Tumgik
#şemsi ahmet paşa camii
yavuzbay-fan · 3 months
Text
Tumblr media
1924-1935 ARASINDA TAMİR EDİLEN CAMİLER.
(Bin liranın altı bu listede yoktur)
İstanbul'da: Sultanahmet Camii, 50.535 lira
İstanbul: Kandilli Cami inşası, 17.000 lira
İstanbul: Fıstıklı Camii inşası,17.000 lira
İstanbul: Ayasofya Camii, 52.000 lira
İstanbul: Piri Mehmet Paşa Camii, 5.638 lira
İstanbul: Cedit Ali Paşa Camii, 10.000 lira
Kırklareli: Sokullu Camii, 12.995 lira
Manisa: Muradiye Camii, 12.000 lira
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 7.000 lira
İstanbul: Ayakapı'da Gül Camii, 2.000 lira
İstanbul: İmrahor Camii, 1.500 lira
İstanbul: Beylerbeyi Camii, 4.000 lira
İstanbul: Cihangir Camii, 2.844 lira
İstanbul: Zeynep Sultan Camii, 4.300 lira
İstanbul: Sultan Bayezid Camii, 12.000 lira
İstanbul: Selimiye Camii, 4.620 lira
İstanbul: Yeni Camii, 1.506 lira
İstanbul: Balipaşa Camii, 8.000 lira
İstanbul: Mecidiye Camii, 2.500 lira
İstanbul: Nusratiye camii, 2.200 lira
İstanbul: Molla Çelebi Camii, 5.000 lira
İstanbul: Büyük Piyale Camii, 1.696 lira
İstanbul: Rumi Mehmet Paşa Camii, 1.800 lira
İstanbul: Mihrimah Camii, 2.071 lira
İstanbul: Teşvikiye Camii, 1.422 lira
İstanbul: Hazreti Halid Camii, 7.000 lira
İstanbul: Rüstem Paşa Camii, 8.344 lira
İstanbul: Küçük Ayasofya Camii, 2.820 lira
İstanbul: Mimar Sinan Türbesi, 6.617 lira
İstanbul: Süleymaniye Camii, 6.300 lira
İstanbul: Yeni Camii, 1.506 lira
İsanbul: Balipaşa Camii, 8.000 lira
İstanbul: Ortaköy Mecidiye Camii, 2.500 lira
İstanbul: Nusratiye Camii, 2.200 lira
İstanbul: Fındıklı Çelebi Camii, 5.000 lira
İstanbul: Büyük Piyale Camii, 1696 lira
İstanbul: Rum Mehmetpaşa Camii, 1.800 lira
Edirnekapıda Mihrimah Camii, 2.071 lira
İstanbul: Teşvikiye Camii, 1.422 lira harcanmıştır.
TAMAMLANAN CAMİLER (1941) HARCANAN PARA
İstanbul: Heybeliada Camii, 17.000 lira
İstanbul: Beşiktaş Sinan Paşa Camii, 9.982,14 lira
İstanbul: Dolmabahçe Camii, 8.936,44 lira
İstanbul: Laleli, 21.299,18 lira
İstanbul: Çemberlitaş'ta Atik Ali Paşa Camii, 15.003,93 lira
İstanbul: Edirnekapı'da Mihrimar Camii, 6.851,65 lira
İstanbul: Hırkai Şerif Camii, 1.224 lira
İstanbul: Küçük Ayasofya Camii, 589 lira
İstanbul: Çorlulu Ali Paşa Camii, 1.350.85 lira
İstanbul: Galta Okçu Musa Camii, 6.379,66 lira
İstanbul: Sütlüce'de Mahmut Ağa Camii, 1.560 lira
İstanbul: Mehmet Ağa Camii, 2.516,33 lira
İstanbul: Ortaköy Mecidiye Camii, 2.927,28 lira
İstanbul: Üsküdar'da Faik Paşa Camii, 1.500 lira
İstanbul: Kadıköy'de Cafer Ağa Camii, 1.401,67 lira
İstanbul: Kılınç Ali Paşa Camii, 4.199,35 lira
İstanbul: Fethiye Camii, 3.893,28 lira
İstanbul: Cihangir Camii, 1.519 lira
İstanbul: Nişantaşı'da Teşvikiye Camii, 8.159,90 lira
Ankara'da: Zencirli Camii, 19.470,42 lira
Ankara'da: Cenabi Ahmet Paşa Camii, 32.898,75 lira
Kırklareli: Hızır Bey Camii, 2.689,75 lira
Lülburgaz: Sokullu Camii, 3.056 lira
Edirne: Beyazıt Evvel Camii, 342.50 lira
Edirne: Sultan Selim Camii, 5.025,25 lira
Edirne: Bayezit Sani Camii, 651.25 lira
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 2.190 lira
Çankırı: Ulu Camii, 10.993 lira
İstanbul: Mahmut Paşa Camii, 29.776,80 lira
İstanbul: Fatih'te Mesih Paşa Camii, 31.233,13 lira
İstanbul: Beyoğlu'da Ağa Camii, 22.432,30 lira
İstanbul: Sultan Selim Camii, 28.008,95 lira
İstanbul: Fatih'te Bali Paşa Camii, 64.47,55 lira
İstanbul: Eyüp Sultan Camii, 13.089,39 lira
İstanbul: Üsküdar'da Çinili Camii, 10.058,94 lira
Edirne: Havza'da Sokulu Camii, 32.548,05 lira
İstanbul: Nişancı Mehmet Paşa Camii, 4.979 lira
İstanbul: Haseki İmaret Camii, 5.308,85 lira
Zonguldak: Carnikebir Camii, 1.547,20 lira
İstanbul: Üsküdar'da Atik Valide Camii, 8.291,26 lira harcanmıştır.
TAMAMLANMAK ÜZERE OLAN CAMİLER (1941)
İstanbul: Süleymani Camii, 96.307,73 lira
İstanbul: Azapkapı'da Sokullu Camii, 58.910 lira
İstanbul: Yeni Camii, 59.989,36 lira
İstanbul: Kadırga'da Sokullu Camii, 34.992,04 lira
İstanbul: Sultan Ahmet Camii, 26.855,49 lira
İstanbul: Şemsi Paşa Camii, 34.773,40 lira
Bursa'da Yeşil Camii, 14.233,60 lira
Bursa'da Yıldırım Camii, 16.757,20 lira
Çerkeş'te Muradı Rabi Camii, 8.974 lira
Sinop'ta Alaaddin Camii, 10.000 lira
Bolu'da Yıldırım Camii, 15.451,44 lira
Malatya'da Arslan Bey Camii, 6.547 lira
Rize'de Orta Camii, 3.000 lira
Trabzon'da Hatuniye Camii, 4.290,87 lira
Kars Camii, 751.60 lira
Erzincan'da İzzet Paşa Camii, 7.408,10 lira
Bozüyük'te Kasım Paşa Camii, 48.049,69 lira
Elmalı'da Ömer Paşa Camii, 38.236,32 lira
Afyon'da Gedik Ahmet Paşa Camii, 57.904.58 lira
Kayseri'de Ahmet Paşa Camii, 28.890 lira
Yozgat'ta Çanaoğlu Camii, 15.500 lira
Diyarbakır'da Behram Paşa Camii, 15.000 lira
Divrik'te Ulu Camii, 15.000 lira
Tokat'ta Ali Paşa Camii, 9.193 lira
İstanbul: Bayezit Camii, 5.000 lira
Ankara: Hacı Bayram Camii, 502.89,71 lira harcanmıştır.
KEŞİF BEDELİ 5 BİN LİRANIN ÜZERİNE CAMİLERDEN BAZILARI:
İzmit: Pertev Paşa Camii, 35.940 lira
Samsun: Dördüncü Mehmet Camii, 41.495,29 lira
İstanbul: Ali Paşa Camii, 11.795,80 lira
İstanbul: Hoca Paşa Camii, 11.293,53 lira
İstanbul: Şehzade Camii, 28.683,35 lira
İstanbul: Fatih Camii, 63.675,50 lira
İstanbul: Üsküdar'da Ayazma Camii, 20.662,70 lira
İstanbul: Üskürdar'da Cedit Valde Camii, 10.359,90 lira
İstanbul: Kasımpaşa'da Camikebir, 17.150,05 lira
İstanbul: Eyüp'te Zal Mahmut Paşa Camii, 9.891 lira
İstanbul: Zeyrek'te Kilise Camii, 8.490 lira
İstanbul: Tophane'de Nusratiye Camii, 12.236,18 lira
Tekirdağ: Rüstem Paşa Camii, 7.815 lira
Gebze Çoban Mustafa Paşa Camii, 30.661 lira
Çorlu: Süleymaniye Camii, 12.981,10 lira
Silvan: Salahaddin Eyyübi Camii, 30.000 lira
Ladik: Bülbül Hatun Camii, 47.693,06 lira
Ladik, Sultan Mehmet Camii, 41.495,29 lira
Edirne: Bayezit Sanı Cami, 30.000 lira
Edirne: Muradiye Camii, 10.000 lira
Edirne: Üç Şerefeli Camii, 10.000 lira
Harput: Sare Hatun Camii, 10.000 lira
Antalya: Tekeli Mehmet Paşa Camii, 6.763 lira
Kilis: Canpolat Camii, 15.030,14 lira
Niğde: Alaaddin Camii, 32.562,30 lira
Kayseri: Merzifon Kara Mustafa Paşa Camii, 9.838 lira
Bursa: Ulu Camii, 39.562,30 lira
Bursa: Muradiye Camii, 15.000 lira
Bursa: Hüdavendigar Camii, 10.000 lira
Manisa: Muradiye Camii, 35.940,08 lira
İzmir: Alsancak Camii İnşaası, 25.000 lira
Afyon: Sandıkdı Çarşı Camii, 5.476,21 lira
İstanbul: Bayezit Camii, 14.596,56 lira
İstanbul: Üsküdar'da Atik Valide Şadırvanı, 9.435 lira
Konya: Sultan Alaaddin Camii, 35.000 lira
Ankara: Saman Pazarı'nda Kurşunlu Camii, 12.000 lira
İstanbul: Balat'ta Ferruh Kethüda Camii, 16.000 lira
İstanbul: Nur-u Osmaniye Camii, 20.486,90 lira harcanmıştır.
