını, nasıl yapmamız gerektiğini ve nerelerde durmamız gerektiğini bize çok net bir biçimde ifade etti. Zaten oyuncularla iletişimi çok iyi olan bir antrenör. Yaptıklarıyla, söyledikleriyle ve düşüncesiyle ne kadar tecrübeli biri olduğunu görebiliyorsunuz. Kendisinin iletişimi ve bize olan yaklaşımından dolayı çok memnunum ve kendisiyle çalışmaktan çok mutluyum. Çalıştığım teknik adamlar içinde Abdullah Avcı'yı kesinlikle kendisini üst sıralara koyabilirim çünkü geldiği andan itibaren bize hep yardımcı olmaya çalıştı. Bana ve takımımızın geneline yardımcı olmaya çalıştı. Bu bizim için çok önemli bir durum" açıklamasında bulundu.
"Hugo ile bir birimizi çok iyi anlıyoruz"
Takım arkadaşı Vıtor Hugo ile iyi bir uyum içinde olduklarını açıklayan Edgar le, "Futbolda iletişim çok önemli. Futbolda karşınızdaki kişiyle konuşabilmek ne istediğini bilmek ve ne düşündüğünü anlamak çok önemli. Biz de zaten hem aynı dili konuşuyoruz Hugo'yla hem de birlikte zaman geçirdikten sonra artık ne düşündüğümüzü daha iyi anlayabiliyoruz. Artık nerede olmamız gerektiğini, nerede durmamız gerektiğini konuşmadan da anlayabiliyoruz. Özel bir şey yapmadık belki ama zaman içinde oturan ve şimdi daha da sağlamlaşan bir ilişkimiz oldu" ifadelerini kullandı.
"Mücadeleyi sonuna kadar vermek istiyoruz"
Pandemi dolaysıyla taraftarların eksikliğini çok hissettiklerini belirten 26 yaşındaki defans oyuncusu, "Taraftarlarımızın eksikliğini çok hissediyoruz. Bu pek alışılabilecek bir durum değil. Çünkü futbolun bir numaralı etkeni taraftar ve taraftarsız maçlara alışabilmek çok kolay değil. Hep kendime şunu söylüyorum; burada dolu stadyumda taraftarlarımızın önünde oynamak harika bir duygu olurdu. Umuyorum ki en kısa sürede, bu pandeminin bitişiyle birlikte, taraftarlarımız dönünce yine harika bir ortam olacak stadyumda. Taraftarlarımızın olduğu bir maç oynamayı ben de tüm takım arkadaşlarım da çok istiyoruz. Gerçekten bizlere inanılmaz bir destek veriyorlar. Lütfen bu desteğe devam etsinler çünkü bu takım savaşmaya devam edecek. Bir mücadelenin içindeyiz ve bu mücadeleyi sonuna kadar vermek istiyoruz. Taraftarlarımızın desteği olmadan bunu başarabilmemiz mümkün değil. Hep birlikteyiz ve birlikte daha güçlüyüz, o yüzden bizi desteklemeye devam etsinler" diyerek sözlerini tamamladı.
Gökmen Şahin
0 notes
mizemediaagency · 3 years
Text
Kurum içi bir dünyada ajanslar nasıl alakalı kalabilir?
Kurum içi bir dünyada ajanslar nasıl alakalı kalabilir?
Tumblr media
Pazarlama teknolojisi inanılmaz şekillerde büyüyor ve gelişiyor. Birçok işletme için teknoloji bir armağan olmuştur. Ancak ajanslar için bu bir hediye ve lanet oldu.
Ajanslar, kampanyaları daha verimli yönetmek, daha iyi sonuçlar elde etmek ve müşterilerine daha derin içgörüler sunmak için teknolojiyi kullanabilir. Ancak, aynı teknoloji tüm pazarlamayı bağımsız olarak gerçekleştirmelerine olanak tanıdığından, müşterilerin reklamcılık çabalarını kurum içinde gerçekleştirdiklerini de gördüler.
Google, Facebook ve Twitter gibi platformlar, işletmelerin bunu yapmasını nispeten kolaylaştırıyor – en azından yüzey seviyesinde. Gerçekte, bu araçlar yalnızca işletmelerin reklamcılık YG’lerini en üst düzeye çıkarmalarına yardımcı olmak için tasarlanmamıştır; bu platformların birincil amacı gelir elde etmektir. Örneğin, Google’ın tam otomatik dinamik kampanyalarını incelerseniz, eşleme türlerinin ve bütçe parçalarının çoğunun geniş kapsamlı olduğunu ve özellikle başlangıçta maliyet yapıları açısından savurgan olduğunu fark edeceksiniz.
Ajansların devreye girdiği ve her zamanki gibi alakalı ve gerekli kaldığı yer burasıdır. Pazarlama teknolojisinin nasıl çalıştığını anladıkları ve müşterilerin ihtiyaçlarını göz önünde bulundurarak tüm teknoloji platformlarının ve pazarlama araçlarının olabildiğince verimli ve etkili bir şekilde (ve birlikte) kullanılmasını sağladıkları için muazzam bir değer sağlarlar.
Teknoloji, Kendin Yap reklamcılığını daha erişilebilir hale getirmeye devam ettikçe, ajansların işletmelere sağladıkları değerin gerçek, alakalı ve reklamları tamamen kurum içinde alarak elde edebileceklerinden çok daha iyi olduğunu bildirmeleri gerekir. İşte bunu yapmanın üç yolu:
# 1: Teknolojiye ayak uydurun: Ajans başarısının geleceği, güzel reklamlar yaratma becerisinden değil, dijital reklam ara��larından yararlanma etrafında dönecektir. “Mad Men” dönemi sona erdi. Takımınızla bir masa etrafında oturup sigara içmenin ve zekice sloganlar atmanın zamanı değil. Bunun yerine, teknolojik hünerinizi geliştirme zamanı. Sürekli yeni teknoloji ortaya çıkıyor ve onu güçlendiren algoritmalar gün geçtikçe değişiyor. Sertifikalar kazanarak ve sık sık konferanslara ve web seminerlerine katılarak güncel kalın. Zaman alıcı ve sıkıcı hissedebilirler, ancak bu eğitim fırsatları eğrinin ötesinde kalmanıza yardımcı olacaktır.
# 2: Test edin, test edin, test edin: “Test etme” bugünlerde ajans dünyasında popüler bir kelime ve bunun iyi bir nedeni var. Dışarıda sayısız araç ve platform var ve hangilerinin müşterilerinizin ihtiyaçlarına en uygun olduğunu bilmek çok önemlidir. Her platformu, reklam grubunu, teklif stratejisini veya yeni aracı çeşitli testlerle çalıştırarak anlayışınızı derinleştirin. Bulgularınızı müşterilerle paylaşarak sonuçlarınızı izleyin. Deneyiminizin ve içgörülerinizin, riski azaltmalarına, reklam bütçelerini iyi değerlendirmelerine ve yatırım getirilerini en üst düzeye çıkarmalarına nasıl yardımcı olabileceğini açıklayın. Bu aynı zamanda yeni potansiyel müşteriler için çok çekici.
# 3: Stratejik ortaklıklar oluşturun: Pazarlama teknolojisi son derece hızlı gelişiyor ve tek bir ekibin tüm değişikliklere ayak uydurması ve her bir platform, araç ve metodoloji hakkında uzman düzeyinde bilgiye sahip olması mümkün değil. Çare mi? Müşterilerinize daha iyi ve daha geniş bir hizmet kapsamı sağlamak için diğer kurumlarla stratejik ortaklıklar kurun. Daha da iyisi, ortaklar harika müşteri savunucuları ve yönlendirme kaynakları olarak da hizmet verebilir.
Pazarlama teknolojisi ve otomasyonun yükselişi, ajansınız için bir tehdit gibi görünebilir. Gerçekte, bu araçlar ve platformlar inanılmaz büyüme fırsatları sunar. Pazarlama teknolojisini benimseyerek, her türlü değişikliğe ayak uydurarak ve her şeyin merkezinde yer alan insan bağlantılarını güçlendirerek müşterilerinize ne kadar değer sağlayabileceğinizi gösterin.
Kaynak, Siteyi Ziyaret Edin
0 notes
frestren · 3 years
Photo
Tumblr media
                                                1974 SONBAHARI - 4
                                                       MOBY DICK - 4
Hermann Melville’in Essex’i öyküsünden ilham alarak Moby Dick’i yazdığı iyi bilinir. Moby Dick 1851 yılında basılmıştır. Melville’in Owen Chase’in öyküsünü okumuş, bundan ilham aldığı kabul edilir. 2002 yılında, Christopher Rowley’in yönettiği dramatize bir belgeselde, Toronto Üniversitesi’nden Amerikan edebiyatı konusunda uzman Paul Downes Melville’in, Essex’in gerçek öyküsüne alegorik unsurlar katarak romanını yazdığını belirtir.
Howard’ın filminde ise Melville Nickerson’ın pansiyonuna gider; iyi bir ücret karşılığında Nickerson’dan Essex’in gerçek öyküsünü anlatmasını ister. Film, bu öykünün dökümüdür. Bu gerçekten vuku bulmuş olabilir mi? 1851 yılında Nickerson belki de denizdedir; ticari bir gemide kaptandır (Wikipedia’da yer alan biyografisine göre bu işi uzun süre yapmıştır); kuşkusuz pansiyon işletmek emeklilik uğraşıdır. Ne yazık ki, ne Chase’in, ne de Nickerson’ın kitaplarını okudum. Bunu bilmek şu an benim için mümkün değil. Howard’ın filminin senaryosunu « « Charles Lewitt, Rick Jaffa ve Amanda Silver » yazmış. Philbrick’in romanını esas almış olabilirler ; Chase ve Nickerson’ın özgün anlatılarına baktılar mı ? Baktılarsa ne kadarını kendi senaryolarına aktardılar? Filmin fazlaca Moby Dick’e yaslanması ile ilgili bir eleştiri de vardır. Howard‘ın filminin dramasının en temel unsuru nedir-diye düşünüyorum. Olaylar ne kadar sıradışı ve sarsıcı olursa olsun, filmin can alıcı yönü Melville’in karanlık ve soğuk bir gecede Nickerson’ın kapısını çalması, yaşadığı deneyim yüzünden alkol ve hayata küsmüşlüğün, utancın ve ketumiyetin içine saklanmış olan adamın sabaha dek Melville’e Essex’in öyküsünü anlatarak bir çeşit catharsis içine girmesidir. Web’de Melville’in Essex ile girdiği ilişkinin ne olduğuna dair bir bilgi bulunmuyor. Belki de Nantucket Tarih Derneği ile temas edildiğinde, bu konuya açıklık getirecek bilgiler edinilebilir.
