Tumgik
kendime-analizler · 2 months
Text
Tumblr media Tumblr media
porto / livraria lello
© 2023  Yiannis Krikis
35 notes · View notes
kendime-analizler · 2 months
Text
Tumblr media
Sokak kedileriyle dans eden turist
A tourist dancing with street cats
©2021 Eylül, Adalar İstanbul
4 notes · View notes
kendime-analizler · 2 months
Photo
Tumblr media
Flipbook (2022) ~ illustration I did for the “Long Live Animation” exhibition, celebrating 10 years of Canlandıranlar International Film Festival 🍃
367 notes · View notes
kendime-analizler · 3 months
Text
Doktor maaşı kaç asgari ücret eder?
Doktorlar bu günlerde ücret artışı nedeniyle hizmet durdurma eylemine gitme kararı aldılar. Kendilerinin çalışma koşulları ve ücret şartlarında iyileşme talep ediyorlar. Bu mesleki eylemlere paralel olarak uzun bir zamandır aklımda olan ve bir fırsat çıksa da bir yerlere bu konuyu yazsam diye düşündüğüm "eğitimli çalışanların ücretleri neden ve ne kadar" asgari ücretten fazla olmalıdır konusunu yazmak için fırsat oldu.
Tumblr media
1) Mesleki eğitimin ücret artırıcı etkisi olmazsa o eğitim bir hobidir
Çok bariz bir tespit ancak bunu söylemeden tartışmanın temellerini atmak imkansız gibi. Profesyonel eğitim topluma daha kaliteli ve ya kapasiteli hizmet vermek için alınan bir eğitim olması nedeniyle ekonomik olarak anlamlı ve öğrenci için faydalı olması gerekir. Bu gereklilik onu kişisel gelişim, merak ya da hobi amacıyla alınan diğer eğitimlerden farklılaştırır.
Profesyonel eğitim, bireyin kalite ve beceriler elde etmek için kişisel emek harcaması, bunun sonucunda bilgi ve becerisini toplumsal bir hizmet alanı için geliştirmesi anlamına geliyorsa toplumun bu bireysel özverinin karşılığını artı değer olarak ücretlere yansıtması gerekir. Yansıtılmadığı takdirde eğitim akılcı bir toplumsal / ekonomik etkinlik olmaktan çıkar, daha çok bir gönüllü çalışmaya dönüşür.
Buradaki inceleme eğitimin toplumsal ve ekonomik olarak akılcı bir alan olabilmesi için en azından eğitim almanın çalışma ücretlerine etkisi olacaktır.
2) Temel ihtiyaçlar kısılarak yüksek eğitim alınması rasyonel ve ekonomik değildir
Eğitim almak demek iş aramaktan vaz geçmek, bugün elde edebileceğiniz bir geliri bilerek sonraya bırakmak demektir
Eğitimin kişiye verdiği bireysel tatmini bir kenara bırakırsak eğitim alarak geçirilen her yıl çalışarak elde edilecek 1 yıllık kazançtan vazgeçmek durumunda bulunan potansiyel bir tıp öğrencisinin bu eğitimi tercih edebilmesi temel ihtiyaçlarının karşılanır durumda olmasına bağlıdır. Aksi takdirde uzun vadede teklif edilen maaş asgari ücretten ne kadar fazla olursa olsun yetişkin bir bireyin bunu kabul etmek gibi bir şansı kalmamaktadır. Buradan tıp öğrenimi görerek doktor olma tercihinin ancak orta sınıf ve üzeri aileden gelen öğrenciler tarafından seçilebileceği sonucuna varabiliriz. Ya da öğrenci okulu bırakıp tıp tahsili boyunca temel ihtiyaçlarını karşılayacak bir iş bularak çalışacak ve yeteri kadar birikim yaptıktan sonra tıp eğitimine başlayabilecektir. Bu durum sosyal devlet özelliği taşımayan bazı çağdaş batı ülkelerinde hala geçerlidir. Toplumsal statü nedeniyle bir öğrencinin uzun tıp eğitiminden sonra herangi bir gelir farkı beklemeden lisans eğitimine yönelmesi rasyonel ekonomik bir davranış değildir.
Temel ihtiyaçlar da dahil olmak üzere bir öğrencinin asgari ücretten ne kadar vaz geçebileceği sorusunu tartışmayı dahi bir insan hakları ihlali olarak görüyorum. Başka bir açıdan ifade edersek yüksek eğitim alan her öğrencinin temel gereksinimlerinin karşılanmayacağını varsaydığımız durumda rasyonel mantık basit bir şekilde "okulu bırak git karnını doyur" sonucuna ulaşacağı için bu ön şart mecburi olmaktadır.
Öğrencilerin Temel yaşamsal ihtiyaçların toplum tarafından karşılandığını varsayarsak ancak o zaman öğrencilerin gecikmiş bir geliri seçenek olarak görmesi mümkün olabilir.
3) Dört yıl gecikmeli bir eğitim karşılığında ne kadar ücret artışı bunu öğrenci açısından tıp eğitimi almaya DEĞER kılar ?
1. etken) Emeklilik yaşının eşitliği esasına göre inceleme
Yüksek eğitim almamış birinin emeklilik yaşına kadar çalışma süresine 25 yıl dersek. Yüksek eğitim nedeniyle işe başlama tarihi geciken bir öğrencinin aynı yaşta emekliliğe eşit prim birikimiyle ulaşabilmesi emekli olarak yaşam süresinin de eşit olması nedeniyle gereklidir. Burdan örneğin 4 yıllık lisans eğitimi alan bir öğrencinin 21 yıl sonunda ve aynı yaşta ve aynı prim birikimyle emekli olması gerekir.
4 yıllık lisans eğimi alan bir öğrencinin asgari ücrete göre 4/21 = %19 daha fazla ücret alması,
10 yıllık uzman tıp eğitimi alan bir öğrencinin 10 / 15 = %67 asgari ücrete göre daha fazla maaş alması gerekir.
2. etken) Gereksinimlerin geciktirilmesiyle oluşan yoksunluk esasına göre
Bu esasa göre gereksinimleri sağlanmamış bir öğrencinin çalışma yaşamına başladıktan sonra aynı sürede asgari ücret ile çalışan bir işçinin o güne kadar sağladığı gereksinimleri toplamından daha fazla gereksinimi olacaktır.
Pratik bir örnekle açıklamak gerekirse, bir işçi yılda 10 gün ücretli tatile giderken bir öğrencinin bu isteğini bir kaç yıl için bastırmasını rasyonel kılabilmek için bu süre sonrasında aynı öğrenciye 10 günden daha fazla tatil sözü / güvencesi vermek gerekecektir.
Eşit fayda durumuna ulaşabilmek için öğrencinin yoksunluk nedeniyle oluşan eksiklik duygusu ve yapısal hasarlarının onarılabileceği miktarda fayda sağlanması yeterli olmayacak buna ek olarak gecikmeye katlanması için daha fazla ve nitelikli faydaların sağlanması durumunda bir eşitlikten söz edilebilir. Yoksunluk, kalıcı bozulmalara yol açacağı için bu yapısal sorunların çözülmesi daha fazla fayda gereksinimi ortaya çıkaracaktır.
Gecikmiş faydanın anlık faydadan ne kadar büyük olması gerektiğini düşünürken maliyet artışı ve diğer parasal farkları dikkate almadan sadece faydanın kendisinin değeri esas alınmaz ise öğrencinin ekonomik nedenlerle büyük kaybı söz konusu olabilir. İnsani hiçbir gereksinimin bir yıllık gecikmesinin %30 dan daha az bir ek fayda sağlanmadan tercih edilmeyeceğini kendi kişisel tecrübelerimiz ve gerçek yaşam hikayelerine bakarak görmek mümkündür.
