Tumgik
#atlıkarınca
mimaribirblog · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
102 notes · View notes
kitapkokansevgili · 2 years
Text
Tumblr media Tumblr media
65 notes · View notes
evinyy · 9 months
Text
Tumblr media
"O yüksekten korkuyor ama baş döndürücü olmayı seviyor."
2 notes · View notes
Tumblr media
"Herkes teker teker uzaklaşırken ben, gözlerimi kapattığımda hayal ettiğim o yerdeydim. Işıklar ve ben. Sonunda biraz daha iyi hissediyordum."
5 notes · View notes
photographynature · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
6 notes · View notes
birhemdert-blog · 1 year
Text
Zamanın tik-takları
Çağırır yaratıkları
Binersen atın sırtına
Götürür saatin ardına
Zamanın tik takları
Deşer yaraları
Toparlar bir araya
Gönlü yırtıkları
Tumblr media
2 notes · View notes
balkongunlukleri · 1 year
Text
Tumblr media Tumblr media
: liseden arkadaşlarla görüştük bugün, 12 sene geçmiş!! dile kolay gerçekten.
: ekip 2 kişi evli, biri hamile 🥰 // 1 kişi yeni nişanlı and two single ladies olarak takılıyor
: evlere dağılmadan önce biraz yürürken atlı karıncaları gördük aralarında yaş olarak en büyük ben olmama rağmen ruhları erken yaşlandığı ve utandıkları için binmedik atlı karıncaya *sad*
: bir de eski buluşmalara nazaran artık daha verimli geçiyor gibi geliyor buluşmalarımız. geçen eski ajandalarımdan birini okuyordum, mesela eve üzgün dönmüşüm bir bulaşmadan sonra. bana karşı olan bir davranışa değil, konuştuğumuz konuların hep aynı şeyler üzerinden dönmesinden dolayıydı. hatta şey yazmışım bir sonraki buluşmaya gitme :,))
: gruptaki tek iç anadolulu olmak da zorlamıyor değildi tabii, hatta ara ara bu kız 4 karadenizliye bu kadar yıl nasıl dayandı diyorlar hahdjshah
: çok şükür bugünümüze de, daha iyilerine duayla 💛
3 notes · View notes
sevalin · 1 year
Text
instagram
3 notes · View notes
zeynikey · 2 years
Text
Tumblr media
1 note · View note
polkadotmotmot · 2 years
Photo
Tumblr media
Serkan Küçüközcü -  Atlıkarınca, 2022
#up
293 notes · View notes
kitapsevenbiriii · 6 months
Text
LUNAPARK
Lunapark’ta bir tek terlik. Kırmızı naylon, yan yatmış. Bir tarafı yanmış kıvrılmış. Bu terlik eşinden ayrılmış. Bir çocuk terliği. Sekiz on yaşlarında. Ben diyeyim kız çocuğu. Sarı püskül saçlı, iri yeşil gözlü. Gülünce gamzeleri görünüyor. Bir de beyaz dişleri.
Çocuk sevimli, bütün çocuklar gibi.
Peki ya Lunapark!
Bu nasıl Lunapark?
Kaydırak yanmış, kararmış. Salıncakların zinciri kopmuş. Çarpışan arabaların yarısı kaybolmuş. Kum havuzu feryat ile kumunu sağa sola savurmuş. Atlıkarınca dönmüyor. Atlar sakatlanmış. Sakat atları vururlar. Ağaçlar kavrulmuş.
Çiçekler, kelebekler alıp başını gitmiş.
Gökyüzünde bir grup balon. Sarı, yeşil, kırmızı. Yaşlı gözlerle Lunapark’ta çocuk arıyor. Bu Lunapark’tan vebanın nefesi geçmiş olmalı. Çocuklarını kaybeden park kederle kendine bakıyor. Ben artık yaşamam diyor.
Gökyüzünde uçaklar. Bulutları deliyor, mavi atlas semayı alev kanatları ile tutuşturuyor. Evler gözleri oyulmuş, kaburgaları kırılmış, birbirinin üstüne yığılmış birer mezar taşı. Bu harabe sokaklar artık ne ağıt ister ne de gözyaşı.
