Tumgik
#Sağlık Emekçisi
doriangray1789 · 2 years
Text
“ 85 bin sağlık çalışanı istihdam etmek için ilgili başkanlığımıza talimatı verdim”
Sağlık sendikaları TTB : ÜLKEDE 600 BİN SAĞLIK EMEKÇİSİ İŞSİZ ATAMA BEKLİYOR
az önce twt da hemşire ataması yapılmadığı için tezgahtan olduğunu anlatan birini görünce gözümüzün içine baka baka …. Neyse
3 notes · View notes
seslimeram · 1 year
Text
Normali Kaldı Mı Memleketin...
Tumblr media
Bir karanlık tahayyülün ortasına demirlemiş, bugünü dününden beter, şimdisi yarınına hiç ışık tutamayacak kadar zifiri bir kötülüğün esiri olagelen yerde hayat mefhumu çürümeye devam ediyor. Her şeyin lafta kaldığı bir ülkenin hakikati bir yandayken bir de “bitimsiz” kötürüm halin, kötülük teşebbüsünün muteber / kimlik kılınmasının yarası çıkageliyor. Bir biçimde bütünüyle hayat mahvedilirken oluşturulmuş ikliminin bekası sağlama alınmaya çalışılırken her şey birbirine giriyor. Bir karanlık tahayyülün güncelliği yaşatılanların ol yekunu cürmün,cerahatin, cehennem özentiliğinin her türden suretiyle biçimlendiriliyor. Hayat mefhumu doğrudan müdahalelerle birlikte yaşanması imkansız bir deneyimin ta kendisine dönüştürülüyor. Sorgusuz, sualsiz biat kültürünün ekseninde, her şeyin ama her bir şeyin yağmalandığı bir düzlemde kırıntılarla hayatta kalınır iması ve beklentisiyle tüm müştereklerimiz bu obez / doymak bilmeyen iktidar tahayyülüne peşkeş çekiliyor arasız, hiç fasılasız. Bir cehennemi halin ortasına ülke terk ediliyor daha öncesinden görülen var edilen yaşatılanları aşan pratiklerle birlikte.
Aralıksız iki haftaya yakındır Maraş Pazarcık ve Elbistan eksenli iki büyük depremin ardı sıra yaşatılanlar bu bahsi tastamam özetliyor. Haddizatında büyük ülke, yeni yüzyıl, güçlü devlet vesaire anlamlar atfedilirken daha hiçbir şeyin var edilemediği, her şeyin karanlığa rehin olunduğu bir güncellik binlerce yurttaşın canına mal olur. Desteksiz değil, doğrudan bir afetin ardından ilk yirmi dört saatin heder, ikinci yirmi dört saatin göz ardı ederek açık bir biçimde talan edildiği yerde insan canının soğukta yok edilmesi söz konusu kılınır. Bir afet sonrasında denkliği, yeterliliği ile insanlarına umut olması, enkaz altından kaldırması gereken bir devletin gölgesinin değdiği yerlerde yıkım, hiç gitmediği zeminlerde ise avaz avaz imdat sesinin duyulmadığı bir katliam gerçek kılınır. Bütünüyle yaşam akdinin nasıl feshedildiği artık kesintisizdir. Kanıtları günbegün ana akım medyanın yayınlarında arada görülen / duyulan / bildirilmeye çalışılan seslenişlerin satır aralarındadır.
Bir katran karanlığına demirlemiş ülkenin gerçekliği kesintisiz kılınırken, sağlık emekçisi bir kadının canhıraş telaşede duyurmaya çalıştığı yıkımın halidir, perişanlıktır mesele az biraz. “Habertürk canlı yayınına girerek tepki gösteren sağlık çalışanının AKP'li hesaplarca 'HDP üyesi olduğu' iddia edilmişti. Anestezi Teknisyeni Büşra A.'nın 1998 Adıyaman doğumlu olduğu, adli sicil ve arşiv kaydı olmadığı, hiçbir siyasi partiye üyeliği bulunmadığı ortaya çıktı.” Cumhurbaşkanı gelsin de halimizi görsün demenin makama, şahsa hakaret olarak görüldüğü / bildirildiği zeminde olan bitenin nasıl bir fasit döngü, var edilmiş şeyin her nasıl bir fecaat olduğuna dair bir isyan dahi sorgusuz sualsiz kabul olunmaz. İlla bir maraz, bir kötülük aranır. Oysa soğuktan donan, kendiliğinden var edile gelen tüm hayatların hiçe sayıldığı, bir tane vekilin onca zaman gelmediği, yöneticinin gelmediği bir menzilde sahipsiz kılınan hayatlar için meramı anlamak zor muydu? Bu kolonların altında hepimizin, tüm Türkiye’nin, yönetenlerin kanı var, uyan artık Türkiye! Lafzının her neresidir rencide edici olan, olabilen. Deprem sonrası yaraları kurutmak bir yana onları kalıcı yaralara dönüştürmek, kanatmak çabasına düşülürken hangi karanlıktan çıkış söz konusu edilebilir ki?
Gazete Duvar’dan iliştirelim: “Halkların Demokratik Partisi (HDP), 7.7 büyüklüğündeki ilk depreminin merkez üssü olan Maraş'ın Pazarcık’taki Hasankoca Köyü’nde kurulan Kriz Koordinasyon Merkezi’ne 'kayyım' atama girişiminde bulunulduğunu açıkladı.
HDP'lilerin yardım toplamak ve dağıtmak amacıyla kullandığı Köy Evi'ne Kaymakam Mustafa Hamit Kıyıcı, jandarma ile birlikte müdahale etti. Aynı zamanda taziye evi olarak kullanılan binada yardım çalışmalarını organize eden bir kişi kaymakamın buraya "kayyım atadığını" bildirdiğini söyledi. Kaymakam Kıyıcı, "Devlette hiyerarşi olmazsa olmaz. Doğru ya da yanlışla ilgili bir şey demiyorum ama el koyma yetkimiz var" diye konuştu.
HDP’nin resmi Twitter hesabından yapılan açıklamada, "Pazarcık 10 gündür dayanışma ile ayakta duruyor. Dondurucu soğukta, zor koşullarda yardıma koşan insanlar kimi rahatsız eder? Elbette iktidarı! Pazarcık Hasankoca Köyü'nde kurulan Kriz Koordinasyon Merkezi'ne kayyım atanarak dayanışma malzemelerine el konulmak isteniyor!” dendi.
Kriz Koordinasyon Merkezi yetkilileri de yaptıkları açıklamada, “Bugün Pazarcık Kaymakamı geldi ve buraya kayyum atadığını söyledi. Yani 10 gündür hiçbir yerde olmayan kaymakam ve askerleri bugün buraya gelerek, dediler ki, siz artık dayanışma göstermeyeceksiniz. Bu ülkede en zor zamanda birbirine kavuşması yasak. Bu ülkede tek bir şey serbest; ölmek. Çok kolay ölebilirsiniz. Özgürsünüz. Devlet bu konuda sizi güvence veriyor. Ama yaşayamazsınız. Yaşamak kayyum konusudur. Bugün burada kayyum size ölümün fetvasını vermiştir. Öldüremediklerimizi depremde burada soğuktan, açlıktan öldüreceğiz, diyor” ifadelerini kullandı.
HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, yaşananlara ilişkin Diyarbakır'da açıklama yaptı.
Buldan, partisinin Pazarcık’taki yardım çalışmalarının engellenmesine tepki göstererek, “Yardımları engellemek haddinize değil, halkımız için seferber olmaya devam edeceğiz” dedi.
HDP’nin yardım kampanyasının durdurulmak istendiğine işaret eden Buldan, “Depremin başından beri özellikle ilk günlerde ortada olmayanlar, hiç bir şekilde halkımıza yardım götürmeyenler, şimdi yapılan çalışmaları yapılan yardımları engellemek ama aynı zamanda HDP’nin yardım kampanyasını durdurmak için girişim başlattılar. İktidara seslenmek istiyorum. Bu bir akıl tutulmasıdır, insanlar açlıktan, soğuktan, depremden, büyük bir felaket yaşarken bu yapılan yardımları engellemek hiç kimsenin haddine değildir, hiç kimsenin hakkı da yoktur. Biz ne pahasına olursa olsun bizlere ulaştırılan bütün yardımları, malzemeleri halkımıza ulaştırmak için büyük bir mücadele vereceğiz. Bu yapılan baskının engellemenin buraya kayyım atamanın hiç bir şekilde izahı yoktur. Bütün kamuoyuna buradan seslenmek istiyorum. Bundan sonra bu tür girişimlerin devam edeceği kaygısı taşıyoruz. Yapılan bütün yardımların engelleneceği kaygısını yaşıyoruz. İktidar ilk gün kamuoyuna verdiği algı ile yeni bir süreç başlatmak istiyor. Bunu da bizim yaptığımız çalışmalar üzerinden kendisine mal eden bir yerden HDP’nin, STK’nın, başka partilerin yaptığı yardımları engelleyerek sanki bu yardımları kendisi yapıyormuş gibi yapmasına asla izin vermeyeceğiz” diye konuştu.
‘İlk Gün Olmayan Asker, Şimdi Yardımları Engelliyor’
Buldan devamla şunları söyledi: “Aldığımız bilgiye göre şu an oraya kolluk gitmiş, askerler yerleşmiş. Depremin ilk iki günü kolluğun, hükümetin, askerin ortada yoktu. Şimdi bakıyoruz, yardım malzemelerini engellemek için askerlerin kolluğun mülki amirlerin oraya gittiğine tanık oluyoruz. Bu kabul edilebilir bir durum değildir. HDP olarak bütün illerden depremzedelere ulaştırılmaya çalışılan malzemelere her türlü engel başından beri çıkarıldı. Bugün son noktada artık o depoyu basarak ‘buraya biz yerleşeceğiz, bizim emrimizdeki insanlarla birlikte çalışırsanız çalışırsınız, yoksa sizi gözaltına alırız’ demelerini asla kabul etmiyoruz. Özellikle Siirt ve Batman’dan gelen içerisinde odun kömür ve yakacak olan TIR’ları engellemesi ve AFAD’ın bunlara el koymasını asla kabul etmiyoruz. Antep’e giden TIR’lar AFAD tarafından durdurulmuş ve biraz önce aldığımız bilgiye göre AFAD’ın aynı zihniyetle aynı amaçla bu yardımlara el koyduğunun haberini alıyoruz.
'Halkımızı Soğuğa, Açlığa Terk Etmeyeceğiz'
Şimdi bunları, bu algıyı değiştirmek için bu malzemelere el koyup sanki kendiniz bu malzemeleri toplamış gibi insanlara dağıtmak istiyorsunuz. Ama buna izin vermeyeceğiz HDP buna izin vermeyecek. Sizin bu algınızı, anlayışınızı yerle bir edeceğiz. Böyle bir anlayış nerede görülmüş. Yardıma muhtaç insanlara giden malzemelere el koymak hangi anlayışa ve vicdana sığar. AKP hükümeti ve ortağı ile birlikte ortada görünmeyen yok olan hiç bir şekilde yardım eli uzatmayan bu partilere sesleniyorum. Bari bırakın yardım eden partiler, STK’lar, gönüllüler bu insanların yanında olsun. Bu yaraları birlikte saralım. Ama siz buna müsaade etmiyorsunuz. Açık söylüyoruz, biz yardımlarımızı halkımıza ulaştıracağız, ne pahasına olursa olsun onları hiç bir şekilde soğuğa, açlığa terk etmeyeceğiz. Doğal afetlerde zarar görmesine izin vermeyeceğiz.”
Bir karanlığın ortasına demirliyor memleket. Tümüyle var edilmiş olan şeyin bir yıkımın en olmadık tezahürlerini bünyesinde barındıran, sürekli güncellenen bir mefhum olduğu bugün şu raddede daha da belirgin kılınıyor. Yolun, yordamın mahvedildiği, hayatın tüm anlam ve muhteviyatının yağmalandığı bir zeminde dahi düşmanlık Halkların Demokratik Partisine yönlendirilmekten eksik kalınmıyor. Yardımların gasp edilmesine teşne olabilecek kadar nasıl kötü olunabilir ki sahiden? Bütünüyle, doğrudan bir yaşam akdinin yıkıma terk edildiği yerde, o felaket sonrasında kurulmak istenen dayanışma köprülerine de dinamit koyarak, engelleyerek, gasp edip, hedef kılarak bir kere daha yara konuşulmasın istenir. İyi de bu hallerin yekununda Türkiye’nin karanlığı daha da belirgin olurken nereye kadar riya, daha nereye kadar eza, kötülük ve yıldırı!