Aşağıdaki formul bir sonraki yıllık geliri %30 azaltarak bir önceki yıla göre eşdeğer fayda değerini 25 yıllık bir toplam içerisinde hesaplamaktadır. Örneğin sonraki yıl elde edilecek 130 birimlik fayda güncel yılda elde edilecek 100 birim ile eşdeğerdir. Öğrenci bir yıl sonrası için en az 130 fayda karşılığında bu yılki 100 birimden vazgeçmesi eş fayda sağlamaktadır. Bu şekilde 25 yıl boyunca bütün yıllık faydaların bir önceki yılki eşdeğerini hesaplayarak ilk yıla göre eş fayda değerine ulaşılabilir.
Tumblr media
Yukardaki formüle göre 25 yıl çalışan bir işçinin toplam faydasının ilk güne göre değeri yıllık faydanın 4.33 katıdır. Bunun pratik anlamı şudur bir işçiye önünde asgari ücretli bir iş seçeneği varken bunu kabul etmemesi ve karşılığında 1 yol sonra başlayacağı daha iyi bir iş için 1.3 asgari ücret teklif edilmesi eş fayda sağlamaktadır.
Benzer şekilde,
Tumblr media
İlk 10 yıl geliri olmadan toplam 25 yıl çalışması süresi olan bir doktorun toplam faydasının ilk günkü (yani öğrencinin fakülteye işçinin de işe başladığı tarihteki) değeri 1 yıllık toplam asgari ücretin faydasının 0.21 katıdır. Çünkü 10 yıllık gecikme ileriki yıllardaki gelirin değerini çok azaltmıştır. Bu farkı dengeleyebilmek için çalışacağı 15 yıllık süre içerisinde 10 yıllık eğitimli bir uzman doktorun;
4,33 / 0.21 = 20.61 asgari ücret
alması gerekmektedir.
3. etken) Zaman sıkışması ve gecikme sonucu gerçek maliyet artışı
Eş miktarda faydanın sağlanması için gereken sürenin parasal kaynak olsa bile kısalması 3. etkeni oluşturmaktadır. Asgari ücretli işçinin gereksinimlerini karşılamak için düzenli gelire ek olarak fazladan zamanı da vardır. Bu durum mezun olmuş bir öğrencinin satın alma davranışını da etkileyecek ve birim fayda için satın alma fiyatını artıracaktır. Şöyle ki daha önceden geliri olan bir işçi satın almalarını fiyat olarak en uygun dönemi bekleyerek gerçekleştirirken mezun ilk fırsatta satın almak durumunda kalacaktır. İndirimleri, kampanyaları ve uygun sezon satın alma fırsatlarının hepsini kaçırmıştır ve yeni kampanyaları bekleyecek zamanı kalmamış olacaktır.
Yoksunluğun oransal olarak maaşlara etkisini öngörmek ilk bakışta karmaşık bir sorun gibi görünse de önceki sezonda satın alınan bir giysi, gıda ya da uçak bileti fiyatı ile son anda hemen alınmak zorunda kalınan gereksinimlerin fiyatlarını pratik tecrübeye göre karşılamak yaklaşık bir sonuca ulaşmak için yeterlidir. Piyasadaki fiyatları ve kampanyaları ilk bakışta incelediğimizde aradaki farkın en az %30 civarında olduğu söylenebilir. Bu fark bir çok avrupa ülkesinde ve kuzey amarika'da da hemen hemen aynıdır.
1. Sonuç) Farklı etkenlerin tek bir oran üzerinde birleştirilmesi
Daha önce bahsettiğimiz 2 etkenin geciktirilmiş öğrenci maaşı üzerindeki etkisi çarpan şeklinde olacaktır. Emeklilik eşitliği ve geciktirilme yoksunluğu çarpanlarına sırasıyla
e1, e2 ve e3 dersek;
İlk 2 etkenin en büyük olanını almamız yeterli olacaktır çünkü ilk etkende zaman gecikmesi etkeni %0 olarak alınmıştır. Ancak ilk etkende ortaya konulan emeklilik yaşı eşitliğine göre 25 yıllık çalışma yaşamı esası 2. etken incelenirken dikkate alınmıştır. Sonuç formülde sadece 2. etken ve 3. etkenin dikkate alınması yeterli olacaktır. Buradan 10 yıllık bir eğitim sonucunda mezun olan bir lisans öğrencisinin maaşı;
asgari ücret x e2 x (1+e3)
Olacaktır. Örnek verilerimizi eşitliğe yerleştirince;
(20.61) x (1 + %30) = 26.79 x asgari ücret
olur.
Uzman 10 yıllık bir eğitimden mezun bir lisans öğrencisi ya da dokturun maaşının asgari ücretin en az 27 katı olması gerekeceği sonucu yaklaşık olarak ortaya çıkmaktadır.
2.sonuç) Türkiye'de bu maaşı doktorlara vermezler
O halde biz ne yapsak doktorların özverilerinin karşılığını bu ülkede aslında ödemiyoruz.
En azından bu gerçek istisnai küçük bir doktor grubu dışında büyük bir çoğunluk için geçerlidir.
O halde doktorlarımıza hiç olmazsa saygı gösterek onların bu özverilerini toplumun bir bireyi olarak tanımış ve farkında olduğumuzu ifade etmiş oluruz.
Türkiye gerçeğinin belki en acı bir diğer sonucu da,
Nitelikli gençlerimizin bu şartlar altında tıp eğitimini seçmesi "akılcı" değildir
Yöntemin eksikleri konusunda tartışma
Yıllık fayda gecikmesinde ortaya konulan %30 oranının istatistiki olarak incelemesi yapılmamış ve sadece kişisel ve halka açık kaynaklara başvurularak belirlenmiş olması yöntemin yumuşak karnını oluşturmaktadır. Ancak formüller içerisinde son derece etkili bu sabitin %20 ye indirgenmesi uzman doktorların içerisinde bulunduğu durumun ne kadar toplum lehine olduğu gerçeğini değiştirmemektedir. Ayrıca yüksek eğitim almak istemeyen öğrenci kitlesinin büyük bir çoğunluğu %20 ek fayda için beklentilerini 1 yıl ötelemeyi kabul edecek "ortalama öğrencilerden" oluşmamaktadır.
Yöntemimizin en büyük sorunu,
Asgari ücretin inceleme konusu 25 yıl içerisinde gerçek satın alma değerinin değişmeyeceğini varsayması bir anlamda yıllar içerisinde reel asgari ücretin sabit ya da pozitif olacağını öngörmesidir. Reel asgari ücretin negatif olduğu bir ortamda durum işçilere kıyasla kariyeri ileri yıllara dayanan tıp öğrencisinin çok daha fazla aleyhine olmaktadır.
Alternatif çözüm: Öğrencilere mezuniyeti beklemeden asgari ücret ödemek
Dip notlar
Tıp öğrenimi alan herkesin öncelikle temel ihtiyaçlarının yakın çevresi ya da ailesi tarafından karşılandığını varsaymamız ve bunun üzerine gelirin geciktirilmesi karşılığında daha yüksek maaş elde etmenin kıyaslamasını yapmanın adil olmadığı gibi uzun süreli eğitimleri imkansız kılacağı için değerlendirmemizin dışında kalmak zorundadır.
Yoksunluk esasına göre yasal emeklilik yaşına 1 gün kala mezun olan bir uzmanın geciktirilmiş bütün ihityaçlarını karşılaması için 25 yıllık asgari ücret toplamı kendisine ödense bile eş fayda seviyesine ulaşması mümkün değildir. (Bu yoksunluğun matematik bir fonksiyonunu genel olarak tanımlamak ilk aşamada istatistik veri yetersizliği nedeniyle olası görünmez ise de fonsiyonlar hakkında bazı incelemeler yapılarak sonuca gidilebilir.)