Sözün bittiği yer diyorlar hani.
Bitsin madem söz bu kadar düşmüş ise. Yine de biz hançeremizi yırtarak feryat edelim. İlencimiz varacağı yere varır diye bekleyelim.
Ulan alçaklar, hastaneleri vurmayın.
Çocukları öldürmeyin.
Allah belanızı versin...
Mustafa Kutlu, Fırtınayı Kucaklamak (Dergâh Yay. 2019)
14 notes · View notes
rabiakahlo · 10 months
Text
Tumblr media Tumblr media
Atlıkarınca
Canı sıkılınca
Canlandı bi gece, dağıldı tüm şehre...
10 notes · View notes
yurekbali · 1 year
Text
Tumblr media
‘Şairlere iyi davranınız/ şairler ince ruhludurlar/ en ufak şeyden kırılırlar/ kabalıktan kaçınınız./../ şairleri ağlatmayınız’ diyor bir şiirinde İzzet Yaşar. Ben de şairlerin hoşgörüsüne sığınarak onları bir kez daha tanımlamak istedim. Affola! Ece Ayhan: Hüzün bölücü yasaucu bandonun sebebi, şiirimiz içerikral yetiştirdi abiler. Ver ellerini öpeceğiz! İlhan Berk: Giritli bir denizkızının haşarı şair oğlu. Refik Durbaş: Akşam simidinin üstünden dökülen sıcak susam. Tarık Günersel: Dize mayını. Testerejen! Can Yücel: Rakı Genel Kurmay Başkanı. Sakalı bile su ile beyazlamış. Öldüğü zaman, her meyhaneye bir kılı bırakılacakmış. Vay benim peygamber amcam! Edip Cansever: Tülbentlerden süzülen eflatun şua. Attilâ İlhan: Edip git başımdan sen bana göre değilsin! Nâzım Hikmet: Atlantis’in ulusal kütüphanesinde kitabı bulunan tek ‘Türk’ şair. Enver Gökçe: İşteş fiilin mucidi. Melih Cevdet Anday: ‘Sokaktaki Adam’ın poetik tanımı. Mehmet Akif Ersoy: Sihirbaz tarihin festen çıkarttığı şair. Ataol Behramoğlu: Karanfil Bakanı. Necip Fazıl Kısakürek: Emniyet kemerlerinizi bağlayınız! Behçet Necatigil: Külrengi bayramı. Erdal Alova: Meziyet adası. İsmet Özel: Lam islenir, sol’dan sağ’a tek ve bir! Lâl olsun sana kinim! Hasan Hüseyin: Beni küçüksemek kurtuluş mu? Turgut Uyar: Griden emekli. Ümit Yaşar: İlköğretmenlerimiz bugün fişlerimizi dağıttı. Öğreneceğimiz ilk hece: Aşk! Hilmi Yavuz: Bu çorbanın tuzu var, dağlarımda kuzu var, kim korkar hain Ekhidna’dan, şiirimizin yavuzu var. Orhan Alkaya: Tay Tanrısı’yla İstiridye Tanrıçası’ndan olma muzır prens. Türkân İldeniz: Ay Sokağı’nda bıçaklanmışım bir buluğ vakti. Sepetimde kokinalar, saçlarımda bir lir şıngırtısı. Sait Faik: Mavi gözlü martıların intihar ettiği adalarda, ben de yalnızlığa teşebbüs ettim. Özdemir İnce: Özlem hemoglobini. Fikret Hakan: Karakter şairi! Lale Müldür: Hüzün burcundandır diyorlar, o bir noel anne! Engin Turgut: Şeytan pabucu. Celal Sılay: Hatıra artıklarıyla tırmandığımız o bal yokuşun hem başını hem de sonunu şimdi, bebek mezarlığı yaptılar. Nilgün Marmara: Şoför bey! Müsait bir yerde intihar edebilir miyim? Nil’de gün ansızın battı. Sunay Akın: Yaşlı niyetçinin tavşanının gözbebeği. Z, T’dir kimi. Memed Kemal: İsmin bahar hâli. Ahmet Haşim: İnce saz heyetinden bir ricam olacak: