Tumgik
birsanatyapiti · 2 years
Text
özlem, utanç, pişmanlık…
birbirine ne kadar uzak ve bir o kadar yakın kelimeler. yakınım kim? yanımda olan kim? güven duygusu içimdeki bir yarayı tekrar kanatıyor. tekrar sevebilir miyim? bilemiyorum. çünkü kendimden vazgeçtiğimden beri, kimseyi sevemiyorum. sorun bende mi yoksa uyumsuz olduğumu hatırlatan toplumda mı? belki de seni sadece kalbimde öldürmemeliydim. seni öldürmemeli miydim? seni gerçekten öldürebiliyor olsam, bunu dener miydim? hayır, sahici olalım. sen kendini öldürsen dahi kılımı kıpırdatmazdım. senin için hiçbir şey yapmazdım. biliyorsun, yapmak istesem de yapamazdım.
peki içimdeki acı, her şeyi öldürmeye yeter mi? hepsinden öte, buna değer mi? söylesene sahi, değer miydi? değer miydi bana sözlerin? hayır. bu kadar derin olabileceğini düşünmek bile güldürüyor beni. oysa duygulu sen karşısında, duygusuz olan ben kimim ki!
haklısın. seni tek kalemde silişim halen üzmüyor beni. aslında hiçbir şey üzemiyor beni, hiçbir şeyin üzemiyor olması dışında. belki bir gün kendimden de sıkılırım, herkesten sıkıldığım gibi.
çocukluğumu hatırladığımda mutlu olabilseydim belki, bir şeyleri hatırlamak rahatlatırdı beni. fakat her şey gibi, benliğimi de unutmak neden bu kadar acı verici? hatırlamak elimde mi! benden başka, bana bu kadar zarar veremezdi kimse. bu yüzden, bu zevki bırakmıyorum kimseye! beni, ben sevemiyorum… ve fark ediyorum birden, kendime acımaya ne zaman başlamışım ben! görüyorum ki benliğimi kaybeden bir ben içerisine hapsolmaya mecburum. ben ben ben! aciz ve kendisinden yoksun bir ben!
0 notes
birsanatyapiti · 2 years
Text
ben, bana tekrar aynı şeyi yapacağına değil, sana bir daha inanmayacak olmama kırgınım. söz, sözdür. ne kadar anlamlı ve bi o kadar anlamsız bir cümle “söz,sözdür!” ben sana değil, sana inanan bene kırgınım. bir ses çınlıyor kulaklarımda, çoğu zaman sağır olmayı diliyorum. yüzündeki hangi mimik beni sana kandırıyor inan ki bilmiyorum. gözlerinden akan yaşa lanet ederken, senin benim gözlerimin yaşını hiç görmemeyişin beni öldürüyor. öldürüyor beni, seni her zaman affedeceğimi biliyor olman! bunca şeyi göz önüne alınca, biraz daha derinden bakıyor olmuş olsan beni tam anlamıyla görebilecek olman hem üzüyor beni, hem de korkutuyor. korkutmakta çünkü, ya gördüğünden nefret edersen diye düşünüyorum ve üzüyor çünkü, asla bakmayacağını çok iyi biliyorum. belki de görmeni istemiyorum. kendi karanlık dünyamda ve görkemli şapkamın altında görünmez olduğuma inanıyorum. bir şeylere inanmam hala umut veriyor bana. herkes beni bu denli görürken, nasıl bu kadar göremiyor, anlamıyorum.
0 notes
birsanatyapiti · 3 years
Text
aramaya mecalim olsa belki bulurdum kendimi. deniyorum, gerçekten deniyorum beni manipüle etmene rağmen seni sevmeyi deniyorum, hem de tekrar tekrar, kendime işkence ederek, kendimi es geçerek sana güvenmeyi deniyorum. beni asla olduğum gibi kabul edemiyorsun ve etmeyeceksin de, biliyorum. nereye kadar gider bu çıkmazın sokakları, inan ki bilmiyorum. güvensizlikle aldığımız yolların sevgisi nereye bağlanabilir ki? kendimi bulduğum her insanda, tekrardan yeniliyorum kendime. hiçbir insanda düzlüğe çıkamayacağımın gerçekliği çarpıyor suratıma, deniyorum. gerçekten deniyorum insanları sevmeyi. hepsine kucak açıyor ve güveniyorum. bu yazdıklarım dahi ne kadar acınası denemeler içerisinde olduğumu gösterir nitelikte. ama sanırım yeniden girmek istiyorum yerin dibine, sürünmek ve acı çekmek istiyor zihnim. bir insan anca bu kadar iğrenebilir kendinden. zaten anca kendinden bu denli nefret eden dener insanları sevmeyi, ki kendini seven birinin, başkasına inanmaya çalışması mümkün değildir. zaten kendine inanan birinin başkasında sevgi araması görülmüş bir şey değildir. sürekli savaş halindeyim, gibilerden kaçtıkça amalara düşüyorum... ama ben benimle savaşıyorum, sizinle değil. ben kendi ağaçlarımı öldürürken, sizin çiçeklerinizin solması umurumda değil. insan hayatının kontrolünü kaybedince kendini de bulamıyor. başkalarının bulmacasını çözmeye çalıştıkça da kendi parçalarını kaybediyor.