Matematik formulleri için Onsolver.com sitesi kullanıldı
1 note · View note
kendime-analizler · 3 months
Text
Kazan Ölmek üzere
Eski bir Hoca Nasrettin fıkrasıdır şu kazan hikayesi. Hani sonu “Doğurduğuna inanıyorsun da, öldüğüne neden inanmıyorsun?” diye biten. Bu fıkra bana bugün dünyanın içerisinde bulunduğu durumu çok iyi anlatan bir fıkra olduğunu düşündürüyor. Biraz şakayla karışık şu kazan meselesini irdelemek istiyorum.
Tumblr media
Kazanlar doğurmaz, malum. Doğurmak sadece canlıların işidir, hatta canlıların da küçük bir grubunun işi. Çoğalmaktır canlı olmak, öldükten sonra yaşamı devam ettirmektir çoğalmak. Her canlı eninde sonunda öleceği için çoğalmak zorundadır yoksa yaşam son bulur. Ama bir de bu olaya tersten bakmak lazım yani canlılar çoğalmak istedikleri için birilerinin ölmesi gerekir. Buna bilimsel olarak Maltus hipotezi diyorlar. Çünkü sonsuza kadar çoğalınca canlılar, bu dünya birilerine dar gelir. Canlılar yaşadıkları ortama sığmayınca ya da besinler yetmeyince birilerinin ölmesi gerekir. Ölüm tanrısal (aynı zamanda bilimsel) bir kanundur bu nedenle çünkü ölüm olmadan hiçbir canlı türü sonsuza kadar üreyemez. Peki bizim kazan nasıl çoğalır ? İnsan yapısı bir nesne çoğalabilir mi? Fıkra bu ya, bir şekilde çoğaldığı söyleniyor. Biz de buna güler geçeriz. Aslında kazanın çoğalmadığını bildiğimiz için bu bize komik gelir. Şimdi zurnanın zırt dediği yere geliyoruz. Gerçekten canlılar dışında hiçbirşey çoğalamaz mı? Yani Kazan hikayesi gerçekten abes midir? Bir gölün suyunu düşünelim mesela, bazı dönemler de yağmur nedeniyle artar. Biz de gölün suyu arttı deriz. Oysa göl suyunun artışı dar bir bakış açısından artıştır çünkü su aslında başka bir yerde azamıştır. Cansız şeyler çoğalamaz ama bazen çoğalıyormuş gibi görünebilirler. Hoca olmayacak başka bir artışı da göle maya çalarak göstermiştir. Yani bu fıkra da aslında, kazan hikayesine benzer. Hoca çoğalamayacak bir şeyin çoğalacağını iddia etmekte ve bizi güldürmektedir. Arada önemli bir farkla çünkü yoğurt aslında gerçekten canlıdır ve içindeki maya yoluyla çoğalır bu fıkrada sadece ortam uygun değildir. Uzun sözün kısası Hoca'nın hem kazan hem de yoğurt mayalama hikayeleri bu sınırı tekrar tekrar sınar. Şimdi hocanın yapmaya çalıştığını eski bir hoca fıkrasını değiştirerek ve çağımızın şartlarına göre tekrar uyarlamaya çalışsak nasıl olur acaba? Bence bu denemeye değer. “Bir gün hoca paraya sıkışmış. Borç istemek için komşusuna gitmiş durumunu anlatmış, uygun bir miktar borç istemiş. Komşusu hocayı yıllardır tanıdığı için onun nasıl hesaplı olduğunu bildiğinden kabul etmiş. Aradan zaman geçer hoca parayla işini halledince paranın üzerine biraz da fazlasını ekleyerek komşusuna gidip parayı verir. Komşusu paranın neden fazla olduğunu sorar. Hoca da parayı kullanırken para doğurdu bu da faizi der. Aradan zaman geçer hoca komşusundan tekrar borç ister. Bu sefer hocadan ses çıkmayınca komşusu hocaya gider, hoca paranın öldüğünü söyler. Komşusu “hocam nasıl olur? Para ölür mü der?” Hoca da “Faiz verirken doğurduğuna inanıyorsun da şimdi neden öldüğüne inanmıyorsun.” der. İnanılmaz ama fıkra içinde bulunduğumuz durumu aynen açıklıyor. Çünkü çoğalan herşey sonunda ölmek zorundadır. Eğer para gibi canlı olmayan Bir şey insan yollarıyla suni olarak çoğalıyorsa o zaman onun da ölmesi gerekir. Şu anda dünyanın her yeri ÖLÜ ALACAKLARLA dolu, buna kriz diyorlar, aslında çok doğal.
(26 Nisan 2009 tarihinde Blogger'da yayınladım)
4 notes · View notes
kendime-analizler · 4 months
Text
Çünkü korkulması gereken ölüm ya da acı değil, acı ya da ölüm korkusudur.
-Epiktetos (Yunan stoacı filozof, 50-135)
"For it is not death or pain that is to be feared, but the fear of pain or death."
—Epictetus (Greek stoic philosopher, 50-135)
30 notes · View notes
kendime-analizler · 4 months
Text
Tumblr media
Fred Stein. Man & Women In The Fog. Paris. 1934
2K notes · View notes
kendime-analizler · 4 months
Text
Forum Tartışmaları için Genel Etik Kuralları
Sosyal medya ve internet forumlarında tartışmalara katılırken kuralları kim koyar diye merak etmeden Yapay Zekaya (YZ) sordum. Aşağıdaki Cevaplar YZ'nin cevaplarının çevrilerek düzeltilmiş halidir.
Forum tartışmalarına katılırken, olumlu ve saygılı bir ortam sağlamak için belirli etik kurallara uymak önemlidir. İşte dikkate alınması gereken bazı genel etik kurallar:
1. Başkalarına saygı gösterin. Başkalarına saygılı davranın: Tartışmalara nezaket ve diğer katılımcılara saygı çerçevesinde katılmak esastır. Kişisel saldırılardan, hakaretlerden veya aşağılayıcı dilden kaçının.
2. Başkalarının deneyimlerine karşı dikkatli olun: Forum katılımcılarının farklı geçmişlerden geldiğini ve farklı bakış açılarına sahip olabileceğini kabul edin. Başkalarının deneyimlerine ve bakış açılarına karşı açık fikirli ve düşünceli olun.
3. Tartışmayı başkaları için bozmaktan kaçının: Konuşmayı kasıtlı olarak rayından çıkarmaktan veya bozmaktan kaçının. Konuya bağlı kalın ve tartışmaya yapıcı bir şekilde katkıda bulunun.
4. Forum kurallarına ve yönergelerine uyun: Katıldığınız forumun özel kurallarını ve yönergelerini öğrenin. Olumlu ve üretken bir tartışma ortamını sürdürmek için bu kurallara uyun.
5. Uygun dil ve üslup kullanın. Uygun dil ve üslup kullanın: Kelimelerinizi dikkatli seçin, saygılı ve foruma uygun bir dil kullanın. Olumsuz tepkilere neden olabilecek saldırgan veya kışkırtıcı dilden kaçının.
6. Doğruluk kontrolü yapın ve kaynak belirtin: İddialarda bulunurken veya bilgi paylaşırken, bunların doğru olduğundan ve güvenilir kaynaklarla desteklendiğinden emin olun. İfadelerinize güvenilirlik kazandırmak için kaynaklarınızı belirtin.
7. Aktif dinleme yapın: Yanıt vermeden önce diğer katılımcıların görüşlerini okumak ve anlamak için zaman ayırın. Argümanlarını dikkate alarak ve düşünceli bir şekilde yanıt vererek aktif dinlemeye katılın.
8. Önyargılarınızın farkında olun: Kendi önyargılarınızı tanıyın ve kabul edin ve tartışmalara açık bir zihinle yaklaşmaya çalışın. Alternatif bakış açılarını değerlendirmeye istekli olun ve yeni bilgilere dayanarak fikrinizi değiştirmeye açık olun.