Hanende Melek’i çalsınlar ve ömrüm ilelebet tüllere sarılı kalsın! Oktay Tuncer: Ne tutar mutluluğun maliyeti acaba? Gitar çalsın Tom Sawyer ve ağlamasın artık Oliver. Özdemir Asaf: Son nefeste hüzzam, son nefeste kırık kontrbas hüznü. Bülent Ecevit: Bir kadının gerdanından kopup dökülen kolyenin, kadife üzerindeki pıtırtısı. Orhan Veli: ‘Ozan Tabakası’ delinmiş, merak etmeyin. O, bir sabah erkenden nasılsa sessizce gelir, sessizce diker ve yine sessizce gider. Yahya Kemal: Hayret bişi yav! Ahmet Telli: Bu kent, başlı başına bir atlıkarınca. Çıplak bir delikanlının giysilerini kokuyor. Tuğrul Tanyol: O genelev koridorlarından geçerken, hep ağlayan yaşlı bir kadının sesini işitirdik ve o gecelerde hiçbirimiz şarap içmezdi. Gecenin memesinden mor sütler sağardık. Cemal Süreya: Sıcak gecelerde suyun aynaya düşen tavrı. Neyzen Tevfik: Öldüğünde ruhu katılaşıp iri bir penise dönüşmüş. Oh olsun vagina suratlılara! Zühtü Bayar: Bu kar taneleri nedense, hep ofsayta düşüyor senin avuçlarında. Adnan Özer: Akıl anaforu ve sis yayınevi. B. Rahmi Eyüboğlu: İnsan Mahallesi’nin tek muhtar adayı. Sami Baydar: Bizim umutlarımıza ta anaokulundayken tecavüz edilmiştir saygı değer ibne amcalarım! Ercüment Behzat Lav: İdare lambasının ışığına engel ellerimiz, duvarlara hep bir ağlayan palyaço gölgesi olarak vururdu. Akgün Akova: Adresi: Beşdakikadelikanlı Caddesi, Ayıpettin Sokak, Canımıye Apartımanı, Bilmemkaç/Bilmemkaç Şenköy-İstila, Bul. Oğuzhan Akay: İpin üstünde, dilin üstünde değil de altında yürüyen cambaz. İzzet Yaşar: Mücadele Üniversitesi Dekanı. Pir Sultan Abdal: Sehpadan çağlayan yüzüyle, geceleri yurdumu kuran güven kimyası. Yaşar Miraç: Kahverengi ve mukaddes, ılık ve nasırlı, sol anahtarı. Cevat Çapan: İyi şey. Asaf Hâlet Çelebi: Meryem Ana’nın küçük el çantasındaki fener. Cahit Sıtkı Tarancı: Kırçıl temayüllerle oynaştığımız, nâlelerden vücuda gelmiş çocuk parklarında kaybettiğim saadet ve yürekleri müşkül durumda bırakan bir ikindi yağmuru. Ahmet Erhan: Akdeniz’in can bulup ayağa kalkmış köpüğü. Ahmed Arif: Şiirimin kirvesi. Hallarını sonbaharlara yazdım. Yücelay Sal: Fareli köyün fedaisi. Savunmasını şarkı söyleyerek yapan avukat. İbrahim Osmanoğlu: Merminin lavı! Mahir Öztaş: Etten saksofon. Halim Şefik: Otopsi Sonucu: Kırmızıyla kızıl arasında üç ölü, beş ağır yaralı ve sevgide toplu kıyım. Barış Pirhasan: Sabah serinliğinde seviştiğim o tay! Bana dakikalarca kanyak içirmişti dudaklarından. Ne zaman ağlasam, onu unutamam! Veysel Çolak: Bir tıkırtının ana fikriyle acıkmış olmanın şefkatli ayrıntılarında, ama niçin kaybettik biz abilerimizi o son masum kâbus kentinde... Aytunç Altundal: Ölüm, yaşadıklarımızın tavan arasıdır yalnızca. Ve ben, sevgilimin çıplaklığının, en büyük eksikliğiyim. Salâh Birsel: Bakışlarında guguklu saat sevimliliği, gülüşünde