0 notes
birsanatyapiti · 5 years
Text
Depresyon
"Yerin dibine çakılamamaktan daha dehşet verici bir acı yok" diye düşündü. Sürekli bir düşüş halindesin ve yalnızca düşmeyi bekliyorsun, yalnızca düştüğünü hayal ediyorsun ve düşmek için umut ediyorsun. Daima bir boşluktasın ve yere doğru ilerliyorsun... Aşağı doğru bu kadar sert inmeseydi, bu kadar uzun bir süre havada kalmasından dolayı belki hiçbir yere gitmediğini hayal edecekti. Ama o kadar hızlı iniyordu ki aşağı, oralarda bir yerlerde kesin onu çeken bir şeyler olmalıydı. Bir zeminin olmadığı düşüncesi; yere çakılamamasından dolayı duyduğu ızdıraptan daha ağır olurdu. "Bir gün saplanacağım o lanet çukura" diye teselli ediyordu yorgunluktan bitap düşmüş bedenini ve yalnızca düşebilme ihtimali sakinleştirebiliyordu hastalıklı zihnini. "Aşağıda bir zemin yok!" diyen birini hayal etti, Gözlerini aynadan alamasa dahi, yıllardır tek bir insan yüzü görmüyordu. Peki bunu söylenin yüzü neden onu itene bu kadar benziyordu? Ve neden, "Aşağıda bir zemin yok!" diyene, kendisini itenden daha çok kızıyordu? Elinde insanlığa dair kalan tek şey bir umuttu. Yere düşebilme umudu. Biri elimden tutsa da, yukarı doğru çekse beni düşüncesinden çoktan vazgeçmişti. Çünkü biliyordu, yukarı çıksa dahi; sırf o yere ulaşabilmek için, kendini tekrar aşağı atacaktı. Onu aşağı itende miydi suç yoksa aşağı düşebilme ihtimaline rağmen sırtını güvenle birine dönebilen kendisinde miydi? Yukarıdayken aşağısı ne kadar da yakın gözüküyordu, oysa şimdi sanki 1500 yıldır aşağı düşüyordu. Ve birden durdu. Havada mı asılı kalmıştı? Hayır, bu mümkün değildi. "Tanrım dedi, düşüyor olmaktan daha kötüsü ve hatta düşmekten daha kötüsü, sabit kalmakmış!"
Ve bir an değişti her şey.
