Mus‘ab bin Umeyr radıyallahu anh hazretleri Müslümanlığı seçmeden önce Mekke’nin zengin bir ailesindendi. Hem kendisi yakışıklı bir erkek, hem de zenginliği dolayısıyla güzel giyinen, görenleri gıbta ettiren bir insandı. Müslümanlığı seçince ailesi onu reddetti. Büyük bir sefalete dûçâr oldu.
Efendimiz onu Medine’ye dini talim ettirmesi için yolladı. Orada bir çok insanın, kabile reislerinin ve onlara tabi olanların İslâm’ı seçmelerine vesile oldu. Peygamber Efendimiz Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Medine’ye hicretlerinde, onu beline bir koyun postu sarılmış olarak gördü. Yanında bulunanlar, onun Mekke’deki halini düşünerek mahzun oldular. Efendimiz şöyle buyurdu: “-Eğer dünya malı hakkında benim bildiklerimi bilseydiniz üzülmezdiniz.” Bunun üzerine herkes Mus‘ab bin Umeyr hazretlerine gıbta ile baktı.
Eskiler dünya malına rağbet etmediler. Ateşmiş gibi ondan kaçtılar. Yeteri kadar sahip olduktan sonra, fazlasının hesabını verememekten korktular. Yeteri kadarına sahip olma konusunda da titiz davrandılar, helal sınırının da hep biraz gerisinde kalmaya gayret ettiler. Ve daima şu ölçüyü elden kaçırmadılar: “-Gözünüz yukarıda olmasın. Sonra haset eder, kıskanır, nankörlük edersiniz. Aşağıya bakın da halinize şükür edenlerden olun.” (Hadis, Mealen)
Büyükler ellerinde imkân olsa da olmasa da böyle davrandı. En başta Peygamber Efendimiz: Saraylar onun ayağının altında kaldı. Onlara bir çul parçası kadar olsun değer vermedi.
İnsanların görünüşlerine bakarak onlarda üstünlük bulmaya çalışanlar hep kaybetti. Yanıldı. Hüsrana uğradı. Allah katında makbul olanı görecek göz kimde var? Çula çırpıya bakarak insana değer biçenlerin elinde ne kaldı?
sana bir şey diyeyim mi biz ordayız ve çıkamıyoruz ordan, belki sittin sene geçse anlaşamayız ama bir yolunu bulalım mı artık, en azından ben çıkamıyorum ordan çünkü, bu istemekle doğru orantılı bir durum değil, bu unutmak değil, hatırlamak değil yaz değil kış değil, okuduğum ilk kelime gibi duruyorsun ezberimde, nereye yürüsem hem sana geliyor bi o kadar da senden kaçıyorum, adın söylenince dünya sağdan soldan ya da yukarıdan aşağıya dönüyor, nereye dönerse dönsün, senin yerin dönemiyor, nereyi nereye döndürürsem döndüreyim seni döndüremiyorum, en çok da geri döndüremiyorum seni, gerçekten çok yorgun düştüm, bir gece karşımda belirir misin, bilmediğin şeyler var, bilmeni istemediğim şeyler var, özümü bulmakla karşılaştığım şey beni sürekli çaresiz bırakıyor günde en az on defa ölüyorum, sevmediğin pazar günlerini hâlâ güzel yapabiliriz, yapmasak bile ikimiz yeteriz tek dert pazar günü olsun, sadece bir kere gel, yarın olmadan gel, günüm dolmadan falan gel, ne olursan ol yine gel, sen şimdi kötü olsan demiştin ya ben seni iyi yaparım diye, neden aynısını senin için söylememe izin vermiyorsun, bugün yağmur yağıyordu dışarda manyak gibi, apartmana girdik, bi dede geldi hikaye anlattı, o dede miydi hızır mıydı, bir iyiye bir kötü düşmesi lazım dedi, anlamadık tabi ne alaka dedik, e dedi kötüye iyi denk düşmese nasıl öğrenecek iyi olmayı, dede miydi hızır mıydı bilmedim ama seni bildim, ben kötüyken sen iyiydin, ben iyiyken sen kötü, bir değirmendir bu dünya bir gün öğütür bizi derken şair şaka yapmamış, he bu arada ben şair oldum, eğer bunun içindiyse gidişin, dönersen de şiir yazacağım söz, sen yokken şiirin değeri de yok zaten, bunların hiçbirini sana yük olsun diye yazmadım, okursun diye de yazmadım, uzlet bir yerden sonra beni delirtmesin diye yazıyorum, tamam zaten normal değildik de bu başkaymış, öyle işte, şiirlerin de sen de her adım kulağımda, holosko artı bir miktar yara.