Bile isteye bir kötülüğün nasıl yükseltildiği, kalıcılaştırıldığı zemin karşı karşıya bırakılan / terk edildiğimizdir bir kere daha. On dört koca gün geçtikten sonra, ekranlardan şatafatlı bolca atmalı tutmalı yardım görünümlü pastadan pay kapma / biz de partiliyiz çıkışlarının var edilebildiği, akp için bir kamuoyu yoklamasına dönüştürülen o katran karası geceyi de hesaba kattığımızda, kaç kere daha yıkım var edilebilir ki bu sathı mahalde? Her şeyin lafta kaldığı bir ülkenin hakikati bir yandayken bir de “bitimsiz” kötürüm halin, kötülük teşebbüsünün muteber kılınmasının yarası çıkageliyor hala ve hala. Dönüşümsüz, hemen hiç düzelmeyecek olanın sadece depremle değil, onun karşısında kağıttan kale kılınmış olan evlerden, buna müsaade gösterenlerden bugün yönetim katının imar aflarına çokça bahsi dahi açılmayan hamlelerle hep tekrar olunan bir gerçekliktir mesele. Yıkım halinin ortasında evlerinde kalakalan canları için teşebbüs edenlere, o yok, bu yok diyerek burun kıvıranların var ettikleri iki utancı da şuraya ekleyelim: “Hatay’da kaybettiğimiz kuzenlerimize önce saatlerce kimse gitmedi. Sonra afad geldi kepçe yoktu afad gitti. Sonra kepçe geldi afad yok diye müdahale edemediler. Böyle köşe kapmaca oynandı. Anne baba ve çocuk, kaybettik. Geride 25 yaşında gencecik kızları kaldı tek başına.” “Sanki eve tesisatçı gelmiş de tornavida ister gibi biz buraya giremeyiz kepçe lazım diyorlar. Sokak sokak arayıp kepçe bulup getiriyoruz bu sefer ekip yok diyorlar. O yok bu yok neye geldiniz ağam o zaman ben nerden bulucam sana iş makinasını” Bir cehennemi tahayyüle terk ediliyor ülke bir kere daha. Değil on dört gün, değil bir ay, kaç sınama, kaç zaman sonra bu hallerin farkına varılacaktır? Böyle bir toplamla, bu kadar afaki bir nefret, o kadar yalın bir ötekileştirme, acının bile süreyle karşılandığı, beklendiği, sonrasında da tastamam unutturulmasına çalışılan bir zeminde neyin normaline dönülecektir, Normali hiç kalmış mıdır, şu sahnenin! Soruyor musunuz...
Misak TUNÇBOYACI – İstan’2023
Görsel: EPA / EFE – Shutterstock via BBC News
1 note · View note
isvicreninsesi · 1 year
Text
İsviçre’nin Vaud kantonunda kamu emekçileri grev yaptı
Tumblr media
VAUD- İsviçre'de binlerce kamu emekçisi, ücret artışının enflasyona endekslenmesi talebiyle bir süredir devam ettirdikleri mücadeleyi salı günü greve çıkarak yükselttiler. İsviçre’nin Vaud kantonundan yaklaşık 4 bin kamu emekçisi, salı günü Lozan’da bir gösteri düzenleyerek maaşlarının enflasyona endekslenmesini talep etti. Sendikalar hükümetle müzakerelerin hızla başlatılmasını talep ediyor. Vaud Kantonu Büyük Konsey Salonu’nun önünde toplanan emekçiler, “Bizi kandıramazsınız”, “Kamu hizmetleri için daha fazla para” ve “Çözüm, endeksleme” sloganları atarak kantonun Maliye Bakanlığına yürüdüler. Kanton yetkililerinin bulunduğu binaya doğru yuhalama ve ıslık sesleri yükseldi. Aralarında çeşitli sol partilerin temsilcilerinin yanı sıra sendikacıların da bulunduğu çok sayıda konuşmacı söz aldı. Bu, son bir buçuk ay içinde gerçekleşen üçüncü grev eylemiydi. Vaud Eğitim ve Mesleki Eğitim Dairesinin (DEF) verilerine göre, geçen hafta yaklaşık 2 bin 100 öğretmen greve katıldı. Emekçilerin maaş artışı mücadelesi çeşitli şekillerde gerçekleşti: Talepler lehine bir kararın oylanması, 15 dakikalık bir yürüyüş, kısmi ya da tam grev veya yürüyüşe katılım. Kamu Emekçileri Dernekleri Federasyonundan (FSF Vaud) David Jeanquartier’e göre, özellikle okullarda, greve katılım çok yüksek oldu. Öte yandan DEF, zorunlu grevler sonrasında, grevlerin 23 Ocak’taki greve kıyasla “Önemli ölçüde daha uzun sürdüğünü” belirtti. KANTON HASTANESİ (CHUV) ÖNÜNDE MİTİNG CHUV’da çalışan 250 sağlık emekçisi Lozan’daki ana hastane binası önünde toplanarak ücretlerin enflasyona endekslenmesini talep ettiler. “Alkış iyidir, endeksleme daha iyidir” pankartı altında düzenlenen eylem, konuşmalar, sloganlar ve yuhalamalarla yaklaşık 45 dakika sürdü. Sud sendikası tarafından yapılan açıklamada, “İşçiler bakımın niteliği, niceliği ve güvenliğini, makul ücretleri ve insancıl çalışma koşullarını garanti altına almak amacıyla tüm meslekler için kaynakların ve personel seviyelerinin tam endekslenmesini talep ettiler” denildi. Vaud kantonundaki kamu emekçileri hareketinin arkasındaki üç sendika, Sendikalar Birliği (SSP Vaud), sendika federasyonu SUD ve FSF Vaud, “Kanton Konseyi küçümsemeyi bırakmalı, yeni önerilerde bulunmalı ve müzakere etmelidir” açıklaması yaptılar. Üç sendika, Vaud Kanton Konseyi tarafından 8 Aralık’ta kamu hizmeti ve kamu dışı sektör için açıklanan 1 Ocak 2023 itibariyle yüzde 1,4’lük maaş endeksleme oranının enflasyon karşısında yetersiz olduğunu vurguladılar. Sendikalar, Ekim 2021 ile Ekim 2022 arasında İsviçre tüketici fiyat endeksindeki artışa (yüzde 3) karşılık gelen bir endeksleme yapılmasını talep ediyor. Vaud kantonu tarafından ocak 2023’te 1 ila 10. derecelerdeki çalışanlara verilen maaşın yüzde 0.8’i oranındaki tek seferlik ikramiye de tatmin edici bulunmuyor. Eğer Kanton Konseyi herhangi bir adım atmazsa 9 Şubat’ta yeniden grev yapılacak. KANTON KONSEYİ GERİ ADIM ATMIYOR Sendikaların cuma günü "müzakerelerin hızlı bir şekilde başlatılması” talebine yanıt olarak Vaud Kanton Konseyi pazartesi akşamı yaptığı açıklamada, ücret endekslemesi, yüksek yaşam maliyetleriyle mücadele ve sosyal programların iyileştirilmesi için 182 milyon franklık genel mekanizmadan geri adım atma niyetinde olmadığını söyledi. Kanton, “Yıl boyunca olağan göstergeler temelinde durumu yeniden inceleyeceğini” de sözlerine ekledi. Hükümet ayrıca “Vaud kantonu çalışanları için diğer bazı önemli konularda, özellikle de tacizle mücadele, eşit ücret, gece çalışması, ihbarcıların korunması ve psikososyal risklerin önlenmesi” konularında tartışma ve müzakereler başlatmak istiyor. İlk görüş alışverişi için 23 Şubat’ta bir toplantı yapılacağını duyurdu.   Kaynak: Metin Alan / Lozan / Evrensel Gazetesi Read the full article
