Tumgik
#bi numara daha aramış sabah
Text
Hazır duvar demişken
Merhaba moruk.
Kurgu sever misin, bilmiyorum ama bunu senle paylaşmak istedim. Uzun zamandır yazmıyodum, iyi geldi...
Kendimi bildim bileli bu tuvaletteyim. Pislik temizliyorum. Sabah namazından yarım saat önce açıyorum, yatsı namazından sonra kapatıyorum. Camiye çok yakın. Bir kere zorla babam Kur'an kursuna yolladı, mesafeyi oradan biliyorum. Dindar değilim, hiç de olmadım. Bir keresinde Yakub ibnesi, sırf ona gülüyorum diye tokat atmıştı bana. O günden beri gitmiyorum. Geçen cuma öldü, cenazesine katıldım, başka bir imam, "Hakkınızı helal ediyor musunuz?" diye sordu üç kere, üçünde de helal ettim. Sırf mahşerde karşılaşmayalım diye.
Hazır mahşer demişken...
Çekmecede çakmağımı buldum da, o yüzden aklıma Baturay geldi. Günahını aldım bugün, ama bu vesileyle de sigara içmedim. Bir nevi sevaba girdi sayılır. İnşallah o beni duyar da hakkını helal etmez. Sevmediğinden değil ha, mahşerde bulamazsam diye çok korkuyorum. Kocaman yer, kim kime dum duma.
Boktan bir yerdeyim demiştim ya, ya da tuvalet, neyse işte. İnsanın içi dışı bir olduğunu pislik temizlerken anladım. Burada başıma gelen tek güzel şey, frekansını zor tutturduğum radyoda çalan Neşet Ertaş'ın "Ah yalan dünya" türküsüydü. Onun da yarısını önümde durup adres soran tır şoförü yüzünden dinleyemedim zaten. Hayat işte.
Hazır tır demişken...
Baturay, hiç otobüse binmezdi. Evi ile okul arasında yaklaşık 3 km yol vardı ama o hep yürürdü. Çarşıda buluşurmak için sözleşirdik, gene yürürdü. Hep yürürdü.
Bizim burada, merkezde Kongre Müzesi var. Müzenin yanında da kocaman Atatürk heykeli. İşaret parmağıyla yeri gösterir. Bunu ilk Baturay fark etmişti. Hem de kafası güzelken.
Hep orada buluşurduk. Çünkü Baturay, kafası güzelken o heykele bakıp, "Atatürk, resmen buraya gelin diyor lan" demişti ve Sonra da dönüp şöyle eklemişti; "Ata'mın işaret ettiği yerde buluşalım."
O günden sonra hep orada buluştuk. Bazen Baturay'ı orada sızarken bulurduk.
Bir Songül'ü severdi, bir de Galatasaray'ı. Ama ne Songül'ü Galatasaray gibi severdi, ne de Galatasaray'ı Songül gibi.
Zaten uyuşturucuya da ilkokul beşinci sınıfta başlamıştı. Songül'ü unutmak için. Ya da Ersin'in elini tutmasını unutmak için. Ama muhakkak unutmak için.
Bally çekerken, "niye yürüyorum biliyor musun?" diye sormuştu. Daha cevap bile vermeden "çünkü" demişti, "bir gün böyle yolda yürürken lüks bi' araba yanımda duracak, içinden çok zengin, zengin olduğu kadar yaşlı ve çirkin götleğin teki çıkıp hayatımı değiştirecek gibi boktan bi' umudum var. Belki saçma ama cidden en büyük umudum bu. Zenginler zor ölür biliyorum, o yüzden tedavisi imkansız olan hastalığa yakalanan bi' orospu çocuğunun dünyadaki son çılgınlığı olma hayalim var anlayacağın. O yüzden yürüyorum." Ben de önce içimden, "zenginler, imkansıza inanmaz amına koyim" ardından da dışımdan "zengin olup beni unutma ha" demiştim.
Sonraları ben de yürüdüm. İnanmıyordum ama istemsizce yürüdüm. Hep yürüdüm. Hâlâ da yürüyorum.
Neden mi?
Çünkü o konuşmadan üç ay sonra yani dün, bir tırın altında kalmış Baturay. Hayali gerçekleşemeden öldü gitti. Ben devraldım görevi. Çünkü düşündüm de, benim de bu dünyada başıma gelmesini bekleyecek daha iyi bir umudum yoktu.
Hazır umut demişken...
Songül'ün düğünü varmış haftaya. Varmış, diyorum çünkü davetiyesi gelmiş. Cenazeye gitmeden önce eve uğramıştım, o arada gördüm. İşin tuhafı ne biliyor musun kuzen, gözlerim sadece "Ersin&Songül" ibaresini aradı istemsizce, fakat yazmıyordu. Yoksa içer içer gidip düğünlerini basar "ulan iki gün yas tutun orospu çocukları" derdim. Olmadı.
Çünkü Baturay'ın öldüğünü de Songül'den öğrenmiştim. Belki ikisi de vicdan yapar diye düşündüm. Çünkü Ersin ibnesi, bile bile Songül'le takılmıştı. On bir yaşından beri de başkasını sevememişti Baturay. Nasıl sevsin ki?