"Hastalıklı zihnimin bir oynu mu bu bana?" diye düşündü... O kadar hızlı düşüyordum ki, artık düştüğümün farkında mı olamıyorum?" Ama hayır, havayı da hissetmiyordu artık, o keskin ve leş koku artık esmiyordu burnuna. "Sanırım artık bitti, belki de artık olmam gereken yerdeyim. Fakat o da ne? O bir güneş pırıltısı olamaz! Tanrım ne kadar da muhteşem!" "Zaman hissini kaybetmiş bir ruhun, 1500 yıl sonra günbatımını görmesi" diye düşündü, bu düşünce bile onu duygulandırmaya yetmişti. Bu, o hiçbir zaman yazmaya cesaret edemediği şiirinin konusu olmalıydı. Yıllardır tek bir renk görmemişti; Sıcak ve keskin turuncular, etrafa yayılan pembeler ve gözlerini kamaştıran sarılar. Yıllardır tek bir esinti hissetmemişti; Etraftan esen hafif rüzgar, yüzüne vuran o sıcaklık. "Bir anı, insanı en fazla bu kadar insan hissettirebilir" diye geçirdi içinden. Yüzüne vuran sıcaklık, fiziksel anlamda ölçülemeyecek kadar güzel ve dingin hissettirdi zihnini, o an tekrar aşık olabilirdi, hatta o an kendini bile tekrardan sevebilirdi... sanki 1500 yıldır düşmemişti, hiçbir zaman o boşluğa girmemişti. Bir kent meydanındaydı belki; Haziran ayının sonlarında saat 6'yı 35 geçe, en sevdikleriyle beraber; önemsiz gibi görünen o sevgi dolu anı yaşıyordu sanki, belki en sevdiği semtte, belki evinin iki arka sokağındaydı. Hiçbir zaman dinlemediği ailesi, belki de hiçbir zaman anlamadığı dostlarıyla beraberdi. Durduk yere hiçbir zaman hatırlanmayacak, ama zihnini az biraz kurcaladığında; en sevdiği zaman olarak karşına çıkacak türden bir anı gibiydi. Derin bir iç çekti, ilk defa bu kadar sakin hissetmişti kendini. Sakinlik... sakinlik... bu kelime çok tanıdık geliyordu kendine; Sakinlik. Gözleri patlayacak derecede gerildi, sanki şakaklarından kulaklarına bir alev iniyordu... Sakinlik... Göz kapaklarına bir ağrı yüklendi... Ve tekrar anımsadı bu anı, ne zaman bu günbatımı belirse karşısında, en fazla 50 saniye unutuyordu her şeyi, neredeydi, napıyordu ve en önemlisi; o kimdi? Her şeyi unutuyordu. Sanki hala masumdu ve hala hayatı seviyordu, sanki hala bir umut vardı kendisi için... sanki hala birileri tarafından seviliyordu, sanki bir anlıkta olsa, sevgi o an önemliydi. Ta ki berbat anılar, o güzel anılara hücum edip, kalplerini sökene kadar. O 50 saniye için, milyonlarca 1500'lük anılarını verebilirdi. O 50 saniye için her şeyini verebilirdi, ama hayatta hiçbir şeye sahip değildi. Ne aile, ne eş, ne de dost. O çoğu zaman kendisine bile sahip değildi. Ve birden kayboldu güneş, ufuklardan gelen tek bir belirti yoktu. İşte tam da şimdi hatırladı her şeyi... kendisi bilmese de, her 60 dakikada bir yaşıyordu bu anı. Onu yok eden düşmek değildi, düşmek için çırpınması da değildi onu yok eden, her 60 dakikada bir; her günbatımında zavallıca güzelliği umut etmekti. Onu yok eden, bütün bu pisliğe, bütün bu zavallılğa ve bütün bu kendisine rağmen, hala umut edebilmekti. Umutsuzluk insanı öldürürken, umut insanı süründürüyordu. "Keşke" dedi, "keşke şu an ölebilsem, hayır Tanrım, önemli değil tekrardan gelmem, şu an keşke bir defa ölebilsem..." diye teselli istedi, kendini bir kez bile duymamış olandan. oysa Tanrıyla ne benzer yanları vardı, o da hiçbir zaman dinlememişti kimseyi. Ne kendini, ne de bir başka birini. Tanrının bir yüzü olduğunu hayal etse, kendine benzetirdi ve yalnızca kendi yüzünü anımsayabiliyordu. ve şimdi fark etti neden kendini itenin, kendine işkence çektiren bir yüze benzediğini. Hiçbir zaman bir düşman aramasına gerek yoktu, kafasında en büyük düşmanı her zaman zaten kendiyledi.
0 notes
birsanatyapiti · 5 years
Text
Tumblr media
Hayat dediğin nedir ki?
0 notes
birsanatyapiti · 5 years
Text
“İnanmak istiyorlar, yüreklerinden fethedilmek istiyorlar... Onları kalplerinden vuracağız”
0 notes
birsanatyapiti · 5 years
Text
Mertce bir kavrayış
Benim kendime bile söylemekten korktuğum o hisleri böyle apaçık paylaşabilecek cesarete sahip olması beni derinden etkilemişti. İkimizde birbirimize birçok şey katabilirdik, ben her zaman herkese çok şey katardım. Çünkü ben daima bir yıkım aracıydım, insanların sarsılmasını sağlar gerçek benlikleriyle tanıştırırdım onları. Bir enkaz gibi gelip geçerdim hayatlarından, asla unutulmayan rahatsız edici bir anıydım.