sallanan sandalye keyfi biriktirmiş ısıcık. Nuh Ömer Çetinay: Zarafet mimarı. Krokilerini gül yaprağına çizerdi. Eray Canberk: Sen mi çaldın bisikletimi? Yıldızların öldüğünü ve kum saatlerine gömüldüğünü sen mi hatırlattın? Hoş yaptın. Turgay Fişekçi: Menzilime yüzün, mendilimin kenarına oyan kanar. Cahit Irgat: Adını harf harf Latinceye çevirince ‘ateş’ oluyor. Abdülkadir Bulut: Istırap ile mıhlanmışım korkunç yazgının rahmine, her yanım pıhtı küllerle tanımlı. Hulki Aktunç: 12 EYL. 980. Tankınızı park ettiğiniz tarih sürecinden derhâl kaldırınız. Nihat Behram: Toplum proteini. Murathan Mungan: Birbirimizin ellerini ovuyorduk. Aynı yatılı okulda okumuştuk galiba ve aynı yazlık sinemalarda çalışmış, aynı saman defterlere aynı şiirleri yazmıştık. Ben intihar etmişim, onu kırkıncı odada vurdular. Fazıl Hüsnü Dağlarca: Türkçenin miskin iklimi. Arif Damar: Küçük dolaşımdaki adı: Şair! Büyük dolaşımdaki adı: İnsan! Ülkü Tamer: Virgül’ün başına gelenler, pişmiş noktanın başına gelmedi. Ercüment Uçarı: O çağda, kulüpten caz solistini kaçırıp, bir ay boyunca ona çocuk şarkıları söyletmiştir; rica etsem acaba hatırlar mısınız? Seyhan Erözçelik: Ruh kanseri. Ontoloji servisinde yatan piri yeis. Oktay Rifat: Penceremin pervazındaki teşrinisani rüzgârı, söyle bana, geceleri ben siyah ejderhaya sarılıp uyurken niçin ağlamakta mütemadiyen kardelenler? Hüseyin Avni Dede: Güz yırtığı, mana söküğünde müteessir, altın’a batırılmış bir sırça koleksiyoncusu. Namık Kemal: Cikletten çıkmış artiz fotoğraflarında bir kanlı kardeş gördüm ve sultana gaz‘el’le sarkıntılıklar ettim. Aziz Nesin: Barışköy-Mizahtepe tramvaylarının değişmez, tonton vatmanı. Sabahattin Ali: Gözlerim ne kadar bozuk olursa olsun gözlük takamıyorum; saçlarım taralıyken utanç içindeyim; okumak, yazmak da istemiyorum. Ben büyüyünce öğretmen de olmayacağım baba! Necati Cumalı: Bir hamam rutubetinin buhurdanlardan yayıldığı loş ve güzel taşlıklarda asılı çarşafların arasında öpüştüğüm: Şiir! Yılmaz Gruda: Gönlü Kapalıçarşı, kalemi Galata Kulesi. Haydar Ergülen: İhlal seyyahı. Erol Çankaya: Bizim bırakılmışlık’Iarımızın akli dengesi bozuktur ve sevgililerimizin gözleri daima gökkuşağı rengindedir. Emirhan Oğuz: Bulutlar da, halklar da evlat edinilir. Bir kış sabahı kırdan acı çiyler içilir. İsmail Uyaroğlu: Aşk partizanı. Enver Ercan: Tophane’den Cağaloğlu’na düşen düşeş. Atılgan Bayar: O da yazdı! Yaşar Nabi Nayır: Çocuklar, cam buğuları ardından, havuzda süzülen kahverengi kuğuları seyrederken, biz, niçin nargilelerimizi ateş ve huzur ile boyardık. Metin Eloğlu: Tutku okutmanı. Bedirhan Toprak: Morgta tutulduğum ölü adamın kulağına seni okudum; siyah bir hüsn-ü yusufa dönüştü dudakları. Eğildim, hükmü kokladım. Ahmet Oktay: Kuyu kuytularında, birlikte, su tabancalarımızla kardan adamlara ne