 Moby Dick şöyle başlar :
Ishmael deyin bana. Birkaç yıl önce-kaç yıl önce olduğu önemli değil - paramın azaldığı yada hiç kalmadığı bir sırada, karada da beni ayrıca bağlayan hiçbir şey olmadığı için, biraz engine açılayım, bu dünyanın denizlerini şöyle bir göreyim dedim. Ben böyleyimdir; böyle bulurum sıkıntıdan kurtulmanın, uyuşan kanıma hız vermenin yolunu. Baktım ki ağzımın tadı kaçmış, buruklaşmışım; baktım ki içime o soğuk Kasım yağmurları çiseliyor; baktım ki durup dururken tabutcu dükkânlarının önüne dikilip kalıyorum, ya da karşıma çıkan her cenaze alayının peşine takılıyorum; baktım ki içimi saran kasveti önleyemiyorum, o kadar ki, beni bazı ahlâk ilkeleri durdurmasa, mahsus sokağa çıkarak, onun bunun şapkasını, bile bile başlarından kapıp yere atacağım - işte o zaman bir an önce denize açılmanın zamanı geldi derim kendi kendime. Tabancam, kurşunum budur benim. Kato. filozofça bir gösterişle kılıcının üstüne atar kendini. Be-nse, sessiz sedasız bir gemiye binerim. Bunun da şaşılacak bir yanı yok. Hemen hemen tüm insanlar, bilerek bilmiyerek, yaşamlarının şu ya da bu anında denize benim duyduğum sevgiyi az çok duymuşlardır.
 Moby Dick’in karakterleri çok ilginçtir. Yukarıdaki giriş paragrafında sadece macera için denize açılan bir gencin sözleri yoktur ; yaşamın önüne koyduğu seçeneklerin, olanakların az olduğu, köksüz, yurtsuz bir adamın hüznü de yok mudur ? Bana İshmael deyin…
Kimdir Ishmael ?
Ishmael, bizim gibi müslüman toplumların İsmail adıyla bildiği, Ehlibeyt’in İbrahim’in (Abraham) karısı Sare (Sarah)’den önce, Mısır’lı bir cariyeden, yani Hacer’den (Hagar) olma oğlu olarak bildiği karakterin adıdır. Kabe denilen mabedin kuzey-batı duvarının dibinde, alçak bir yarım dairesel duvarla tanımlanmış bir alan bulunur ve müslüman inancına göre İshmael ve Hagar’ın burada gömülüdür…İshak (İsaac), Sare’den olma ikinci oğludur İbrahim’in; ama makamının emanet edildiği oğul da o dur. Hacer ve İsmail Arabistan çölüne giderler (İsmail İsmaililer veya Haceriler denen, Arap kabilelerinin, yani sonrasının müslüman toplumlarının babasıdır). Başka bir deyişle bana İsmail deyin diye başlayan bir metin, kanımca, İncil referanslarına yaslanacağını, ve kahramanının bir marjinal, toplumdışı, yersiz, yurtsuz bir karakter olduğunu kabul ediyor olmalıdır.
Melville’in kurgusunda balina avında en önemli yeri tutan zıpkıncıları hatırlıyorum. Bu adamların her birisi bir kayıkta konuşlanmıştır; balinaya yakınlaştıklarında zıpkını savururlar; ve ipi sağlama aldıktan sonra yüzeyde can havliyle yüzüyorsa balina, kayığı çekerek tükenmesi için kayığın ardından sürüklenmesini sağlarlar; bazen de balina derine dalar; ipi salarak hayvanla bağın kopmamasına gayret ederler…Bu işi yapan karakterlerin tümü, romanda beyaz Avrupa’lıların aşağı seviyede, tekinsiz buldukları arkaik, “vahşi”, şamanist toplumlardan gelmektedir...Amerikan kızılderilisi, Afrika’lı, Pasifik okyanusundaki kabilelerden (filmde Avustralya Maori’si gibi canlandırılan, Ishmael’in dostu Queequeeg) veya yine Batı kültürüne yabancı gelen İran kökenlidir (veya Orta Doğu kökenli) bu karakterler. Gelgelelim, beyaz Avrupa’lıların sahip olmadığı bir durugörü, kehanet yetenekleri de bulunmaktadır. Bu « vahşiler » beyazları ikna edemeseler de, geleceği ve yaklaşan felaketi görebilmektedirler. Ahab ise, sosyopat, gizemli, mesafeli, ama adamlarını bu sefere ne için çıktıklarını unutturacak ve kendi nefretini elbise giyer gibi üstlerine almalarını sağlayacak kadar da kitleyi kontrol edebilen bir karakterdir; ve beyaz balinaya takıntılıdır. Nefretin bir toplulukta yaygınlaşması ve içselleştirilmesi için gereken her ne ise bunu bilir gibi görünür Kaptan Ahab…
Ahab, Yahudi-Hristiyan geleneğinde olumsuz bir fügürdür. Tanrı’nın emir ve iradesinden sapan bir Yahudiye kralıdır; en önemli uyarıları da Elijah’dan, ya da İslami gelenekteki Hz.İlyas’tan alır. Nitekim Moby Dick’te Ishmael ve dostu Queequeeg’i Ahab’ın gemisi ile yola çıkmadan uyaran berduşun adı da Elijah’dır. Tüm bu öğeler,Yahudi Hristiyan geleneğinde Modernliğin içinden geçen, ve bir göçmen diyarı olduğundan Modernizm’in en ihtiraslı inşacısı olacak Amerikan toplumu için önemli göstergeler olmalıdır. Nitekim romanda Starbuck adındaki ikinci kaptan, Ahab’ın tüm taşkın ve nevrotik hareketleri, kararları karşısında seferin kar amaçlı, ticari bir sefer olduğunu ona sürekli hatırlatan, aklın yolunu gösteren, evli ve çocuklu sıradan bir karakterdir. Ne gariptir ki, trajedinin son sahnesinde, Ahab’ın balinaya dolanan ölüsünü görünce kendinden geçerek onun tüm öfkesini, çılgınlığını üzerine alarak sandalları balinaya saldırtan ve felaketi mümkün kılan da yine o olur. Starbuck, ABD’nin en zengin şirket ve ailelerini barındıran Nantucket’lı balinacı bir ailenin adıdır.  
Belki de Beyaz Balina’yı, bir süs havuzunda, Boğaz’ın sularında, gökyüzünde, ve düşlerinde gören insan sayısı düşündüğümüzden fazladır; kimbilir, ekranlarda, veya Cuma namazında vaaz veren Ahab’ın peşinden giden çok olmaz; ve belki de batan gemiden çocuklarını kurtarma kaygısı taşıyan pek çok insan vardır…
0 notes
pinarworks · 3 years
Photo
Tumblr media
Tanısak sever miyiz? Grimes 2012 yılında Visions albümüyle kitlesel üne kavuştuğunda, onu daha önce hiç dinlememiş, hatta yüzünü bile görmemiş birçok insan aslında ona çoktan aşinaydı. Zira aynı dönemde Instagram gibi platformlarda bulunan internet kullanıcılarının zaman tünellerinde Grimes’da cisimleşen, pembe, mavi, yeşil vb. rengarenk saçlı, punk/hippi karışımı kıyafetleri ve çizgi film makyajlarıyla Manga dergilerinden çıkmış gibi görünen kişilerin sayısında da bir yükseliş gözlemleniyordu. İnternetin hayatın her alanına yayıldığı bir dünyaya doğmuş, dört bir yerden dökülen dijital besinlerle beslenerek büyümüş bir neslin avatarlarıydı onlar. Grimes da bu internet neslinin bir ürünü olarak içine doğduğu bilgi kazanının dönüştürdüğü kişiyi, yeni bir tip özneyi temsil ediyordu: Aktif bir internet kullanıcısıydı, sosyal medya hesaplarını kendisi yönetiyordu, hatta bir Tumblr bloğu bile vardı ve düşündüğü her şeyi herhangi bir menajer ya da ikinci kişinin kontrol ya da filtresinden geçirmeden cömertçe dünyayla paylaşıyordu. Müzik sektöründe karşılaştığı cinsiyetçilikle ilgili hislerini, bir pop müzik makinesi/ikonu olma hayallerini, sosyalizme yakın olduğunu açık açık yazıyor, çok konuşuyor, çok fotoğraf paylaşıyor, çok tweet atıyordu. İnternetle yakın ilişkide çoğu insanın da bizzat yaşadığı çelişkilere gark oluyor, ara ara yazdıklarını siliyor, ‘yanlış anlaşıldım, söylediklerim başka yerlere çekildi’ diye yakınıyor, bazı çevrimiçi tartışmalardan sonra hesabını kapatıyor, birkaç ay sonra geri dönüyordu. Bu arada kendisini antikapitalist, uzaylı, feminist ve siborg ilan ettiği dönemler oldu, bir yandan ana akıma alternatif indie dünyasının zirvesine ilerlerken bir yandan pop kraliçesi Rihanna’nın seslendirmesini hayal ettiği EDM/pop şarkıları da yazıyordu. Kafası karışıktı, çelişkileri çoktu, hırslı ve heyecanlıydı, dünyaya yeni düşmüş bir çocuk gibi meraklıydı, çok gevezeydi ve çok güzeldi. Herkes ona bayılıyordu. Sonra dünyanın en zengin insanlarından, Mars’ı kolonize etme hayalleri kuran iş adamı Elon Musk’la birlikte olmaya başlamasıyla sevenlerine erörler verdirdi. Twitter bio’sundan ‘antikapitalist’i silmesiyle yüzleştirildiğinde ‘’Ben bir sosyalistim ama ekonomik açıdan değil. Serbest piyasa taraftarıyım. Ne diyebilirim ki, kapitalizmin bazı şeyleri çözebileceğine inanıyorum.’’ dedi. Yoksa Elon Musk ve Grimes çok da alakasız bir çift değiller miydi? Kendi tabiriyle bir post-internet çocuğu olarak çevrimiçi büyüyen Grimes’ın, içine doğduğu bu bilgi denizinde meraklı ve büyümek istemeyen bir çocuğun sınır tanımaz özgüveniyle ilerleyebilmesini mümkün kılan en önemli şeyin Kuzey Amerikalı, beyaz orta üst sınıf (savcı annesi ve sanat danışmanı babanın beş çocuğundan tek kız çocuk Grimes 10 sene profesyonel bale yaptıktan sonra müzik yapmaya karar veriyor) arka planı olduğunu söylemek mümkün. Globalizm, Bauman’ın dediği gibi hareket özgürlüğünün diğer her şey pahasına şiar edilmesiyse eğer, Grimes’ın sınır tanımayan hareketliliği onu küreselleşme çağının ideal bir öznesi yapar. Dünya, onun önünde bir uçsuz bucaksız bir ilhamlar bahçesi olarak uzanır, bir albümünde Frank Herbert’in Dune serisine odaklanabilir mesela, Dune’un oryantalist sembolizmini sahiplenebilir, video kliplerinde Uzak Doğu’yu fetişleştirebilir, istediği her kültürden istediği her detayı gönlünce ve kimseye sormadan oyununa katabilir. Elbette bu hareket özgürlüğü bedavaya gelmez, uğruna feda edilmesi gereken şeyler vardır: Başka kültürler, tarihler, sınıflar ve başka hayatlar çünkü İnternet/bilgi çağı ya da dijital globalizm hayal edildiği gibi sınıf, coğrafya, ırk ve cinsiyetler arası hiyerarşi ve ezme/ezilme ilişkilerini yok etmez, tersine çoğu zaman bu farkların derinleşmesini sağlar. Görünürlüğün hem arttığı hem de artık görünür kalabilmek adına sürekli dönüşmek ve bu dönüşüm uğruna başkalarının üzerine çıkmayı normalleştirmek zorunda olan yeni bir model özne yaratır. Herkesin birer telefonu ve internet bağlantısı var diye bilgi herkese birden eşit dağılmaya başlamaz. Nitekim bilginin orada bir yerde herkesin kullanımı için var olmasının pek de önemi yoktur, asıl mesele hangi bilginin hangi bağlamlarda ve kimler tarafından kullanıldığında değerli/değersiz hale geldiğidir. Grimes yaşıtı/çağdaşı birçok başka insanla aynı bilgi çağlayanı içine doğmuş olabilir ama o insanlarla aynı konumda durmadığı da kesindir. Onun pozisyonu, Aphex Twin, Tool, Beyoncé ve Justin Bieber gibi birbirinden çok farklı müzikal/kültürel geleneklerden gelen ve farklı hikayeler anlatan isimleri sorgusuz sualsiz aynı anda yalayıp yutmasını ve onları eşit birer ilham perisi olarak kullanmasına izin veren bir pozisyondur. Buna göre müzik ve başka kültürler, bağlamlarından ve tarihlerinden soyutlaştırılarak belirli ellerde salt estetik birer tılsım haline gelebilir. Grimes’ı bu bilgi çağlayanına halihazırda onu dünyanın merkezinde mimleyen bir noktadan bağlanmasının verdiği bu güven, bilgiye böylesi bir hoyrat erişimi de mümkün kılar. Grimes’ın sınır tanımayan, her istediği yere girme, her şeyi bünyesine katma isteği, büyümeyi, sorumluluk almanın ve dünyayı bir nesne olarak görmeyi bırakmanın reddi olarak okunabilir. O canının çektiği ve önün gelen her şeyi mideye indirmek ister, diğer kültürleri ve kimlikleri kendini güçlendirmek için donanır. Bu sonsuz erişim ve serbest dolaşım talebinin arkasında beyaz bir özne olarak tüm bilgiye hakkı olduğuna dair o meşhur tarihsel inanç yatar: Batılı beyaz özne, keşfetmek/her şeyi bilmek için vardır. Ana akım sanat ortamında da çok karşılaşıldığı üzere sanatçı için bilginin içinde yeşerdiği kültür ile olan ilişkisinden ziyade, kendisiyle olan ilişkisi önemlidir ve bu hiç dinmeyen kültürel açlığı, sanatçı kişiyi ve sanatını ‘zenginleştirir’. Fakat bu zenginlikler de çoğu zaman başkalarının hak ve hikayeleri ihlal edilerek temellük edilmiş, düzleştirilmiş ‘farklılıkların’ istiflenmesi ile oluşur. Böylesi bir zenginlik elbette ancak Batılı yani özne-nesne odaklı bir mesafeyi kurup koruyarak mümkündür ve zenginlik kavramını, tıpkı multi-kulti kavramını sevdiği gibi, seven neoliberal popüler kültür içinde Grimes bu yüzden en/çok orijinal olarak yüceltilebilir. Ancak Grimes’ın yeni ve kendinden farklı olana dair açlığının arkasındaki istenç devrimci bir güç istenci değil, bir iktidar istenci olarak kendini gösterir. Grimes dünyayı değiştirmek istemez çünkü dünyanın tadını çıkarması için dünyanın değişmesine gerek yoktur, dünya bu haliyle zaten onun emrine amadedir. Örneğin son albümünde yaptığı gibi, iklim krizinin sebep olacağı bir felaket ihtimalinde bile eğlenebilmeyi hayal edebilir çünkü felaketlerin kendisini şu ana kadar hep teğet geçtiğini, gelecekte de teğet geçeceğini bilir. Deyim yerindeyse krizi fırsata çevirir. Bilginin mekan ve zamanla olan ilişkisini reddeden bu açlık, onu zapt etmeyi kendinde hak gören bir açlık olarak vuku bulur. Olan biten birbiriyle ilişkiselliğinden koparılır, bağlamından sökülüp ütopik/distopik bir hikayenin konusu olarak yeniden diriltilir. Grimes’ın özgürlüğü kendini evrensel addeden bir öznenin özgürlük anlayışıdır; gözlerini üzerine diktiği bilginin nereden geldiği, dünyayla olan ilişkisiyle değil, serbestliğiyle ilgilenir. Grimes büyüdüğünü ve sınırların varlığını kabul etmek istemez. Örneğin yine son albümü Miss Antrophocene’de yer alan We Appreciate Power (İktidarı takdir ediyoruz) isimli, olası bir Yapay Zeka diktasını alkışlayan şarkısını Kuzey Koreli, devlet destekli bir propaganda grubu olan Moranbong’un perspektifinden yazdığını açıkça söyleyebilir. Grimes’ın altını doldurmadan basitçe whitewash ettiği bu ‘ilhamları’ keyfine göre üretimine malzeme etmesine gelen eleştirileri ‘ben sanat yapmak istiyorum’ diyerek karşılamasında da, apolitikliğin, kendini dünyanın merkezinde görmenin ‘ifade özgürlüğüne saygı!’ diye bağıran izlerine rastlanabilir. Grimes’ın teknoloji karşısında yaşadığı çocuksu yani öncesiz, kültürsüz, a-tarihsel heyecanının ve teknolojiye tereddütsüz kucak açmasının arkasında süper zengin şirketlerin, devletlerin ve erkeklerin ellerinde bu teknolojinin alabileceği baskıcı hallerden pek de etkilenmeyecek olması gerçeği de kendini açık eder. Grimes’ı belki de her yerde olmak isteyişimizin, ölüm korkumuzun, gençlik fetişimizin bir nesnesi olarak sevdik; şarkıları, görünüşü, hikayeleri bizi hiç sahip olmadığımız güzel günlere, zamanlara götürüyor, şu anın korkunçluğundan kurtarıyordu. Onun kendine hak gördüğü doymak bilmeyen ve ne kadar çok yerse yesin kilo aldırmayan iştahı, Musk’la ilişkisi başlamadan evvel hayran olunacak bir karakter özelliği, vizyonluluk, entelektüel zenginlik hatta dahilik olarak değerlendirilebilirken, Musk’la birlikte Grimes’ın da bu gezegende yaşadığı, sınır tanımadan bünyesine kattıklarının bu gezegenin nimetleri olduğu, yaşadığımız tarihsel ve politik mekanla olan bağları birdenbire görünür oldu. Ütopik coğrafyaların cazip çizgi roman karakterinin aslında beyaz, Batılı ve çokça ayrıcalıklı biri olduğunu fark ettik. Grimes bütün dünyevi imtiyazları ve arzularıyla gözümüzün önünde bir insan olarak cisimleşti. Grimes öyleymiş gibi davranmasına rağmen, hiç de saf bir çocuk ya da gaipten seslenen bir peri değil, yani Musk’ın onu tavlayıp kandırdığı, bir gün aklının başına geleceği fantezisi failliğine hakaret olur. Her şey gibi müziğin de ideolojiler üstü olmadığını görme sorumluluğumuzu ve gözlerimize teslim ettiğimiz tahlil ve tenkit yetkisini kulaklarımıza da vermeyi düşünmeliyiz belki de. https://www.5harfliler.com/tanisak-sever-miyiz/
0 notes
belkidebirharfimben · 6 years
Text
Kadere inanmasak ne olur?
"Herşeyin hazineleri yalnız bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz." (Hicr sûresi, 21) Kadere iman neden önemli? Yahut da şöyle genişleteyim sorumu arkadaşım: Kader 'imanın altı şartının içine girecek kadar' neden önemli? Bugünlerde zihnimde evirip çeviriyorum. Zira nübüvvet anlayışlarındaki arızalarla bu ümmetin 'ehl-i kitabı' olmak noktasında hızla ilerleyen Kur'an müslümanlığı taifesinin (hakikatte sünnet reddiyecilerinin) kader noktasındaki takıntılarıyla sık karşılaşıyorum. Geçenlerde de yine böylesi bir arkadaşla kader konusunu konuştuk. Şöylesi bir sonuca vardım bu 'müzakeremsi münakaşanın' nihayetinde: Kadere imanın 'nasıl bir Allah'a iman ettiğiniz'le büyük bir ilgisi var. Dahası: Kadere iman 'esmaya doğru biçimde iman'la da yoğun şekilde irtibatlı. Yani: O esmanın temsil ettiği mananın sınırları sizin 'kadere iman edip etmeyişinize göre' genişliyor veya daralıyor. Kadere iman edende farklı bir esma, iman etmeyende farklı bir esma manası zuhur ediyor. İsimler birken tanımları değişiyor. Zâhire baktığınızda Kur'an müslümanlarının(!) sizden başka birşeye iman ettiği yok. Yine sizin kelimelerinizi/kavramlarınızı (ki zaten o kelimeler tüm müslümanların ortak dilidir) kullanıyorlar. Onlar da sizin gibi Allah'a 'Allah' ve 'Vahid' ve 'Ehad' ve 'Ekber' diyorlar. Ancak bu kelimelerle aslında neyi kastettiklerine dikkat ettiğinizde, yani zâhirden bâtına (nicelikten niteliğe) doğru indiğinizde, aynı isimlerin farklı tanımlara karşılık gelmeye başladığını görüyorsunuz. Misal: 'Alîm' ismi gibi bir örnek üzerinden meseleyi incelediğinizde, Kur'an'da da geçen ve karşılık olarak (özetle) 'herşeyi bilen' diye anlamlandırdığımız bu ismin, onların dünyasında pek de 'herşeyi bilen' karşılığını bulmadığını görüyorsunuz. Bunu bize ne söyletiyor? Bunu bize 'kadere imanda yaşadıkları sorunlar' söyletiyor. Bu taifenin 'Allah'ın olup-olacak herşeyi bilmesi ve ezel denilen manzara-i âlâdan takdir etmesi' olarak tarif ettiğimiz kadere imanda yaşadıkları sorunların altı kazıldığında, 'Allah'ın herşeyi bilip bilmediği' şüphesiyle karşılaşıyorsunuz. Abdulaziz Bayındır gibi kimi isimler bunu açıkça ifade ediyorlar. Diğerleri ise bunu daha üstükapalı/kinayeli göndermelerle gündeme getiriyorlar. (Allah topunu ıslah etsin.) Yani 'nicelik' olarak onların inandıkları esmaü'l-hüsna ve sizinki arasında bir fark olmayabilir. Fakat 'niteliğine' indiğinizde işin rengi başka oluyor. Esma kusurlanmaya/sınırlanmaya başlıyor. 