HAYRAT TERTİBİNDEN TAMİRİ YAPILAN CAMİLER
Malatya'da Arslan Bey Camii, 6.337 lira
İstanbul Sarıyer'de Çarşı Camii, 1.797 lira
Bolayır'da Süleyman Paşa Camii, 1.357,06 lira
Gebze'de Orhan Bey Camii, 1.010 lira
Konya'da Eşrefoğlu Camii, 10.000 lira
Manisa'da Muradiye Camii, 10.000 lira
İzmir'de Hisar Camii, 15.335.90 lira
İzmir'de Şadırvanlı Camii, 10.991,90 lira harcanmıştır.
Tüm bu liste, 1 Nisan 1941 tarihli İktisadi Yürüyüş adlı derginin 32. sayısından alınmıştır. Dergideki yazının ilk cümlesinde şu ifadeler yer almaktadır : ” En gayri müsait şartlar altında Vakıflar umum müdürlüğü abidelerimizin tamir işine 1.000.000 lira tahsis eylemiştir”. Devletin camileri tamiri için 1.000.000 lira ek bütçe ayırmasının dışında Atatürk’ün şahsi olarak yaptırdığı ve maddi yardım yaptığı camilerden biri Eskişehir Mihalıççık köyündeki ”Aşağı Camii” ya da ”Mihalıççık Atatürk Camiidir”.
Atatürk, Türkiye'deki hiçbir camiyi ihmal etmemiştir. Bu listeden önce Atatürk'ün 1 Mart 1923 günü mecliste yaptığı konuşmasında, ''Yapılan onarım içinde, 126 cami ve mescidi şerif ile 31 medrese ve mektep, 22 su yolu ve çeşme, 175 gelir getiren yer ile 26 hamam bulunmaktadır.'' bilgisini vermektedir. Bu tarihten sonra yapılanlar ise işte yukardaki listedir.
Yine burada küçük bir ayrıntıyı ifade etmek lazım gelir. Bakımı gereken tüm bu camiler tamir, bakım ve onarım esnasında geçici olarak kapatılmıştır. Bu sırada ise Hatay, bilindiği üzere Türkiye'ye bağlı değildi ve Hataylıları Türkiye'den soğutmak için Suriye tarafında yabancı casuslarca ''Türkiye'de camiler kapanıyor, nerede namaz kılacaksınız?'' şeklinde bir propaganda başlatıldı.
0 notes
sabricaglar · 2 years
Photo
Tumblr media
MİMAR SİNAN, NEDEN GELMİŞ GEÇMİŞ MİMARLARIN EN BÜYÜĞÜDÜR? Mimar Sinan yaklaşık beş yüz yıl önce yaşamış ve sayısız eserler yapmış bir mimardır. Bunların tümü halen ayaktadır. Dünya durdukça da ayakta kalacakları kuşkusuzdur. Hiçbirinin eşi ve benzeri yoktur. Her eserin yapımında yeni ve farklı bilgilerden, tekniklerden, malzemeden yararlanmıştır. İşte Üsküdar'da yaptığı Kuşkonmaz Camii de onun eşi ve benzeri olmayan eserlerinden biridir. Bu caminin yapımının çok ilginç bir öyküsü bulunmaktadır. Şimdi gelin bu ilginç öyküyü birlikte okuyalım. Üsküdar'da sahil şeridinde bulunan Kuşkonmaz Camii, 1580 yılında Şemsi Ahmet Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırıldı. Titizliği nedeniyle Mimar Sinan'dan üzerine kuşların konamayacağı ve pisletmeyeceği bir cami yapmasını istedi. Mimar Sinan bunun üzerine pek çok araştırma yaptı ve çözümünü buldu. Bunun için: * Kuşların, rüzgarların yönünden etkilenmesi nedeniyle camiyi kuzey ve güney rüzgarlarının kesiştiği bir noktaya inşa etti. * Sadece rüzgârdan faydalanmadı Mimar Sinan, dalgaları da kullandı. Nasıl mı? Kuzey ve güneyden gelen rüzgârların kesiştiği, dalgaların kıyıyı dövdüğü bir noktada çıkan titreşim seslerinden kuşların rahatsız olacağını düşünen Mimar Sinan, sahilin kıyısındaki yeri tespit etmiş ve böylelikle caminin yapımına başlanmış. Cami'nin olduğu konumda rüzgar hiç bir zaman eksik olmuyor, iki farklı rüzgar tam bu yerde çakıştığı için kuşlar oraya iniş yapamıyor. Tam 500 yıldır bu caminin üzerine kuş konmuyor. Daha doğrusu, kuşlar bu caminin üstüne konamıyor. İŞTE MİMAR SİNAN'IN DEHASI, BÜYÜKLÜĞÜ VE USTALIĞI BURADA YATMAKTA; BİR BAŞKA DEYİŞLE, ONUN BÜYÜKLÜĞÜ, ESERLERİNİN YAPIMINDA SIRTINI BİLİMSEL VERİLERE DAYAMIŞ OLMASINDAN KAYNAKLANMAKTADIR. Bu büyük dehayı saygıyla anıyoruz. ❤ (at Gerede, Bolu, Turkey) https://www.instagram.com/p/Chzf9pdsNV4/?igshid=NGJjMDIxMWI=
0 notes
Photo
Tumblr media
Üsküdar Şemsi Ahmet Paşa Camii'nin onarımı. 
8 notes · View notes
cigueeraa · 3 years
Text
güzel kütüphanelerde ders çalişmak 😻
📍Üsküdar Şemsi Ahmet Paşa Camii
Tumblr media
1 note · View note
Photo
Tumblr media
theistanbulpost.com'a "Prof. İlber Ortaylı: Kazık çakılacaksa Mimar Sinan zamanında çakardı" konulu haber eklenmiştir. Detaylar için ziyaret ediniz. http://theistanbulpost.com/prof-ilber-ortayli-kazik-cakilacaksa-mimar-sinan-zamaninda-cakardi/
0 notes
gunciuzlet · 6 years
Photo
Tumblr media Tumblr media
1. Hıristiyan bir ailenin çocuğu olarak Kayseri’nin Ağırnas Köyü’nde doğan Mimar Sinan’ın doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Kaynaklara göre Sinan, Yavuz Selim padişah olduktan sonra 1512 yılında devşirme olarak Kayseri’den alınıp İstanbul’a getirilerek Acemi Oğlanlar Ocağı’na teslim edilir. Bu Ocakta, bir zanaat öğrenme kuralına uyarak mimarlık üzerine çalıştı. 1514 yılında Çaldıran Savaşı’nda, 1516-1520 yılları arasında ise Mısır seferlerinde bulundu. Kanuni döneminde Belgrad, Rodos seferlerine katıldı. Mohaç seferinde Zemberekçibaşılığına terfi edildi. Daha sonra Viyana, Almanya, Bağdat, Tebriz seferlerine katıldı. Van Gölü’nde kullanılacak üç geminin yapımını başarıyla tamamlaması üzerine kendisine Haseki Ünvanı verildi. 48 yaşındayken katıldığı Moldovya (Karabuğdan) seferi sırasında Prut Irmağı üstüne 13 günde yaptığı köprüyle dikkatleri üzerine çekti. Kendisinden önce Mimarbaşının vefat etmesi sonucunda Sermimaran-ı Hassa (Saray Baş Mimarı) oldu. Sinan’ın doğum tarihi kadar ölüm tarihi de çok net değildir, bu konuda türbesindeki kitabeden başka bilgi/belge bulunmamaktadır. Adına düzenlenmiş olan vakfiyeye göre Sinan’ın eşi Mihri Hatun olup üç çocukları olmuştur. Biri Sinan hayatta iken şehit olan oğlu Mehmet, diğerleri Neslihan ve Ümmühan isimlerinde iki kızdır.
2. Türk mimarlık tarihinin en büyük ismidir. Sadece Osmanlı döneminin değil dünyanın en büyük mimarları arasında kabul edilir. 48 yaşında başladığı Mimarbaşılık görevini vefatına kadar sürdürür. Mesleğini hayatıyla bütünleştirerek ortaya koyduğu üç yapıyla tanıtmaktadır. Birinci “çıraklık eserim” dediği Şehzade Camii’dir. İkincisi, “kalfalık eserim” dediği 1557’de tamamladığı Osmanlı İmparatorluğunun en muhteşem eserlerinden olan Süleymaniye Külliyesi’dir. Üçüncüsü, “ustalık eserim” dediği II. Selim adına Edirne’de 83 yaşındayken inşa ettiği Selimiye Camii’dir.
3. (5) Padişah döneminde yaşamış, (3) Osmanlı sultanına mimarbaşılık yapıp 50 yıl boyunca çalışmıştır. Ortaya koyduğu eserlerin -ihtilaflı da olsa bir sayı vermek gerekirse – 452 olduğu söylenmektedir. Mimar Sinan’ı sadece bir mimar olarak anmak kanaatimize göre eksik olacak. Onun hayatını inceleyenler görecektir ki; o ayrıca bir mühendis, yönetici, asker, şehir tasarımcısı, lojistikçidir. İsmini dünya mimarlık tarihi konusunda bir döneme verecek kadar büyük ve heybetli olan bir ismi bu yüzden 15 maddede anmak çok zor olacaktır.