9. Gizlilik ve gizliliğe saygı gösterin. Gizliliğe ve mahremiyete saygı gösterin: Başkaları hakkındaki kişisel veya gizli bilgileri onların rızası olmadan paylaşmayın. Diğer forum katılımcılarının gizliliğine saygı gösterin ve hassas bilgileri paylaşmaktan kaçının.
10. Uygunsuz davranışları bildirin: Herhangi bir uygunsuz davranışla veya forum kurallarının ihlaliyle karşılaşırsanız, bunu forum moderatörlerine veya yöneticilerine bildirin. Sorunu çözmek için uygun önlemleri alabilirler.
Unutmayın, bunlar forum tartışmaları için genel etik kurallardır ve belirli forumlarda uymanız gereken ek yönergeler veya kurallar olabilir. Bu etik kurallara uyarak, anlamlı tartışmaların yapılabileceği olumlu ve saygılı bir forum ortamına katkıda bulunabilirsiniz.
0 notes
kendime-analizler · 4 months
Text
Merkezi Olmayan Bir Ağ Nasıl Öldürülür
Merkezi Olmayan Bir Ağ Nasıl Öldürülür (Fediverse gibi) Ploum tarafından 2023-06-23 tarihinde İngilzice yazısından çevrilmiştir
Yıl 2023. Tüm internet GAFAM imparatorluğunun kontrolü altında. Hepsi mi? Tamamı değil. Çünkü birkaç küçük köy baskıya direniyor. Ve bu köylerden bazıları bir araya gelerek "Fediverse "i oluşturmaya başladı.
Twitter ve Reddit'teki tartışmalarla birlikte Fediverse ün ve ilgi kazanmaya başladı. İnsanlar bunu gerçekten kullanmaya başladı. İmparatorluk fark etmeye başladı.
Tumblr media
Kapitalistler Rekabete Karşı
Facebook'un önde gelen yatırımcılarından Peter Thiel'in dediği gibi: "Rekabet kaybedenler içindir." Evet, bu sözde "piyasa her zaman haklıdır" diyen insanlar, içinde oldukları zaman bir piyasa istemezler. Onlar tekel istiyorlar. Facebook, kuruluşundan bu yana her türlü rekabeti öldürmek için çok dikkatli davrandı. Bunu yapmanın en kolay yolu, bir gün rakip olabilecek şirketleri satın almak. Instagram, WhatsApp gibi şirketler, sadece ürünleri kullanıcıları cezbettiği ve Facebook'a gölge düşürebileceği için satın alındı.
Ancak Fediverse satın alınamaz. Fediverse, bir protokol (ActivityPub) aracılığıyla tartışan gayri resmi bir sunucu grubudur. Bu sunucular farklı yazılımlar bile çalıştırabilir (Mastodon en ünlüsüdür ancak Pleroma, Pixelfed, Peertube, WriteFreely, Lemmy ve diğerleri de olabilir).
Merkezi olmayan bir ağı satın alamazsınız!
Ama başka bir yol daha var: onu alakasız hale getirmek. Google'ın XMPP ile yaptığı da tam olarak buydu.
Google XMPP federasyonuna nasıl katıldı?
yüzyılın sonunda, anlık mesajlaşma programları (IM) çok popülerdi. İlk çok başarılı olanlardan biri ICQ idi, hemen ardından MSN messenger geldi. MSN Messenger zamanın Tiktok'uydu: gençlerin yetişkinler olmadan saatler ve günler geçirebileceği bir dünya.
MSN Microsoft'un bir parçası olduğu için Google rekabet etmek istedi ve 2005 yılında Gmail arayüzüne dahil ederek Google Talk'u sundu. Unutmayın ki o zamanlar akıllı telefon yoktu ve çok az web uygulaması vardı. Uygulamaların bilgisayara yüklenmesi gerekiyordu ve Gmail web arayüzü çığır açıcıydı. Hatta MSN bir noktada Microsoft Windows ile birlikte geliyordu ve onu kaldırmak gerçekten zordu. Google chat'i Gmail web arayüzüyle birlikte kurmak, müşterilere işletim sistemindeki yerleşik bir yazılımdan daha yakın olmanın bir yoluydu.
Google ve Microsoft hegemonya elde etmek için savaşırken, özgür yazılım meraklıları merkezi olmayan anlık mesajlaşma oluşturmaya çalışıyordu. E-posta gibi, XMPP de birleştirilmiş bir protokoldü: birden fazla sunucu bir protokol aracılığıyla birlikte konuşabilir ve her kullanıcı bir istemci aracılığıyla belirli bir sunucuya bağlanabilirdi. Bu kullanıcı daha sonra herhangi bir istemciyi kullanarak herhangi bir sunucudaki herhangi bir kullanıcıyla iletişim kurabilirdi. ActivityPub ve dolayısıyla Fediverse hala bu şekilde çalışmaktadır.
2006 yılında Google talk XMPP uyumlu hale geldi. Google XMPP'yi ciddi olarak düşünüyordu. 2008 yılında işteyken telefonum çaldı. Hattaki biri bana şöyle dedi: "Merhaba, biz Google ve sizi işe almak istiyoruz." Birkaç arama yaptım ve beni XMPP-dev listesi aracılığıyla buldukları ve XMPP sunucuları sistem yöneticilerini aradıkları ortaya çıktı.
Yani Google federasyonu gerçekten benimsiyordu. Bu ne kadar havalıydı? Bu, aniden her bir Gmail kullanıcısının bir XMPP kullanıcısı olması anlamına geliyordu. Bu sadece XMPP için iyi olabilirdi, değil mi? Kendimden geçmiştim.
Google XMPP'yi nasıl öldürdü?
Tabii ki gerçek biraz daha az parlaktı. Her şeyden önce, XMPP standardını geliştirmek için işbirliği yapmasına rağmen, Google kimsenin inceleyemediği kendi kapalı uygulamasını yapıyordu. Geliştirdikleri protokole her zaman saygı göstermedikleri ortaya çıktı. Her şeyi uygulamıyorlardı. Bu da XMPP gelişimini yavaşlatmaya ve uyum sağlamaya zorladı. Güzel yeni özellikler Google Talk ile uyumlu olmadıkları için XMPP istemcilerinde uygulanmadı veya kullanılmadı (avatarların XMPP'ye gelmesi çok uzun zaman aldı). Federasyon bazen bozuldu: saatlerce veya günlerce Google ve normal XMPP sunucuları arasında iletişim mümkün olmazdı. XMPP topluluğu Google sunucularının gözlemcisi ve hata ayıklayıcısı oldu, düzensizlikleri ve kesinti sürelerini yayınladı (bunu birkaç kez yaptım, muhtemelen iş teklifinin nedeni de buydu).
Ve "gerçek XMPP" kullanıcılarından çok daha fazla Google talk kullanıcısı olduğu için, "Google talk kullanıcılarını önemsememek" için çok az yer vardı. XMPP'yi yeni keşfeden ve kendileri Google talk kullanıcısı olmayanlar çok sinir bozucu bir deneyim yaşadılar çünkü bağlantılarının çoğu Google Talk kullanıcısıydı. Onlarla kolayca iletişim kurabileceklerini düşündüler, ancak bu temelde Google talk kullanırken sahip olduklarının bozulmuş bir versiyonuydu. Tipik bir XMPP kadrosu çoğunlukla Google Talk kullanıcılarından ve birkaç inekten oluşuyordu.
2013 yılında Google, XMPP etkileşimlerinin çoğunun zaten Google Talk kullanıcıları arasında olduğunu fark etti. Kontrolün %100 kendilerinde olmadığı bir protokole saygı duymak umurlarında değildi. Bu yüzden fişi çektiler ve artık federe olmayacaklarını duyurdular. Ve Hangout ile başlayan uzun bir mesajlaşma programı yaratma arayışı başladı (bunu Allo, Duo takip etti. Ondan sonra saymayı bıraktım).