'Alîm' olan Allah, onların dünyasında 'herşeyi bilen Allah' olmayabiliyor. Hatta bazı şeyleri sonradan/zamanla öğreniyor. (Yani ilah, hâşâ, kendi yarattığı zamanın/sınırların mahkumu oluyor.) Yahut da yarattıklarının hepsini bilemiyor. (Nasıl oluyorsa?) Yani: Mutlaka bilmediği birşeyler kalıyor ve bu kalış onların kadere iman etmesini engelliyor. (Çünkü, iman ederlerse, Allah'ın 'Alîm' ismine sizin gibi inanmak zorundalar.) Bunun Allah'ın Allahlığına (yani İslam'ın Allah tasavvuruna) nakise getirmesinden bir rahatsızlık duyup duymadıklarını sorduğunuzda ise türlü demagojilere sapıyorlar. Kaderin iradeyi esir aldığından bahsedip duruyorlar. Halbuki siz çocukluğunuzdan beri biliyorsunuz: Allah'ın bilmesi insanın seçmesine engel olmuyor. Allah imtihan ediyor. Dayatmıyor. Yani: Allah'ın bilmesi Allah'ın zorlaması demek değil. Mesele bu kadar basit inanmak isteyenler için. Bu noktadan itibaren ikinci bir zihinsel (hem de itikadî) sorunla daha karşılaşıyorsunuz. Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat için ayrımı çok kolay birşey. Ama onlar için nasıl olmuşsa zorlaşmış. Kısa fehimleri zorlaştırmış. Nedir o? Belki şu: 'Bilmek' ile 'zorlamak' veya 'razı olmak' ile 'takdir etmek' arasındaki ayrımı yapamadıklarını, dolayısıyla, Allah'ın 'bilmesi' ile 'kudretiyle yaratması' arasındaki farkı da anlayamadıklarını görüyorsunuz. Hatta onlar Allah'ı da zamanın dışında düşünemiyorlar. Ezel için düşledikleri tanım herşey başlamadan öncesi. Yani yine zamana ait bir tanımlama. 'Zamandışılık' değil. Allah'ı zamanın dışında görmüyorlar. Kaderin ezelden takdirini Allah'ın herşey başlamadan önce (hâşâ) oturup herşeyi tahmin etmesi gibi zannediyorlar. Halbuki Bediüzzaman'ın tarifiyle ezel bir kuşatıcı bakıştır. Allah'ın zamanla kayıtlı olmayarak bize göre önce/sonra olan herşeyi birden görmesidir. "Hem ezel, mazi silsilesinin bir ucu değil ki, eşyanın vücudunda esas tutulup ona göre bir mecburiyet tasavvur edilsin. Belki ezel, mazi ve halve istikbali birden tutar, yüksekten bakar bir âyine-misaldir. Öyle ise, daire-i mümkinat içinde uzanıp giden zamanın mazi tarafında bir uçta hayyül edip, ona 'ezel' deyip, o ezel ilmine, eşyanın tertiple girmesini ve kendisini onun haricinde tevehhüm etmesi, ona göre muhakeme etmek hakikat değildir." Zaten Allah'ın 'Allah' olabilmesi için de böyle olması lazımdır. Eğer Allah birşeyleri sonradan öğreniyorsa bu onun için bir sınır/kusur değil midir? Samediyeti/Subhaniyeti yara almazlar mı bundan? (Çünkü öğrenmek için olmasına muhtaçtır. Bilmeden önce ise öğreneceğinin cahilidir.) Ve bunlara ilaveten: Eğer Allah'ın olacaklardan haberi yoksa yaratışı nasıl mümkün olmaktadır? Yaratan başkası mıdır ki, Allah, yarattığını yaratıldıktan sonra öğrenmektedir? Yine Bediüzzaman'ın "Madem yapan bilir, elbette bilen konuşur..." derken hatırlattığı ve Kur'an'ın "Yaratan bilmez olur mu hiç?" buyurarak son sözü söylediği hakikat budur: Yapanın bilmesi gerek! Bilmeden yaratamaz! Bilmek yaratmanın öncesidir! Evrenin nizamı yaratışın bir ölçüyle ve öncesinde varolan ilmî kalıplarla olduğunu gösterir bize. Kur'an da defaatle bunu söyler. Kadere iman da zaten en zirve noktasında bu 'biliş'e iman etmektir. Alîm ismine inanmanın en zirve tezahürüdür/okumasıdır. Kainatı muhteşem bir nizam içerisinde yaratan Allah elbette yarattıklarının ne/nasıl olacağının bilgisine sahiptir. Yoksa Halık-ı Küll-i Şey'in 'ne yaratacağını bilmeden yarattığını' söylemek gerekir ki, bu, yaradılışı açıklama adına hem bir çelişki, hem de bir sınırdır. Bu noktadan sonra kadere imana duyulan şüphe dalga dalga bütün esmaü'l-hüsnaya doğru yayılmaya başlar. Allah tasavvurunuzun her zerresine ilişir. Her marifetimizi yaralar. Her tanımımızı paralar. Allah'ın Mütekellim ismini ele alalım. Esbab-ı nüzûl üzere nazil olan Kur'an, eğer Allah geçmişi ve geleceği bilmiyorsa, demek ki sadece o an için nâzil olmuştur. Tarihseldir. Günübirlik bir metindir. O an düşünülmüştür. O zaman mecburen şu soruyla yüzleşmek zorunda kalınır: Geleceği bilmeyen bir Allah'ın kelamı gelecekteki insanlara nasıl deva olabilir? Sonraki insanlardan ondan nasıl sorumlu tutulabilir? Öyle ya. Gelecekteki insanların durumunu, halini, psikolojisini, sosyolojisini, yaşayacaklarını bilmemektedir ki Allah? Kur'an'ı da tıpkı Allah'ı sınırlandırdığınız gibi sınırlandırmak zorunda kalırsınız böylece. (Kur'an kendi hakkında tam tersini söylerken hem de.) Bilmesinde sınırlanan elbette o bilmeden gelen kelamında da sınırlanır. Bir kafese de Kur'an'ı kapatırsınız. Ne yazık! Her sınır bir diğer kardeşini doğurur. Varın siz düşünün: Artık bunca sınırdan sonra Allah'ın Allahlığı tasavvurunuzda ne kadar kalır? Halbuki, Kur'an'da yeralan ihbar-ı gayb örnekleri bile, hele Rûm sûresinde geçen (ve sûreye ismini veren) şu ayet bile kadere iman etmeye yeterlidir. "Rûmlar galip gelecektir..." Ve Rûmlar hakikaten galip gelirler yıllar sonra. Siyer kaynakları bize bu ayetin sebeb-i nüzûlünü ve ardından yaşananları tüm ayrıntılarıyla anlatır. Peki, geleceği bilmeyen bir Allah'a inananlara soralım, Allah bunu sadece tahmin mi etmiştir? Hâşâ, kelamında İdda, Toto, Loto mu oynamaktadır? Vahyine, tutacağı belli olmayan, kendisinin de sonradan öğrendiği bir tahmin mi sokmuştur? Yoksa, her istikametli aklın söyleyeceği gibi, ezelî ilmiyle bildiği şeyi kullarına beyan mı etmiştir? Bu ayetin geliş sebebini etraflıca inceleyenler/okuyanlar meseleyi daha açık idrak ederler. Zaten bu Kur'an müslümanlığı(!) taifesinin ihbar-ı gaybî türünden ayetlerle/hadislerle ayrıca takık olmaları bu tür ayet ve hadislerin onların işlerini feci bozmasındandır. Öyle ya. Gelecekten haber veren bir Allah'ın ve onun izniyle haberdar olan/bildiren bir Resulün (a.s.m.) varlığında kader nasıl inkar edilecek, Allah nasıl sınırlanacak, beşerî kibir nasıl yol alacaktır? Sorunlar, sorunlar, sorunlar... Kur'an bükücülerin elinde bundan çok var. Hasılıkelam: Kadere iman imanın kemalidir. Kadere iman etmeyenin Allah'a imanı eksik kalır. Çünkü bizzat Allah kelamında buyurur: "Muhakkak ki biz herşeyi bir kaderle yarattık!"  
1 note · View note
degisimbasladi · 6 years
Text
Dünya’nın Yakın Geleceği (2)
Shirley Battie aracılığı ile Yüksek enerji Kanallığı
Çeviren İrem Janssen
Çevirisi yapılan videonun orijinalini bu bağlantıda bulabilirsiniz
https://www.youtube.com/watch?v=H2E-3B2KT4M 
Soru soran: Manyetik kutup kayması olacağı zaman 3 gün karanlık olacağı söyleniyor. Bu konuda bir şeyler söylemeniz mümkün mü? 
BİZ: Hiçbir şey kesin değildir. Olabilecek olan her şeyi görebilenler bile, değişiklikler olabileceğini bilirler. Sizlere olası değişik senaryolar sunabiliriz ve bu senaryolardan birisi 3 gün karanlığı içerir. Bizim gördüğümüz ise, gelecek yıllarda 3 günden daha uzun süre karanlık yaşayacağınız. Bunun sebebi manyetik eksen kayması olmak durumunda değil. Bizler karanlık tahminlerin içine girmek istemiyoruz. Bu karanlık tahminlerden çok fazla var. Bunların bir kısmı gerçekleşti, bir kısmı hali hazırda gerçekleşiyor. Bunlardan bahsedersek, zihniniz bu düşüncelere odaklanır. Bunlardan bahsedebiliriz, seller, depremler, manyetik eksen kayması…aslında manyetik eksen kayması zaten şu anda oluyor. Bundan daha önce bahsetmiştik, Dünya’nın yerçekimini kaybedip kaybetmeyeceğini de merak ediyordunuz. Tekrar ediyoruz, hiçbir şey kesin değildir. 
Neden bu kadar korkuyorsunuz? Yaratımın bir parçası olan güneş sisteminize gerçekten yardım edilmeyeceğini mi düşünüyorsunuz? Bizim güçlerimiz var, zihin gücümüz var. Ve bu güç inanabileceğinizden çok daha kuvvetli. Biz ve bizim gibiler, kendi ruh yolculuklarına Dünya’yı kattılar. Bu biraz olması imkânsız gibi gelebilir. Ancak bizler gezegenlere yön verebiliriz. Rehberlerimiz bu konuda daha ileri gitmememizi ve daha fazla bilgi vermememizi söylüyorlar. (ÇN: Dünya’nın içine girdiği negatif karmik döngüden çıkması için, ruhların kendi güçlerinin farkına varmaları gerekiyor. Kendi zihin güçlerinin, kendi yapabileceklerinin ve aslında kendi realitelerini kendilerinin yarattığını anlamaları gerekiyor. Dolayısıyla hakiki kanalların hepsi bize kendimize ve kendi gücümüze dönmemizi salık veriyorlar. Bu varlıkların Dünya üzerindeki güçlerinden daha fazla bahsetmeleri, bu öğretinin zedelenmesine sebep olurdu. O yüzden rehberleri daha fazla bilgi verilmemesini istediler. Ancak bu varlıkların Dünya üzerindeki güçlerinden çekinmemiz için bir sebep de görmüyorum. Çünkü insanlık üzerinde güç kullanırlarsa, kendilerine negatif karma yaratırlar ve bunu yapmak istemeyeceklerini düşünüyorum.) 