0 notes
indirgit · 2 years
Text
İYİ Parti'li Şanlan: Sağlıkçılara 'hakkınız ödenmez' dediniz ve gerçekten de haklarını ödemediniz - Politika
İYİ Parti’li Şanlan: Sağlıkçılara ‘hakkınız ödenmez’ dediniz ve gerçekten de haklarını ödemediniz – Politika
13 Eylül 2022 – 11:05 – Güncelleme: 13 Eylül 2022 – 11:12 İYİ Parti Sinop İl Başkanı Yılmaz Şanlan’ın açıklamaları şu şekilde: “Son zamanlarda pandemi kahramanı cefakâr sağlık emekçilerimizin banka promosyonu ihalesine dair bir takım sorunları olduğunu, gerek sosyal medyadan gerekse çevremdeki sağlık emekçisi kardeşlerimden duyuyorum. Bize anlatılanlardan burnumuza pis kokular gelmektedir. Başta…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
haberinzamani · 2 years
Text
Diyarbakır'da 10'u çocuk 20 emekçi, tarım ilacından zehirlendi
Diyarbakır’da 10’u çocuk 20 emekçi, tarım ilacından zehirlendi
Sur ilçesi Bağıvar Mahallesi’nde oturan 10’u çocuk 20 tarım çalışanı, akşam ilaçlama yapıldığı kırsal Kartaltepe Mahallesi’ndeki pamuk tarlasına bu sabah saatlerinde çapaya gitti. Tarım personelleri, bir mühlet sonra mide bulantısı şikayetinde bulundu. Etraftakilerin durumu bildirmesi üzerine bölgeye çok sayıda sağlık takımı sevk edildi. 20 tarım emekçisi, sağlık takımlarınca yapılan birinci…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
malummedya · 2 years
Text
Hastane var doktor yok: İstifalar arttı; 9 bölüm kapandı
Hastane var doktor yok: İstifalar arttı; 9 bölüm kapandı
Sağlık sektöründe yaşanan kriz her geçen gün derinleşirken, sağlık emekçilerinin sorunları da artıyor. Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nın (SES) 2 bin 63 sağlık emekçisi ile çevrimiçi yaptığı anket verilerine göre, sağlık ve sosyal hizmet emekçilerinin yüzde 86.86’sı imkanı olsa başka bir meslek yapmak istiyor. Emekçilerin yüzde 33,49’u yurtdışına gitme konusunda kararsızken, yüzde…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
yurekbali · 2 years
Text
Tumblr media
Doktoru, hemşiresi, memuru bütün sağlık emekçilerinin daha iyi koşullarda çalışması ve insan onuruna yaraşır haklarını alması umuduyla... * * * “Saraylar saltanatlar çöker, kan susar bir gün, menekşeler de açılır üstümüzde leylaklar da güler, bugünlerden geriye bir yarına gidenler kalır bir de yarınlar adına direnenler! ... Bitmedi, daha sürüyor o kavga ve sürecek, yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek.” - Adnan Yücel, Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek
30 notes · View notes
polemik · 2 years
Note
Sağlık personellerinin grevi hakkında ne düşünüyorsun? Evet sağlık bu,çalışmaları gerekiyor ama onlar ne şartlar altında çalışıyor kimler bunu gerçekten gördü. Grev yapmakta haklı olduklarını düşünüyorum ayrıca gerçekten acil olan hastaya bakmamazlık edeceklerini de düşünmüyorum çünkü hem vicdana sığmaz (bence) hem de mesleklerinin özünde hayat kurtarmak ve iyileştirmek var. Bütün iş kollarının gözünü açacağı günleri sabırsızlık ile bekliyorum. Umarım bizi mesleklerimizden soğutup umudumuzu söndürmezler.
Söylediklerine tamamen katılmakla birlikte bir kaç hatırlatmada bulunmak istiyorum:
Meslekçilik doğası gereği diğer iş kollarına yabancılaştırır. İdeolojik olarak üretimin toplumsal niteliğini gözden kaçırmamıza neden olur. Bunu hatırlatmak istedim.
İkincisi ise sağlıkçıların da patron tarafı ve işçisi tarafı var, her meslekte olduğu/olabileceği gibi. Avukatın da patron tarafı, işçi tarafı var. Gibi gibi. Bu meselede işçi sınıfının bir parçası olduğumuzu unutmamak gerekiyor.
Marx ne diyordu? Burjuvazi kutsal sayılan tüm mesleklerin halelerini başından indirmiş, hekimi, hukukçuyu, din adamını, şairi kendi ücretli işçisi haline getirmiştir.
Ve greve dair partimizin açıklaması aşağıdadır:
Tumblr media
Bankalara borcu olmayan sağlık emekçisi var mı? Bu borcu döndürerek ancak gıda, elektrik, doğalgaz, kira, çocuklarımızın eğitim masrafları gibi temel ihtiyaçlarımızı karşılayabiliyoruz. Aldığımız ücretler temel ihtiyaçlarımızı bile karşılamaya yetmezken, bizlerden beklenen ise hep fedakârlık; sürekli eksik personel ile çalışma, fazla mesailer, nöbetler, kullandırılmayan izinler. Piyasacı anlayışın kışkırttığı sürekli şişen iş yükü. Üstelik can güvenliğimiz bile olmadan, şiddetin ne zaman, nerede karşımıza çıkacağını bilmeden, “kelle koltukta” çalışırken… “Fedakârlığımız” yetmedi mi; diğer yanda da hastane yöneticilerinin, yandaş sendikaların zorlaması, tehditleri, baskıları… Bu düzenin ne bize ne hastalarımıza verebileceği hiçbir şey yok. Kazanabileceğimiz ise yepyeni bir dünya var. 8 Şubat’ta iş b��rakıyoruz! TKP’li Sağlık Emekçileri
9 notes · View notes
Text
"Geçtiğimiz hafta bir boşanma davasında çocuğun velayeti, annenin mesleği yüzünden babaya verildi. Haberi kaçıranlar için anlaşılmaz gelebilir biraz açayım; hemşire olarak görev yapan annenin, çocuğuna Covid-19 bulaştırma riski gerekçe gösterildi ve çocuğun annesinden ayrılmasına karar verildi. İnsanın “bu kadarı da olmaz” diyesi geliyor ama oldu!
Annenin itirazı ve oluşan kamuoyu sayesinde neyse ki karar iptal edildi. İptal edildi edilmesine de, sormak gerekiyor: Nasıl olur da mahkeme bu kadar akıl dışı bir karar verebilir? Sağlık emekçisi annenin avukatı, müvekkilinin Covid-19 açısından çok da riskli bir alanda çalışmadığını belirtmek zorunda bile kalıyor, ne yazık… Anne en riskli alanda çalışsa ne çıkar!