Evet bunu her zaman biliyordum. Kendimi henüz çözemediğim dönemlerimde benim hayatımda da olmuştu elbet sarsacak cümleler kuracak kadar cüretkar insanlar. Benim de, asıl ben olmamı sağlayan ve içimdeki gerçek benin çıkmasını sağlayan çok pislik olmuştu hayatımda. Yoksa böyle kendiliğimden bir pisliğe bulanmamıştım elbette. Herkesin bir payı vardı bu iğrenç insana dönüşmemde.
Fakat bu adam bana bir ilki yaşatmıştı sanki... Söyledikleri elbette yine sarsan cümlelerdi. Fakat hiç bu kadar iyiliğe dönük bir sarsıntı yaşamamıştım...
Kızım diyordum içimden, kandırma kendini. İki cümleyle yok mu sayılacaktı aynadaki bu yansıman? Çok ucuz bir roman hikayesi...
Bir pislik olduğumu, insanlara zarar verdiğimi çok kez duymuştum... çok kez yorumlanmıştım insanlar tarafından. Hiç unutmam, "zeki bir orospu" olduğumu söylemişti bir tanesi. Tanrım, çok haklıydı...
Ama o, onda öyle bir şey vardı ki, sözlerini anımsadıkça duygulara kapılıyor ve kendimi yersiz bir şekilde heyecanlı hissediyordum. Sanki ilk defa bir insan yalan söylemeden övüyordu beni ve sanki ilk defa bir insanın yalnızlıktan korktuğunu açıkça söylediğine şahit oluyordum. Ne kadar da cesaret gerektiren bir korkuydu bu. Ama içimdeki beni de susturamıyordum... "Ne kadar da zavallıca bir hissiyata sahipsin ufak çocuk, hala kendini anlamadın mı? Sen hala bu hayatı anlamadın mı?"
Fakat ilerleyen üç saat boyunca bu sözünü aklımdan atamadım. Ta ki "Seninle hiç sıkılmıyorum" sözünü işitene kadar.
Hangi cümlesi daha sarsıcı oldu emin değilim şu an, ama yalnızlık hissiyatının gereksinimden doğan bir araç değildim sanki, sanki gerçekten seviliyordum o an.
Ama hayır dedim kendime, bu gerçek olamayacak kadar o sikik anlardan. Bu paradoksu yakından bilir çok sert düşen insanlar; gerçek olamayacak kadar güzel olan hiçbir an, gerçek değildir... Aşkın insanı aptallaştıran geçici bir saplantı olduğunu tekrar hatırlattım kendime ve yanından kalkıp sevişmek için rehberimden rastgele birine mesaj attım.
Yine de günler sonra neden bu cümleleri yazma gereksenimi duyduğumu ve kendimden uzaklaştırdığım insanı aklımdan çıkaramadığımı kendime açıklayamıyorum. Belki de birkaç insanla daha sevişmem gerekiyordu veya alkolün dozu az gelmişti. Ama biliyordum, benim gibi bir insan aşık olamazdı. Aşk zavallılara göreydi. Ben romantik bir aşk filminin narin kızı değil, ucuz bir pornonun yıldızıydım.
0 notes
birsanatyapiti · 5 years
Text
Ah sevgilim, en iğrenç cümlelerimi üstüne alınmanın bir sebebi var, bunu sen de biliyorsun.