"İlmihal okuyun. Evlerinizi Müslümanlığın öğrenildiği, konuşulduğu ve yaşandığı Müslümanhaneler haline getirin. Bu akşam evinize dönünce etrafınıza Müslüman gözüyle bir bakın, acaba İslâm'a aykırı neler var? Eşyalarınıza, eşinizin, çoluk çocuğunuzun kılığına kıyafetine, eline yüzüne, ağızlarından çıkana, oturup kalkmalarına bir nazar edin. Bakın düzeltilecek ne çok şey var. Ama ilkin öğrenmek gerek düzeltmek için. Okuma yazma öğrendiniz, liseler, üniversiteler bitirdiniz, kendinizi allâme bilirsiniz ama belki Müslümanca taharetlenmeden bile haberiniz yok.
Kendinizi ve evinizi tepeden tırnağa İslâm'a göre yeniden tertip etmediğiniz sürece, İslâm tek millettir, diye düşünmenin anlamı kalmaz.
Tek bir milletiz, tek bir gövdeyiz de neden Afganistan'da, Filistin'de, Filipinler'de ciğerimizi deştikleri halde acısını duymuyoruz, hiç düşündünüz mü?
Sözü kısa keselim. Sırtımızdaki kamburu silkelemek için, gövdemizin her bir yanında açılan yaraların, Filipinlerin, Afganistanların acısını duymak için, düşmanın bileğini kesmek için, çok şey değil, sadece bir ilmihal kitabı bulup okuyun, öğrenin ve evcek uygulayın diyoruz. Bunun âdeta bir mucize olduğunu göreceksiniz."
Kanunlarını, hayat tarzlarını, yazı ve giysilerini, örf ve âdetlerini bile ithal etmişiz, ama Avrupalı bir türlü ikna olmamıştır. Bunun asıl sebebi üzerinde de bir hayli kafa yormuş batıcılar. İlk CHP iktidarları zamanında sonradan bir kısmı DP'nin kurucuları arasında yer alan bazı zevat bu konuda önemli bir iki toplantı bile yapmış: "Ne kadar Batılı olursak olalım, onları ne kadar ustalıkla taklit etmiş olursak olalım, değil mi ki dinimiz İslâm'dır, bizi aralarına almazlar, kendilerinden kabul etmezler" demişler. Bunun üzerine içlerinden bazı soysuzlar: "Devlet olarak Hıristiyanlığı resmen kabul ve ilan edelim" teklifinde bulunmuş. Bu teklif diğerleri tarafından ne kadar tasvip görmüş bilemiyoruz. Hıristiyan Batının her türlü kanunlarını ve yaşama biçimlerini ithal edip zorla uygulayan bir kadronun fertleri için bunda da herhalde hiçbir mahzur yoktu. Hıristiyanlığı resmen devletin dinî olarak ilan edebilirler ve kısa sürede engizisyon mahkemeleri bile kurabilirlerdi. Ama bu kadarına cesaret edememişler.
“Bütün dünyayı onaramazsın ama onarmaya kolunun uzandığı yerden başlayabilirsin. Bir ruhun diğerine yardıma heveslendiği, bir ıstırabı dindirmeye talip olduğu her seferinde dünya güzelleşir ve buraya geldiğimizde, insan olduğumuza değer. ”
Çöl topraklarında fidanlıklar, sebzelikler kuran Yahudi’nin bunu, çöle yeşil yeşil dolarlar döşeyerek gerçekleştirdiği görülemez de, onların bu yaptıklarına bakılarak Yahudi ile Arap kıyaslanır, birinin çok çalışkan ötekinin çok tembel, pis ve pısırık olduğu sonucu çıkarılır.
Cahit Zarifoğlu, Bir Değirmendir Bu Dünya
İsrail tarafından on yedi yılda (1949-1966) bağış olarak alınan yedi milyar dolar, 1965’te 6 milyar olan komşu Arap (Mısır, Suriye, Lübnan ve Ürdün) ülkelerinin hepsinin yıllık milli emek gelirinin toplamından daha fazlasını temsil eder.
Amerikan yardımının yüzde 43’ü yeryüzünün aç 3 milyar insanın zararına olarak, silahlanması için ( 3 milyonluk nüfuslu) İsrail’e gidiyordu.
"Kim kimden hesap sorar? Mazlum zalimden, haklı haksızdan, sömürülen sömürenden, gelen gidenden mi? Yoksa hesap sormak, sadece güçlü duruma geçmiş olanın, güçsüzü, neyin adına olursa olsun, hesaba çekmesi mi demek?"