Beklendiği gibi, hiçbir Google kullanıcısı gözünü kırpmadı. Aslında, hiçbiri fark etmedi. En kötü ihtimalle, bazı bağlantıları çevrimdışı oldu. Hepsi bu kadar. Ancak XMPP federasyonu için, kullanıcıların çoğunluğu aniden ortadan kaybolmuş gibiydi. Hizmetçiniz gibi XMPP fanatikleri bile arkadaşlarıyla iletişimlerini sürdürebilmek için Google hesapları oluşturmak zorunda kaldı. Unutmayın: onlar için biz sadece çevrimdışıydık. Bu bizim hatamızdı.
XMPP hala var olsa ve çok aktif bir topluluk olsa da, bu darbeden asla kurtulamadı. Google'ın benimsemesiyle ilgili çok yüksek beklentiler büyük bir hayal kırıklığına ve sessiz bir unutuluşa yol açtı. XMPP bir niş haline geldi. O kadar niş bir hale geldi ki grup sohbetleri (Slack, Discord) moda olduğunda, özgür yazılım topluluğu XMPP ile grup sohbetleri zaten mümkünken rekabet etmek için onu (Matrix) yeniden icat etti. (Feragatname: Matrix protokolünü hiç incelemedim, bu nedenle XMPP ile teknik olarak nasıl karşılaştırılacağı konusunda hiçbir fikrim yok. Sadece aynı sorunu çözdüğüne ve XMPP ile aynı alanda rekabet ettiğine inanıyorum).
Google hiç katılmasaydı ya da bir parçası olarak düşünülmeseydi XMPP bugün farklı olur muydu? Bunu kimse söyleyemez. Ancak ben daha yavaş ve belki de daha sağlıklı büyüyeceğine inanıyorum. Bugün olduğundan daha büyük ve daha önemli olurdu. Varsayılan merkezi olmayan iletişim platformu olurdu. Kesin olan bir şey var: Google katılmamış olsaydı, XMPP bugün olduğundan daha kötü olmazdı.
Bu ilk değildi: Microsoft Playbook
Google'ın XMPP'ye yaptığı şey yeni değildi. Aslında 1998 yılında Microsoft mühendisi Vinod Vallopllil açıkça "OSS saldırılarını engellemek" başlıklı bir metin yazmış ve burada "protokolleri ve uygulamaları meta olmaktan çıkarmayı […]" önermişti. Bu protokolleri genişleterek ve yeni protokoller geliştirerek OSS projelerinin pazara girişini engelleyebiliriz."
Microsoft bu teoriyi Kerberos güvenlik protokolü için destek sunan Windows 2000'in piyasaya sürülmesiyle uygulamaya koydu. Ancak bu protokol genişletilmişti. Bu uzantıların spesifikasyonları serbestçe indirilebiliyordu ancak bu uzantıları uygulamanızı yasaklayan bir lisansı kabul etmeniz gerekiyordu. "Tamam "a tıkladığınız anda Kerberos'un açık kaynak kodlu hiçbir sürümü üzerinde çalışamazdınız. Amaç açıkça Samba gibi rakip ağ projelerini öldürmekti.
Glyn Moody'nin "Rebel Code" adlı kitabında anlattığı bu anekdot, açık kaynak ve merkezi olmayan projeleri öldürmenin gerçekten bilinçli hedefler olduğunu göstermektedir. Bu asla rastgele gerçekleşmez ve asla kötü şanstan kaynaklanmaz.
Microsoft, tescilli formatlar kullanarak Microsoft Office ile ofis pazarında hakimiyet sağlamak için benzer bir taktik kullandı (bir dosya formatı veri alışverişi için bir protokol olarak görülebilir). Alternatifler (OpenOffice ve ardından LibreOffice) doc/xls/ppt formatlarını açmada yeterince iyi hale geldiğinde, Microsoft "açık ve standartlaştırılmış" olarak adlandırdığı yeni bir format yayınladı. Bu format kasıtlı olarak çok karmaşık (20.000 sayfa spesifikasyon!) ve en önemlisi yanlıştı. Evet, spesifikasyonda bazı hatalar vardı, bu da OOXML formatının tamamını uygulayan bir yazılımın Microsoft Office'ten farklı davranacağı anlamına geliyordu.
Bu hatalar, siyasi lobi faaliyetleriyle birlikte, Münih kentini Linux'a geçişi geri almaya iten nedenlerden biriydi. Yani evet, strateji iyi çalışıyor. Bugün, docx, xlsx ve pptx hala bu yüzden normlar. Kaynak: Ben oradaydım, dolaylı olarak Münih şehri tarafından LibreOffice OOXML'nin şartnamelere uymak yerine Microsoft'unkine daha yakın hale getirilmesi için ödeme yapıldı.
GÜNCELLEME: Bu taktiğin bir Wikipedia sayfası bile var
Meta ve Fediverse
Tarihi bilmeyen insanlar onu tekrar etmeye mahkumdur. Meta ve Fediverse'de olan da tam olarak bu.
Meta'nın "Fediverse uyumlu" hale geleceğine dair söylentiler var. Mastodon hesabınızdan Instagram'daki insanları takip edebilirsiniz.
Bu söylentilerin doğruluk payı var mı, Meta'nın bunu düşünmesi mümkün mü bilmiyorum. Ancak XMPP ve OOXML ile ilgili kendi deneyimlerimin bana öğrettiği bir şey var: Meta Fediverse'e katılırsa, kazanan sadece Meta olacaktır. Aslında, tepkiler zaten onların kazandığını gösteriyor: Fediverse Meta'yı engellemek ya da engellememek arasında bölünmüş durumda. Bu gerçekleşirse, yeni gelenler için çok az çekiciliği olan parçalanmış, sinir bozucu iki katmanlı bir fediverse anlamına gelecektir.
GÜNCELLEME: Bu söylentiler, fosstodon.org'dan en az bir Mastodon yöneticisi olan kev'in Meta ile kayıt dışı bir toplantıda yer alması için temasa geçmesiyle doğrulandı. Olabilecek en iyi tepkiyi verdi: kibarca reddetti ve en önemlisi, kullanıcılarına karşı şeffaf olmak için e-postayı yayınladı. Teşekkürler Kev!
Meta'dan Kev'e, Fosstodon'dan gelen posta ve yanıt
Hepimizin tüm arkadaşlarımızın ve ailemizin Fediverse'de olmasını hayal ettiğimizi biliyorum, böylece özel ağlardan tamamen kurtulabiliriz. Ancak Fediverse pazar hakimiyeti ya da kar peşinde değil. Fediverse büyüme peşinde değil. Özgürlük için bir yer sunuyor. Fediverse'e katılan insanlar özgürlük arayanlardır. Eğer insanlar hazır değillerse veya özgürlük aramıyorlarsa, sorun değil. Tescilli platformlarda kalma hakları vardır. Onları Fediverse'e girmeye zorlamamalıyız. Her ne pahasına olursa olsun olabildiğince çok insanı dahil etmeye çalışmamalıyız. Dürüst olmalı ve insanların Fediverse'e arkasındaki bazı değerleri paylaştıkları için katıldıklarından emin olmalıyız.
Her ne pahasına olursa olsun beyinsiz büyüme ideolojisinde Meta'ya karşı yarışarak kaybedeceğimiz kesin. Onlar bu oyunun ustası. Herkesi kendi alanlarına çekmeye, sattıkları silahları kullanarak insanları kendilerine karşı yarıştırmaya çalışıyorlar.