0 notes
birsanatyapiti · 5 years
Text
yap
Ben ayaklarıma bu kadar çamur saplanmışken geri dönemem. Arkada zaten benim için bir şey yok. Benim geleceğim bu pis yollarda. Ben buraya aitim. Ben buranın sönük ışığıyım. Gördüklerin hoşuna gitmiyorsa, sikmeye kıyamadığın sevgilinin yanına dönebilirdin, seni anlarım. Ama sen de beni anla. Şu yol kenarında çıkmış yabani bitki gibiyim ben, ben buranın pislik örtüsüyüm. Yine de gecenin 3′ünde narin pijamaları ile uzanmış sevgilini yatakta bırakıp şiddet içeren pornonu açarken beni hayal etmekten utanma. Bu tam da senin yapacağın türden bir iş. Bu tam da beni rahatsız etmeyen bir gerçeklik. Bu senin kendinden kaçtığın anın devamında gelecek olan zavallı günlerinin yalnızca ufak bir kısmı. Sevgilin seni değiştirmek istediğinde beni hayal et. Zamanın birinde her şeyini verdiğin ufak kızının “babam nasıl bu kadar iğrenç biri” diye aşağılayıcı bakışlarına maruz kalırken gözlerini oymayı düşünme. Beni çıplak hayal et. Gerçek yüzünün yalnızca bir kısımını gören sevgili karın seni terk edip milyonları cebinden alırken beni hayal et, başkasıyla sevişirken hayal et, çünkü tam da bunu yapıyor olacağım. Sevdiğin insanların gerçek yüzünün o ufak kısımını bile gördüğünde senden nasıl iğrendiğini suratlarında görmelisin. O korku, endişe, kaçıp gitme isteği... çok tanıdık bir his. Ben bunu beni tanıyan insanların hepsinin gözlerinde gördüm. Aşağılayıcı bir motivasyon kaynağı. Sevgilinin rol yaptığını düşünme, insanların iyi olduğunu düşün. Senin gibi, benim gibi. Yapma ama, hepsi rol yapıyor olamaz ya... Sende gördüğüm eziklik duygusu, kendimde gördüğüm en iğrenç yanlarımdan daha fazla rahatsız ediyor beni. Senden habersiz hayatını yöneten annenden nefret etmeye başladığında beni hayal et. “Ne orospu kızdı ama” de. “Neredeyse onu takip edip hayatımı mahvediyordum” de. Mahkemeye git, salonda karına yalvar... ve mahkeme çıkışı evine gidip porno izlemeye devam et.
0 notes
birsanatyapiti · 5 years
Text
712
Artık kabul ediyordum, içerlemiyordum. Ben insanların kötü taraflarını ortaya çıkarıyordum. 32 diş gülümsesem bile etrafıma, hiçbir zaman iyi kalpli biri olamıyordum. Ama ben benim işte, kendimi saklamıyordum. İnsanın “iyi” olduğuna da hiçbir zaman inanmamıştım. Tek bir ana bakar i��imizdeki canavarın ortaya çıkması. Ama bütün bu olanlarda bir tek benim payım olduğunu düşünmek de haksızlık olurdu bana. Ben sadece onların gerçek yüzünü çıkartıyordum ortaya. Gerçek benlikleri, pis lağamların ardına sakladıkları korkunç yüzleri. Benim yanımda ben olabiliyorlardı. Oh başta her şey iyi de gidiyordu, bunu hiçbiri inkar etmez. Ama ta ki eski hallerini biri onlara hatırlatana kadar. Kendi gerçek yüzlerini görünce öyle ürküyorlardı ki kendilerinden, rol yapmanın daha iyi bir fikir olduğuna karar veriyorlardı. Kendilerinde gördüklerinden hoşlanmıyorlardı. Bana bağlı kalmalarının (istikrarlı olmasalar da, kuvvetli bir bağ ile bağlıydılar bana) bana bu denli kuvvetli bağlarla bağlı olmalarının nedeni, onların en iğrenç yüzlerini görmelerine rağmen kendilerinden iğrenmeyen birinin olduğunu bilmelerindendi.
Belki bir arkadaş toplantısında en derin fantezilerini gerçekleştirme istekleri doğduğunda veya bir insana zarar vermek istediklerinde. Çünkü bilirsiniz, gerçeğin üzerini asla tam anlamıyla kapatamazsınız. İlla bir yerlerden patlak verir bu kendini bilme duygusu. Bir can sıkıntısında, bazen bir üzüntüde hatta bazen her şey tam anlamıyla yolunda giderken bile. Ama diğer zamanlarda gayet memnunlar hallerinden. Kendilerine iyi olduklarını hatırlatan insanlarla beraberler daima. İyi hissettirmek, her zaman gerçeklerden daha fazla sükse yapmıştır. Aslında istikrarsız ama kuvvetli aşklarının sebebi de bu. Benim yanımda kendileri gibiler