Sağlık çalışanlarının durumlarını az çok biliyoruz. Hastalanıyorlar, arkadaşlarını kaybediyorlar, sevdiklerine hastalık taşıma endişesini de yüklenip her geçen gün daha da ağırlaşan koşullarda hizmet veriyorlar ve bu yolda ölüyorlar. Sağlık çalışanlarını korumakla yükümlü yöneticiler ise işini gücünü bırakmış çalışanları “sosyal mesafe kurallarına uymuyorsunuz, birbirinize Covid bulaştırıyorsunuz” diye suçlamakla meşgul. Yetmiyor, devletin mahkemesinde meslekleri, bir suç gibi karşılarına çıkıyor.
Meselenin bir başka boyutu da, mağdur edilenin bir kadın sağlık emekçisi oluşu. Türkiye’de sağlık işgücünün çoğunluğunu kadınlar oluşturuyor. Hekimlerin, hemşirelerin ve diğer yardımcı sağlık personelinin önemli bir kısmı kadın. Sağlık merkezlerinin yemekhaneleri, çamaşırhaneleri ve temizlik işlerinde de kadınlar çoğunlukta. Çoğunluk da olsalar, geri kalan sektörlerde olduğu gibi sağlık alanında da kadınlar için eşitlikten söz etmek mümkün değil. Temizlik işçisinden hekimine, sadece kadın olmaları daha fazla ezilmelerine yetiyor.
İşe alınırken, ücretlendirilirken, iş tanımı yapılırken, kariyer mevzu bahis olduğunda kadınlar için hep “ama”lar var. Çünkü zihinlerde kadınların öncelikli başka işleri var, yoksa da var! Ev, koca, çocuk, eninde sonunda kadının işinin önünde engel oluşturacaktır! Mahkemenin verdiği karara bu gözle tekrar bakalım. Alt yazısı: “Bir kadın olarak temel sorumluluğun, çocuğuna bakım vermek olmalı”. Kadını işiyle anneliği arasında bir seçim yapmaya zorluyor ve “Mesleğin, çocuğunun bakımında en ufak bir aksamaya neden oluyorsa ya işini bırakacaksın ya da çocuğundan vazgeçeceksin” diyor.
Eğer sağlık çalışanı baba olsaydı böyle bir kararın çıkmayacağından hatta akıllara bile gelmeyeceğinden neredeyse eminiz değil mi? Çünkü bir babanın çocuğun temel bakımı ile işi olmaz, mesleği ne kadar riskli olursa olsun çocuğuna bakacak olan bir “kadın" mutlaka vardır. Hiç kimse çocuk bakımı için bir erkeğin işini bırakması gerektiğini düşünmez. Gerçekte olan da budur, algılarda yaşatılan da…
Vakalar, ölümler, aşı tartışmaları içinde kaybolup gidiyor bu tip olaylar. Çocuklarıyla yalnız yaşayan bir başka sağlık emekçisi annenin, iki çocuğunu yitirişinin üzerinden henüz birkaç ay geçti. Bırakacak yeri yoktu ve çocuklar emanet edildikleri komşu evinde yanarak can verdiler. O çocukların yeri mezar değil, kreş olmalıydı… Her çocuk için kreş hakkını geçtik, bu zorlu günlerde ön saflarda mücadele veren sağlık emekçilerinin çocuklarına bir çare bulunmalı diye geçiriyoruz içimizden, bunu bile yapmıyorlar. Yapmadıkları gibi çocuklarını ellerinden almak için bu durumu fırsat biliyorlar.
Başka bir haber: Salgından haberdar olmayan ve dört çocuğuyla aç olduğunu söyleyen vatandaşa çözüm olarak televizyon aldığını duyurmuş AKP’li bir belediye başkanı! Buradaki temel sorunun haber alamamak, çözümün de televizyon olmadığını çocuklarımız bile kavrar hale geldi.
Belli ki pandemi süresince örnekler çoğalacak, zaten var olan eşitsizlik derinleşecek. Ve onlar hiç gocunmadan üstümüze basıp top çevirmeye devam edecekler. Yerimizde bile sayamayız artık, ya çıkacağız bu bataklıktan ya da daha fazla gömüleceğiz…"
15 notes · View notes
metruksehir-blog · 7 years
Text
OHAL’de hekim bilançosu: 3 bin 315 hekim ihraç edildi / Foksmedya, son dakika, haberler
TTB, OHAL’in sağlık çalışanları için bilançosunu açıkladı. OHAL sürecinde TTB ve tabip odası yöneticisi ile üyelerinin de Kaynak : OHAL’de hekim bilançosu: 3 bin 315 hekim ihraç edildi
2 notes · View notes
halkinsesitv · 5 years
Text
Yüksel Direnişi 860. Günü Öğlen Açıklaması
Bugün Yüksel Direnişinin 860. Günü. Bugün yapılan öğlen açıklamasında, İhraç kamu emekçileriden sağlık emekçisi Mahmut Konuk ve Öğretmen Mehmet Dersulu Gözaltına alındı.
Yüksel Direnişçileri Yalnız Değildir!
Yaşasın Yüksel Direnişimiz!
Direne Direne Kazanacağız!
youtube
Halkın Sesi TV https://ift.tt/2YeFfEe
4 notes · View notes
neredeuyuruz · 5 years
Text
NAZIM ÜZERİNE,
Bu metinde, toplumcu gerçekçi şiirin en önemli temsilcilerinden Nazım Hikmet’in, seçme şiirlerden oluşan Henüz Vakit Varken Gülüm adlı eserini inceleyerek; topluma bir rol model olmak gayretindeki şairin, söylemlerinde hangi imaj, kavram ve çatışmalardan yararlandığını analiz edeceğim.
           Nazım, şiirlerinde sık sık ikili karşıtlıklara yer vermiş. En çok vurgulananlar ise aydınlık ve karanlığın, özgürlük ve tutsaklığın, yaşam ve ölümün çatışmasıdır. Daima güzel günler vadeden ve ümidi yitirmemeyi öğütleyen şair, “güneş” ile “güzel bir gelecek” arasında anlamsal bir bağ oluşturmuş. Güneşi İçenlerin Türküsü’nde:
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
           güneşin zaptı yakın!
dizeleri tekrarlanarak “güzel günlerin gelişi” müjdelenmiştir. Burada, mesajını güneşin doğuşu yerine “güneşin zaptı” üzerine inşa etmesi bilinçli bir tercihtir. Şiirde bir mücadele tasvir edilmiş, savaş çağrısında bulunulmuştur. Bu, güzel günlerin bizatihi gelmeyeceğine ancak mücadele, çaba ve fedakarlık ile “zapt edileceğine” bir göndermedir.
Bu bir örgü:-
           alev bir saç örgüsü!
                       kıvranıyor;
kanlı, kızıl bir meş’ale gibi yanıyor
                                   esmer alınlarında
                       bakır ayakları çıplak kahramanların!
Bu dizelerde ise saç örgüsü bir köylü kızı çağrışımı yaparken “çıplak bakır ayaklar” tarla işçilerine ve “esmer alın” da Anadolu insanının ten rengine göndermedir. Güneşi zapt edecek, güzel günler müjdeleyecek olanlar; köylüler, işçiler, emekçilerdir.