Fediverse sadece zeminini koruyarak, özgürlük, ahlak, etik ve değerler hakkında konuşarak kazanabilir. Açık, ticari olmayan ve spekülasyon içermeyen tartışmalar başlatarak. Amacın kazanmak olmadığını kabul ederek. Kucaklamak değil. Amaç bir araç olarak kalmaktır. Birbirine bağlı insanlar için bir özgürlük alanı sunmaya adanmış bir araç. Hiçbir ticari kuruluşun sunamayacağı bir şey.
Resim David Revoy tarafından Nicolas Vivant tarafından Fransızcaya çevrildi İspanyolca Matii Çevirisi Deutsche Übersetzung von Janet und anderen Traduzione italiana di Nilocram
0 notes
kendime-analizler · 4 months
Text
Felsefi Deneyim Nedir?
Philosophy Now: a magazine of ideas, dergisindeki makalesinde Eldar Sarajlic felsefe yapmanın ne olduğunu felsefi açıdan ele alıyor.
Tumblr media
Bu makalede yazar, felsefi etkinliğin doğasını ve felsefe yapmanın ne anlama geldiğini araştırıyor. Felsefede okuma ve düşünmenin rolünü, yargıda bulunmanın önemini ve felsefe ile iletişim arasındaki ilişkiyi tartışmaktadır. Yazar ayrıca felsefi deneyimin bireysel doğası ve gerçekliği algılamanın potansiyel trajik yönleri üzerine de düşünüyor. Felsefenin profesyonel filozoflarla sınırlı olmadığını ve hakikati aramak için cesaret gerektiren bir dünyada var olma biçimi olduğunu savunuyor.
Felsefe Yapmak: Okuma, Düşünme ve Yargılama
Yazar, felsefenin çok sayıda yayınlanmış çalışması olan eski bir disiplin olduğunu kabul ederek başlıyor. Felsefi geleneği okumanın ve öğrenmenin önemini vurgulamakta, ancak sadece bilgi edinmenin kişiyi filozof yapmayacağını belirtmektedir. Bunun yerine, felsefe yapmanın düşünmeyi ve yargıda bulunma becerisini içerdiğini öne sürüyorlar.
Felsefi Deneyimin Doğası
Yazar, felsefi deneyimi neyin oluşturduğuna dair farklı bakış açılarını inceliyor. Immanuel Kant gibi filozoflar tarafından yapılan nesnel, öznel ve estetik yargılar arasındaki ayrımı tartışıyorlar. Bazı filozoflar, felsefi deneyimin, kişinin dünya deneyimini başkalarının tanıyabileceği ve özdeşleşebileceği bir şekilde iletmesini içeren estetik yargılara benzediğini savunmaktadır. Bu görüş, felsefi etkinlikte iletişimin önemini vurgulamaktadır.
Bireysel Yargıların Rolü
İletişim felsefenin önemli bir yönü olmakla birlikte, yazarlar bunun felsefi deneyimin özü olmadığını savunmaktadır. Yargıda bulunmaya yönelik bireysel faaliyetin, paylaşma eyleminden önce geldiğini öne sürmektedirler. Bir yargıyı paylaşılabilir kılan şeyin ne olduğunu sorgular ve paylaşılabilir yargıların, başkalarının insan olarak kendi yapılarına dayanarak kabul edebilecekleri yargılar olduğunu öne sürerler. Bununla birlikte felsefe, 2 bağlamın da kabullenmenin ne kadar önemli olduğu sorusunu da gündeme getirmektedir.
Gerçekliği Algılamak ve Hakikatin Trajik Doğası
Yazar, felsefe yapmanın dünyada şeylerin nasıl olduğunu algılamayı içerdiğini iddia etmektedir. Felsefi deneyimin gerçek olana dair bir deneyim olduğunu ve nesneleri duyular aracılığıyla algılamanın ötesine geçtiğini savunmaktadır. Felsefi algı, bir nesnenin varlığına ve diğer nesneler veya olaylarla ilişkisine dair daha büyük resmi anlamayı gerektirir. Ayrıca, gerçekliği algılamanın trajik olabileceğini, çünkü bizi varoluşun sınırlarına maruz bıraktığını ve yalnızlık gerektirdiğini öne sürmektedir.
Bir Erdem Olarak Felsefe ve Modern Dünyanın Zorlukları
Yazar, felsefenin profesyonel filozoflarla sınırlı olmadığını, gerçeği aramaya cesaret eden insanların bir erdemi olduğunu ileri sürmektedir. Felsefenin dünyada var olmanın bir yolu olduğunu ve çoğu zaman trajediyle sonuçlandığını vurguluyor. Yalan haberlerin ve göreceliliğin yaygınlığı da dahil olmak üzere, modern dünyada gerçekliği algılamanın zorlukları hakkında endişelerini dile getiriyor. Felsefenin bizi gerçekliği inkar etmenin sonuçlarından kurtaracak anahtar olabileceğini savunur.
Sonuç
Bu makalede yazar, felsefi etkinliğin doğasını ve felsefe yapma deneyimini araştırmaktadır. Felsefede okuma, düşünme ve yargılamanın rolünün yanı sıra iletişimin önemi ve felsefi deneyimin bireysel doğası tartışılmaktadır. Yazar ayrıca gerçekliği algılamanın trajik yönleri ve felsefenin modern dünyanın zorluklarını ele almadaki potansiyel rolü üzerine düşünmektedir.
Not: Bu değerlendirme ve kısa sunum yazısı yapay zeka desteğiyle hazırlanmış olup tümüyle yazarın kendi yazısı değildir.
1 note · View note
kendime-analizler · 4 months
Text
Günü Yakalamak Üzerine
Günü yakalamak üzerine birçok söz dolaşıyor ortalıkta. Hatta geçenlerde de saat üzerinde yazılı bir sunu dosyası geldi, birçoğumuzu geçmişte yaşamakla itham ediyordu, “günü yakalamaya” çağırıyordu bizi. Birden aklımda bir soru belirdi “geçmiş yaşanmadan gün yakalanabilir mi?” Ailemizi tanımadan sabah evde uyansak, kendimizi nasıl hissederiz. Evde karşılaştığınız herkesi unutsak ve bir yabancı olsalar, acaba o günü evde nasıl geçirebiliriz? Ben o insanlardan huylanırım hele aynı evin içerisindeyseler. Son birkaç haftadır konuştuğumuz konuları konuşmaya devam etmeyiz. Ortak anılarımıza dayanarak kimin ne tip müzik dinlediğini, hatta yemekte neleri sevdiğini hatırlamayız. Daha önce konuştuğumuz konuları baştan konuşmamız gerekir. Birden bire herşey geriye başlangıç noktasına döner ve ilişkimizde yılların getirdiği düzen yok olur. Kimden neyi isteyeceğimi bilmem, kime ne zaman yardım edeceğimi de. Peki, her sabah daha önceki yaşamımız tümüyle yok olsa, hatta yaşanmamış olsa. Başka bir deyişle ben her sabah hiç tanımadığım bir evde tanımadığım insanlarla ve onlara karşı bir yakınlık veya sevgi hissetmeden uyansam, yani geçmişimi kaybetsem hayatımdan neler gider? Sanırım geçmişi kaybetmenin en acı sonucu sevgi duygusunu yitirmek. Sevgi yerini heyecan, merak gibi duygulara bırakabilir. Mutfakta yeniden tanıştığın güzel kadın sizi heyecanlandırabilir, ona karşı merak da duyabilirsiniz ama sevgi yok olmuştur. Böyle bir sabahı hayal edince aklımda ilk olarak sevginin ancak geçmişle beraber olabileceği gerçeği geliyor. Günümüz medyası bize günü yakalamamızı ve geçmişte yaşamamamızı söylerken, aslında heyecan ve merak dolu bir güne karşılık yaşamımızdan sevgiyi