İnsan ırkının kolektif mentalitesi, var olan tek zeki varlığın kendileri olduklarını zannetmeleri üzerine kurulu. Dünya gezegenine nasıl geldiklerini ise hiç bilmiyorlar. Çoğu zaman bu ilk başlangıçla zaten ilgilenmiyorlar. Bilim adamlarınız insan ırkına temel olan diğer varlıklara ait kalıntılar buldular. Ancak ruhun bu formların içine nasıl girdiğine ve bu ruhun nereden geldiğine pek kafa yormadılar. Biraz ruhların gözünden bakın. Enkarne olacak bir yer arıyorsunuz, ayaklarınızı basabileceğiniz ve fiziksel gerçekliği deneyimleyebileceğiniz bir yer. İnanması zor gelebilir, ancak fiziksel gerçekliği deneyimlemek her ruhun arzusudur. Fiziksel gerçekliğin verdiği zevk, fiziksel olmayan dünyada yaşanamaz. Birçok değişik duygu ve his, saf ruhta yoktur. Bunlar saf ruhun sadece zihninde vardır. Fiziksel gerçekliği deneyimlemek gerçekten büyük bir avantajdır. Bizler de sevgiyi deneyimliyoruz. Ancak fiziksel gerçeklikteki sevgi bambaşkadır. Bir bardak çay içmenin verdiği duyguyu önemsiz bulabilirsiniz, ancak bu duyguları sadece zihinde canlandırmak kesinlikle aynı şey değildir. Veya yağmur. Daha önce şöyle bir soru sorulmuştu: “başka enerji yoğunluklarında da yağmur yağıyor mu?” Anlayabiliyor musunuz? Ruhsal alemde yağmur ancak, onu zihnimizde canlandırırsak yağar, ancak sizler bunu dosdoğru deneyimleyebilirsiniz. Kar tanelerinin verdiği keyfi gökten kışın başında düşmeye başladıkları zaman hissedebilirsiniz. Veya güneşin verdiği sıcaklık. Ruhsal alemde bunların hiçbirisi mevcut değildir. Sadece zihinde yaratılabilir. Bu ruh için keyifli ve neşeli bir deneyimdir. Ruha fiziksel olmanın nasıl bir şey olduğunu deneyimleme olanağı veren harika bir fırsattır. 
Soru soran: Fiziksel deneyimi sadece Dünya’da değil, başka gezegenlerde de deneyimleyebiliriz öyle değil mi? 
BİZ: Evet bu doğru, ancak Dünya’nın özel bir yer olduğunu anlamalısınız. Özellikle pozisyonu sebebiyle. Rehberlerimiz bunu söylemiş olmamızın doğru olmadığını az önce ilettiler. (ÇN: Birçok değişik kaynaktan alınan bilgilere göre, Dünya galaktik merkeze ve başka boyutlara açılan doğal manyetik kapılara çok yakın. Dolayısıyla, başka gezegenlerden veya galaksilerden Dünya’ya gelmek daha kolay. Bu uzay ticaretini de kolaylaştırıyor. Değişik ırklar arasında sürekli olarak genetik bilgi, genetik örnek ve teknoloji alışverişi var.  Bir çeşit İpek Yolu gibi düşünebilirsiniz. Başka bir değişle: Dünya, İpek yolunun tam üzerinde.) Ayrıca Dünya’nın yapısı onu önemli kılıyor. Gezegeninizdeki yaşam çeşitliliğinin önemini anlamalısınız. Bu yaşam çeşitlerinden bazıları henüz bilim adamlarınız tarafından keşfedilmedi. Burası gerçekten muhteşem bir gezegen. Kozmos içinde gerçekten çok nadir. (ÇN: Ruhun fiziksel gerçeklikte enkarne olması için bir bedene ihtiyacı vardır. Fiziksel bedenin DNA’sının gelişmişliği, onun hangi enerji yoğunluğunda var olabileceğini de belirler. Fiziksel bedenin yapı taşı olan ve aslında bir ışık parçacığı olan DNA gerçekten çok önemli. Galaktik varlıklar sürekli yeni ırklar yaratmakla meşguller. Genetik örnekler uzay ticaretinin temel taşı. O yüzden Dünya gibi, genetik örnek açısından çok zengin olan gezegenler çok ilgi çekiyor.) 
Soru soran: Dünya’yı siz yaratmadınız mı? 
BİZ: Rehberlerimiz bu soruya cevap vermemize izin vermiyorlar. Bazı bilgileri ifşa etmeye henüz hazır değiliz. Bunu anlamalısınız. 
Soru soran: Daha önce başka boyutlardan ve yoğunluklardan bahsettiniz. Merak ettiğim şey şu: acaba bizler bu yüksek enerji yoğunluklarında daha önce bulunduk mu? Ve sizin hangi yoğunlukta olduğunuzu da bilmek istiyorum. 
BİZ: Ruh, yolculuğuna başladığı zaman en yüksek seviyededir, çünkü direk kaynaktan gelir. Diğer seviyeleri deneyimlemek ruhun kendi seçimine bırakılmıştır. Bunu yavaş yavaş diğer yoğunluklara inerek deneyimleyebilirsiniz. En son ineceğiniz basamak şu anda içinde olduğunuz yoğunluktur yani 3D. Yani bu seçimle olur. Bazıları, bunlara gökten düşen melekler de deniyor, ruhsal yolculuklarını çok hızlı bir şekilde gerçekleştiriyorlar. Ancak şu anda enkarne olmuş olanlarınızın büyük çoğunluğu, yolculuklarına en yüksek seviyeden yani kaynaktan başladılar. Anlayabiliyor musun? Bu sorunu cevaplıyor değil mi? Evet, başka yoğunlukları deneyimlediniz ve şu anda burada olmayı seçtiniz. 
Diğer sorunu ele almak istiyoruz. Bu akşamın başında, bir kategori ile sınırlandırılmak istemediğimizi söylemiştik. Biz zihiniz ve sonsuz akla bağlıyız, biz istediği yere odaklanabilen ve istediği yere seyahat edebilen ruhlarız. Belirli bir fiziksel mekânımız yok. 
Size içinde olduğumuz enerji yoğunluğu ile ilgili bir cevap verirsek, zihinleriniz bizi orada tutacak. Anlıyor musun? O zaman sizlerin zihinlerinde sabitlenmiş olacağız. Ancak biz özgürüz. Gerçi sizin merakınızı da tatmin etmek istiyoruz. 
Soru soran: Şu anda hangi enerji yoğunluğundan bizimle konuşuyorsunuz? 
BİZ: Sizinle bağlantıya geçebilmemiz için yoğunluğumuzu düşürmek durumundayız. (Sessizlik)
Ego konusunda biz her zaman çok dikkatliyiz. O yüzden kendimize bir mertebe vermek istemiyoruz. Sizlerin de bizi bir mertebeye koymasını istemiyoruz. Rehberlerimiz bizimle konuşuyor, sizlerle sadece tek bir kişi olarak konuşmuyoruz, biz kolektif bir bilinciz. Ancak size bir cevap vermemiz gerektiğini de anlıyoruz. Sizinle iletişime geçebilmek için, düşürdüğümüz enerji yoğunluğu 10. Ancak kendimizi yüksekte görmek ve kendimizi yükseğe koymak istemiyoruz. Biz her seviye ile iletişimde olmak istiyoruz. Ve bunu istediğimiz zaman yapabiliriz. Bizler çağrı alırız. Her seviye ile iletişime geçeriz dememizdeki amaç şudur: Dünya’nızdaki bazı ruhları aşağı görüyorsunuz. Eğer bizlere yardım için çağrıda bulunurlarsa, o zaman yardım için geliriz ve iletişime geçeriz. Anlıyor musunuz? Hangi seviyenin yardımı için çağrı yaptıklarını onların bilmesine gerek yoktur. Önemli olan bir çağrıda bulunmalarıdır. Mutlaka yardım gönderilir. Çağrı dikkate alınır ve yardım gönderilir. Ancak yardım için gelecek olan, burada konuşan bizler olmayabiliriz. Melekler aleminden birisi de yardıma gelebilir. Bizden olan ve yardım etmek isteyen pek çokları var. (ÇN: Kanallığı yapılan bilinç ego konusunda gerçekten çok dikkatli. Kendilerini yüksek bir mertebeye koymak istemedikleri gibi, onları dinleyen insanların, yüksek enerji yoğunluğu ile iletişime geçebilmiş olmalarından dolayı bir illüzyona kapılmalarını ve egonun tuzağına düşmelerini de istemiyor.) 
Başka bir sorunuz var mı? Bazılarınızın zihni çok sessiz. Düşünceleriniz oldu mu? 
Soru soran: Karma ile ilgili bir sorum var. Birisinin belirli bir gruba yardım etmek için enkarne olması mümkün mü? 
BİZ: Elbette. Bu ruhun kendi seçimidir. Başkasına, hangi sebepten dolayı olursa olsun, yardım etmek için enkarne olmayı seçebilirsiniz. 
Soru soran: Bu ruhsal seviyede mi kararlaştırılıyor? 
BİZ: Evet öyle. Rehberleriniz mutlaka bu konuda tavsiye verirler. Enkarne olmadan önce planlar çok dikkatlice yapılır. Kimlerle karşılaşacağınız önceden planlanır. Bu planlama hem karmik yükleri dengelemenin kolaylaşması hem de başka sebeplerden dolayı önemlidir. Tesadüfi ve şansa bağlı asla değildir. Hepsi planlanır. Yaşamlarınız şansa bağlı değildir. Kelimenin tam anlamıyla enkarneniz planlanır. Bu planlar oldukça karmaşıktır. Plan ne demek biliyorsunuz öyle değil mi? Plan sadece plandır. Ancak planlar daha sonra değişebilir ve enkarne olan her ruh yaşamı boyunca özgür iradesi ile planda değişiklikler yapabilir. Planlanan olaylar gerçekleştiği zaman, enkarne olan ruh bu olaylara önem vermeyebilir, bunları fark etmeyebilir veya bunlar üzerinden bir eyleme geçmeyebilir veya tamamen değiştirebilir. Anlıyor musun? Asla sabit değildir. Planın işlemesi sadece size bağlı da değildir. Başkaları da bu plana dahildir. Bu sebeple sıklıkla tekrar ediyoruz, meditasyon yapmanız ve yüksek benliğinizle bağlantıya geçmeniz çok büyük önem taşıyor. Çünkü o zamanlar tavsiye alırsınız ve yönlendirilirsiniz veya başkalarının davranışları ile ilgili size bilgiler verilir. Bu planı anlamanızı ve plan ile kontağa geçmenizi sağlar. Yardımcı olabildik mi?  Siz yalnız başınıza bırakılmazsınız. Tabi eğer yalnız başınıza kalmak istemezseniz. Ve çoğunluk tavsiye almayı seçer. Ancak tavsiye için sizlerin ilk adımı atması gerekiyor. Bizler sizleri bağlantıya geçmeniz için zorlayamayız. Bu sizin kendi seçiminiz. Eğer zamanınızın buna değdiğini düşünüyorsanız, o zaman bağlantıya geçin. Eğer değmediğini düşünüyorsanız, o zaman hayatınızı geldiği gibi yaşayabilirsiniz. 
Soru soran: Meditasyon yaptığımız her zaman bağlantıya geçemiyoruz. Yani geçemediğimizi düşündüğümüz zamanlar oluyor. 