ama o hallerinden nefret ediyorlar, bu yüzden aynı zamanda bende de nefret ediyorlar. En iğrenç dönemlerimde... kendime zarar verdiğim sikik bir dönemde (ah tanrım, pişmanlık duyduğum tek başarısız anım) en yakın arkadaşımın gözlerinde de gördüm bu gerçeği. “Keşke ölseydin...” der gibi bakıyordu bana. O kadar yaralamıştım ki onu, ne beni terk edip yeni bir hayata başlayabiliyordu ne de benimle kalıp iyi bir hayata devam edebiliyordu. O yüzden bu dünyadan yok olup gitmem bir nebze olsun dindirebilirdi acısını. O bakışlara rağmen bana sarıldığında anladım arkadaşlık kurmanın ne denli berbat bir fikir olduğunu. Dedim ya, ben en azından kendimi biliyordum. Aşağı çekiyordum onları, en dibe inene kadar hiç kimse şikayette etmiyordu. Ama o dip... İşte orada kim olduklarını değil bilmek, kabullenmeye bile cesaret edemiyorlardı. Benim yerim herkesin tükürdüğü pis bir çukur olabilirdi fakat yerimi bilmenin verdiği huzuru, kaybolmanın verdiği endişeye değişemezdim. Dedim ya başta, ben buyum işte. Yıkım, endişe ve sarsıntıyım. Keşfedeceği şeylerden korkan biriyle asla yola çıkamazdın, böyle birini o pis yolun yarısında bırakmaksa sorun olmazdı. İleriye gidemeyen geriye de dönemezdi, bu dayanıksız bir iddia. İleriye gidemeyen, boşlukta kalırdı. Yarım bıraktığın her eylem yakana yapışıp kalırdı. İnsanın düşmesi ya da kalkması kolaydı. Hareket edememekti asıl ızdırap. Geri dönsen artık sen değilsin, ileri gitsen göreceklerinden korkuyorsun. Tanrım seninle oyun olmaz, çünkü hiçbir zaman adil oynamıyorsun. Mahvıma neden olan göz kamaştırıcı orospu, hoşuma gidiyor adaletsizliğin.
1 note · View note
birsanatyapiti · 5 years
Text
Son an
Yine de her zaman tanıdığım en saygın insan olarak kaldın. Ama bu sana asla yetmezdi çünkü sen daima seni saygın görmemin nedenini, hayatımdaki insanların vasatlığına bağlayabilecek biriydin, bağlarsın da. Kontrol etmeyi seversin. Oysa benim kavrayışımın ve anlayışımın senin karakterinde ne gibi bir etkisi olabilirdi? Kendini kabul ettirmekten daha önemli bir şey yoktu senin için. Bunu yaparken kendini hiçe sayman bile gerekse, yapardın. Beni mi eleştirirdin yoksa benim üzerinden kendini mi? Düşünmezsin, yalnızca kontrol etmeyi seversin. Kalpsiz biri olduğunu rezilliğime gururla bir yıldız daha eklerken bana baktığın sevgisiz gözlerinden değil, kendini bile bu denli acımasız eleştirdiğini gördüğümde fark ettim.
Mükemmel olmanın nedenini hep kendini yüceltmenden kaynaklı sanırdım, bu beni kendine hayran bırakırdı. Ama mükemmel görünmeninin nedeni kendini yüceltmenden değil, aksine kendini sürekli yermendendi. Sürekli başının etini yiyen bir mükemmeliyet algısının kucağındaydın. Sarsılmayan bir özgüven. Senin bile sarsamadığın gerçeklik. Bundan nefret ederdin. Gözlerinde bu kadar karanlık olan başka birini daha önce görmemiştim. Kendinden bu denli nefret eden bir insana daha önce denk gelmemiştim.
Sen benim yerimde olsan, seni terk ederdin. Ben senin yerinde olsam, ben senin gözlerinde bile değildim... Boş bakışlarının ürkütücü merakı... Ben mükemmel olmanı gerektirmeyecek kadar harika olduğunu düşünen bir kız çocuğuydum sadece. Ben yalnızca aşık olmayı severdim.
Anlatmamana rağmen bilmeme kızardın, karmaşıklık hoşuna giderdi. Sarhoş olmadan samimi biri olamazdın. Hiçbir zaman samimi olamazdın. Kendine bile yabancı birinin samimi olması nasıl beklenirdi?
Hoş, sen hala mükemmel ve saygınsın. Kendine kendin dışında kimse için ödün vermiyorsun, bununla gurur duyuyorsun. Birden fazla sen olmuşsun kendi içinde, ama biri birinden her zaman daha harika. Bu dahi memnun etmiyor seni. İki karakterinin de mükemmel olmasını istiyorsun. Bir gün böyle karar verirsen, üçüncü bir karakteri oluşturacağından eminim, sırf onu eleştirebilmek için.