hoş pusular kurmuştuk oysa. Afşar Timuçin: İmge berberi. Kemal Özer: Sosyalizm müzesi. Nevzat Çelik: Uçan Balon, Elma’s Şekeri, Berlin Duvarı. A. Muhip Dıranas: Komşu evin perdelerinde, bir vantrilok silueti gibi titrer yetim sihir. Benim Fahriye Ablam, Sappho’ya âşıktı. Arkadaş Zekai Özger: Göç yolunu şaşırıp arkadaşlarını kaybettiği için şiirime düşen siyah leylek. Yağmur Atsız: Karışan bir yumakta buluyorum günlerimiz’in G noktasını. Turgay Kantürk: İlk yok oluşlar gibi son başlangıçlar. Akif Kurtuluş: Pusu avukatı, hayalet s’avcısı. Şükran Kurdakul: Meserret oteli. Metin Altıok: O, tek altın im! (anagram) Hüseyin Alemdar: Ortadoğu’nun lale bahçesi. Osman Olmuş: Geri kalanlar ham mı? Sina Akyol: Şiirine girerken sözcüklerdeki a’lar kibarlıktan şapkalarını çıkartırlarmış; öyle diyorlar. Karacaoğlan: Halk başkenti. S. Kudret Aksal: Sitar bestesi. Ali Asker Barut: Esmer bir gülücük bırakmışlar başucuma, ve sararmış kâğıtlara yazılı şiirini, alınyazıma dayamışlar. İskender Fikret Akdora: (büyük İskender) İhtiyarlık ile musiki arasındaki toplama işareti. Eşittir: Bir yaz gecesi, Beykoz vapurunun, serin sessiz suda bıraktığı simli iz. Güven Turan: İstikrar misyonerleri, göğüs kafeslerinde mitralyöz taşıya taşıya ölürler. Metin Üstündağ: İroni maiden! Ömer Faruk Toprak: Her gece suladığım bir çınar var bahçemde, ve diyorum ki oğula: Sakın şiir yazma! Şiirle valse kalk! Ferhan Şensoy: Doğal Şakalaşmalar Müdürü. Enis Batur: Zembereği kırık postacı. Cezmi Ersöz: Tarot destesindeki münzevi. Manastıra kalp kapatılır mı? Ramazan Üren: Yumurtanın karası. Gülseli İnal: Kuş tüyüne bilimsel masallar anlatan genç su. Orhon M. Arıburnu: İstanbul’un dublörü. Metin Celâl: Entelektüel oksijen tüpü. Merih Akoğul: Korkuluk ceketlerinin yakalarına çiçek takan delikanlı. Metin Cengiz: Yanardağ itfaiyecisi. Er değil. Gültekin Emre: Bir sineğin kirpiği. Oktay Taftalı: Sabahları kalkmak için güneş saatini kuruyormuş. Orhan Kâhyaoğlu: Yağmurun psikiatristi. Kaan İnce: Gökyüzünde sırtüstü yüzen denizatı. - küçük İskender, ^ (’Eflatun Sufleler’ kitabından...) - Görsel: Yazıda tanımlanan şairler...
39 notes · View notes
ciceklerinicinde · 11 months
Text
rüzgâr gülleri ve çanları. balinalar. tek başına duran ağaçlar. karahindiba. ilkbahar. akasya ağacı kokuları. dolunay. günebakan. deniz kabukları. okyanus. saçlarımın rüzgârda uçuşması. yaz akşamları külahta dondurma yemek. pamuk şeker. penceremde bacaklarımı sallandırarak oturmak. rüya kapanı. uzun uzun mektup yazmak ve almak. geceleri mum ışığında kitap okumak. yağmur sesi. ılık esen rüzgâr. böğürtlen. atlıkarınca. ateş böceği. kaldırımda yürürken çizgilere basmamaya çalışmak. uğur böceğine şarkı söyleyerek uçurmak. dilek deneri. daktilo. lotus çiçeği. ağaçların dalları hafif rüzgârla birbirine çarparken hamakta uzanmak.