4. Sinan hakkında bilgiler içeren ve onun hatıralarını aktaran iki önemli eser mevcuttur. Bunlar Tezkiretü’l Ebniye ve Tezkiretü’ül Bünyan’dır. Tezkiretü’l Ebniye Sinan’ın ağzından Sai Mustafa Çelebi tarafından nazım ve nesire dökülen bir eserdir. Tezkiretü’ül Bünyan ise bir nevi kaynakça gibi olup Sinan ve mimarlık üzerine oluşturulmuş bir eserdir. Ayrıca Türkiye ve dünyada hakkında ciltler dolusu kitaplar yazılmış, binlerce araştırma yapılmış ve yapılmaya da devam etmektedir. Bu araştırmalar arasında önemli gördüğümüz birkaç çalışmayı sumamız gerekirse:
Mimar Sinan – Prof. Dr. Oktay Aslanapa (Kültür Bakanlığı Yayınları)Mimar Sinan – Turgut Cansever (Albaraka Türk Yayınları)Sinan – Abidin Dino (Can Yayınları)Osmanlı Altın Çağının Mimarı Sinan – Ernst Egli (Arkeoloji ve Sanat Yayınları)Mimar Sinan Camileri ve İslam Sanatında Geometrik Desenler – Serap Ekizler Sönmez (Klasik Yayınları)İstanbul’da Mimar Sinan Eserleri (İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür A.Ş. Yayınları)
5. Mimar Sinan’ın en çok bilinen belli başlı eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz:
Şehzade Mehmed Külliyesi, Rüstem Paşa Külliyesi, Barbaros Hayrettin Paşa Türbesi, Hayrettin Paşa Hamamı, Mihrimah Sultan Külliyesi, Rüstem Paşa Medresesi, Süleymaniye Külliyesi, Zal Mahmut Paşa Külliyesi, Sinan Paşa Külliyesi, Kırkçeşme Su Yapıları, Haseki Hürrem Sultan, Rüstem Paşa Kervansarayı, Mihrimah Sultan Külliyesi, Sokullu Mehmet Paşa Külliyesi, Büyükçekmece Köprüsü, Selimiye Külliyesi, Piyale Paşa Camisi, Sultan II. Selim Türbesi, Sokullu Mehmet Paşa Camii, Valide Sultan Külliyesi, Murat Köşkü, Şemsi Ahmet Paşa Camisi
6. Orduda istihkâmcı olarak çalışan Sinan, geleceğin Mimar Başı olarak görevine uzun dönem devam eder. Ortaya koyduğu eserler, seferler dolayısıyla gezip gördüğü yerlerin muhayyilesinde yer etmesiyle farklı boyutlara ulaşmıştır. Kendi mimari tarzının oluşması için, başka eserleri inceleyerek ortaya çok özgün çalışmalar koymuştur. Bir kubbe mimarıdır Sinan. Oktay Aslanapa’ya göre “İtalya’da Rönesans mimarlarının ideali olan merkezi kubbeli yapı problemini büyük kubbe üstadı ve mekân yaratıcı olan Mimar Sinan tam bir başarı ile gerçekleştirmiştir.”
7. Mimar Sinan, Tezkiretü’ül Bünyan’da, Süleymaniye Camii’nin yapımı için büyük emeklerin sarfedildiğini, bu devasa yapı için farklı coğrafyalardan farklı farklı taşlar ve mermerler getirildiğini uzun uzadıya anlatmıştır. Tezkiretü’ül Bünyan’da Süleymaniye’nin dört büyük somaki mermer sütunun bulunma ve yerine dikilme mevzusu ilgi çekici bir biçimde anlatılmıştır: “Cümleden biri ol sütun ki, Kıztaşı Mahallesi dedikleri mahalle bir kız dikmiş. Kız-taşı demekle ma’ruf bir amûd-i yekpâre- menâremisâl idi.” Diğer sütunlar için ise “ve bir sütunun dahi İskenderiye’den mavna ile getirdiler ve bir sütunun Baâlbek’ten deryâ kenarına indirüp mavna ile getirdiler ve bir sütunun Saray-ı âmire’de hazır bulundu” diye aktarmaktadır.
8. İstanbul’daki sayısız çeşme, Kanuni Sultan Süleyman tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Suyoluna bağlanmıştır.
9. Suphi Saatçi’ye göre; “Mimar Sinan olmasaydı günümüzde Ayasofya olmazdı. O tarihi yapının dev kubbesi de Sinan’ın eseridir.”
10. Mimari eserlerindeki küçük nüansları bugün büyük bir icat olarak konuşulmaktadır. Örneğin Süleymaniye Camii’nin akustiği, havalandırma sistemi hâlâ ilgiyle incelenmektedir.
11. Kayseri’deki doğduğu ev müze olarak ziyaretçilere açılmıştır.
12. Vefatından sonra çok saçma bir mesele olan “ırkı neydi” , “Mimar Sinan sizdendi, bizdendi” tartışmalarına cevap bulmak amacıyla mezarı kazılarak kafatası çıkartılır. Türk Tarih Kurumu üyeleri Hasan Ferit Çambel, Atatürk’ün manevi kızı Afet İnan ve Şevket Aziz Kansu tarafından Mimar Sinan’ın mezarı kazılır ve kafatası çıkartılarak ölçüm yapılır. Antropoloji müzesi kurulup kafatasının oraya konulacağı söylenir fakat ne tekrardan mezara konuluyor, ne de Antropoloji müzesine. 1935’ten bu yana Mimar Sinan’ın kafatasının kayıp olduğu biliniyor.
13. Yetiştirmiş olduğu öğrencilerle ortaya koyduğu ekolu devam ettirmiştir. Örneğin Tac Mahal, öğrencileri İsa Muhammed Efendi tarafından, Sultanahmed Camii, Sedefkâr Mehmet Ağa tarafından yapılmıştır.
14. Uluslararası Astronomi Birliği tarafından Merkür’deki bir kratere Mimar Sinan ismi verilmiştir. Sinan Krateri, Çaykovski ve Rodin kraterleri arasında bulunmaktadır.
15. 1584’te hacca gittiği bilinen Sinan’ın hac dönüşünde de görevini sürdürdüğü bilinmektedir. Süleymaniye Külliyesi’nin sol ucunda bulunan türbesindeki mezar taşı kitabesinde, Tezkiretü’l Ebniye’nin yazarı ve yakın dostu Sâî Mustafa Çelebi tarafından şu cümleler yazılmıştır:
“Geçti bu demde cihandan pîr-i mi’mârân Sinân.”
49 notes · View notes
saltprogramlar · 6 years
Text
“Sinan İçin Büyük ve Müstakil Bir Eser” Ali Saim Ülgen ve Türk Tarih Kurumu’nun Sinan Monografisi Çalışmaları
Gül Cephanecigil
Tumblr media
Ali Saim Ülgen SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Türk Tarih Kurumu tarafından 1937’de yayımlanan “Sinan: Hayatı, Eseri” adlı broşür, hazırlanmakta olan bir monografiyi müjdeler.1 Fuat Köprülü ve Albert Gabriel’in kaleme aldığı metin, “Türk mimarisinin şahikası” olan Sinan ve eserleri üzerine iki cilt olarak tasarlanan çalışmanın önce Türkçe daha sonra Fransızca olarak yayımlanacağını bildirir ve öngörülen içeriğe dair bir özet sunar. Broşürde ifade edildiğine göre, Köprülü’nün koordinasyonunda hazırlanacak olan ilk cilt, mimarın yetiştiği ortam ve biyografisine; Gabriel’in koordinasyonunda hazırlanacak ikinci cilt ise Sinan ve eserlerinin sanat tarihi açısından incelenmesine ayrılacaktır. Maksatlarının bir korpus hazırlamak olmadığını belirten yazarlar, öncelikle olabildiğince çok ve doğru vesika toplamayı hedeflediklerini ifade eder. “Vakaları objektif bir şekilde tetkik ederek bu abidelerin millî ananelerden neler aldığını ve nasıl Türk varlığının tamamlayıcı bir parçasını teşkil ettiğini göstermek” ve Sinan eserlerinin “karakteristik ve orijinal hatlarını bulup çıkararak umumi sanat tarihi içerisindeki yüksek mevkiini anlatmak” diğer hedeflerini oluşturur. Metne göre, Sinan tezkireleri için tenkitli baskıların hazırlanması da öngörülmektedir. Çalışmaya katkı sunan kişiler arasında Köprülü ve Gabriel’den başka Rıfkı Melul Meriç, Ömer Lütfi Barkan, Şevket Aziz Kansu, Ahmet Refik Altınay, Hasan Fehmi Turgal, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Sedat Çetintaş ve Ali Saim Ülgen bulunmaktadır. Dönemin alanında öne çıkan isimlerinden oluşan bu liste, çalışmaya verilen önemin yanı sıra, iktisat tarihinden antropolojiye, kitabelerden kütüphaneciliğe ve mimari belgelemeye kadar çeşitli uzmanlık alanlarını barındırmasıyla da dikkati çekicidir.
Bu broşürden iki yıl önceye tarihlenen gazete haberlerinden çalışmanın kitap yayımlamanın dışında bileşenleri olduğunu da öğrenmek mümkün. 4 Ağustos 1935 ve takip eden günlerdeki gazete haberleri Türk Tarih Kurumu’nun Sinan’ın şahsi hayatı ve eserleri hakkında bir çalışma yapmakta olduğunu ve bu çerçevede gerçekleştirilecek antropolojik tetkik için mezarının açılarak kafatasının çıkarıldığını bildirir.2 9 Ağustos 1935’te ise Sinan için bir heykel dikileceği ve yeri henüz kararlaştırılmamış bu heykel için bir müsabaka düzenleneceği öğrenilir.3 İlerleyen günlerde müsabakaya dair bir habere rastlanmasa da 4 Nisan 1936’da, yapılan araştırmalar sonucu Sinan’ın çehresini ortaya çıkaran bir büstün yapıldığı;4 11 Ocak 1937’de ise Süleymaniye Camii civarındaki medrese ve eski devre ait bütün yapıların onarılarak burada bir “Sinan Sitesi” oluşturulacağı ifade edilir.5 Bugün, oldukça kapsamlı bu Sinan projesinin bazı bileşenleri gerçekleşmiş olsa bile hedeflenen bütüncül sonuca ulaşılamadığı bilinmekte. Süleymaniye medreselerinden yalnızca evvel ve sani medreseler kütüphaneye dönüştürülmüş; Sinan heykeliyse 1942’de sonuçlanan müsabakanın ardından 1956’da Emlak Kredi Bankası’nın desteğiyle yapılarak Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi bahçesine yerleştirilmiştir.6 Monografi çalışmasındansa Rıfkı Melul Meriç’in hazırladığı “Sinan tezkireleri – Adsız Risale”, “Risaletü’l-Mimariye”, “Tuhfetü’l-Mimarin” ve “Tezkiretü’l-Ebniye” Mimar Sinan - Hayatı, Eseri I: Mimar Sinan’ın Hayatına, Eserlerine Dair Metinler kitabı kapsamında 1965’te;7 Ömer Lütfi Barkan’ın hazırladığı Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı (1550-1557) ise 1972’de yayımlanır.8 Ülgen’in 1963’teki vefatına dek aralıklarla çizerek Türk Tarih Kurumu’na teslim ettiği rölöveler ise birlikte yayımlanması öngörülen metin olmaksızın 1989’da basılacaktır.9
Bu çerçevede, SALT Araştırma Ali Saim Ülgen Arşivi’nde yer alan “Üçüncü Kısım: Sinan’ın Eserleri” başlıklı manüskriptin10 söz konusu monografi için hazırlanmış bir taslak olup olmadığı sorusunu akla getirmekte. Arap alfabesi kullanılarak Türkçe olarak yazılmış 168 sayfalık bu metin, Sinan tezkirelerindeki listelerde yer alan türbe ve camilerin banileri ve inşa tarihleri ile tasarım yaklaşımına dair bilgi veriyor. Ancak, biraz dikkatli okunduğunda dilin gramer ve terminoloji açısından oldukça problemli yapısı, metnin kaleme alınışında dile yabancı bir etkenin varlığını düşündürüyor. Bu durumda metnin, bu bölümün yazarlarından olması planlanan Gabriel’in Fransızca olarak söyledikleri veya yazdıklarının çevirisini içeriyor olma ihtimali üzerinde durmak mümkün. Fakat karşılaştırmalı okumalar yapıldığında söz konusu kişinin Gabriel değil Ernst Egli; metnin ise Osmanlı Altın Çağının Mimarı Sinan kitabının11 kısmi bir tercümesi olduğu anlaşılıyor. Monografinin taslağını içermese de Ali Saim Ülgen Arşivi’nin zengin içeriği, akim kalmış bu projeye dair bilinmezleri azaltmada kayda değer bir imkân olarak beliriyor.