Nazım, Kuvâyi Milliye destanına ise:
Onlar ki toprakta karınca,
                                   suda balık,
                                              havada kuş kadar
                                                          çokturlar;
korkak,
           cesur,
                       cahil,
                                   hakim
                                              ve çocukturlar
diyerek başlar. Destan, yalnız onların maceralarını içermektedir. Bir destanın kahramanları için korkak, cahil gibi olumsuz anlamlar ihtiva eden sıfatlar kullanılması şiirde gerçekçi bir anlatım tercih edildiğini gösterir. Romantik şairlerin keskin iyi ve kötü ayrımına Nazım’da rastlanmaz. O, insanı olanca insaniyetiyle ele alır. Herkesin iyi ve kötü yanları, doğruları ve hataları, kabiliyetleri ve zaafları vardır. İşte Kuvayı Milliye Destanı’nın kahramanları da kusurları bulunan bu insanlardır, onlar ‘halktır’. Yaratan ve kahreden halktır. Ancak “bir şafak vakti karanlığın kenarından, onlar ağır ellerini toprağa basıp doğruldukları zaman” işleyiş değişecektir. Zulmü bitirmek, yaşamı güzelleştirmek, şehirlerin bahtını değiştirmek halkın elindedir. “Asırda onlar yendi, onlar yenildi.” dizesi ile tarihe yeni bir bakış açısı getirmiştir. Tarih halkların zaferleri ve yenilgilerinden ibarettir. Şiirini sonlandırdığı:
ve onlar için:
           zincirlerinden başka kaybeden şeyleri yoktur,
                                                                      denildi.
dizeleri ise Karl Marx’ın “Proletaryanın, zincirlerinden başka kaybedecek bir şeyi yoktur. Ama kazanacakları bir dünya vardır. Bütün ülkelerin işçileri, birleşin!” sözüne bir göndermedir. Bu sayede işçi sınıfına üstü kapalı bir “birleşme” çağrısında bulunmuştur. Üstelik “demir, kömür ve şeker” sözcükleri ile Cumhuriyet’ten sonra kurulan fabrikalara atıfta bulunmuş, sanayi kollarından söz etmiştir. Mayakovski’nin fütürizminden etkilenen Nazım Hikmet makineleşme ve sanayileşmeyi ekonomik kalkınma ve ilerleme için olmazsa olmaz addediyordu.
           Kuvâyi Milliye şiirinin devamında Nazım, kağnılarla cepheye mühimmat taşıyan Anadolu kadınını kaleme alır bir Milli Mücadele kahramanı olarak. Üstelik harman yerindeki kadın tasviri ve karasabana koşulması, köylü kadınının üretimle olan ilişkisini de vurgulamış olur. Böylece, üretime katkı ile bireyin toplumsal değeri arasında sıkı bir bağlantı olduğuna inanan Marksist düşünce köylü Anadolu kadınını değerli bir birey olarak tanımış olur.
           Vatanına ve halkına gönülden bağlı Nazım, Memleketimden adlı şiirine “Memleketimi seviyorum:” diye başlar. Memleket tasvirinde kurşun kubbeleri ve fabrika bacalarını yan yana kullanarak aslında bir karşıtlık yaratmıştır. Marksist düşünüş, dini bir yanılsama olarak ele aldığından camilere gönderme yapan kurşun kubbeler şair için uykuda olma halini, kendini kandırmayı temsil eder. Dine olan mesafesini Otobiyografi’sinde “çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21’imden beri / camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye” dizeleriyle de açıkça ifade etmiştir. Oysa fabrika bacaları gelişmişliğin simgesidir. Memleketinin sınırlarından bahsederken Toroslardan geçmeyi “pamuk işleyenleri görmek” maksadına dayandırarak yine işçi sınıfına vurgu yapmıştır. Şiirlerinin hemen hiçbirinde aydınlardan, bürokratlardan, üst kademe insanlardan bahsetmez. Onun nezdinde halk; işçidir, emekçidir. Bir başarı öyküsü yazılacaksa ya da bir dönem kaleme alınacaksa da buna ancak üreten, yaratan ve değiştirme gücüne sahip olan halk konu olabilir. Memleketin tasvirinde deve, tren, Ford arabaları ve hasta eşekleri bir arada kullanması yine bir tezat oluşturmuştur. Taşımada ya da ulaşımda deve ve hasta eşekler kullanılması ilkel bir yöntemdir, aynı zamanda fakirliğe işaret etmektedir. Trenler ve Ford arabaları ise modern, gelişmiş bir taşıma, ulaşım yöntemi olmakla beraber ancak zenginlere mahsustur. Bu sayede, aynı anda iki ayrı tezatlık kurulmuştur.
ve sonra: ileri, güzel, iyi
                                   her şeyi
                       hayran bir çocuk sevinciyle kabule hazır
çalışkan, namuslu, yiğit insanlarım
                                   yarı aç, yarı tok
                                                          yarı esir…
dizelerinde Türk köylüsünü, Anadolu halkını güzellemekle birlikte yoksulluklarına da dikkat çekmiştir. Bahsedilen esaret bir harp esaretinden ziyade köylünün, işçi sınıfının emeklerini sömüren sisteme göndermedir.
           Türk Köylüsü şiirinde Marksist ideolojinin etkilerini ulusalcı bir kimlikte görmek mümkündür. Hoca Nasreddin, Bayburtlu Zihni, Ferhad, Kerem ve Keloğlan gibi kültürel değerlere göndermelerle milli bir benlik oluşturulmuştur. Nazım, feleğin oyun ettiği, mazlum bir halk tasviri yapar ilk etapta. Ancak;
Fakat bir kerre bir derd anlayan düşmesin önlerine
ve bir kerre vakterişip:
           “ – Gayrık, yeter!..”
                                   demesinler.
dizeleri ile birlikte dağları yırtıp ayıran, kayaları yarıp yol açan durdurulamaz bir halk tasviri gelir. Bu klasik Marksist söylemin, proletaryadan beklentisi ile paralellik gösterir. İşçi sınıfı uysaldır ve bugüne dek ezile gelmiştir. Ancak içinde büyük bir potansiyel barındırmaktadır ve sahip olduğu potansiyeli keşfedip buna bir “Dur!” dediği gibi karşısında kimse duramayacaktır. Türk köylüsü, işçisi, emekçisi de içinde aynı gücü barındırır.
           Dünyanın En Tuhaf Mahluku bir çeşit serzeniş, sitem olarak yorumlanabilir. Hiçbir direniş göstermeyen, sorgulamayan, korkan, kendi içine kapanan ve sessizliğiyle sömürüye çanak tutan herkese seslenir Nazım Hikmet.