5 notes · View notes
a-y-i-s-i-g-i · 1 year
Text
Dışı içinde/ Gökhan Özcan
8/05/2023 Pazartesi
Evleri yan yana dizmiyor, hayatları istif ediyoruz yeni şehirlerde. Hikayeleri birbirine tutturmuyoruz ipekten ipliklerle, zımbalıyoruz ucu ucuna yaralar açarak gövdelerinde. İnsanlardan anlamlar dokumuyoruz içimize, dokunmadan geçiyoruz hiç ilişmeden gizemlerine. Kelimeleri ucuzluktan mı seçiyoruz ne artık, sarmıyor sarmalamıyorlar meramımızın hiç bir üşüyen yerini. Gökyüzü ve yeryüzü ve ikisi arasında koşuşturan birtakım telaşlı karaltılar... Bu mudur yani hayat, bu mudur koskoca insanlığımızdan geriye kalan?
“Ben galiba artık hayatımın düğümlerini çözmekten tamamen vazgeçiyorum” dedi kadın. “Düğümleri çözmenin en etkili yolu da bu aslında” dedi adam gülümseyerek.
“Seninle karşılaşıncaya kadar gerçekleşmekte olan bu değişimi adlandırmaktan acizdim. Bugün ilerlemiş yaşımda koyduğum ad ise: aşkın içe işleyişi. Her şey akıntıya kapılmıştı. O üç armut ağacı, o alçak tepe, vadinin öbür ucu, biçilmiş tarlalar, orman. Dağlar daha yüksek, ağaç ve tarlalar daha yakındı. Görülebilir her şey bana yaklaşıyordu. Daha doğrusu her şey durmuş olduğum yere sürükleniyordu, çünkü ben artık orada değildim. Her yerdeydim, vadinin karşısındaki ormanda olduğum kadar ölü ağacın içinde, dağ yakasında olduğum kadar saman balyalarını bağladığım tarladaydım” diye yazmış John Berger, ‘Ve Yüzlerimiz, Kalbim, Fotoğraflar Kadar Kısa Ömürlü’ isimli kitabında.
Tumblr media
Onca işimin arasında, dikkatimi benden alıp uzaklardaki bir uçurtmaya çeken ne? Gökyüzü mü, bulutlar mı, uçma arzusu mu, her geçen gün ağırlığı üstüme daha çok çöken yerçekimi kanunu mu? Karşı bahçedeki sararan otların derdi ne? Sarı saçlarını okşayan rüzgarla nispet mi yapıyor bu haylazlar bana? Ağacın altında simidinden iştahla ısırıklar alan adam... Neden onun gibi acıkamıyorum hiçbir şeye ben artık? Bahçede bağrışarak birbirini kovalayan çocuklar... Artık ben ne kadar da aralarında değilim onların! Yağmur damlaları düşüyor tek tek, belli birazdan ne varsa bulutlardan dökülecek. Her yeri, her şeyi ıslatacak, yağmura tedbir düşünen benim gibiler hariç! Bazen yanımdan bir şiir geçmiş gitmiş gibi his geliyor aniden, bakıyorum etrafa, hiçbir şey yok! Her şey ne kadar baş döndürücü aslında. Ama benim başım neden dönmüyor! Yalnızken insan, ne kadar da kalabalık dünya! Bir adım atınca neden kimse kalmıyor? Hemen herkes kendini süslemeye çalışıyor. Neden hiç kimse zaten güzel olduğuna inanmıyor! Belki söyleyeceklerim var insanlardan herhangi bir insana... Ama sesimi bastıran şu gürültülü atlıkarınca bir an olsun durmuyor.