Tumblr media
Şemsi Paşa Camii, Üsküdar, İstanbul SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Osmanlı mimarlık tarihi yazımındaki Sinan ilgisi şüphesiz Türk Tarih Kurumu’nun projesinden önceye uzanır.12 19. yüzyılın son çeyreğinde yayımlanan Usul-i Mimari-i Osmani yazarlarının Sinan’ı mimarlıkta Osmanlı usulünün düzenleyicisi, yapıtlarını da mimarlığın tarihsel izleğinin zirvesine konumlandırdıkları görülürken13 geç Osmanlı dönemindeki popüler basınının da bu ayrıcalıklı konuma uygun bir ilgi gösterdiği biliniyor. Sinan ve mimarlığına dair bu tavrın basit ve pratik gerekçesi, yaşam öyküsü ve yapıları üzerine yeterli yazılı kaynağın bulunması olabilir. Yüzyıl dönümünün koşulları çerçevesinde değerlendirildiğinde, imparatorluğun ekonomik ve siyasi gücünün zirvesi olarak görülen bir dönemi anımsamanın cazibesinin de Sinan ve üretimlerini ön plana çıkaran tavırda etken olabileceği düşünülebilir. Bunların yanı sıra, millete bir kültürel varlık tarifleme gereksinimindeki milliyetçi mekanizmaların etkisini de herhâlde göz ardı etmemek gerekir. Bu doğrultuda, 20. yüzyılın ilk yarısında milliyetçiliğin etnik tonu belirginleşirken, devşirme olarak Sinan’ın etnik kökeninin bir soruna dönüşme ihtimalini tahmin etmek de güç değil.
Örneğin 1927’de Ahmet Ağaoğlu’nun Sinan’ın devşirme olmadığı, marangoz olan dedesinden sanat öğrenip Kayseri’den toplanan devşirmelere katiplik etmek üzere görevlendirilen babasıyla birlikte İstanbul’a geldiğini söylemesi,14 Sinan’a bu mekanizma içerisinde ayrıcalıklı bir niş açma çabası olarak düşünülebilir. Söz konusu Sinan projesini Türk Tarih Kurumu’na öneren kişi olan Afet İnan’ın, “Sofya’da çıkan Zara gazetesinin 1.5.1935 tarihli nüshasında Sinan’ın Bulgar olduğu yazıldığını haber aldık. Bu haber elbette ki doğru değildi.”15 sözleriyle ifade ettiği tetikleyici ivmeyi de bu çizginin devamına yerleştirmek olası görünmekte.
Afet İnan, projenin gelişimini anlattığı yazısında16 bahsi geçen gazete haberinin ardından, Türk Tarih Kurumu’nun 29.7.1935 tarihli yönetim kurulu toplantısında yaptığı Mimar Sinan hakkında büyük ve müstakil bir eser hazırlama önerisinin kabul edilmesi üzerine 20.8.1936 tarihli toplantı için bir çalışma programı hazırlandığını söyler. Projenin başlangıcına dair kısmen farklı bir anlatı ise Türk Tarih Kurumu’nun o dönemki genel sekreteri Uluğ İğdemir tarafından dile getirilir.17 İğdemir, Türk Tarihinin Anahatları’na18 “Türklerin medeniyete hizmetleri” başlıklı bölümün eklenmesi kararı üzerine yazılan müsveddelerin kurumun Dolmabahçe Sarayı’ndaki ofisinde okunduğunu; bu esnada Sedad Hakkı Eldem’in kaleme aldığı Osmanlı mimarisine dair müsveddede Bayezid Camii’nin mimarı Hayreddin ile Sinan arasında mukayeseler yapılması ve Hayreddin’e bazı konularda öncelik verilmesi üzerine bir tartışma başladığını ve bu tartışmanın ardından Afet İnan’ın 29.7.1935 tarihli toplantıda Sinan hakkında müstakil ve büyük bir eser çıkarılmasını önerdiğini ifade eder. İğdemir, konunun Atatürk’e iletilmesi üzerine kendisinin de bu düşünceyi yerinde bularak Türk Tarih Kurumu Başkanı Cemil Çambel’e “Sinan’ın heykelini yapınız” notunu gönderdiğini ve aynı zamanda Süleymaniye Camii ve çevresindeki binaların restore edilerek bir “Sinan Sitesi” meydana getirilmesi yönündeki arzusunu dile getirdiğini belirtir. İğdemir’in ifadesi proje ekibine dair de bir takım farklılıklar içermektedir. İğdemir, ilk etapta Amasya Tarihi yazarı Hüsameddin, tarih profesörü Ahmet Refik Altınay, Konya Müzesi müdürü Yusuf Akyurt, kütüphaneler müdürü Hasan Fehmi Turgal, profesör Şevket Aziz Kansu ile mimarlar Sedat Çetintaş ve Sedat Hakkı Eldem’e görev verildiğini; heyecanla işe koyulan bu isimlerin topladığı birçok belgenin ilmî metodla işlenmesi görevininse Fuad Köprülü ile Albert Gabriel’e verildiğini söyler. İğdemir’in ifadesine göre bu esnada ekibe Rıfkı Melul Meriç, Ömer Lütfi Barkan ve Ali Saim Ülgen katılmıştır. Türk Tarih Kurumu’nun tasnifli bir kurum arşivi olmadığı ve resmî yayın organı Belleten ise broşürün de basım tarihi olan 1937’den itibaren yayımlanmaya başladığı için projenin 1937 öncesine ilişkin bu farklı bilgileri resmî bir kaynakla doğrulama imkânı -en azından şimdilik- bulunmuyor.
Fakat Ülgen özelinde bakılacak olursa, arşivde yer alan ve İğdemir imzalı 6 Temmuz 1935 tarihli bir davet yazısı,19 Ülgen’in sonradan katılmadığını, başlangıcından itibaren projenin içinde olduğunu düşündürüyor. Nitekim, Ocak 1936’da Afet İnan’ın Sinan rölövelerine harcadığı mesai için Ülgen’e teşekkür eden ve rölöveler bittikçe kuruma gönderirse kendisine ödeme yapılacağını bildiren mektubu,20 henüz mimarlık ikinci sınıf öğrencisi olan Ülgen’in projede profesyonel olarak yer aldığını da belgeler niteliktedir.
Tumblr media
Türk Tarih Kurumu genel sekreteri Uluğ İğdemir’in Ali Saim Ülgen’i kurumun Dolmabahçe Sarayı’ndaki çalışma ofisine davet eden mektubu. SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Tumblr media
Türk Tarih Kurumu asbaşkanı Afet İnan’ın, hazırlamış olduğu Sinan eserlerine ait rölöveler için Ali Saim Ülgen’e teşekkür eden mektubu. SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Ülgen de “Mimar Sinan için hazırlanan korpus hakkında not” başlıklı bir taslak yazıda21 proje geçmişini özetler. Sinan’ın inşa ettiği tüm eserleri bir araya getirecek ilmî bir kitap hazırlama görevinin Fuad Köprülü’nün başkanlığında kendisi ve Rıfkı Melul Meriç’ten müteşekkil bir heyete verildiğini; Gabriel’in de mimari bölüme katkıda bulunacağını ifade eder. Bu noktada İğdemir’in bahsettiği gibi çalışma ekibinin iki aşamada oluşturulduğunu kabul etmek yerinde olabilir. Proje henüz fikir aşamasındayken konuyla ilgili olabilecek geniş bir grubun yardım ve destekleri alınmış, yayının kapsam ve içeriğinin netleştiği 1937’den sonraysa iş daha küçük bir ekibe verilmiş olmalıdır.