kaldırmamızı istiyor. İnsanın bu andan kopması ve bazan geçmişe gitmesinin ve geçmiş hayallerde kaybolmasının insan varoluşu açısından üretici bir değeri vardır. Geçmişi hatırlar ve onu bugün ile bağlantısını kurarken sevgi duygusunu oluşturabiliriz. Geçmişte yaşadığınız anlam dolu güzel dakikaları hatırladığınız zaman karşınızdaki insana sevgi dolu bakışlarla bakmaya başlarsınız. Oysa medya bu anları hatırlamamızı istemiyor, karşımızdaki insanla sadece “bu anı” yaşamamızı istiyor, yani geçmişi hayal etmemizi, kafamızda onu değerlendirmeyi bırakmamızı, sevmeye çalışmaktansa o gün yaşadıklarımızın keyfini çıkarmamızı istiyor. Sanırım günü yaşamak yani layıkıyla yaşamak için geçmişi akılda tutmak ve değerlendirmek gerekiyor. Peki geleceği düşünmeden günü yaşamak mümkün mü? Yani nereye gitmek istediğini bilmeden, amaçlarını düşünmeden? İnsanın bütün istekleri bir günün içerisine sığar mı? Bir ay sonra gerçekleşebilecek bir istek için bugün birşeyler yapmak gerekmez mi? Geleceğimizi bugün adım adım kendimiz oluşturuyorsak eğer o zaman bugünü yaşarken geleceği düşünmeden günümüzü planlamamız mümkün mü? Bugüne vereceğimizi yönü ancak geleceğimizi düşünerek oluşturabileceğimize göre neden birileri bugünü yaşamaya çalışmamızı istiyorlar? Geçmişe kafayı takmadan ve geleceği hesaba katmadan bir gün nasıl yaşanır, ya da nasıl yakalanır? Günü yakalamak nedir? Bu yazıyı yazarken aklıma tek fark geliyor, geçmiş ve gelecek düşünsel ya da fikirsel zamanlardır. Maddesel olarak ikisi de yoktur. İnsan aklında görüntüler olarak oluşurlar. Bu gün ise maddedir. Somut ve gerçektir, bugünü yakalamak için çok fazla düşünmemiz gerekmez, o gün yapabileceğimiz olasiliklar bellidir, birini seçer ve yaşarsınız. İşte bu kadar basit. Sanırım geçmiş ve geleceği insan hayatından çıkardığınız zaman aslında düşünmenin, hayal etmenin de kendisini tamamen ortadan kaldırırsınız. Artık daha önce yaşadıklarınızın, bunlardan çıkardığınız derslerin, bitmemiş yaşantıların, verdiğiniz sözlerin ağırlığı altında ezilmeye gerek yoktur, çünkü önünüzde yaşanacak koca bir gün vardır ve o gün gerçektir. İlerde yapmayı hayal ettiklerinizin, diğer insanların yapmak istediklerinin, dünyanın gittiği yerin de önemi yoktur çünkü geleceği hayal ederek yaşayamazsınız mazallah günü kaçırırsınız. Bütün varlığınızla günü yakalamaya çalışın, üzerinizdeki bütün yükün azaldığını göreceksiniz.
Tumblr media
(Resim:Günü yakalamak, @EvandEm ) Geçmişle gelecek arasındaki ortak şey sanırım ikisininde aslında var olmaması.
Geçmiş ve gelecek aslında yokturlar, biz o görüntüleri kendi beynimizde oluştururuz. Onlarla fazla ilgilenmemek ve günü yakalamak yaşamın düşünsel boyutunu bırakıp maddesel kısmıyla ilgilenmektir. Çevremizde bulunan basın yayın organlarının bizi alıştırmak istediği şey aslında geçmiş ya da gelecek fikri değil kendimizin ne olduğunu ve olacağını düşünme fikrimizdir ya da alışkanlığımızdır. Çünkü biz ancak geçmişimiz ve geleceğimizle beraber tanımlanabiliriz. Peki hepimiz böyle düşünmeye başlarsak ne olur? Hatta bir toplum böyle düşünmeye başlarsa ne olur? Bütün öğrencilerin okulları kırmaya başladığı, insanların yarın hapse girerim korkusu olmadan suç işlediği, kimsenin sigorta poliçesi almadığı bir topluma dönüşürüz. Böyle olamayacağını bilmemize rağmen günü yaşamak fikri hoşumuza gidiyor. Sanırım basınımızın güzide yazarlarının kastettiği geleceği ya da geçmişi düşünmeden yaşayın çünkü düşünmek sizi strese sokar o zaman da gününüz bu stresten mahvolur demek istiyorlar. Burada onlara katılıyorum, yani insanın geçmişe üzülerek ya da gelecek endişesiyle kendini germesi ve mutsuz biri olması hiç de hoş bir şey değil. Acaba alternatif olarak, günü yakalamak yerine bizlere geçmişimize doğru bakmayı ve geleceğimizi güzel hayal etmeyi öğretseler? Sanırım seçim bize ait, geçmişimizi ve geleceğimizi doğru dürüst düşünmeyi ve hayat etmeyi öğreneceğiz ya da hiç değişmeyen ya da anlık dürtülerimizin güdülediği bir günü tekrar tekrar yaşamaya devam edeceğiz.
Yeni bir günü yakalama anlayışı
Sanırım benim günü yakalama anlayışım tren yakalamaya benziyor. Önce trenin geldiğini göreceksiniz. Bu kolay iş değildir, önce trenin 1 saat önce nerde olduğuna sonra yarım saat sonrasına bakarısınız, doğru bir kronolojik tahlil gerektirir. Sonra yön olması gerekir, yani tren size doğrumu geliyor yoksa sizden uzaklaşıyor mudur? Bu soruları geçmişi değerledirmeden cevaplayamazsınız. İlişkilerimiz bile kaçınılmaz bir tarihsellik taşır, bir ilişkinin kötüye gidip gitmediği ya da soğuyup ısındığına bile ancak zamansal bir düşünmeyle varabiliriz. Benim örneğe dönersek şimdi farz edelim treni gördük bir tane geliyor. Belki birden çok tren var ve her biri farklı yere gidiyor, bizi farklı sonuçlara götürecek? Hangi treni seçeceğiz? Bütün bunlar için kafamızda bir gelecek hayali olması gerekmez mi? Bazan hayat o kadar hızlı gelir ki o hayal ya da düşünce için vaktimiz yoktur. İşte bunun için isteklerin, amaçların ve hayatllerin önceden düşünülmüş ve hazır olması gerekir. Trenin geldiğini ve ne zaman istasyonda olacağını gören ve nereye gitmek istediğini bilen kişi treni yakalar yani o günü ve o anın sağladığı fırsatı. Günün getirdiği fırsatları kullanmak için hayal etmek ve hayallerin hazır olması gerekmez mi? Sanırım ancak böyle günü yakalayabiliriz. Tabi ki gün içerisinde uyanık olmak da gerekir. “Bir günü diğeriyle denk olan bizden değildir” diyerek konuyu kapatıyorum.
(1 Ağustos 2009'da Blogger'da yayınlamışım)
6 notes · View notes
kendime-analizler · 4 months
Text
Tumblr media
Üsküdar, İstanbul
Kasım 2022
Bir kenti tanımanın yolları konusunda çok kahve tüketilebilir ve buna değer. Ancak hatırladığım tartışmaların çoğu, bir şekilde kenti tanımanın onun sokaklarını, meydanlarını ve pazarlarını görmek olduğu konusunda uzlaşı halindedirler. Ben gezdiğim bu kent mekanlarında kendime özgü olacak belki ama sade vatandaşın çiçeklerle, çocuklarla ve kadınlarla olan ilişkisini gözlemlemeye çalışırım.
Uzaktan kulağınıza gelen bir söz, bir küçük hareket ya da sadece bir duruş o şehir hakkında çok şey anlatabilir.