Turgut Uyar’ın ‘Eski Bahçenin Bir Evi’ başlıklı dokunaklı şiirinden: “sonra ölüm konuşulur fısıltılar düzeyinde/ aşkın adı geçmez ama belleğin bir yerlerindedir/ çocuk gibi defne dalı gibi rüzgar gibi bir şey olarak/ lambanın sönmesini durdurur ocaktaki ateşi tazeler/ susulur saygı duyulur oturulur oturulur.”
Bazen bir yazıya neresinden gireceğini bilemiyor insan, bu durumda gelişme zaten olmuyor ve hiçbir şey de hiçbir sonuca bağlanamıyor. İnsanın içi de bazen tıpkı böyle oluyor, ne kadar uğraşsan düzen tutmuyor ne kadar toparlamaya çalışsan dağınıklığından ödün vermiyor. Haline bırakmak lazım aslında; tecrübeyle sabit ki, bizim dağınıklık sandığımız şeylerin derinliğinde bazen bilmediğimiz bir başka düzen saklı oluyor.
“Ne biliyorsun ki!” dedi meczup. Uzun bir sükutun ardından yineledi: “Ne biliyorsun ki!”
2 notes · View notes
bblackat · 1 year
Text
Neden ölüme bu kadar takmış durumdasın sence? • Ben olsam ‘takmak’ kelimesini kullanmazdım. - Sen ne derdin? • Takmak fiilinin yargılayıcı bir özelliği var, değil mi? Sanırım ‘kararlı’ kelimesi daha iyi betimliyor durumu. Periyodik tabloda, alttaki elementlerin en sevdiğim özelliği ne biliyor musun? Bazıları sadece saniyeden de daha kısa, anlık olarak var oluyorlar, bazıları ise hiçbir zaman gözlemlenmemiş, ama yine de buradalar diğerleri gibi. Demek istediğimi anlıyor musun? Madem anladın, o halde söyle bana, elementlerden biri olacak olsan, tablodan herhangi biri, hangisi olurdun? - Rutherfordyuma ne dersin, olabilir miyim? • Belki, belki de yanlış düşünüyoruzdur. Bence sen o en alttaki elementler gibi değilsin, belki sen daha çok iyot ya da uranyum gibisin. - Nedenmiş o? • Onlar sonsuza kadar duruyorlar çünkü. Senin istediğin de bu. Ama benim böyle bir isteğim yok. Çoğu zaman neden başımın döndüğünü anlıyorum. Düz bir çizgi değil, bir kısırdöngü bu: Dünya kendi etrafında dönüyor, bu sırada diğer güneş sistemiyle birlikte güneşin etrafında da dönüyor, yani kısaca her şey anlamsız bir yığın halinde hareket ediyor, daha en başından binmemiş olmam gereken bir atlıkarınca bu ve her turu bana fazla geliyor. Eğer çok uzun yaşarsam, korkarım öleceğim. Demek istediğim, ölümden korkar hale geleceğim. Yeterince güçlüyken, şimdi ayrılmak istiyorum bu hayattan. Ya bir işe girersem, evlenirsem, çocuk sahibi olursam? Yaşlandığımda yaşamak istediğim halde yaşayamayacak olursam? Ben hayatımın, hala yaşamak isterken bitmesini istemiyorum. - Ne istiyorsan yapabilirsin elbette. Ama sırf bir şeyi yapabiliyor olmak, onu yapman gerektiği anlamına gelmez. Senin yaptığın işte böyle bir şey. Kendine zarar veremiyorsun, bu yüzden de çevrendeki herkese zarar veriyorsun. • Sen bu cümleyi söylerken birkaç kişi öldü ve şimdi birkaç kişi daha. Ölmeye devam ediyorlar ve biz de bir gün bunun bir parçası olacağız, belki saniyeler sonra, belki dakikalar ama mutlaka bu yığına ekleneceğiz. Biliyorum bunun üstüne çok düşünüyorum, birçok insandan daha fazla ama kimse bunun hakkında konuşmak istemiyor. Kendimi yok etme isteğim ve bunu başarmaktaki yetersizliğim, sorunum bu benim.
2 notes · View notes