BİZ: Önemli olan nasıl meditasyon yaptığınız. Her zaman bir bağlantı olur. Düşünceleriniz her zaman duyulur. Ve 5D enerji yoğunluğuna geçtikçe, bu bağlantıyı daha çok hissedeceksiniz. Etrafınızdakilerin düşüncelerini okumaya başlayacaksınız. Belki kelime kelime bilemeyeceksiniz, ancak niyetlerini sezeceksiniz. Onlar da sizin niyetlerinizi ve duygularınızı sezecekler. Yani insanlar arasındaki birlik bağı kuvvetlenecek. 
Soru soran: Bunu eşimde görüyorum. Düşüncelerimi gerçekten okuyabiliyor. 
BİZ: İlişkiler yakınlaştıkça, bunu daha kolay gözlemlersiniz. Bu gerçekten olacak. Dolayısıyla sevgi çok önemli. Mutlaka sevgi ile bağlanacağınız bir şey bulun. Karşınızdakinde sevebileceğiniz bir şey bulun. 
Soru soran: Peki insanlar hangi galaktik ırklardan geldikleri bilgisine ulaşacaklar mı? 
BİZ: Hayır bu şart değil. Önemli olan zihninizin neye odaklandığı. Eğer zihniniz bu bilgiye odaklanıyorsa, o zaman bununla ilgili bilgileri mutlaka bulur. Çoğunlukla zihinleriniz yaşamınıza odaklanmış durumda, zaten enkarnenizin amacı da budur. Nereden geldiğinizi, hangi galaktik ırktan olduğunuzu bilmeniz o kadar da önemli değildir. Eğer zihniniz bunu merak ediyorsa ve bunu bilmek istiyorsa, o zaman bu bilgiyi bulur ve hangi galaktik ırktan geldiğine dair bağlantıları keşfeder. Ancak yaşamın kendisi daha önemlidir. Nasıl yaşadığınız gerçekten çok önemlidir. 
Soru soran: Yani insanların spritüel olmalarına gerek yok mu? 
BİZ: Spirituel olup olmamanızın, hangi galaktik ırktan geldiğinizle hiçbir alakası yoktur. Spirituelliğiniz, yaşamınızı nasıl yasadığınızla ölçülür. Günlük yaşamınızda nasıl olduğunuzla ilgilidir. Kendinize ve başkalarına nasıl davranıyorsunuz? Nereden geldiğinizi merak ediyor olabilirsiniz. Ancak bu sizi spirituel yapmaz. Veya birdenbire yaşamınızı değiştirmez. Bazı şeyleri anlamanıza yardımcı olabilir. Ancak yaşamınızdaki tutum ve davranışlarınızı nasıl seçtiğinizle ilgisi yoktur. 
Soru soran: Sağlık ile ilgili bir soru sormak istiyorum. Çok fazla sayıda insan hastalık sebebiyle acı çekiyor. Anlıyorum, bu onların ruhsal yolculuğu ve bu deneyimler sonucu öğreniyorlar. Ancak yine de merak ediyorum, ruhsal rahatsızlıklardaki artışın sebebi içinden geçtiğimiz değişim olabilir mi? Özellikle batı toplumlarında sayı çok arttı. 
BİZ: Ruhsal hastalıkların birçok değişik sebebi var. Bir kısmı tamamen fiziksel sebeplere dayanıyor. Yediğiniz yiyecekler ve soluduğunuz havadaki kimyasal dengesizlikler buna sebep oluyor. Başka bir sebebi ise, bazı ruhların karmik yüklerini temizliyor olmaları. Aşırı derecede ruhsal rahatsızlığı olanlar bu yolu kendileri seçtiler ve ölümleri onlar için bir nevi kurtuluş olacak. Daha ileriki bir tarihte enkarne olabilmek için gezegeni erken terk etmeye karar vermiş olabilirler. Sebepler çok çeşitli olabilir. Bazıları için ise içinden geçtiğiniz değişim sebebiyle değişen enerjilerin beyin aktivitelerinde büyük değişimlere yol açmış olması olabilir. Beyin aktiviteleriniz tekrar ayarlanacak, ancak bütün ruhların rehberleri vardır. Rehberler ruhlara bu seçimlerde yardımcı olurlar. 
Ancak sizlerin bu konuda endişelenmenizi istemiyoruz. Biliyoruz, birilerinin aklına hemen şu düşünce girecek: “acaba benim beyin aktivitelerimde bir bozulma var mı? “Bizim için insanların her şeyin negatif tarafına odaklanmalarını gözlemlemek gerçekten çok ilginç. Negatife karşı hemen bir çekim duyuyorsunuz. Neden? Neden pozitif tarafına aynı ilgiyi duymuyorsunuz? Gerçekten anlayamıyoruz. 
Ancak en sıklıkla görülen sebep, ruhların karmik yüklerini temizlemek istemeleridir. 
Enerji çok zayıflıyor, izninizi isteyerek buradan ayrılıyoruz.
https://degisimbasladi.tumblr.com/ 
https://www.facebook.com/Humanity-Rising-Humble-writings-to-help-ascension-1333916226668373/?ref=ts&fref=ts 
https://humanityrisingblog.wordpress.com 
https://www.facebook.com/profile.php?id=718596821654268&ref=ts&fref=ts
1 note · View note
ulkunun · 4 years
Text
sapsade bir yazı...
Korona virüs veya şeyleri yerli yerine koyabilmek!
Fikret Başkaya
“Eski dünya ölüyor; yenisi ise henüz ufukta görünmüyor ve bu alacakaranlıkta canavarlar ürüyor.” Antonio Gramsci
Atmosfer ısınıyor, ekosistem bozuluyor, ekolojik yıkıma sosyal kötülükler [işsizlik, açlık, yoksulluk, sefalet, iğretilik…] eşlik ediyor. Toplumsal eşitsizlikler skandal boyutlara ulaşmış durumda... Artık metalaşmamış, paralılaşmamış, şeyleşmemiş, özelleştirilmemiş, soysuzlaşmamış bir şey yok! Sağlığın ve eğitimin finansmanı için yeterli kaynak ayrılmıyor. Sayıları artan yaşlılar çaresiz. Gıda sanayileri insanları ‘doyururken’ zehirliyor… Evsizler mütevazı bir konutun kirasını ödeyemez hâlde. Kamu hizmeti kavramı nerdeyse defterden silinmekte... Bireyler, aileler, şirketler, belediyeler, devletler borçlu... ve artık borçlar ödenebilir olmaktan çıkmış bulunuyor… Devletler münhasıran kapitalist sömürünün, yağma ve talanın hizmetinde... Fakat bir şey daha var: Bir bütün olarak ‘insanlık’ da doğaya borçlu... Zira, doğanın bir yılda ürettiği ‘yeni kaynağı’, insanlar altı ayda tüketiyor... Her geçen yıl doğaya borç büyüyor ve her yeni yılda ‘Dünya Limit Aşımı Günü’ öne çekiliyor... İyi de neden böyle oldu, neden her şey sarpa sardı, neden dünya çığırından çıktı? Kapitalizm neden iflas etti?.. Neden genel bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıktı? Bu genel iflas tablosunun gerisinde aslında ne var?
Bir sosyal olayı, olguyu [fenomeni], sosyal süreci açıklamak, bilince çıkarmak için, bir dizi neden sıralamak adettendir. Aslında bu gereklidir de. Lâkin o kadarı şeylerin gerçeğine nüfuz etmek, bilince çıkarmak için yeterli değildir. Bir ‘nedensellik hiyerarşisi’ oluşturmak, tüm nedenler içinde asıl belirleyici olan ‘nedeni’ başa yerleştirmek de gereklidir… Ve asıl neden de, kapitalizmle birlikte doğa- toplum-ekonomi ilişkisinin ters-yüz olmasıdır... Normal olarak ekonominin toplumun hizmetinde olması, onda ‘içerilmiş olması’ [mündemiç], ilişkinin yönü toplumdan ekonomiye doğru olması gerekirken, kapitalizmde ekonomiden topluma doğrudur... Toplum ekonomi tarafından sömürgeleştirilmiş [kolonize edilmiş] durumdadır... Kapitalist toplumda ekonomi bir araç değil, amaç hâline gelmiş bulunuyor... Şimdilerle yüz yüze geldiğimiz, sayısız kötülüklerin, saçmalıkların, akılsızlıkların, sefaletin ve çürümüşlüğün gerisinde, sözünü ettiğim bu ‘temel sapma’, bu ‘temel çelişki’ var... Dolayısıyla, nasıl bir zemin üzerinde durduğumuzu, ne ile cebelleştiğimizi bilmek büyük önem taşıyor... Tabii, sözünü ettiğim bu saçmalığın da vakitlice aşılması gerekiyor. Aksi hâlde insanlığın ve uygarlığın geleceği kararmaya devam edecektir...
Sürdürülebilir bir yaşam, doğa-toplum-ekonomi ilişkisini bulunmaları gereken zemine çekebilmeye, bir ‘düzeltme operasyonu’ yapabilmeye bağlı... Üstelik onu da vakitlice yapmak gerekiyor... Aksi hâlde geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir... Başka türlü söylersek, ilişki tersliğini aşmak gerekiyor... Yazının başlığındaki gibi, ‘şeyleri yerli yerine koyabilmek’ gerekiyor... Kapitalizm dahilinde ilişkinin yönü: ekonomi ➔ toplum ➔ doğa şeklindedir. Oysa, doğa ➔ toplum ➔ ekonomi şeklinde olması gerekiyor... Ancak o zaman yaşamakta olduğumuz tüm kötülükleri, akılsızlıkları, saçmalıkları, her türden sefaleti ve kepazeliği bertaraf etmek potansiyel bir olasılık hâline gelebilir...
İşte o zaman, yeniden yaşanabilir bir dünya ve toplum mümkün hâle gelecektir. Eğer insanlar kapitalizmin ne mene bir şey olduğunu bilselerdi, bugünkü netameli sonuçları yaşıyor olmazdık... Fakat kapitalizmin anlaşılmaması için müthiş bir çaba var. Okullar, üniversiteler, siyasetçiler, devlet ricali, medya, ‘konunun uzmanları’, “kanaat önderleri” denilen zevat, insanları, kapitalizmin alternatifi olmayan bir sistem olduğu yalanına inandırmak için büyük çaba harcıyorlar. Oysa kapitalizm insanlık ve uygarlık tarihinde bir sapma ve küçük bir parantezdi... Eni sonu beş yüzyıllık geçmişi var ama o kadarcık zamanda dünyayı yaşanamaz bir yer hâline getirmiş bulunuyor! Kapitalizmde araçlarla amaçlar ters-yüz olmuş, “öküz arabanın arkasına koşulmuş” durumdadır... Üretimin birincil amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak -tatmin etmek- değil, pazarda satmak, kâr etmektir... Kullanım değeri değil, değişim değeri üretmektir... Ve kapitalizm sınırsız büyüme, yayılma, genişleme dinamiğine sahip bir sistemdir... Fakat bu dünyanın kaynakları sınırlıdır-sonludur... Tabii, sınırsız büyümeye, sınırsız tüketimin de eşlik etmesi zorunluluğu var... Şimdilerde, işte ilkim krizi, ekolojik yıkım dediğimiz de dahil, sayısız kötülüklerin nedeni bu temel çelişkinin sonucudur... Kapitalizm her şeyi metalaştırıyor, şeyleştiriyor, parayla alınır-satılır nesnelere dönüştürüyor... Hayli zamandır sıra, canlının metalaştırılmasına gelmiş bulunuyor... Velhasıl tam bir kadavra medeniyeti…
Fakat bir şey daha var. Artık kapitalizm yeteri kadar ‘yeni değer’ üretemiyor. Kendi temel hareket yasalarının ve iç çelişkilerinin bir sonucu olarak, yeni değer üretmekte zorlanıyor. Dolayısıyla iç sınırına, ekolojik sorunla ilgili olarak dış sınırına da dayanmış bulunuyor... Velhasıl tam bir sürdürülemezlik tablosu ortaya çıkmış bulunuyor. Ekonomik büyümenin belirli bir düzeyin altına indiği durumda, artık borçların ödenmesi de mümkün değildir...