Dün "Baturay'a vuran tır şoförü, Songül'den vicdanlıymış, sanki gerçeği biliyormuş gibi onu aramış" demiştim, tabii gerçeği sonra öğrenmiştim.
Bizim Batu, hiç telefon şifresi koymazdı. Gerçi numara da kaydetmezdi. Çünkü ezbere bilirdi herkesi. Bir tek Songül'ü kaydetmiş, hem de "Acil" diye. Çünkü onu unutmaya çalışırken aklında tutamazdı. Haklı da.
Kazadan sonra aramışlar Songül'ü, o göt de beni aradı, baya saydı sövdü. Hiç sesimi çıkarmadım. Diyeceğini deyip kapattı yüzüme zaten. Sonra aradım Batu'yu, öldü dediler. Bugün gömdük işte...
Ben mi?
Cenazeden beri yürüyorum. Kime sorsam çakmak yok. İçimden "Hepiniz mi Yeşilay'cı oldunuz a ibneler" diyorum. "Ulan Baturay, ölmenin sırası mıydı, çakmağım sende kaldı..." diye hayıflanırken yine bu boktan yere geldim, ya da tuvalet, neyse işte.
Hazır Baturay demişken...
Demin paspas atarken aklıma takıldı moruk, şimdi bu Songül, harbi nasıl unutacak ulan Baturay'ı?
Neyse ya, her tarafı bok götürüyor zaten, az laf, çok iş. Müşteri gelmeden temizleyeyim şurayı. Ulan Bünyamin, temizlemekle biter mi dünyanın boku?
Hazır bok demişken... nasılsınız?
21.06.2018
1 note · View note
sanasarkidinledim · 7 years
Video
youtube
Bünyemden muhtıra yedim. Dedi ki, ‘‘Yavaş ol biraz, kendini bu kadar hoyrat kullanma.’‘ Meşazını aldım sevgili bünyem, mutlu ve sağlıklı bi gelecek için İNŞ CNM YA diyorum.
Bundan 6 sabah önce son derece bitik bi’ halde gazeteye gidiyordum. Evden çıkmadan önce de acaba gazeteye mi gitsem yoksa sağlık ocağına uğrayıp acıyan boğazım için bi’ ilaç mı yazdırsam diye düşündüm. Ama vazgeçtim. Otobüsten inip ofise doğru yürümeye başladım. 10 adım ya attım ya atamadım, bünyede güç bitti, güneş midemi bulandırdı, kafamın içinde bir şey büyüdü sanki, patladı ve ben bayılıp yere düştüm. Etrafımda neler olup bittiğinin farkındayım ama müdehale edemiyorum. Çok kısa anlarla gidip geliyor şuurum. Yolun kenarında hurdacılar vardı. Beni yerden kaldırmaya çalıştılar kalkamadım. Ambulansı aradılar. Sonradan düşünüyorum ve gülüyorum. Yolun kenarından beni hurdacıların toplaması da ayrıca bi’ ironiydi bence. Adamlardan birisinin lakabı ‘‘Kara Dünya’‘ydı. Romandı. Ambulansı o aradı, en çok o kaygılandı. Arada bi’ yüzüme su çarpıp, ‘‘Ah be ablacım sen nasıl böyle oldun’‘ diye panikledi. Sürekli gelmeyen ambulansa kızdı. Yanındaki diğer roman arkadaşı Einstein’ın izafiyet teorisinden enfes bi’ örnek verip ‘‘Aslında ambulansı arayalı o kadar uzun zaman olmadı, bize uzun zamanmış gibi geliyor’‘ diyerek aklımı yeniden başımdan aldı. Ambulans geldi, sağlık ekibinden birisi adımı sordu ‘‘Üşüyorum’‘ dedim. Beni ambulansa taşıdıklarında bir hastalığım olup olmadığını sordu, ‘‘Üşüyorum’‘ dedim. Ateşime baktı, ‘‘Çok ateşin var’‘ dedi ve beni soymaya başladı. Ateşimi ölçtü, 39.5 derece çıktı. ‘‘Üşüyorum’‘ dedim. Hastaneye doğru yola çıktık. Ambulansın kapısını açtılar, ‘‘Üşüyorum’‘ deyip ağlayamaya başladım. ‘‘Biraz üşüyeceksin ama hemen düşürürler ateşi’‘ dedi. Hemşire kız çantamdan telefonumu bulup son aradığım numara olan iş arkadaşımı aramış. Neden hastanede olduğumu bile söylemeden hastaneye çağırmış. Bizim ekip de beni trafik kazası geçirdim sanıp, önce hastanenin başhekimine haber verip ardından toplu biçimde hastaneye koşmuş. Onlar geldiğinde müşahede odasında hala hemşirelere ‘‘Üşüyorum üstümü örtün’‘ diye ağlıyordum. Trafik kazası geçirmediğimi gören ve sevinen şaşkın başhekim suratı, başhekimin peşinde getirdiği doktorlar, o doktorların işine karıştığını düşünüp trip atan acil doktoru, iş arkadaşlarımın paniği, ‘’Anneme haber vermeyin, hallederiz’‘ diye sayıklamalarımla devam eden birkaç saat sonra serumun bünyeyi biraz toparlamasıyla hastaneden çıkıp eve gittim. Bademciklerim şişmiş. Antibiyotik ve 3 gün istirahat verdi. 3 güne toparlarım dedim. Toparlayamadım.