Banal cümlelerimin baş karakterisin. Sen benim yıkımımsın. Sen her zaman mükemmelsin ama hiçbir zaman mutlu değilsin. Hadi bilmem kaçıncı defa tekrar et içinden "Benim mutlu olmaya ihtiyacım yok ki!"
Sen yaşadığın üzücü bir olay yüzünden kendine o kadar acı çektirirdin ki, olayın yarattığı acıyı paylaşamazdın gerçekte. Sen nefretini bile paylaşmazdın kimseyle. Acıdan aldığın motivasyon gözümü korkuturdu benim, uyuşturucuyu çekince uçtuğunu sanan birinin yoksun kalınca yere çakılması gibiydin. İkinci bir yükselmeyi daima isteyecektin.
Kendinle ilgilisin, kendinle ilerliyorsun. Çok başarılısın, bunu tam şu anda da biliyorsun. Bazen kendini de destekliyorsun. Ama bu desteğin hiçbir zaman çocuğunu seven ve ona sarılan güven dolu, anaç bir anne gibi değil. Daima patronluk taslayan acımasız bir sırtlan gibi. Salyaların akıyor kendini eleştirirken, dik durmaya çalışıyorsun geceleri "beni kimse üzemez" cümlesinin altında bilmem kaçıncı kez ezilirken. Kendi kafanda yarattığın kadından sıkılıp, ilişkinin en sevdiğin kısmı olan ayrılığa gelince, zevkten dört köşe oluyorsun defterine bir sayfa daha geçireceğinden. Aynaya bakıyorsun daima ama asla kendini görmüyorsun. Banal cümlelerimin kralı, kendine binlerce hayran yaratıyorsun ama hiçbiri tarafından sevilmiyorsun. Evet hadi çekinme tekrarla kafanda sürekli "Ben bundan memnunum ki!"
Ve evine gidip tek başına kaldığında sessizlikten beynin orgazm olacak sanarken, kendine iki dakika dahi tahammül edemeyip beyninde binlerce kez eleştirdiğin kadına ikinci mesajını atıyorsun “Bugün boş musun?” Sıradanlık kokuyorsun, bundan hoşlanmıyorsun. Bardağına pahalı viskini doldururken sevilmenin nasıl bir şey olduğunu düşünmüyorsun. Sevmiyorsun kimseyi, çünkü kendini sevmediğini, kendine hiçbir zaman itiraf edemiyorsun. Hoş itiraf etsen dahi, bu kadar güçsüz olduğun için kendinden nefret etmeye başlardın. Sen kendini eleştirmekle o kadar meşgul oluyorsun ki, kendini sevecek zamanı bulamıyorsun. Bu sana da çok tanıdık geldi değil mi? Sen soruları sevmiyorsun ama asla cevap verebilecek kadar da yürekli olamıyorsun...
Bütün bunlar son bulduğunda düşmanın yine rahat bırakmıyor seni ve ikinci bir kabusa daha dalıyorsun. Kabul edemesen de sevgilim, o lanet kabuslarını hayatından daha çok seviyorsun.
0 notes
birsanatyapiti · 5 years
Text
Vasat kişilik
“Bunları yaşıyor musun ki sen?” dedi alaycı bir tavırla. Komikti çünkü onun her zaman vasat biri olduğunu düşünürdüm. Gelişmiş bir espiri yeteneği, farklı bir kavrayabilme zekası olduğunu düşünmüyordum. Bir kağıttan daha düzdü benim için. “Hayır” dedim, “Ama yazarlık da budur işte, mutfağa giderken elinden bir su bardağı düşürür ve sonra savaşın ortasında susuzluktan ölen askerleri yazarsın.”
”Sanırım sen çok bardak kırdın?” dedi. Umursamadım içeriye doğru yürüdüm.
Üstüne basıp da ayaklarımı kesen cam kırıkların acısını hissetmeye çalıştım. Belki de bir savaşın ortasındaydım.
Ama hayır dedim, hiçbiri kendini olduğun gibi kabul etmekten daha acı verici değil. Minik ve narin bir çiçek olarak inandığın karakterinin, bir canavar olduğunu öğrenmek hiçbir zaman kolay olmaz. Üstelik bunu çok öncesinden bildiğini fark etmek... Karakterimin göz önüne çıkmak için acılar içinde kıvrandığnı ve umursamadığımı hatırlamak... Umursamadığını kavramanın yarattığı zavallı bir his... Kendine acımak... Kendine acımak insanın deneyimleyebileceği en rahatsız edici hislerden biri. Başkalarını suçlamak daha kolaydı narin bir çiçekken. Başkalarını suçlamak çok kolaydı.