Şubat 1937’den itibaren Ülgen’in rölöveleri hızla hazırlayabilmesi için harekete geçildiği görülür. Çalıştığı yerlerde kendisine izin ve kolaylık gösterilmesi için belgeler hazırlanır ve ihtiyaç duyduğu ekipman Ülgen’e temin edilir.22 Ülgen’in de Almanya’ya gittiği 1939 yılı başına kadar bir dizi rölöveyi çizerek İstanbul’daki Türkiyat Enstitüsü’ne teslim ettiği anlaşılmaktadır.23 İstanbul’da olmayacağı dönemden kaynaklanabilecek gecikmeleri engelleyebilmek için bir grup ölçü ve krokiyi de yanına alır. Ancak, gidişinden birkaç ay sonra, Mayıs 1939’da, tahsil yerini Almanya’dan Fransa’ya değiştirmek durumunda kalmış, ortaya çıkan savaş koşullarından ötürü de Ekim sonunda Türkiye’ye geri dönmüştür.24 Hem bu yer değiştirmeleri hem de Fransa’ya geçişini takip eden yaz aylarında restorasyon şantiyesi stajı yaptığını göz önüne alırsak, Ülgen’in Türkiye’de olmadığı süre içerisinde rölövelere çok zaman ayıramadığı varsayılabilir. Nitekim Paris’ten gönderdiği çizimler için yapılan ödemenin sonraki senenin sekizde biri miktarında olması25 da bu varsayımı destekler. Ayrıca, Gabriel, Ülgen’in Fransa’ya gittiği dönemde kaleme aldığı mektubunda, çizimleri Avrupa’ya götürmekle hata ettiğini, onların yalnızca yerinde tamamlanabileceğini söyleyerek Ülgen’in öngörüsünün gerçekçi olmadığını belirtir.26 Ülgen’in gitmeden önce Türkiyat Enstitüsü’ne teslim ettiği çizimleri incelediğini; Süleymaniye, Rüstem Paşa ve Mihrimah camileri gibi Sinan’ın İstanbul’daki en önemli yapılarına dair hiçbir çizim bırakmamış olduğunu üzülerek gözlemlediğini ekler. Türk Tarih Kurumu’nun, kendisinin Fransa’daki çalışmalarını bitirmesini bekleyemeyeceğini de telaşla hatırlatır. Bu durumda Mösyö Bodin’in Süleymaniye çizimlerinin tamamlanmasına yardım edemeyeceğini söylemesi ise rölövelerin tamamlanmasında zaman zaman desinatör desteği alındığına işaret etmesi açısından dikkati çekicidir.  
Tumblr media
Türk Tarih Kurumu’nun, rölövesini hazırlamakla görevlendirildiği yapılarda Ali Saim Ülgen’e kolaylık gösterilmesi için hazırladığı belge. SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Ülgen, İstanbul’a dönüşünü takip eden 1940 ve 1941 yıllarında Süleymaniye, Rüstem Paşa, Azapkapı Sokollu ve Molla Çelebi camilerine ilişkin rölöveleri hazırlayarak Türk Tarih Kurumu’na teslim eder.27 Ancak, Mayıs 1941 ile Eylül 1943 tarihleri arasında askere gitmek durumunda kalınca çalışmaya ikinci ve bu kez kesin bir ara verecektir.
Belleten’de yayımlanan yıllık raporlardan Ülgen’in kuruma teslim ettiği rölövelerin sayılarına dair bilgi edinmek mümkün. Buna göre, 1943-49 yılları Ülgen’in en yoğun çalıştığı dönem olarak öne çıkar. Askerden döndüğü ilk sene teslim ettiği 49 levhanın ardından 1944’te toplam rölöve sayısı 119 olur. Bu sayı 1945’te 169’u, 1948’deyse 251’i bulur.28 Bu arada 1947-49 yıllarına ait bir dizi yazışmadan Gabriel’in, Ülgen’i Sinan rölövelerine yoğunlaşarak çalışmayı sonuca ulaştırması konusunda uyarma ve yönlendirme çabasında olduğu anlaşılıyor. 14 Haziran 1947 tarihli mektupta Gabriel,  Ülgen’den çizimlerin bir listesi ile fotoğrafları İstanbul’a getirmesini ve hangi boyutta yayımlanacağını saptamasını ister.29 Ertesi yaz başındaki yazışmada Gabriel uyarıcı bir üslupta, Ülgen’in hem Bursa, hem Konya hem de Edirne’de bulunamayacağını; çalışmanın dosyalarda kalma riskinin söz konusu olduğunu ve yayımlanmadığı takdirde devasa bir işi hiçbir fayda görmeden yapmış olacağını ifade eder.30 1949 yazına gelindiğinde Gabriel’in mektubunda kırgın bir ton sezilmeye başlanır.31 Ülgen’den Türk Tarih Kurumu’nda ne karar verildiğini öğrenmeye çalışmasını ister ve eğer her türlü iş birliği imkânsız kılınarak kendisinin bu çalışmanın tamamen dışında bırakılmasına karar verildiyse bunun açıkça söylenmesinin daha iyi olacağını ifade eder. Gabriel’in Türk Tarih Kurumu’na yazdığı mektupta da dile getirdiği üzere “iş birliğini olanaksız kılma” ile kastettiği onun Türkiye’de olduğu sınırlı süre zarfında Ülgen’in farklı şehirlerde görevlendirilmesi nedeniyle birlikte çalışmalarının mümkün olmamasıdır. Öte yandan Belleten’de, Gabriel’in 1949 sonbaharında metni kendilerine teslim etmek üzere bütün gerekli tedbirleri alacağını bildirdiği; ancak, kendilerine hâlen hiçbir metin gelmediği belirtilmektedir.32 Ocak 1951’deyse Gabriel’in çalışmalarına devam ettiğini öğrendikleri haber verilmektedir.33
1951’in sonunda Türk Tarih Kurumu söz konusu metni yazmasını bu kez Ülgen’e önerir.34 Ülgen’in cevabı ise Gabriel’in tamamıyla dışarıda bırakılmasını tasvip etmeyen bir çözümdür. 15 ve 16. yüzyıllardaki mimari inkişaf ve Sinan Çağı konulu girişin Gabriel tarafından yazıldığını ve kendisinin bu konuda onu asiste ettiğini; ancak, bir diğer zaruret olan eser tavsif ve mukayeseleriyle mimari ve teknik hususiyetlere dair kısmın kendisi tarafından yazılabileceğini bildirir. Ülgen, hem Gabriel ile olan ortak çalışmadan hem de başlangıçta öngörülen içerikten taviz vermeyen bir tavır sergilese de Gabriel’in, 1947’den itibaren mektuplarında söz konusu yayından Ali Saim Bey’in kitabı olarak bahsetmeye başlamış olması dikkat çekicidir. 1948’deki bir mektubunda, yazacağı girişin yalnızca çalışmanın önem ve kalitesine dikkati çekmekten ibaret olacağını belirtir.35 Ertesi yılsa yazacağı kısmın bir giriş, planşlar için açıklama ve bina tasvirlerini içereceğini kaleme alır.36 Gabriel’in yazacağı metnin içeriğine dair birbiriyle uyuşmayan bu iki ifadenin Ülgen’in düşündüğünden epeyce farklı olduğu açıktır. Hatta içeriğe dair bu farklı açıklamalar, metni yazmaya henüz başlamamış olabileceğini de akla getirmektedir.  
Tumblr media
Türk Tarih Kurumu’nun Sinan monografisi çalışmasının metin kısmını yazma önerisi üzerine Ali Saim Ülgen’in cevabını içeren mektup. SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
1957’de Gabriel son bir çaba olarak Türk Tarih Kurumu başkanına kitabın bir an evvel yayımlanmasını rica eden bir mektup yazar.37 Hem çizimlerin hem de Ülgen’in mesleki kıymetine dair görüşlerinin projenin başından beri değişmediğini, yayımlandığı takdirde kitabın çok önemli bir boşluğu dolduracağının altını çizer. Aynı tarihte Ülgen’e de bir mektup yazarak başka bir şey olamayacağını düşündüğünü, bazı entrika akımlarını geri döndürmenin çok mümkün olamadığını dile getirir.38 Ayrıca bu mektubu kendisine her zaman son derece nazik davranan Afet Hanım’a da göstermesini rica etmektedir.
1962’ye gelindiğinde Türk Tarih Kurumu’nun Sinan monografisini yıl sonuna kadar tamamlama kararı aldığı; Ülgen’in de yayının en önemli kısmı olan Sinan’ın yapıları ve bunların mimarlık bakımından değeri bölümünü yazmayı kabul etmiş olduğu anlaşılıyor.39 Yazışmalardan Ülgen’in aynı yıl Nisan ortasına kadar metni, ilerleyen aylarda da çizimleri tamamlayacağını bildirdiğini öğreniyoruz.40 Ancak, Nisan 1962’de Ülgen’in yine çizim teslim ettiğini, çizimlerin kalan bir kısmını Haziran’da, ölçülerini aldığı diğer bir kısım yeni planşı ise ilerleyen aylarda peyderpey teslim etmeyi planladığı görülüyor.41 Metin üzerine herhangi bir çalışmadansa hiç bahis yok.
Tumblr media
Ali Saim Ülgen’in, Sinan monografisi çalışmasının metin kısmını Nisan 1962’de tamamlamayı planladığına dair mektubu. SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Ülgen’in 8 Şubat 1963’teki beklenmedik ölümü çalışmayı nihai olarak kesintiye uğratır. İğdemir 1965 tarihli yazısında Ülgen’in Türk Tarih Kurumu’na teslim etmiş olduğu 372 parça rölövenin bir tanıtım yazısı ile birlikte yayımlanmasının öngörüldüğünü ve bu görevin Orhan Alsaç ve Aptullah Kuran’a verilmiş olduğunu belirtir.42 Bu ifadeden kuruma teslim edilenler arasında metin bulunmadığı çıkarımını yapmak mümkün. Hasan Rıza Ergezen’in kaleme aldığı nekroloji yazısında Ülgen’in bu  kitabı  ancak 60 yaşında tamamlayabileceğini söylediğini dile getirmesi de aynı kanıyı güçlendiriyor.43 Bu noktada Ülgen’in 1962’de dört ay içerisinde metni teslim etme vaadinde bulunduğu göz önünde tutulursa metin için bir takım ön çalışmalar yapmış olduğunu varsaymak anlamlı görünüyor.