Bir değil,
           beş değil,
                       yüz milyonlarlasın maalesef.
diyerek de durumun vahametini ortaya koyar. Derya içre olup deryayı bilmeyen balık benzetmesi ile kendi yaşadığı durumun sebeplerinden bihaber olmasını eleştirir.
Ve bu dünyada zulüm,
                                   senin sayende.
Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer
ve hala şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak
                       kabahat senin
Nazım, bu dizelerde sömürüden bizzat sömürüleni sorumlu tutmuştur. Bu durumun sömürülen sesini çıkarmadığı, gidişata bir “Dur!” demediği, hakkını savunmadığı ve hakkı olanı almadığı için devam ettiğini vurgulamıştır. Yapan kadar yapılana müsaade edenin de suçlu olduğunu söyler. Şair, kırgınlığını dile getirmekle beraber üstü kapalı bir “eyleme geçme çağrısında” da bulunmuştur.
           Yaşamaya Dair ölüm ve yaşam çatışmasının en yoğun işlendiği şiirdir.
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel, en gerçek şeyin
                       yaşamak olduğunu bildiğin halde.
Yaşamaya Dair’den alıntılanan bu dizelerde “toplum için birey” prensibi hakimdir. Yaşamı yücelten ve değerini vurgulayan şair, hiç görmediğin insanlar için hayatını feda etmeyi öğütlemekle aslında toplumun sağlık ve refahına verdiği önemi gösterir. Bu bakış açısına göre; toplumsal iyilik, her türlü bireysel değerden önce gelir ve birey toplum içindir.
           Memleketimden İnsan Manzaraları, Haydarpaşa Garı’nda alelade bir günde herhangi bir anı tasvir eder. Merdivenlerde oturan Galip Usta 16 yaşında kendisine “Babam neden kapattı dükkanını? Ve fabrika benzemiyor babamın dükkanına.” diye sorar. Fabrikalaşma, limitli üretim yapabilen atölyelerin bir bir kapanmasına sebep olmuştur. Sonrasında Galip Usta’nın “Gündeliğim artar mı?” diye düşündüğünü ve sürekli işsiz kalma kaygısıyla yaşadığını görürüz. Yıllarca çalışan, şimdi 52 yaşındaki bu emekçinin aklındaki son soru ise ölürken üzerinde bir yorgan olup olmayacağıdır. Durumu böylesine dramatize etmekle uzun vadede, mevcut sistemin insanı ne kadar yıprattığını ve tüm iş gücünü sömürüp kanını emdikten sonra bir kenarda ölüme terk ettiğini göstermede etkili bir anlatım yakalamış olur. Şiirin son dizelerinde ise açlığından başka bir şey hatırlamayan, ayakkabısı ve gömleği olmayan, 5 yaşındaki Kemal’den bahseder şair. Memlekette durum budur; yaşlı, çocuk demeden yarın karnı doyacak mı, sırtında bir battaniye olacak mı bilmeden yoksulluk içinde yaşamaktadır insanlar.
3 notes · View notes
ucsayfahaberleri · 2 years
Text
Berberde tıraş olurken silahla hücuma uğradılar: 1 meyyit, 1 ağır yaralı
Berberde tıraş olurken silahla hücuma uğradılar: 1 meyyit, 1 ağır yaralı
Gaziantep’te fabrika emekçisi 2 arkadaşa, tıraş olmak için girdikleri berber dükkanında, motosikletle gelen kimliği meçhul bireylerce ateş açıldı. Silahlı akında Yasin Demir ve Muhammet Can, ağır yaralandı. 1 MEYYİT, 1 AĞIR YARALI İhbar üzerine olay yerine polis ve sağlık grupları sevk edildi. Birinci müdahalenin akabinde yaralılar, ambulansla Abdulkadir Yüksel Devlet Hastanesi’ne kaldırıldı.…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
isvicreninsesi · 1 year
Text
İsviçre’de hemşireler daha iyi çalışma koşulları için sokakta
Tumblr media
BERN- Her ay 300 hemşirenin meslekten ayrıldığı İsviçre’de sokağa çıkan hemşireler, daha yüksek ücret ve daha iyi çalışma koşulları talep ettiler. İsviçre’nin Bern kentinde hemşireler çalışma koşullarına dikkat çekmek için gösteri düzenledi. Bern’deki Federal Saray önünde (Bundesplatz), başta hemşireler olmak üzere 700’den fazla sağlık emekçisi sembolik bir eylem için bir araya geldi. İş kıyafetleri ve ses çıkarmak için mesleklerine özgü araç gereçlerle alana gelen sağlık emekçileri, “Alarm zillerini çalıyoruz” sloganları attı. İsviçre’de her ay 300 bakım hemşiresinin işten ayrıldığı belirtiliyor. Gösteri yapan hemşireler de bakım emekçilerini sembolize eden 300 balonu gökyüzüne bıraktı. Hemşireler en önde, “Alkışlar dündü, bugün daha fazla zamana ve paraya ihtiyacımız var” yazılı pankart taşıdı. Ayrıca üzerinde “255 saat fazla mesaim var”, “Sağlık meta değildir” yazılı dövizlerle de renkli görüntüler oluşturdular. BEŞ ACİL TALEP İsviçre Hemşireler Derneği (ASI), Unia sendikası, Kamu Hizmetleri Sendikası (SSP) ve Syna sendikası tarafından yapılan ortak basın açıklamasında, hemşirelik mesleğinin iyileştirilmesiyle ilgili Kasım 2021’de yapılan referandumdaki taleplerin kabul edilmesinden bir yıl sonra, durumun değişmediği ve her ay 300’den fazla hemşirenin mesleği bıraktığı vurgulandı. Açıklamada, politikacılardan ve patronlardan beş acil önlem talep edildi: Ücret artışı, daha yüksek çalışma süresi ödenekleri, ek bir haftalık tatil, fiili çalışma süresi için ödeme ve çocuk bakımı için ödenek. İsviçre Hemşireler Birliği (ASI) adına konuşma yapan Ignatius Ounde, “Hemşirelik referandumunun halkın büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmesi bize umut verdi. Ancak uygulama çok yavaş. Kantonlar ve işverenler, çalışma koşullarını iyileştirmek için acilen harekete geçebilirler ve geçmelidirler. Mesleğimiz harika, ancak bunu sağlıklı ve yetkin bir şekilde yapabilmek için daha iyi çalışma koşullarına ihtiyacımız var” dedi. PERSONEL AZ, SERVİSLER KAPATILIYOR Gösteride konuşma yapan sağlık ve sosyal hizmet emekçisi Paula Will de, “Politikacıların sorunları uzun süre görmezden gelmesi ve uzun vadeli kemer sıkma önlemleri, hastalarımızın artık acı çektiği ve ciddi vakalarda öldüğü anlamına geliyor” dedi. İsviçre Hemşireler Derneği tarafından çeşitli sağlık kuruluşlarından 150 yöneticiyle yapılan bir anketin sonucuna dikkat çeken Will, “Sağlık alanındaki durum giderek daha istikrarsız bir hal alıyor. Birçok servis ve evde personel sayısı yetersiz ve birçok hasta bakım kurumu yataklarını ve hatta bölümlerini kapatmak zorunda kaldı. Personelin aşırı yüklenmesi iş hatalarına yol açmakta, bakım kalitesi düşmekte ve hatta bazı yerlerde hasta bakımının yetersiz kalması riski ortaya çıkmakta” diye ekledi. Halkın büyük çoğunluğu tarafından onaylanan hemşirelerin referandum taleplerinin hayata geçirilmesinde ilk adım olan Federal Konsey taslağı, Federal Meclisin kış oturumunun ilk günü olan 28 Kasım Pazartesi günü görüşülecek. Taslak, özellikle bakım sektöründeki eğitim ve konfederasyon ile kantonların mali taahhütleri ile ilgili. Read the full article
0 notes
mevcutbilgi · 2 years
Text
"Sevda'ya yapılan haksızlığı, saygısızlığı unutmayacağız"
“Sevda’ya yapılan haksızlığı, saygısızlığı unutmayacağız”
Sağlık emekçisi Sevda Aydın Büyük geçtiğimiz gün aramızdan ayrıldı ve dün Ankara Karşıyaka Mezarlığı'nda düzenlenen törenle uğurlandı.   Büyük'ün kaybının ardından 17 yıldır görev yaptığı Göztepe Şehir Hastanesi yönetimi hastane önünde bir anma töreni düzenleme kararı aldı. Bu karar Türkiye Komünist Partisi tarafından da duyuruldu ve anma törenine Parti tarafından çağrı yapıldı. Ancak TKP'nin…
Tumblr media
View On WordPress
0 notes
polemik · 2 years
Text
Küba ile dayanışma zamanı!