1 note · View note
kendime-analizler · 4 months
Text
Esnafın cennet ve cehennemi
Esnaf yoldan öylesine geçerken kendi dükkanından birkaç dükkan ilerdeki toptancının dükkanından içeri girer. Giriş yeri toptan ürün balyalarıyla dolu olduğu için ayakta konuşmaya başlarlar.
Tumblr media
(Resim: Cennete giden köprünün önünde bir melekle konuşan güzel giyimli bir tüccar, YZ tarafından Rafael tarzında çizildi) Komşu esnaf: Nasılsın abi afiyettesindir inşallah. Toptancı: Sabah sabah biraz keyfim vardı ama senin nur dolu yüzünü görünce biraz keyfim kaçtı. Söyle hangi hile dolan işin peşindesin bakalım? Komşu: Niye öyle diyorsun abi. Bunca zamandır önünden geçeriz sana karşı bir yanlış sözümüz olmadı bak belki yarın alış veriş de yaparız. Kötü mü olur. Toptancı: Senden gelecek parayı istemiyorum. Sadece önümdeki yoldan geçerken başımı başka tarafa çevirerek geçişine katlanıyorum. Daha çok sermayem olsa başka yerden dükkan tutarım ama o kadar kira veremem. Komşu: Öyle deme abi bak bizimle iş yaparsan Allah'ın izniyle tez zamanda daha iyi bir dükkana da geçersin İnşallah. Senin gibi çalışkan ve sözüne güvenilir tüccara dükkanını kiraya verecek müslüman her zaman bulunur. Toptancı: Bırak dükkanı olur ya Allah ömür verir de senden çok yaşarsam. Ölünce öbür dünyada oldu ya cennete gitsem kapıdaki meleklere soracağım. "Benim sakallı komşu cennette midir diye?" Hem vallah hem de billah melekler Sadettin cennettedir derlerse "Bir yanlışlık oldu herhalde onun cennetinden bana cennet olmaz beni cehenneme koyun" derim. İçeri girmem. Bilesin.
NOT: Bu hikaye kendi kulaklarımla duyduğum gerçek bir esnaf sohpetinden uyarlanmıştır. Aradan uzun zaman geçtiği için bu uzun sohbetin birçok yerini atlamak zorunda kaldım.
1 note · View note
kendime-analizler · 4 months
Text
Tumblr media
Jonas Burgert yapımı "Duldet" adlı eser
Sculpture name "Duldet" by Jonas Burgert
©2022 Kasım, Üsküdar istanbul, "ismi lazım değil" sergisi
3 notes · View notes
kendime-analizler · 4 months
Text
Tumblr media
Toni Frissel
Medieval street in Alfama
Lisbon, Portugal, ca. 1946
91 notes · View notes
kendime-analizler · 4 months
Text
Borsa şişmesi enflasyonu nasıl etkiler
Borsa ve şirket satışlarının enflasyonla ilişkisini incelemek yatırımcı ve tüketici gibi ayrı görülen dünyaların acımasız ilişkisini anlamamıza biraz kapı aralayabilir.
Henüz borsaya açılmamış bir şirket hayal ederek başlayalım. Bu şirketin 1000₺ sermayesi var ve yılda 20 bin satış yaparak net olarak 2 bin kar ediyor. Öz sermayesinin tam 2 katı hersene kar ettiği için hemen her yatırımcı için son derece karlı bir şirketten bahsediyoruz.
Bu karlı şirket birden borsaya açılmaya karar veriyor bin ₺ olan sermayesi için hisse başına 20 kat fiyat çekerek son derece karlı bir "halka açılma" gerçekleştiriyor. Eski patron şirketin çoğunluk hissesini sattığı için yeni yatırımcı(lar) yeni bir yönetim atıyorlar. Sermayedarlar yatırımlarına karşılık koydukları paranın %50 si kadar yıllık kar hedefi tespit ediyorlar.
İşte tam bu aşamada işler değişiyor. Yüksek fiyata yerli firmayı satın alan yerli / yabancı sermayedarların istediği kar oranına göre yıllık kar beklentisi 10 bin oluyor. (Yeni yatırımcılar şirketi 20 bine aldılar) Bu durumda şirket yönetiminin eskiden 20 bin satış yapıp bundan gayet kayıtlı bir şekilde 2 bin kar ederken artık 5 kat daha fazla kar etmesi gerekiyor. Bunun için de eskiden 20 bine sattıkları aynı ürünleri artık 28 bine satmaları gerekiyor. (18 bin maliyet +10 bin kar beklentisi toplam 28 bin)
İşte nur topu gibi %40 enflasyon böyle oluyor. Klasik Ekonomi kuramında olmayan bu olaya ben KAR beklentisi enflasyonu adını veriyorum.
Burada önemli bir noktaya dikkat çekmek istiyorum bu senaryoda firmanın maliyetleri hiç değişmiyor ilk baştaki gibi toplam maliyet 18 bin. Şirketin muhasebe defterlerinde bir artan bir girdi fiyatı falan yok. Eğer aynı dönemde maliyetler döviz kuru artışı ve benzeri nedenlerle artmadığını varsayıyoruz.
Tumblr media
Foto) Hava ile şişirilmiş bina aynı zamanda fiyatı şişirilmiş şirketlere örnek / model olabilir.
Hatta daha da acı olanı şirketin kasasına sermaye yani doğrudan yatırım olarak giren 1 lira bile yok. Şirketin aldığı bir araç, gereç ya da yaptığı bir yatırım projesi de yok. Sadece hisse senedi alış verişi yapıldı.
Birileri bizlerin ürünlerini satın aldığı şirketleri yüksek fiyattan borsada bilmediğimiz kişilere satıyorlar onlar da çok yüksek fiyattan şirketi satın aldıkları için fiyatlara yüklenmek durumunda kalıyorlar. Yeni sermayedar da aslında bunu yapmaya mecbur çünkü şirketi gayet pahalıya aldı ve yatırımını kara dönüştürmek zorunda. Hepsi bu kadar basit.
Borsada yüksek fiyata satılan bütün şirketlerin yüksek kar beklentisini de enflasyon olarak bizler ödüyoruz. Bu şirketlerde yeni yatırım olarak bir masa alınmamış olsa bile.
Belki %40 az görünebilir
Buradaki örnekte anlatmaya çalıştığım %40 rakamı az görünebilir. Ancak örneğimizde bütün girdilerin sabit varsayıldığını ve döviz kuru artışı olmadığını hatırmakta fayda var. Eğer döviz kuru artışı ya da benzer bir ortaklık yapısı değişmesi nedeniyle tedarikçilerin 28 bin olan maliyetleri 40 bin gibi bir seviyeye çıkaracağını öngörürsek o zaman örnek firma toplam satışlarını 50 bin (10 bin kar beklentisi) teleye çıkarmak zorunda kalacaktır. Bu durumda eskiden aynı ürünlerin toplam satış bedeli 20 bin iken birden bire aynı ürünlerin fiyatı 50 bine çıkacaktır. Bu da birleşik olarak % 150 lik enflasyona karşılık gelir.
Kar beklentisine dayalı fiyat artışının tedarik zincirleri üzerindeki enflasyonist artışı döviz kuru artışından daha güçlü ve yıkıcı olduğu anlatmaya çalıştığım bu örnekte görülmektedir.
Tüketici açısından dikkat edilmesi gereken neler olabilir
Markette ürünlerini aldığınız firmaya dikkat etmek bu konuda bir önlem olabilir. Ancak bu da başka bir yazının konusu. (Illustration by @mienar)
Tumblr media
0 notes
kendime-analizler · 4 months
Text
Tumblr media
The ten hours’ light is abating,
And a late bird wings across,
Where the pines, like waltzers waiting,
Give their black heads a toss.
Beech leaves, that yellow the noontime,
Float past like specks in the eye;
I set every tree in my June time,
And now they obscure the sky.
Thomas Hardy (1840-1928) ~ At Day Close in November
156 notes · View notes