Sinan’la ilgili Ülgen arşivinde bulunan en kapsamlı metin Ernst Egli’nin Sinan: Osmanlı Altın Çağının Mimarı kitabının kısmi tercümesi.44 Egli’nin İsviçre’ye dönmesini takiben 1943-44 yıllarında kaleme aldığı bu kitabın,45 1953-55 dönemine denk gelen ikinci Türkiye ziyaretinde fotoğraf ve revizyonlarının tamamlandığı ve burada tanıştığı yayıncı Eugen Renstch vasıtasıyla yayımlandığı anlaşılıyor. Kitap Sinan’ın yetiştiği dönemin toplumsal ve kurumsal yapısını anlatan bir giriş ve yaşamını detaylandıran bir bölüm ile işlevlerine göre düzenlenmiş yapılar kısmından oluşuyor. Bu kitaptan Ülgen’in tercüme ettiğiyse yapılara ilişkin olan kısım. Kullanılan dil metnin revize edilmemiş ve hayli ham bir tercüme olduğunu düşündürse de yazının tümünün çevrilmeye çalışılması ve fotoğraf referanslarının dahi hassasça aktarılması bu çalışma acaba bir yayın olmak üzere hazırlanmış olabilir mi sorusunu da akla getiriyor. Öte yandan Egli’nin, kitabın basımını takip eden yıllarda tercüme konusunun gündeme geldiğini ve Cevat Dursunoğlu’nun deneme mahiyetinde kısa bir bölüm üzerine çalıştığını belirtmesinin bu kanıyı güçlendirdiği de düşünülebilir.46 Fakat bu teşebbüse dair herhangi bir somut veri bulun(a)maması ve yalnızca yapılar kısmı üzerine çalışıldığı dikkate alınırsa bu tercümenin Ülgen’in yazacağı bölüm için bir hazırlık çalışması olarak gerçekleştirilmiş olabileceğini varsaymak daha makul görünüyor.   
Tumblr media
Ali Saim Ülgen’in Pertev Mehmet Paşa Camii’ne ilişkin bir ölçü krokisi. SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Tumblr media
Ali Saim Ülgen’in Pertev Mehmet Paşa Camii’ne ilişkin bir belgeleme çalışması. SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Tumblr media
Ali Saim Ülgen’in Beşiktaş Sinan Paşa Camii’ne ilişkin bir ölçü krokisi. SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi
Ancak, Ülgen için esas hazırlık çalışmasının rölöveler olduğunu düşünmek herhâlde daha anlamlı. Geçmiş mimarlığın bilgisini doğrudan yapı üzerinden okuma alışkanlığına sahip bir neslin mensubu olarak, rölövelerin söylenebileceklerin çoğunu ifade edebileceğini düşünüyor olması muhtemel. Hatta çağdaşı Çetintaş’ın çalışmalarıyla birlikte düşünüldüğünde belki rölöveye söz konusu dönemde bugün anladığımızdan farklı bir anlam yüklenmiş olduğunu varsaymak da olası. Uğur Tanyeli, Çetintaş rölövelerinin mimari bir geçmişi belgelemek için değil onu estetize ederek yeniden üretmek için olduğunu söyler.47 Tarama tekniğiyle işlenmiş, gölgeler, renkler, bacalardan tüten dumanlar gibi unsurlar içeren Çetintaş rölövelerinin yanında Ülgen’in çizimleri steril üsluplarıyla gayet farklıdır. Ancak, dikkatli incelendiğinde bunların önemli bir kısmının mevcut durumu tespit eden rölöveden ziyade restitüsyon oldukları fark edilir.48 Buysa çizimlerin Sinan monografisi için hazırlandıkları göz önüne alındığında oldukça anlamlı görünmektedir. Zira Ülgen yapıya ilişkin bir durum tespiti değil, Sinan’ın nasıl tasarlamış olduğunu anlamaya yönelik bir tarih çalışması yapmakta ve bu konudaki düşüncelerini de muhtemelen bir mimar için en olağan ifade aracı olduğunu düşündüğü çizim ile ortaya koymaktadır. Bu yaklaşımı, yazılarında Sinan’ın ne düşünmüş ve nasıl bir tesir yaratmak istemiş olabileceğine odaklanan üslubu ile de bütünlenir. Ülgen’in bakış açısı, takip eden yıllardaki pek çok mimar ile mimarlık tarihçisi için de bir tarih üslubu olacaktır.
Türk Tarih Kurumu, Sinan: Hayatı, Eseri, İstanbul: Devlet Basımevi, 1937.↩
“Mimar Sinan Türbesinde Araştırma”, Akşam, 4.8.1935, s. 3; “Mimar Sinan: Büyük Mimarın Kafatası Mezarından Çıkarıldı”, Akşam, 5.8.1935, s. 2; “Mimar Sinan: Büyük Türk Sanatkarı için Bir Eser Hazırlanacak”, Akşam, 7.8.1935, s. 3.↩
“Mimar Sinan için Anıt: İç Bakanın Başkanlığında bir Komisyon Toplandı”, Akşam, 9.8.1935, s. 2; “Mimar Sinan Anıtı Nereye Dikilecek?”, Akşam, 10.8.1935, s. 1↩
“Büyük Türk Mimarı Sinan: Hakiki Çehreyi Ortaya Koyan Bir Büst yapıldı”, Akşam, 4 Nisan 1936, s. 2↩
“Süleymaniye’de Bir Tıp Müzesi Kurulacak-Burada Bir Sinan Mahallesi Vücuda Getirilmesi Düşünülüyor.”, Akşam, 11.1.1937, ss. 1-4.↩
Heykeltraş Hüseyin Anka’nın kazandığı Sinan heykeli müsabakası için bkz. “TTK’nın Yıllık Umumi Heyet Toplantısı”, Belleten, No: 29, C. 8, II. Kanun 1944, s. 159. Heykelin uygulama süreci için bkz. SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi TASUDOC0446043, TASUDOC0448081-0448082, TASUDOC0448088-0448092, TASUDOC1409014-1409015.↩
Rıfkı Melul Meriç (haz.), Mimar Sinan - Hayatı, Eseri I: Mimar Sinan’ın Hayatına, Eserlerine Dair Metinler, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1965.↩
Ömer Lütfi Barkan, Süleymaniye Camii ve İmareti İnşaatı (1550-1557), Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1972.↩
Mimar Sinan Yapıları (Katalog), Çizen: Ali Saim Ülgen, Yay. haz. Filiz Yenişehirlioğlu ve Emre Madran, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1989. ↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOCA0071. (Metnin transkripsiyonuna buradan erişilebilir.) ↩
Ernst Egli, Sinan der Baumeister Osmanischer Glanzzeit, Stuttgart: Erlenbach, 1954. Kitabın 1976 yılında ikinci baskısı, 2009 yılında ise Türkçe tercümesi yayımlanmıştır. Ernst Egli, Osmanlı Altın Çağının Mimarı, Çev. İbrahim Ataç, İstanbul: Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 2009. ↩
Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet dönemi mimarlık tarih yazımında Sinan konusunun gelişimine dair kapsamlı bir değerlendirme için bkz. Gülru Necipoğlu, “Creation of A National Genius: Sinan and the Historiography of ‘Classical’ Ottoman Architecture,” Muqarnas, vol. 24, 2007, ss. 141-183. ↩
İbrahim Edhem vd., Usul-i Mimari-i Osmani, İstanbul, 1873, s. 12↩
Ahmed Ağaoğlu, “Herkunft und Tod Sinans”, Orientalistische Literaturzeitung, XXIX (1926), ss. 858-865’ten aktaran Gülru Necipoğlu, age., ss.159-160.↩
Afet İnan, Mimar Koca Sinan, Ankara: Ayyıldız Matbaası, 1968, s. 63.↩
Afet İnan, age, ss. 63-64↩
Uluğ İğdemir, “Önsöz”, Mimar Sinan- Hayatı, Eseri I: Mimar Sinan’ın Hayatına, Eserlerine Dair Metinler, Haz. Rıfkı Melul Meriç, Ankara: Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1965, s.VII-VIII. ↩
Türk Ocağı Türk Tarihi Heyeti, Türk Tarihinin Ana Hatları, İstanbul: Devlet Matbaası, 1930. ↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0532006.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0532013.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0448083.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC1023, TASUDOC0534081, TASUDOC0534082.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0532034, TASUDOC0534036.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC1027.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0534084, TASUDOC0534086.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0528008- 0528009.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC 0534086 ve TASUDOC0534037.↩
“Türk Tarih Kurumu Genel Kurulu’nun Yıllık Toplantısı”, Belleten No: 31, c. 8, Temmuz 1944, s. 159; “Türk Tarih Kurumu’nun 1.10.1944’ten 31.10.1945 tarihine kadar bir yıllık çalışmaları hakkında Genel Kurul’a sunulan rapor”, Belleten No: 37, c. 10, Ocak 1946, s. 228; “Türk Tarih Kurumu’nun son 5 yıllık (1944-49) Çalışmaları Hakkında IV. Türk Tarih Kongresine Sunulan Rapor”, Belleten No: 49, c. 13, Ocak 1949, s. 212. ↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0528014-0528015.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0528020-0528021.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0528087-0528088.↩
“Türk Tarih Kurumu Genel Kurulu’nun 25 Mart 1950 tarihli toplantısına ait tutanak özeti”, Belleten No: 53, c. 14, Ocak 1950, s. 315.↩
“Türk Tarih Kurumu Genel Kurulu’nun 1951 Toplantısı”, Belleten, No: 57, c. 15, Ocak 1951, s. 308.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0534087.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0528020-0528021↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0528027-0528028.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0527079-0527080.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0527043-0527044.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0740001.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC03150001.↩
SALT Araştırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOC0740002.↩
Uluğ İğdemir, age, s. VIII.↩
Hasan Rıza Ergezen, “Y. Mimar Ali Saim Ülgen 1914-1963”, Arkitekt, 1963, No: 311, s. 88. ↩
SALT Araşırma, Ali Saim Ülgen Arşivi, TASUDOCA0071. ↩
Zürih ETH arşivi, https://doi.org/10.3929/ethz-a-000312291.↩
Ernst Egli, age, s. 212.↩
Uğur Tanyeli, “Bir Çetintaş Rölövesi Ne Söyler?”, Arredamento Dekorasyon, No. 5, 1992, ss. 108-109.↩
Zeynep Ahunbay, “Genç Cumhuriyet’in Koruma Alanındaki Öncülerinden Yüksek Mimar Ali Saim Ülgen (1913-1963)”.↩
1 note · View note
samosanborucu · 5 years
Text
160 yıl yaşayan Zaro Ağa
https://samosan.com/160-yil-yasayan-zaro-aga/ adresinde yayınlandı
160 yıl yaşayan Zaro Ağa
Tumblr media
Dünyanın bilinen en uzun ömürlü insanı olarak resmi kayıtlara geçen Zaro Ağa , Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı idi. Zaro Ağa, bazı kaynaklara göre 1774, bazı kaynaklara göreyse 1777’de Bitlis, Mutki, Meydan Mahallesi’nde doğmuştur.