Her şeyin metalaştığı, parayla alınıp-satılan bir kâr aracına dönüştürüldüğü, başkaca hiçbir etik/insânî kaygının söz konusu olmadığı bir sistemde, sayısız felâketler neden şaşırtıcı olsundu? Eğer siz, utanmaz kâr hırsıyla ekosistemi tahrip ederseniz, ekolojik dengeyi bozarsanız, arı kovanına çomak sokarsanız, olacağı bu değil midir? Her şeyin özelleştirildiği, kamucu hiçbir kaygının söz konusu olmadığı bir sistem, bir rejim, kendi peydahladığı kötülüklerle, felaketlerle gerektiği gibi mücadele edebilir, başa çıkabilir mi? Sağlık hizmetleri de dahil her şeyin özelleştirildiği, bir kâr aracına dönüştürüldüğü yerde, korona virüs salgınıyla gerektiği gibi mücadele edilebilir mi? Eğer yegâne amaç her seferinde daha çok kâr ise…
Müştereklerin [herkesin olanın, olması lâzım gelenin] özelleştirildiği bir dünyada, salgınlarla gerektiği gibi mücadele edilebilir mi? Birinin çektiği acıdan bir başkasının [kapitalistin] kâr etmesinin mantığı nedir? Birinin hastalığı eğer başkasının kârı hâline gelmişse, orada bir yanlış yok mudur? Bu durumun sorun edilmemesi de rahatsız edici değil mi? Kapitalizm, canlı olan ne varsa ölü metalara dönüştürüyor ve hiçbir şeyi de ıskalamıyor... Aynı Marx’ın bundan 174 yıl önce yazdığı gibi: “En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alış-veriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çattı. Bu, o zamana kadar el değiştiren fakat ticaret konusu olmayan, erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zamandır. Tek kelimeyle her şey ticaret konusu oldu. Bu genel kokuşma ve evrensel ölçekli alış-veriş dönemidir. Eğer ekonomik terimlerle ifade etmek gerekirse, bu, maddi olsun manevi olsun, her şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bir zamandır."(Felsefenin Sefaleti).
Bugünlerde korona virüs pandemisi denilenle dünyanın nerdeyse her tarafı küresel hapishaneye dönüştürüldü. Virüs, zaten iflas hâlindeki sistemin krizini görünür kıldı... Ekonomik krizin, finansal çöküşün nedeni korona virüsü değil... Artık sıkıyönetim, olağanüstü hâl de ‘küreselleşti’... Bu bir çöküş hâlidir ve çöküş söz konusu olduğunda artık geri dönüş imkânı yoktur... Aslında bu salgın, kapitalizmin tarihsel ömrünü tamamladığının, potansiyelini tükettiğinin habercisi... Artık dünyayı yıkıma sürükleyenlerden hâlâ çözüm bekleme aymazlığından da kurtulma zamanı gelmiş olmalıdır... Yeni aktörlerin, yeni politik öznelerin şeyleri yerli yerine koymasının zamanı geldi... yaşanabilir yeni bir dünya yaratmak için sahneye çıkmaları gereken zamandayız... Eğer, yeryüzünün efendileri [küresel oligarşi], dünyamızı yaşanamaz bir yer hâline getirmişse, yeryüzünün lânetlileri de, neden aracın yönünü sola çevirmesin...
0 notes
hetesiya · 4 years
Text
Koronavirüs veya şeyleri yerli yerine koyabilmek!
Tumblr media
Fikret Başkaya
“Eski dünya ölüyor; yenisi ise henüz ufukta görünmüyor ve bu alacakaranlıkta canavarlar ürüyor.”
Antonio Gramsci
Atmosfer ısınıyor, ekosistem bozuluyor, ekolojik yıkıma sosyal kötülükler [işsizlik, açlık, yoksulluk, sefalet, iğretilik…] eşlik ediyor. Toplumsal eşitsizlikler skandal boyutlara ulaşmış durumda… Artık metalaşmamış, paralılaşmamış, şeyleşmemiş, özelleştirilmemiş, soysuzlaşmamış bir şey yok! Sağlığın ve eğitimin finansmanı için yeterli kaynak ayrılmıyor. Sayıları artan yaşlılar çaresiz. Gıda sanayileri insanları ‘doyururken’ zehirliyor… Evsizler mütevazı bir konutun kirasını ödeyemez halde. Kamu hizmeti kavramı nerdeyse defterden silinmekte… Bireyler, aileler, şirketler, belediyeler, devletler borçlu… ve artık borçlar ödenebilir olmaktan çıkmış bulunuyor… Devletler münhasıran kapitalist sömürünün, yağma ve talanın hizmetinde… Fakat bir şey daha var: Bir bütün olarak ‘insanlık’ da doğaya borçlu… Zira, doğanın bir yılda ürettiği ‘yeni kaynağı’, insanlar altı ayda tüketiyor… Her geçen yıl doğaya borç büyüyor ve her yeni yılda ‘Dünya Limit Aşımı Günü’ öne çekiliyor…İyi de neden böyle oldu, neden her şey sarpa sardı, neden dünya çığırından çıktı? Kapitalizm neden iflas etti…Neden genel bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıktı? Bu genel iflas tablosunun gerisinde aslında ne var?
Bir sosyal olayı, olguyu [fenomeni], sosyal süreci açıklamak, bilince çıkarmak için, bir dizi neden sıralamak adettendir. Aslında bu gereklidir de. Lâkin o kadarı şeylerin gerçeğine nüfuz etmek, bilince çıkarmak için yeterli değildir. Bir ‘nedensellik hiyerarşisi’ oluşturmak, tüm nedenler içinde asıl belirleyici olan ‘nedeni’ başa yerleştirmek de gereklidir… Ve asıl neden kapitalizmle birlikte doğa- toplum -ekonomi ilişkisinin ters-yüz olmasıdır… Normal olarak ekonominin toplumun hizmetinde olması, onda ‘içerilmiş olması’ [mündemiç], ilişkinin yönü toplumdan ekonomiye doğru olması gerekirken, kapitalizmde ilişkinin yönü, ekonomiden topluma doğrudur…Toplum ekonomi tarafından sömürgeleştirilmiş [kolonize edilmiş] durumdadır… Kapitalist toplumda ekonomi bir araç değil, amaç haline gelmiş bulunuyor…Şimdilerle yüz yüze geldiğimiz, sayısız kötülüklerin, saçmalıkların, akılsızlıkların, sefaletin ve çürümüşlüğün gerisinde, sözünü ettiğim bu ‘temel sapma’, ‘temel çelişki’ var… Dolayısıyla, nasıl bir zemin üzerinde durduğumuzu, ne ile cebelleştiğimizi bilmek büyük önem taşıyor… Tabii, sözünü ettiğim saçmalığın da vakitlice aşılması gerekiyor. Aksi halde insanlığın ve uygarlığın geleceği kararmaya devam edecektir…
Sürdürülebilir bir yaşam için ise, doğa, toplum, ekonomi ilişkisini bulunmaları gereken zemine çekebilmeye, bir ‘düzeltme operasyonu’ yapabilmeye bağlı… Üstelik onu da vakitlice yapmak gerekiyor… Aksi halde geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir…Başka türlü söylersek, ilişki tersliğini aşmak gerekiyor… Yazının başlığında ifade edildiği gibi, ‘şeyleri yerli yerine koyabilmek’ gerekiyor… Kapitalizm dahilinde ilişkinin yönü: ekonomi  ➔ toplum  ➔ doğa şeklindedir. Oysa, doğa  ➔ toplum  ➔ ekonomi şeklinde olması gerekiyor… Ancak o zaman yaşamakta olduğumuz tüm kötülükleri, akılsızlıkları, saçmalıkları, her türden sefaleti ve kepazeliği bertaraf etmek potansiyel bir olasılık haline gelebilir…
İşte o zaman, yeniden yaşanabilir bir dünya ve toplum mümkün hale gelecektir. Eğer insanlar kapitalizmin ne menem bir şey olduğunu bilseydi, bu günkü netameli sonuçları yaşıyor olmazdık… Fakat kapitalizmin anlaşılmaması için müthiş ve kararlı bir çaba var. Okullar, üniversiteler, siyasetçiler, devlet ricali, medya, ‘konunun uzmanları’, “kanaat önderleri” denilen zevat, kapitalizmi insanlığın alternatifi olmayan yegâne buluşu olarak sunuyorlar. Oysa kapitalizm insanlık ve uygarlık tarihinde bir sapmaydı… Kapitalizmde araçlarla amaçlar ters-yüz olmuş, “öküz arabanın arkasına koşulmuş” durumdadır… Üretimin birincil amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, pazarda satmak, kâr etmektir… Oradaki amaç, insan ihtiyaçlarını tatmin etmek değil, kâr etmektir… Kullanım değeri değil, değişim değeri üretmektir… Ve kapitalizm sınırsız büyüme, yayılma, genişleme dinamiğine sahip bir sistemdir…Fakat bu dünyanın kaynakları sınırlıdır-sonludur… Tabii, sınırsız büyümeye, sınırsız tüketimin de eşlik etmesi zorunluluğu var… Şimdilerde, işte iklim krizi, ekolojik yıkım dediğimiz de dahil, sayısız kötülüklerin nedeni bu temel çelişkidir… Kapitalizm her şeyi metalaştırıyor, şeyleştiriyor, parayla alınır-satılır nesnelere dönüştürüyor… Şimdilerde sıra canlının metalaştırılmasına gelmiş bulunuyor… Velhasıl tam bir kadavra medeniyeti…
Fakat bir şey daha var. Artık kapitalizm yeteri kadar ‘yeni değer’ üretemiyor. Kendi temel hareket yasalarının ve iç çelişkilerinin bir sonucu olarak, değer, yeni değer üretmekte zorlanıyor. Dolayısıyla iç sınırına dayanmış bulunuyor. Ekolojik sorunla ilgili olarak, dış sınırına da dayanmış bulunuyor… Velhasıl tam bir iflas, tam bir sürdürülemezlik tablosu ortaya çıkmış bulunuyor. Ekonomik büyümenin belirli bir düzeyin altına indiği durumda, artık borçların ödenmesi mümkün değildir…
Her şeyin metalaştığı, parayla alınıp-satılan, bir kâr aracına dönüştürüldüğü, başkaca hiçbir etik/insânî kaygının söz konusu olmadığı bir sistemde, bir dünyada, sayısız felâketler neden şaşırtıcı olsundu? Eğer siz, utanmaz kâr hırsıyla ekosistemi tahrip ederseniz, ekolojik dengeyi bozarsanız, arı kovanına çomak sokarsanız, olacağı bu değil midir? Her şeyin özelleştirildiği, kamucu hiçbir kaygının söz konusu olmadığı bir sistem, bir rejim, kendi peydahladığı kötülüklerle, felaketlerle gerektiği gibi mücadele edebilir, başa çıkabilir mi? Sağlık hizmetleri de dahil her şeyin özelleştirildiği, bir kâr aracına dönüştürüldüğü yerde, korona virüs salgınıyla gerektiği gibi mücadele edilebilir mi?