Tumblr media
Küba, Birleşmiş Milletler’in insanlık suçu olarak mahkûm ettiği bir ablukaya 60 yılı aşkındır maruz kalmasına rağmen ayakta kalmaya, mücadele etmeye devam ediyor. Geçmişte fiili işgal girişimi, bombalı saldırılar ve kimyasal saldırı gibi yöntemlerin de kullanıldığı biliniyor. Bugün ABD ablukası Küba halkının sosyalizm sayesinde elde ettiği bağımsızlığını, egemenliğini ve diğer kazanımlarını hedef almaya devam ediyor. ABD emperyalizmi Küba halkını yoksulluğa ve açlığa mahkûm ederek bağımsızlıklarından ve büyük bir mücadele sonucunda elde ettikleri kazanımlardan, sosyalizmden vazgeçmeye zorluyor.
Küba halkı bu saldırılara boyun eğmek bir yana azimle mücadeleye devam etti ve Covid-19 için beş ayrı aşı çalışması başlattı. Bu aşılardan ikisinin, Abdala ve Soberana 2’nin onayını alarak aşılama faaliyetlerine başladı. Küba bugün halkını en yüksek oranda aşılayan ülkelerden biri konumunda ve dünyada tüm çocuklarını aşılayabilen, hem de kendi ulusal aşısıyla aşılayabilen ilk ülke olma onuruna erişti. Bunun yanı sıra Latin Amerika başta olmak üzere çeşitli ülkelere kendi geliştirdiği aşıları göndermeye başladı. Küba pandemi sürecinde İtalya gibi gelişmiş kapitalist ülkeler ve yoksul Afrika ülkeleri başta olmak üzere dünya halkları ile dayanışma çerçevesinde dört farklı kıtada 20’den fazla ülkeye iki binden fazla gönüllü sağlık emekçisi gönderdi. Sağlık ekiplerinin sunduğu sağlık hizmetlerinin yanı sıra Küba’nın geliştirdiği ilaçlar da birçok ülkede Covid-19 tedavisinde kullanıldı.
İnsanlığın yüzünü ağartan bu gelişmelere paralel olarak ABD emperyalizmi Küba’ya karşı yürüttüğü saldırıları arttırdı ve Küba’ya karşı düşmanca faaliyetleri sıklaştırdı. Trump yönetiminin Küba’ya karşı yürürlüğe koyduğu 243 saldırgan karar Biden yönetimi tarafından sürdürülmekte ve bu yönetim her geçen gün Küba’ya karşı yeni saldırgan kararlar almaya devam etmekte. ABD emperyalizmi bugün Küba’nın ihtiyacı olan medikal ürünleri, enerji üretimi için gerekli petrolü, halkın beslenmesi için ihtiyaç duyulan gıdaları ithal etmesine engel oluyor ve Küba’ya yönelik yaptırımları daha da şiddetlendirmekle tehdit ediyor.
Bu saldırılara karşı Küba halkının yanında olduğumuzu, Küba halkının dayanışmacı ruhunun karşılıksız olmadığını göstermek hem Küba hem de dünya halkları için hayati öneme sahip.
Biz José Martí Küba Dostluk Derneği olarak Küba’nın içinden geçtiğimiz süreçte aşılama çalışmalarını yapabilmesine ve salgını yenebilmesine destek sunmak için en çok ihtiyaç duyduğu malzemeleri sağlamak ve Küba halkına göndermek için bir dayanışma kampanyası başlatıyoruz.
Derneğimizin Küba Cumhuriyeti Ankara Büyükelçiliği ile yapmış olduğu protokol ve Türkiye’deki resmi makamlardan alınan izin kapsamında “Dayanışma Ablukadan Güçlüdür” sloganıyla başlattığımız kampanya çerçevesinde Küba’ya şırınga, maske, sonda ve tıbbi eldiven tedarik edeceğiz. Kampanyamız yalnızca Küba’nın ihtiyaç duyduğu tıbbi malzemelerin tedarik edilmesini sağlamayacak, emperyalizmin yürüttüğü saldırgan politikalara karşı Türkiye’den verilen güçlü bir cevap niteliği de taşıyacaktır.
Kampanya kapsamında tedarik edilip Küba’ya bağışlanacak malzemeler aşağıdaki gibidir:
– 23G x 1″ iğneli 1 ml.’lik enjektör,
– 23G x 1″ iğneli 2,5 ve 3 ml.’lik enjektör,
– 22G x 1″ iğneli 2,5 ve 3 ml.’lik enjektör,
– N-95 maske,
– Foley Sonda,
– Tıbbi eldiven.
Kampanya resmi bağış hesabı numarası aşağıdaki gibidir:
Türkiye İş Bankası Meşrutiyet Şubesi
Jose Marti Küba Dostluk Derneği Genel Merkezi adına
IBAN: TR47 0006 4000 0014 2131 1477 98
Tüm Küba dostlarının; eşitlik ve özgürlükten yana herkesin desteğini bekliyoruz.
İnsanlık Küba’ya borçludur!
Küba yalnız değildir!
José Martí Küba Dostluk Derneği Yönetim Kurulu
9 notes · View notes