Bütün bu aklımdan geçenleri umursamadım. Bir kahve daha koydum kendime ve kahvaltıda bira içtiğim günleri anımsadım. O zavallı halim bile şu anki halimden daha mutlu ediyordu beni. Hayat meşakkatliydi ve başkaları yüzündendi. Mest oluyordum bu aklımı oyalayan serüvenlerden. Şikayet etmekten de gocunmuyordum, sürünmekten keyif alırken. Acıya aç bedenimize başkalarının darbesi her zaman tatlı gelir. Bütün bunları düşünmek bile zavallıcaydı. Ama beni biliyorsunuz, böyle şeyleri umursamam. Ne keyifle yere yıktıklarımı ne de kendimi bir sürüngen haline getirmeyi umursamadım. Kalkmamakta ısrarlı olduğum anların birinde keşfettim bunu, düşmek istemeyeni hiçbir zaman yıkamazdın.
0 notes
birsanatyapiti · 5 years
Text
Merhaba gerçek ben,
Kırılmış gözükmemekten dolayı saklama gereği duyuyordum kendimi. Şuh kahkahalar atsam dahi hiçbir zaman mutlu olamıyordum. Ruhum derinliklerimde kayboluyor, kendimi öğrenmeye çalışıyordum. Karaktersizdim, gerçek karakterimi bulmak için yarattığım binlerce karakterin içinde defalarca ölüyordum. Uymuyordu bu narin kız bedenime, gülüşüme. Bu yanlışa düşmek beni belli bir karaktere oturmaktan alıkoyuyordu. Sigarayı bırakmam bile başkalarına gösteriş içinmiş gibi hissediyordum. Çünkü ben aslında sigarayı seviyordum. Birçok sevişmeyi sırf keyifli bir sigara yakmak için yaptığımı anımsıyorum. Kimseye güvenmediğim için bütün gerçek yanımı saklı tutuyordum. Kendimden bile saklıyordum kendimi. Herhangi bir insana kırılma duygusu korkunç geliyordu bana. Kimseyi kırılacak kadar umursamak istemiyordum. Sayfamı bile paylaşmıyordum "Benim hakkımda böyle mi düşünürler?” diye. Paranoyaya bağlıyordum. Paranoyalarım doğru çıktıkça daha da beter oluyordum. Kendime sürekli güçlü kalmam gerektiğini hatırlatmak yoruyordu zihnimi. Geceleri kimseden özür dilemek istemiyordum. Sarhoşken daha inandırıcı olabiliyordum. Ağızı bozuk erkeklerden hoşlanıyordum. Belki henüz bilmeye hazır değildim ama tam da buydum işte. Yazmaktan utanacağı anıları yaşamaktan çekinmeyen biriydim. Gerçek biriydim.
0 notes
birsanatyapiti · 9 years
Text
ve o güzel gözlerin, şiirler yazılası gözlerin. sarhoş edebilecek kadar güzel gözlerin vardı... ama bakmadın. bir kez olsun dönüp bana bakmadın. o günden sonra kör olmanı diledim, affet. 
0 notes
birsanatyapiti · 9 years
Link
ve beni hayatta tutan tek şey uykudur.
0 notes
birsanatyapiti · 9 years
Text
Bir gün
Bir gün bir dost varmış, bir gün yokmuş.
Bir gün bir anne varmış, ama bugün yokmuş.
Bir gün bir baba yokmuş,
hiçte olmamış.
Bir gün bir Tanrı var demişler, ama o da yokmuş.
Bir gün yalnızlık yokmuş, ama bugün varmış.
İyilik; masumluğu da almış yanına gitmiş bugün.
Bugün; acı varmış, üzüntü varmış.
Biraz kırıklık varmış, az biraz da dargınlık.
Anlamsızlık varmış.
Ruhunda dağınlıklık.
Ve bir kız varmış;
Duştan çıkmış,
saçları ıslak,
gözleri kadar.
Bir sigara yakmış, intiharı düşlemiş.
Bir gün hayatmış, bugün ölüm.
Bugün geceymiş ve sabah hiç olmamış.
Mutluluk her şeyden bi’habermiş,
saçma sapanmış.
0 notes
birsanatyapiti · 9 years
Text
tanrım sana çok kızgınım! çünkü yoksun.
0 notes