Müştereklerin [herkesin olanın, olması lâzım gelenin] özelleştirildiği bir dünyada, salgınlarla gerektiği gibi mücadele edilebilir mi? Birinin çektiği acıdan bir başkasının [kapitalistin] kâr etmesinin manası, mantığı nedir? Birinin hastalığı eğer başkasının kârı haline gelmişse, orada bir yanlış yok mudur? Bu durumun sorun edilmemesi daha büyük kepazelik değil mi? Kapitalizm, canlı olan ne varsa ölü metalara dönüştürüyor ve hiçbir şeyi ıskalamıyor… Aynı Marx’ın bundan 174 yıl önce yazdığı gibi: “En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alış -veriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çattı. Bu, o zamana kadar el değiştiren fakat ticaret konusu olmayan, erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zamandır. Tek kelimeyle her şey ticaret konusu oldu. Bu genel kokuşma ve evrensel ölçekli alış – veriş dönemidir. Eğer ekonomik terimlerle ifade etmek gerekirse, bu, maddi olsun manevi olsun, her şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bir zamandır.” (1)
Bu günlerde korona virüs pandemisi denilenle dünyanın nerdeyse her tarafı küresel hapisaneye dönüştü. Yıkım daha da büyüdü… Sıkıyönetim, olağanüstü hâl, vb. istisna değil kural haline geldi… Bu bir çöküş halidir ve çöküş söz konusu olduğunda artık geri dönüş yoktur… Aslında bu salgın, bir dönemin sonunun, velhasıl kapitalizmin tarihsel ömrünü tamamladığının, potansiyelini tükettiğinin habercisi… Artık dünyayı yıkıma sürükleyenlerden hala çözüm bekleme aymazlığından kurtulma zamanı gelmiş olmalıdır… Tam da yeni aktörlerlerin, yeni kolektif öznenin yeni bir şey yapmak, şeyleri yerli yerine koymak, yeniden yaşanabilir yeni bir dünya yaratmak için sahneye çıkmaları gereken zamandayız… Eğer, yeryüzünün efendileri [küresel oligarşi], dünyamızı yaşanamaz bir yer haline getirmişse, yeryüzünün lânetlileri de, neden yoldan çıkan aracın yönünü sola çevirmesin… Onca el, oldum olası armut toplamaya devam etmek zorunda mı?…
(1) Felsefenin Sefaleti
http://www.yeniyasamgazetesi1.com/koronavirus-veya-seyleri-yerli-yerine-koyabilmek/
0 notes
devrimcikadinlar · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media
Selahattin Demirtaş: Fakiriz biz olum!
13 Ekim 2017 10:23
HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş cezaevinden gönderdiği yazıda, “aydın, sanatçı, akademisyen, siyasetçi çevrelerindeki yaygın karamsarlığı” eleştirdi: Baskı ve zorbalık uygulamaları ile tarihte ilk kez karşılaşan insanın şaşkınlığını yaşamanın da alemi yok.
Demirtaş’ın ‘Halkız Biz’ başlığıyla Birgün’de yayınlanan yazısı şöyle:
Tamam, çok da “neşeli günlerden” geçmediğimiz doğru. Ama bu gibi dönemlerde topluma öncülük etmesi beklenen aydın, sanatçı, akademisyen, siyasetçi çevrelerindeki yaygın karamsarlığı, kötümserliği anlamak da mümkün değil. Baskı ve zorbalık uygulamaları ile tarihte ilk kez karşılaşan insanın şaşkınlığını yaşamanın da alemi yok.
Yakın geçmişimiz dahil, insanlık tarihi bunun daha beterlerinin sayısız örnekleriyle doludur. Zulüm payidar olduğunda direniş olmuş, direniş olunca da zulüm bitmiştir. Direniş ne kadar erken ve büyük olmuşsa, zulmün ömrü o kadar kısa olmuştur. Bunun ülkemizde de böyle olacağını bilmek için kahin olmaya gerek yok. Ancak insan bu karamsarlık halini görünce yine de hayret ediyor işte. Lazım olduğunda kullanmayacaksak ayrıca, bu kadar şiiri, romanı, tarihi, bilimi niye okuyoruz; bu kadar direniş geleneğini niçin öğreniyoruz?
Yürü üstüne üstüne Tükür yüzüne celladın… diyen Ahmed Arif’i; Yani içeride on yıl, on beş yıl daha da fazlası hatta geçirilmez değil geçirilir kararmasın yeter ki sol memenin altındaki cevahir
diyen Nâzım’ı ne diye okuyoruz peki? Zor günlere hazırlık olsun diye okuyorsak, tam da o günlerdeyiz işte. Enseyi karatmanın gereği yok. Mevcut faşizan düzene itiraz eden, isyan eden milyonların varlığından emin olmamıza rağmen, bu potansiyele öncülük yapmaktan imtina etmek “ilerici” duruşa sahip hiç kimseye yakışmaz. 1536 yılının İsviçre’sinde, dinde reform yapsın diye “papaz hatip” mezunu bir din adamı olan Calvin, Cenevre’ye davet edilir. Kilise meclisinin yaptığı bu davete uyan Calvin, daha sonra başlattığı “reform” hareketi ile Cenevre’de tam bir diktatörlük inşa eder. Onun döneminde çıkarılan “KHK”ler ile kadınların elbise boylarından elbise fırfırlarına, yenilmesi uygun olan “caiz yemekler” listesine; kutsal olmayan şarkıların yasaklanmasından, çerez-marmelat türü şeylerin günah ilan edilmesine kadar günlük yaşama dair birçok düzenleme kilise meclisince yayınlanır. Tiyatro, eğlence, halk şenlikleri, dans, buz pateni, papaz kıyafetine benzemeyen bütün kıyafetler; erkeklere uzun, saç kadınlara kabartılmış kıvrılmış saç, altın ya da gümüş takı, düğme, şerit, dantelli başlık, eldiven, açık ayakkabı; kümes hayvanları, yerli halkın lokantada yemek yemesi; her türlü sanat, azizlerin resim ve heykelleri, müzik, İncil’de geçmeyen çocuk isimleri, Paskalya ve Noel kutlamaları; Calvin’e yönelik her türlü eleştiri ve daha yüzlerce yasak için yeni “KHK”ler çıkarılır (Kış lastiğine dair KHK ise çok çok sonraları bir başka ülkede yayıMlanacaktır).
Reform yapsın diye kendi elleriyle getirdikleri Calvin 25 yıllık iktidarında Cenevrelileri tam anlamıyla karanlığa boğar. Calvin döneminin etkileri sonraki 2 yüzyıla da sirayet eder. Bu 2 yüzyılda, Cenevre’de üretilmiş neredeyse tek bir sanat veya edebiyat eseri yoktur. Çünkü Calvin’e karşı toplumsal bir direniş geliştirilememiştir. Aynı zamanda Calvin’in arkadaşları olan Michele Serveto ve Sebastian Castellio dışında kimse itiraz etmeye cesaret edememiştir. İtiraz tekil olunca Calvin, Serveto’yu diri diri yaktırmış, Castellio’yu ise ömrünün sonuna kadar sefaletle, açlıkla “terbiye etmeye” çalışmıştır.
Bizde ise halkın ekseriyeti mevcut baskı düzenine kesinlikle karşıdır ve kabul etmemekte, boyun eğmemekte kararlıdır. ‘Bu halktan bir şey çıkmaz’ diyenler, halkın gücünü hafife alanlar geleceği asla inşa edemezler.
1619 yılında Fransa’da patates yasaklanır (evet, bildiğiniz patates). Çünkü patatesin cüzzama neden olduğuna inanılır. Oysa cüzzam Avrupa’nın en eski hastalığıydı. Patates ise sadece bir asır önce, 1500’lü yılların başında Peru’dan gelmişti Avrupa’ya. İşte bu Fransızlar, yani kıtlıktan, açlıktan kırılırken bile patates yemeyen Fransızlar, 1789’da dünya tarihinin en büyük devrimlerinden birine imza attılar. Her halükarda halka, özgücümüze güvenerek, her gün umudu büyütmek ve zulme karşı direnmenin öncüsü olmak zorundayız. Kötülük ve zalimlik ancak uygun ortamlarda yayılır. Bunlar için en uygun ortam da korku iklimidir. Korkuya teslim olmadan, bedel ödemeyi de göze alarak iyiliği, özgürlüğü her koşulda savunmak tarihi misyonumuz, borcumuzdur.
Mitolojiye göre yaratılan ilk kadın Pandora’dır. Prometheus ateşi çalıp insanlara verince, tanrıların tanrısı Zeus öfkeden çıldırır ve insanları cezalandırmak için güzel bir kadın yapılması emrini verir. Bu görevi ateş tanrısı Hephaistos yerine getirir. Tanrılar Pandora’yı yaratıp muhteşem güzelliklerle süsledikten sonra onu Prometheus’un kardeşi Epimetheus’a eş olarak yeryüzüne yollarlar. (Plana bak!) Yani Pandora, Prometheus’un yengesidir artık. Bu arada tanrılar bütün acıları, kötülükleri bir fıçıya doldurmuş, fıçıyı da Pandora’ya vermişlerdir. İçini merak ettiği için Pandora fıçıyı açar (zaten açsın diye vermişlerdir ya) bütün üzüntüler, felaketler fıçıdan dünyaya yayılır. Fıçının içinde sadece “umut” kalır. Yerini biliyoruz en azından. Pandora’nın Kutusu’ndan kötülük yayıldı diye panikleyeceğimize, kutudaki umudu çıkaralım yeter. O da yayılıyor çünkü.
Siz kimsiniz de bu düzeni değiştireceksiniz diye soran olursa; “Fakiriz biz olum! Bir elimizle pantolonumuzu tutmazsak düşüyor. İki elimizi birden kaldıramıyoruz; teslim olmayı da bilmiyoruz o nedenle. Ayrıca Nâzım yazmış şiirimizi, Yılmaz çekmiş filmimizi zaten, halkız biz ulan!” deyiverin.
Bir de benden “selam” söyleyin, tanır beni...
11 notes · View notes