Evde geçirdiğim 1.5 günün sonunda en ufak bi’ gelişme yaşamadım. Aksine, yemek yiyemedim, boğaz gittikçe şişti, enfeksiyon nedeniyle sürekli çıkan ateşi kontrol edemedim, antibiyotikler uyuttu, uyudukça nefes alamadım. En son, yine ateşim çıkıp az kalsın yeniden bayılacakken yeter artık dedim ve bu defa özel hastaneye gittim. Hastaneye gittiğimde ayakta duramıyordum, 2 gündür yutkunamadığım için yemek yiyememiştim ve hala ateşim vardı. Doktor ciddi bi’ tedaviye ihtiyacım olduğunu ve 3 gün hastanede yatmam gerektiğini söyledi. Kabul ettim. Hastanenin ilk günü yediğim serumlarla, akşam konuşmaya ve yutkunmaya başladım. İkinci ve üçüncü günü aynı tempoda yediğim serumlarla da 4. sabaha dinç uyanıp hastaneden çıktım. Hastane günleri aşırı uyumakla, uyku arasında ziyaretçilerimi kabul etmekle geçti. Klişe olarak muzunu ve meyve suyunu alan hastaneye koşmuştu. Odadaki buz dolabı silme muz doluydu. Hatta ben uyurken de gelip, hemşirelere notlar bırakmışlar. Canlarım.
Sabah doktor son defa muayeneye geldiğinde, ‘‘Çok güzel olmuş bademciklerin’‘ dedi. Toparlamıştım. Sonra bir dizi yapılacaklar, yapılmayacaklar konuşması gerçekleştirdi. Bünyeyi aşırı yormuştum, artık dinlenmek için kendime zaman ayıracaktım. Bağışıklık sistemim ciddi bi’ uyarı vermişti. Bütün bunların sonucu daha ağır olabilirdi ama ben 6 günle ucuz yırtmıştım. Taburcu olup, E’nin gelen çiçekleri ve bavulumu arka koltuğa yerleştirmesini izlerken derin bir nefes alıp şükür seansı yaşadım. Arabada hiç konuşmadan ne kadar özlediğimi farkettiğim ‘dışarıyı’ izleyerek ne kadar şanslı olduğumu düşündüm. Bünyemden muhtıra yedim. Dedi ki, ‘‘Yavaş ol biraz, kendini bu kadar hoyrat kullanma.’‘ Meşazını aldım sevgili bünyem, mutlu ve sağlıklı bi gelecek için İNŞ CNM YA diyorum. Üzerimdeki hastane sersemliğini atıp bir an önce işime başlamak için sabırsızlanıyorum. (İŞ DİYO HALA YA!) Tüm bu olaylardan çıkarılacak bir dizi dersi de, bu yazıyı yazarken çıkarıyorum. ‘‘Her şeyin başı sağlık’‘ cümlesinin vücut bulmuş hali benim bu aralar. Hastanede yüksek moralli olmak, her gelen ziyaretçi, her gelen geçmiş olsun telefonu ve mesajı çok önemliymiş. İnsan böyle zamanlarda bir sürü serumun yanısıra bir sürü de sevgiyle ayağa kalkabiliyormuş. ‘‘Sana bir şey oldu diye aklım çıktı’‘ cümlesi de çok önemliymiş. Bana bu defa da bir şey olmadı. Çeşitli hastane maceralarına yedirdiğim mart ayı bu şekilde geçip gitti. Nisan, referandum dolayısıyla ağır tempolu olacak. Bünyemse, hayatında yemeği kadar antibiyotikle Türkiye siyasetinin bu karmakarışık haline acayip hazır.
Not: Hastaneye yattığım sıralarda, gelen bir telefonda Başbakanlık Basın Yayın ve Enfermasyon Müdürlüğü’nün bu yılki medya ödüllerine katıldığım haberimle Türkiye ikincisi olduğumu öğrendim. O yüzden hastane ziyaretlerinin ‘‘Geçmiş olsun’‘ ve ‘‘Tebrikler’‘ temalı geçmesi de iki ayrı güzelliği yaşattı. Yaklaşık bir hafta sonra Ankara’da yapılacak ödül törenine gideceğim. Bununla ilgili ayrıca bir sevinç ve gurur içindeyim. Bu ödül, güzel günlerin habercisi gibi olduğu yaşanan her şeye baktığımda. Bana evrenin ‘‘İyi gidiyorsun, hiçbir emeğin boşa değil. Her ne yapıyorsan yapmaya devam et kızım, ayakta kal!’‘ deme şekliydi. Senin de meşazını aldım evrencim. Gerekeni yapacağım. Kıps! ;)
0 notes