Bitlisli Şemsi Ağa’nın oğlu Zaro, 1774-1777 yılları arasında Bitlis’in Mutki ilçesi/Meydan Köyü’nde bir Zaza Kürdü ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiş ve 18 yaşına kadar bu köyde yaşamış. Ancak daha sonra İstanbul’a giderek Tophane’ye yerleşmiş ve yaşamını burada sürdürmüş ve orada da hayata gözlerini yummuştur.
Tumblr media
Zaro Ağa’nın 11 veya 17 veya 29 kez evlenmiş olduğuna dair rivayetler var. 96 yaşına kadar çocuk sahibi olabilen Zaro Ağa’nın 5i kız olmak üzere 13 çocuğu olmuş. Ancak o hayattayken bir tanesi hariç hepsi ölmüş. Zaro Ağa öldüğünde en son doğan kızı 60 yaşlarındaymış. Ömrünün son günlerine kadar zinde bir vücuda sahip Zaro Ağa’nın 130’lu yaşlarındayken artık 90 yaşında olan ve hareket etmekte bile zorlanan oğluna çalışıp baktığını da söyleyenler olmuş.
1798’de Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki orduda, Akka kalesinde, Napolyon’un ordularına karşı savaşan Zaro Ağa, 1800’lü yılların başlarında Sultan III. Selim’in emriyle Nizam-ı Cedid askerleri için inşa olunan Selimiye Kışlası’nın inşaatında da çalışmış. 1828’teki Rus-Osmanlı savaşına da katılıp bacağından yaralanmış ve geçici bir süreliğine Bitlis/Mutki’ye dönmüştür. 
Yeniçeri ocağının kaldırılmasından sonra hamallık işine geri dönen Zaro Ağa, kısa sürede kâhya olup Kürt hamallara 20 yıl süreyle ağabeylik edip iskelelerden pay da almış, ki hamallar camiasında kendisine ölene dek büyük bir saygı ve hürmet gösterilmiştir.
18. yüzyılın sonlarına doğru İstanbul’a gitmiş ve Selimiye Kışlası, Beşiktaş, Ortaköy Camii ve Tophane Nusretiye Camii inşaatlarında çalışmıştır. Elli yaşlarında uzun yıllar İstanbul Hamal Topluluğu’nun başında kalmıştır. Daha sonra operatör Emin Bey’in şehreminiği (belediye başkanlığı) zamanında belediye serhademeliğine (başhademelik) getirildi.
Tumblr media
Serhademelik zamanı
2 rejim,10 Osmanlı padişahı, 28 sadrazam,1 Cumhurbaşkanı, 5 başbakan görüp 7 savaşa katıldı Zaro Ağa. Bu savaşlar ise şu şekilde: Kırım Harbi, Rus Harbi, Plevne, Kafkas Savaşı, Balkan Harbi, Birinci Dünya Savaşı, işgal yılları ve İstiklal Harbi
Abdullah Cevdet’ın 1913’te Zaro ile sağlığı hakkında röportaj yaptığı da bilinmektedir.
1920’lerde İstanbul’daki Sanayi-i Nefise mektebinde talebelere modellik yaparken, dönemin idarecileri, Zaro’nun yaşını kullanarak gelir elde edebileceklerinin farkına varırlar ve Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti tarafından bir reklâm kampanyası organize edilir. Türklüğe atıfta bulunmak ve yeni Cumhuriyet Türkiye’nin propagandasını yapmak amaçlı Zaro’nun ‘en yaşlı Türk’ olduğunu lanse etmeye başlarlar ki Zaro her seferinde Kürt olduğunu dile getirmiştir. Öyleki, resmi davetlere Kürd kıyafetlerini giyerek katılmıştır.
Kampanya o dönemin en önemli ticari mallarından biri olan fındıkla başlar. Zaro Ağa’nın yaşı ve yediği yemeklere atıfta bulunarak düşünülen tanıtım çalışmaları, Macaristan’da dört dile çevrilerek tüm dünyaya dağıtılan kartpostallarla ivme kazanır. Zaro Ağa, Napolyon’un Mısır işgali ile başlayan savaşta yer aldığını ve Yeniçeri Ocağı’nda çavuşluk yaptığını da belirtir. Yaşıyla dünyaya ün salması ve yurtdışına açılışı Milli Mücadele döneminde başladı, Fransa, İtalya, ABD ve İngiltere gibi ülkelerde bulundu. 1921’de Fransa’ya götürülen yaşlı adam sahnelerde teşhir edildi. Avrupa’daki bu bilinirliğiyle birlikte Türk basını da Zaro’yu yakın takibe aldı. Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasıyla yurda dönen Zaro, İstanbul’a giren askerleri karşılamak için yapılan törende ilk kurbanı kesti.
Zaro Ağa’nın dünyanın en yaşlı insanı olarak kabul edilmesi, bazı işadamlarının girişimleri sonucu Zaro’nun dünyanın değişik bölgelerini gezme ve görmesini sağlar. Bu işadamları, 1925’lerde Zaro Ağa’ya bolluk ve bereket vaat ederler ve onu Avrupa ve Amerika’ya götürürler. 1925 – 31 arası turnelere ve gösterilere katılır Zaro ve Avrupa’da bazı sirk gösterilerinde ‘ Dünyanın en yaşlı Türk’ü’ sloganı ile sahneye dahi çıkartırılır Zaro.
Zaro Ağa uzun yaşamak isteyenlere hep şunu öğütlüyor: “Çokça yoğurt yiyin”
Zaro Ağa Tophane’de küçük bir evde yaşamış. O dönemlerde akşam yemeklerini genelde erken saatte yermiş ve sofrada sadece yoğurt ya da ayran ile ekmek olurmuş. Zaro Ağa bu alışkanlığından tam 100 yıl vazgeçmemiş.
Hamallık yaparken tanıştığı iki Amerikalı yeni hayat vaadiyle Zaro Ağa’yı New York’a götürüyor.
Dünya basının odak noktası olmuş ve dünyanın en uzun yaşayan insanı olarak 1925’te İtalya’yı, 1930’da alkol karşıtı bir derneğin daveti üzerine Yunanistan’dan hareket ederek Amerika’yı, 1931’de İngiltere’yi ziyaret etmiştir. Tek parti döneminde, Milli İktisat ve Tasarruf Cemiyeti marifeti ile bir reklam kampanyası organize edilerek Zaro Ağa’dan istifade edilmiştir. Bir yüzünde Zaro Ağa’nın iki kadın ortasında duran resmi diğer yüzünde ise “Kim Zaro Ağa gibi Türk üzümü ve fındığı yerse zeytinyağı ve İzmir inciri ile sindirim sistemini harekete geçirirse onun gibi bu yaşta sağlıklı olur.” ibaresi bulunan kartpostallar Macaristan’da dört dile çevrilerek tüm dünyaya dağıtılmıştır.Mustafa Kemal Atatürk ile iki kez karşılaşmış, kadınlara çok fazla hak verdiğinden yakınmıştır.1925’te Cumhuriyet gazetesinde yer alan bir demecinde ise “Ben ne Şeyh Said denen o mel’unu tanırım, ne de adamlarını bilirim. Allah belalarını versin!” diyerek dönemin önemli sorunlarından Şeyh Said İsyanı’nı eleştirmiştir.
Tumblr media
Fakat daha sonra bu kişilerin amacının farklı olduğu anlaşılıyor. Özel bir kostüm giydirip sirkte “dünyanın en yaşlı insanı” şeklinde onu teşhir ediyorlar.
Zaro Ağa’yla birlikte fotoğraf çektirmek 10 dolar, onu öpmek ise 15 dolar!
O zamanlarda 150 yaşında olan Zaro Ağa’yı ülke ülke gezdiriyorlar ve zaten yorgun vücudu iyice yorgun düşüyor. İyi de para kazanıyorlar ağanın üzerinden. O zamanlar Zaro Ağa’yla fotoğraf çektirmek 10 dolar, öpmek 15 dolar. Ölümüne yakın ise kapıcılık yapmıştır.
Verdiği röportajlarda yurtdışında umduğunu bulamadığını ve kandırıldığını söyleyen Zaro Ağa, yurda dönmesinin ardından Eylül 1933’te İzmir Panayırı’na geldi ve burada da para karşılığı halka sergilendi. Zaro Ağa’nın yurtdışı ve yurtiçi mesaisi vücudunun yorulmasına neden oldu, özellikle Amerika ve İngiltere’den dönüşünden sonra sık olarak rahatsızlanmaya başladı. 1934 yılında üreminden dolayı hayata veda etti. Zaro Ağa’nın torunu Güllü Hanım “dünyasına doyamadan öldü” diyerek dedesi için yas tuttu. Ölümü yerli ve yabancı basında geniş yer buldu.
Zaro Ağa, 29 Haziran 1934 tarihinde Şişli Etfal Hastanesi’nde öldü. Yapılan otopside Zaro Ağa’nın oldukça uzun yaşamasına rağmen tüberküloz, kalp büyümesi, beyinde damar tıkanıklığı ve üç böbreklilik gibi sağlık sorunlarına sahip olduğu belirlendi.Şişli Etfal Hastanesi başhekimi Rıfat Hamdi’nin açıklamasına göre Zaro Ağa, ölümünden önce 162 yaşında olduğunu söylemişti. Mezarı Eyüpsultan kabristanındadır. Pierre Loti Kahvesi’ne çıkan yokuşun ortalarında, yolun ikiye ayrıldığı yerde, sol taraftadır. Hamidi başlıklı mezar taşında “Bitlisli Şemsi Ağa oğlu 160 yaşında ölen Zaro Ağa’nın ruhuna Fatiha” ifadesi yer almaktadır.
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
0 notes
muratarikan24 · 5 years
Text
BİR MİMAR SİNAN ŞAHESERİ : ŞEMSİ AHMET PAŞA CAMİİ'NİN SIRRI
BİR MİMAR SİNAN ŞAHESERİ
  Şemsi Ahmet Paşa Camii Üsküdar ilçesinde, Şemsipaşa semtinin sahil kesiminde denize sıfır konumda yer alır . Halk arasında kısaca Şemsi Paşa Camii veya yaygın olarak Kuşkonmaz Camii olarak bilinen yapı, Şemsi Ahmed Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır.
Hicri 988, Miladi 1580 senesinde hizmete açılan Şemsi Ahmet Paşa Camii hikayesi şöyledir; Vezir Şemsi Ahmed Paşa , titizliği ile tanınan bir devlet adamıdır. Bir gün Mimar Sinan'a "üzerinde kuş uçmayan yer var mıdır?" diye sorar Paşa. Mimar Sinanbir süre bu konu üzerinde çalışma yaptıktan sonra Üsküdar sahilinde İstanbul Boğazı'nın Marmara'ya açıldığı noktada şu an üzerinde caminin bulunduğu alanı keşfeder ve mekan hakkında Vezir'e malumat verir. Bu nokta, yıl boyunca kuzey ve güney rüzgarlarının kesişme noktasıdır. Ayrıca akıntılarla oluşan dalgaların kıyıya vurması ile insan kulağının duyamayacağı bir akustik titreşime sahiptir. Bu iki etmenin varoluşunun neticesi olarak, yerel ve göçmen kuşlar hiçbir zaman bu alan üzerinde uçmaz, adeta tavaf edercesine etrafından dolanarak pas geçerler.
Vezir'in böyle bir araziyi Mimar Sinan'a sorma sebebi ise, titizliği sebebi ile bir süredir adına inşa ettirmek istediği Şemsi Ahmet Paşa Camii külliyesi üzerinde kuşların uçmaması, konmaması ve dolayısıyla arazi üzerinde kuşların hacet gideremeyerek, cami ve külliyesini pisletmemesi isteğidir. Nitekim, Şemsi Ahmed Paşa Camii , Galata Köprüsü ve Haliç'in girişinin tam karşısına, küçük tek kubbeli bir yapı olarak inşa edilir. Avlusunda, fırtınalı havalarda avluya giren dalgaların cami ve medrese içine girerek su basmasını engellemek amacıyla Camii binası ile Medrese arasında bulunan bölgeye deşarj rögarları inşa eden Mimar Sinan, suyun tekrar denize boşalmasını sağlamıştır. Şemsi Ahmet Paşa Camisi , bilinen adı ile Kuşkonmaz Camii bânisi Vezir Şemsi Ahmed Paşa türbesi de, caminin hemen yanında yer almaktadır. Geçtiğimiz yıllarda öncelikle Marmaray projesi sebebiyle az da olsa etkilenmiş, ve 2016 – 2017 yıllarında yapının Üsküdar meydan tarafına bakan kısmında sahilde yapılması projelendirilerek inşasına başlanan kazık dolgu meydan inşaatı, denize kazık çakma işlemleri esnasında Camii binası üzerinde ve avlu zemininde ciddi çatlaklar oluşması sonucu durdurulmuş ve cami binası ve külliyesi koruma altına alınmıştır. Prof. Dr. İlber Ortaylı , bu durumu "burada denize kazık çakılması icab etseydi, Mimar Sinan beşyüz sene evvel çakardı" diyerek protesto etmiştir. Read the full article
0 notes
yedi24haber · 7 years
Text
"Şemsi Ahmet Paşa Cami zaten çatlak' demek olamaz, restorasyonu yeni bitti"
"Şemsi Ahmet Paşa Cami zaten çatlak' demek olamaz, restorasyonu yeni bitti"
"Yapının korunması için şüphesiz herkesin azami dikkat göstermesi gerekiyor" Mimar Sinan eseri 500 yıllık Şemsi Ahmet Paşa Camii'nin (Kuşkonmaz Camii) yakınına çakılan demir kazıkların söküleceğini açıklayan Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, yapıdaki çatlakların sadece dış duvarlarda olduğunu ve daha önceden bulunduğu söyledi. Mimarlar Odası Şube Başkanı Sami Yılmaztürk "'Çatlaklar zaten…
View On WordPress
0 notes
sevketk · 7 years
Photo
Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media Tumblr media
BOLU (07/2015)
Bolu merkezinden çarşıdan manzaralar ve Şemsi Ahmet Paşa Camii nden kareler…
62 notes · View notes
muratarikan24 · 5 years
Text
BİR MİMAR SİNAN ŞAHESERİ : ŞEMSİ AHMET PAŞA CAMİİ'NİN SIRRI
BİR MİMAR SİNAN ŞAHESERİ
  Şemsi Ahmet Paşa Camii Üsküdar ilçesinde, Şemsipaşa semtinin sahil kesiminde denize sıfır konumda yer alır . Halk arasında kısaca Şemsi Paşa Camii veya yaygın olarak Kuşkonmaz Camii olarak bilinen yapı, Şemsi Ahmed Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırılmıştır.
Hicri 988, Miladi 1580 senesinde hizmete açılan Şemsi Ahmet Paşa Camii hikayesi şöyledir; Vezir Şemsi Ahmed Paşa , titizliği ile tanınan bir devlet adamıdır. Bir gün Mimar Sinan'a "üzerinde kuş uçmayan yer var mıdır?" diye sorar Paşa. Mimar Sinanbir süre bu konu üzerinde çalışma yaptıktan sonra Üsküdar sahilinde İstanbul Boğazı'nın Marmara'ya açıldığı noktada şu an üzerinde caminin bulunduğu alanı keşfeder ve mekan hakkında Vezir'e malumat verir. Bu nokta, yıl boyunca kuzey ve güney rüzgarlarının kesişme noktasıdır. Ayrıca akıntılarla oluşan dalgaların kıyıya vurması ile insan kulağının duyamayacağı bir akustik titreşime sahiptir. Bu iki etmenin varoluşunun neticesi olarak, yerel ve göçmen kuşlar hiçbir zaman bu alan üzerinde uçmaz, adeta tavaf edercesine etrafından dolanarak pas geçerler.
Vezir'in böyle bir araziyi Mimar Sinan'a sorma sebebi ise, titizliği sebebi ile bir süredir adına inşa ettirmek istediği Şemsi Ahmet Paşa Camii külliyesi üzerinde kuşların uçmaması, konmaması ve dolayısıyla arazi üzerinde kuşların hacet gideremeyerek, cami ve külliyesini pisletmemesi isteğidir. Nitekim, Şemsi Ahmed Paşa Camii , Galata Köprüsü ve Haliç'in girişinin tam karşısına, küçük tek kubbeli bir yapı olarak inşa edilir. Avlusunda, fırtınalı havalarda avluya giren dalgaların cami ve medrese içine girerek su basmasını engellemek amacıyla Camii binası ile Medrese arasında bulunan bölgeye deşarj rögarları inşa eden Mimar Sinan, suyun tekrar denize boşalmasını sağlamıştır. Şemsi Ahmet Paşa Camisi , bilinen adı ile Kuşkonmaz Camii bânisi Vezir Şemsi Ahmed Paşa türbesi de, caminin hemen yanında yer almaktadır. Geçtiğimiz yıllarda öncelikle Marmaray projesi sebebiyle az da olsa etkilenmiş, ve 2016 – 2017 yıllarında yapının Üsküdar meydan tarafına bakan kısmında sahilde yapılması projelendirilerek inşasına başlanan kazık dolgu meydan inşaatı, denize kazık çakma işlemleri esnasında Camii binası üzerinde ve avlu zemininde ciddi çatlaklar oluşması sonucu durdurulmuş ve cami binası ve külliyesi koruma altına alınmıştır. Prof. Dr. İlber Ortaylı , bu durumu "burada denize kazık çakılması icab etseydi, Mimar Sinan beşyüz sene evvel çakardı" diyerek protesto etmiştir. Read the full article
0 notes
yedi24haber · 7 years
Text
İlber Ortaylı: Megalomaninin sonu yok; aradan 500 sene geçmiş, birikimin bu kadarsa...
İlber Ortaylı: Megalomaninin sonu yok; aradan 500 sene geçmiş, birikimin bu kadarsa…
"Her yerde okul açıp herkesi diplomayla donatacağız' dersen…" Prof. Dr. İlber Ortaylı, önündeki deniz doldurularak yaya yolu yapma projesi nedeniyle çatlayan Şemsi Ahmet Paşa (Kuşkonmaz) Camii ile ilgili olarak "Şemsipaşa Camii’nin önüne kazık çaktılar. Duvarlarını çatlamışlar bile. Fox TV muhabirinin sorusuna oradaki mühendis 'Ne olmuş' diyor. 'Her yerde okul açıp herkesi diplomayla donatacağız'…
View On WordPress
0 notes
yedi24haber · 7 years
Text
İBB'nin Kuşkonmaz Camii yanına yaptığı 'kazık' projesine İlber Ortaylı'dan yanıt: Mimar Sinan çakardı
İBB'nin Kuşkonmaz Camii yanına yaptığı 'kazık' projesine İlber Ortaylı'dan yanıt: Mimar Sinan çakardı
İBB: Proje tekrar değerlendirilecek Prof. Dr. İlber Ortaylı, önündeki deniz doldurularak yaya yolu yapma projesi nedeniyle çatlayan Şemsi Ahmet Paşa (Kuşkonmaz) Camii’nde inceleme yaptı. Ortaylı, “Burayı genişletecekler, sonra oturup çay içecekler herhalde. Buraya kazık çakılacaksa Mimar Sinan’ın zamanında âlâsı çakılırdı. Niye Mimar Sinan denizi doldurmamış da sen dolduruyorsun?” diye sordu.…
View On WordPress
0 notes
yedi24haber · 7 years
Text
Mimar Sinan’ın camisi yıkılıyor
Mimar Sinan’ın camisi yıkılıyor
Mimar Sinan’ın 1580 yılında yaptığı Şemsi Paşa Camii’nde çatlaklar başladı. İstanbul Üsküdar’da bulunan Mimar Sinan’ın 1580 yılında yaptığı Şemsi Paşa Camii’ndeki çatlaklar endişe yarattı. Şemsi Ahmet Paşa tarafından yaptırılan bir diğer adı Kuşkonmaz Camii olan, Osmanlı döneminin ender tarihi eserlerinden caminin önünde kısa süre önce dolgu çalışması başlamıştı. Etrafı binalarla çevrili olan…
View On WordPress
0 notes